Arama

Hikayeler ve Öyküler -2- - Sayfa 155

Güncelleme: 17 Şubat 2016 Gösterim: 590.321 Cevap: 1.812
yimake - avatarı
yimake
Ziyaretçi
23 Mart 2008       Mesaj #1541
yimake - avatarı
Ziyaretçi
İşin bitince beni severmisin anne? İşin bitince beni severmisin anne???

Sponsorlu Bağlantılar


Kapıdan içeri girer girmez neşeyle bağırdı:
"Anne biliyor musun bugün yuvada ne oldu?"
"Görmüyor musun? Telefonla konuşuyorum."

Hiç kimsenin sevdiği şey birbirine benzemiyordu. Annesi telefonu, babası arabayı seviyordu. Herşey erteleniyordu telefon ve araba söz konusu olduğunda.

Bir de eve misafir gelecek oldu mu kendisine hiç yer kalmıyordu. Nerelere gitsindi?

Annesi kapattı telefonu. Mutfaktan tencere kaşık sesleri geliyordu. Koşarak yanına gitti.

"Sana yardım edeyim mi?" dedi en sevimli halini takınarak.
Annesi manalı manalı baktı.

"Hayırdır. Bir yaramazlık filan. Bak bir de seninle uğraşmayayım. Çok yorgunum zaten."

Yorgunluk nasıl bir şeydi. Bazen elinde oyuncağıyla uykuya daldığında anneannesi oyuncağı yavaşça elinden alır

"Nasıl yorulmuş yavrucak. Uykunun gül kokulu kolları sarsın seni" diyerek alnına bir öpücük konduruverirdi.

Yorgunluk gül kokulu bir uykuya dalmaksa eğer, ne diye annesi kendisiyle böyle kızgın kızgın konuşuyordu.

"Anneciğim yorulduğun zaman gül kokulu uykulara dalarsın. Anneannem öyle söylüyor."

"Uykuya dalayım da gül kokuları kusur kalsın. Yorgunluktan ölüyorum."
Bu kelimeden nefret ediyordu. Yorgunum. Yorgun olduğumdan. Böyle yorgun yorgunken...

"Anneciğim sen yorulma diye..."

"Yemekte konuşuruz çocuğum. Bankada işler yetişmedi. Baban gelene kadar bunları bitirmem lazım. Hadi sen oyna biraz."
"Hani siz yoruluyorsunuz ya..."
"Eeee...."

"Ben de oynamaktan yoruluyorum."
"Ne yapayım?"
"Bilmem..."

Yapılmaması gerekenleri biliyordu da büyükler, yapılması gerekenleri hiç bilmiyorlardı.
Işıklar söndü birden.

Annesi öfkeyle söylenmeye başladı.

"Mum da yok" diye diye karıştırdı dolapları el yordamı.

Çocuk sırtüstü yatıp, anneannesinin köyünü düşündü. Gaz lambasının ışığında deli tavşan masalını anlatışını. Deli tavşanın duvardaki aksini getirdi gözlerinin önüne. Anneannesi gibi iki elini birleştirip işaret parmaklarını yukarı kaldırarak tavşan kafası yaptı.

"bak deli tavşan" diyerek parmaklarını oynattı.
Yoldan geçen arabaların farları duvardaki tavşana yol açtı. Tavşan alabildiğine hür dolaştı sağda solda. Otlarla kuşlarla konuştu. Sonra yorgun düştü. Duvardaki görüntü o minik avuçların açılmasıyla kayboldu. Kolu yavaşça kanepeden aşağı sarktı.

Neden sonra ışıklar geldi. Kadın çocuğun hiç konuşmadığını akıl etti birden.
Kanepeye koştu. Küçücük dizlerini karnına doğru çekerek uykuya dalmıştı.
Masanın üstündeki dosyalara baktı iğrenerek. Dindirilmez bir pişmanlık doldurdu içini.

Uyandırmaktan korka korka küçük alnına bir öpücük kondurdu.
Çocuk sanki bu öpücüğü bekliyormuşçasına
"Işin bitince beni sever misin anne?" dedi.

Kadın, sevilmek için randevu alan çocuğuna bakarak sabaha kadar ağladı.

RuYa - avatarı
RuYa
Ziyaretçi
25 Mart 2008       Mesaj #1542
RuYa - avatarı
Ziyaretçi
Genç adam, işe giderken hergün yolunun
üzerindeki güllerle dolu bahçeye bakmadan
Sponsorlu Bağlantılar
geçemezdi. Her sabah o rengarenk güller içini
neşeyle, sevinçle dolduruyordu. Günler geçtikçe
güllere bakan gözleri, bahçedeki eve takılmaya
başladı . Çünkü, son günlerde o evde, tül perdenin
gerisinde bir genç kızın silüetini görüyordu. Her
geçişinde güllere ve pencerede belli-belirsiz görünüp
kaybolan genç kıza bakmadan edemiyordu.

