Arama

Sizin Yazılarınız - Sayfa 6

Güncelleme: 14 Eylül 2014 Gösterim: 56.754 Cevap: 157
DrAm3vLH - avatarı
DrAm3vLH
Ziyaretçi
18 Haziran 2007       Mesaj #51
DrAm3vLH - avatarı
Ziyaretçi

Seni ne çok sevdim ben. Ne çok gözyaşı döktüm senin için. Gecele ri sen yatağında melekl erin kanatl arıyla uçarken ben pencer emin önünde senin rüyana girmek için dua ederdi m. Bir bakışına, bir dudak kıvrımında titreşen gülüşüne ulaşmak için dünyanın bütün çiçeklerini önüne sererd im.
Sponsorlu Bağlantılar

Şiirler, şarkılar, sevgil er içimde tutuşan bir ateş, onun yangınında senin için kül kesild im. Ağır hastal ar geceyi zor geçirir. Sabahı bekler kırgın yürekler, hasta umutla r, yalnız ruhlar . Yalnızdı gecele rim. Hastay dı gecele rim. Kan kaybından giden bir yaralı gibi umarsızdı gecele rim. Bir uçurumun kenarına beni taşıyan karaba sandı gecele rim. Adına yalnızlık dedim. Sensiz lik dedim. . Sen beni bilmed in, beni tanımadın, beni sevmed in.. Bu bir ölümdü, bu bir ferman dı .. Bıçak kesmez artık beni, ip asmaz, çeküller yüreğimi taşımaz. Yaşamak mümkün değil, yalnızlık karanlık kapılarıyla üstüme kapandı. Amansız acılar içindeyim.

Ey Sevdiğim.. Ben seni ne çok sevdim . Dünya bildi, bir sen bilmed in. Yalnızlığın diğer adı aşka karşılık almama ktır. Kaçılamayacak kadar yakın, tutula mayaca k kadar uzak bir yerdes in.. Benim aşkıma yalnızlık kucak açtı. Senin yokluğuna dokund um, içim yandı. Odamın çıldırtan sessiz liğinde sana seslen dim. Yankısı döndü dolaştı, senin kapıların bana kapalı. Kendi sesim yine bana ulaştı. Anladım ki beni hiç duymay acaksın.

Sana sitem edemem . Sana kırılamam. Bir tek dileğim var senden, son bir tek isteğim. O da MUTLU OLMAN.

MUTLU OL SEVDİĞİM.. BİRİCİĞİM.. AŞKIM. NEREYE, KİME GİDERSEN GİT YETER Kİ SEN MUTLU OL...

silencegale - avatarı
silencegale
Ziyaretçi
20 Haziran 2007       Mesaj #52
silencegale - avatarı
Ziyaretçi
Alıntı
Misafir adlı kullanıcıdan alıntı

TEMİZLENİRKEN KİRLENMEK

Sponsorlu Bağlantılar
Esin Çınar

Bu yazıyı görünce şok oldum !!!

Benim de bu bölümü görünce " - Haydi canım döktür bilgine birikimine dayanan hayatı şöyle boğazından yakalayıp bir o duvara bir duvara vuran kiminin içindeki romantizme kiminin öfkesine, nefretine tercüman olan sosyal olaylara bir uzman edasıyla nokta vuruşu yapan; okuyanı çiçekler, böcekler, dalga sesleri, kuş cıvıltıları gibi saran bir şeyler yazayım." diye düşünmüştüm.

Ama ne mümkün bu yazı öyle derinden vurdu ki beni. Taşlanmış, rengarenk jean pantolonlar geldi aklıma hemen ve bunların hiç bir kontrole tabi olmayan üretim yerleri elektrik parasından tasarruf için çalıştırılmayan arıtma sistemleri neticesinde atık su bedeli gibi mini minnacık bir bedelle Marmara' ya bocalanan zehir.... bu tip yerlerde sağlık tedbirleri olmadan çalışanların sönen ömürleri.... neler neler....

İstanbul Sultanköy'de bir hafta kırmızı bir hafta mavi akarak denize karışan dere geldi aklıma, Küçükçekmece de deterjan atıklarından her dalgada kabaran köpükleri hiç sönmediği için fotoğraflaması kolay olan ve her yaz yosunların bu kirletilmeye dayanamayarak ölmesi sonuncu bir ay tüm sahili kaplayan göldeki iğrenç katliam kokusu ...

Evlerine doğal görünsün diye ahsap kaplama çelik kapılar taktıran, bu kapılarla kendilerini çevreden koruduklarını sanan fakat koskoca dünyayı yaşanmaz ve güvensiz hale getirerek aslında korunmadıklarını kendilerini kendi eseri olan doğanın içerisinde hücre hapsine attıklarını bilmeyen insanlar...

Arabalarıyla giderken eline geçen herşeyi doğaya fırlatan ve onlar yüzünden belediyenin karayolu kenarı temizleme birimi kurduğu insanlar... Peki sıradan insanları sanayici ile dünyayı mahveden güçlü ülkeler ile karşılaştırsak sonuç ne olur? Tek fark elllerinde bulunan sömürme ve yok etme gücü kiminin az kiminin çok aslında aralarında fark yok...

