Arama

Hikayeler ve Öyküler -1- [Arşiv] - Sayfa 120

Güncelleme: 3 Aralık 2006 Gösterim: 496.023 Cevap: 1.997
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
18 Temmuz 2006       Mesaj #1191
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Haykırıyorum Sevdama

Sponsorlu Bağlantılar

Aşktan kalbi ağrıyanlara bir yenisi daha eklendi.otobüs yolculuğunda başlayan tanışma hayatımın aşkını bulmama yardımcı oldu.ama neye yarar günlerim haftalarım senle dolmaya başladı.yani ruhum aşkınla doldu.ayaklarım yerden kesilmiş kalbimin aşktan ağrımasına sebep olmuştu.ama sen bana evet bile demedin.sadece buluşmamamıza izin verdin.Çıkmazların içine girmiş kalakalmıştım
Beynim kilitlenmiş şifreyi unutmuştum ne yaptığımı bilmiyordum aslında bildiğim şeyleride unutturdun.gece güzel günlerimizi hayal edip durdum sonuç yine sensiz günler şimdi boğaz köprüsünden atlamış beton gibi duran denize çakılmış gibiyim yine ağlıyorum sevdama kör sokaklarda dolaşıp haykırıyorum aşkımı
Seni Seviyorum diye..

ChinaDoll - avatarı
ChinaDoll
Ziyaretçi
18 Temmuz 2006       Mesaj #1192
ChinaDoll - avatarı
Ziyaretçi
MASALINA DÖN PRENSES..

Sponsorlu Bağlantılar

Gecedeyim; ömrümün raylarını saydığım tünel misali gözlerindeyim. Gül kokulu bir mevsimdeyim. Bu saatlerde ben meçhullerdeyim... Sen yanımda değilsin, sen içimdesin, kalemimin süzülüşündesin, yanımdan alanlar hayaline de ambargo koyamazlar ya, sen hayallerimdesin... Söylenmemiş, yazılmamış, duyulmamış, yaşanmamış bir şey olmalı! Bakışlarım, seslenişlerim, gülüşlerim ve dudaklarımdan içeri sızarak dilimin ucunu yakan tuzlu gözyaşlarım yalnız sende anlam bulmalı. Adını sen koymalısın; hüznümün de, sevincimin de, yazımın da, güzümün de, bu masalın da adını sen koymalısın.

Bir kış masalı işittin mi hiç? Hani yüreklere usul usul yağan kar tanelerinin masalını? Karları soğuk zannedenler bu masalı işittiklerinden beri karların bazen yaz güneşinden bile sıcak olabileceğini bilirler. Bir kış masalı demiştik değil mi? Karlar kadar temiz bir sevdanın bu diyarda kirlenmeden kalamayacağını da söylemiş miydik?
Onlarca masalı taşıdın heybende ve bir masal prensesi olup çıktın. Her masal bağından bir üzüm tanesi almaya zorlarken beni, nereden bilirdin benim sadece bir masal prensesi istediğimi...

Masallar mutlu biter prensesim. Hayat her dem acıyla doludur da masallar hiç olmazsa mutlu biter. Meselâ avcı kıyamaz Pamuk Prenses'e, meselâ masalın sonunda Cadı Kraliçe ölür ve prenses kendisini çok seven bir prensle mutlu olur. Ya da Keloğlan her türlü engeli keskin zekâsı sayesinde aşıp prensese kavuştuğunda asıl prensesinin Cankız olduğunu anlar ve mutludur en az Cankız kadar. Alis de mutludur beş çayı içerken Harikalar Diyarı'nda.
Masal prensesleri kadar güzelken ne işin vardı bu elem diyarında bilmiyordum. Masalından kovulmuş olamazdın; çünkü masal başkahramansız olmazdı. Kötü bir hükümdarın zulmünden kaçmış hiç olamazdın; ne kadar kötü olursa olsun hükümdar, masumane güzelliğin karşısında çözülürdü yüreğinin zulmet urganları. Ancak bir uyuyan güzel olabilirdin sen.

Masal ülkesinde derdine bir çare bulamamışlardı. Bütün efsuncuların, tüm hekimlerin ve seni iyileştirmeye yeltenen herkesin başı bir bir gitmişti de güzel gözlerin açılmamıştı bir türlü. O yüzden, belki bir çaresi bulunur umuduyla, "hayat" dedikleri bu diyara gönderilmiştin. Oysa gönderildiğin diyarda çareler çoktan tüketilmişti prenses! Bu diyar gözyaşı diyarıydı ve parası yoksa prenseslere bile ayrıcalık tanınmazdı.

Bu diyarda insanlar satılırdı prenses, açlık sefalet kol gezerdi bu diyarda. Kimisi kuş tüyü yatakları beğenmez, ekmek bulamazdı yemeye kimisi. Bu diyarda insanlar inanamaz, inandığını söyleyemez, söylediği sözü unutur, unuttuğunu aramaz, aradığını bulamaz, bulduğuyla yetinmez, yetinmesi gerekenle mutlu olmaz, mutlu olduğunu üzer, üzdüğünden özür dilemez, özür dilemek gururuna dokunur, gururunu üç kuruşa satar, sattığı mal bozuk çıkar... Yani senin anlayacağın prenses burada her iş çıkara bakar.

Prenses... Üzüm gözlü prenses, aslında seni doğru diyara göndermişler, bu diyarda karıncayı incitmemiş, aklından bir kez olsun kötülük geçmemiş, saf, temiz insanların gözlerini açarlar; ama açana kadar da ******* ağlatırlar! Bu diyarın karanlığına bulanmadan, gözlerin açılmadan dön masalına! Dedim ya seni burada çok üzerler prenses!...


Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
18 Temmuz 2006       Mesaj #1193
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Affın Erdemi


Bir gün trenle seyahat eden birisi tesadüfen son derece huzursuz olan genç bir adamın yanına oturmuş. Bir sure sonra , genç adam , uzak bir hapishaneden henüz çıkmış bir mahkum olduğunu açıklamış. Mahkumiyeti ailesine o kadar utanç vermiş ki , ne ziyaretine gelmişler , ne de bir mektup yollamışlar. Ama fakir oldukları için seyahat edemediklerini , cahil oldukları için mektup yazamadıklarını umuyor ; her şeye rağmen kendisini affetmiş olmalarını hayal ediyormuş.

