Arama

Hikayeler ve Öyküler -2- - Sayfa 78

Güncelleme: 17 Şubat 2016 Gösterim: 549.231 Cevap: 1.812
jöly - avatarı
jöly
Ziyaretçi
24 Nisan 2007       Mesaj #771
jöly - avatarı
Ziyaretçi
Bir Arkadaslık Hikayesi

Sponsorlu Bağlantılar
bir hastane odası iki yatak ve hayatla olum arasındakı çizgide yaşamdan yana kalmaya çalışan iki kalp hastası.Yataklardan biri pencere önünde diğeri duvar dibinde.Pencere önündeki sabahtan akşama kadar pencereden dışarı bakıp seyrettiklerini duvar dibinde birşey görmeden ,aynı kaderi paylaşan birşey görmeyen hasta arkadaşına anlatıyor!
-Bugün deniz dünden daha durgun.Rüzgar hafif esiyor olmalı.Beyaz yelkenliler denizde belli belirsiz ilerliyorlar kuğu gibi süzülüyorlar.
-Park mı?Ha,park henüz tenha.Salıncakların ikisi dolu ikisi boş.Geçen haftaki sevgililer yine geldiler.Elleri birlerinden hiç ayrılmıyor.Şimdi erkek kızın saçlarını okşuyor,ne kadar birbirlerine yakışıyorlar.
-Erguvanlar bugün çıldırmış öyle bir çiçek açmışlar ki etraf mora boyanmış.Erikler desen keza,tepeden tırnağa beyazlar giyinmiş.İşte parkın neşesi çocuklar geldi.Ellerinde rengarenk balonlar var ah kardeşim görmelisin.
Bu böyle sürüp giderken her gördüğünü anlatıp dururken ansızın bir kalp krizi geçirir pencere kenarındaki.Duvar dibinde düğmeya bassa doktoru çağırabilir ve belkide arkadaşı kurtulabilir.Ama ama yapıyor işte şeytan karışıyor işine.Arkadaşı ölürse pencere kenarı boşalacak ve kendisi oraya geçecek.Bugüne dek kulaklarıyla duyduğunu gözleriyle görecek ve duvar dibindeki düğmeye basmaz ve arkadaşı ölür.Ertesi gün duvar dibinde olan yatağını pencere kenarına taşırlar.Bekledği an gelmiştir artık yattığı yerden pencereden dışarı bakar.
Dışarıda kapkara bir duvar işte hepsi bu kadar.

son



Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
24 Nisan 2007       Mesaj #772
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Zamanın Adı 'Erken'

Sponsorlu Bağlantılar

Dudaklarımız bağıra bağıra şarkı söylemeye korktuğu zamanlar yüreğimiz sevgimizi söylemeye korkuyordu.Her şey için henüz erkendi.Ve erken saatlerdeyken hayatımızda her şey bitmişti.Bir başlangıç yazılmıştı kaderimize bir sonu olmayan.Bir adım atmıştım bastığım yeri görmeden.Erkenden,zamansız olan bir şeyler vardı. Sabırsız yüreklerimiz her şeyi erkenden yaşadı belki de. Erkenden tanıştık,erkenden sevdik birbirimizi ve erkenden kaybettik sevgimizi. Erkenden gidiverdin sen.Gitmen için erkenken gidiverdin işte erkenden. Bahar bile erken geldi.Ağaçlar bile erkenden çiçek açtı. Güneş bile erken doğuyor artık. Kuşlar erkenden sesleniyor çiçeklere,böceklere. Doğa bize uyuyor her şey, her şey erkenden yaşanıyor artık.
Erken olacak dönüşünü bekliyorum şimdi.Her şeyi erkenden yaşamamıza bağlıyorum erken gidişinle erken gelişini.Uzunca zamanlar geçse bile gelişin yine erken olacak yüreğimde. Bir dakika daha geç gelmediğin için dua edeceğim.Seni bekleyeceğim gün batımlarında.Gökyüzünde dolunayı seyrederken sen geleceksin aklıma.Yüreğimden yüreğine öpücük göndereceğim. Sevgi yollayacağım sonbaharda esen rüzgârla.Nisan yağmurlarında ıslanırken bedenimde seni hissedeceğim. Kışın ayazında üşürken seni dileyeceğim.Ve baharda seni yaşayacağım.Sen erken olan bir baharla gelmiştin bana.Sen bir bahar mevsiminin güzelliğiydin yüreğimde.Gülümsememdin,mutluluğumdun sen.Söyleyeceklerim erkenden bitmişti.Bahar erkenden bitmişti.Sen erkenden gitmiştin.Verdiğin belki de vermediğin onca sözlerin kaldı ruhumda.Ne hissettiğimi bilmeden yaşadım seni.Küçük savaşımın büyük yenilgisiydin sen. Bir armağandın verildiğin zaman yok olan.Bir nefestin sen ciğerimde alındığın zaman verilen.
Sen yaşamımın en güzel zamanını güzelleştirip gittin.Sen bir misafirdin küçük evime sevinç getiren.Sen bir heyecandın...Sen bir gülümsemeydin gülmeyi unutmuş dudaklarıma gelen.Sen, sen benimdin.Benim olan tek şeydin...
Seni bekliyorum şimdi.Seni yazıyorum,seni istiyorum.Bütün bunları bir baharda bana geldiğin zmana anlatacağım.Ne daha önce ne de daha sonra.Sadece bana geldiğin zaman bileceksin seni hala sevdiğimi ve yine sadece bana geldiğin zaman öğreneceksin bir tek seni beklediğimi.

tikkymelike - avatarı
tikkymelike
Ziyaretçi
25 Nisan 2007       Mesaj #773
tikkymelike - avatarı
Ziyaretçi
Anne Ş efkati

Bebeğimi görebilir miyim" dedi yeni anne.