Bir insanın saçına düşen aklar gibi hatırlatmalı biri illa ki... Ölüm de var... Ölüm de var ... Hepimiz durmadan ihanet ettiğimiz, yok ettiğimiz, harap ettiğimiz dünyaya bir şekilde organik olarak karışmayacak mıyız? Utanmayacak mıyız yaptıklarımızdan? Ve bir gün derste çocuklara öğretmenleri anlatmayacak mı? Dünya eskiden yeşildi, tertemiz su kaynakları vardı, milyonlarca bitki ve hayvan türü vardı, denizlerde ve göllerde yüzülürdü diye... Ve asıl soru şu çocuklar: " - Öğretmenim dünya neden bu hale geldi. " deyince sizce öğretmenleri ne cevap verecek?
papao6 - avatarı
papao6
Ziyaretçi
28 Haziran 2007       Mesaj #53
papao6 - avatarı
Ziyaretçi
KİRALIK SEVDALARA

o masum ilk bakısın varya içime ates dustu bir anda donup maziye baktıgımda anladım ki kiralıkmıs bu sevda.. bir elmanın yarısıydık bir kalbin atısıydık soz verdik yoktu ayrılık nerden bilirdim ki senin sevdan kiralık... otururdun yanı basıma ellerimde gul takardım sacına sımdı donup aynaya baktıgımda içimde yanar kul olur bu sevda ansızın birden bire girdin dunyama gizlice insan bi izin alırdı cunkı senin sevdan kıralıktı...

ADINI YANLIŞ KOYMUŞUM

Aslına bakarsan lüzumsuz cümleler kurmak değil niyetim. Bunca seneden sonra kurulmamış bir cümle kaldıysa aramızda onları toparlıyorum farzet.

Kısada olsa yaşadığımız her anın değerli olduğunu düşünmüştüm, işte buyüzdendir ki, dolandırmayacağım söyleyeceklerimi.

Artık beni anlayamayan gözlerine bakıp ifade yoksunu gibi hissetmekten bıktım kendimi. Bana verdiğin bütün zararlar için öncelikle teşekkür borçluyum sana. Olgunlaşmamı, kendi kendimi büyütmemi sağladın sen. Ne var ki, farkına varamadığın tek şey ben içimde büyürken artık sığmadım içime. O kadar büyüdüm ki sen çok küçüldün yanımda. Yukarıdan uzattığım elimi hep beni aşağılara çekmek için kullandın.

İlişki adına birşeyler kaldıysa hala geriye benden, senden, bizden, ilişkimiz adına özür dilerim bütün yaşanan duygu katmanlarından. Seni olduğun yerden alıp yüceltirken, ezileceğim aklıma bile gelmemişti. Sana güzel şarkılar söylerken aşk makamında, şahsıma ait bırak bir nota duymayı, hep "S"lerde takıldım sayende. Sayende yavaşladım, halsiz kaldım...

Elimi yüreğimi ve bir zamanlar sana verdiğim ne varsa hepsini bir hamlede çekiyorum hayatından. Üzgünüm, senin adına, kaybettiğin için. Üzgünüm, kendi adıma, acınacak halde olan bir adamı yüzüstü bıraktığım için.

Kendimi çıkarttım bu oyundan, sen kaldın geriye toplanamamış, hep eksik bedeninle...

Beni bu kadar yanılttığın için seni tebrik ediyorum.

Adını yanlış koymuşum senin,özür dilerim...

Elveda...
Son düzenleyen papao6; 28 Haziran 2007 22:17 Sebep: Mesajlar Otomatik Olarak Birleştirildi
RuYa - avatarı
RuYa
Ziyaretçi
21 Temmuz 2007       Mesaj #54
RuYa - avatarı
Ziyaretçi
Böyle işte. bir gün bitip yeni bir güne merhaba diyoruz hep. ee hayat sürekli akıp gidiyor. herkes, her şey bir kovalamaca içinde sürekli. birkaç yazı okudum da, kimi kendini anlatmış, kimi uzaklara uçup giden yavrusunu; kimi bir salıncak macerasını, kimi iç hesaplaşmalarını...
sabah kadar gene bir sürü rüylar gördüm. birinin gerçek olmasını ne çok isterdim. şunu itiraf ettim kendime. öğrenciyken hep şu okul bitsin derdik. şimdi bitti okul. ayrıldık bir bir. dağıldık gerdanlıktan kopan boncuk taneleri gibi. yanlız değilim, biliyorum ki milyonlarca insan da özlüyor bunları. sabah sabah bir sırıtık var , koskocaman ve arsızca yüzümde.
oturudm yazayım dedim.ne yazasam diye hiç düşünmedim. düşündüklerimi yazıyorum bu sabaha dair. şuan aklımdan ne geçiyor. hemen yazayım. şu seçim arabalarından nefret ediyorum. az önce biri bağıra bağıra geçti. kızıyorum bir de sokaklar bayrak, sağa sola atılmış broşürlerle dolu. oysa ki o masraflar yerine bir kaç çocuğun eğitim masrafı karşılanabilirdi.annem kızdı gittim yatağımı topladımMsn Happy)
evet kızıyorum nara atanlara. bir de rüzgar çıkınca ortalık sirk gibi oluyor. neyse. ben bu gün kararlıyım. güne iyi başladım. bunu koruyacağım. birazdan çıkıp işe gideceğim. diploma bir işe yaramasa da hala çalışıyoruz işte.
sabah için çok karışık oldu sanırım. şöyle bir kendime baktım da meğer insanoğlu ne kadar çok şey düşünebiliyormuş. sabahı falan da dinlemiyor bu hal.hayat işte...

yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var.
yaşadın mı yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi.
sevgilin bitkein kalmalı öpülmekten
sen bitkin düşmelisin koklamaktan bir çiçeği.

yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var.
yaşadın mı büyük yaşayacaksın,ırmaklara göğe, bütün evrene karışırcasına.
çünkü ömür dediğimz şey hayata sunulmuş bir armağandır.
ve hayat sunulmuş bir armağandır insana...
MMDMR - avatarı
MMDMR
Ziyaretçi
28 Temmuz 2007       Mesaj #55
MMDMR - avatarı
Ziyaretçi
kız kacırma kuralları(silinik olsada işinize yarar) teyteytMALZEMELER:

1 Adet Kız: Efenim elbetki operasyonun adından da anlaşılacağı gibi, bu faaliyet için, daha önceden ikna edilmiş ve kaçmaya meyilli bir bayan (Kız-Dişi) bulunur.Bayanın yaşı 18 üzerinde olursa size herhangi bir kanuni zorlukta yaşatmayacaktır ve Kız Kaçırma Operasyonunuza herhangi bir gölge düşmeyecektir.Hafif kilolu kızların kaçırılması daha kolay olduğundan seçim esnasında buna dikkat edilmesi sizin işinize yarayacaktır.

1 Adet Ev: Kaçırılan kızın dışarda kalıpta ziyan olmaması için iyi muhafaza edilmesi gerekmektedir.Bunun için ufak ve şirin bir evin operasyondan önce hazırlanması gerekir.Size tavsiyemiz arkadaş çevrenizden birilerinin evini seçmenizdir. "Arkadaş arkadaşın pip" diye bir rivayet dolaşmaktadır halkımız arasında, bu doğrudur..Muhakkak her erkeğin çevresinde pip görünümlü veya ruhunun derinliklerinde pip yatan bir arkadaşı vardır.
1 Adet Çuval: Yuh artık demenin bir manası yok..Her operasyonun bir tescili flaması veya bayrağı olduğu gibi kız kaçırmanında bir adabı, bir raconu vardır ki bu işinde amblemi çuvaldır.Yanlız bir kaç arkadaşımız bana maillerinde söylemişler "Kız çuvala sığmıyor" diye.. Efenim seçilen çuvalın boş çuval olmasına özen gösterin... İçi un dolu bir çuvala elbetki sokamazsınız kızcağızı.Oldu olcak sokmadan önce yumurtaya bandırında pişi yaparsınız..

1 Adet Sopa: Operasyonda en çok yanlış kulllanım bu
malzemede olmaktadır...Efenim üzerine basa basa söylüyorum, sopayı kızın kafasında kırmak için yanımıza almıyoruz.Sopayı almamızdaki amaç şudur..Kızı kaçırdınız, ki kız gece kaçırılır bildiğiniz üzere..Kızı çuvala koydunuz..Sırtınıza attınız gidiyorsunuz..İşte sopa burda devreye giriyor.Gece karanlığında önünüzü yoklamanızı sağlıyor..Önünüzü yoklamanızı derken yoldan bahsediyorum..Türkçemiz biliyorsunuz ki yerçekimine karşı son derece hassastır..Hemen belden aşağıya çekilebilir. Burda yoklanan yer önünüzdür...Yani yoldur.
1 Adet EtilAlkol: Şu unutulmamalıdır ki, bu
operasyonun en önemli özelliklerinden biride başlandığında yarım bırakılmamasıdır. Kız Kaçırmak için besmele çekilip yola çıkıldığında bu işin geri dönüşü olmaz. Bu malzeme bu yüzden operasyonun sürekliliği açısından çok önemlidir. Bazı kızlar, operasyonunun verdiği aşırı heyecana dayanamayıp son anda kıvırabilirler ki bu oldukça sık rastlanan bir olaydır. Bu durumda "Kız kaçırmaya gitti, kızı elinden kaçırdı" gibisinden bir pip muhabbetine konu olmamak için tedbirli olmak lazım..Eğer ki olay esnasında yanınızda Etil alkol yoksa malzemelerimiz içinden sopayı seçerek işlemi tamamlayınız...Kesinlikle belden aşağı vurmayınız,bazıları olayın stresine dayanamayıp, kızcağıza tekme tokat dalarlar ki bu pek hoş bir davranış değildir..Elimizdeki kısıtlı malzemeyi yok etmekten başka bir işe yaramaz.

