Arama

Hikayeler ve Öyküler -2- - Sayfa 166

Güncelleme: 17 Şubat 2016 Gösterim: 547.556 Cevap: 1.812
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
1 Ağustos 2008       Mesaj #1651
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Dün dün değildir, yarındır...

Sponsorlu Bağlantılar
Kocaman adamlar kocaman yalanlar söylüyor yarınlara dair. Yıllardır aynı yalan, dolan talan...
Ne büyük memleketmiş Türkiye, çalına çalına tüketilemedi.
Ve ne sabırlıymış ülkemin insanı.
Taş çatlardı, o çatlamadı.
Gelmeye çalışan vaat etti, gelen talan etti.
Üç kuruşluk ömrümüzde, tek atımlık barutumuzu yalan etti.
Bu kadar yalanın arasında doğrular önemini kaybetti.
Herkesin gözü başkasının yerinde, çoğunun eli başkasının cebinde.
Yalan şampiyonları rekorlarını her gün daha bir ileriye taşırken, koskoca bir ömür geçip gitti.
Çalıştığı, ekmek yediği yere ihanet, çalışanın normali oldu.
Çalışmamaya çalışmak genel ilkemiz haline geldi.
Dün bunları yaşadık, yarın yaşayacağımızın garantisi olarak.
Yarın daha iyi olacak diyemiyoruz ne yazık ki. Çünkü demiştik önceki güne bakarak.
Sıkıntılar sonradan, facialar normal oldu.
Bir ölüm felaket, birkaç ölüm normal, yüzlerce ölüm istatistik oldu.
Zaman kapanına sıkışıp kaldık yarınlar için. Ama yarının bir anlamı yok, dünden belli oldu.


Fikir denizlerinde can simitleri...
Beynimizin gri hücrelerinde yaşatırız her yeni doğan günün öldürdüğü fikirleri...
Bir bulutun gölgelediği güneşin arkasına geçemeyiz bazen kolay kolay...
Düşünmek çok yorar bizi, kalıplardan daha çok...
Bize “yap” denileni yapmak tercihimiz, üzüldüğümüz zaman zanlı aramak kaderimizdir bunun karşılığında...
Hayat bir değirmen gibi öğütürken günleri, çocuk olmak istemeyiz...
Genç denmesine sinirlenir, yaşlı diye bakılmasından nefret ederiz....
İnsan olamazken kendi içimizde, herkese sadakat ve doğruluk dersleri veririz...
Çok zor düşünerek yaşamak...
Çok zor yaşarken düşünmek...
Bir küçük mısra için koca bir günün kahrını çeken şairin yaşamı sevmesi nedendir bilir misiniz?
Her gün iskambilden kuleler yapan, her akşam yıkan bir çocuğun yaşam sevincidir ikisini de yaşatan...
Ve neden küçükken babanızın cebinden aşırdığınız 10 liranın pişmanlığıdır 25 yıl sonra sizi ağlatan?
İşte hayat bir okyanustur...
Fikir bir deniz...
Kimimiz farkında olmadan, kimimiz yaşayarak...
İkisinin arasında gider geliriz...


Abdullah ÖZDOĞAN

yamiking74 - avatarı
yamiking74
Ziyaretçi
1 Ağustos 2008       Mesaj #1652
yamiking74 - avatarı
Ziyaretçi
KANLI GECE

Sponsorlu Bağlantılar
Sessizlik bütün odaya çökmüştü. Kız bu sessizliğin çıldırtan haykırışlarına dayanmak için dua ediyordu. Çığlık atmak istiyordu belki. Ama niye bağıracaktı ki. Onu kim duyabilirdi. Hiç kimse... Hayır sadece hiç kimse değil bir de onu öldürmek için bekleyen paranoyak sevgilisi onu duyacaktı. Bu onun için iyi olmazdı. Sevgilisiyle öpüşürken onun asla böyle biri olduğunu düşünemezdi. O onun için bir kurtarıcıydı bir melekti eskiden. Ya şimdi ; kaçtığı korkunç bir şizofren. Ailesini lime lime parçalayan sonra kanlarını içen bir paranoyak. Kendine kızıyordu çünkü hala onu sevdiğini kalbinin derinliklerinde hissedebiliyordu. Ailesini öldüren adama hala aşıktı!!



Masanın altında titreyen kız ağlamaya çalıştı her şeyi unutmak için ağlamaya... Ama boğazını parçalayan bir ağrının buna izin vermediğini fark etmesi kısa sürmedi. Ne yapmalıydı. Burada sonsuza dek saklanamazdı. Peki ne yapabilirdi?


Düşünmeye çalıştı ama düzgün düşünemiyordu gözlerinin önüne küçük kardeşinin kafasının kopuşu geliyordu. Polisi aramaya çalışmıştı belki ama sevgilisi önceden bütün telefon hatlarını kesmişti. Bir an için düşündü burası fazla sessizdi. Bir katilin katliam yarattığı bir eve göre fazla sessizdi...


İçini bir ürperti kapladı. Tüyleri diken diken olmuştu. O koskoca lanet sessizliği bölen sesin kalbine bıçak gibi saplandığını hissetti bir an.


" Nerdesin küçük sevgilim, hani hiç ayrılmayacaktık. Neden benden kaçıyorsun??? "
[Bunun cevabı açık değil mi lanet olası manyak!!! Sen bir katilsin ve beni öldürmeye çalışıyorsun]


diye haykırdı içinden. Teni beyaz kesilmişti korkudan. Hareket edemiyordu. Vücudunun üzerine kocaman bir ağırlığın çöktüğünü hissetti. Vücudu bu sesle uyuşmuştu. Yüreği bile sanki eğer atarsa yakalanacakmış gibi atmak istemiyordu. Birden kaçmak için bir enerji buldu kendinde. Durmadan kaçmak için. Arkasına bakmadan kıyametin geldiğini düşünürcesine kaçmak. Aslında haklıydı kıyamet yaklaşıyordu " Kendi Küçük Kıyameti " ve bunu gerçekleştirmek için ölüm meleği gelmişti. Elinde lanet olası son derece keskin 20 santim boyundaki çelik bıçak olan bir ölüm meleği. Onu üzen şey ise erkek arkadaşının onun ölüm meleği olarak seçilmiş olmasıydı.