Kucağına yumuşak bir bohça verildi ve mutlu anne, bebeğinin minik yüzünü görmek için kundağı açtı ve şaşkınlıktan adeta nutku tutuldu! Anne ve bebeğini seyreden doktor hızla arkasını dondu ve camdan bakmaya başladı. Bebeğin kulakları yoktu...

Muayenelerde, bebeğin duyma yetisinin etkilenmediği, sadece görünüşü bozan bir kulak yoksunluğu olduğu anlaşıldı.

Aradan yıllar geçti, çocuk büyüdü ve okula başladı. Bir gün okul dönüşü eve koşarak geldi ve kendisini annesinin kollarına attı.

Hıçkırıyordu... Bu onun yaşadığı ilk büyük hayal kırıklığıydı; ağlayarak

- "Büyük bir çocuk bana ucube dedi..."

Küçük çocuk bu kadersizliğiyle büyüdü. Arkadaşları tarafından seviliyordu ve oldukça da başarılı bir öğrenciydi. Sınıf başkanı bile olabilirdi; eğer insanların arasına karışmış olsaydı. Annesi, her zaman ona

- "Genç insanların arasına karşımalısın"

diyordu, ancak aynı zamanda yüreğinde derin bir acıma ve şefkat hissediyordu.

Delikanlının babası, aile doktoru ile oğlunun sorunu ile ilgili görüştü;

- "Hiçbir şey yapılamaz mı?" diye sordu.

Doktor;

- "Eğer bir çift kulak bulunabilirse, organ nakli yapılabilir" dedi.

Böylece genç bir adam için kulaklarını feda edecek birisi aranmaya başlandı. İki yıl geçti bir gün babası

- "Hastaneye gidiyorsun oğlum, annen ve ben, sana kulaklarını verecek birini bulduk ancak unutma bu bir sır" dedi.

Operasyon çok başarılı geçti ve adeta yeni bir insan yaratıldı. Yeni görünümüyle psikolojisi de düzelen genç, okulda ve sosyal hayatında büyük başarılar elde etti. Daha sonra evlendi ve diplomat oldu. Yıllar geçti, bir gün babasına gidip sordu:

- "Bilmek zorundayım, bana bu kadar iyilik yapan kişi kim? Ben o insan için hiçbir şey yapamadım..."

- "Bir şey yapabileceğini sanmıyorum" dedi babası.

- "Fakat anlaşma kesin, şu anda öğrenemezsin, henüz değil..."

Bu derin sır yıllar boyunca gizlendi. Ancak bir gün açığa çıkma zamanı geldi... Hayatının en karanlık günlerinden birinde, annesinin cenazesi başında babasıyla birlikte bekliyordu. Babası yavaşça annesinin başına elini uzattı; kızıl kahverengi saçlarını eliyle geriye doğru itti; annesinin kulakları yoktu.

- "Annen hiçbir zaman saçını kestirmek zorunda kalmadığı için çok mutlu oldu" diye fısıldadı babası.

- "..ve hiç kimse, annenin daha az güzel olduğunu düşünmedi değil mi?"


Gerçek güzellik fiziksel görünüşe bağlı değildir, ancak kalptedir!
...Alıntıdır...
Sedef 21 - avatarı
Sedef 21
Ziyaretçi
25 Nisan 2007       Mesaj #774
Sedef 21 - avatarı
Ziyaretçi
Sana Seni Yaziyorum

Sana Seni Yazıyorum Güneşin başka iklimleri aydınlatmaya,başka gönülleri ısıtmaya gittiği şu saatlerde kağıdı,kalemi elime alıp,seninle dertleşmek,yalnızca sana yazmak ve yalnızca seni özlemek geliyor içimden.Sana yazmak.''Sana seni Yazmak''
Seni ve yüreğimde anlam bulan duyguları...Sana ait yüreğimin derinliklerinden kopup gelen artçı şokları anlatmak ve toprağı alnından öperken yağmur taneleri,tüm banliğimle sana yağmak istiyorum...

Bu gece dudaklarımdan dökülen her kelimede sen varsın ve yine sen varsın yarım kalan sevdamın eksik taraflarında.Bomboş ve sessiz kaldırımlarda yürürken seni haykırıyorum sensizliğin inadına! Bu sensizlik gecesinde sevdamın en ücra köşelerine seni yazıyorum.

Bu gece gene yağmur yağıyor.Yağmur yağıyor gönlümün sensizlikle yanan her yerine.Yağsın,yağsın ki saklasın sensizliğimde döktüğüm gözyaşlarımı!Ve yine saklasın sensiz geçen bomboş hayatı...

