Arama

Hikayeler ve Öyküler -2- - Sayfa 179

Güncelleme: 17 Şubat 2016 Gösterim: 547.623 Cevap: 1.812
Alvarez Ocean - avatarı
Alvarez Ocean
Ziyaretçi
25 Kasım 2009       Mesaj #1781
Alvarez Ocean - avatarı
Ziyaretçi
Ayazda İki Yürek...

Sponsorlu Bağlantılar



Bu sabah beni uyandırmadan işe gitti. Giyindiğini duydum, ama kalkmadım. Kalkmak istemedim.

Bir ara yatağa eğilip bir süre yüzümü seyretti. Soluğunu hissettim. Uyumadığımı fark etti sanıyorum.

Ama bir şey demedi. Gözlerim kapalıydı, ama yüzüme umutsuz bir hüzünle baktığını hissettim.

Günlerdir doğru dürüst birşey konuşamıyoruz. Birbirimizden saklanarak yaşıyoruz sanki.

Oysa bir yıl önce ne büyük bir hevesle başlamıştık birbirimizi sevmeye... 5 aydır bende kalıyor.

Günlük hayatın o basit, o bayağı ayrıntıları sevgimizi acımasızca kemiriyor.

Ama o bu konuyu açmaktan ısrarla kaçıyor. Ne zaman ilişkimizin nereye gittiğini konuşmak..

istesem, ya konuyu değiştiriyor, ya kaçamak cevaplar veriyor...



Kalktığımda mutfakta notunu gördüm: Sevgilim, öyle güzel uyuyordun ki, uyandırmaya kıyamadım.

Bu gece işyerinde nöbetçiyim. Beni merak etme. Sevgiyle, yazıyordu...

Notunu okuyunca gözlerim doldu. Bir bıçağın ucu kalbimde hafifçe gezindi sanki...

Ona karşı hoyrat davrandığımı hissettim bir an. İlişkimizin sürmesi için asıl çırpınan oydu sanki.

Bir de bana bu aralar çok ihtiyacı vardı. Başka bir eve taşınacak gücü yoktu.

Aslında ben de onu hayatımdan kolay kolay çıkaramazdım. Bir tek onunla huzur içinde uyuyabiliyordum.

Bu sevginin en gerekli koşullarından biridir, bilirsiniz. Ama başka bir sevgiliyi, başka bir aşkı özlüyordum.

Ve bu kentten uzaklara, çok uzaklara gitmek istiyordum. Hem onsuz uyuyamıyordum, hem de çok yalnızdım.

Ben ondan uzaklaştıkça, o da benden uzaklaşıyordu.

Uzaklaştıkça ruhumuz üşüyor, üşüdükçe de örtünüyor, birbirimizden gizleniyorduk. Gizlendikçe daha bir yalnızlaşıyorduk...



Bütün gün onu düşünüp içtim. Başka hiçbir şey yapmadım. Akşam oldu. Şehrin ışıkları yandı.

Kalktım internetimin başına geçtim. Aslında yaptığım büyük bir hataydı. Bu ilişkiyi tamamen bitirebilirdim.

Ama nedense kendime karşı koyamadım. Ve internette onun sayfasına girdim... Sayfasının ismi Ayazdaki Bir Yürek2ti.

Fransız yönetmen Claude Saute'nin bu filmini birlikte gözyaşları içinde seyretmiştik...

Filmin ismini günlerce sayıklayıp durmuştu. Benim de yüreğim hep ayazdadır, diyordu. Sinema tutkunuydu.

Para bulduğunda çekmeyi düşündüğü bir sürü senaryosu vardı... Ama parası hiç olmuyordu.

Zamanının daraldığını düşünüyor, yaptığı işlerin onu asıl yapmak istediklerinden uzaklaştırdığını fark ettikçe hırçınlaşıyor,

bu yüzden çalıştığı yerlerde fazla barınamıyordu...



Kendimi tiyatrocu Ümit olarak tanıttım ona... Dedim ya, yaptığım büyük bir hataydı diye...



- Sizi tanımak istiyorum.. Ben tiyatroyla uğraşıyorum. Adım Ümit. Arada sırada dublaj yaparım.

Adını söyledikten sonra, onu aramama iten nedenin ne olduğunu sordu.

- Sitenizin ismi Ayazda Bir Yürek. Yanılmıyorsam bu bir filmin adı.

- Evet, Claude Saute?nin filmi. Çok etkilenmiştim. Siz seyrettiniz mi?..

- Seyrettim. Ben de çok etkilenmiştim. Sinemayla ilgilisiniz galiba.

- İlgili ne demek. Sinema benim tek tutkumdur. Senaryo yazıyorum. En büyük idealim yazdığım senaryoları çekebilmek...

Ama para meselesi işte...

- Şu an ne iş yapıyorsunuz?

- Reklamcılıkla ilgili bir dergide editörlük yapıyorum. Çok sıkılıyorum ve atılmam an meselesi... Sizin işler nasıl?

- Pek iyi sayılmaz, hatta berbat diyebilirim. Tiyatro çevresini bilir misiniz, bilmem.

Hep ahbap çavuş ilişkileri geçerlidir. Yoz, çürümüş bir dünya. İdealist, dürüst insanlara yer yoktur bu dünyada...

- Desenize sinema dünyasından pek bir farkı yok. Peki söyler misiniz, bizim gibi insanlara ne zaman şans tanınacak?

- İşimiz çok zor. Ya kurallara uyacağız, ya da köşemizde bekleyip hüzün biriktireceğiz...

- Hayır, ben köşemde oturup beklemek istemiyorum. Mutlaka bireyler yapmalıyım.

- Şu an neredesiniz?

- Lanet olası işyerimdeyim. Bitirilmesi gereken sayfalar var. Yarın dergi baskıya girecek. Ya siz, siz neredesiniz?

- Ben evimdeyim. Ve canım hiçbir şey yapmak istemiyor.

- Yalnız mısınız?

- Evet, yalnızım.

- Birlikte olduğunuz kimse yok mu?

- Neden sordunuz?

- Hiç işte, öylesine sordum.

- Hayatımda biri var. Ama şu an evde değil.