Kapı yavaşça aralandı. Salonun ışığı mutfaktaki karanlığı ikiye bölermişçesine aydınlattı. Yavaş yavaş geliyordu. " Aşkım evlilik planlarımız n’oldu? Neden benden kaçıyorsun? Oysa hani hep birlikte olacaktık. Hani birbirimize söz vermiştik " Katil bu sözleri tam anlamıyla içtenlikle söylüyordu. Onun ailesini sanki o öldürmemiş gibi içtenlikle. Adam o kadar soğuk kanlıydı ki her insan duygusunu kullanabiliyordu. Sanki istediği zaman bir maske giyiyor o maskenin kişiliğine bürünüyordu. Psikoloji oyunları oynamayı seviyordu. Bunu kız da biliyordu. Beraber oldukları zaman az bir şey değildi. 6 ay boyunca gece-gündüz birliktelerdi. Ama kız onun hakkında sadece bir şeyin gerçek olduğunu şimdi fark ediyordu. Psikoloji oyunları seven bir deha.


Ama sevgilisinden öğrendiği bir şey vardı. ” Mücadeleyi asla terk etme!!! Kolay yem olma!!! “ Hep bununla ilgili hep vaaz verirdi. Kız bu kafa patlatmalarının bir gün işe yarayacağını hemde kendi sevgilisine karşı kullanacağını 1 gün önce aklının ucundan bile geçirmezdi. Kıza bu mutfak hayatı boyunca bu kadar uzun gelmemişti. Sevgilisi sonunda mutfağın ortasında durdu ve tekrar konuşmaya başladı ;
“ Hadi ama aşkım nerdesin? Neden benden kaçıyorsun? Sana ne yaptım. Lütfen kalbimi kırma sana kötü bir şey mi yaptım ?! “


Sonra sakince masanın yanına yaklaştı. Kız bunu fırsat bilerek masayı alttan kaldırıp üzerine fırlattı. Ve olağan gücüyle kaçtı. Kendini özgür bir güvercin gibi hissetti. Çıkış hemen karşısındaydı…


Birden yere yığıldı. Güvercin birden kanadından vurulmuştu. Tam penceresinden kaçmaya çalışırken kanadını kırmıştı. Kızın siyah saçları bir el tarafından çekilmiş ve onu yere yapıştırmıştı. Doğrulmaya çalıştı ama yapamadı başı hala ağrıyordu. Sevgilisi onu kaldırdı ve kolundan tuttu.


“ Hadi aşkım gel yatak odamıza gidelim “
[ Bu ne şimdi?! Beni burada öldürsene be adam. Ne yapmaya çalışıyorsun? ]


Adamın bir elinde üzerin kan damlaları akan bir bıçak diğer elinde sewgilisi vardı. Eski ahşap merdivenleri sakince çıkmaya başladı. Kız elinden kurtulmaya çalışsa da yapamıyordu. Sevgilisi çok iriydi. Ve onu sımsıkı kavramıştı. Bırakmaya kesinlikle niyeti yoktu… Sonunda kapının önündeydiler. Kadın bu olayı sanki kabullenmiş gibi Ya da ani bir kaçış planı yaparmış gibi sessizce duruyordu.


“ Bak aşkım bunu yapmamın tek nedeni seni kurtarmak istememdir başka bir şey değil. Sana gerçekten aşığım ve seni kurtarmam gerek “

Kadın afallamıştı, adam neden bahsediyordu böyle, “ Kurtarmak “ bu kelimeyi öldürmek ile ilişkilendirmek onun için tam anlamıyla saçmaydı. Al dudaklarından şu sözler döküldü;

“ Sana inanmıştım, seni sevmiştim neden bana bunu yapıyorsun, beni öldürerek nasıl kurtarabilirsin ”

Adam tam da bu sözlerin dudaklarından dökülmesini istercesine ;

“ Seni kurtarmak istiyorum bu dünyadan, gelecekteki sefil hayatından ”

“ Geleceği nerden biliyorsun Tanrı Aşkına! Bırak beni. Lütfen “

“ Seni kurtaracağım, kurtarmam gerek “

Adamın paranoyak olduğu belliydi bir an için yatak odası sessizlikle kaplanmıştı… Sessizliği adamın bıçağının çıkardığı ses bölmüştü. Adam sanki sevgilisin hiç acı çekmesini istemiyordu. Bıçağını temizliyordu. Sonra bıçağı kadının boğazına dayadı ve “ Seni sonsuza dek seveceğim aşkım… “ dedi dudağına son bir öpücük kondurdu. Kız ağlıyordu sonunda ağlıyordu, artık boğazı kenetlenmiyordu sadece ağlıyordu. Adam kız boğazını tek hamlede hızlıca kesti. Kız çırpınıyordu. Yavaş yavaş kanı yatağa akıyordu. Yatak kıpkırmızı olmuştu. Adam sevgilisinin yanına uzandı ve saçını okşadı kanlı elleriyle ve kızın duyacağı son sözleri fısıldamaya başladı ;

“ Aşkınla kalbimi ısıtmaya çalıştın ama benim kalbim yok, sadece iki duygum var biri senin aşkın diğeri içimdeki şeytan. Aşkın hep içimde olucak. Belki beni bu şeytandan kurtaranda senin aşkın olur “

Kız artık son saniyelerini geçiriyordu. Sevgilisine son sözleri söylemek istedi ama söyleyemedi…


BU KESİNLİKLE KENDİ HİKAYEMDİR grin

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
3 Ağustos 2008       Mesaj #1653
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
kelebekilepapatyakt9

Papatya İle Kelebek Aşkı

Günlerden bir gün, evrenin bir noktasında, küçük bir tırtıl gözlerini hayata açmış. Doğal içgüdüleri ile hemen beslenmeye başlamış.