Kullanış

Malzemelerimiz hazır.Şimdi operasyonu nasıl gerçekleştireceğiz onu anlatalım:Efenim önceden ikna edilmiş ve hali hazırda beklemekte olan kız arkadaşımızın evinin ve çevre mahallelinin, olaydan bir hafta önce takibe alınması gerekmektedir.Tüm bu ön hazırlık için gerekli fizibilite yapıldıktan sonra elde edilen verilerle olayın en uygun tarihini belirleriz.Şunu da söyleyeyim ki, kızın evinin altına filan tünel kazıp da olayın b.kunu çıkarmanın bir manası yoktur.Sakin olalım.. Telaş yapacak bir şey yok. Elimizdeki malzemeleri yanımıza alarak kızın bulunduğu evin önüne gidilir. Gece dolaşan bekçinin saat kaç gibi geçtiği daha önceden tespit edildiğinden bu konuda zorluk çıkmayacaktır.Mahallenin tamamen sakin olduğuna kanaat getirdikten sonra, kızın evinin önüne gelip, "Karaçırık Kuşu" gibi ötmeye başlayınız...Karaçırık kuşu nasıl mı öter?...Bende tam bilmiyorum ama sesinin kötü olmadığını duydum.Siz ötmeye başladığınızda zaten kaçırılacak kızda eşek değil ya anlar herhalde..Yanlız bazen bazı arkadaşlar olaya kendilerini kaptırıp sokak arasında şahin dalışına filan geçiyorlar bu saçmadır. Kuş takliti yapın diyoruz adam kendine "Karaçırık" kuşunu yakıştırmıyor..Kerkenez gibi ordan oraya gidip geliyor.Neyse efendim siz en iyisimi yanınıza ya iyi kuş taklidi yapan bir arkadaşınızı ya da garanti olsun istiyorsanız bir kuş alınız...Genede seçim sizin
Kuşu öttürdük...Kız olayı çaktı. Elinde bohçasıyla kapının önüne tünedi..Burada yapılması gereken ilk iş, kızın bohçasını alıp, incelemektir.Çünkü bir kız en iyi şekilde bu operasyonda kendini belli eder...Eğer bohçada kalın bilezikler, beşibiryerdeler varsa bilin ki harbi balçıksınız...Yok eğer kızın bohçasından eski püskü eşyalar çıkarsa, hemen kuş taklidine devam ederek oradan uçunuz

Biz burda tüm noktaları iyimser gözle kabul ediyoruz...Kızımız hazır.Daha önceden hali hazırda bekleyen çuvalımızın içine (Boş çuval olacaktı) kızı katlayarak sokuşturuyoruz.. Çuvalın delik olmadığına ve yolda giderken kızı düşürüp sakat bırakmayacağınıza emin olunca sopamızında yardımıyla olay mahallinden tüm hızımızla uzaklaşıyoruz. Bu esnada hala kuş taklidi yapmanın bir anlamı yoktur..Eğer taklit yeteneğinize inanıyorsanız, anadol taklidi yaparak gitmeniz size artı avantaj getirecektir.
pip arkadaşımızın evine geldiğinizde, çuvalın ağzını hemen açmayı ve içindeki kızı çıkarmayı lütfen unutmayınız. Bazı arkadaşlar olay tamamlandıktan ve eve ulaştıktan sonra hemen heyecana kapılır ve "Nasıl Kaçırdım" sendromuna girerse kızcağız ölür. Başarılar....teyteytsonra düğün

RuYa - avatarı
RuYa
Ziyaretçi
28 Temmuz 2007       Mesaj #56
RuYa - avatarı
Ziyaretçi
Suskunluğu bilir misin?.. Bir anda hayattan kopup nefis bir sessizlik senfoninin ortasında buluvermek kendini... Suskunlukları bilir misin?.. Ansızın kesilen konuşmaların ardından kulaklarının nasıl da uğuldadığını?.. Solukları duyarsın sadece... Kelimelerin eksik kaldığı anlarda susar insan... Seni öylesine seviyorum ki; bunu kelimelerle ifade edemiyorum ve susuyorum. Gözlerime bak anlarsın! Oradan bir pencere açıyorum, senden bana doğru; süzülebilirsin içeri istersen... ve penceremi açtıktan sonra susuyorum... Susuyorum, duyarsın!..

Aslında ne çok şey söylenir susmalarda... Gerçek kendin olursun; tüm elbiselerinden yoksun çırılçıplak, aynen savunmasız bir bebek gibi... Aracı kullanmadan, kelimelerin bencilliğine yakalanmadan... Susarsın... Boşluğa konuşursun susarak... Düşünceler on-ikiden vurur o zaman; tellere dokunmadan, havayı kullanmadan... Böyle susmalarda bulursun bir çok sorunun cevabını... Ve belki de kendini tanırsın. Hatta o müthiş soru var ya, "aşk nedir?"... Onun bile cevabını bulabilirsin ama ifade edemezsin, susarsın!..

Bilirim acı verir bazen susmak... Konuşmak istersin; kelimeler boğazına düğümlenir. Her şey bitmiştir aslında... Ne kelimeler ne de suskunluk bir işe yarar artık. Zalim acı saplanmıştır en derine; duyulan sadece iç çekişlerdir artık... Bir de; dilinin ucuna hücum eden ve dudak kalesine çarparak bozguna uğrayan kelimeler... Gözyaşı da suskunluğun meyvesidir. Dokunur acının üzerine; ılık, tuzlu bir ilaç gibi... Önce yakar, belki de acıyı azdırır. Ya sonra?.. Uyuşur kasılan gözlerin... Oradan kalbine damlar susan sesin... Sessizce, kimsesizce ağlarsın; duyarlarsa gelirler ve beni yalnızlığımla ayırırlar diye korkarsın, hıçkırıklarını boğarsın, susarsın!..