- Peki siz, sizin hayatınızda biri var mı

- Evet, var...

- Ne iş yapıyor?

- Yazar. Oldukça da tanınmış bir yazar. Bir yılı aşkındır beraberiz.

- Nerede yazıyor?

- Nerede yazdığını söylemesem. Onu bilmenizi istemiyorum. Kitapları da var. Peki, siz ne zamandır birliktesiniz?

- Ne tesadüf bizim de ilişkimiz bir yılı aştı. Ama yolunda gitmeyen şeyler var. Tıkandık.

Galiba. Birbirimizden gizlenerek yaşıyoruz ne zamandır. Aynı evdeyiz, ama birbirimizden çok uzaktayız...

- Bizim ilişkimiz de pek farklı sayılmaz. Biz de tıkandık. Ne zamandır yoğunlaşamıyor bana.

Varsa yoksa yazıları ve okurları. Bazen beni görmediğini bile düşünüyorum.

İlişkimiz tıkandıkça kendini yaptığı işe daha çok veriyor ve benden daha çok uzaklaşıyor.

- Hayatında başka biri olabilir mi?

- Biri değil, birileri var. Flört etmeyi çok sever. Ama ilişkiler biraz derinleşmeye, ciddileşmeye başlamaya görsün, hemen bitirir.

Bağlanmaktan çok korkar.

- Peki, nasıl katlanıyorsunuz bu duruma, çok zor olsa gerek. Ben olsam dayanamazdım. Ayrılmayı düşünmüyor musunuz?

- Çok düşündüm. Ama bu konuda biraz korkağım galiba. Bir de ona çok alıştım. Yalnızca onunla uyuyabiliyorum.

- Sizin de hayatınıza başkaları giriyor mu?

- Evet, giriyor. Ama hiçbiri onun yerini tutmuyor. Hay Allah, neler konuşuyorum sizinle ben böyle...

Ben en yakın arkadaşlarımla bile bunları rahat konuşamıyorum...

- Ama bana rahatça anlatıyorsunuz...

- Bilmiyorum, belki sizi hiç tanımadığım için, bana bir yabancı olduğunuz için bu kadar rahatım sizinle...

Hiç tanımadığı insanlara daha kolay anlatıyor insan kendisini...

Peki, siz birlikte olduğunuz insanla her şeyinizi konuşabiliyor musunuz?..

- Evet, desem yalan olur. Ben de sizin gibi hiç tanımadıklarıma daha rahat anlatıyorum kendimi...

- Sevgilinizin yerinde olmak istemezdim...

- Ben de sizin sevgilinizin yerinde olmak istemezdim.

- Hayatımız ne kadar yorucu değil mi? Belirsizlikler beni çok yıpratıyor. Her şey net olsun isterdim.

Hiç tanımadığım birine en gizli şeylerimi anlatmak bana acı veriyor. Kendimden utanıyorum. Ama yine de yapıyorum.

Ne kadar yalnızım demek ki, ne kadar susamışım birine kendimi anlatmaya... Sabah işe gelirken onu uyurken seyrettim.

Öyle masum görünüyordu ki... Neden hiç başladığı gibi sürmez ilişkiler...

- Aşk çok güzel bir şeydir, ama kısa ömürlüdür.

- Kısa ömürlü olduğuna inanmıyorum. Aşkta Sahip olduklarımızın değerini bilmiyoruz, hemen tüketiyoruz.

İlk günlerimizi öylesine çok özlüyorum ki. Soluk alamazdım bazen. Kış günü bütün pencereleri açardım. Yanımdayken bile özlerdim.

Soluksuz kalıp öleceğim sanırdım hep. Nereye dokunsam ona dokunmuş gibi olurdum. Nereye gitsem beni gördüğünü hissederdim.

Tanrım gibiydi o. Bedenime dokunurdum ve dokunduğum yer hazla titrerdi. Çünkü kendime dokunduğumda ona dokunmuş gibi olurdum.

Kanardı dokunduğum heryerim, tıpkı onunla sevişirken kanadığı gibi... Ama son zamanlarda onu öptüğümde bir boşluğu öper gibiyim...

Artık birbirimize tahammül etmek zorundayız. Para biriktiriyorum, ayrı bir eve çıkmak için. Bir süre daha onun evinde kalmaya ihtiyacım var.

- O bunları biliyor mu?

- Biliyor, ama bunları hiç konuşmuyoruz onunla. Gitmemi bekliyor sanırım. Yalnızlığı ve yazılarıyla baş başa kalmak istiyor ve uzaktaki bir sürü sevgilisiyle... Ayazda iki yüreğiz biz şimdi...

- Soluksuz kalırdım, dediniz ya, aklıma bir şey geldi. Gazetelerden birinde yazmıştı.

Küçük bir çocuk karpuz yerken, kaçırmış. Aradan günler geçmiş. Çocuk gittikçe soluk almakta zorlanıyormuş.

Tıkanmaları artınca doktora götürmüşler. Röntgen çekilmiş ve soluk borusunda karpuz çekirdeğinin kök yaptığı görülmüş...

Soluğunu tıkayan buymuş. Hemen ameliyata sokmuşlar ve bu kökü söküp almışlar. Çocuk rahat soluk almaya başlamış.

Ama birkaç gün sonra ölmüş!.. Aşktan söz edilince hep bu olay gelir aklıma.

Aşıkken soluk almakta zorlanırız,ama aşk olmayınca, onu bizden aldıklarında ölürüz. Ve kimse niye öldüğümüzü anlamaz...

- Çok kötü oldum. Bütün bedenim ürperdi.Bana ne yaptınız böyle. Her şeyi unutmaya çalışıyordum oysa.

Bütün duygularım ayaklandı birden... Sizde anlayamadığım bir şey var...

- Nasıl bir şey?

- Sanki sizi çok eskiden beri tanıyormuşum gibiyim... Biliyor musunuz, insanda uzun yola çıkmak duygusu uyandırıyorsunuz.

- Aşık olduğumu hissettiğim anlarda uzun bir yola çıkmayı çok isterim..

- En çok nereye mesela?..