İşte seni haykırıyorum sensizliğe alışamamış yüreğime,işte seni yazıyorum!!!
Bu gece gene yağmur yağıyor.Senyoksun oysa biliyorum ve üşüyorum sensiz kaldığım saatlerde. Gözyaşlarımı efkarıma kattım bu gece. Sevdamı,umudumu ve seni kızgın bir sel gibi kalbime akıttım.

Bu gece yağmurla beraber gözyaşlarım yağıyor ve ismini yazıyor sensizliğin acısı ile kıvranan kaldırımlara.Süzülen her damlada sen vardın ve yine sen vardın gecenin en karanlık anında. o,doya doya bakamadığım gözlerin,gözlerimin içine bir kez daha değseydi ve tebessümünden bir gül açsaydı yanaklarında,yetmez miydi? Bir bakışın bir ömüre değmez miydi?
İsmini kazıdığım kaldırımlara sanki sen yağıyorsun yağmurla birlikte ve sevgin yağıyor yüreğime...Yalnız ve bomboş odamda sen varsın hala.Hala sensizliğim duruyor yanı başımda...

Bu gece gözyaşlarım yağıyor sensizliğimle birlikte kaldırımlara.Seni arıyorum,erimekteyim...Karanlık geceye inat ay gökyüzünde...

Ve gökyüzü yüreğimde..........
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
26 Nisan 2007       Mesaj #775
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Sarılın



hani doruklarına bahar gelmeyen dağlar vardır
hiç göremezsin oraları da özlersin genede
gözünde küçücük bir noktayken yüreğinde kocaman hasretlik yaraları açar
kımıldamadan saatlerce seyrettiğin o doruklar vardır ya
sabah olduğunda güneşi tutup kolundan getirir üstümüze
hani doruklarına bahar gelmeyen dağlar vardır
hiç göremezsin oraları da özlersin genede
gözünde küçücük bir noktayken yüreğinde kocaman hasretlik yaraları açar
kımıldamadan saatlerce seyrettiğin o doruklar vardır ya
sabah olduğunda güneşi tutup kolundan getirir üstümüze
ısınırsan da gerinirsin sımsıcak bir sabahla
işte o sıcaklığı sana getirendir o doruklar
kar yanaklı yaşlı analar gibi
sarılmayı istediniz mi siz hiç ömrünüzde
ya da neden sarılmayı ihtiyaç hisseder insan düşündünüz mü
siz annenizin karnında hangi şekilde bulunduğunuzu düşündünüz mü peki?
insan bedensel oluşumunu tamamlarken kendine sarılır ilk.
sonra sonra unuturuz kendimize sarılmayı başkalarına sarılmaktan.
halbuki herşeyi öğrenmeye başladığımız yerdir orası.
ilk sesi ilk harfi ilk kelimeyi sonra sonra cümleleri öğreniriz.
ama o cümlelerde sarılmak kelimesi geçmez ki.
nasıl sarılabiliriz ki
kafamızın içine onca gereksiz şeyleri yüklerken etrafımızdakiler
hani anne baba kardeş akraba okul dünya
herşey ama herşey bizim dışımızda bize ait olmayan bir çok şey
bize dayatılır
işte bunlara sarılacaksın derler.
oysa bir karaca yavrusu güçlü olmak zorundadır hayatını sürdürebilmesi için
zayıflığa yer yok bu yaşam alanlarında varsa yoksa güç
peki o güç nerde sizce?
kaslarımızda mı
aklımızda mı
beynimizde mi?
nerde ?
o güç göğüs kafesinin içinde çırpınıp duran büyülü kuşun içinde
ne kadar sarılırsanız ona sizi o kadar güçlü tutacak
ve siz bir o kadar siz olacaksınız
NiliM - avatarı
NiliM
Ziyaretçi
26 Nisan 2007       Mesaj #776
NiliM - avatarı
Ziyaretçi
Öykü

Tam 1sene oldu.Hala içimdesin.Hala gözlerin ve gülüşün aklımda.
Aklımdan bian olsunda çıkmadılar.Geceleri sıcaklıını hissettim.Karanlıımda sana sarılıp uyudum.
Seni içimde büyüttüm ve seni kimse bilmedi.Senin için güçlü oldum.
Bendeki sen için,sewgimiz için.Sen bugün bana uzun zamandır olmadıın kadar
yakınken sana sölemek istediim birkaç şe war.
Bazen sinirleniorum,kızıorum sana.Ağlıorum.Ne bu halimiz bizim die?Ne bu yaşadıımız?
Buna bi insan yürei daha ne kadar katlanabilir ki ben katlanaım?
Neree kadar?...
Çok acıçektim ve hala çekiorum.Nein bedelini ödüorum die düşünüorum bazen.
Belkide seninle yaşadıım mutluluun bedeli diorum.İşte ozamn kabulleniorum acımı.
İşte ozamn herşee deer diorum kendi kendime.Seninle olduum her dakikanın bedelini ödemee razıım diorum.
Yine yamur yaıyo sevgilim.7ay önce bugün yadığı gibi.We yine bizim şarkımız çalıor.
Tek fark sen yoksun.Senin sıcaklıın,yanındaken duyduum mutluluk yok.
Hep diordum ya seni sensizde yaşarım die.Artık yaşaamıorum sewgilim.
We artık biliorum ki yaşanacak bişe de kalmadı.Benim için tek çare seni unutmak.
Umutlarımı bir kenara atmak.Seninle başladıım buyola artık sensiz dewam etmek.
Bugece sonkez resimlerine bakıp ağlıorum.
Bu gece sondefa adını anıorum,sondefa seni sewdiimi haykırıorum.
Bir daha seni sewmemee,sewgini kalbime gömmeye yeminlerediorum..
Tükenen umutlarıma son noktaı koyuyorum
Gidiorum Sewgilim....
missu
Nephthys - avatarı
Nephthys
Ziyaretçi
26 Nisan 2007       Mesaj #777
Nephthys - avatarı
Ziyaretçi
YUREGIMIN YARISI




