Farzet ki bugün yanındayım, farzet ki gül veriyorum gözlerindeki nefese. Hatta güneşe, hece hece bütünleşen neşene.
Farzet ki sahnede perdenin arkasındayım. Yaşamın her gününe çertik atıyorken düşle beni. Karartma gecelerine kurşun sıkarken, mavisi solmuş gökyüzünden sen de seyret seni benim gibi.
...
Bu gece ben senin istediğin gibiyim. Farzet ki sendeyim… Şarap kadehinde bir yudum, ellerinde hançerim. Dilindeki kelime, yüreğindeki cümleyim. Cehennem istiyorsan ensende, güneş istiyorsan bakışında, aklına gelen her yerde, eğer istiyorsan seninleyim.
Yorulduğunda başını koyacağın omuz, ağladığında göz yaşlarını silen mendil, üşüdüğünde seni saracak yürek olmamı istersen seninleyim. Alışkanlığın, kokun, kalemin, duvarın, anlamsızlığın, anlamın, yorgunluğun olmamı istersen seninleyim. Ezilmişliğin, hatırlayamadıkların, anısız dünlerin, akreple yelkovanın olmamı istersen, bu gece sendeyim.
Eğer kimsesiz kalıp hala yaşamak istersen yağan yağmurun daha yeni sarmaladığı toprak kokusu olurum. Aklına kimsesizliğin takıldığında hiç duymadığın hikayelerde kalmak isterim. Ki sen istersen her doğan yıldızla çıkarım karşına.
Yolda rastladığın her yüz benimdir aslında. Gittiğin her yere gelirim, sen yorulduğunda yorulurum, bütün gece başucunda bekler, rüyalarında gezerim senin.
Eğer sen istersen yarınsız, vaatsiz ve düşsüz olurum. Kimsesiz yalnız ve yurtsuz olurum. Şarkısız, şiirsiz ve hecesiz olurum. Eğer istersen topraksız ve susuz, istersen kokusuz, elsiz ve göçsüz, biraz öyküsüz, biraz güneşsiz biraz da suskun olurum.
Eğer istersen sen, bu gece yalnızca gözlerin olurum.
İçinde seyrettiğin çığlıklardan biri, bozkır düşmüş bulutların hepsi, her kaybettiğinden kazandığın, her kaçtığında geldiğin, seni sen yapan gülümseyişin olurum…
Beni yanından hiç ayırma
Gözlerim gözlerinde kalsın
Seninle öyle doluyum ki
Her anımda inan sen varsın
Bu gece kendini gözümle gör, kulağımla duy, yüreğimle sev, neşemle gül. Aklında aklından gitmeyen düşüncelerde yaşa, kaldırım taşlarında hayal, ellerimde kelepçe ol.
Eğer sen istersen güvercin kanadındaki özgürlük ateşim, dilimdeki ıslaklık, devrile devrile yağan göz yaşlarım ol… Ki her yasak bir firarla sevişmekte. Ki sana bir demet güzellikle geldiğim gün, eğer istersen şarkısız sesler çıkacak nefesimden… Farzet ki gülüşün intiharıdır yüreğimdeki yalnızlık. Farzet ki bu gece, sensiz sancıda bir yeri yüreğimin…
Aslında ben sana hasretim. Yüzüyorken yalnızlığım bu çirkin okyanuslarda, sıcak çingene gülüşündeki özgürlüğe hasretim. Derim ki yüzümün güneşli yanı; tükendiği zamanda bir insanın, insana hasretim.
Farzet ki bir cana, yalnızca sana hasretim…
İstersen ver günahlarını
Razıyım al sevaplarımı
Koparma aşkın bağlarını
Ellerim ellerinde kalsın
....
Güldün, güldüm güldük. Gülerken bu gece, adını yazdım papatyalarla dolu yüreğimin hiç solmayan köşesine… Ki ben seni önce anamdan tanırım. Katıksız, karşılıksız sevecenliğinden. Seni, bozkırı işleyip yeşil eden yağmurundan, geleceği ısıtan ellerinden, taş duvarlar ardında haykırışından, savaşından tanırım.