- Trabzon?daki Uzungöl?e... Orada hem kendinizi sonsuzluk içinde hissedersiniz, hem de acı veren, ama şefkatli bir korunaklılık içindesinizdir.... Tıpkı aşk gibi...

- İnanmayacaksanız belki ama, ben de orasını düşünmüştüm.

Ne tuhaf, internette kurulan dostluklara, yakınlıklara pek inanmaz, gülüp geçerdim.

Ama şu an sizi görmeyi ve yüz yüze tanışmayı öyle çok istiyorum ki...

- Farkında mısınız, sabah oluyor?..

- Evet, vaktin nasıl geçtiğini fark etmemişim bile. Peki siz, siz benimle yüz yüze görüşmek istiyor musunuz?

- İstemiyorum, desem yalan olur... Hatta ben sizinle hemen bugün Uzungöl'e yola çıkmak istiyorum..

- Siz ciddi misiniz, yoksa benimle dalga mı geçiyorsunuz?

- Hayır, hiç olmadığı kadar ciddiyim. Ama siz bu yolculuğa hazır mısınız, sorun o...

- Hazırım... Ben biraz deliyimdir. Siz benim deli yanımı bilmiyorsunuz daha...

- Peki işiniz, asıl önemlisi sevgiliniz...

- İşimin canı cehenneme. Zaten bugün yarın çıkartacaklardı. Onlar atmadan ben ayrılırım şerefimle...

- Peki sevgiliniz?..

- Nasıldı o dizeler: Can çekişen aşkları vurmalı, Vurmalı ve sıradan bir intihar süsü verilmeli...

Akif Kurtuluş'un dizeleri yanılmıyorsam..

- Sevgilinizin yerinde olmak istemezdim...

- Nerede ve kaçta buluşuyoruz?

- Atatürk Kültür Merkezi'nin önünde, saat 12.00 de... Peki sevgilinize ne diyeceksiniz?

- Onu arar, her şeyi söylerim, o işi bana bırakın. Hadi, şimdilik hoşça kalın...

Ve birkaç dakika sonra telefonum artarda kez çaldı. Açmadım tabii ki, telesekreter devreye girdi.

Telesekreterin sesini iyice açtım. Konuşması tedirgindi. Beni incitmekten korktuğu belliydi:



Canım, birbirimizi çok sevdik, ama ne zamandır sevgimiz bizi korumuyordu. Son günlerde ikimizde çok yalnızdık.

Bitmesi ikimiz için de iyi olacak. Seni hep güzel anmak istiyorum. Uzun bir yola çıkıyorum. Beni merak etme ve bekleme.

Belki bir gün seni ararım. Hiç beklemediğin bir anda... Seni incittiysem bağışla.



Evet, ben de en az onun kadar deliydim. Hemen bavulumu hazırlamaya koyuldum.

Beni görünce ya mahvolacak ya da uzun yola çıkacaktık.

Birlikte ne zamandır çıkmayı düşlediğimiz, ama bir türlü çıkamadığımız o uzun yola...

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
25 Kasım 2009       Mesaj #1782
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Ne Zaman ÖleceĞİm

Sponsorlu Bağlantılar
Yıllar önce hastanede çalışırken, ağır hasta bir kız getirdiler. Tek yasam şansı beş yaşındaki kardeşinden acil kan nakli idi. Küçük oğlan ayni hastalıktan mucizevî şekilde kurtulmuş ve kanında o hastalığın mikroplarını yok eden bağışıklık oluşmuştu. Doktor durumu beş Yaşındaki oğlana anlattı ve ablasına kan verip vermeyeceğini sordu. Küçük çocuk bir an duraksadı. Sonra derin bir nefes aldı ve:

-"Şey! Eğer kurtulacaksa, veririm kanımı" dedi. Kan nakli ilerlerken ablasının gözlerinin içine bakıyor, gülümsüyordu. Kızın yanaklarına yeniden renk gelmeye başlamıştı bile. Ama küçük çocuğun yüzü giderek soluyordu. Gülümsemesi de yok oldu. Ve titreyen bir sesle doktora dönüp sordu:
-"doktor amca, ne zaman öleceğim?"

Ablasını yaşatırken, kendisinin öleceğini zannetmiş, buna
Rağmen kanını vermeyi kabul etmişti.


Alvarez Ocean - avatarı
Alvarez Ocean
Ziyaretçi
27 Kasım 2009       Mesaj #1783
Alvarez Ocean - avatarı
Ziyaretçi
Patates İle Soğan - Serdar Yıldırım



Patates ile soğan buzdolabında karşılaştılar.
Patates: “ Vay, soğan abi, nasılsın? “
Soğan : “ İyiyim patates, sen nasılsın? “
Patates: “ Sağ ol abi, benden bir şey iste. “
Soğan : “ Şuradan bir bıçak getir de soyayım seni. “
Patates: “ Lütfen, beni soyma abi, yoksa çürürüm. “
Soğan: “ Bir şey istedim olmadı. Şimdi sen benden bir şey iste. “
Patates: “ Sen bir bıçak getir, ben seni soyayım. “
Soğan: “ Emrin olur, al işte bıçağı getirdim. “
Patates: “ Boş ver şimdi bıçağı, seni soymaktan vazgeçtim. Kokutacaksın yine ortalığı. “
Soğan: “ Korkutacaksın yine herkesi demek istedin. Ben korkuluk muyum? “
Patates: “ Korkuluklar cansız olur. Sen olsan olsan sorguluk olursun. “
Soğan: “ Sorguluk mu? O da neyin nesi? “
Patates: “ Sorguluk yani sorguya çeken. Hakim gibi. “
Soğan: “ Teşekkür ederim. Düşüncemi okudun. Büyüyünce hakim olmak istiyordum ben de. “
Patates: “ Hakim mi? Zor olursun. Soğanlar için Hukuk Fakültesi yok ki. “
Soğan : “ Ne Hukuk Fakültesi be. Öyle değil. Ben dünyaya hakim olmak istiyorum. Fikirlerimi dünyaya yaymak istiyorum. “
Patates: “ Aynaya baktım seni gördüm. Fikirdaşız desene. “
Soğan: “ Fikirdaşız ama arkadaş değiliz daha. “
Patates: “ Oluruz canım, arkadaş da oluruz. Teklif benden gelmeli. Benimle arkadaş olur musun, abi? “
Soğan: “ Olurum patates, olurum. “