Susarsın... Susarsın ama!!! Anlamsız sesleri duyumsamaya başlarsın bu sefer de... Bütün enstrümanlar vardır ama şef yoktur. Kelimeler peşi sıra çıkar, cümleler kurulur tumturaklı, anlamsız... Anlam yüklemeye çalıştığın her cümle, bir öncekini daha da anlamsız hale getirmeye başlamıştır bile... Şefsiz bir orkestradan baş döndüren bir senfoni bekleyemezsin ki!.. Sonra anlamsızlıkları sıralayıp, onlara sahte anlam elbiseleri giydirmeye başlarsın; rüküş olurlar. Cımbızla ararsın içlerinden anlamlı kelimeleri seçmek için... Karanlık bir odada bulmaya çalıştığın bir ışık; göremezsin... Cam kırıkları gibi beynine saplanan kıymık kelimeler; kanatır, hissedemezsin... Yaşlar hücum eder gözpınarlarına, ağlayamazsın!..

Ayna yazılar vardır; ruhuna çevrilmiş... Bakmayı bilebilirsen kıymetli kelimeler... En kuytu köşelerinde yapacağın bir gezinti kendine bile itiraf edemediklerini çıkarıverir günyüzüne... Karanlığa güneş açar ve sersemce fikirlerin yere basmaya başlar. İşte o zaman... Ne suskunluğun anlamı, ne seslerin karmaşası kalır. Sadece, "beyazın üstüne siyah"...

veba - avatarı
veba
Ziyaretçi
2 Ağustos 2007       Mesaj #57
veba - avatarı
Ziyaretçi
Külün dokunuşu gibi,
masum ve kendini döker gibi.
Bir yokoluşun ardından parlayan ateşin
kavurucu gücüyle yanıyor yüreğim...
ve söyleyemediklerim,dilime hapsettiklerim,
bedenimin kendini kilitlediği kendi hücresi
ve mahkumiyetimin sebebi gökyüzünde,
senin gözlerinde gizli yeter ki onlara iyi bak

Çek ellerini içimden.
Bırak yüreğimi,tozlu sayfaları
arasında çırpınmadan kalsın allahım.
Bekçi olma hayallerim nolursun
başında akbaba misali,sırtını yaslamak yerine ona,
bırakta özgürlüğünü bulsun yalnızlığı çölünde.
Gene gözlerim yapıyor en acı darbesini,
seni hayallerime ve rüyalarıma bulaştırarak
yalnızlıklarımda işkence ediyor bana,
beynimle anlaşmış gibi gözlerim dalıyor
o düşünüyor ben hayal kuruyorum
vücudum inciniyor sensiz olamıyorum sevgilim,
al beni yanına ne olur.
Olmasın yalnızlıklarım sensiz

VebA


Ellerimde anlayamadığım birşeyler dolaşıyor,manasızca ve ne işe yaradığını düşündükçe keşfetmeye çalıştıkça tek bulurum,manalı manasız sözcükler.Birbirleri ile ilişkilendiriliyorlar ve başka bir dünyanın varolabileceğini irdeletiyorlar,yalnız başıma kaldığımda kendimce ütopyalarımın içerisine nüfuz ederek.Kim bunu yapan,benim gözlerimle bakan,kendi sözcüklerini yazdıran ve ne yönlendiren bizi dünya içerisinde bilinmezliklere doğru?

Anın katlanarak çoğalması ve hep aynı yaşayışlara yükselen sitemlerin ardında şimdilerime işleyen pembe bulutlar,dünya üzerine sürekli egemen olacak mı.İnsanlara bir başka dünyanın varolabileceğinin garantisini verebilecek mi bakıyorum,görüyorum ve şimdilerimde olabileceğine inanmaya başlıyorum.Beyaz defter yaprakları arasına sığdırdığım hayallerim ile ilişkili olarak kaynağından ilk olarak çıkan bir su zerresi gibi umutlu ve mutluyum bugünümde!

VebA


Aldırmadan arkana bakma ve git.

Göz yaşlarını yanaklarına yağdır,

ıslaklığı ardından gelen ferahlığın

seni rahatlattığını düşünme sevgili,

ardına yaslanda düşün nedeni belli,

belirsiz olgular neden beni buraya getirdi diye
Son düzenleyen veba; 2 Ağustos 2007 16:31 Sebep: Mesajlar Otomatik Olarak Birleştirildi
RuYa - avatarı
RuYa
Ziyaretçi
2 Ağustos 2007       Mesaj #58
RuYa - avatarı
Ziyaretçi
Farzet ki bugün yanındayım, farzet ki gül veriyorum gözlerindeki nefese. Hatta güneşe, hece hece bütünleşen neşene.
Farzet ki sahnede perdenin arkasındayım. Yaşamın her gününe çertik atıyorken düşle beni. Karartma gecelerine kurşun sıkarken, mavisi solmuş gökyüzünden sen de seyret seni benim gibi.

...