Bir sabah her zamankinden daha erken yola çıktı.
Bahçenin önüne geldiğinde yüreğinin titrediğini,
içinin ürperdiğini hissetti; her gün tül perdenin
arkasında gördüğü kız, bahçede gülleri suluyordu.
Güzel kız, genç adamı görünce yüzü kızararak içeri
kaçtı. Genç kızın hayali gözlerinden kaybolmasın
diye gayret eder gibi gözlerini sabit bir halde bir
güle dikerek öylece kalakaldı. Gördüğü güzelliğin
etkisinde kalmış, sevdalandığını düşünüyordu.
Genç adam, artık hergün bir öncesine göre
biraz daha erken geçiyordu, kızı tekrar görürüm
umuduyla. Fakat tüllerin gerisinde görünüp kaçan
bir silüetten başka şey göremiyor, kahroluyordu.
Genç kız da her sabah heyacanla tüller arkasına
geçiyor, genç adamın gelmesini bekliyordu.

Bir gün, genç adam bahçenin önünden geçmedi.
Genç kız gün boyunca boşuna bekledi. Ertesi gün,
daha ertesi gün yine boşuna bekledi, genç adam
gelmedi. Genç kızın yüreğine hüzün doluyordu.

Başka bir gün, yine umutsuz gözlerle yola
bakarken, bir grup insanın omuzlarında tabutla
geçtiklerini gördü genç kız. Aklından geçen
korkunç düşünceden tüm vücudunun titrediğini
hissetti, yüreği sıkıştı; yoksa genç adam ölmüş
müydü !.. Genç kız yine hergün tüllerin arkasına
geçiyor, boş gözlerle dışarı bakıyordu. Yüzü de,
artık bakmadığı, sulamadığı gülleri gibi soluyordu.

Genç adam bir gün yine geçti bahçenin önünden.
Bir aydır yattığı hastaneden sonunda çıkmış,
ilk iş olarakta güllü bahçenin önüne gelmişti.
Ama ümit içinde geldiği bahçenin önünde, gülen
yüzü asıldı; bahçedeki güller solmuş, pencere kara
perdelerle sımsıkı kapatılmıştı. Genç adam yolda
oynayan çocuklara sordu; "Bu evde kimse
yaşamıyor mu?" Bir çocuk; "İhtiyar bir kadın
yaşıyor." dedi. Genç adam cevabını duymaktan
korkarcasına, başka bir soru sordu ;
" Burda yaşayan genç kız ne oldu ?"
Çocuklardan biri atıldı; "O öldü."dedi, genç adamın
yana düşen kollarını, yaşaran gözlerini görmeden
başka bir çocuk atıldı; "Verem olmuş, dün öldü."

Yıllar sonraydı, küçük bir çocuk heyacanla
annesiyle babasının yanına koştu,
güller arasında, sallanan sandalyede
oturan ihtiyar adamı göstererek bağırdı;
"Dedem gülüyor, dedem gülüyor baba !.."
Koşarak ihtiyarın yanına gittiler, gülerken hiç
görmedikleri yüzüne baktılar. Elinde bir gül olan
ihtiyar adamın yüzüne, gerçekten bir gülümseme
yayılmıştı; biten bir hasrete seviniyormuş gibi,
yıllardır görmediği birine kavuşuyormuş gibi mutlu
bir gülümseyişti bu. Fakat gözleri kapalıydı...


Sedef 21 - avatarı
Sedef 21
Ziyaretçi
30 Mart 2008       Mesaj #1543
Sedef 21 - avatarı
Ziyaretçi
BALON
Küçük çocuk, baloncuyu büyülenmis gibi takip ederken, saskinligini gizleyemiyordu. Onu hayrete düsüren sey, "Bizim eve bile sigmaz" dedigi o güzelim balonlarin adami nasil havaya kaldirmadigi idi. Baloncu dinlenmek için durakladiginda o da duruyor ve sonra yine takibe koyuluyordu. Bir ara adamin kendisine baktigini farkederek ona dogru yaklasti ve bütün cesaretini toplayarak:
-Baloncu amca, dedi. Biliyormusun benim hiç balonum olmadi.
Adam çocugu söyle bir süzdükten sonra:
-Paran var mi? diye sordu. sen onu söyle.
-Bayramda vardi, diye atildi çocuk, önümüzdeki bayram yine olacak.
-Öyleyse bayramda gel, dedi adam. Acelem yok, ben beklerim.
Çocuk sessizce geri döndü. O ana kadar balonlardan ayirmadigi gözleri dolu dolu olmus, yürümeye bile mecali kalmamisti. Bir kaç adim attiktan sonra elinde olmadan tekrar onlara baktiginda, gördüklerine inanamadi. Balonlar, her nasilsa adamin elinden kurtulmus ve yol kenarindaki büyük bir akasya agacinin dallarina takilmisti. Çocuk, olup bitenleri büyük bir merakla takip ederken, baloncu ona dogru dönerek:
-Küçük, diye seslendi. Balonlari agaçtan kurtarirsan birini sana veririm.
Yapilan teklif, yavrucagin aklini basindan almisti. Kosarak agacin altina dogru yöneldi ve ayakkabilarini aceleyle firlatip tirmanmaya basladi. Hedefine adim-adim yaklasirken duydugu heyecan, bacaklarini kanatan akasya dikenlerinin acisini hissettirmiyordu. Sincap çevikligiyle balonlara ulastiginda bir müddet onlari seyretti ve dallara dolanan ipi çözerek baloncuya sarkitti. Ancak balonlardan birisi iyice sikistigindan digerlerinden ayrilmis ve agaçta kalmisti. Çocuk onu kurtarmaya kalkissa, dikenlerden patlayacagini çok iyi biliyordu. Ister istemez balonu yerinde birakip asagiya indi ve adam dönerek:
-Birini bana verecektiniz, dedi. Hangisi o?
Adam elini tersiyle burnunu sildikten sonra:
-Seninki agaçta kaldi evlat, dedi. Istersen çik al.
Çocuk bu sefer ayakta bile duramadi. Kaldirim kenarina oturup baloncunun uzaklasmasini bekledikten sonra, dallar arasinda parlayan balona uzun uzun bakarak:
"Olsun", diye mirildandi. "Olsun." Agacin üzerinde kalsa da, bir balonum var ya artik..
RuYa - avatarı
RuYa
Ziyaretçi
31 Mart 2008       Mesaj #1544
RuYa - avatarı
Ziyaretçi
Küçük çocuk, deniz kenarında gördüğü yassı bir taşın güzelliğine
hayran olmuştu. Mutlaka bir mücevherdi bulduğu. Şekli de bir insan
kalbi gibiydi. Üstelik de parıl parıl parlamaktaydı.