Daha sonraki günlerde patates ile soğan arkadaşlıklarını devam ettirdiler. Fakat bu arkadaşlık hep buzdolabının içinde sürüp gidemezdi. Zamanla buzdolabı onlara dar gelmeye başlamıştı. Madem fikirlerini dünyaya yaymak istiyordun önce buzdolabından kurtulmalıydın. Patates ile soğan elektriklerin kesik olduğu bir gün buzdolabından kaçtılar. Biraz sonra şehrin dar sokaklarında koşmaya başladılar.
Patates: “ Arkadaş, işte kurtulduk oradan, koşmak ne güzel. “
Soğan: “ Koşalım, hiç durmadan, yorulmak nedir bilmeden koşalım. “
Patates: “ Gün gelecek fikirlerimiz de böyle koşacak. “
Soğan: “ Biz koştuğumuz sürece fikirlerimiz de koşacak desene. “

Aradan aylar geçtikçe patates ile soğan pek çok yer gezip dolaştılar. Tanıştıklarıyla fikir alışverişinde bulundular. Bazı fikirlerine karşı çıkılsa da onlar bunu önemsemediler. Önemli olan diyorlardı, tarlaya bir tohum, yani beyne bir fikir atmak. Eğer fikir değerliyse, zaten o beyin o fikri kabul edip çoğaltacaktı, yeni fikir üretip geliştirecekti. Bu iş ne kadar zamanda olurdu, bakın onun orası belli olmazdı. Bir günde de olurdu, bir yılda da olurdu.

Evrende dünya nokta kadarcıksa, dünyada canlılar nokta kadarcıktır. Canlıların evrende ne kadarcık olduğunu düşünmek, bir bilinmezlik dışına atılman demektir. Eğer sen bir bilinmezlik dışına bilerek atılır, hamle yaparsan, kişisel sorunlarını aza indirmiş ve başkalarına faydalı olabilmeyi çoğaltmışsındır. Bu çoğalmalar ne kadar çoğalırsa, senin de fikirlerin o oranda çoğalır. Zaman hiç durmadan, yorulmak nedir bilmeden akıp gider. Zaman hep vardır ve yine var olacaktır. Zaman geçerken yorulmaz ama yorar da geçer. Canlıların doğması, büyümesi daha sonra da yaşlanması büyümenin durmasından, yorulmanın başlamasındandır. Sanatsal bir uğraş içine girmek, özde beynin dürtü oluşumudur. Bu uğraşın sevgi hamurunu yürek karar. İrade şemsiyesi, engel yağmurunu en az zararla atlatmanı sağlar. Başarı sana asla uzak değildir. Mutlaka bir gün gelir onunla kucaklaşırsın.


Serdar Yıldırım
fadedliver - avatarı
fadedliver
Ziyaretçi
2 Aralık 2009       Mesaj #1784
fadedliver - avatarı
Ziyaretçi
Acıdır maziye yeniden başlamak. Hatıraların arasından yenilerini çıkarmak. Gözler aranır eskiyi, yeniden yaşamak için. Elinden bir şey gelmez... Mazidir artık geçmişin. Dönüp bakmak istersin, ama arkanda artık bir şey kalmamıştır bile. Sen gittikten sonra, hüzünler sarar etrafı, her şey sensiz yaşamaya alışmıştır çoktan. Sen olmasan da olurmuş hayat bak! Olurmuş yaşamak... Yaşamanın böylesi görülmüşse eğer. Yaşamak buna denirse eğer. Ağlamaktan gözler kurudu sevgilim. Şimdi sessizce beklerim. Bir gün bende öleceğim. Sensiz uzaklara gideceğim. Şimdi ki gibi yalnız kalacak, yalnız yaşlanacağım. Umutlar zaten tükenmiş sen gidince. Şimdi bana ne kaldı sanıyorsun ardınsıra. Özlem bitti. Artık keder var yarınlarımda. Sen olmasanda yaşıyorum ben. Ölmek mi denir di yoksa... Ah, bilemiyorum... Ayrılık fena, acısı daha kötü. Maziyi düşünmeden geçen saniyeler yok zaten. Gitme derken sana bir defa bile bakmadın ardına. Bense hala seni düşlerim. Ne kadar acınası halime gülerim. Ben hala, ben hala aynı yerde sayıklarım. Yeniden alırım kalemi elime, yazmaya çalışırım seni kalbime. Sığmaz sözcükler bile, kalbimin her yerinde sen varsın diye. Susarım yine bakarım geleceğime, sen yoksun orada. Bakarım gökyüzüne milyonlarca yıldız arasından bulurum yine "seni". Bir de kendime bakarım ağlayacak gücüm kalmamış yanarım. Sessiz kuytu bir köşeye çekilirim. Açarım kalbimi sensiz gecelere. Geceler beni anlatır sana, avuturlar seni bana. Unuturum kendimi, dalarım yine uzaklara, senin olduğun anlara. Gözler görmez gerçekleri, sadece senin hayalini görür her yerde. Saklanır doğrular, yalanlara bırakır yerini ya da daha iyice söylenişi "belkilere". İnanır kendince bunlara bile. Aldırmaz söylenenlere. Yolunda güller açmasada artık yine de bir umut vardır her zaman için. Bir sevgi yeşertirim yeniden, aslında hiç solmayan içimde. Sevgimle büyütürüm yarım kalan haliyle. Bütün kalbimi veririm ona. Yarınlarda seninle olmanın umuduyla. Sevgileri yaşamak yanında. Her şeyin en güzeli olması dileğiyle. Bekleyeceğim ben yine "seni..."
Alvarez Ocean - avatarı
Alvarez Ocean
Ziyaretçi
2 Aralık 2009       Mesaj #1785
Alvarez Ocean - avatarı
Ziyaretçi
Robot Kartal - Robot Kartal Hikayesi



Profesör Jack Stingo üniversitedeki görevinden arta kalan zamanlarda laboratuvar haline getirdiği evinin bodrum katında çeşitli deneyler yapıyor, yeni buluşlar gerçekleştirmeye çalışıyordu. Son birkaç yıldır bütün dikkatini robot kartal yapımına vermiş ve çalışmalarını bu yönde yoğunlaştırmıştı. Gerçi şimdiye kadar iki robot kartal yapmış ve bunları şehrin varoşlarındaki evinin geniş bahçesinde uzaktan kumanda ederek uçurmuştu, ama onun asıl amacı bu değildi.