Ailesinin işini kolaylaştırmak için , kendilerine mektup yazıp tren kasabanın eteklerindeki çiftliklerinden geçerken bir işaret koymalarını söylemiş. Ailesi kendisini affetmişse , raylara yakın bir elma ağacına beyaz bir kurdele bağlayacaklarmış. Eğer kendisinin geri dönmesini istemiyorlarsa , hiç bir şey yapmayacaklar , o da trende kalıp Batıya gidecek , belki de bir serseri olacakmış.

Tren , kasabasına yaklaşırken heyecanı o kadar artmış ki , pencereden dışarı bakmaya cesaret edemiyormuş. Kompartıman arkadaşı kendisiyle yer değiştirip onun yerine elma ağacına bakacağını söylemiş.
Bir dakika sonra elini genç mahkumun koluna koymuş ,
“ Şuraya bak ” demiş. Göz pınarlarında biriken yaşlarla gözleri parlıyormuş. “ Her şey yolunda , bütün ağaç bembeyaz kurdelalarla bezenmiş ”.

O anda bir ömrü zehirleyen tüm acılar , adeta , birden dağılmış , kaybolmuş.

"Affetmezseniz sevemezsiniz.
Sevgisiz hayat ise anlamsızdır"
kambis - avatarı
kambis
Ziyaretçi
18 Temmuz 2006       Mesaj #1194
kambis - avatarı
Ziyaretçi
Öbürüm.

Akşam oturayım televizyon karşısına... bir kanalı izlerken, öbüründekini merak ederim; orada da aşağı yukarı aynı şeyi göreceğimi adım gibi bilmeme rağmen...

Bir şehirde yaşarken, diğerindedir aklım; o şehirler ki, çok da farkı yok birbirinden...

Doymak bilmez bir çocuk gibiyim; yetinemiyorum.

Islığım, bütün şarkıları aynı anda çalmak istiyor; uçurtmam, kainatın tüm semalarında kanat çırpmak...

Gemlenmez bir merak duygusu, "Her yemeği tat", "Her çiçeği kokla" diye ha babam kamçılıyor beni... telaştan ne tadını ayırt edebiliyorum yemeklerin, ne de kokusunu çiçeklerin...

Her akarsuya karışıp gitmek geliyor içimden; hangisine karışsam, gözüm ters akıntıda...

…halbuki her akarsu, aynı denize karışıyor sonunda...

Sinemadaysam, gelecek filmi, izleyeceğimden daha çok merak ediyorum; ki onun sonu da aynı, biliyorum.

Hangi mektubu açsam, açılmayan için meraklanırım...

Kulağım, çalacak telefonda; en sıkıldığım anda dahi telefon edenlerden...

Kış boyu yazı iple çekmişken...

...şimdi sonbaharı özlemek neden...?

* * *

Çünkü yüreğimin iki yanına taht kurmuş ikizler, o ilk Haziran’dan beri durmaz, tepişir.

"Kalk gidelim" derken biri, "Halt etme otur" diye eteğinden çeker diğeri...

Biri karınca, öbürü ağustos böceği...

Hergele sokak çocuğuyla, evinin uysal erkeği…

Oysa yaş kemale erdi; "nihai tercih"in vakti geldi.

Tepeleyeceğim birini; ama bilmem hangisini…

* * *

Gördünüz değil mi:

Kafaları birbirine yapışık İranlı siyam ikizleri Ladin’le Lale, yeni bir hayat umuduyla girdikleri ameliyathanede, eski hayatlarını da yitirdi.

Önce Ladin’in ölüm haberi geldi; “Lale yaşayacak” dendi.

Sonra Ladin’in ölümüyle, Lale’nin de hayat bağları kesildi.

Kimbilir belki de ikiz olmanın ilahi yasasıdır bu…

Biri beslenir diğerinden…

İşte o yüzden ya ikizinizle varsınızdır, ya ikiniz de yok.

* * *

Ah, İkizler için tercih böyledir işte…

Bir yanını seçmek, otomatikman öbüründen de vazgeçmektir.

Çünkü birini feda ettiniz mi, "ikiz" değilsinizdir artık...

Oysa sizi siz yapan, içinizdeki tepişmedir.

Değeriniz, "diğer"inizdedir.

Bütün Haziran doğumlular bilir bunu...

O yüzden kıyamaz içinde tepişen ikizlerden birine...

…ne kahkaha saçan neşeye, ne ansızın bastıran hüzne...

ne iyimser güne, ne karamsar geceye...

ne ciddiye, ne muzibe...

ne çocuğa, ne büyüğe...

ne sadeliğe, ne debdebeye...

Kıyamaz bunlardan birini elleriyle öldürmeye...

Bilir ki, yazılmış nice yazıda, dizilmiş onca notada, boyanmış bunca tuvalde ve kimbilir söylenmiş kaç sözde, yakılmış kaç türküde o tepişmenin sancılanması vardır.

Sancı durdu mu, ne ters akıntı kalır, ne de akarsu.

Bir ölü denizde tek kürekle döner durursunuz.



Dedim ya; oburum.

..ve bazen kızdırıyor sevdiklerimi bu huyum.

Varsa bir kusurum; Haziran doğumluyum.

Ne garip, şimdi bile, bir yanım bunları yazıp hicvederken bendenizi...

..."Sil de ciddi bir şeyler yaz" diye yırtınıyor ikizi...





Can Dündar
ChinaDoll - avatarı
ChinaDoll
Ziyaretçi
18 Temmuz 2006       Mesaj #1195
ChinaDoll - avatarı
Ziyaretçi
Dostluk Mu?

İnsan herşeyi yalnız yapmaya,yaşamaya başladığı zaman dost falan aramıyor kendine.Kendi kendine yetiyor her zaman.Sohbet edeceği zaman buluyor nasıl olsa birini.Dertlerini kendi çözüyor nasıl olsa.Dinletmesinede gerek yok.Karşındaki dertlerini dinlese ne olacak.Gece yatağına girdiğin zaman başbaşasın onlarla.Başkası öğrenmiş ne fayda.

Kimsenin kimseye faydası yok.Senin faydan kendine.Bakın etrafınıza en zor anınızda kaç kişi var.Bir elin parmaklarını geçmez.Hem olsa ne fayda.Kendinizi kandırmayın acınız dinmiyor işte.Bencilleşiyor insanoğlu.Kendini düşünüyor artık.Bana dokunmayan yılan meselesi.En güzel gününüzde mesela doğum gününüzde yanınızda olan insanlara şöyle bir bakın.Hangisi zor anınızda yardım edecek.Ailenizi bir kenara bırakın.Bir bakın etrafınıza.