Kimsenin yokluğu bu kadar korkutmazdı beni. Kendimi zor günlerin adamı görürdüm ya, hiçbir güçlüğün beni, bırak yıkmayı, sendeletmeyeceğini bile düşünürdüm.

Oysa şimdi yarımım. Ve sen böylesine uzakken benden, hiçbir zaman tam olamayacağımı da biliyorum. 'Tasalanma' diyeceksin, tasalanmayayım; ama, kendime bakıyorum da birkaç umut kırıntısı dışında hiçbir şey göremiyorum.

Nerede olduğunu bilmek ya da döneceğin umuduyla yaşamak da kandırmıyor beni. Her sabaha sensiz uyanmaktan, her günün sensiz geçmesinden korkuyorum artık. Bu yüzden uyanmak istemiyorum 'uyuduğum uykuları''

Ve geceler' Ne yıldızları görüyorum ne gecenin sesini duyabiliyorum. Saniyelerin ne kadar uzun olduğunu görüp şaşırıyorum.

Bildiğim bütün hasret şarkılarını art arda ekleyip söylüyorum. Sesimi kendim bile duymuyorum.

Senden bir iz göreceğim diye sokaklara çıkmıyorum artık. Bu kentin her yerinde sen varsın biliyorum.

Yokluğunu kabul etmek böylesine zorken hiç olmama ihtimalini düşünemiyorum bile.

Bekleyeceğim seni. Zor olacak, çok zor olacak; ama, bekleyeceğim. Bu yarım yüreğin diğer yarısı,
yani sen'
Geleceksin değil mi?





Mehmet COŞKUNDENİZ
NiliM - avatarı
NiliM
Ziyaretçi
26 Nisan 2007       Mesaj #778
NiliM - avatarı
Ziyaretçi
Ah Bu İstanbul Anıları