Profesör Jack Stingo sıranın son derece geliştirilmiş bir robot kartal yapımına gelmiş olduğunu biliyordu. Bu robot kartal diğer robot kartallardan pek çok farklı özelliklere sahip bulunacaktı: Kafasının içine yerleştirilmiş mini bilgisayar aracılığıyla bilmesi gereken tüm bilgilere sahip olacak ve bu bilgilerin ışığında kartallarla yakın ilişkiler kurarak onların yaşantılarını araştıracaktı. Edindiği izlenimleri kafasındaki mini bilgisayarda değerlendirip anında profesörün laboratuvarındaki bilgisayara geçecekti. Ayrıca gözlerindeki kameralar ile gördüğü her şey laboratuvardaki bilgisayarın ekranında profesörün görüşüne açık olacaktı.

Yeni ve değişik bilgiler öğrenmek isteği insan zekasının vazgeçilmez tutkusuydu ve bilinen ile yeterli kalınmayıp bilinmeyeni de bilmek için harcanacak çaba, insanoğlunun gelecekte edineceği yeni bilgilere atlama taşı olabilirdi, her yeni bilgi insanlığın yararına sunulabilirdi.

Profesör Jack Stingo üç yıl süren yorucu bir çalışmadan sonra, robot kartalın yapımını tamamladı; robot kartalı bahçeye çıkardı, laboratuvara döndü, bilgisayarın başına geçti ve uzaktan kumanda aletini çalıştırarak robot kartalın uçmasını sağladı. Robot kartal evin üzerinde birkaç tur attıktan sonra dağlara doğru yöneldi. Sarp ve yalçın kayalıklarda yaşayan kartalların arasına karışıp, onların yaşantılarını araştıracaktı. Robot kartal bir süre uçtuktan sonra çok yükseklerde geniş daireler çizerek uçmakta olan bir kartal gördü. Bu kartal ne yapıyordu böyle? Onun geniş daireler çizerek uçmaktaki amacı neydi? Bunu ona sormak lazımdı. Yükseldi. Kartalın yanına yaklaşınca:

“ Özür dilerim, niye dönüp duruyorsun orada? “ diye sordu. Bunun üzerine kartal sert ve çok şiddetli bir tepki gösterdi:

“ Sus, kaç oradan, işin yok mu senin? Defol git buradan…”

Robot kartal hemen oradan uzaklaştı. Bu ne biçim kartaldı böyle? Özür dileyip, niye dönüp duruyorsun diye sormuştu. Peki kartal neden onu kovmuştu? Robot kartal o geceyi sakin geçirdi. Ertesi sabah sarp ve yalçın kayalıklara yaklaşmıştı ki bir kartal yuvası gördü. Yuvada iki kartal ve bir yavru vardı, onlara doğru yöneldi. Aynı anda iki kartal yuvadan ayrılıp hızla uçarak robot kartalın önünü kestiler. Kartallardan biri:

“ Sen ne yaptığını sanıyorsun? Bu ne münasebetsizlik? Dün av takibindeydim, tam dalışa geçecekken beni lafa tuttun, avımı kaçırdın. Bugün ise yuvama gelmeye çalışıyorsun. Bunlar korkunç hatalar ve kesinlikle affı yoktur. Dünyanın neresinde yaşarsa yaşasın bir kartalın bunları bilmesi gerekir. Neden bilmem senin bu hataları bilmeden yaptığını düşünüyoru m. Eğer bilseydin karşımda böylesine soğukkanlı duramazdın. Şimdi hiçbir şey söylemeden çek git buradan ve bir daha karşıma çıkma. Üçüncü hatanda parçalarım seni.. Bak hala duruyor ” dedikten sonra robot kartalın üstüne atılmak istedi. Robot kartal aniden geriye dönerek, son sürat oradan kaçmaya başladı. Kartallar, robot kartalı bir süre kovaladıktan sonra yuvalarına döndüler. Robot kartal yarım saat kadar uçtuktan sonra bir dağın yamaçlarındaki kayalıklara indi. Çevre oldukça sessizdi. Kafasındaki mini bilgisayarda olayları değerlendirmeğe, tüm konuşulanları profesörün bilgisayarına geçmeye başladı. İşlem tamamlandıktan sonra hangi yöne doğru uçması gerektiğini bulmaya çalışırken, bir kartal sesi duydu.

“ Hey arkadaş!..Orada ne yapıyorsun? Yanına gelebilir miyim? “ Robot kartal başını sola çevirip baktı. İlerde bir kartal kayalıklara konmuş ve bir kanadını sallıyordu. “ Konuşmak istersen yanına gelebilirim. Gelmemi ister misin, arkadaş? “ Bu, robot kartalın arayıp da bulamadığı fırsattı.İşte fırsat ayağına kadar gelmişti.Buna şans denirdi ve bu şansı kaçırmazdı.

“ Gel arkadaş, gel, gel de konuşalım. ” Kartal uçtu, robot kartalın yanına kondu.

“ Bir süredir seni izliyorum, arkadaş. Az önce epey dalgındın, sanki gövden buradaydı, fakat aklın başka yerdeydi veya öyle gibi göründün bana diyelim. “

“ Söylediklerin bir şekilde doğru sayılabilir. Her şeyin bir nedeni vardır. Buradan hareketle geriye gidersen oluşa, ileri gidersen sonuca varırsın. “

“ Sonuca varmak o oluşun nedenlerini ortadan kaldırmakla ortadan kaldırmakla mümkündür. Öyle değil mi arkadaş? “

“ Çok çok doğru..Sözü fazla uzatmayalım. Ben Profesör Jack Stingo adındaki bilim adamı tarafından yapılmış olan bir robot kartalım. Kartalların yaşantılarını araştırmakla görevliyim. Dünyadaki kartalların sayısı giderek azalmakta. Bu durum insanlar tarafından biliniyor ve kartal nesli yok olmasın diye çalışmalar yapılıyor. Profesör benim aracılığımla elde ettiği bilgileri insanlığın görüşüne sunacak ve insanların kartallar hakkında bildikleri yeni bilgilerle pekişecek. Bu bilgilerin ışığında yapılacak çalışmalar, kartalların çoğalmasını sağlayacak. Bir kartal olarak böylesine faydalı bir amaca hizmet etmek görevin olmalı. ” Kartal bir süre şaşkın şaşkın robot kartalın yüzüne baktıktan sonra kendini toparladı.