Ne kadar çok paranız varsa o kadar çok dostunuz oluyor.Aşklarımız bile maddiyat üzerine kuruluyor.Para olmuş insanın tek gerçeği.İnsanlar ölüyor onun uğruna.Paran varsa dostun var yoksa yalnızsın.Ben yalnızlığı seçtim kafamı dinliyorum züğürtçe...
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
18 Temmuz 2006       Mesaj #1196
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Hazin Bir Aşk Hikâyesi

Bir gece yarısı hikayesi
Teypten gelen müziğin sesi
Bana söylediğin şarkı çalıyor
Gözlerimden katre katre yaşlar boşalıyor.

Hatırlar mısın Gülüm ilk nerede görmüştüm seni.Dans eden aşıklar vardı pistte
ve bizim şarkımız çalıyordu.Göz göze geldik seninle bir an.Usulca kalktım
yerimden.Yaklaşıyordum sana.Sana benimle dans eder misin diye
sordum.Kalktık.Dans ediyorduk.
Daha birbirimizin isimlerini bile bilmiyorduk. Belkide böylesi daha da
güzeldi.Birbirimizi tanımadan dans etmek.Söze ilk başlayan sen oldun.Bana
ismimi sordun.Hece hece ,kekeleyerek söyleyebildim sana ismimi.Sonra ben
sana ismini sordum.Aşık olduğum kişi Zeynep yani sendin.Sana seni yeniden
görmek istediğimi söyledim ve senden telefonunu istedim.Bilemiyorum bir anda
telefon istemek,bildiğimiz sadece birbirimizin isimleriydi
Ertesi gün ilk isim sana telefon açmak olacaktı.Nerden telefon
bulacaktım.Ben bu şehri bilmiyordum,ben bu şehrin yabancısıydım.ve sonunda
telefon...Aradım seni.Bir park ismi söyledin saat ikide.Daha bir bucuk
saatim vardı.Boş boş dolaştım sokaklarda.Ve buluştuk seninle.
O bir bucuk ayım.Gündüzlerim senle,gecelerim hayallerinle geçti.
Ve o veda anı. Aradım seni.Evde yalnız olduğunu ve gelebileceğimi
söyledin.Kapıda bekliyordun beni.Çayı hazırlamıştın bile.Hem çaylarımızı
yudumluyor,hem sigaralarımızı içiyor,hem de dudaklarından buseler
alıyordum.Söze başladım.Gidiyorum Gülüm.Ama gitmek istemiyorum.Biliyorsun
elde olmayan nedenler.Sen hep ağlıyordun.Kapı çaldı bir ara.Korktuk.Kim
gelmiş olabilirdi.Annendi gelen.Ne diyecektik.Ben hemen kaybolduğumu;bu
şehri bilmiyordum ya,bu şehrin yabancısıydım ya.Yolda sana
rastladığımı.Seninde beni eve çağırdığını söyledim.O an gülmemek için
kendini zor tutuyordun.Bunun farkındaydım.Çünkü o an ikimizde gülmekten
patlayabilirdik.
Sonra senden beni kaldığım eve götürmeni istedim.Bu şehrin yabancısıydım
ya,bu şehri bilmiyordum ya.Daha iki saatim vardı gitmeme.Seninle o ilk
gittiğimiz cay bahçesine gittik.
Ve o veda ani.Etrafa aldırış etmeden dudaklarından aldığım o
buse.Gidiyorum.Elveda.

Aylarca suren telefonlar mektuplar,mektuplar telefonlar.
Sanırım seninle bir hafta görüşememiştik.Aradım seni.Kardeşin çıktı
telefona.Seni sordum.Çalışıyor dedi.Okul okul diyecektim.Neden bıraktı
okulu.Durum o kadar kötüymüş.Kardeşin söyledi.Ve bir ay sonrası.Senden gelen
o mektup.Son mektubun olduğunu nerden bilebilirdim.Beni istiyorlar
diyordun.Avrupa’n.Aradım seni.Ağlıyordun.Sana ne düşündüğünü sordum.Sen
susuyordun.Beni yıkan senin suskunluğun oldu.Seni seviyorum.
Elveda.

Ve aylar sonra başına gelen o kotu olay.Duyunca telefona
sarıldım.Telefonunuz değişmişti.Ne yapacaktım.Hülya geldi aklıma.Dayının
kızı.O bizim sırdaşımızdı,ikimizin.Onu aradım.Ondan senin telefonunu
istedim.Bana ne yapacağımı sordu.Ona bilemediğimi içimdeki o duyguyu
anlattım.

Aradım seni.Sana seni sevdiğimi,seni üzecek her şey den uzak durmanı
istediğimi söyledim.Seni seviyorum.Elveda.
Senin söylediğin son sözde benimkinin aynisiydi.Sesin kulaklarımda.
Seni seviyorum. Elveda

Bir gece yarısı hikayesi.
Teypten gelen müziğin sesi
Bana söylediğin şarkı çalıyor
Gözlerimden katre katre yaşlar boşalıyor.
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
18 Temmuz 2006       Mesaj #1197
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Çalınan Gözyaşları
İçerden yine onu çağırıyordu babası. Çekinerek oturma odasına doğru ilerlerken içini o aynı korku bürümüştü. Yine dövecekti onu babası, ama o kötü bir şey yapmamıştı. Bütün gün odasında babasından saklanıyordu.

Kafasını oturma odasının kapısından içeri uzatıp, önce bir etrafı gözetledi. Babası koltuğa kurulmuş, elinde o Allah’ın belası tas vardı."Gelsene ulan buraya!" diye haykırdı babası onu kapıda görünce. Biliyordu, babası onu yine dövecek ve onu ağlatmaya çalışacaktı. Bir türlü anlamıyordu babasının gözyaşları ile ne yapacağını. Yanına gelmediğini gören babası biran yeninde fırlayıp, kulağından kapıp onu koltuğun oraya doğru sürüklemeye başladı.

"Eşşek sıpası, ben gel dediğimde geleceksin!"

Çocuğun gözleri dolu dolu olmuştu.

"Hergele, bir ***a yaramıyorsun, bu evde ancak yük oluyorsun" diye bağırmaya başladı babası ve ardından suratının ortasına bir şamar indiriverdi. Çocuk artık gözyaşlarını tutamadı ve hüngür hüngür ağlamaya başladı. Babası hemen tası kapıp çenesinin altına tutmaya başladı.

"Tasın içine ağla ulan, boşa gitmesin gözyaşların" diye seslendi. Baktı çocuğun ağlaması kesildi, bir iki tekme ve birde kafasına bir yumruk geçirdi.