Çocuk, taşı avuçlayıp evine koştu. Ve onu büyük bir heyecanla babasına
uzattı. Adam, yavrusunun soğuktan morarmış avucundaki taşın, birbirine
sürtüldüğünde kıvılcım çıkartan bir çakmak taşı olduğunu hemen anladı.
Fakat bunu ona söyleyemedi.

Küçük çocuk, rüyalarını süsleyen bisiklete kavuşmak için elindeki taşı
satmak istiyor ve o paranın bir bölümüyle, bir de top alacağına
inanıyordu. Fakat babası buna yanaşmıyordu.

Çocuk, işin kendisine düştüğünü anladığında, tatil de simit sattığı
çarşıya gitti. Kuyumcu vitrinleri, göz kamaştıran ışıkların
aydınlattığı altın kolyelerle doluydu. Bir de, elindeki taşın çok daha
küçük olanlarıyla süslenen pahalı yüzüklerle.

Çocuk, en gösterişli mağazayı gözüne kestirdikten sonra, bir süre
vitrin önünde bekledi. İçeride, dükkan sahibi olduğu anlaşılan bir
adam vardı. Müşteri olarak da, kürk mantolu bir hanım.

Küçük çocuk, biraz sonra içeri girdi. Ve cebinden çıkardığı taşı
dükkan sahibine uzatarak:
- Bu pırlantayı deniz kenarında buldum efendim!. dedi. Eğer isterseniz
size satarım.

Adam, taşa uzaktan bir göz atıp:
- O sadece basit bir çakmak taşı, dedi. Bütün sahil o taşlarla doludur.
- Hayır!. diye atıldı küçük çocuk. İsterseniz ıslatın. Ne kadar
parladığını göreceksiniz.

Dükkan sahibi, zengin müşterisini kaçırmaktan korkuyor ve çocuğu
kolundan tutup atmayı planlıyordu.

Kadın, onun niyetini sezmişti. Çocuğun taşına yakından bakıp:
- Tam istediğim şey!. diye gülümsedi. Onu bana satar mısın?

Küçük çocuk, taşının gerçek değerini anlayan biriyle karşılaşmış
olmaktan son derece mutluydu. Kadının cebine doldurduğu paralar ise,
aklını başından almıştı. Defalarca teşekkür ettikten sonra, koşarak
uzaklaştı.

Kadın, elindeki taşı kuyumcuya vererek ona bir zincir takmasını
istedi. Beli ki mücevher gibi taşıyacaktı.

Dükkan sahibi, yapmış olduğu ikazı anlamadığı için, kadının
aldandığını düşünüyordu. Bu yüzden de:
- Söylemiştim ama tekrar edeyim!. dedi. Satın aldığınız şey basit bir taştır.

Kadın, önce pırlanta kolyesine, daha sonra da yüzüğüne bakarak:
- Zannetmiyorum!.. dedi. O taş bence bunlardan çok değerli. Çünkü bu
taş küçük bir çocuğun ümidini taşıyor.

Hiç Kimsenin Ümidini Yitirmemesi Dileğimizle...
Sedef 21 - avatarı
Sedef 21
Ziyaretçi
1 Nisan 2008       Mesaj #1545
Sedef 21 - avatarı
Ziyaretçi
FERHAT IN DELDİGİ DAGLAR!

Geç Hellenistik - Erken Roma dönemine ait olan bu kanal, antik Amasya kentinin su ihtiyacını karşılamak üzere, kayalar oyulup tüneller açılarak, yer yer duvar örülerek ve arazi eğimine uygun, terazi sistemine göre yapılmıştır.
"Ferhat Su Kanalı" adı da verilen bu kanallar, 6 km uzunluğundadır. Kanalın, Ferhatarası mevkiinde, karayoluna paralel olan yaklaşık 2 km uzunluğundaki bölümü dışarıdan kolayca izlenebilmektedir.
Ferhat dağının eteklerinde bulunmasından dolayı, ünlü halk hikayesi Ferhat ile Şirin'e atıfta bulunulmuştur.