Ne bulursa yemiş. Bir süre sonra, yeterince büyüdüğünde,
kendine güvenli bir yer bulup, bir koza örmeye başlamış.


Bu kozanın içinde geçirdiği uzunca bir sürenin sonunda da,
rengarenk kanatlı bir kelebek olup çıkmış.

Minik kelebek, uçabiliyor olmanın da verdiği mutlulukla uçmaya başlamış. Dağlar tepeler aşmış, ormanın her yerini dolaşmış.
Derken bir vadiye gelmiş. Rengarenk çiçeklerin bulunduğu bir vadiye.


Etrafına şaşkın şaşkın bakarken, vadinin öbür ucunda bir papatya görmüş. Bir anda afallamış. Ne düşüneceğini, ne yapacağını bilememiş. içinden "Ne muhteşem bir çiçek" diye geçirmiş.
Ve vakit kaybetmeden yüzlerce renkli, hoş kokulu çiçeğin
üzerinden geçip doğruca onun yanında almış soluğu.

"Merhaba" demiş papatyaya, "sizi uzaktan gördüm ve yanınıza gelmek istedim.". Nazlı papatya şöyle bir bakmış konuğuna ve "Merhaba" demiş, "ben de yalnızlıktan sıkılmıştım zaten."
Ve konuşmaya başlamışlar. Kelebek ona hayat hikayesini,
nerede dünyaya geldiğini, geçtiği ormanı, tepeleri anlatmış.

Papatya da ona kendinden bahsetmiş. Birbirlerinden gerçekten hoşlanmışlar. Kelebek bütün zamanını papatyayla geçirmiş.


Gece olunca beraber yıldızları ve ateş böceklerinin danslarını seyretmişler. Gündüz olunca kelebek, kanatlarıyla papatyayı güneşin yakıcı ışınlarından korumuş. Minik kelebek papatyayı çok sevmiş.

O kadar çok sevmiş ki, bir türlü onun yanından ayrılamamış.

Papatyanın da onu sevip sevmediğini merak ediyormuş. Ama cesaret edip de bunu papatyaya söyleyememiş bir türlü. Onu kırmaktan,incitmekten, bu yüzden kaybetmekten korkmuş.

Papatya da kelebeği çok sevmiş ama o da bir türlü söyleyememiş sevgisini.
Duygularının karşılığının olmayacağından, bu yüzden kelebeği kaybedeceğinden korkmuş.


Böylece iki sevgili yan yana ama sevgilerini paylaşmadan sürekli sohbet etmişler.

Böylece saatler saatleri kovalamış. Günler geçip de, kelebek artık zamanı kalmadığını, gücünün tükendiğini anlayınca, papatyaya dönmüş ve; "Üzgünüm ama senden ayrılmam gerekecek" demiş.


Papatya buna bir anlam verememiş. "Neden" demiş. "Yoksa benim yanımda mutsuz musun?". "Hayır" demiş kelebek. "Bilakis,sen benim hayatıma anlam kattın. Fakat biz kelebeklerin ömrü sadece üç gündür. Ve ben de ömrümü tamamladım. Artık kelebeklerin hiç ölmediği bir yere gitmeliyim."

Papatya bu duruma çok üzülmüş ama yapacak bir şey yokmuş zaten.


Kelebek artık hiç gücünün kalmadığını, daha fazla tutunamayacağını fark ettiğinde, son bir gayretle papatyaya "Sevi seviyorum"diyebilmiş ancak. Papatya donakalmış. Sadece "Bende..."
diyebilmiş kelebeğin arkasından. Ardından da gözyaşlarına boğulmuş.

İçinden "Keşke onun da beni sevdiğini bilseydim.
Keşke onu sevdiğimi söyleyebilseydim." diye geçirmiş.


Papatya, sevdiğinin onu sevdiğini bilmeden geçirdiği günlerin acısına dayanamamış. Bir süre sonra yaprakları önce solmuş,sonra da dökülmeye başlamış.

Her düşen yaprakta papatya, "seviyormuş" diye geçirmiş içinden.

İşte o günden beri, bunu bilen aşıklar,sevgililerine soramadıklarını hep papatyalara sormuş:
"Seviyor mu, sevmiyor mu?"..
Sedef 21 - avatarı
Sedef 21
Ziyaretçi
3 Ağustos 2008       Mesaj #1654
Sedef 21 - avatarı
Ziyaretçi
" EN OLMAYACAK YERDE,
EN OLMAYACAK ZAMANDA
EN OLMAYACAK OLAY,
HER ZAMAN VE HER YERDE OLABİLİR."

MUCİZE....

Sally, küçük kardeşi George hakkında
anne ve babasının konuşmalarını duyduğu zaman
yalnızca sekiz yaşındaydı. Kardeşi çok hastaydı ve onu
kurtarabilmek için ellerinden gelen herşeyi yapmışlardı.
George'nin yalnızca çok pahalıya malolacak bir ameliyatla
kurtulma şansı vardı fakat bunun için yeterli paraları yoktu.
Babasının, umutsuz bir biçimde annesine şöyle fısıldadığını
duymuştu Sally: "Yalnızca bir mucize onu kurtarabilir." Bu
sözleri duyar duymaz, usulca kendi odasına yürüdü Sally.
Domuz biçimindeki kumbarasını gizlediği yerden
çıkartarak içindeki paraları yavaşça yere dökerek
saymaya başladı. Yanılgıya düşmemek için tam
üç kez saydı kumbaradan çıkardığı bozuk
paraları. Sonra hepsini cebine koyarak
aceleyle evden çıkıp, köşedeki
eczaneye gitti.