"Ağlasana len!" Çocuğun gözlerinden gözyaşları hemen boşalmaya başladı. Yanaklarından aşağıya akan gözyaşları tası doldurmaya başlamıştı.

"Tamam tamam, bu kadarı yeter. Hadi şimdi çek git de beni yalnız bırak."

Çocuk odasına koşarak kaçtı ve kendisini yatağın üstüne fırlatıp ağlamaya devam etti.

"Bak hanım! İnşallah senin arkadaş haklıdır. Birisinin gözyaşlarını içersen zengin olacaksın dedi, ama bir aydır hergün bu hergelenin gözyaşlarını içiyorum, elime para filan geçmedi," diye sızlandı adam, elindeki tası bir güzel içtikten sonra.

"Aaahh! Olur mu Bey? Kadın iki vakte kadar demişti, daha bol bol içmen gerek. Zaten bizim çocuğun bir işe yaradığı yok, bari zırlaması işe yarasın."

Bir ay daha hergün dövülerek ve ağlayarak geçirdi günlerini bizim çocuk, ama ne para geliyordu eve ne de huzur. Hergün babası onu dövüyor, söyleniyor sonra da toplamış olduğu gözyaşlarını içiyordu. Artık yavaş yavaş alışmaya ve aldırmamaya bu günlük olaydan. Gün geçtikçe daha az ağlıyordu ve odasına dönünce kendisini yatağa atacağına yarıda kalmış oyunlarına dönüyordu. "Ulan hergele! Gel bakalım buraya" diye yine çağırdı onu babası. Bu sefer içinde ne bir korku ne de bir düşünce vardı. Sallanarak gitti babasının yanına ve boş gözlerle gözlerinin içine bakarak durdu. Babası başladı bir sürü laf söylemeye. Çocuk hiç kıpırdamadan, ağlamadan durdu babasının karşısında. Ağlamadığını gören babası başladı tekme tokat girmeye çocuğa, ama nafile, çocuk ağlamıyordu. Daha da sinirlenen babası başladı onu bir güzel dövmeye, yüzünden kanlar akıyor ama bir damla gözyaşı yoktu. Artık ağlamasından ümidi kesen babası bütün sinirini onu döverek almaya koyuldu. Her zaman oturup onları seyreden annesi bile kalkıp ona vuruyordu.

"Ulan ***! Senin yüzünden zengin olamayacağız. Ağlasana be ağla!" diye haykırıyordu. En sonunda çocuk yediği dayaktan hareketsiz bir şekilde,her yanı kan içinde yere yığılıp kaldı. Kendisine geldiği zaman halasının evinde buldu kendisini. Halası gözleri yaşlı bir şekilde yaşlı bir şekilde ona bakıyor ve yaralarını tedavi etmeye çalışıyordu. Çocuk kıpırdayacak bir halde değildi ama hiç umursamıyordu.

Babası onun eve gelmesini istemiyordu artık. O da halasında kalmaktan çok memnundu. Günleri çok rahat geçiyor ve keyfi yerindeydi. Bir gün, halası eve geldiğinde onu çok telaşlı gördü. Sanki kötü bir şeyler olacakmış gibi gelmişti ona. Az sonra telefon çaldı, ama o konuşulanları duyamıyordu.

Bir baktı ki halası telefonu kapatınca ağlamaya başladı. Birden içini müthiş bir korku sardı, hemen koşup ön kapıyı iyice kilitledi. Bunu gören halası gözlerinde yaşlarla yanına koştu,

"Ne oldu yavrum? Neden kapıyı kilitledin?" diye korkuyla sordu.

"Ağlama Halacığım, yoksa babam gelir senin de gözyaşlarını çalar."


Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
19 Temmuz 2006       Mesaj #1198
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Bir Chat Masalı
Çok hoş bir gençti. Benimle konuştuğunu bilmeden saatlerce chatte sohbet ederdik. Ben onu tanıyordum, her gün onun yanından geçtiğimde içimde büyük bir heyecan oluşuyordu. Her gün chatte konuşurken ona çok yakın olduğumu söylememek için zor tutardım kendimi. Onu yolda gördüğümde selam vermek isterdim, ona gülümsemek isterdim o bana gülümsediğinde. Ama ne o bana gülümserdi nede ben ona her gece konuştuğu kız olduğumu söylerdim.

1 yıl geçti. Giyinişi, konuşması, hareketleriyle herkesin beğenisini kazanıyordu. Ama onun baktığı kızlar, süslenmeyi bilen, güzel kızlar olmalıydı. Geri kalanıyla alakası yoktu. Chatte konuşurken beni de güzel bir kız diye biliyordu. Gerçeği bilseydi belki hiç muhabbetimiz olmazdı. Giderek daha da bağlandım ona. Bana hep beni görmek istediğini, benden hoşlandığı söyleyip duruyordu. Ona ben güzel değilim değişimde bunun artık bir önemi yok benim için derdi. Etrafımdakilerin verdiği cesaretle onunla buluşmaya gittim. Gittiğim anda yüzünde beliren ifade ölümüm olmuştu sanki.

Herkes bana çok güzelsin derken ben bir tek onun sözlerini umursamıştım. Beni gördüğü anda hiç konuşmadı, gülümsedi ve “sonra görüşürüz”… İçimde büyüttüğüm şey beni yiyip bitiriyordu. Bu kadar mıydı? Onun ilgisini çekebilmem için güzel giyinip, süslenmem mi gerekiyordu? Onunla yaptığımız konuşmalarda kendimi yalansız tanıtmıştım. İçimden geldiği gibi konuşmuştum. Benden bu konuşmalarım, düşüncelerim için hoşlandığını düşünmem hata mıydı?

Artık beni yolda her görüşünde yolunu değiştirmeye başladığını hissediyordum. Ne chatte denk geliyorduk artık, ne de yolda. Ona yazları her gece mutlaka bir kaça saat terasımızda yıldızları seyrettiğimi söylemiştim. Bir gece yine oradaydım. Ama bu sefer içimde büyük bir burukluk vardı. Kapının sesini duydum. Arkadaşlarımdan biri zannettim, benim orada kafa dinlediğimi onlar biliyorlardı ve sadece onlar beni bu zevkte yalnız bırakmıyorlardı. Ama yanlış bir tahminde bulunmuşum. Gelen oymuş. Yanıma oturmadan önce içimde büyük bir nefret vardı. Ama onun kokusunu içime çektiğim anda hata yaptığımı hissetim. Yine de nefretimi atamadım içimden. Bana üzgün olduğunu söyledi. Buluşmamızın ardından çok düşündüğünü ve bu hatasını telafi etmek istediğini söyledi. Ard arda özürler diledi.

