Arama

Sizin Yazılarınız - Sayfa 14

Güncelleme: 14 Eylül 2014 Gösterim: 56.654 Cevap: 157
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
29 Ağustos 2009       Mesaj #131
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Yavaş yavaş tırmanıyordu merdivenleri birazdan dönüp sınıfa girecekti,anlamsız birgün daha başlayacaktı...
Kapıda bir süre seyretti liseli kız,sınıf aynı sınıf sıra aynı sıraydı.
Sponsorlu Bağlantılar
Değişen tek şey liseli kızın umutlarıydı....
Birkaç gün canlandı gözünün önünde,her zamanki gibi camdan dışarıya bakıyordu,okul kapısında sevdiğinin gelmesini bekliyordu..
Son derse girdiklerinde yerinde duramıyordu,birazdan buğulu camdan sevdiğini görecekti..
Ders boyunca hep okul kapısına baktı liseli kız...
Ama boşunaydı gelmemişti...
Her zamanki coşkunluğuyla merdivenleri indi hızlı hızlı,
Uzakta evinin yolunda ne oldu,neden neden gelmedi bugün diyordu...
Belki bir işi çıkmıştı,belki geç kalmıştı...
Tesellilerle kendini avutarak mahalleye gelmişti.
Fakat o da ne!!!....
Neydi bu sevdiğinin evindeki kalabalık,bir anlam veremedi liseli kız...
Dayanamadı yolda oynayan bir çocuğa sordu...
Birden elindeki kitaplar düştü....
Öylece kalakaldı liseli kız.
Gözleri kararıyordu..Bir ağaç fidanı gibi sokağa düşüverdi...
Gözlerini açtığında annesini gördü,ne oldu hastamısın?? diyordu...
Konuşmak istememişti liseli kız ama tıkandı...
Birden hıçkıra hıçkıra aağlamaya başladı,Kimse bir anlam veremiyordu...
Ne oldu??,neden??,niye?? ağlıyordu liseli kız.....
Sevgilisine ağlıyordu!!!....
Genç yaşta sevgilisinin yanına geç kalmasın diye acele eden,
Ve yolda arabanın sesini bile duymayıp hain bir arabanın altında kalan,
Kara toprağa düşen sevgilisine ağlıyordu....
Sınıf aynı sınıf sıra aynı sıraydı....
Geçti oturdu cam kenarındaki yerine ve yine seyrediyordu okulun kapısını..
Bomboş bekliyordu..
O da ne!!!....
Sevgilisi kapıda el sallıyordu.
Hızla kalktı liseli kız,kırılan camların sesini duymadan...
Bırakıverdi kendini boşluğa...
Ağlıyordu sınıf arkadaşları,başına toplanmışlardı..
Oysa cam kırıkları içinde camlar arasında gülüyordu liseli kız...
Bembeyaz gelinliğini giymişti..
Belki hiç kimse öğrenemeyecekti,
Okulun kapısından el ele çıkan,
Liseli kızla sevgilisini...
Ecelin bile ayıramadığı bu sevgi,
Tüm sevenlere ibret olsun diyordu!!!....

alıntı değildir arkadaşlar bu olay 1999 yılında okuduğum okulda yaşanmıştır çok etkilendiğim için kaleme döktüm..şimdide sizlerle paylaşmak istedim umarım sizlerde sizleri gerçek sevenleri bulur her daim mutlu olursunuz sevgiyle kalın..
dağlı - avatarı
dağlı
Ziyaretçi
2 Eylül 2009       Mesaj #132
dağlı - avatarı
Ziyaretçi
YERALTI DÜNYASI
Yeraltı dünyasında insanlar acı ve korku için de yaşamaktalar. Can güvenlikleri sağlanmaksızın her gün cinayet işlenmektedir. Derin devlet politikasında çalışan şef vatani görev için üç çocuk yetiştirme yurdundan alıp eğitip ve büyütmektedir. Bir gizli görev için bu üçünü kuzey Irak'a gündedir İst. sokaklarında geçen bu hikâye mafyalara dayanmaktadır. Küçük mafyalardan oluşan çeteler Türkiye’nin en büyük mafya babalarına dayanmaktadır yedi sekiz gurup adamlar konseyde toplanıp uluslar arası silah kaçakçılığı vb. gibi şeyler Şef üçünü de bir gizli görev için yeniden Türkiye’ye çağırır.
Sponsorlu Bağlantılar
3 yıldır yazıyorum 80 bölüm tamamladım yapımcı arıyorum, beni aramalısınız çünkü bu searyo rektin rekorlarını kırıp geçecek
Son düzenleyen dağlı; 2 Eylül 2009 17:12 Sebep: Mesajlar Otomatik Olarak Birleştirildi
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
12 Kasım 2009       Mesaj #133
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
2004 senesinde eski eşimin tecavüzüne uğradım ve o gün onla olan tüm sevgi bağım bitmişti.Sadece oğlumun babasıydı artık.Yüzünde nefretten başka birşey yoktu...

Bir daha onu hiç affetmedim ve sevmedim.Aşk değildi sadece bir aışkanlıktı ama benim hayatımı mahveden bir alışkanlık.

Bir sürü kredi çektirmiş ve hiçbir kredi kartını zamanında ödememişti

Hiçbir suçlamayı kabul etmiyor daima beni haksız çıkartıyordu ve ben o evin içinde sadece hizmetçiydim...Devamlı hakaret edip alay etmekten onur kırıcı sözler sarfetmekten bıkıp usanmadığı...
Gece yarısı sinirlenip bazen yalnız bazende bebeğimle bırakıp çekip gittiği çok olmuştur.Bir gün VW golf arabamızı satmak için araba pazarına gitmiştik ve o beni arabanın başında 2 saate yakın bir sürü adamın ortasında tek başıma bıraktı.Döndüğünde ise sadece ona neden geç kaldın huzursuz oldum bunca adamın içinde dediğimde benimle kavga etti ve bu uzun sürdü.Akşamına babam bizi yemeğe götürüyordu ve camdan dalgın dalgın bakarken beni ailemin yanında azarladı sokaktaki arabaların içindeki adamlara mı bakıyorsun diye...Ve babam onu çok kötü bozdu.Kızımı oto pazarında 2 saat tek başına bekleten adamın kıskanmaya hakkı yoktur dedi...Doğruydu.Çok ağlamıştım babama çünki bana ters gelmişti.Böyle yetiştirilmedim ben.Benim babam annemi hiçbir zaman yanlız bırakmadı ama benim eşim bana çok derin ve telafisi olmayan yaralar açtı...

Bir Ramazan Bayramıydı...Ve ben, annem ve bebek oğlum o sene en kötü bayramı geçirdik.Çünki arefenin öncesinde son iftar sofrasını hazırlamış bebeğimle beraber kocamı bekliyordum.Geldi ve sadece çorba tam ısınmamıştı ateşteydi.Annemle beraber bir sürü yemek yapmıştık ve canım annem hep bana fazlasıyla yardım ederdi, sırf bana laf söylemesin kızmasın diye...Çorbanın daha ısınmamasını bahane eden eşim oğlumla beni döverek kapının önüne attı. oğlum 2 yaşına geliyordu ve onu emziriyordum.Yaşadığım en acı olaydı,beni ve oğlumu defalarca sarsmış ve sokağa atmıştı.Bunu da mı görecektim...Neler hissettiğimi anlamanız imkansız ve anlamanızı asla istemem.O güne değin aileme tekbir kelime etmeyen yediğim dayakları,duyduğum hakaretleri söylemeyen ben oğlumla beraber boynumuzu eğmiş beş kuruşsuz kapıda kalmıştık ve gidebileceğimiz tek yer annemin eviydi.İyiki vardı ve zaten hep her sıkıntımda o vardı ve ona birşey olursa ben asla mutlu olmam ve o kadının hakkını ölsem ödeyemem...
Annem aynı apartmanın 5.katında oturuyordu ve oğlumla ayağımda terliksiz anneme çıktık.Bunları yıllar sonra hiç ama hiç hatırlamak istemezdim ve neden hatırladığımı henüz bilmiyorum...Sadece ağlıyorum boşa geçen onca seneme ve savaş alanına döndürülen yakılıp yıkılan duygularıma...Nefretime....Ona ait tek bir damla sevgim yok yok işte zorlasalar bile olamaz.Ayrıldıktan sonra 2007 yılında msn de tanışıp aşık olduğum adamı ondan milyonlarca defa daha fazla seviyorum ne pahasına olursa olsun...
İçimden bunu söylemek geldi...O bile beni eski eşim kadar üzemedi...
Neyse,anneciğim ve babacığım perişan oldular hemen o gün Kuşadası'na gittik.Kıştı hava soğuktu.Teyzemler de geldiler.Ve o Ramazan bayramı bize zehir oldu ağlamaktan...Henüz yürümeye başlayan canım oğlum,canım annem,canım babam ve ben...İfadesi yok...Şu an bile düşündüğümde beni kahrediyor.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
15 Kasım 2009       Mesaj #134
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Görmedin mi Yukardaki Güneş,i
Hissetmedinmi Yüzüne Vuran Rüzgarı
Islanmadınmı Yağan Kar tanelerinde..Yağmur Tanelerinde..
Çiçeklerin Güzel Kokularını hiçmi İçine Çekmedin..