Geçenlerde 15 yıllık muhitim Ortaköy'de, Mecidiye Camii’nin kıyısında Emirgân’ın şöhretiyle yarışan çay bahçelerinin önünden geçtim. Gezinirken Sözde entelleküel birikimlilerle dolu kişilerin oturduğu, Topkapı Sarayı Kız Kulesi manzaralı, bir masaya çağrıldım. Açıklanamayan uçan cisimlerden konuşuyorlardı yine. Sohbet beni hiç sarmadı. Tam kalkıyordum ki bir sesle irkildim.
Ahmet Hikmet’in üzümcüsünün sesi gibiydi ses. Allah'ım o ne güzel Türkçe! Ne bir siyaside yarısını gördüm bu titizliğin, ne camilerde bir hatipte, ne de tiyatrovari şiir okuyan yeni yetmelerde... Baktım 60 yaşlarında yoksulluğun yıpratmak için uğraştığı, fakat pek de bir şey koparamadığı çehresiyle bir adam, yoksul fakat erdemli yüzüyle kartpostal satıyor. Asker kantinlerinde bile tek tük kalmış kartlar bunlar. Hani vardır ya bir asker bir de çok hoş bir kız, bir bankın üzerine oturmuşlar; altında da “sevgili nişanlım vatan hizmetim biter bitmez yanındayım" tarzında yazılar olan... Bayraklı, Atatürk heykelli... İşte öyle kartlar.
Tam adama para yerine alaylı bir nasihat vermeye hazırlandım “Amca bir yanlışlık olmalı buralarda Harry Potter, Örümcek adam, Jurassic Park filan satılır. diyecektim.
Sesi tekrar yükselince niyet ettiğim girişimden dolayı utandım. Sattığı maldan o kadar emin bir büyük tüccarın edası, kendine güvenin granitten heykeli gizliydi seste. Sahibine mıknatıs gibi çekti beni. Masadaki sohbet tam da orta yaşlı bir bayanın okyanusu transatlantikle geçerken lombozdan gördüğü ufoyu anlatmasına gelmişti. Bunu hep anlatırdı. Ben duyduğum o büyülü sese kapıldım:
-Türk bayrağı resimleri getirdim almak istemez miydiniz?
-Türk askerinin resimleri var bir bakmaz mısınız?
-Sevgili Türk çocukları! Bakın arkadaşlarınıza gönderirsiniz. Uludağ manzarası. Hem de Bursa Kültür parkın resmi var! Bakın dört tane resim var üzerinde, dördü de güzel!
Hemen gittim en albenisiz gelenlerinden bir on tane aldım, daha gösterişlilerini başkalarına satsın diye. Maksadım bey amcayla konuşmak. Ben konuşup lafa tutarken yevmiyesinden olmasın diye. Sonra masaya getirdim biraz da sürükleyerek.
-Bey amca sen bu Türkçe eğitimini nerde aldın? Diye sordum.
-Ben Türkçe öğretmeniyim.
Nerelisin amca?
-Türk aleminin, Bulgaristan eyaletinin Razgrad şehrinden. Bana Razgradlı Şükrü derler .
Kırçıl kaşları, seyrelmiş saçlarıyla iyice yaklaştı yanımıza. ısrar edip Bir çay ısmarlayabildim. Masadaki ufo sohbeti de katloldu tabii. Herkes bana ve Razgradlı Şükrü'ye kötü kötü baktı masada. Bana bir işportacıyla muhatap olduğum için, Razgradlı Şükrü’ye de (türkilizce tabirle) masanın karizmasını çizdirdiği için.
Razgradlı Şükrü yüksek sesle konuşuyor fakat sesi bütün iyi öğretmenlerimizin en arka sıralara ulaştırmaya çalıştığı mübarek seslerinden daha mübarek, daha vokalli daha canlı. Çay bahçesinin bütün masaları dinliyor, dinlemek zorunda kalıyor o mübarek sesi. Razgradlı Şükrü tam da kendi çok sevdiği mallarını bol bol alan kendisi gibi bir müşteri bulduğuna seviniyor. Ben de bir on tane daha satın alıyorum kartpostallardan. Türkçe'yi bu kadar güzel konuşan bu coşkun kişiyi tanımaya çalışıyorum.
-Razgradlı Şükrü bu kartpostalları alanlar var mı?
-Kıymetini bilenler alıyorlar be yav!
-Sen öğretmenim demiştin burada mı orda mı?
-Yok be! Hapse tıktılar Türkçe öğrediyom diye... 15 yıl Bulgaristan'da öğretmenlik yaptım. Sonra da bir o kadar da burda. İki tarafta da yarım yani!
-Yaş haddinden emekli olsaydın Türkiye'de...
-Bir yılın daha var dediler. Milli eğitimden sordum.
-Gel senin yaşını büyültelim tek celsede. Emekli ol!
Razgradlı Şükrü bana selam verdiğine pişman olmuş gibi baktı. Kaşlarını çattı. Kartpostalları kafama atmasına ramak kaldı. Ben de hakikaten korktum. Masum bir insana hakaret etmiş kadar pişman oldum.
-Sen ne diyosun be yav! Devletim bana bekle diyorsa beklerim bir sene!
-Fakat sen zaten toplam otuz yıl yapmışsın vazife.
-Olsun o başka bu başka!
-Peki çoluk çocuk nerde? Bulgaristan'da mı burda mı?
-A be zindanda yattım, çileler çektim. Kim evlenir benimle? Nasıl evleneyim. Evlenmeye fırsatım olmadı benim.
-Peki nerde kalıyorsun?
-Gültepe'de bir otelde...
-Kazancını ne yapıyorsun?
-Para biriktirebilirsem Rodoplar’a giderim. Pomaklar çok iyi Müslüman insanlar. Onlara Türkçe öğredirim. Hepsi meraklı Türkçe öğrenmeye... Yolumu gözlerler benim. Çat pat da öğrenmişler Türk radyolarını dinleye dinleye. Yazmayı da öğretiyorum. Bu kartpostallar da çok kıymetli orda.
-Bundan sonra evlenirsin, pomak kızları güzel olur.
Yüzünde o çok evlenmek isteyip de bir türlü evlenememiş insanların hasreti yandı söndü. Bizans tarihlerinde fiziki özellikleri hayranlıkla anlatılan ışık düşmüş saman sarısı gibi ak pak saçlı, ince ve uzun vücutlu Kuman Türkleri’ni andıran Pomak kızları, canlandı gözümde.
-Bizden geçti artık.
- Kısmet diyeceksin.
- Doğru kısmet! Balkanlarda aşk kutsaldır. Bir aşk başladığında cümle alem onların mutluluğuna katkıda bulunmak için yarışır.
- Peki sana şimdilik bir işyerinin misafirhanesinde yatacak bir yer bulalım. Sahibi de memnun olur. Ben sana böyle bir yer ayarlarım. İstediğin kadar kalırsın! Sen yine kartpostal sat, ama yattığın yere para verme.
- Olmaz be! Ne tadı kalır ki o zaman? Çalışıyorum ben! Hem de geziyorum yurdumu! Ne tadı kalır o zaman!
Ben de kızıyorum bu sırada...
-Be Razgradlı Şükrü, emekli yapalım derim olmazsın. Yatacak yer bulurum. Ne tadı var bedelini ödemeden barınmanın dersin. Bütün bunlar olsa da sen Rodoplar'da daha çok öğretsen Türkçe'yi...
-Olmaz be yav! Ben zaten öğretiyorum. Kimin var böyle mesleği? Nerde var böyle iş? Bak hem geziyorum, hem para kazanıyorum. Hürriyetim var elimde ya! Sen de git Rodoplara! Yazık o insanlara sen de Türkçe öğret!
O mırıldanır gibi bana eğilip konuşurken göçmen şivesiyle be yav diyor fakat yüksek sesle konuştuğu zaman Muharrem Ergin’den diksiyon, Osman Sertkaya’dan dil, Mehmet Çavuşoğlu’ndan şiir dersi almış bahtiyar talebeler kadar pürüzsüz İstanbul aksanıyla, Ankara radyosu titizliğiyle konuşuyor..