Nefretin insanın gözünü kör ettiğini o zaman anladım. Ona “asıl ben özür dilerim, istediğin gibi güzel, bakımlı bir kız olamadığım için, mükemmel birisi olamadığım için üzgünüm” dedim. Bunları söylerken yüzüne bakıyordum, o tatlı ifadenin yerini buruk bir tebessüm kaplamıştı. Ne diyeceğimi bilmiyordum, gitmesini istedim. O gittikten sonra yıldızların bana küstüğü gibi bir hisse kapıldım. Artık az önceki gibi parıldamıyorlardı, onu elimin tersiyle nasıl hayatımın dışına çıkardığımı düşündüm bütün gece. Sonra gecenin bir yarısı bir onun hakkındaki düşüncelerimi değiştiren bir mail geldi, bu kadar içten olduğunu görmemiştim hiç.

“Bu zamana kadar hep yukarılardaydım. 4 4lük bir insanmışım gibi insanları en tepeden izledim. Huyu değil, güzelliği ve cazibesi hoşuma giden kızları kollarından tutup yanıma çektim. Şimdi senin beni ayaklarımdan tutup aşağı çekmene ihtiyacım var. Burada yalnızım sen oradayken. Her şey için üzgünüm. Beni anlayabilir misin?”

Bunların üzerinden 2 yıl geçti hala ilk günkü gibi seviyorum onu. Oda beni o maili attığı günkü gibi…
lionhead - avatarı
lionhead
Kayıtlı Üye
19 Temmuz 2006       Mesaj #1199
lionhead - avatarı
Kayıtlı Üye
KORKU
Korkutucu bir sessizlik evi sarmıştı. Kadın ürkek adımlarla odadan odaya dolaşıyordu. Bir şey arıyordu ama peşinde dolaşan gölgeden habersizdi. Kadın aradığını bulmaktan ümidini kesmiş ve
yorgun bir halde, pencere kenarındaki sandalyeye oturdu, dışarı bakmaya başladı. Peşinde dolaşan adam, kadının oturduğunu görünce saklandığı yerden çıktı. Ses yapmamaya çalışarak sırtı kendisine
dönük kadına yaklaşmaya başladı. Kadına iyice yaklaşınca yakalamak ister gibi ellerini kadının boynuna doğru uzatır. . . o anda kadın ani bir hisle geri döner, adam hiç vakit geçirmeden atılır, kadının sırtına vurur ve bağırır; " -Ebe ebe. " ve kaçmaya başlar.
* * * *
Adam yorgun argın koltuğa oturur; "-Tamam pes, sen kazandın, öldüm yorgunluktan. Saat kaç ?"
Kadın sakin sakin cevap verir; "-Saat 10. "
Adam "-10' mu iyi. "dedikten sonra birden bir şey hatırlayıp telaşlanır ; "-Ne !. . Olamaz. Paketleri bu gece yarısındaki uçağa yetiştiremezsem mahfoldum demektir, kesin kovulurum. "
-Ama sen karanlıktan korkarsın, fobin var.
-Bunu düşünmeye şimdi vaktim yok, kovulduğum zaman bol bol düşünürüm. Çabuk çabuk içeri odaya koyduğum paketleri getir.
Adam paketleri alıp, koşarak dışarı çıktı. Dışarı çıkar çıkmaz bir an tereddüt etti, karanlık fobisi onu geriye dönmesi için zorladı ama çaresizdi, devam etti yoluna.
* * * *
Adam elinde bir kaç paketle sakin sakin yürüyordu. Birden bulutlar çoğalıp ayı kapatmaya, karanlığı artırmaya başladı. Adam karanlıktan korktuğunu belli eder şekilde adımlarını sıklaştırdı, yürürken sürekli çevresine bakınmaya başladı.
Adam ürpertiyle, kararan göğe bakarken bir merdivenin altından geçti. bunu uğursuzluk sayardı, korktu uzaklaşırken tekrar tekrar altından geçtiği merdivene baktı.
Korkusunu yenmek için ıslık çalmaya başladı ama ölüm marşını çaldığını farkedince sustu. Neşeli bir melodi hatırlamaya çalışırken önünden bir karakedi geçti. Hemen durdu, endişeyle
çevreye baktı, sonra tekrar yürümeye başladıBu kez ürkek adımlarla yürüyor ve sürekli sağa sola bakıp bir tehlike olup olmadığını kontrol ediyordu.
Bir köşeden iki adam çıkıp onun peşi sıra yürümeye başladı. Gece serindi ama adam yanaklarına doğru soğuk terlerin boşaldığını hissetti. Bir sonraki köşede peşindeki iki adama bir
adamın daha katıldı. Diğer iki adama boğuk bir sesle sordu ; "-saat kaç ?. "En iri yarı olanı ; "-10. 30. " dedi. Yeni gelen "-Vakit kaybetmeyelim, çabuk olalım. " dedi.
Adam arkadan gelen üç kişinin konuştuklarını duyunca hızlandı. Ayak seslerinden arkadakilerin de hızlandığını anladı, korkuyla titredi. Yeni gelen adamın sesini tekrar duydu ; "-haydi biraz hızlanın. "
Adam yorgundu ama peşindekiler hızlanınca o da hızlandı, korkusuiyice arttı, peşindeydiler, yetişmek üzereydiler telaşlandı elindeki paketlerden biri düştü. Can derdine düşmüştü, paketi almak için duraklamadı bile.
Arkadan tekrar bir ses duydu ; "-Yetişemeyeceğiz koşalım. "
Adam da koştu koştu, paketlerden biri daha düştü, kan ter içinde kalmıştı. Mesafeyi biraz açmıştı ama yorgunluktan bitmişti. Paketlerden biri eksik olunca diğerlerinin önemi olmadığını düşündü, artık işten kovulmak filan önemsizdi, daha hızlı koşmak için elinde kalan paketleri de fırlatıp attı ve koşmaya devam etti. Fakat birden ayağı bir taşa takılıp düştü, dehşete kapıldı. Üç adam koşarak geliyordu. Kalkmaya çalıştı ama telaştan tekrar düştü. Üç adam yetişmişti, kaçamayacağını anlamıştı. Korkuyla gelenlerin yüzlerine baktı, yüzlerinde insaftan eser göremeyince, ümitsizce acı bir çığlık attı.
Adamlar garipseyerek ona baktılar sonra aynı boğuk sesi duydu ; -"Sarhoş galiba. " diğeri devam etti; "-Boş ver onunla oyalanacak vaktimiz yok, nerdeyse başlayacak Galatasaray-Monako maçı. " "-Ne dersin deplasmanda yenebilir mi ? Rakip nede olsa Avrupa takımı. "
Üç adam maçı tartışarak koşup gittiler. Onlar gidince yerdeki adam yarı şaşkın yarı sevinçli ayağa kalktı. Bir süre hızlı nefes alışlarla adamların peşisıra baktı, heyacanını yatıştırmaya
çalıştı, alnındaki terleri sildi.
Sendeleyerek ara sokaklardan birine daldı. Ana caddelerde yine birileriyle karşılaşmaktan korkmuştu.
* * * *
Ay hafifçe bulutların arasından sıyrıldı. Adam loş sokaklarda evlerin gölgesine sığınarak yürümeye başladı. Bir evin duvarına nerdeyse sürünerek giderken kararlı, sert bir sesle olduğu yerde kaldı ;
-Dur!. .
Sesin nereden geldiğini anlayamamıştı, aynı ses bu kez öfkeli bir tonla haykırdı ;
-Kaldır ellerini
Titreyerek kaldırdı ellerini
-Ya paranı ya canını.
Telaşla ceplerini aramaya başladı, bir türlü cüzdanını bulamıyordu.
Demek paranı vermeyeceksin
Korkuyla araştırırken iç cebinde buldu cüzdanı, çıkarmaya çalışırken aynı sesi duydu
-Öyleyse geber
Cüzdanı çıkardı ama geç kalmıştı, iki el silah sesi duydu, ayaklarının bağının çözüldüğünü hissetti, yere yığıldı.
Aynı ses bir kahkaha attı ama kahkahası bir çıt sesiyle kesildi. Yere yığılan adamın bulunduğu evin penceresinden bir ses geldi ;
-Hanım yine gangster filmi varmış, kapattım televizyonu.
Adam yığıldığı yerden bir yarası olup olmadığını kontrol ederek kalktı, sapasağlamdı, bir"-ohh!. . "çekti, üstünü başını çırpıp yeniden yürümeye başladı.
* * * *