Hepsi Bendim Sen bilmedin.
Aslında Gökyüzüde Sendin
Rüzgarda Sendin
Yağan karlar,da Yağmurla,da Hep Sendin Söyleyemedim.
KoZMiK BiLincH - avatarı
KoZMiK BiLincH
Kayıtlı Üye
1 Nisan 2010       Mesaj #135
KoZMiK BiLincH - avatarı
Kayıtlı Üye
DÜNYA’YA AÇIKLIYORUM:

Çok Büyük Adamız Biz Var Ya..” Serisinden / Bölüm 1

- Evvelâ Delikanlıyız -

İlk Türk Devleti olan, Asya Hun Devleti’nden Osmanlı’ya, Osmanlı’dan günümüz Türkiye’sine kadar hep delikanlı olduk biz. Kanımızda vardı bu bizim. Ayrıca öyle kopyacı, kolpa delikanlılar gibide takılmadık biz. Bunun için dilimize ince ayar bile çektik ki, faaliyetlerimizi gösterirken akılda kalsın, namımız yürüsün.

Mesela;
“Destuur” dedik, bir tekmede kırdık kapıyı, girdik içeriye.
“Hayda bre” dedik, çaktık el enseyi rakibe.
“Kes lan” dedik, bastık tokadı densize.
”Savun köpek” dedik, vurduk kılıcı namerde.
“Ayyttt ulaaann” diye naralar attık, inlettik mahalleyi gür sesimizle.

Gel zaman git zaman, devir değişmeye başladı. Baktık kalabalıklaşıyoruz iyice, dedik organize olalım. Topladık çevreden 50 kişiyi, Mafya Babası olduk. Eğer 50 kişi bulamadıysak, topladık 10 kişiyi, Çete Babası olduk. Diyelim ki onu da bulamadık. Yılmadık. Evlendik, çoluk çocuk yaptık. Gittik Aile Babası olduk. Ne babası olursak olalım, aynı dili, ancak imkânlar gereği farklı silahları kullandık. Mafya Babası isek, sağ kolumuza emrettik:

- Sık lan kafasına dedik.

Çete Babası isek, az adamımız olduğundan, hepsinin birer sağ kol olduğunu hesaba katarak:

- Toplayın lan bütün tinerli bezlerle bıçakları dedik.

Aile Babası isek, fırlattık TV kumandasını ufak oğlana:

- Ders çalış lan dedik.

Hep baba değildik tabi. Bazı dönemlerin halkları, kabadayı diye adlandırdı bizi. Ama hamurumuz hiç değişmedi yani. Delikanlıydık biz. Hiç taviz vermedik kanımızın deliliğinden.



Eğitime çok önem verdik. Her yere mektepler açtık. Köprü Altı Ana Okulundan tut ta, Köy Kahvesi Endüstri Meslek Lisesine. Mahalle Yiğidi Meslek Yüksek Okulundan, Büyük Şehir Mafyası Yüksek Lisans Kurumlarına kadar her yerde adam yetiştirdik. Racon diye bişey yazdık, sonra 7/24 bu müfredatı işledik derslerimizde. Bu derslerle, bu okullardan çıktı Battal Gaziler, Yandım Aliler, Polat Alemdarlar.

Bu okullarda verilen derslerin tamamını sizinle paylaşmak isterdim ama yapamam. Çünkü delikanlı dediğin dersi mektepte öğrenir. Bilgisayar yada kitap başında delikanlı olanlara pek itimat etmeyiz biz. Onlar bizim için ya klavye delikanlısıdır. Ya da hanım evladıdır*.

Çaktırmadan Not*: Ya şu hanım evladı tümcesini hiç bi zaman anlayamadım ben. Şimdi fason delikanlılar hanım evladı oluyosa, bizi erkeklermi doğurmuş oluyor !? Neyse, fazla kurcalamamak lazım. Vardır büyüklerimizin bi bildiği.

Ama yinede size kıyak olsun diye, bu derslerin bazı konu başlıklarından bahsedicem ben.

-Delikanlı Adam Tespih Sallar-

Ama öyle 99 taneli olandan değil hee.. 33 taneli bile bozar delikanlıyı. Bu sayılarda taşı olan tespihler, çekilmek için kullanıldığından, saygısızlık edilmiş olunur ki, bi delikanlı kutsal değerlere asla saygısızlık etmez. Hemen kırar 33 taştan bir tanesini, öyle sallar tespihi. Lakin burada ince bi nokta vardır. Eğer kazayla iki tane kırılırsa, delikanlı hemen atar o tespihi. Çünkü ortaya çıkan sayı, bir delikanlının matematiğinden kesinlikle silinmiş olan sayıdır ve racona terstirJ Delikanlıyı bozar.

-Delikanlı Adam Racon Ağzı Yapar-

Al sana bi önemli ders daha. Ağzı külhanbeyi olmayan, delikanlıda olamaz. Cümlelerini dikkatli kullanacak delikanlı. Nerde alakasız, saçma sapan, birbiriyle uzaktan yakından akrabalığı olmayan kelime varsa bir araya getirecek. Öyle bir cümle kuracak ki, 237485291 manada anlaşılabilecek bu cümle J
Mesela yeni bitmelerden biri, kahvede oturmuş aşk acısı çekiyor. Delikanlı adam bu gözlemi yaptıysa eğer, hemen ayağa kalkar ve tüm kahveye hitaben bi cümle patlatıverir.
- Her aşk bir gün biter. Her dertte bir gün biter. Artistliğe ne gerek var ulan. Efendi olun yeter.
(yürü be aslanım, ormanın yansın J)


-Delikanlı Adam Emanet Taşır-


Ateşli silahları, hem kolay temin edilmediğinden, hem de biraz masraflı olduğundan tercihimiz dışında tutarız. Bıçak, Tırnak Makası, Tornavida, Topsuz iğne gibi emanetlere onay verebiliriz. Bu emanetlerin bazılarının ne işe yaradığını henüz bizde bilmiyoruz. Ama araştırmalarımız sürüyor. Öğrenince sizinle de paylaşırız elbet. Yalnız şu konuya da dikkat çekmek icap ediyor. Bi delikanlı kalkıpta;
- Bize canımız emanet. Başka emanete gerek yok.

Derse eğer, yine eyvallah deriz. Çünkü o da bi nevi Racon Ağzı yapmış olur.

-Delikanlı Adam Namusuna Düşkün Olur-

Bak bu en önemlisi! Bir delikanlının ailesine, sülalesine, hatta mahallesine mensup olup ta, yaşamını sürdüren bir bayan varsa, işi zordur. Çünkü delikanlının hayatında var olan tüm bayanlar, kuşatmaya maruz kalmış Viyana kadar baskı altındadır. Hele birde kız kardeşi varsa bu delikanlının, Dünyadaki tüm erkekleri uyarıyorum.! O kıza yaklaşmayın.! Hiç kimse bir delikanlının kız kardeşiyle ciddi ya da gayri ciddi bir ilişki kuramaz. (Kız rahibe olacak galiba:)

Öğrenci sorar: Ya hocam, iyi diyorsun, güzel diyorsun da, hemen hemen her delikanlının bi sevgilisi var. Peki bu kızların abileri, babaları yok mu ? Delikanlı, kendi kız kardeşine hiçbir erkeği yaklaştırmazken, kendisi başka erkeklerin kız kardeşleriyle neden ilişki kurar ?