FERHAT İLE ŞİRİN

Efsaneye göre Ferhat, Persler döneminde yaşamış ünlü bir nakkaştır. Sultan Mehmene Banu'nun kız kardeşi Şirin için yaptırdığı köşkün süslemelerini yaparken Şirin'i görür ve birbirlerine sevdalanırlar. Ferhat, Sultan'a haber salarak Şirin'i istetir. Sultan, kız kardeşini vermek istemez. Ferhat'ı oyalamak için Elma Dağı'nı delip şehre su getirmesini şart koşar. Ferhat, sevdanın verdiği aşkla dağları delmeye başlar. Mehmene Banu, dağı delip suyun akacağı kanalı tamamlamak üzere olan Ferhat'ın yanına yaşlı dadısını göndererek, Şirin'in öldüğü haberini ulaştırır. Ferhat, bu acı haber üzerine, elinde tuttuğu külüngü havaya atar, düşen külünk Ferhat'ın başına isabet eder ver Ferhat orada ölür. Ferhat'ın acı haberini alan Şirin korku ve heyecanla olayın geçtiği kayalığa gelir.Ferhat'ın öldüğünü görünce bu acıya dayanamaz ve kayalıklardan aşağı yuvarlanarak, orada can verir. Her iki sevgiliyi, can verdikleri kayalıklarda yan yana gömerler.

Derler ki, her bahar iki mezar üzerinde iki gül bitermiş. Tam birbirlerine kavuşmak üzereyken, mezarların ortasında bir kara çalı peyda olur, iki gülün kavuşmalarını engellermiş.
cuori
nünü - avatarı
nünü
Ziyaretçi
1 Nisan 2008       Mesaj #1546
nünü - avatarı
Ziyaretçi
Karanlıktaymışlar.
İki embriyo, bir ana rahminde...
Her şeyden habersiz bekleşiyorlarmış, sudan bir beşiğin içinde...
Sarılıp birbirlerine, karanlıkta uyumuşlar öylece...
Haftalar geçmiş, ikizler gelişmiş. Elleri, ayakları belirginleşmiş.
Gözleri çıktıkça meydana, ikisi de çevrede olup biteni fark etmiş...
Ne rahat, ne güvenli bir dünyaymış bu... Sıcak, ıslak, sevgi dolu...
'Öyle güzel bir dünyada yaşıyoruz ki' demişler, '...bize ne mutlu...'

Gel zaman git zaman, çevreyi keşfe girişmişler.
Bu karanlık dünyayı ve hayatın kaynağını deşmişler.
Onları besleyip büyüten kordonu fark edince
O kordonla kendilerini var eden Anne'lerine şükretmişler.
Sonra başlamış bir varoluş tartışması:
'Buraya nereden geldik, biz nasıl olduk' diye sormuş ikizler...
'Annemiz' demiş biri, 'O bizi var etti, bize can verdi.'
'Ne biliyorsun' diye itiraz etmiş öteki, 'Sen hiç Anneni görmedin ki...'
'Belki de o sadece zihnimizdedir. Anne inancı bizi rahatlattığı için uydurduğumuz bir şeydir.'
Süredursun ana rahmindeki tartışma, ikizler büyüyüp gelişmişler.
Rahme sığmaz olup tekmeleşmişler.
Artık parmakları ve kulakları varmış kerataların...
Büyüdükçe anlamışlar ki, yolun sonu yakın...
Gün gelecek, bu güzelim hayat bitecek;
Karanlık bir yolculuk, onları bir başka diyara çekecek.
'- Buradaki hayatımızın sonuna yaklaşıyoruz' diye fısıldamış
İkizlerden biri efkarla...
'- Ben gitmek istemiyorum' diye diretmiş öteki; 'doyamadım ki daha hayata...'
'- Ama mukadderat alnına yazılandır; dua et, belki doğumdan
sonra hayat vardır.'
Sormuş karamsar olan:
'- Bir gün bize hayat veren kordon kesilecek. Ondan sonra başımıza neler gelecek?'
Şiirle cevaplamış iyimser olan:
'Birçok giden/ memnun ki yerinden/ çok seneler geçti/ dönen yok seferinden...'
Ve günlerden bir gün, yer sarsılmış, duvarlar kasılmış.
Dayanılmaz sancılarla ikizler beklenen günün geldiğini anlamış.
Buruşuk kollarıyla birbirlerine son kez sarılıp vedalaşmışlar.
Ve 'ömrümüz bitti' diye çığlık çığlığa ağlaşmışlar.
Azrail sandıkları bir el kesmiş onları hayata bağlayan kordonu,
Ağlaya ağlaya karanlık bir koridordan öbür hayata çıkmışlar.