Eczacının dikkatini çekebilmek
için büyük bir sabırla bekledi. Eczacı
çok yoğundu ve bir adama ilaçlarını nasıl
kullanacağını anlatıyordu. Bu yoğun çalışmanın
arasında sekiz yaşındaki bir çocukla ilgilenmeye
hiç niyeti yoktu ama Sally'nin beklediğini görünce
"Evet, ne istiyorsun söyle bakalım" dedi. "Biraz acele et,
gördüğün gibi beyefendiyle ilgileniyorum" diyerek yanındaki
şık giyimli adamı gösterdi. Sally "Kardeşim" dedi. Sessizce
yutkunduktan sonra devam etti: "Kardeşim çok hasta,
bir mucize almak istiyorum." Eczacı Sally'e bakarak:
"Anlayamadım" dedi. "Şeyy, babam 'Onu ancak
bir mucize kurtarabilir' dedi, bir mucize kaç
paradır, bayım?" Eczacı Sally'e sevgi ve
acımayla baktı bu kez: "Üzgünüm
küçük kız, biz burada mucize
satmıyoruz, sana yardımcı
olamayacağım" dedi.

Sally o kadar kolay vazgeçmek istemedi.
Eczacının gözlerinin içine bakarak "Karşılığını
ödemek için param var benim, bana yalnızca fiyatını
söylemeniz yeterli" dedi. Bu arada Sally ve eczacının
yanında bekleyen iyi giyimli bey Sally'e dönerek "Ne tür
bir mucize gerekiyor kardeşin için küçük hanım? diye sordu.
"Bilmiyorum" dedi Sally. Sonra gözlerinden aşağı süzülen
yaşlara aldırmaksızın devam etti: "Tek bildiğim, o çok hasta
ve annem ameliyat olmazsa kurtulamayacağını söyledi ailemin
de ameliyat için ödeyebilecekleri paraları yok. Ama babam
"Onu ancak bir mucize kurtarabilir" deyince ben de
paramı alıp buraya geldim." "Peki, ne kadar paran
var?" diye sordu iyi giyimli adam. " Bir dolar
ve onbir sent" dedi Sally. "Ve dünyadaki
tüm param bu!" "Bu iyi bir şans, küçük
kardeşini kurtarmak için gerekli olan
mucize için yeterli bu para"
dedi, iyi giyimli adam.

Adam bir eline parayı aldı, öteki
eliyle de Sally'nin elini tutarak "Beni
yaşadığın yere götürür müsün lütfen?" diye
sordu. "Küçük kardeşini ve aileni tanımak istiyorum"
dedi. İyi giyimli adam Dr. Carlton Armstrong'du ve George
için gerekli olan ameliyatı yapabilecek tanınmış bir cerrahtı.
Ameliyat başarıyla sonuçlanmış ve aile hiçbir ödeme yapmamıştı.
Hep birlikte mutluluk içinde evlerine döndükleri zaman hâlâ
yaşadıkları olayların etkisinden kurtulamamışlardı. Anne:
"Hâlâ inanamıyorum. Bu ameliyat bir mucize! Doğrusu
maliyeti ne kadardır merak ediyorum" dedi. Sally
kendi kendine gülümsedi. O bir mucizenin kaça
malolduğunu çok iyi biliyordu. Tam
tamına bir dolar ve onbir sent!

Çeviri: Nuray Bartoschek
tekinfsm - avatarı
tekinfsm
Ziyaretçi
4 Ağustos 2008       Mesaj #1655
tekinfsm - avatarı
Ziyaretçi
DÜŞMANI KENDİ SİLAHI İLE YENMEK
Adamın biri Afrika’da safariye çıkarken, yanına minik köpeğini de almış. Minik köpek, bir gün ormanda dolaşıp, kelebekleri kovalar, çiçekleri koklarken kaybolduğunu fark etmiş. Ne yapacağını düşünürken, bir de bakmış ki, karşıdan bir leopar geliyor ve belli ki günlük yiyeceğini arıyor.
“Şimdi başım dertte” diye düşünmüş minik köpek. Etrafına bakmış, yerde kemik parçalarını görmüş. Hemen arkasını leoparın geldiği yöne dönerek kemikleri yemeye başlamış. Bu arada da arkadaki hareketi kestirmeye çalışıyormuş. Leopar tam saldıracakken, minik köpek kendi kendine konuşmuş; “Ne kadar lezzetli bir leoparmış. Acaba etrafta bundan bir tane daha var mıdır ki?” Bu konuşmayı duyan leopar bir anda donmuş kalmış ve en yakındaki ağaca tırmanarak dalların arasına saklanmış. “Tam zamanında kurtuldum, yoksa bu köpeğe yem olacaktım” diye düşünmüş leopar.
Bütün bunlar olup biterken bir başka ağacın üstündeki bir maymun olanları izliyormuş. Bu fırsatı kullanarak leopardan kurtulacağını düşünmüş. Leoparın yanına giderek neler olduğunu anlatmış. Leopar köpeğin yaptığı kurnazlığa çok sinirlenmiş ve maymuna “Atla sırtıma gidip şunu yakalayalım” demiş.
Ancak minik köpek, neler olduğunu ve leoparın sırtında maymunla birlikte yaklaştığını fark etmiş. “Şimdi ne yapacağım” diye düşünürken kaçmaya teşebbüs etmemiş. Bunun yerine arkasını leoparın geldiği yöne dönerek, kemikleri yemeye devam etmiş. Tam leopar saldıracakken, yine kendi kendine konuşmuş; “Bu aptal maymun da nerede kaldı? Yarım saat önce bir leopar daha getirsin diye gönderdim hâlâ haber yok”... Diplomasi böyle bir şey işte... Yapabiliyorsan; hızlı düşün, sakin ol, güçlü görün, düşmanını kendi silahı ile yen.
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
5 Ağustos 2008       Mesaj #1656
arwen - avatarı
Ziyaretçi
5 Ekim: Bugün var edildim. Buradayım. Varım. Müthiş bir duygu bu. Var olduğumu henüz annem ve babam bilmiyor.