Delikanlı Hocası Cevap Verir : Eee.. Şeyy.. Iıı……. Sanane lan.. Racon Müfredatına yeni bi ders daha ekliyorum bugünden itibaren.. Delikanlı Adam Soru Sormaz..!!!
Msn Happy


Kozmik BiLincH'in "Çok Büyük Adamız Biz Var Ya" İsimli Kitabından Alıntıdır



DÜNYA’YA AÇIKLIYORUM:

“Çok Büyük Adamız Biz Var Ya..” Serisinden / Bölüm 2


- Manyak Devlet Yönetiriz -



-Manyak DevLet Yönetiriz-


Bi kere her birimiz potansiyel başbakanız. Tek eksiğimiz, halkın %99.99’luk kesiminin bizi tanımıyor olmasıdır, ki biz bunu asla dert etmeyiz. Kahvehanede (mecliste=) bi oturuşumuz vardır ki, görmen lazım. Bide bizi dinlicek 3-5 kişi varsa masada, seyret sen cümbüşü. Hemen çayımızı söyler, sigaramızı yakar, başlarız siyasete.

- Arkadaş, bu devlette harbiden iş yok ya.. Gördünmü bak asgari ücrete zam yapçaz diye diye heyecana verdiler milleti, sonra çaktılar % 5 zamla espriyi. Sadaka veriyolar sanki.. Ulan ben olucam başta var ya... Ne Amerika tanırım ne Avrupa. Önce yabancı yatırımcıyı kovarım ülkeden. Ne yani, benim vatandaşım burda işsizlikten kırılsın, onlar Türkiye'yi parsel parsel kapatsın. Yok ya... Neyse, alayını sınırdışı ettim. Hemen görevlendiririm her şehirde bir kadroyu, nerde bor, uranyum, tranyum, falan filan varsa hepsini çıkarır işletirim.

- Valla haklısın abi.. Büyük hazinelere sahibiz..

- Hazine demişken.. Burası ne toprağı? Osmanlı dime. Osmanlı'nın mali durumu nasıldı? Zengindi. E kefenin cebi varmıydı? Yoktu. Demekki bu adamlar ölürken o kadar altını kefenleyip götürmediler. Peki ne yaptılar? Topraklarımıza gömdüler. Bide bunlar için bi ekip oluşturup altınlarıda çıkarttımmı, al sana dış borcu tamamen kapıcak para. Kimseye muhtaç olmadan bak dalgana. Gelen her vergi cukka kasaya. Ondan sonra da zam yapılcaksa emekliye, işçiye, öyle %3 - %5 değil, adam gibi %50 - %100 zam yaparım.


- E Mümtaz abi, sende kaçak elektrik kullanmasan da, vergini falan tam versen hani, belki yine iyi zam yaparlardı be abi.

- Bak şimdi... Ne alaka olum.. Bi benim elektrik borcumamı kaldı devlet.. Hem bi tek benle olmaz o iş. Bu ülkede kaçak elektrik kullanan kaç milyon kişi var sen biliyon mu?

- .....

- Yaa.. Hem bişey bilmezsin, hemde öööyle konuşursun. Tam 3 milyon kişi var.
(bu sayı muhtemelen, Mümtaz abinin düzenli olarak yaptığı "kaçak elektrik yoldaşları" nüfus sayımının en son raporundandır)

Kozmik BiLincH'in "Çok Büyük Adamız Biz Var Ya" İsimli Kitabından Alıntıdır
Son düzenleyen KoZMiK BiLincH; 1 Nisan 2010 14:55 Sebep: Mesajlar Otomatik Olarak Birleştirildi
Organlarının Bile Esiri İken, Nasıl Olurda Özgürlükten Söz Edersin ?
KoZMiK BiLincH - avatarı
KoZMiK BiLincH
Kayıtlı Üye
1 Nisan 2010       Mesaj #136
KoZMiK BiLincH - avatarı
Kayıtlı Üye
DÜNYA’YA AÇIKLIYORUM:

“Çok Büyük Adamız Biz Var Ya” Serisinden / Bölüm 3

-Bizden Âlâ Doktor mu Var-

Kişi kendinin doktorudur
Bu söz, her ne kadar uluslar arası atasözleri sınıfından olsa da, bizden fazla sarıp sarmalayan, benimseyip kucaklayan hiç bir millet yoktur. Bunun bir nedeni de, hastalıklara karşı çekici bi yanımız olmasıdır. Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Süleyman Türk, Türkiye’de hasta sayısının her geçen gün anormal şekilde arttığını, hastalığı olan insan sayısının, nüfusun yüzde 90’ına ulaştığını söylemiş. Bununla beraber, Türk Sağlık-Sen'den yapılan açıklamaya göre, Türkiye'de yaklaşık 108 bin doktor görev yapıyormuş.

E şimdi elini vicdanına koy arkadaş. Doktor başına 653 hasta düşen bir ülkede yaşıyor olsan, sen ne yaparsın? Dur dur söyleme. Ben tahmin edeyim. Eminim söyleyeceklerin bir kaç maddeyi geçmez.

1- Hastalanmazsın (Eğer bunu yapabiliyorsan Allah aşkına bize de öğret)
2- Hastalanır fakat çaktırmazsın.
3- Hastalanır ve senin haricinde 652 hasta ile uğraşan doktordan yardım istersin (sıranı beklerken ölmen, bizi ve gündemi şaşırtmaz haberin olsun)
4- Hastalığını kendin tedavi edersin.

Bu maddelerden en popüler olanları şüphesiz ki 3. ve 4. maddelerdir. Ama konumuz gereği biz 4. madde üzerinde duralım.

- Hastalığını kendin tedavi edersin -

Bu yöntem bir zamanlar ebeveynden çocuğa miras olarak aktarılır ve tedavi yöntemleri pek değiştirilmezdi. Ama günümüz Türkiye’sinde sürekli kabuk atan, yenilenen teknolojiye bir nevi ayak uydurmak düşüncesiyle, gençler artık sadece ebeveynlerinden aldıkları bilgilerle yetinmiyor ve kendilerini geliştirip bir bakıma alanlarında uzman oluyorlar.

Mehmet, ekşimsi bi suratla babasının yanına gelir.. Karnını tutarak;
-Baba buram çok ağrıyooo der.
Baba, bilirkişi edasıyla Mehmet’i süzdükten sonra;
-Üşütmüşündür lan. Git annene söyle, bi leğen sıcak su hazırlasın, ayaklarını içine sok beklet iyice.. Diye tedaviyi patlatır.


Aradan yıllar geçer. Mehmet büyümüş ve evlenmiştir. Bir gün aynı sahne, Mehmet ve oğlu Ali arasında geçer. Ali gelir;
-Baba buram çok ağrıyooo der.
Mehmet kendinden emin bir şekilde;
- Üşütmüşsündür oğlum. Git annene söyle, bi leğen sıcak su hazırlasın, ayaklarını içine sok beklet iyice.. Ama ayaklarını sudan çıkarınca çok güzel bi şekilde kurula ki, sonra benimkiler gibi mantar olmasın.Msn Happy Der.
Bu gibi doktorların, bakteri misali her gün artmasının en temel sebeplerinden bazıları da;
- Yıllarca okulda dirsek çürütmeden,
- Matematik fizik nedir bilmeden,
- Öğrenciyi psikopat eden dönem ödevleriyle tanışmadan,
ve ayrıca;
- Hipokrat yemini edipte, yemine uymayınca çarpılma riski almadan doktor olabilmeleridir.

Bu arada şunu da belirtelim ki, ebeveyn hangi konuda uzmansa, çocukları da illa o konu üzerinde uzmanlaşır diye bir kaide yoktur. Mesela, bizim diplomasız kadın doğum uzmanı Ayşe teyze vardır. Fakat çocuklarından biri kırık-çıkıkçı olmuştur. Diğeri ise Nazar Duası okuyarak baş ağrısını geçirir Msn Happy


Kozmik BiLincH'in "Çok Büyük Adamız Biz Var Ya" İsimli Kitabından Alıntıdır

DÜNYA’YA AÇIKLIYORUM:

“Çok Büyük Adamız Biz Var Ya” Serisinden / Bölüm 4

- O Biçim Türkçe Konuşuruz -

Bizi suçluyor bazı edebiyatçılar. Aman efendim, 200.000 kelime haznesine sahip bir dilimiz varmış ta, biz günlük hayatımızda sadece 200 kelime kullanıyormuşuz da, Türkçeyi katlediyormuşuz. Ben bunu kesinlikle kabul etmiyorum arkadaş. Biz sadece, 1 kelimeye en az 10 anlam yükleyip kullanmayı seviyoruz o kadar. Ve bence bu, 200.000 kelimeyle Türkçe konuşmaktan çok daha başarılı bir durumdur. Düşünsenize, böylece tüm Dünyada en kolay öğrenilen ve en çok konuşulan dil Türkçe olabilir. Çünkü başka hiçbir dil 200 kelime ile konuşulamaz.