CAN DÜNDAR
RuYa - avatarı
RuYa
Ziyaretçi
3 Nisan 2008       Mesaj #1547
RuYa - avatarı
Ziyaretçi
Bir padişah acemi bir köle ile gemiye binmişti. Köle hiç deniz görmemiş, geminin mihnetini tatmamıştı. Ağlamaya, inlemeye başladMsn Surprisedı. Tir tir titriyordu. Avutmak için çok uğraştılar, ama bir türlü sakinleşmedi. Padişahın keyfi kaçtı.

Herkes aciz bir vaziyetteyken gemide bulunan yaşlı bir adam padişahın huzuruna çıktı, Müsaade buyurursanız ben onu sustururum dedi. Padişah da lütfetmiş olursunuz dedi.

Yaşlı adam emretti, köleyi denize attılar. Köle birkaç kere suya battı çıktı. Sonra saçından yakaladılar, gemiden tarafa çektiler. Köle gemiye yaklaşınca iki eliyle dümene asıldı, oradan gemiye çıktı, bir köşede uslu uslu oturmaya başladı.

Yaşlı adamın yaptığı iş padişahı hayrete düşürdü. “Bu işteki hikmet nedir ?” diye sordu.

Yaşlı adam cevap verdi: “Köle evvelce suya batmayı tatmamıştı. Gemideki selâmetin kıymetini bilmiyordu. İşte huzur ve saadet de böyledir, bir felâket görmeyen kimse, huzurun kıymetini bilemez.”

nünü - avatarı
nünü
Ziyaretçi
4 Nisan 2008       Mesaj #1548
nünü - avatarı
Ziyaretçi
Bir kurdu avcılar fena halde sıkıştırmıştır. Kurt ormanda oraya buraya kaçmakta, ancak peşindeki avcıları bir türlü kaçıramamaktadır.
Canını kurtarmak için deli gibi koşarken bir köylüye rastlar. Köylü elinde yabasıyla tarlasına girmektedir. Kurt adamın önüne çöker ve yalvarmaya başlar: "Ey insan ne olur yardım et bana, peşimdeki avcılardan kaçacak nefesim kalmadı, eğer sen yardım etmezsen biraz sonra yakalayıp öldürecekler."
Köylü bir an düşündükten sonra yanındaki boş çuvalı açar, kurda içine girmesini söyler. Çuvalın ağzını bağlar, sırtına vurur ve yürümeye devam eder. Birkaç dakika sonra da avcılara rastlar.
Avcılar köylüye bu civarda bir kurt görüp görmediğini sorarlar, köylü "görmedim" der ve avcılar uzaklaşır.
Avcıların iyice uzaklaştığından emin olduktan sonra köylü sırtındaki torbayı indirir, ağzını açar, kurdu dışarı salar.
"Çok teşekkür ederim" der kurt, "Bana büyük bir iyilik yaptın" "Önemli değil" der köylü ve tarlasına gitmek üzere yürümeye başlar.
"Bir dakika" diye seslenir kurt: “Çok uzun zamandır bu avcılardan kaçıyorum, çok bitkin düştüm, açım, kuvvetimi toplamam için bir şeyler yemem lazım ve burada senden başka yiyecek bir şey yok."
Köylü şaşırır: "Olur mu, ben senin hayatını kurtardım."
"Yapılan iyiliklerden, verilen hizmetlerden daha çabuk unutulan bir şey yoktur" der. kurt. "Ben de kendi çıkarım için senin iyiliğini unutmak ve seni yemek zorundayım."
Bir süre tartıştıktan sonra, ormanda karşılarına çıkacak olan ilk üç kişiye bu konuyu sormaya ve ona göre davranmaya karar verirler.
Karşılarına önce yaşlı bir kısrak çıkar. "Ne vefası" der kısrak, "Ben sahibime yıllarca hizmet ettim, arabasını çektim, taylar doğurdum, gezdirdim. Ve yaşlanıp bir işe yaramadığımda beni böylece kapıya kovdu... "
Bir sıfır öne geçen kurt sevinirken bir köpeğe rastlarlar. "Ben hizmetin değerini bilen bir efendi görmedim" der köpek, "Yıllardır sadakatle hizmet ederim sahibime koyunlarını korurum, yabancılara saldırırım, ama o beni her gün tekmeler, sopayla vurur..."
Kurt köylüye döner, "İşte gördün" der. Köylü de son bir çabayla "Ama üç diye konuşmuştuk, birine daha soralım, sonra beni ye" diye cevap verir.
Bu kez karşılarına bir tilki çıkar. Başlarından geçenleri, tartışmalarını anlatırlar. Tilki hep nefret ettiği kurda bir oyun oynayacağı için keyiflenir.
"Her şeyi anladım da" der tilki "Bu küçücük torbaya sen nasıl sığdın..?"
Kurt bir şeyler söyler, tilki inanmamış gibi yapar:
"Gözümle görmeden inanmam..." İşin sonuna geldiğini düşünen kurt torbaya girer girmez, tilki köylüye işaret eder ve köylü torbanın ağzını sıkıca bağlar. Köylü eline bir taş alır ve "Beni yemeye kalktın ha nankör yaratık" diyerek torbanın içindeki kurdu bir süre pataklar. Sonra tilkiye döner "Sana minnettarım beni bu kurttan kurtardın" der.
Tilki de "Benim için bir zevkti" diye cevap verir. O an köylünün gözü tilkinin parlak kürküne takılır, bu kürkü satarsa alacağı parayı düşünür ve hiç beklemeden elindeki taşı kafasına vurup tilkiyi öldürür.
Sonra da torbanın içindeki kurdu ayağıyla dürter:
"Haklıymışsın kurt, yapılan iyilikten daha çabuk unutulan bir şey yokmuş..."
tekinfsm - avatarı
tekinfsm
Ziyaretçi
6 Nisan 2008       Mesaj #1549
tekinfsm - avatarı
Ziyaretçi
Sizlere Öğretmenlikle ilgili bir hikaye gönderiyorum sizde bu türden hikayeleri gönderip katkıda bulunabilirsiniz
herkese teşekkürler...
ÖĞRETMEN