Bu gece ben senin istediğin gibiyim. Farzet ki sendeyim… Şarap kadehinde bir yudum, ellerinde hançerim. Dilindeki kelime, yüreğindeki cümleyim. Cehennem istiyorsan ensende, güneş istiyorsan bakışında, aklına gelen her yerde, eğer istiyorsan seninleyim.
Yorulduğunda başını koyacağın omuz, ağladığında göz yaşlarını silen mendil, üşüdüğünde seni saracak yürek olmamı istersen seninleyim. Alışkanlığın, kokun, kalemin, duvarın, anlamsızlığın, anlamın, yorgunluğun olmamı istersen seninleyim. Ezilmişliğin, hatırlayamadıkların, anısız dünlerin, akreple yelkovanın olmamı istersen, bu gece sendeyim.
Eğer kimsesiz kalıp hala yaşamak istersen yağan yağmurun daha yeni sarmaladığı toprak kokusu olurum. Aklına kimsesizliğin takıldığında hiç duymadığın hikayelerde kalmak isterim. Ki sen istersen her doğan yıldızla çıkarım karşına.
Yolda rastladığın her yüz benimdir aslında. Gittiğin her yere gelirim, sen yorulduğunda yorulurum, bütün gece başucunda bekler, rüyalarında gezerim senin.
Eğer sen istersen yarınsız, vaatsiz ve düşsüz olurum. Kimsesiz yalnız ve yurtsuz olurum. Şarkısız, şiirsiz ve hecesiz olurum. Eğer istersen topraksız ve susuz, istersen kokusuz, elsiz ve göçsüz, biraz öyküsüz, biraz güneşsiz biraz da suskun olurum.
Eğer istersen sen, bu gece yalnızca gözlerin olurum.
İçinde seyrettiğin çığlıklardan biri, bozkır düşmüş bulutların hepsi, her kaybettiğinden kazandığın, her kaçtığında geldiğin, seni sen yapan gülümseyişin olurum…

Beni yanından hiç ayırma
Gözlerim gözlerinde kalsın
Seninle öyle doluyum ki
Her anımda inan sen varsın


Bu gece kendini gözümle gör, kulağımla duy, yüreğimle sev, neşemle gül. Aklında aklından gitmeyen düşüncelerde yaşa, kaldırım taşlarında hayal, ellerimde kelepçe ol.
Eğer sen istersen güvercin kanadındaki özgürlük ateşim, dilimdeki ıslaklık, devrile devrile yağan göz yaşlarım ol… Ki her yasak bir firarla sevişmekte. Ki sana bir demet güzellikle geldiğim gün, eğer istersen şarkısız sesler çıkacak nefesimden… Farzet ki gülüşün intiharıdır yüreğimdeki yalnızlık. Farzet ki bu gece, sensiz sancıda bir yeri yüreğimin…
Aslında ben sana hasretim. Yüzüyorken yalnızlığım bu çirkin okyanuslarda, sıcak çingene gülüşündeki özgürlüğe hasretim. Derim ki yüzümün güneşli yanı; tükendiği zamanda bir insanın, insana hasretim.
Farzet ki bir cana, yalnızca sana hasretim…

İstersen ver günahlarını
Razıyım al sevaplarımı
Koparma aşkın bağlarını
Ellerim ellerinde kalsın

....

Güldün, güldüm güldük. Gülerken bu gece, adını yazdım papatyalarla dolu yüreğimin hiç solmayan köşesine… Ki ben seni önce anamdan tanırım. Katıksız, karşılıksız sevecenliğinden. Seni, bozkırı işleyip yeşil eden yağmurundan, geleceği ısıtan ellerinden, taş duvarlar ardında haykırışından, savaşından tanırım.
Seni türkülerimden tanırım. Ezgisindeki burukluğu seslenişinden, gözlerindeki yazıdan tanırım. Kuşatmasız dönüşünden, çaresizliğime ilaçtan, bir dilim ekmeğin peşinde koşan felçli satıcılardan, ranzamda kalemimle baş başa kaldığım karanlıktan tanırım.
Yaktığım ağıttan, içtiğim şaraptan, sesindeki masmavi gökyüzünden, ki ben seni en çok ölüme kahkahalar atışından tanırım…
Oysa bıraksalar kuşatılmış dağlarımın üzerine özgürlüğü, patlayacak gamzeleri aydınlığımın. Ama olmuyor, bir gerillanın namlusunda ateşlenmeye hazır bir mermi gibi duruyor yalnızlığım. Senin gecende yaramı saramayan denizlere uzanırken, yığınlar içinde dirilemediğim sevinçler inliyor. Sesim, tenim, acımdan akan kanım, acımdan acıyan yüreğim inliyor.
Şimdi içimde bir hamal durmadan mezar kazıyor damarlarıma. Gittikçe azalan aydınlık, çocukluğumun rüyasında kaldı. Şu ağaçlar, şu kaya, şu şıp şıp damlayan oluk, şu kuş, şu kaçmam diyen rüzgar, şu göz, şu gök; ne kadar yabancı geliyor şimdi… Oysa farkındayım, yalnızlığın rahmindeki gece ayrılıklar sancısıyla büyümekte. Elleri olmayan taş toprağa yaslanmış uyurken, birkaç dalıyla oynayan ağaçlar kuruyor içimde.
Yoksulum, yorgunum, yılgın ve bozuğum…
Yürekli bir ölüyüm anlayacağın.

Tanımam senden başka
Dünyada yoktur eşin
Sanki yıllar öncesi
Seni görüp sevmişim
Anla artık halimden
Şüphe etme sevgimden
Sensizlik bir uçurum
Tut artık ellerimden


...