Ayrıca şunu da unutmayalım ki, bizim çok geniş bir şivezenginliğimiz vardır. Örneğin bir Trakya şivesi, Ege şivesi, Karadeniz şivesi, doğu yörelerimizin şiveleri gibi çok sayıda çeşide sahibiz. Hatta buraların yerleşim merkezlerinde farklı bir ağız kullanılırken, köy kesimlerinde çok daha farklı bir ağız kullanılır.

Şimdi başa dönelim ve bugüne kadar bizleri suçlayan edebiyatçılarla dil uzmanlarını, bu kez biz suçlayalım. İngilizcede 1.300.000 kelime varken, sizin zenginliğiyle övündüğünüz Türkçemizde neden 200.000 kelime var? Boş boş oturup övüneceğinize, neden yeni kelimeler üretmiyorsunuz?

Ama merak etmeyin. Sizin tembelliğiniz yüzünden İngilizce karşısında ezik bir duruma düşen Türkçeyi, yine sizin hor görüp beğenmediğiniz bizler zenginleştiriyoruz. Nasıl mı?

Örneğin bir “gidiyorum” kelimesini ele alalım. Şivelerimizden biri buna “gidem” der. Biri “gideyrum” der. Biri “gidiveriyom” der. Biri “gideyik” der. Der oğlu der. Şimdi kabaca bir hesap yapacak olursak,
-Bizim coğrafi bölgelerimiz olan 7 bölge, tek kelimeyi 7 farklı şekilde söylüyorsa,
-Türkçemizde de 200.000 kelime varsa,
- 200.000 x 7 = 1.400.000 kelime yapar ve biz böylece İngilizceye 100.000 kelime fark atmış oluruz J

Bak daha göçmenlerimizi saymadım bile. Yugoslavya, Bulgaristan, Azerbaycan gibi yerlerden yıllar önce ülkemize göçüp, Türkiye vatandaşı olup, Türkçe kelimeleri kendi ağızlarıyla, şiveleriyle söyleyenlerde var.

Son olarak yinede sen tüm bu tespitlerime rağmen kalkıp ta, kullanılan dili öz Türkçe olarak saymayıp, sadece Türk Dil Kurumunun onayladığı 200.000 kelimeyi, eksiksiz ve doğru olarak kullanan bir toplum sorarsan bana, bende sana şunu sorarım;

Sen Hiç Türkçe Konuşan Bir Türk’e Rastladın mı? Msn Happy


Kozmik BiLincH'in "Çok Büyük Adamız Biz Var Ya.." İsimli Kitabından Alıntıdır..



Son düzenleyen KoZMiK BiLincH; 1 Nisan 2010 15:03 Sebep: Mesajlar Otomatik Olarak Birleştirildi
Organlarının Bile Esiri İken, Nasıl Olurda Özgürlükten Söz Edersin ?
KoZMiK BiLincH - avatarı
KoZMiK BiLincH
Kayıtlı Üye
1 Nisan 2010       Mesaj #137
KoZMiK BiLincH - avatarı
Kayıtlı Üye
DÜNYA’YA AÇIKLIYORUM:

“Çok Büyük Adamız Biz Var Ya” Serisinden / Bölüm 5

- Ticaret mi? O Bizim İşimiz -

Son yapılan tespitlere göre Türkiye nüfusunun % 53’ü, direkt ya da dolaylı bir şekilde ticaretle meşgulmüş. Bu oran, akıl almaz derecede büyük bir çoğunluk. Peki, nedir bizi ticarete iten ve bize ticareti sevdiren sebepler? Şimdi sıkı durun. Sizin için hazırlamış olduğum bu araştırma sayesinde, merak ettiğimiz tüm soruların köklerine ineceğiz.

Ticareti seviyoruz. Çünkü basittir. Herkes Ticaret Yapabilir.

Evet. Ticaret basittir. Al gülüm, ver gülüm. Tüm mesele bundan ibaret. Çocuk yaşta da olsak, genç yaşta da olsak, geçkin bir yaşta da olsak ticaret yapabiliriz ve yapıyoruz. Daha bebek denilebilecek yaşlardaki çocuklar bile ticaret yapıyor ebeveyniyle. Akşam misafirliğe gidilen komşuda uslu durma sözünü verip, karşılığında ertesi sabah parka götürülme sözü alıyor annesinden. Ya da ilkokul çağındaki, sokakta gazoz kapağı, misket oynayan çocukları ele alalım. Onların aralarında da mükemmel bir ticari savaş vardır. Birbirleri ile ortak olurlar, değiş tokuş yaparlar. Alırlar, verirler. E çocuk yaşta böyle yetişen bir toplum, büyüyünce neden değişsin ki? Msn Happy

Ticarete İhtiyacımız Var. Çünkü Kârlı İş.

Sonra bu çocuklar büyüyüp, lise çağındaki gençler oluyorlar. Özendikleri ve sahip olmak istedikleri şeyler çoğaldığından, evden aldıkları harçlık az gelmeye başlıyor. Buna karşı teke çare olarak da, bebekliklerinden bu yana geliştirdikleri ticari zekâlarına başvuruyorlar.
Liselerin bahçelerinde sıkça görülürdü önceden; (şimdi durum nedir bilmiyorumJ) Öğrencilerden bazıları ceplerinden bir paket sigara çıkarıp, tiryaki olup da, cebinde sigara ile okula gelme cesareti gösteremeyen öğrencilere “tek sigara” satarlardı. Böylece hem kendi tiryakiliklerine hizmet edip, hem de ciddi şekilde kâr elde etmiş olurlardı. Düşünsene, içinde 20 adet sigara olan paketi 100 kuruşa alıyorsun. Okulda tanesini 10 kuruşa satıyorsun. Üstüne üstlük sermayeden canın çektikçe tüketebiliyorsun da. Bu ticari bir dâhilik değil de nedir? Msn Happy

Okuyucu sorar: İyide, okuldaki öğrenciler arasında sigara içenler az sayıda ise ne olacak? Gümledi mi yani şimdi kâr elde etme işi?
Cevap: Sen anlamadın galiba. Ticaret konusunda birer dâhi dedik bu gençler. Sigara olmazsa, sınav zamanlarında sınıf arkadaşlarına kalem satar, 0,5 – 0,7 uç satar. Kopya satanı bile gördüm ben yahu. Sen hiç lise okumadın galiba? Msn Happy

Ticaret Çekicidir. Çünkü Risklidir.

Türk milletinin ortak tutkusudur risk almak. İşte bu yüzden ticaret çekici gelir bize. Bazen gaza geliriz. Atılımlar yaparız. Elimizdeki sermayeyi bir yerlere yatırırız. Batarız ya da çıkarız. Budur iş hayatımıza heyecan katan.

Kıssadan Hisse;
Necmi kara kara düşünüyordur dükkânının önünde. Ne olacak bu işler diye. Derken birden kardeşi Hilmi gelir koşarak. Sevinçli bir havadisi vardır ağabeyine.

Hilmi: Abi az önce çarşıdaki ayakkabıcıdaydım. Dükkân tıka basa dolu. Adam paraya para demiyor.

Necmi:
Yok ya. Ne diyor peki?

Hilmi:
Ya abi dalga geçme. Ben çok ciddiyim. Gel kapatalım şu dükkânı. Biraz da bankadan kredi alalım. Bizde açalım bi ayakkabıcı.

Necmi:
Oğlum biz ne anlarız o işten. Bu işi öğrenene kadar bile 20 yılım geçti benim.

Hilmi:
Abi anlaşılmıcak ne var ya. Ticaret değil mi altı üstü. Al gülüm ver gülüm işte. Bu işin profesörü değimlisin sen? Bak iyi düşün abi. Burada haftada kazandığımızı, orda günde kazanırız diyorum.

Necmi: Bu mahallede tutmaz oğlum o iş.

Hilmi: Peşin yargılı olma abi. Ne demiş Nasrettin Hoca; ya tutarsa?