Gonca Öğretmen 5.sınıf öğrencilerinin

önünde ayakta durduğu ilk gün onlara bir yalan söyledi. Çoğu
öğretmen gibi, onlara baktı ve hepsini aynı derecede
sevdiğini söyledi. Bu mümkün değildi, çünkü orada en önde,
sırasına adeta çökmüş gibi oturan küçük bir öğrenci vardı.



Murat Can. Bir önceki yıl, Gonca Öğretmen ,
Muratcan’ı gözlemiş, onun diğer çocuklarla oynayamadığını;
giysilerinin kirli ve kendinin de hep banyo yapması gereken
bir halde olduğunu görmüştü ve Muratcan mutsuz da olabilirdi.



Çalıştığı okulda Gonca Öğretmen, her öğrencinin geçmişteki
kayıtlarını incelemekle de görevlendirilmişti ve Muratcan’ın
bilgilerini en sona bırakmıştı. Onun dosyasını incelediğinde
şaşırdı. Çünkü; birinci sınıf öğretmeni:
"Muratcan zeki bir çocuk ve her an gülmeye hazır.
Ödevlerini düzenli olarak yapıyor ve çok iyi huylu...
Ve arkadaşları onunla olmaktan mutlu..." diye yazmıştı.



İkinci sınıf öğretmeni:
"Mükemmel bir öğrenci, arkadaşları tarafından sevilen,
fakat evde annesinin amansız hastalığı onu üzüyor ve
sanırım evdeki yaşamı çok zor.." diyordu.



Üçüncü sınıf öğretmeni:
"Annesinin ölümü onun için çok zor oldu. Babası ona
yeterince ilgi gösteremiyor ve eğer birşeyler yapılmazsa
evdeki olumsuz yaşam onu etkileyecek.“ diye yazmıştı.



Dördüncü sınıf öğretmenine gelince:
"Muratcan içine kapanık ve okula hiç ilgi göstermiyor,
hiç arkadaşı yok ve bazen sınıfta uyuyor." demişti.



Şimdi Gonca Öğretmen sorunu çözmüştü ve kendinden
utanıyordu. Öğrenciler ona güzel kağıtlara sarılmış süslü
kurdelerele paketlenmiş ÖğretmenlerGünü hediyeleri getirdiğinde
kendini daha da kötü hissetti. Çünkü Muratcan’ın armağanı
kaba kahverengi bir kese kağıdına beceriksizce sarılmıştı.
Bunu diğer öğrencilerin önünde açmak ona çok acı verdi.



Bazıları, paketten çıkan sahte taşlardan yapılmış,
birkaç taşı düşmüş bileziği ve üçte biri dolu parfüm şişesini
görünce gülmeye başladılar, fakat öğretmen, bileziğin
ne kadar zarif olduğunu söyleyerek ve parfümden de birkaç
damlayı bileğine damlatarak onların bu gülmelerini bastırdı.



O gün okuldan sonra Muratcan öğretmenin yanına gelerek;
"Öğretmenim, bugün hep annem gibi koktunuz" dedi.



Çocuklar gittikten sonra öğretmen yaklaşık bir saat kadar
ağladı. O günden sonra da çocuklara okuma, yazma,
matematik öğretmekten vaz geçerek onları
eğitmeye başladı. Muratcan’a özel bir ilgi gösterdi.
Onunla çalışırken zekasının tekrar canlandığını hissetti.
Ona cesaret verdikçe çocuk gelişiyordu. Yılın sonuna dek,
Muratcan sınıfın en çalışkan öğrencilerinden biri olmuştu.



Öğretmenin, hepinizi aynı derecede seviyorum yalanına
karşın Muratcan, onun en sevdiği öğrenci olmuştu.