“ Demek sen bir robot kartalsın. Oldukça değişik davranışlar içindeydin, fakat sen söylemesen
bir robot olduğunu anlayamazdım. Her neyse biz kartallar çoğunlukla gündüzleri avlanırız. Her kartalın ayrı bir av sahası vardır. Bir kartal başka bir kartalın av sahasına giremez. Bu yasaktır. Av peşindeyken ve yuvamızda dinlenirken rahatsız edilmekten hoşlanmayız. Eğer rahatsız eden olursa tepki görür, haddi bildirilir. Kendi aramızda pek itiş kakışımız olmaz. Bunun nedeni aile dışında çok nadir olarak iki kartalın bir araya gelip görüşmesidir. Bildiğin gibi kartallar göklerin hakimidir. Hiçbir uçan yaratık bizimle havada boy ölçüşemez. Yuvalarımızı dağların doruklarına, kayalıkların en sarp ve ulaşılmaz yerlerine yaparız. Oralarda yabancı gözlerden uzakta yaşarız. Bazen nereden bilmem çıkar bir yılan yuvadaki yumurtalara musallat olur. Yuvada üç yumurta olsa birini, ikisini garanti bu yılanlar kapar.
Bir an bile boş bulunmaya gelmez yuvada yumurta varken. Biz de her gün pek çok yılan avlarız fakat çabuk ürediklerinden sayıları hiç azalmaz bu yılanların. Hani olsa bir türlü olmasa bir türlü..Bir de insanlar tüfeklerle vururlar kartalları, öldürürler..Kartal eti yemezmiş insanlar peki neden öldürürler o zaman kartalları? Hayır, böyle anlamsız şey olmaz. Kartallar olmasa her taraf yılan, çıyan dolar. Tarla faresine adım başında rastlanır. Bu tarla fareleri bir çoğalsalar ne tarla kalır, ne bağ, ne bahçe. Bütün mahsulü silip süpürürler. Bunun sonucu aç kalan yine insanlar olur, benden söylemesi. ”

Daha sonraki konuşmalar soru-cevap şeklinde oldu. Robot kartal kafasına takılan konuları kartala sordu, o da bu soruları cevapladı. Bir süre daha konuştuktan sonra robot kartal:
“ Bu kadarı yeterli, teşekkür ederim, arkadaş ” dedi. Kartal: “ Asıl ben teşekkür ederim, arkadaş ” dedi ve uçup gitti. Robot kartal hemen konuşulanları profesörün bilgisayarına geçti. Birkaç gün daha çevrede gözlemlerini sürdüren robot kartal profesörden görev tamamlandı sinyalini alınca dönüş yolculuğuna başladı. Elde edilen bilgiler profesör tarafından derlenip toparlandıktan sonra yayım yoluyla insanların görüşüne sunulacaktı.
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
2 Aralık 2009       Mesaj #1786
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Ömrü zaten üç gün olan kelebek papatyaya aşık olur.
Her an yanındadır ama bir türlü söyleyemez onu sevdiğini.
Derken kelebeğin ölüm zamanı gelir.
Son nefesini verirken SENİ SEVİYORUM der papatyaya.
Papatya sadece bende diyebilir ve kelebek ölür.
Neden daha önce onu sevdiğimi söyleyemedim diye çok üzülür ve yolmaya başlar yapraklarını.
Dökülen her yaprakta SENİ SEVİYORUM der.
O günden sonra sevdiğine soramayan herkes papatyalara sorar,seviyor mu sevmiyor mu diye...
BiRuMuT - avatarı
BiRuMuT
Ziyaretçi
28 Aralık 2009       Mesaj #1787
BiRuMuT - avatarı
Ziyaretçi
Bizi Affet!
En son ne zaman üstüne titremiştik? Ne zaman değerli kılmıştık? Ucuzlatmadan, ayaklar altına almadan en son ne zaman gerçekten yaşayabilmiştik?

Bizler, aşkı şimdi bulunduğu yere getirenler, suçluyuz. Birisini sevmeyi unuttuğumuz için, bencilliğimizi aşka karıştırdığımız için suçluyuz.

Kimler sildi aklımızdan saflığı? Biz bu kadar kirlenmiş çocuklar değildik? Zaten ne ara büyüdüğümüzü bile anlayamamıştık, sevdayı siyaha boyamayı ne zaman öğrendik? Düşlerimiz yok muydu? Yan komşunun oğluna gönlümüz kaydığında, saatler boyu yol gözlediğimizde, taşıdığımız aynı kalp değil miydi? İlk öpüştüğünüz günü düşünün. Ellerinizin nasıl terlediğini, yüzünüzün kızardığını, koşarak eve kaçtığınızı hatırlamıyor musunuz?

Yan yana yürürken ellerin çarpışması için ettiğimiz duaları, sinemada sarılmasını beklerken filmi kaçırmayı, ilk randevuların pastanede olmasını, unuttuk mu? Birlikte içilen gazozun, şimdi içilen en pahalı şampanyadan bile lezzetli olduğu o yıllarda yaşayan da bizler değil miydik? Sevişmeyi öğrendiğimiz için mi bozuldu hepsi?

Eve geç kalıp babadan dayak yeme riskini göze almak, sevgiliyle beş dakika daha fazla olabilmek için değil miydi? Cep telefonumuz olmadan, saatler boyu sabırla buluşma yerinde bekleyebilmek için, aşktan başka neyi olabilir ki insanın? Altımızda son model arabalarımızın olmadığı zamanlarda, uzun yürüyüşler yaparak ulaştığımız çay bahçelerini, şimdi gitmeye değer bulmamak, bizim neye dönüştüğümüzü gösterir?