Necmi: Nasrettin Hoca tutturmuş mu bari?

Hilmi: Bilmiyorum. Ama biz kesin tuttururuz. Güven sen şu kardeşine.

Aradan bir yıl geçer. Necmi, bu sefer borçlarından ötürü kapatılmış olan ayakkabıcı dükkânının önünde oturup kendi kendine konuşuyordur.

Ulan Necmi. Çocukluğundan beri ticaretle uğraşırsın. Daha küçücük yaşlarda, arkadaşlarına misket satardın. Liseye başladın, sigara ticareti sayesinde maddi sınıf atladın. Askerde yazıcıydın, ailelerinden gelen mektupları bile tost, kola karşılığında verirdin askerlere. Ticaret profesörüydün lan sen. Şimdi nerde hata yaptın anlamadım ki. Neyse, Hilmi’nin bahsettiği şu bilgisayarcı işine bakalım birde. Yeni nesil oraya takılıyormuş. Onu kesin beceririz. Hilmi’nin de dediği gibi; nede olsa ticaret denilen meretin ustası benim. (Ah be Necmi. Bide bu kadar çabuk gaza gelmesenMsn Happy

Kozmik BiLincH'in "Çok Büyük Adamız Biz Var Ya.." İsimli Kitabından Alıntıdır..





DÜNYA’YA AÇIKLIYORUM:

“Çok Büyük Adamız Biz Var Ya” Serisinden / Bölüm 6

- Bize Her Gün Bayram. Sen Yeter ki Tatilden Haber Ver -

Her millet sever tatili, bayramı. Ancak bizim kadar sevenine rastlamadım ben hiç. Bayramlar olsun da, tatil yapalım diye devletin gözünün içine bakarız. Gün sayarız resmen.Ama öyle gelişigüzel, kafa izni şeklinde tatil yapmayız biz. Mutlaka bir neden buluruz o gün tatil yapmak adına. Yoksa yevmiyeden falan kesilir maazallah Msn Happy

Müslüman ülkeyiz ya, önce dînî tatilleri değerlendiririz.
3 gün Ramazan Bayramı, 4 gün Kurban Bayramı olunca, zaten kafadan 7 gün din uyarısınca tatildeyiz. Birer günde bunların bayram öncesindeki arife günleri var. Etti 9 gün.

Müslüman ülkeyiz dediysek, sadece kendimize Müslüman değiliz tabi. Diğer dinlerinde bayramlarına feci derecede saygılıyızdır. Hz. İsa’nın Dünya’ya geldiği yılbaşı günü, Hristiyan toplum bayram yapacak da, biz kedinin ciğere baktığı gibi onlara mı bakacağız? Tabi ki hayır. Onların bayramı, bizim bayramımızdır. İnsan ayrımı yapmayalım. Hepimiz kardeşiz şurada dimi
Msn Happy
Yılbaşı dolayısı ile 31 Aralık’ta tatil yaparız. Ertesi günü yorgun düşüp, iş performansımız olumsuz yönde seyretmesin diye 1 Ocak’ta da tatil yaparız. Böylece yıllık dinî tatil sayımız 11’e yükselmiş olur.

Sonra milli değerlerimize acayip bağlıyızdır. Özellikle yıldönümlerinde onları hatırlayıp, tatil yaparak sahipleniriz o değerleri.

29 Ekim
Cumhuriyet Bayramı mesela.
23 Nisan
Ulusal Egemenlik Ve Çocuk Bayramı (Yahu adı üstünde ÇOCUK Bayramı. Biz niye tatil yapıyoruz arkadaş? Bize mi hediye edilmiş bu bayram?)
19 Mayıs Gençlik Ve Spor Bayramı.
30 Ağustos
Zafer Bayramı falan derken, bizim resmî tatil sayısı 15’e çıkar. Bu arada tıpkı arife günleri gibi, bu millî bayramlarında bir önceki günleri yarım gün olarak ilan edilir ve böylece tatil sayımız 17’ye çıkar. Ayrıca bu resmî ve dinî bayramlar, eğer Perşembe günlerine denk gelirse;
“-Yahu bu adamlar şimdi tatilden dönecek. Sonra 1 gün daha çalışıp,
hafta sonu tatiline çıkacaklar. En iyisi biz bunların rahatını bozmayalım da, Cuma gününü de tatil ilan edelim” diyerek bizlerin huzurunu ne kadar çok düşündüklerini gösterirler insaflı devlet büyüklerimiz(!)

Ama kesmez bu kadar bayram bizleri. Coşku dolu bir milletiz biz. Her geçen yıl, yeni bayramlar icat ederiz.

1 Mayıs’a
İşçi Bayramı deriz.
14 Mart’ı
Tıp Bayramı kabul ederiz.

E şimdi böyle bir durumda doktorlar, işçiler yılda 1 günü kendi günleri ilan ederler de, eğitimcilerimiz boş durur mu? Onlar da
Öğretmenler Günü yapar. Başta öğrencileri olmak üzere, herkesten hediye ve tebrik kabul ederler her 24 Kasım.
Sonra bu durum ebeveynlerin kanına dokunur.
”-Ulan bu çocuğu biz doğurduk, büyüttük.7 yaşından sonra, günde birkaç saat öğretmenin yanında yetişiyor diye her yıl ona hediye alıyor.” Düşüncesiyle bozulup hemen harekete geçerler. Ve bir günü
Anneler Günü, bir günüde Babalar Günü olarak kayıtlara işletirler.

Çocuk daha tam olarak ne olduğunu idrak edemeden, sevgilisi çıka gelir.
”-Aşkım bugün
Sevgililer Günü. Bak sana pilot kalem aldım. Sen bana ne aldın peki?” diyerek soruyu yapıştırır. Özel günlerden ötürü zaten kafası pilot vaziyette olan çocuk kendinden geçer bu soruyla. Yinede son bulmaz bu özel gün olayı. Arkasını Doğum Günü takip eder. Evlilik Yıldönümü olur. Olurda olur. Çocuk bakar, bu kadar masrafla baş edemeyecek. Gidip çalışayım bari der. Aaa.. O da ne, Meğer bugün resmi tatilmiş. İş falan yok. Dolayısıyla parada yok. Sonra bir sıkıntı bir stres, kahvehaneye atar kendini. Orda bir gazetede günün sözünü görür. Ulu Önder’e aittir söz. “Tek bir şeye çok ihtiyacımız vardır. Çalışkan olmak.” Yahu çalışalım, çalışalım da çalıştırmıyorlar ki Ata’m. Bugün tatilmiş.

Kozmik BiLincH'in "Çok Büyük Adamız Biz Var Ya.." İsimli Kitabından Alıntıdır..





DÜNYA’YA AÇIKLIYORUM:

“Çok Büyük Adamız Biz Var Ya..” Serisinden / Bölüm 7


- Müslüman’ız Elhamdülillah -

Nüfusumuzun % 99’u Müslüman’dır. Yani kimliklerde öyle yazıyormuş. Bende Nüfus Müdürlüğü’nün yalancısıyımJ Ama buna ilişkin elimde bazı kanıtlarda yok değil hani.

Örnek vermek gerekirse,
Ankara – Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan alınan bilgiye göre, ülkemizde tam 79 Bin 96 tane camii bulunmaktadır. Ve bunlar her gün olmasa da, en azından Cuma günleri, kandil geceleri ve bayram sabahlarında tıka basa dolmaktadır.

Ayrıca, orta gelir düzeyli bir ülke olmamıza rağmen, her yıl 10 binlerce vatandaşımız, dişinden tırnağından arttırdıkları ile hac görevini yerine getirmek üzere, kutsal topraklara yolculuk yapıyorlar.

Bunun yanında, sayıları tam olarak bilinememekle beraber ülkemizde yüzlerce tarikat ve cemaat karışımı toplulukta bulunmaktadır. Hatta öyle ki, bu topluluklardan bir kısmı, kendilerine bağlı olan insan sayısını 100lerle 1000lerle değil, 10Binlerle ifade ediyor. Yani kabaca bir hesap yapacak olursak, Türkiye’deki milyonlarca insan, çeşitli isimlerdeki bu topluluklara bağlı olarak sürdürüyor Müslümanlığını.