Farzet ki bu gece seninle varım. Yaşamımın en ince ayrıntısında, gözlerinde varım. Artığımdan peydahlanan bir avuç çiçekle, yıkılmayan kaldırım taşlarıyla varım. Kendime dönemediğim dönemeçlerle, şafak vakti kan pıhtılarıyla dolaşırken emanete bıraktığım gülümseyişle varım. Senin akşamlarında sönmesini istemediğim ışığımla, olamadığım yerlerde yaşatılmakla, doğmamış çocuk hasreti, doğmamış ayrılıklar türküsü, ve eskiden yazdığım çocuk yüzlü yazılarla varım. Sesimdeki tipiye tutulan yanlışlarımla, en öyküsüz tehditlerimin arasında kuyuya atılmış taş kadar acımasız, kurumuş bir ağaç kadar yorgun, ve çizilmemiş nefesimle varım. Zincirdeki el ıslaklığında, denizi kurumuş, rüzgarı sürgün, ayaklarımdaki kalıntılarla varım. Kaç papatya kurutmuşsam kokusuyla, düşteki umutlarımla varım.
Aslında sırf bu yüzden sıcaklığın açlığında buzdan kalelerle çevrili düşler çiziyorum gökyüzüne. Yani sırf bu yüzden yüreğime adressiz dönüşler biriktiriyorum. Belki gözlerim diyememeyi özlüyorum, belki de körlüğümden arta kalan savaşımı…
Şimdi ne desem de avutsam kendimi, yağmalanmaktayım. Gülebilirim de ölebilirim de. Hem farkı var mı ölümün böyle bir gülüşten. Oysa dipsiz bir uçurumdan düşerken öğrendim umut denen duyguyu… Ne bileyim, yalnızlık adına düzenlenmiş bütün suçlarla başucumda, hem zincirlerimden kaybedecek hiçbir şeyim kalmadı ya, kaç nefeslik günahım varsa mahşere, sevaptan saydığım düşlerle yürümekteyim sana…
Çünkü ben seni, çünkü ben seni yağmurdan ürkmeyen güneşten bilirim. Çünkü ben seni yapamadığım bestelerde duyar yazamadığım şiirlerde hissederim.


Sana adadım herşeyimi
Sen çizdin benim kaderimi
Esirgeme benden sevgini
Ah gelde bu yalnızlık son bulsun
MYDMR - avatarı
MYDMR
Ziyaretçi
3 Ağustos 2007       Mesaj #59
MYDMR - avatarı
Ziyaretçi
gitti artık bitti bu aşk o yok artık ne ben varım onun için nede o benim için..çoktan bitmesi gereken bi aşktı oysa daha çok yara almamak için baştan yapmalıydık bunu. şimdi kalbimiz kırık cam kırıntıları gibi dağılmış,üzgün...herşeye rağmen kalbim seni istiyor içimdeki ses uzat elini seviyorsa seni varsa hala bi umutt gitt düşünme hiç bişeyi, git onunla diyor..bizi ayrılığa zorlayan şey ne? nedir bu bıkmışlık yorgunluk isteksizlik..sıkıldıkmı yoksa birbirmizden zaman sevgimizi azalttımı yoksa zamanın içinde sevgimizi azaltan üzüntüler mi yaşadık? neydi bizi birbirimizinden ayrıyan..ben hala seni bu kadar çok seviyorken bu ayrılık nie..bu kadar mı düştük biz. sebebsiz şeylerden tartışma çıkarıp bitirir mi olduk herşeyi hani nerde o sevgimizin yüceliğiiiii...??? hiç mi hatrı kalmadı anılarımızın ne çabuk unutur olduk herşeyi...oysa üzüntülerimiz yanı sıra ne güzel günler geçirmiştik seninle! şimdi anılar bi çerçeve içinde mi kaldı sadece...biliyormusunn özlüyorum senii...hem olmas artıkk bitmeli diyor hemde özlüyorum seni..ne bu ne aşk mıı acı mı ne yoksa bi kararsızlık bi boşluktamıyız ne dersin...erken mi yıktı bizi aşkmızın savaşı...kim haklı burda kim haksız?? şimdi ikimizde bütün bu soruları beynimizde sorgulamadan ellerimizi çektik birbirmizden bakıştık öylece hoşçakal der gibi!! olanlar olmuş artık dercesinee dönük arkamıza bile bakmadan yavaş adımlarla ilerledik..gözlerimizde yaşlar gittikçe çoğalırken hala birbirimizi bu kadar çok severken bi teselli aramak istercesine bundan sonraki haayatımız düşündük.. evet şimdi kaçmakla mutluluklar bulunmuyor bunu anladım! yakasına yapışmak gerekirdi aşkın...savaşmak direnmek gerekirdi aşktı bu es geçilemezdi...ama olanlar olmuşş...güle güle dedik olanlar olmuşşş...
( alsbiss)
RuYa - avatarı
RuYa
Ziyaretçi
4 Ağustos 2007       Mesaj #60
RuYa - avatarı
Ziyaretçi
Ne kadarınız gerçek sizin,
kırk odalı şatonuzun kırkıncı odasındaki
kilitler altında sakladığınız gerçek
duygularınızla,
gerçek düşüncelerinizin ne kadarı yansıyor
hayatınıza,
söylenmeyen neler var kuytularda,
hani kendinizden bile sakladığınız,
bir sinir kriziyle ya da büyük bir acıyla
yahut da muhteşem bir sevinçle kabuğunu çatlatıp da
ortalara dökülecek neler biriktiriyorsunuz
içinizde...? ? ?
Ne kadarınız kendi sahtekarlığınızın esiri?
Sevip de söyleyemediğiniz,
özleyip de açıklayamadığınız
ya da sevmeyip de sevginizin eksikliğini içinize
gömdüğünüz oluyor mu,
korkaklıklar var mı,
kalleşlikler var mı,
yoksa diplerde saklanan cesaretiniz bir işaret mi
bekliyor...? ? ?