Bizler, kendimizi kirletirken, bize inanan aşkı da lekeledik. Onu parçalamak için uğraştık. Egolarımızı sevginin önüne koyduk. Yalan söyledik, aldattık. Gözlerimiz döndü para diye, aşkı üç otuza sattık.

Anılarımıza sahip çıkmadık. Kimseyi hatırlamadık. O kadar bulandı ki yaşadıklarımızdan aklımız, emek verenlerin üstüne bastık. Her ilişkimizi çıkar üstüne kurduk. Karşılıksız yapılan ne varsa, hepsine gülerek baktık. Alay ettik, aramızda biraz temiz kalmış kim varsa ve daha acısı, bunu yaparken hiç utanmadık.

Bizler, önce kişiliklerimizi kaybettik. Sahte özgüvenlerle yollara çıkıp, satın aldıklarımızla var olabildik. Sonra kalplerimiz bozuldu, abdaldık, aptal olduk. Sonunda kör olmayı becerdik. Baktıklarımızın gerçek olmadığını, masalların birer yansıması olduğunu fark edemedik. Kendimizle o kadar ilgiliydik ki, aynadaki yansımamızdan başka bir şey sevemedik. Sen bizi affet Tanrım, sanırım biz aşkı kaybettik….
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
5 Ocak 2010       Mesaj #1788
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
MACARİSTAN’DA BİR MEZAR TAŞI

Son Budin Valisi Arnavut Abdurrahman Abdi Paşa
“Kahraman Düşmandı, Rahat Uyusun!”
145 sene eyalet merkezimiz olan, 6 defa muhasara edilip bizde kalan Budin"in son Osmanlı valisi Arnavut Abdurrahman Abdi Paşa idi. 1686 Eylül ayının ikinci günü, 2 ay 14 gün dayandıktan sonra düşen Budin"de Osmanlı"nın hiç esiri ve yaralısı yoktur. Başta 70 yaşındaki kale kumandanı Abdurrahman Abdi Paşa olmak üzere, hepsi Bali Paşa Meydanı"nda vuruşa vuruşa şehit olmuşlardır. Kanuni"nin ilk girişinden itibaren sayarsanız 160 sene, resmi egemenliğin başlamasından 145 yıl sonra Budin kalesi düşer.

Osmanlı Devletinin Son Budin Beylerbeyi, Budin eyaletindeki son valisi ve meşhur Budin kahramanı. Arnavut Abdurrahman Abdi Paşa (? - 2 Eylül 1686) aslen yeniçerilikten yetişmiş bir askerdir. Doğum yeri ve tarihi bilinmemektedir. Yüksek zekası ve kabiliyeti ile 1668 yılında Yeniçeri ağası oldu. Girit savaşlarında büyük kahramanlıklar göstermesi üzerine vezirlik rütbesine terfi etti. Bundan sonra sırasıyla; Bağdad, Mısır, Bosna ve Budin valiliklerinde bulundu. 1684 yılında Halep valiliğine, aynı yıl tekrar Budin valiliğine tayin edildi. Budin valisiyken az bir kuvvetle 1686 yılında doksan bin kişilik Haçlı ordusuna karşı durdu. Düşmanın teslim tekliflerini geri çeviren Abdi Paşa, 1686’da çıkarma harekatı yaparken şehid oldu. Bu sırada 70 yaşlarındaydı. Haçlı ordusu ancak bundan sonra şehre girebildi.
Macarlar ise Paşa’nın kahramanlığını asırlar boyunca unutmadılar ve şehit düştüğü yere üzerinde son derece anlamlı ifadelerin yazılı olduğu bir mezartaşı diktiler.
Bu taşta "145 yıllık Türk egemenliğinin son Budin Valisi Abdurrahman Abdi Arnavut Paşa, bu yerin yakınında 1686 Eylül ayının 2. günü öğleden sonra yaşamının 70. yılında maktul düştü. Kahraman düşmandı, rahat uyusun!" yazılıdır.


Kaynak:Rehber Ansiklopedisi
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
fadedliver - avatarı
fadedliver
Ziyaretçi
25 Ocak 2010       Mesaj #1789
fadedliver - avatarı
Ziyaretçi
Kocam bir muhendisti. Onunla sâkin tabiatini sevdigim icin evlenmistim. Bu sâkin adamin gogsune basimi koymak icimi nasil da ısıtırdı.

Gel gor ki iki yil nisanlilik ve bes yil evlilikten sonra bu sâkinlik beni yormaya baslamisti. Esimin -bir zamanlar cok sevdigim bu özelliği artık beni huzursuz ediyordu.

Is iliskiye gelince oldukca icli, hattâ asiri hassas bir kadinim. Romantik anlara, kucuk bir cocugun sekere duskunlugu gibi can atıyorum.
Oysa kocamin sakinligi, baska bir deyisle vurdum duymazligi, evliligimize romantizm katmamasi Beni aşktan almis, uzaklastirmisti.
Sonunda kararimi ona da acikladim: bosanmak istiyordum. Saskinliktan gozleri acilarak 'niye?' diye sordu.
'Gercekten belli bir sebebi yok' dedim, 'sadece yoruldum.' Butun gece agzini bicak acmadi. Dusunuyordu. Bu hâli ise hayal
kirikligimi daha da artirmaktan baska bir ise yaramiyordu: iste, sıkıntisini disari vurmaktan bile aciz bir adamla evliydim.
Ondan ne bekleyebilirdim ki!
Sonunda sordu: 'seni caydirmak icin ne yapabilirim?' Demek ki soyledikleri dogruydu: insanlarin mizaci asla
degistirilemiyordu. Son inanc kirintilarim da kaybolmustu. 'Iste mesele tam da bu' dedim. 'Sorunun cevabini kendin bulup kalbimi ikna edebilirsen kararimdan vazgecebilirim.' 'Diyelim dagin tepesinde bir ucurum kenarinda bir cicek var.
O cicegi benim icin koparmak, dusup vucudunun butun kemiklerinin kirilmasina, hattâ olumune mâl'olacak. Bunu benim icin yapar misin?'
Yuzumu dikkatle inceledi ve 'Sana bunun cevabini yarin verecegim' dedi. Bu cevapla son umidim de yok olmustu.
Ertesi sabah uyandigimda evde yoktu. Bos bir sut sisesini mutfak masasinin uzerine koymus, altina da bir not birakmisti.
'Sevgilim' diye basliyordu, 'O cicegi senin icin koparmazdim' Kalbim yine kirilmisti. Okumaya devam ettim.
'Cunku her zaman yaptigin gibi bilgisayarin altini ustune getirip cokerttikten sonra monitorun onunde agladiginda, onu tekrar duzeltebilmem icin ellerime ihtiyacim var.'
'Anahtarlari her zaman evde unuttugunu bildigimden, senden once eve varabilmem uzere kosmam gerektiginden bacaklarima ihtiyacim var.'
'Arabayi kullanmayi cok sevdigin halde sehirde hep yolu kaybettiginden, yolu gosterebilmem icin gozlerime ihtiyacim var.'
'in her ayki ziyaretinde sebep oldugu, karnindaki kramplari rahatlatabilmem icin avuclarima ihtiyacim var.'