Bir yıl sonra, kapısının altında bir not buldu. Muratcan’dandı.
Tüm yaşantısındaki en iyi öğretmenin kendisi olduğunu
yazıyordu. Ondan yeni bir not alana kadar 6 yıl geçti.
Notunda liseyi bitirdiğini ve sınıfındaki üçüncü en iyi öğrenci
olduğunu ve Gonca Öğretmenin halâ hayatında gördüğü
en iyi öğretmen olduğunu yazıyordu. Dört yıl sonra, bir mektup
daha aldı Muratcan’dan. O arada zamanın onun için zor olduğunu
çünkü üniversitede okuduğunu ve çok iyi dereceyle mezun
olmak için çok çaba sarf etmesi gerektiğini yazıyordu. Ve
Gonca Öğretmen halâ onun hayatında tanıdığı en iyi öğretmendi.
Daha sonra dört yıl daha geçti ve bir mektup daha geldi.
Çok iyi bir dereceyle üniversiteden mezun olduğunu ama daha
ileriye gitmek istediğini yazıyordu. Ve halâ Gonca Öğretmen
onun tanıdığı ve en çok sevdiği öğretmendi.
Bu kez mektubun altındaki imza biraz daha uzundu.
Tıp Doktoru Muratcan GÜL.



Bu hikaye burda bitmedi. İlkbaharda bir mektup daha aldı
Gonca Öğretmen. Muratcan hayatının kızıyla tanıştığını
ve evleneceğini yazmıştı. Babasının birkaç yıl önce öldüğünü,
Gonca Öğretmenin düğünde damadın anne ve babası için ayrılan
yere oturup oturamayacağını soruyordu. Tabii ki oturabilirdi.



Tahmin edin ne oldu?
Gonca Öğretmen törene giderken özenle sakladığı
birkaç taşı düşmüş olan o bileziği taktı,
Muratcan’ın ona verdiği ve annesi gibi koktuğunu
söylediği parfümden sürmeyi de ihmal etmedi.



Birbirlerini sevgiyle kucaklarlarken, Muratcan , onun kulağına
"Bana inandığınız için çok teşekkürler Öğretmenim,
kendimi önemli hissetmemi sağladığınız için ve beni
böyle değiştirdiğiniz için de..." diye fısıldadı. Ve ekledi Muratcan




“Hala Annem gibi kokuyorsunuz..”


Gonca Öğretmen gözünde yaşlarla ona karşılık verdi:
"Yanılıyorsun Muratcan... Ben değil, sen bana öğrettin.



Seninle karşılaşıncaya kadar
ben öğretmenliği bilmiyormuşum..!"
the_pretty - avatarı
the_pretty
Ziyaretçi
7 Nisan 2008       Mesaj #1550
the_pretty - avatarı
Ziyaretçi
BIZIMKISI BIR ASK HIKAYESI