Bir elma çekirdeğinden bile küçüğüm. Ama ne de olsa, ben benim. Varım ya! Bu bana yetiyor. Henüz bedenim belli belirsiz, yüzüm yok ama, varlığımı ve benliğimi hissedebiliyorum. Bir kız olacağım ve baharda çiçekleri seveceğim.

19 Ekim: Biraz büyüdüm. Kımıldamam mümkün değil. Annem henüz farkında değil ama onun kanıyla besleniyorum. Kalbini dolaşıp gelen sımsıcak kan bana geliyor. Beni sevecek bir kalbin kıpırtılarını şimdiden hissediyorum. Annem beni çok sevecek. Annem için güzel bir sürpriz olacağım.

23 Ekim: Hiç göremediğim bir el ağzımı biçimlendirmeye başladı. Dudaklarımda onun dokunuşunu hissediyorum. Bu "el"in dokunduğu yerler dudağım damağım oluyor. Düşünün bir yıl sonra bu elin dokunduğu yerde tebessümler açacak, güleceğim. Dudağımdan ve dilimden sözler dökülecek. Herhalde önce "Anne!" diyeceğim. Anne duyuyor musun beni? Seninle konuşacağım. Sana güleceğim. Kimilerine göre hâlâ daha var değilmişim Nasıl olur? Varım ve gülücükler sunacak dudaklarım da olmak üzere ya Hem sonra bir ekmek kırıntısı ne kadar küçük olursa olsun yine ekmektir. Öyle değil mi anneciğim? Ah bir konuşabilsem!

27 Ekim: Bugün pek mutluyum. İçimde tatlı bir kıpırtı başladı. Artık bir kalbim var. Kalbim atmaya başladı. Hayatım boyunca böyle atıp duracak. Sevgilerle dolduracağım kalbimi. Tıpkı anneminki gibi... Annem bedeninde iki kalbin birden atmaya başladığını bilseydi ne kadar sevinirdi! Duyuyor musun anne?

2 Kasım: Her gün biraz daha büyüyorum. Kollarım ve bacaklarım da biçimlenmeye başladı. Hele bir büyüsün kollarım bak nasıl kucaklayacağım seni anneciğim. Şu ayaklarım da tamamlansın da, beraber çiçekli bahçemizde yürürüz. Belki birlikte okula gideriz.

12 Kasım: Ah evet Bunlar, bunlar ne kadar sevimli ve küçük şeyler. Aman Allah'ım parmaklarım da çıkmaya başladı. Bunlarla çiçek toplayacağım, annemin elini tutacağım, kalem tutacağım. Belki de güzel bir şiir yazacağım. Anneciğim, orada mısın? Ellerimi ellerinin arasına koymak için sabırsızlanıyorum.

20 Kasım: Oh, nihayet.. Annem doktora gitti. Burada olduğumu öğrendi.. Yaşasın! Doktor teyze özel bir cihazla gördü beni. Ultrason diyorlarmış. Resmimi bile çekti. Sevinmiyor musun anneciğim? Seneye kalmaz kollarının arasında olacağım

25 Kasım: Artık babam da burada olduğumu biliyor. Fakat henüz kız olduğumun farkında değiller. Onlara sürpriz yapacağım..

10 Aralık: Bugün yüzüm tamamlandı. Artık iki güzel gözüm, bir küçük burnum, dudaklarım ve yanağım var Anneme benziyorum galiba

13 Aralık: Artık çevreme bakabiliyorum. Etrafım çok karanlık ama olsun. Yine de mutluyum. Yaşıyorum ve varım. Kısa bir süre sonra gün ışığını görebileceğim, renkleri ve çiçekleri tanıyacağım. Rüyamda gördüm. Dünyada gökkuşağı diye bir şey varmış.. Onu çok merak ediyorum.. Anneciğim, babacığım sizin yüzünüzü de göreceğim. Tanışacağız. Mutlu olacağız. Gülüşeceğiz..

24 Aralık: Kulaklarım daha iyi duyuyor artık. Anneciğim, senin kalbinin seslerini duyuyorum. Benim kalbimin atışlarını da sen duyabiliyor musun? Hatta sesini bile tanıyabiliyorum. Sesin ne kadar tatlı Hiç duymadığım bir şey bu Güzel ve sağlıklı bir kız olacağım. Kollarında uyuyacağım, yüzüne bakacağım, o tatlı sesini dinleyeceğim. Benim için ninni de söyleyecek misin anneciğim? Sen de beni özlüyorsundur mutlaka Beni koklayacaksın.. Çok seveceksin, değil mi?