Seni türkülerimden tanırım. Ezgisindeki burukluğu seslenişinden, gözlerindeki yazıdan tanırım. Kuşatmasız dönüşünden, çaresizliğime ilaçtan, bir dilim ekmeğin peşinde koşan felçli satıcılardan, ranzamda kalemimle baş başa kaldığım karanlıktan tanırım.
Yaktığım ağıttan, içtiğim şaraptan, sesindeki masmavi gökyüzünden, ki ben seni en çok ölüme kahkahalar atışından tanırım…
Oysa bıraksalar kuşatılmış dağlarımın üzerine özgürlüğü, patlayacak gamzeleri aydınlığımın. Ama olmuyor, bir gerillanın namlusunda ateşlenmeye hazır bir mermi gibi duruyor yalnızlığım. Senin gecende yaramı saramayan denizlere uzanırken, yığınlar içinde dirilemediğim sevinçler inliyor. Sesim, tenim, acımdan akan kanım, acımdan acıyan yüreğim inliyor.
Şimdi içimde bir hamal durmadan mezar kazıyor damarlarıma. Gittikçe azalan aydınlık, çocukluğumun rüyasında kaldı. Şu ağaçlar, şu kaya, şu şıp şıp damlayan oluk, şu kuş, şu kaçmam diyen rüzgar, şu göz, şu gök; ne kadar yabancı geliyor şimdi… Oysa farkındayım, yalnızlığın rahmindeki gece ayrılıklar sancısıyla büyümekte. Elleri olmayan taş toprağa yaslanmış uyurken, birkaç dalıyla oynayan ağaçlar kuruyor içimde.
Yoksulum, yorgunum, yılgın ve bozuğum…
Yürekli bir ölüyüm anlayacağın.
Tanımam senden başka
Dünyada yoktur eşin
Sanki yıllar öncesi
Seni görüp sevmişim
Anla artık halimden
Şüphe etme sevgimden
Sensizlik bir uçurum
Tut artık ellerimden
...
Farzet ki bu gece seninle varım. Yaşamımın en ince ayrıntısında, gözlerinde varım. Artığımdan peydahlanan bir avuç çiçekle, yıkılmayan kaldırım taşlarıyla varım. Kendime dönemediğim dönemeçlerle, şafak vakti kan pıhtılarıyla dolaşırken emanete bıraktığım gülümseyişle varım. Senin akşamlarında sönmesini istemediğim ışığımla, olamadığım yerlerde yaşatılmakla, doğmamış çocuk hasreti, doğmamış ayrılıklar türküsü, ve eskiden yazdığım çocuk yüzlü yazılarla varım. Sesimdeki tipiye tutulan yanlışlarımla, en öyküsüz tehditlerimin arasında kuyuya atılmış taş kadar acımasız, kurumuş bir ağaç kadar yorgun, ve çizilmemiş nefesimle varım. Zincirdeki el ıslaklığında, denizi kurumuş, rüzgarı sürgün, ayaklarımdaki kalıntılarla varım. Kaç papatya kurutmuşsam kokusuyla, düşteki umutlarımla varım.
Aslında sırf bu yüzden sıcaklığın açlığında buzdan kalelerle çevrili düşler çiziyorum gökyüzüne. Yani sırf bu yüzden yüreğime adressiz dönüşler biriktiriyorum. Belki gözlerim diyememeyi özlüyorum, belki de körlüğümden arta kalan savaşımı…
Şimdi ne desem de avutsam kendimi, yağmalanmaktayım. Gülebilirim de ölebilirim de. Hem farkı var mı ölümün böyle bir gülüşten. Oysa dipsiz bir uçurumdan düşerken öğrendim umut denen duyguyu… Ne bileyim, yalnızlık adına düzenlenmiş bütün suçlarla başucumda, hem zincirlerimden kaybedecek hiçbir şeyim kalmadı ya, kaç nefeslik günahım varsa mahşere, sevaptan saydığım düşlerle yürümekteyim sana…
Çünkü ben seni, çünkü ben seni yağmurdan ürkmeyen güneşten bilirim. Çünkü ben seni yapamadığım bestelerde duyar yazamadığım şiirlerde hissederim.
Sana adadım herşeyimi
Sen çizdin benim kaderimi
Esirgeme benden sevgini
Ah gelde bu yalnızlık son bulsun