İşin ilginç yanı ise, “mürit” adı verilen bu vatandaşların hemen hepsi, kendi topluluklarının başı olan ve “mürşit” adı verdikleri insanların, zamanın en büyük âlimi, hocası, şeyhi, hatta evliyası olduğunu iddia ediyorlar. Bu da demek oluyor ki, Türkiye’de yüzlerce evliyada var. Aslında 70 Milyon nüfuslu bir ülkede bu sayı az gibi gözükse de, sadece 81 tane şehre sahip olduğumuzu düşününce, her şehirde en az iki adet evliya olması, sayının ne kadar kayda değer olduğunu gösteriyor bize. Yani diğer İslam ülkeleri evliyayı mumla ararken, bizim ülkemizde tabir-i caizse elimizi sallasak evliyaya çarpacak. Öyle ki, Kur-an’da kıyamet zamanı yaklaştığında ortaya çıkacak olduğu haber verilen Mesih bile bizim ülkemizden çıkmıştır. Hatta biz öyle temiz kalpli bi toplumuz ki, tüm dünya dört gözle Mesih’i beklerken, biz bir değil, iki adet Mesih çıkartmayı bile başarmışızdır. (M. Ali Ağca 1981 - Hasan Mezarcı 2000)



Evliyadan geçilmeyen, % 99’u Müslüman olan bu güzel ülkeye, şimdide farklı bir açıdan bakalım.

Türkiye’deki 384 ceza infaz kurumunda 31 Mayıs 2009 tarihi itibariyle 111 Bin 709 hükümlü ve tutuklu bulunuyor. Yani hırsızlık, dolandırıcılık, cinayet, adam yaralama, adam kaçırma, tecavüz, gasp, teröre hizmet etmek gibi birçok adi suçtan dolayı 111 Bin 709 vatandaşımız şu an ceza evindedir. Takdir edersiniz ki, bu sayının en az 3-4 katı kadar insan da, daha evvelden cezasını çekip tahliye olmuştur. Ama dedik ya, ülkemizde Müslüman olmayan % 1’lik gibi büyük bir çoğunlukta mevcut. Yani bu suçları işleyenler bizim tertemiz Müslüman halkımız olmayabilir. Devam edelim..

Tekel’in yaptığı resmi açıklamaya göre, yine Türkiye’de 2008 yılında 1100 Milyon litre alkol tüketilmiştir. Ayrıca sigara, alkol ve uyuşturucu gibi bağımlılık yapan maddelerden dolayı, ülkemizde her yıl ortalama 350.000 kişi yaşamını kaybetmektedir.

Ve son tespit olarak, sadece % 1’i Müslüman olmayan ülkemizde, uyuşturucu kullanımı 2008 yılında nüfusa oranla % 2,1’e yükselmiştir. Yani Müslüman olmayanların sayısının 2 katı kadar vatandaşımız, uyuşturucu bağımlısı.

Daha fazla yazmaya lüzum var mı bilmiyorum. Bu tespitlerin karşısında nasıl bir savunma yapılır onu da bilmiyorum. Sanırım kader diyip geçmek en kolayı olacaktır. Nede olsa kader, İmân’ın şartlarından biri ve biz kadere inandığımız için rahatlıkla uyuşturucu kullanıp, alkol komasına girip, küçük bir kıza tecavüz ettikten sonra öldürüp, cesedi bir çöp tenekesine atabiliriz. Öyle ya, kaderin önüne geçilmez. Kaderimizde olmasaydı yapmazdık tüm bunları değil mi?

Bu arada aklıma gelmişken, tutuklandıktan sonra Cem Garipoğlu’nun kimliğine de bakmışlar. Onun da bağlı bulunduğu din yerinde İslam yazıyormuş. E Müslüman’ız Elhamdülillah.

Kozmik BiLincH'in "Çok Büyük Adamız Biz Var Ya.." İsimli Kitabından Alıntıdır..



Son düzenleyen KoZMiK BiLincH; 1 Nisan 2010 15:09 Sebep: Mesajlar Otomatik Olarak Birleştirildi
Organlarının Bile Esiri İken, Nasıl Olurda Özgürlükten Söz Edersin ?
KoZMiK BiLincH - avatarı
KoZMiK BiLincH
Kayıtlı Üye
1 Nisan 2010       Mesaj #138
KoZMiK BiLincH - avatarı
Kayıtlı Üye
DÜNYA’YA AÇIKLIYORUM:

“Çok Büyük Adamız Biz Var Ya..” Serisinden / Bölüm 8


- Felaket TV Hastasıyız -

Sen hiç alım gücü olduğu halde, televizyonu olmayan bir ev gördün mü? Gördüysen eğer, o evde yaşayanların imzalı resimlerini alır mısın benim için? Msn Happy Bunu kimse inkâr edemez, seviyoruz televizyonu.

Ancak bu konunun benim gündemime gelme sebebi, televizyona karşı olan sevgimiz değil, izledikten sonra onun bizde açığa çıkardığı rahatsızlıklardır. Önce zihinsel, akabinde fiziksel olarak boy gösteren bu rahatsızlıklar, “Çok Büyük Adamız Biz” kliniğindeki uzman arkadaşlar tarafından tespit edilmiş ve TV Virüsü olarak adlandırılmıştır.

Peki, birinin TV Virüsü kaptığını nasıl anlarız? Alın size birkaç örnek.

Pokemon adlı çizgi filmi izledikten sonra, kendini oradaki karakterlerden biri ilan ederek camdan atlayıp uçmaya çalışan, ancak doğal olarak, düşüp bacaklarını kıran çocuk, klasik bir TV Virüsü kurbanıdır.

Ya da izlediği parfüm reklamından etkilendikten sonra, gördüğü ilk parfümeri mağazasından ürünü alıp kullanan, ardından da “Ben bu parfümü kulandım. Ama reklamda gösterildiği gibi kızlar benim peşimden koşmadı” diyerek ilgili firmayı dava eden vatandaşta, yine TV virüsü kapmış demektir.

Başka bir vakada şudur. Kurtlar Vadisi isimli diziyi izleyip, virüs kapan bazı ülkem insanları, dizideki baş karakterin ölmesi sonucu, mevlit okutup, kendi aralarında sade bir törenle yaslarını tutmuşlardır.

Ayrıca, Aşk-ı Memnu isimli diziyi izleyen bir kısım evli erkeklerin, kaptıkları virüsten dolayı beyinleri işlevini yitirmiş ve eşleri ile yeğenlerini mümkün mertebe yan yana getirmemeye dikkat ettikleri gözlemlenmiştir.

“Oha artık. Bu kadar da olur mu?” demeyin sakın. Bunlar sadece virüsten en az etkilenen kişilerde görülen belirtilerdir. Daha fazlasına da şahit oldu bu ülke.

Mesela, Murat Kekilli’nin “Bu Akşam Ölürüm” isimli şarkısına çektiği klibi izleyen bir hastamız, virüsün etkisi ile klipten etkilenmiş ve intihar etmiştir. Hatta Reha Muhtar’ın, bu haberi aktardığı sırada şarkı sahibine, “Bana bak. Kekilli misin nesin? İnsanları böyle ölüme sevk eden şarkılar yapıp intihara sebep olma. Adam gibi şarkılar yap, benim de sinirimi bozma” şeklinde attığı fırça, akıllardan hiç çıkmaz.

Bu arada konusu geçmişken; bu vakaların hepsine, o günün gazete ve haber bültenleri yer vermiştir. Detaylı bilgi isteyenler internette minik bir araştırma sonucu bahsi geçen haberler ile karşılaşabilirler.

Evet;
-Deli Dana,
-Kuş Gribi,
-Kırım Kongo Kanamalı Ateşi (Kene),
- H1N1 Domuz Gribi
gibi birçok salgından sonra, vatandaşlarımız için ölümcül tehdit oluşturan yeni salgın, TV Virüsüdür. Bu tespiti yapmış olmanın haklı gururunu yaşıyor ve tüm halkımızı bu amansız virüse karşı dikkatli olmaya çağırıyoruz
Msn Happy

Kozmik BiLincH'in "Çok Büyük Adamız Biz Var Ya.." İsimli Kitabından Alıntıdır..




DÜNYA’YA AÇIKLIYORUM:

“Çok Büyük Adamız Biz Var Ya” Serisinden / Bölüm 9

- Sevdik Mi Tam Severiz -


Biz öyle bir milletiz ki, kalbimize sığdıramayıp taşırdığımız, damarlarımızda dolaştırdığımız, bünyemizde yaşattığımız duygu, sadece sevgi olarak kalmaz. İşin başında illa seçici davranıp, imkânsızı severiz.
Sonra sevda olur sevgimiz.