Henüz iki sokak geçmiştiki birden yerde dev bir köpek gölgesi gördü, sallana sallana yaklaşıyordu. Her an köşeyi dönüp karşısına çıkabilirdi. Sağına soluna baktı, kaçabileceği yer yoktu. Kaçmayı denese bile başaramayacağını düşündü, korkusu arttı ama yine de kaçmaya başladı. O anda da köpeğin köşeyi döndüğünü gördü. Birden şaşkınlıkla durdu; gölgesi kocaman olan köpek küçük bir yavruydu.
Adam kendisine ecel terleri döktüren bu yavru köpeğe öfkeyle bir tekme savurdu, tekmesi isabet etmedi. Yavru köpek havlayarak kaçtı. Yavru köpeğin kaçtığı taraftan onun annesi olduğu anlaşılan iri yarı bir köpek çıkarak adamı kovalamaya başladı. Bir süre kovaladıktan sonra adamın peşini bırakıp yavrusunun yanına döndü.
Köpeğin döndüğünü görmeyen adam kaçmaya devam ediyordu.
Adam yorulana kadar koştu. Köpeğin, peşini bıraktığını anlayınca oturup nefeslendi.
* * * *
Adam bu kez de ara sokakların karanlığından korkmuştu. Hemen ana caddeye yöneldi, yürümeye başladı. Tam bir polisin yanından geçiyordu ki, ilerdeki sokak lambasının altında dikilen bir kıza iri yarı bir adamın saldırdığını gördü. Polis o taraftan geliyordu. Fakat polisin hareketlerinde bir telaş yoktu. Adam şaşkınlık içinde olaya bakarken, kız adamın elinden kurtulup çantasından bir silah çıkarmayı başardı. Saldırgan tekrar atıldı kızın silah tutan elini
bileğinden yakaladı. Kuvvetli bir iki silkeleyişle kızın elindeki silahı fırlattı. Silah polisle adamın yanına kadar savrulmuştu.
Adam korkudan kısılmış bir sesle polise seslendi ;
-Yardım etsenize.
Polis alaylı bir şekilde güldü ;
-Yardıma gerek yok, o tek başına da kızı öldürebilir.
Polis daha sonra adamın şaşkın bakışları arasında yürüyüp gitti.
Adamın şaşkınlığı sürerken, kız saldırganın bir tokatıyla yere yuvarlandı. Saldırgan yerdeki kızın üstüne giderken belinden bir bıçak çıkardı. Onları seyreden adam kızın korku içinde attığı
çığlıkla kendine geldi, ayaklarının dibine düşmüş olan aldı ve kızı öldürmek üzere olan saldırgana çevirdi, tetiğe bastı. . .
Saldırgan, hiç bir şey olmamış gibi ayakta duruyor, şaşkın ona bakıyordu. Adam bir daha ateş etti, bir daha bir daha. Kurşunu bitmişti ama saldırgana bir şey olmamıştı. Üstelik elindeki
bıçakla öfkeli bir şekilde üzerine geliyordu. Yerdeki kız ise oturmuş rahat bir vaziyette onları seyrediyordu. Eli bıçaklı adam karşısına gelince kanlı dişlerini göstererek bağırmaya başladı.
Ne söylediği anlaşılmıyordu ama öfkesi gözlerinden okunuyordu. Adam vampirlere inanmıyordu ama karşısındaki adamın kanlı, koca koca dişlerini görünce dizleri tutmadı olduğu yere yığıldı.
Saldırgan uzandı elindeki silahı aldı, ağzından kanlı dişleri çıkardıktan sonra bu kez anlaşılır bir sesle bağırdı ;
-Ne yaptığını sanıyorsun sen, şurda rahatça bir film çeviremeyecek miyiz ? Üstelik tabancadaki tüm kurusıkıları harcamışsın!. .
Filmi çeken diğer adamlarda köşeyi dönüp gelmiş adama bağırmaya başlamışlardı, adam ayağa kalktı, topuğunun üstünde geriye döndü, silah sesini duyup gelen az önceki polisin bıyık
altından gülerek kendisine baktığını görünce başıyla selam verdi, yanından geçip sakince yürümeye başladı, filmciler hala arkasından bağrışıyordu.
Adam başka bir caddeye dönünce, ağzıyla rüzgar uğultusunu andıran korkunç bir ses çıkarmaya başladı, duvara dayalı bir merdivenin altından geçti, önünden geçen kara kediye tekme attı,
karşısına çıkan bir köpeği korkuttu. Yanından geçtiği çocuk parkına girdi, kaydıraçtan kaydı, parktan çıkarken gördüğü sarhoşun yanından sallanarak geçerken seslendi ; "-İyi geceler hık. . .
birader hık. . . " diye, sarhoş taklidi yaptıktan sonra caddeye çıktı, bir şarkıyı ıslıkla çalarak, neşeli adımlarla, kah zıplayıp, kah oynayarak evine doğru yürümeye başladı.