28 Aralık: Anne burada bir şeyler oluyor. Doktor abla neden mutsuz bakıyor böyle... Sen acı çekiyor gibisin. Kalp seslerin değişti... Sustun. Benimle niye konuşmuyorsun anne? Anne Anne Anneciğim Yüzümde soğuk bir şey hissediyorum. Anne, yüzümü parçalıyorlar... Anne bir şeyler yap Anne Kolumu çekiyorlar anne Canım yanıyor anne... Anne Ayaklarımı parçalıyor bu şey anne... Beni sana bağlayan damarı kopardılar anne Anne kalbimi parçalıyorlar. Anneciğim.... Anne... Anne.. An.?!
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
8 Ağustos 2008       Mesaj #1657
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Aşağıdaki gerçek hikâye Kellog Business School’da (Northwestern Üniversitesi) iş i-daresi mastır öğrencileri ile Zaman Yönetimi dersi profesörü arasında geçer:

Profesör sınıfa girip karşısında duran dünyanın en seçilmiş öğrencilerine kısa bir süre bak-tıktan sonra,
“Bu gün Zaman Yönetimi konusunda deneyle karışık bir sınav yapacağız” dedi.

Kürsüye yürüdü, kürsünün altından kocaman bir kavanoz çıkarttı. Arkadan, kürsü-nün altından bir düzine yumruk büyüklüğünde taş aldı ve taşları büyük bir dikkatle kavanozun içine yerleştirmeye başladı.

Kavanozun daha başka taş almayacağına emin olduktan sonra öğrencilerine döndü ve “Bu kavanoz doldu mu?” diye sordu.
Öğrenciler hep bir ağızdan “Doldu” diye cevapladılar.
Profesör “Öyle mi?” dedi ve kürsünün altına eğilerek bir kova mıcır çıkarttı.

Mıcırı kavanozun ağzından yavaş yavaş döktü. Sonra kavanozu sallayarak mıcırın taşların arasına yerleşmesini sağladı.

Sonra öğrencilerine dönerek bir kez daha “Bu kavanoz doldu mu?” diye sordu.

Bir öğrenci “Dolmadı herhâlde” diye cevap verdi.
“Doğru” dedi profesör ve gene kürsünün altına eğilerek bir kova kum aldı ve yavaş yavaş tüm kum taneleri taşlarla mıcırların arasına nüfuz edene kadar döktü.

Gene öğrencilerine döndü ve “Bu kavanoz doldu mu?” diye sordu.

Tüm sınıftakiler bir ağızdan “Hayır” diye bağırdılar.
“Güzel” dedi profesör ve kürsünün altına eğilerek bir sürahi su aldı ve kavanoz ağzı-na ka-dar doluncaya dek suyu boşaltı.

Sonra öğrencilerine dönerek “Bu deneyin amacı neydi” diye sordu.

Uyanık bir öğrenci hemen “Zamanımız ne kadar dolu görünürse görünsün, daha ayırabileceğimiz zamanımız mutlaka vardır” diye atladı.

“Hayır” dedi profesör, “bu deneyin esas anlatmak istediği "Eğer büyük taşları baştan yer-leştirmezsen küçükler girdikten sonra büyükleri hiç bir zaman kavanozun içine koyamazsın" gerçeğidir”.

Öğrenciler şaşkınlık içinde birbirlerine bakarken profesör devam etti: “Nedir hayatı-nızdaki büyük taşlar? Çocuklarınız, eşiniz, sevdikleriniz, arkadaşlarınız, eğitiminiz, ha-yâlleriniz, sağlığınız, bir eser yaratmak, başkalarına faydalı olmak, onlara bir şey öğ-retmek! Büyük taşlarınız belki bunlardan birisi, belki bir kaçı, belki hepsi.

Bu akşam uykuya yatmadan önce iyice düşünün ve sizin büyük taşlarınız hangileridir iyi karar verin. Bilin ki büyük taşlarınızı kavanoza ilk olarak yerleştirmezseniz hiç bir zaman bir daha koyamazsınız, o zaman da ne kendinize, ne de çalıştığınız kuruma, ne de ülkenize faydalı olursunuz.

Bu da iyi bir iş adamı, gerçekte de iyi bir adam olamayacağınızı gösterir”.

Profesör, ders bittiği hâlde konuşmadan, oturan öğrencileri sı-nıfta bırakarak çıktı...
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
9 Ağustos 2008       Mesaj #1658
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
İşte Aya İrini’nin Camiye Çevrilmeyişinin İbretlik Hikâyesi

Azize irini

Aya İrini, Roma İmparatorluğu’nun başşehri Konstantinopolis olduktan sonra yapılan ilk kilisedir. Aynı zamanda İstanbul’un fethinden sonra camiye çevrilmeyen bir kilisedir.

İşte Aya İrini’nin camiye çevrilmeyişinin ibretlik hikâyesi.

Asıl adı Penelope’dir genç kız Azize İrini’nin.

Başına ne gelirse o devrin hak din olan Hıristiyanlığı anlatıp, yaymaya çalıştığı için gelir.

Onun da bir Ebu Cehil’i,bir Ebu Leheb’i vardır.

Penelope’yi dininden döndürmek, dönmezse eziyetle caydırmak için bir kalabalık toplanır.

Ancak o inandığından dönmez.

Önce onu yılanlarla dolu olan bir kuyuya atarlar. Yılanlar Penelope’ye dokunmayınca taşlanarak ölüm cezasına çarptırırlar.

Penelope taşlarla da ölmez.

Bu kez Penelope bir atın arkasına bağlanır. Çılgınca koşan atın arkasında Penelope de çılgınca sürüklenir.

Yüce yaradan Penelope’den can emanetini yine geri almaz.

İşte o günden sonra Konstantinopol’de akın akın Hıristiyanlığa geçişler başlar.

İmparator Konstantin, Penelope’ye Azize İrene, Konstantinopolis’te yaptırdığı ilk kiliseye ise Aya İrini ismini verir.