İmkânsıza sevdalandık ya bir kere, derdi-çilesi kararttı ya içimizi hani; sevdamızda içimize ayak uydurur sonra. Kara sevda yaşarız.

Ama sevdamızı karasıyla birlikte içimize gömüp gitmeyiz de hiçbir zaman. Savaşırız! Kara sevdadan, ak sonuçlar çıkartmaya çalışırız.

Biz savaştıkça dilden dile yayılır sevdamız. Efsane olur. Destan olur. Çocuklara masal, gençlere örnek olur. Anlatılır Leyla ile Mecnun’un çilesi. Ferhat’ın Şirin için ettikleri. Kerem’in Aslı’ya kavuşmak için çektikleri.

Gaza geliriz.
“2 Mecnun, 3 Ferhat, 5 Kerem bir araya gelse, benim sevdamdan büyük olamaz” der, gider tutuluruz en imkânsıza. Sonra başlarız savaşmaya. Gündüzleri elimiz işte, aklımız aşkta. Akşamları ise aklımız yine aşkta ama, elimiz içki kadehinde.

Erkek isek,
-“Vermiyo oğlum babası” deriz.

Kız isek,
-“Annesi istemiyo beni yaa” deriz

Ancak nesil o eski Ferhat-Aslı, Leyla-Mecnun nesli değildir artık. Altından girer, üstünden çıkar kavuşuruz sevdiğimize sonunda. Dillere destan düğün yaparız hemen.

Sonra ne mi olur?
Bu evliliklerin % 50si ilk yılda,
% 10uda daha sonraki yıllarda boşanma ile sonlanır. Daha net konuşmak gerekirse, sadece 2008 yılında geçimsizlik nedeni ile boşanan çift sayısı, 94 bin 567dir.

Neden mi?
Sevdik Mi Tam Severiz de o yüzden.
Geniş yürekli bir milletiz biz. Gönlümüz de her daim birden fazla sevgi barındırırız. İş böyle olunca da, asker misali kıdem sırasına dizeriz sevgilerimizi.

Örneğin severek evlendiğimiz kadın, çocukluğumuzdan beri sevgisiyle büyüdüğümüz futbol takımının maçını keyifle izlememize karışırsa, anında basarız boşanma davasını. Delikanlı adamız biz! Sevmişiz bir kere o takımı. Olur mu öyle maçı kaçırmak?

Ya da tango tutkunu kadın, sevgili kocasıyla bir türlü dans edemiyorsa, imkânı yok biter o evlilik. Kolay mı ya, yıllarca tango sevgisi büyütmüş içinde.

Sonuç olarak o veya bu sevgi sebeple, yüz binlerce çift adliye kapılarında alırlar soluğu her sene.

Hâkim sorar:

- Neden boşanmak istiyorsun evladım?

Hüsnü: Geçimsizlik sebebi ile hâkim bey.

Hatice: Yalan söylüyo hâkim bey. Şiddetli geçimsizlik sebebi ile.

Hâkim: Ne şiddeti yahu?

Hatice:
Her akşam yemekten sonra zorla boks maçı yapıyor bu hayvan benimle.

Hüsnü:
Ya hâkim bey, ben küçüklükten beri dövüş sporlarını çok severim. Tüm ısrarlarıma rağmen peder beyde yazdırmadı beni bi kulübe. E şimdi evlendik. Bağımsızlığımızı ilan ettik. Bu spor sevgisi de içimizde patlamasın dedik. Ama Allah seni inandırsın, hiç bi kural ihlali yapmam. Temiz dövüşürüm. Bizimki de spor sevgisi be hâkim bey. Ama bu kadın benim sevgime saygı duymayacak kadar anlayışsız. Boşanmak istiyorum hâkim bey.

Hâkim:
Yaz kızım… Böylesine büyük sevgilerin yanında, tarafların birbirlerine olan sevgilerinin hükmen mağlup olması nedeni ile, bu çiftinde boşanma taleplerinin kabulüne…

Mübaşir:
Sıradakiiii…


Kozmik BiLincH'in "Çok Büyük Adamız Biz Var Ya.." İsimli Kitabından Alıntıdır..

Son düzenleyen KoZMiK BiLincH; 1 Nisan 2010 15:12 Sebep: Mesajlar Otomatik Olarak Birleştirildi
Organlarının Bile Esiri İken, Nasıl Olurda Özgürlükten Söz Edersin ?
KoZMiK BiLincH - avatarı
KoZMiK BiLincH
Kayıtlı Üye
1 Nisan 2010       Mesaj #139
KoZMiK BiLincH - avatarı
Kayıtlı Üye
”Kaptan’ın Seyir Defteri”
-- ÖZ-LEMEK --

Karanlıktı her yer. Yalnızdım.
Kimseye ihtiyaç duymuyordum.
Çünkü zaten hiç bir zaman kimsem olmamıştı benim. Tek tabanca yaşıyordum ve hiç şikâyet dilekçesi yazasım gelmiyordu.
Sonra dar gelmeye başladı dünyam. Sığamadım bulunduğum yere.
Dedim ya yalnızdım diye, toplanacak tasım tarağımda yoktu. Aldım başımı, kaçtım gördüğüm ilk aydınlığa. Ciğerlerim yandı biraz. Ağladım…

Doğdum…
Ve sardı bedenimi sıcak bir kucak. Annemmiş…
Sevdim. Çok sevdim. Yalnız değildim artık. ÖZdeşleştirdim onu kendimle.
Sonra yokluğunda ÖZlemeye başladım. Meğer ne zormuş yalnızlık.
Nasıl dayanmışım onca süre. Ağladım…

Bebek oldum…
Annemin yokluğunda, durumun farkına varmayayım diye tutuşturdular elime bir nesne. Oyuncakmış adı. Fazla yıpranmasınlar diye idare ettim durumu. Elimdekini kurcalamaya başladım. Vay be… Benden daha küçük bir şey bu. Benim kontrolümle hareket eden. Sevdim. Onu da
ÖZdeşleştirdim kendimle. Ama sonra, elimde göremediğim zamanlar ÖZledim. Ağladım…

Çocuk oldum…
Dost edindim kendime. Harika bir şeydi bu. Annem-Babam bazı yaptıklarıma kızıyordu, oysa dostum her hareketimi onaylıyordu benim. Her düşüncemi, her fiilimi paylaşabiliyordum onunla. Sevdim. Çok sevdim hemde. Hiç vakit kaybetmeden
ÖZdeşleştirdim kendimle. İlk başlarda bomboş olan ÖZbenliğim git gide doluyordu artık. Okuldu dersti derken, akşamları eve gittiğimde bile ÖZlemeye başladım dostumu. Ne zormuş onsuz yaşamak meğer. Bu yaşıma kadar nasıl büyümüşüm ben onsuz? Ah be güneş… Hadi bi uçan tekme at şu ay dedeye de sabah oluversin biran evvel. Çok ÖZlüyorum... Ağladım…

Genç oldum…
Bugüne kadar sahip olduğum her şey, herkes önemsizmiş. Âşık olunca anladım. Allah’ım bu nasıl bir varlık böyle. Gel de
ÖZdeşleştirme kendinle. ÖZbenliğimin en güzel köşesi senin olsun yar. Sonsuza dek böyle el ele kalalım. Dur gitme. Zaman geçmez, yarın olmak bilmez bana. Yanımdayken bile ÖZlüyorum zaten seni. Gitme ağlarım… Ağladım…

Asker oldum…
Annemi, babamı, sevgilimi
ÖZledim. Denize girmeyi, parkta gezmeyi, bisiklete binmeyi ÖZledim. Çıplak ayakla halıya basmayı, hastalandığımda ilgi görmeyi ÖZledim. Her sabah saat 8 de uykumun içine eden çalar saatin iğrenç sesini, en nefret ettiğim iş olan, akvaryumun suyunu değiştirmeyi ÖZledim. İnanır mısın, babamın her hafta zorla gönderdiği pazarı ÖZledim.
Bitmez bu
ÖZlem sandım. Ağladım…

Evlendim…
Dünyanın en güzel, en özel varlığına sahiptim artık. Nur yüzlü bir kızım oldu. Oksijenim benim. Doğduğu günü hatırlıyorum. O nasıl bir mutluluktu öyle… Daha dünyaya gelmeden
ÖZdeşleştirdim onu kendimle. Sadece onun rahat etmesi için çalıştım, onun mutluluğu için çabaladım. Geceleri yan odada yattığını bildiğim halde ÖZlüyor, defalarca kalkıp bakıyordum nur yüzüne. Asla onsuz yapamazdım. Sonra en korktuğum gün geldi. Hiç tanımadığım bi genç, benden kızımı, oksijenimi istedi. Kızıma baktım, gözleri parlıyordu. Seviyorum dedi… Gitti… O’nun en mutlu, benim en hüzünlü günümdü. Her saniye ÖZledim. Gözyaşlarımla suladım odasındaki çiçekleri… Ağladım…

Yaşlandım…
Kimse
ÖZlemiyordu beni. Kızdım önce. Üzüldüm… Ve ağladım…
Sonra düşünmeye başladım. Anladım…
ÖZdeşleştirmekle alakalıymış her şey meğer. ÖZbenliğine katmadığını ÖZlemezmiş insan. Sahip olmak gerekirmiş önce. ÖZümsemek… Ancak ince bir çizgi varmış burada.