GÜL-KIZ

Genç adam, hergün işe giderken, yolunun üzerindeki, güllerle dolu bahçeye bakmadan geçemezdi. Her sabah o rengarenk güller, içini neşeyle, sevinçle dolduruyordu.
Günler geçtikçe güllere bakan gözleri, bahçedeki eve takılmaya başladı. Çünkü, son günlerde o evde, tül perdenin gerisinde bir genç kızın silüetini görüyordu. Her geçişinde güllere ve pencerede belli-belirsiz görünüp kaybolan genç kıza bakmadan edemiyordu.
Bir sabah her zamankinden daha erken yola çıktı. Bahçenin önüne geldiğinde yüreğinin titrediğini, içinin ürperdiğini hissetti; her gün tül perdenin arkasında gördüğü kız, bahçede gülleri suluyordu.
Güzel kız, genç adamı görünce yüzü kızararak içeri kaçtı. Adam, genç kızın hayali gözlerinden kaybolmasın diye gayret eder gibi, gözlerini bir güle dikerek öylece kalakaldı. Gördüğü güzelliğin etkisinde kalmış sevdalandığını düşünüyordu.
Genç adam, artık hergün bir öncesine göre biraz daha erken geçiyordu, kızı tekrar görürüm, umuduyla. Fakat tüllerin gerisinde görünüp kaçan bir silüetten başka şey göremiyor, kahroluyordu.
Genç kız da her sabah heyacanla tüller arkasına geçiyor, genç adamın gelmesini bekliyordu.
* * * *
Bir gün, genç adam bahçenin önünden geçmedi. Genç kız gün boyunca boşuna bekledi. Ertesi gün, daha ertesi gün yine boşuna bekledi, genç adam gelmedi. Genç kızın yüreğine hüzün doluyordu.
* * * *
Başka bir gün, yine umutsuz gözlerle yola bakarken, bir grup insanın omuzlarında tabutla geçtiklerini gördü genç kız. Aklından geçen korkunç düşünceden tüm vücudunun titrediğini hissetti, yüreği sıkıştı; yoksa genç adam ölmüş müydü !. .
Genç kız yine hergün tüllerin arkasına geçiyor, boş gözlerle dışarı bakıyordu. Yüzü de, artık bakmadığı, sulamadığı gülleri gibi soluyordu.
* * * *
Genç adam bir gün yine geçti bahçenin önünden. Kaza geçirip, aylardır yattığı hastaneden sonunda çıkmış, ilk iş olarak ta, güllü bahçenin önüne gelmişti. Ama ümit içinde geldiği bahçenin önünde, gülen yüzü asıldı; bahçedeki güller solmuş, pencere kara perdelerle sımsıkı kapatılmıştı.
Genç adam yolda oynayan çocuklara sordu; "-Bu evde kimse yaşamıyor mu? ". Bir çocuk; "-İhtiyar bir kadın yaşıyor. " dedi. Genç adam cevabını duymaktan korkarcasına, başka bir soru sordu; " -Burda yaşayan genç kız ne oldu? " Çocuklardan biri atıldı; "-o öldü. " dedi, genç adamın yana düşen kollarını, yaşaran gözlerini görmeden başka bir çocuk atıldı; "-Verem olmuş, dün öldü. "
* * * *
Yıllar sonraydı, küçük bir çocuk heyacanla annesiyle babasının yanına koştu, güller arasında, sallanan sandalyede oturan ihtiyar adamı göstererek bağırdı; "-Dedem gülüyor, dedem gülüyor baba !. . " Koşarak ihtiyarın yanına gittiler, gülerken hiç görmedikleri yüzüne baktılar. Elinde bir gül olan ihtiyar adamın yüzüne, gerçekten bir gülümseme yayılmıştı; biten bir hasrete seviniyormuş gibi, yıllardır görmediği birine kavuşuyormuş gibi mutlu bir gülümseyişti bu. Fakat gözleri kapalıydı. . .
yasamak kucuk bir umut we insana duyulan sewgiden ibarettir..
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
19 Temmuz 2006       Mesaj #1200
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Sen Bir Melek'sin