'Evde oturmayi sevdiginden, ice kapanikligini dagitmak, can sıkıntini hafifletmek uzere sana sakalar yapabilmem, hikâyeler anlatabilmem icin agzima ihtiyacim var.'

'Sabahtan aksama kadar bilgisayara bakmaktan gozlerinin bozulmasi kacinilmaz oldugundan, yaslandigimizda tirnaklarini kesebilmem, saclarinda -gorulmesini istemedigin- beyaz telleri ayiklayabilme merdivenlerden asagi inerken elini tutabilmem, ciceklerin renginin -
gencliginde senin yuzunun rengi gibi oldugunu soyleyebilmem icin gozlerime ihtiyacim var.'

'Ama seni benden daha fazla seven biri varsa, evet o ucuruma gidip, o cicegi senin icin koparirim bir tanem.'

Baktim, mektuptaki yazinin murekkepleri yer yer dagiliyordu. Goz yaslarim mektuba dusuyordu. 'Mektubu okuduysan ve kalbin ikna olduysa luften kapiyi ac canim. Cok sevdigin susamli ekmek ve taze sutle kapida bekliyorum.' Kosarak kapiyi actim. Endiseli bir yuzle ve ellerinde sıkıca tuttugu susamli ekmek ve sutle kapinin onundeydi.

Artik cok iyi biliyordum: beni ondan daha cok kimse sevemezdi. O cicegi ucurumun kenarinda birakmaya karar verdim.
Bu gercek askti.

Ilk yillardaki heyecanlar icinde gormeye alistigimiz askin, seneler sonra o heyecanlar kaybolup gittiginde, huzur ve durgunluk icinde dehep var olmaya devam ettigini goremeyebiliyoruz.
Oysa ask hep vardir. Belki artik heyecansiz, belki artik romantic degil... Belki sıkıcı, tekduze, hatta belki yuzsuz... Ama hep oralarda bir yerdedir.
Cicekler ve romantik dakikalar iliskinin baslamasi icin elbette gereklidir. Bir zaman sonra bunlar gitse de gercek askin sutunu ebedi kalir.

Hayat tam da boyle bir seydir.
fadedliver - avatarı
fadedliver
Ziyaretçi
2 Şubat 2010       Mesaj #1790
fadedliver - avatarı
Ziyaretçi
Damla damla birikti karanlıklar,bitimsiz oldu sonra...Çıkmaya çalıştım bu dipsiz kuyudan.Tutundum yanlara,çekmeye çabaladım kendimi yukarıya



Yapamadım...


Daha düşüşüme anlam veremiyorum,burdan nasıl çıkarım?
Çarpıp çıktığın kapı aralığında tutsaktım en son...Mevsim değişti sandım,meğer sana üşümüşüm.Sonra efkar bastı evi,dağıttım biraz ortalığı...Baktım yalnızlık boyumu aşmış,bende anılarla vedalaştım.


Her vedada ölür mü bi' parçası insanın?
Ölürmüş...


Mevsimlerde hazandı ama yapraklar düşmemişti daha.
Ellerimde bir terkediş,mıhlandım sokağa...
Buruk bir gidiş duruyordu orta yerde ve ben kabullenmiyordum.


Koşar adım geçtim ışıklı caddelerden,sokağının dönemecine kadar soluk bile almadım sana gelirken.Kapıyı açınca gördüm seni -belki görmesem daha iyiydi-
Gidiyorum diyordu gözlern ve ben durduramıyordum bakışlarını...


Mevsim sana ayazdı,rüzgar birbirine kattı ortalığı...
Uğultusu sağır etti kulakları,bense duymuyordum kendi çığlığımı haykırmaktan



Sen duyuyor musun?


Yerlebir oldu eşyalar,hepsi birer birer attı kendini yere.Benim gibi...
Engel olmak istemedim gidişine hiç,benim korkum kendime...


Debeleniyor aramızda ayrılık kal diye,ben onu çekiyorum yolundan...


Kendime bavulunda yer ararken yakalıyorum beni,ve utanıyorum
Firar saatlerime saklanıyorum sonra,usulca alıkoyuyorum bedenimi ayaklar altından...
Tek kelime etmesende anlaşılır sözlerin.Bir eksiliş oluyorsun ses etmeden ömrümden...
Hadi vedalaş kendinle içimde
Bir güle güle yok mu bana
Y(Ç)ok mu?


Yaprak misali düştüysem başaşağı,
Ve tutunamadıysam
Hatta ağladıysam bir yandan
Gücüm yettiğince bir hevesle kaldırdıysam başımı
Son seslenişiydi bu nefesimin,
Sana dairliğimin son perdesiydi
Alıntı...

Benzer Konular

3 Aralık 2006 / Misafir Genel Mesajlar
16 Mayıs 2014 / NihLe Müslümanlık/İslamiyet
11 Haziran 2013 / Misafir Forum Oyunları
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar
20 Haziran 2012 / ThinkerBeLL Edebiyat