Bu hikâyeyi bilen Fatih Penelope’ye saygısından dolayı Topkapı Sarayı Külliyesi içinde olmasına rağmen Aya İrini kilisesini camiye çevirmemiştir.
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
11 Ağustos 2008       Mesaj #1659
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Birzamanlar bir yerlerde kör bir genç yaşıyordu ve bu kör genç kendisinden nefret ediyordu

çünkü kör bir yaşamı vardı

göremediği için hiç birşeyi ve hiç bir kimseyi sevemiyordu herkesten ve her şeyden nefret

ediyordu ama kız arkadaşı hariç

kör yaşamında sevdiği tek şey kız arkadaşıydı

Bir gün kız arkadaşına eğer dünyayı görebilseydi onun la evlenmeyi kabul edebileceğini

söylediKız arkadaşıda onu çok mutlu ettiğini söyledi

Günlerden bir gün şans gencin yüzüne güldü ve birisi ona bir çift gözünü bağışladı

sora genc her şeyi görmeye başladı ağaçları çiçekleri kısaca artık dünyayı görüyordu hatta kız

arkadaşını bile

Kız arkadaşı ona sordu şimdi artık her şeyi görüyorsun söylediğin gibi benimle

evlenecekmisin? dedi

genc şoktaydı kız arkadaşını gördüğünde dona kalmış tı çünkü kız arkadaşı kördü!

Çok özür dilerim dedi genç seninle evlenemem çünkü sen körsün dedi

Kız çok üzüldü ve yaşlı gözlerle ordan uzaklaşmaya başladı biraz ileri gidince durdu ve geriye

dönüp gence şunu söyledi

" LÜTFEN SADECE GÖZLERİME İYİ BAK " smutny
73f871ac6a587562zu9oq1vpf0
YagmurTanesi - avatarı
YagmurTanesi
Ziyaretçi
11 Ağustos 2008       Mesaj #1660
YagmurTanesi - avatarı
Ziyaretçi
İѕiмѕiz мєLєк

Gözlerini açmak için büyük mücadele etmesine rağmen henüz gözlerini açamıyordu. Nerede olduğunu ve kendini görmek istiyordu. Vücudu yeni şekillenmiş, artık bir bebeğe benzemeye başlamıştı. O dünyaya gelmeye hazırlanan, annesinin karnında mutlu mesut büyüyen bir cenindi. Kızdı ve isminin ne olacağını çok merak ediyordu. Arada bir ellerini hareket ettiriyor, bacaklarıyla neler yapabileceğini hesap etmeye çalışıyordu. En çok içinde bulunduğu yeri merak ediyordu. Kimi zaman sesler duyuyor, kulak kabartıp bu anlamadığı seslerin ne olduğunu dinliyordu. Acaba nasıl bir yerdeydi, ah gözlerini bir açabilseydi görebilecekti.

Yavaş yavaş sıkılmaya başlıyordu bulunduğu yerden. Henüz ismi koyulmamış minik kız bebeği bir an önce dışarı çıkmak istiyordu. O seslerin sahibini, annesini görmek istiyordu. Bazı zamanlar bulunduğu yerin üzerinde gezen birşey farkediyordu. Herhalde annesinin eli olmalıydı. Onu farkettiği anda heyecanlanıyor, henüz yeni çalışmaya başlayan kalbi küt küt atıyordu. Farklı birşeyler hissediyordu, sanki bir tutku, sanki değişik duyguların karışımı vardı annesinde.. Ah annesini bir görebilseydi..

Yavaş yavaş ilerlemeye başladı. Anlaşılan artık zamanı gelmişti. Sonunda son zamanlarda oldukça fazla sıkıcı olan bu mekandan kurtuluyordu. Sonunda annesine kavuşabilecek, gözlerini açabilecek ve onu görebilecekti. Feryatlar eşliğinde bulunduğu yerden biraz daha ilerledi. Sert iki el onu bacaklarından tutup hızlıca çekti. Annesi öylesine bağırıyordu ki, kulakları acıdı. Ne olduğunu bile anlayamadan soğuk bir alana çıkmıştı. Sıkıcı yerde onu saran sıcak su bile yoktu. Sert eller hızla poposuna vurup, onu salladılar. Halen gözlerini açamamıştı, sadece bağıran annesini ve sert elli bir kadını hissedebiliyordu. Daha fazla dayanamayıp ağzını açarak oda " Anne ağlama.. Lütfen ağlama.. " diye bağırmaya başladı.

Üşümüş ve dinlenmiş bir halde kendine geldi. Kollarını ve ayaklarını oynatamıyordu. Anlayamadığı birşeye onu sımsıkı sarmışlardı. Aniden iki el bulunduğu yerden isimsiz miniği aldı ve kucağına yerleştirdi. Yüreği yine küt küt atmaya başlamıştı. Bir zamanlar sadece hissedebildiği o sevgi dolu, tutkulu eller onu alıp yumuşacık bir yere yerleştirmişti. Kendini alan kişinin annesi olduğunu çok iyi biliyordu. Annesini mutlaka görmeliydi.. Yavaşça gözkapaklarını kaldırmaya çalıştı. Koyu lacivert gözleri ufacık açılmıştı. Sislerin çekilmesinden sonra hayal meyal annesini gördü. Yaşlı gözlerle kendisine bakıyordu. "Acaba annem neden ağlıyor ?" diye düşündü. Herhalde kendisinin geldiğine çok sevinmiş olmalıydı. Soğuk nedeniyle annesinin göğüslerine başını yasladı. Annesinin kalbide tıpkı onunki gibi hızlı hızlı atıyordu. " Canım annem, biricik annem " diyerek tekrar bağırmaya başladı. Annesi yavaş ve şefkat dolu hareketlerle minik bebeğinin ağzına göğsünü verdi. Sonra uyumasını bekledi..