Sizin için ne derece önemi var bunu bilmiyorum ama ben bu satırları
yazarken
gözümden damlalar akıyor klavye üzerine. Erkekler ağlamaz lafı bana
göre
değil. Ağlamaktan hiç utanmadım,duygularım,acılarım beni boğduğu zaman
hep
ağladım.Yine ağlıyorum... Sizleri tanımıyorum ama sizlerle paylaşmak
istiyorum.Lütfen;bu satırlara bir seven olarak sahip çıkın ve lütfen
yazılı
satırlar olarak geçmeyin. Okudukça yeryüzünde insanlar neleri yaşarmış
diyeceksiniz buna eminim. Bir memur ailenin en küçük çocuğu olarak
babamın
tayininin çıktığı bir köye taşındık.Huzursuzdum,okulumu bir köy
okulunda
okumaktansa ,şehirde medenice okumak istiyordum.kaydımı yaptırdı babam
okula.İlkokul 4. sınıftan başladım köy okuluna.Beni bir sınıfa
verdiler.Öğretmen köyde yabancı olduğumu biliyordu ve hangi sıraya
oturmak
istiyorsan otur dedi bana.Bir kızın yanı boştu sadece oraya
oturdum.Hayatımı
adadığım,gidişiyle beni bitiren insanla ilk o zaman tanıştım.İsmi
Altınay
idi.Çocuk yaşımda bile onun güzelliği beni çok etkilemişti.Masmavi
gözleri,gamze yanakları ile arada bir bana dönüp gülüşü,yanlış yazdığım
notlarımda kendi silgisiyle defterimdeki hatayı silmesi beni o minik
yaşımda
ona bağladı.O dönemlerde çocukça bir arkadaşlıktı. Zaman ilerledikçe
onsuz
tek saniye geçiremiyordum.ya ben onlara gidip ders çalışıyor, yada o
bize
geliyordu.Mükemmel bir paylaşımcıydı.Yüreğini,sevgisini,dostluğunu daha
o
yaşta vermişti bana.İlkokulu birlikte okuduk ve aynı sırada
bitirdik.Hep
onunla hep ona biraz daha alışarak. Ortaokula geçtiğimizde ailelerimize
rica
ettik ve bizi aynı okula yazdırdılar, hatta aynı sınıfa,hatta aynı
sıraya
oturmamız için babalarımız öğretmenlere adeta yalvardılar.Başarmıştık.
Yine
aynı sıradaydık.Geride kalan ilkokul dönemindeki iki yılda anladım ki
onsuz
hayat bana huzur vermiyordu.Yaşımız olgunlaştıkça o beni,ben onu daha
çok
seviyordum.Çocukça başlayan arkadaşlığımız sevgiye aşka dönüşmüştü
ortaokul
yıllarımız bitmek üzereyken.Şehir merkezinde.Ailelerimiz liseye
geçtiğimiz
sırada ortak bir karar aldılar.Buna göre tek ev kiralayacak ikimiz aynı
evde
kalacaktık.Annem de bizimle kalacaktı.Allah\\\'ım o karar bize
iletildiğinde
dakikalarca sarmaş dolaş kutlamıştık bunu.Ona aşık olmuştum.Aynı
duyguları o
da paylaşıyordu ve bunu fark eden ailelerimiz okul bittiğinde
evlendirelim
diye karar almışlardı bile.Ona tapıyordum artık.Haşa Allah\\\'a şirk koşar
gibi
günah işlercesine seviyordum.İlk elini tuttuğumda sakın bir daha
bırakma
demiştim. Yanakları kızarmıştı,utanmış ve başını önüne !
eğmiş,gülümsemiş ve
elimi sıkı sıkı kavramıştı.Artık her gün elele tutuşup okula gidiyor
okuldan
çıkarken elele dolaşıyor geziyor öyle gidiyorduk evimize.Arada bir
elleri
terler ve her terleyişte elini elimden kurulamak için çekerdi.Bunu her
yaptığında kızar elimi bırakma diye azarlardım,hep tamam tamam diyerek
gülümser ve hızla elini avucuma sokuştururdu. Her şey harikaydı,dünya
cennet
gibiydi gözümüzde.Yıllar akıp gidiyordu mutluluk içinde.Nihayet liseyi
de
bitirmek üzereydik.karne dönemi gelmişti.Karnelerimizi aldık hiç
kırığımız
yoktu.Sevinçle sarıldık birbirimize elimi tuttu.bunu kutlamak için bir
cafeye gidip cola içerek kutlayacaktık.Okulun az ilerisinden geçen bir
çakıl
yol vardı.Her zaman toz duman içinde olurdu.çakıllarla kaplıydı.O yolun
benim ve ölürcesine sevdiğim insanın ayrılmasında bu kadar rol
oynayacağını
bilsem hiç girer miydik o yola.Neler vermezdim o yolu yürümemek için.
Eli
yine elimdeydi,ansızın elini çekti,terlemişti yine eli.Sanırım dört
adım
atmıştım.Dönüp yine azarlayacaktım.Çünkü hem elimi bırakmış,hem de
geride
kalmıştı.Dönüp baktığımda Dünya başıma yıkıldı.Sanki gök kubbenin
altında
kaldım.yerdeydi ve yüzünden kan fışkırıyordu.ne yapacağımı bilemedim
üzerine
kapandım yüzüne yapışmış saçlarını kaldırdığımda hayatımı bitiren o
görüntüyle karşılaştım.Başı kesilmiş bir tavuk gibi
çırpınıyordu.Suratına
bir taş parçası bıçak gibi saplanmıştı ve bakmaya doyamadığım mavi
gözlerinden biri akmıştı.Suratının yarısı yoktu.Hırlıyordu bana bir
şeyler
demek istiyor kanla kaplı diğer gözünü temizleyerek bana bir şeyler
demeye
çalışıyordu.Yoldan geçen bir kamyonun tekerinin altından fırlayan bir
taş
suratına saplanmıştı.Ölürcesine bir aşkı,geleceğimizi kibrit
büyüklüğünde
bir taş parçasının bitireceğini bilemezdim.Donuk donuk hiç konuşamadan
yüzüne bakmaktan başka bir şey yapamıyordum. Ellerini tuttum kaldırdım
başını göğsüme dayadı ve elimi sıkı sıkı tuttu.Akan kan ellerimize
damlıyordu.Yoldan geçen bir araba durmuş bizi seyrediyordu,hastaneye
yetiştirelim dediğimde kanlı olduğu için almadı ve kaçtı gitti.Kimse
arabaya
almıyordu.çevreme bakıp yardım eden demekten,ona dönüp seni
seviyorum,beni
bırakma,dayan demekten başka bir şey yapamıyordum.İki dakikalık bir
çırpınıştan sonra kucağımda öldü.Cennet olan Dünya 5 dakikada cehenneme
döndü.Tam dokuz yıl oldu onu yitireli.
Kendime olan güvenimi yitirdim.Artık kimseyi sevemem,kimsede beni
sevemez
korkusundan kurtaramıyorum kendimi.Bitkisel hayatta gibiyim.Tek elimde
kalan
bu net.bu net aracılığıyla sizinle paylaşmak istedim.Yitiren,ya da ben
yitirenle paylaşmak isteyen herkese elleri terlese bile ellerimi
bırakmamaları şartıyla elimi uzattım.Dost,kardeş,arkadaş ne olursanız
olun
ama elimi bırakmayın.Size sesleniyorum, elimi bırakmayın lütfen...


Bu yazıyı okurken sizinde eliniz terlediyse o zaman bilin ki sizde sevdiniz….
user offline

Benzer Konular

3 Aralık 2006 / Misafir Genel Mesajlar
16 Mayıs 2014 / NihLe Müslümanlık/İslamiyet
11 Haziran 2013 / Misafir Forum Oyunları
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar
20 Haziran 2012 / ThinkerBeLL Edebiyat