Razgratlı Şükrü kalkacak oluyor. Biraz daha kartpostal almak istiyorum fakat cebimde para az. Mehmet Akif'in “Seyfi Baba” ‘sı aklıma geliyor.
"Ya hamiyetim olmasaydı, ya param olsaydı!
“Dur” diyorum “otur, bana adresini telefonunu ver” Adres Gültepe'de bir otel. Telefonunu vermiyor. “Odada telefon yok mu” diyorum. “Var ama ben elimi sürmem.” “Niye” diyorum. Türkçe ile ilgili konuşmalar yapmış Bulgaristan'da, dinlenmiş telefonu, yıllarca zindanda yatmış. “Burası Türkiye burda öyle şeyler olmaz” diyorum ama o bir daha elini telefona sürmemeye yeminli olduğunu söylüyor. O konuda takıntı oluşmuş, anlıyorum. Sonra cebinden kurşun kalemle kendi yaptığı Türk Dünyası haritasını çıkarıyor. Rodoplar, Üsküp, Kafkasya, hepsi var.
- Bak burada söylüyorum ben Razgradlı Şükrü... Bir gün Türk Dünyası büyük kurultayı Bulgaristan'da yapılacak. Bulgarlar öğrenecek Türkleri ve onlar da Türk olduklarını hatırlayacaklar!
1989’dan sonra Bulgar bilginlerinin bu konudaki çalışmalarından örnekler veriyor. Şiirler söylüyoruz karşılıklı... Hiç kimse dinlemiyormuş gibi özgür, bütün memleket dinliyormuş gibi özenli. Bir ara coşkunlukla boş bulunuyorum:
- Ben Türkçe'nin aşığı Yunus Emre'dir sanıyordum, yalnızca... Sen çağımızın Yunus Emre'sisin!
- A be zaten ben Razgrad'ın Yunus Abdal köyündenim. diyor.
Ne söylesek uyuyor. Neredeye akraba çıkacağız.
Razgratlı Şükrü kalkıyor masadan, ben de birlikte kalkıyorum. Cebimdeki bütün parayı usülünce veriyorum fakat biliyorum ki bu para onun birkaç günlük masrafını karşılamaz. Koluna giriyorum ufocuların şaşkın ve aşağılayan bakışları altında diğer çay bahçelerine doğru yürüyorum. Bir yandan da tanıdık bir göz arıyorum. Hemen alıp da cebine sokuşturayım diye. Razgradlı Şükrü Mişon kalfa’nın iskelenin karşısında 150 yıl önce Mecideye camii yapılırken çaldığı malzemeyle diktiği rivayet edilen, yıkılmaya yüz tutmuş heybetli binanın kara gölgesine karışıp gidiyor.
Mişon Kalfa’nın Amerika’daki torunlarının gözden çıkardığı sahipsiz kalmış bu mülk, hakkındaki söylentileri bilip de bakınca bana on beş yıldır bembeyaz güzelim caminin kara lekeli ikinci gölgesi gibi gelirdi.
Kondakçı Metin de ortalarda yok. Onunla bir keresinde benzer durumdaki birine birlikte yardım etmiştik. Mehmet Aslantuğ da evlendikten sonra seyrek gelir oldu.
***
Razgratlı Şükrü tıpkı Balkan güneşi altında yalım yalım yanarak Varna açıklarından geçip, İstanbul’a doğru kuğu gibi süzülen, dokunsa Nazım Hikmet’in elini yakacak bir vapur gibi endişesiz ve asude gidiyor. Ortaköy; Forsa Koca Memiş’in tutsaklık adası gibi yabancı seslerle örülmüş geliyor bana. Refik Halit’in eskicisinin minicik Hasan’ı, Filistin çöllerinde ardında bırakıp gittiği gibi gür sesini ve erdemlerini toplamış, kendisine ve Türkçe’sine hayran bıraktırarak, boğazıma ıpıl ıpıl kaynağı belirsiz sızıları, diken gibi çakıp gidiyor.
***
Gurbette insana para ile sağlık gerek. İkisi de zayıf Şükrü de. Keşke çok parası olsa... Rodopların demir gibi gürbüz havasında bol bol gezse, daha çok Türkçe öğretse mübarek Pomaklar’a, Türkçe’ye hasret insanlara, daha çok şiir okusa böyle gezerken... Bunun için parası olsa ne güzel olurdu! Hem de Türkiye'de para ile sattığı kartpostalları Pomaklara bedava götürüp dağıtırmış. Birkaç balya fazla götürse... Hastalanırsa ilaç alsa... Uzun yaşasa... Allah benim ömrümden alıp onun ömrüne katsa! Şu bir yılı ölmeden geçirse! Türkiye'den emekli olsa! Belki evlenir uygun bir hanımla...
Her gün yüz kişiyle selamlaştığımız Ortaköy'de şöyle birkaç kuruş borç alacak, böyle anlarda bankamatik kesilen yüce gönüllü dostlar yok! Ömer Çalışkan, Apaçi Çetin, Son yıllarda kasket çiğnemeye başlayan kebapçı Aliihsan yok!
***
Bendeki bu telaş niye? Ömrümde ne gezginciler gördüm ben! Şebinkarahisar'a, Çemişkesek'e camii yaptırmak isteyen, makbuzlarla gezen ak sakallı adamlara ne paralar verdim! Mostar köprüsünde bir taş misali benim de olsun isterdim uzak diyarlarda bir tuğla, bir taş, bir sütunluk hatıram. Ortaköy iskelesinde sızıp kalmış Can Yücel'i, kayıkcıyı evinden uyandırıp karşıya Kuzguncuğ’a gönderdim kaç sefer. Gurbete gelip de iş bulamamış vahşi kapitalizm kurbanlarının elinden tuttum. Ne deliler gördüm ben her türden. İslamcı deliler, Sosyalist deliler, sarhoşlar. Türkçe'nin delisini hiç görmemiştim.
İşte Türkçe'nin delisi böyle oluyormuş meğer! Öyle olunmaz böyle olunurmuş!
1997’lere ait bu hatıra, gündelik olaylardan herhangi biri gibi kimseye anlatılmadan yüreğimde saklanmış. Durdum durdum da bir yerde rastladığım Kırşehir Belediye Başkanı Metin'e anlattım yıllar sonra bu anıyı. dağ gibi Metin, bu minicik hatıranın bir yerinde sarsıldı “benim aslım Razgrad'ın Yunus Abdal köyünden” diye... Ben de şimdi ağlıyorum. İnternet kahvesinde çevremdekilere aldırmadan ve hiç utanmadan, bir ilkokul çocuğu gibi iplik iplik ağlıyorum. Neye gelmiştim ve bu satırları niye yazdım. Kimim ben neyin ve ne yaptım Türkçe için. Kendi kendime diyorum ki Türkçe'nin delisi öyle olmaz işte böyle olunur.
***
Eğer sizler güzel, pürüzsüz, eğitimli sesiyle sokaklarda kimilerimiz için çoktan modası geçmiş bayraklı, askerli, nişanlılı resimlerle dolu kartpostallar satan birini görürseniz, ondan hiç olmazsa cebinizdeki bozukluklara acımayıp bir kartpostal mutlaka alın. Çünkü o olsa olsa bizim Razgradlı Şükrü'dür. Rodoplardaki fütühatı için ona kumanya lazımdır. Bana göründüğü gibi, size de mutlaka uğrayacaktır. Cebindeki kurşun kalemle kendi çizdiği haritalarıyla birlikte Türkçe'nin delisi nasıl olunur gösterecektir. Size!
Ya da yalancı gündelik işler beni bağlamasa, Razgrad'da, Rodoplar'da Gültepe'de Şükrü'yü şıp diye bulurdum. Onun o kartpostallarda bulduğu yüce anlamları ben de bakıp bakıp bulmaya çalışıp, mübarek yükünü taşıyarak, gezdiği mavi zirveli Rodop dağlarının gelin duvağı gibi bulutları altında, kudurmuş yeşillikler arasında unutulmuş köylerin un serpilmiş gibi tozlu yollarına karışırdım.