Sırtına giren buzdan bıçaklarla uyandı isimsiz minik bebek. Üşüyor ve titriyordu. Fakat hala annesinin kollarındaydı. Başını annesinin göğsüne iyice yasladı. Annesi bu soğukta nereye yürüyordu acaba ? Bir beşikte sallanırcasına, annesinin kucağında ilerlemeye devam etti. Çok uykusu vardı, eğer soğuk canını yakmasaydı bu şefkat dolu sıcak kollarda hemen uyuyabilirdi. Asla burdan ayrılmayacağım diye düşündü. O büyüyüp, abla oluncaya kadar hep annesinin kucağında kalacaktı. Böylesine sevgi dolu sıcacık yerden kim ayrılırdı ki.. Öylesine seviyordu ki annesini, konuşmayı öğrendiğinde ilk onun adını söyleyecekti. Şimdiye kadar görmediğine göre, galiba zaten babası yoktu, yada onu merak etmemişti. Hiç önemli değil diye düşündü, bu sıcak kucağa sahip, gözüyaşlı annesi onun için yeterdi..

Annesi durdu. İsimsiz bebek gözlerini açıp etrafa baktı. Ama heryer karanlık olduğundan hiç bir yeri göremedi. Neden durdu acaba annem diye düşünürken, yüzüne garip duygularla dansetmiş, ılık ve tuzlu bir damla düştü. Annesi, gözlerinden minik bebeğin yanağına damlalar damlatıyordu. Neler olduğunu anlayamıyordu, annesi neden ağlıyordu? Gözlerini kapattı. Göğsüne bir kağıt parçası sıkıştırıldı. Yanaklarında annesinin dudaklarını hissetti. Soğuktan çatlamış olmasına rağmen, tutku ve sevgi kokan dudaklar, isimsiz minik kızın yanaklarından yumuşakca öptü. Bu öpücüğü asla unutmayacaktı. Yaşadığı günlerde hissettiği en güzel duyguydu. İtinayla ve yavaşça yere bırakıldığını farkettti. " Hayır , hayır anne bırakma beni kucağından " diye haykırmaya başladı. Sıcacık ve sevgi dolu kucaktan, soğuk ve sert mermet bir zemine koyulmuştu. Hala haykırıyordu. Annesinin kucağından inmek istemiyordu, üstelik çok üşüyordu. Annesi arkasını döndü, bir kaç adım attı. " Anne, ne olur gitme, anneciğim lütfen beni bırakma! " diye son sesiyle tekrar haykırmaya başladı. Annesi durakladı. Geri döndü. İsimsiz bebek yavaşça sustu. Gelip tekrar kollarına almasını bekliyordu. Fakat annesi gelmedi, tekrar arkasına dönüp, feryatlar arasında hızlıca uzaklaşarak, gecenin, soğuğun ve merhametsizliğin karanlığında kayboldu..

Ne kadar ağlayıp haykırdığını bilmiyordu. Tek hissettiği soğuktu. İliklerine kadar üşüyor ve bir taraftanda belki gelir diye annesini çağırıyordu. Hareket etmeye çalıştı, belki kalkıp annesinin arkasından koşmalıydı. Fakat kollarını ve ayaklarını sıkıca bağlayan beyaz bezden dolayı hareket edemiyordu. Hareket etse bile koşmayı bilmiyordu ki.. Ama annesi için hemen öğrenebilirdi belki ? Soğuğun etkisiyle ayaklarını hissetmemeye başladı. Çırpınmaya çalışan kollarıda yavaş yavaş kayboluyordu. " Anneee.. " diye tekrar haykırdı. " Anneciğim neden beni bırakıp gittin, anneciğim yok oluyorum.. anneciğim lütfen gel beni al.. " haykırmaları boşunaydı. Gecenin ilerleyen saatlerinde haykırmalarına sadece sokak köpekleri yanıt veriyordu. Artık kollarınıda kaybetmişti. Ayaklarım, kollarım ve göğsüm neden kayboldu acaba diye düşündü. Annesizlikten olsa gerekti. Annesi onu bıraktığı için yavaş yavaş kayboluyordu. Yok olacağını, soğuk çenesine ilerleyince farketti. Artık hiç birşeyin anlamı kalmamıştı. Doğru düzgün düşünemiyordu bile. Neden buraya bırakılmış, neden terkedilmişti ? Henüz ismi bile koyulmadan, ne günah işlemişti ki ölüm cezasına çarptırılmıştı ?..

İsimsiz minik kız bebeğinin bırakıldığı cami avlusunda, sabah ezanları çınlamaya başladı. Bir bebeğin annesine " Geri dön anne " haykırmalarının, ınga sesine dönüştüğü yürek parçalayıcı serenat, Allahu Ekber seslerine karıştı. Martılar, sokak köpekleri, hiçbiri bu sahneye dayanamamış, son sesleriyle ağlıyorlardı. Minik bebek gözlerini kapattı. İki damla çıktı gözlerinden. Biri gözpınarının hemen yanında, diğeri ise yanağında donmuştu. Gözlerini son kez kapattı. Bir daha görmek istemiyordu. Ezanla beraber, miniğin seside kesildi. Bir mum alevi gibi yavaşça sönmüştü. O artık ruhları sıkan ve dünyanın sonunu hazırlayan siyah renkteki merhametsizliklere lanet eden, vicdansızlığa tutsak edilmiş bir melekti..

Benzer Konular

3 Aralık 2006 / Misafir Genel Mesajlar
16 Mayıs 2014 / NihLe Müslümanlık/İslamiyet
11 Haziran 2013 / Misafir Forum Oyunları
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar
20 Haziran 2012 / ThinkerBeLL Edebiyat