Kendini dünyanın merkezi görüp de, sana ait olduğunu düşündüğün her şeyi alıyormuş elinden evrensel sistem. Oysa benlik tutkunu bir yana bırakıp, sende o sistemin bi parçası olduğunu idrak edince, yanında var olmasını istediğin her şey eşlik ediyormuş sana. Bunu anlayamayan,
ÖZlem ateşiyle yanarmış. Ve gözyaşı, o ateşi söndürmek yerine daha çok harlatırmış.

Kozmik Bilinch'in "Kaptan'ın Seyir Defteri" İsimli Kitabından Alıntıdır..
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Organlarının Bile Esiri İken, Nasıl Olurda Özgürlükten Söz Edersin ?
RivaN - avatarı
RivaN
Ziyaretçi
3 Mayıs 2010       Mesaj #140
RivaN - avatarı
Ziyaretçi
Ne çok sorusu var şairin. Kâh yolunu bekliyor, kâh yolunu kesiyor, kâh yoldan çıkarıyor onu. Kâh elinden tutuyor, kâh elinden çekiyor, kâh elden çıkarıyor onu. Kâh yağıyor toprağa, kâh buharlaşıyor topraktan, kâh toprak ediyor onu.

‘Duyuyor musun ortasında sonbaharın/o sarı yıkılışları gümbürtüleri?’, ‘Alevler içinde ya...nan bu çimenler/zincirlerini koparmış ateşböcekleri mi?’, ‘Ne zaman verilir güle, söyleyin/ topraktan çıkma emri?’, ‘Kim uyandırabilir uykusundan güneşi/uyurken alevler içindeki yatağında?’, ‘Neden saklıyor dersin ağaçlar/bütün görkemini köklerinin?’, ‘Kaç sorusu olabilir bir kedinin?”

Ne çok sorusu var şairin. Tabiatın her köşesinden fışkırıyor. Kimin ektiği meçhul sırlı bir tarlanın hasatçısı o. Topraktan çıkar çıkmaz vuruyor tırpanını boynuna her sorunun. Öbek öbek yığıyor harman yerinde. Vahşi atların çektiği düveninde şarkılar söyleyerek sıyırıyor kabuktan taneyi. Kabuklar mektubu çıkarılmış sarı zarflar gibi uçuşuyor havada. Sorular, o güneşin kavurduğu atlar, tabiattan insana koşuyor. “Kim daha çok acı çeker, bekleyen mi/ yoksa hiç beklememiş olan mı bir insanı?”, “Sonunda kendimi bulduğum/ yerde mi kaybettiniz beni?”, “Ve çekip gidecekse bu can tenden/neden böyle sadık bana iskeletim?”, “Ne aradığımı bu dünyada/ kime sorabilirim, var mı bilen?”, “Pablo Neruda adını taşımaktan saçma/ başka bir şey olabilir mi dünyada?”

On altı yaşındaydı Neftali Ricardo Reyes Basoalto, Pablo Neruda müstearıyla yazmaya başladığında. İsminin arkasına gizlenmişti babasıyla saklambaç oynarken. “Edebiyatın tehlikelerinden” uzak tutulan bu genç Şilili ozan, ne yapıp etmiş, on dokuz yaşında evindeki mobilyaları ve babasının verdiği saati satarak ilk kitabı “Akşam Alacası”nı yayınlamıştı. Daha on iki yaşındayken şair Gabriela Mistral’in ruhuna attığı tohumlar öyle bir fışkırmıştı ki, ilk kitabının üzerinden henüz bir yıl geçmişken, “Yirmi Aşk Şiiri ve Umutsuz Bir Şarkı”yı dinletmişti iki milyon kişiye. İki milyon Güney Amerikalı kitabın sayfalarını çevirirken şu dizelerle karşılaşmıştı: “Sende ırmaklar şakır ve ruhum onlarla hep/ istediğince kaçar istediğin bir yere/ Yolumu çiz de bana umut yayında senin/ bırakayım bir yığın oku delirmelere.”

Neruda, zulmün oklarıyla delik deşik olan bir dünyada yayını “insan” için gerdi hep. Mısralarının ulaştığı her yerde ümit yangınları çıktı. İspanyol şair Lorca’yla tanışmak ne heyecan vericiydi, onun öldürüldüğünü duymak ne kahredici! Ah İspanya! “Ole!” demenin zamanı değildi. Neruda, yayını bu kez İspanya’ya çevirdi. “İspanya Gönüllerde” adlı kitabını basabilmek için cephedeki askerler eski bir değirmende kağıt yaptılar coşkuyla. Kağıdın malzemesinde yaralı askerlerin kanlı elbiseleri de vardı. Söz kutsaldı. “Şarkı söyleyen, yükselen ve düşen sözler...” Sahici olduklarında cephede mermiden daha değerli olan. Sahte olduğunda Neruda’ya, “Ne çok kitap, ne çok kitapçık... Kim okuyabilir ki bütün bunları? Onları yiyebilseydik! Şu açlık dünyasında onlardan salata yapabilseydik. Onları küçük küçük doğrayıp yemek yapabilseydik,” dedirten.

Neruda, hem ülkesinden kovuldu hem ülkesini temsil etti dünyanın dört yanında. Ölümünden dört yıl önce Paris büyükelçisiyken L’Express dergisinin sorularını cevaplarken, söz dönüp dolaşıp dinlere gelmiş, Hindistan günlerinden söz etmişti Neruda: “Bir gün Rangoon’da bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyordu. Bir tapınağın önünde binlerce kişi toplanmıştı. Çamurlar içinde diz çökmüş duruyorlardı. Tapınağın içindeki rahiplerle aynı dindendiler, fakat içeri giremiyorlardı. Ne haksızlık! Buda, gücünü uygulamaya geçirememişti. Bana Müslümanlığın daha yakın düştüğünü fark ettim.” Gazeteci şaşkınlıkla, “Nasıl oldu bu?” diye sordu. Neruda, “Tuhaf bir şekilde...” diyerek anlatmaya başladı. Çok sıcak bir günde yürürken karşısına bembeyaz bir cami çıkmış, biraz dinlenmek ve serinlemek üzere camiye girmiş, halının üzerine kıvrılarak düşüncelere dalmıştı. Kimsecikler yoktu içeride. Fakat az sonra birkaç Müslüman gelip sorular sormuştular ona: “Müslüman mısın?”, “Buraya neden geldin?”, “Yapmak istediğin nedir?” Neruda, Müslüman olmadığını, biraz düşünmek için camiye geldiğini söylemiş, bunun üzerine “Hakkın var, burası fikre dalınacak bir yerdir. Yine gelebilirsin,” demişlerdi. “Doğu’da geçirdiğim yıllarda beni en çok etkileyen bu olay olmuştur. Bilirsiniz, fillerle yapılan ayinleri, maşlahlarla, ölü kafalarından kolyelerle süslü tanrıça Kali’yi... Üç beş kuruşa takla atacak rahipleri; bunları hiçbir zaman çekici bulmadım ben. Oysa, susuz bir havuz gibi serin, o aydınlık cami beni çok etkiledi.”

Ne çok sorusu vardı şairin, ne güzel cevabı.
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.

Benzer Konular

28 Ocak 2021 / Misafir Genel Mesajlar
6 Temmuz 2015 / Misafir Forum Oyunları
5 Mayıs 2006 / Misafir Bilgisayar