Nephthys - avatarı
Nephthys
Ziyaretçi
26 Nisan 2007       Mesaj #779
Nephthys - avatarı
Ziyaretçi
BEN İKİ GÜNLÜK AŞKLARIN İNSANI DEĞİLİM!!!


Aşkımı verdim sana yüreğimi verdim. Aşk sendin sen yüreğimdin. her atışı senin iki hecelik ismini fısıldardı, kimse bilmezdi ama sen duyardın.
Hak etmiş miydin bunu böyle derin bir aşkı? Sevgiyi hak etmiş miydin? Geç kalınmış bir soru bu. Nasıl hissetiysem öyle yaşadım ben aşkımı yüreğimi teslim etmiş olmasaydım sana, bunun adı aşk olmazdı zaten.
Böyle yaşadım hep beğensende beğenmesende. Hesaplı aşklar bana göre değildi. Ne verirsem onu alırım diyenlerden olmadım. Senin için attı yüreğim bunu söylemekten hiç çekinmedim.
Umutlarımı, hayallerimi verdim sana. Bir gelecek düşledim seninle yarım aşkları kaç kovala oyunlarını, göstermelik aşkları bırakıp bir kenara. Bugünü dolu dolu yaşarken yarına dair hayaller, umutlar besledim. Hepsinde sen vardın sensiz olmayacaktım. Bugünüde yarınıda seninle yaşayacaktım.
Ruhumu verdim sana bedenimi verdim, olmadığım zamanlarda ruhumu bıraktım sana yalnız kalmasın diye. Çünkü sensiz olmazdı ruhum içimi sıkıntılar basardı. Bu yüzden özgür bırakırdım hep onu ve ruhumun gideceği tek yer senin yanındı.
Ya bedenim! gözlerim gördüğü hiçbirşeyi ayırt edemezdi sensizken. Ellerim dokunmazdı hiçbir şeye, yürümezdi bacaklarım senin olmadığın yollarda. Sana her dokunuşum yeniden doğuşum olurdu benim.
Hayatımı verdim sana "can" deseydin onu da alırdın benden gözümü bile kırpmadan. Zaten aşk bu değil midir? Sevgiliye dokunduğun anda ölsem umrumda değil demek değil midir? Bunu diyemiyorsan eğer niye yaşıyorsun ki aşkı?
Bütün bunlar yetmedi sana biliyorum. Yetseydi eğer şimdi bunları san yazıyor olmazdım. İsyan sanma bunları ben hayatı sende aradım. Belki küçük bir şey yeterli olacaktı her şey için. Her zaman ki gibi sen istedin bitti.
Ama sana olan sevdam, sana olan aşkım mezarda biter.
BEN İKİ GÜNLÜK AŞKLARIN İNSANI DEĞİLİM!!!
NiliM - avatarı
NiliM
Ziyaretçi
26 Nisan 2007       Mesaj #780
NiliM - avatarı
Ziyaretçi
Öykü