Göründüğünüz insan mısınız siz,
yoksa bir define arayıcısı hazineler mi bulur
içinizde
ya da yıkılmış bir kentin harabelerini mi
taşıyorsunuz?
Derununuzda neler saklıyorsunuz?
Ne kadarınız gerçek sizin?

Ülkenizle ilgili düşüncelerinizi söylüyor musunuz,
yoksa başınızı belaya sokmayacak kadar akıllı mısınız,
gerçek düşüncelerinizi başbaşa konuşmalara mı
saklıyorsunuz,
açıkça konuşanları biraz aptal buluyor musunuz?

Günahlardan yapılmış hayaller var mı içinizde,
günahtan korktuğunuzdan bunları saklayıp
Tanrı'yı mı kandırmaya uğraşıyorsunuz?
Günahları sevmiyor musunuz, seviyor musunuz
yoksa...? ? ?

Uzun bir yolculuğa çıkar gibi
duygularınızla düşüncelerinizi denklere
sarıp da içlerinizde bir yerlere mi
yerleştirdiniz,
bir gün yolculuk bitince açmayı mı düşünüyorsunuz
aslında yolculuğun hiç bitmeyeceğini ve
denklerinizi
hiç açmayacağınızı bilerek...
Bir gün çıldırsanız da
bütün duygularınızla düşüncelerinizi açıkça
söyleseniz,
neler duyacağız sizlerden,
gizli palyaçolar mı çıkacak ortaya,
yoksa korkaklığın altında,
bir istiridyenin içinde büyüyen inciler gibi
büyümüş yiğitlikler mi?

Kızgınlıklarınız yok mu sizin,
öfkeleriniz, isyanlarınız?
Aşklarınız yok mu?
Kendi sahtekarlığınıza ne kadar esirsiniz?
Esaretten kurtulsanız da gerçekler dökülse ortaya,
kendinize şaşar mısınız,
hiç düşündüğünüz oluyor mu kırkıncı odada neler
var diye, hangi unutulmaya çalışılmış sevgililer,
dile getirilmeyen özlemler,
söylenmeye söylenmeye birikmiş öfkeler,
hangi boşvermişlikler,
hangi inkar edilmiş arzular yatıyor diplerde?

Ne kadarınız gerçek sizin?

Kimselerden korkmadığınız kadar korkuyor musunuz
kendinizden?
Şehrin ışıklarının bulutlara yansıdığı
turuncu pırıltılı külrengi bir gecede,
şimşeklerle boşanan yağmur başladığında
şatonuzun odalarında bir gezintiye çıkıyor musunuz,
ağır ağır yaklaşıp o kırkıncı odaya açıyor musunuz
kapıyı usulca, gördükleriniz ağlatıyor mu sizi,
bu kadar gerçeği o odada saklayıp,
hayatı yalandan yaşadığınızı farketmek nasıl bir
sarsıntı yaratıyor?
yoksa, ne gökyüzüne vuran ışıklar, ne yağmur, ne de
ıssız gece,
sizin kırkıncı odaya yaklaşmanızı sağlayamıyor mu,
korkuyor musunuz kendi gerçeklerinizden,
kırkıncı odanız size de mi kapalı,
kendi kendinize bile mahrem misiniz?

Ne kadarınız gerçek sizin?
Ne kadarınız kendi sahtekarlığına esir?
Bıktığınız olmuyor mu kendi yalanlarınızdan,
hiç kendinizden sıkıldığınız olmuyor mu,
kendinizi bir yerlerde terkedip de gitmek
istemiyor musunuz,
bütün yalanlarınızdan uzak bir yere?

Şöyle rahatça bütün duygularınızı,
bütün düşüncelerinizi söyleyebileceğiniz bir diyara,
kendinizi bile yanınıza almadan.

Ah aslında ben onu seviyordum diye ağlayacağınız
kimleri saklıyorsunuz koynunuzda,
yüksek sesle eleştirip de
içinizden hak verdiğiniz hangi düşünceler var,
kendinizi akıllı bulurken aslında gizlice kendi
korkaklığınızdan utandığınızın itirafını nerelerde
gizliyorsunuz?

Ne kadarınız gerçek sizin?
Ne kadarınız kendi sahtekarlığına esir?

Bunu hiç düşündüğünüz oluyor mu
yoksa bunu düşünmek bile yasak mı size?
Neler var kırkıncı odada?
Otuzdokuz odadan yapılmış hayatınızı,
kırkıncı odanın kapısını açmamak için yalandan mı
yaşıyorsunuz?
Niye yapıyorsunuz bunu?
Açsanıza kırkıncı odayı yağmurlu bir gecede
belki...
Belki de hiç açmazsınız,
kapalı bir odayla yaşarsınız bütün ömrünüzü,
kendinizden sıkılarak..

Benzer Konular

28 Ocak 2021 / Misafir Genel Mesajlar
6 Temmuz 2015 / Misafir Forum Oyunları
5 Mayıs 2006 / Misafir Bilgisayar