Seneler önce diyerek başlayım yazıya ))

16-17 yaşlarındayım kime ne muziplik yapıp kızdırsam kime nasıl takılsam hesaplarını bolca yaptığım hinlik düşündüğüm yıllardı. Birgün sabahın köründe )) acelem neyse )) köyün ilk minibüsüne binerek 13 km mesafedeki ilçemiz Silifke'ye indim. İndim diyorum çünkü 13 kmlik mesafe ama 750 rakımdan sıfıra deniz seviyesine iniyorsunuz. Tabi sabahın köründe birde açkarına arabaya binince o kadar rakım farkını yedinizmi zaten sersemlemiş sudan çıkmış balık vaziyetine geliyorsunuz.
Yirmi dakikalık yolu yürüyüp teyzemin evine geldim ama hala uykum var. Her zaman erken gelince kapıyı direk açar teyzemizin evine girerdik kimseyi rahatsız etmemek içinde salondaki kanepeye yada divana uzanır teyzemler kalkıncaya kadarda uyurduk dinlenirdik. Şimdi mümkünmü 4 tane kapıdan girebiliyoruz sağolmasınlar hırsızlar soysuzlar ev-iş sahiplerine kale gibi kapı yaptırdılar.

Teyzemlerin evleri yol kenarında bahçe duvarları bile aynı planla yapılmış 5 tane evden biriydi. O gün ben sersem sersem hemen geldim alışkanlık varya kapıyı açtım içeri geçtim.

Hemen ilk girişteki kanepeye uzandım uyudum. Sanki rüya görür gibiydim sesler geliyordu. Ensemden havaya kaldırılıpta;
-- Kimsen sen laaannnnnnn!!!!!!! diye bir ses duydum. Gözümü açtım yerden 1,5 mt kadar yukarıda kasaplık koyun gibi asılı duruyorum.
Kendi kendime dedim noluyor ya filan diyecektim ki iki tane göz gördüm ama ne göz ))) hemen arkasından birde yüz gördüm ama ne yüz) adamda bir burun var mutasyona uğramış patlıcan gibi bir burun varki yüzün ortasında sanki montajlı gibi duruyor.

Adamın burun deliklerinde ve ağzından kalaycının ocağından çıkan aleve benzer bisiler çıkıyor!!! )

Adam bir gürlediki hiç sormayın;

--Kimsin laaaaannnnnnnnnn, diye bir nara duydum. Arkasından kulaklarım duymaz oldu. Adam yere indirmiyor havada askıdayım, bir konuşabilsem anlatacamda kendime gelemedimki korkudan sadece mel mel bakıyorum. Derken adam beni kapıdan dışarıya çıkardı;

--poliiiiiiiiiissssssss diye bağırmazmı avazı çıktığı kadar bağırıyor. Birden kulağım duymaya başladı.
Dışardayız ama hala askıdayım ) yoldan geçenler bana kesilecek kurbanlığa baktığı gibi bakıyorlar.
Karizma filan kalmadı zaten çizik çizik oldum)) Teyzem gürültüye kalkmış kapıya çıkınca bizi gördü koştu geldi de komşusuna benim yeğenim diye inandırıncaya kadar yalvardı da adam beni yere indirdi.

Teyzem hızır gibi yetişti de böylece kurtuldum. )))

Bu olaydan sonra ne zaman bir kapının ziline basmış olsam kapıyı açanı iyice tanıyorum. Hatta şüpheye düşersem kimliğini bile soruyorum )))iyice emin olayım ne olur ne olmaz temkinli olmaktan zarar gelmez artık iyi biliyorum.

İşte böyle arkadaslar başıma gelen pişmiş tavuğun başına gelmez türden bir durum olarak geçmişte kaldı.

Hepinize saygılar, selamlar.
Mehmet Kaya

Benzer Konular

3 Aralık 2006 / Misafir Genel Mesajlar
16 Mayıs 2014 / NihLe Müslümanlık/İslamiyet
11 Haziran 2013 / Misafir Forum Oyunları
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar
20 Haziran 2012 / ThinkerBeLL Edebiyat