Melek Hanım, bu akşam bir başka hazırlık yapmıştı. Bir başka çıkmıştı kocasının karşısına. İpek gibi siyah saçlarını omuzlarından aşağılara salmıştı. Birilerinin dışarısı için gösterdikleri özeni; o, sadece kocası için gösteriyordu. En güzel elbisesini giymiş, yeni gelin gibi süslenmiş, ‘yaratılışımı, yüzümü güzelleştirdiğin gibi, huyumu ve ahlakımı da güzelleştir ya Rabbi’ diye dualar etmişti. Kararmakta olan akşamın ilk karanlığı içinde; tül perdenin altından bakabildiği kadarıyla kocasının gelmesi için yolu gözlüyordu. Tahir Bey, ise fena halde yorulmuştu ama vazifesini yapmış olmanın huzuru içinde eve dönüyordu. Üzerinde taşıdığı anahtarı ile kapıyı açacaktı ki; eşi Melek Hanım'ını kapıyı açar olarak buldu. Melek Hanım, içeri giren kocasının boynuna sarıldı. Davranışları ile onun gönlünü alevlendiriyordu. O, evinin hanımı, hanımefendisiydi.
“Selamünaleyküm.” Dedi Tahir Bey,
“Aleykümselam. Hoş geldiniz efendim.”
“Hoş bulduk canım” dedi. Tahir Bey, bir buse kondurdu güler yüzle kapıda kendini karşılayan hanımının yanağına. Melek Hanım, Tahir Bey’e terliklerini verirken; elindekileri aldı. Pardösüsünü astı. Hanımı tarafından güler yüz, tatlı söz ile karşılanan Tahir Bey’in bütün yorgunluğu bir anda çıkıvermişti sanki... Şu Melek Hanım, ne hoş bir kadındı. Tahir Bey, kolunu onun beline doladı. Birlikte salondaki kanepeye kadar geldiler. Karşılıklı hal ve hatır sordular. Bundan dolayı her ikisi de ziyadesiyle memnundular.
“Bu güzel karşılamayı neye borçluyum acaba?”
“Görevinin bilincinde olan bir hanım almaya!”
“Ey Rabbim ne kadar şükretsem yine de azdır. Senin gibi bir Meleği nasip etti bana…”
“Ya ben bu övgüyü neye borçluyum?”
“Görevinin bilincinde olan; bir beyle evlenmeye!”
“Sen hem çok akıllı, hem çok zeki, anlayışlı, güzel, kibar, nazik, hem de çok sevimli, hem de çok…”
“Yeter, görende bir şey var zannedecek.”
“Sen başkasın, benim için ‘çok özel bir yer’ sahipsin. Sen benim bir tanemsin. Ben seni övmüyorum, hakikati söylüyorum. Hem senin övülmeye ihtiyacın mı var? Kadın, evi ve kocası için süslenmeli. Ama kadınlar daha çok dışarı çıkacakları zaman, sanki bir başkaları için süslenirler. Evlerinde ve kocalarının yanında ise sıradan şeyler giyerler. Sen öyle değilsin, bir tanem.”
“Nasılım peki?”
“Sen başkasın…”
“Evlendiğimiz günden bu yana seni çamaşırda, bulaşıkta görmedim. Üstün başın pis ve dağınık görmedim hiç.”
“Benim en önemli vazifem; sana huzurlu bir ortam hazırlamaktır. Sizi huzurlu ve mutlu gördükçe, dünyalar benim oluyor.”
“Ya Rabbi ne amel ettim ki, bana böyle bir melek nasip ettin?” diyordu Tahir Bey. Melek Hanım Tahir Bey’in geçen her gün sevgisi artıyor, gözünde ve gönlünde büyüyordu. Melek Hanım da ‘sen benim hayat kaynağım, umudum, sevgim, aşkım, her şeyimsin, sana kul köle olmak istiyorum’ diyordu. Ne yapar eder, gönlünün en uç noktasına kadar inerdi. Çalışmalarında destekçisi olur, şevk ve zevk vermeye çalışırdı. Bu güne kadar, ne kıştan ne yazdan, ne soğuktan ne de sıcaktan şikayetçi olmamışlardı. Huyları da öyle birbirine benziyordu ki! Kocası evde olduğu zaman; iş çıkarmazdı ortaya, sürekli yanında olmaya çalışır, sevdiği yemekleri yapar, duruma göre çay, kahve, meyve getirir, soyup dilimleyerek eliyle de ikram ederdi. Tahir Bey ne zaman misafirle gelecek olsa, kapı ziline basar, Melek Hanım’ın ‘kim o?’ sorusuna ‘biziz’ cevabıyla yalnız olmadığını anlar, gelen misafirin zahmet değil rahmet olarak geldiğine inanır ona göre hüsnü muamelede bulunurdu. Ne kadar geç gelirse gelsin, asla ‘kadına kocasından önce yatmak yakışmaz’ der mutlaka kocasını beklerdi.
Melek hanım, abdest almak için gömleğinin kollarını sıvarken; Tahir Bey’in ayaklarına uzanarak çoraplarını çıkarmaya başladı. Tahir Bey, onu ellerinden tuttu, memnuniyetini ve sevgisini belli etmek için; anlına bir öpücük kondurdu.
“Sen benim hizmetçim değil, eşimsin.”
“Çoraplarınızı çıkarsam ne olur ki!...”
“Bu senin görevin değil.”
“Seni memnun ve mutlu etmek, benim görevim değil mi?”
“Bu ikimizin de görevi…”
“Öyleyse müsaade ette çıkarayım.”
“Hayır.”
Tahir Bey kendi çoraplarını çıkardı. Lavaboya doğru giderken; “Bu Allah’ın bana bir hediyesidir” diye, dua edip şükretti. Abdestini alıp çıkınca onu elinde havlu ile bekler buldu.
“Yapma Meleğim.”
“Size hizmet etmekten zevk alıyorum.”
Birlikte akşam namazını kıldılar. Melek Hanım yere sofrayı hazırlarken; Tahir Bey eşine sofra hazırlamada yardım ediyordu.
“Sen otur efendi…”
“Sana yardım etmek istiyordum.”
“Eksik olma. Ama erkeğin dışarıda başarılı olmak için içeride dinlenmesi lazım.” İkisi de bir birinin hoşgörüsünden, nezaket, sevgi ve saygısından son derece memnundular. Huzur doluydular. Örnektiler. Yemekten sonra ağzını yıkamak için lavaboya giden Tahir Bey, onu yine havluyla bekler buldu. Onu havlu ile birlikte kucakladı. Ne asil bir hanımdı, şu Melek Hanım.
“Sen bir Melek’sin.”
Yemekten sonra oturup sohbet ettiler. Aynı derdin, aynı tasa ve kasavetin, aynı ideal ve davanın insanlarıydılar. Yıllarca birbirini görmemiş iki aşık gibiydiler. Yatsı yaklaştığında; Tahir Bey’in pardösüsünü getirdi. “Yatsı ile sabah namazlarını camide ifa etmen senin için daha hayırlıdır diye düşündüm” diyen Melek Hanım’a teşekkürden başka verecek cevap bulamadı.
“Şu sendeki tatlı dil var ya!...” dedi.
O gidince bulaşıkları yıkadı, ocağa koyduğu çayı demledi. Abdestini tazeleyerek namazını kıldı. Geleceği zamanı tahmin ediyordu. O cebinden anahtarını çıkarırken; Melek Hanım kapıyı açtı.
“Kapıda mı bekledin yine!...”
“Sen hem kocam, hem de hocamsın. Dünya ahiret mutluluğumu sana borçluyum. Nankör olamam. Hakkını nasıl öderim sana…” Salonda Tahir Bey tefsirde dünkü kaldıkları yerden devam etti. Melek hanım hem çayını doldurdu, müphem konuları açıklaması için hem de sorular sordu. Melek Hanım okudu, Tahir Bey değerlendirdi. Erken kalkmak için; erken yatmak bir gereklilikti. Yatmadan önce Tahir Bey abdestini tazelerken; Melek hanım yatak örtüsünü kaldırdı, yastık ve yorganı açtı. Gecelik ve pijamaları hazırladı. Dualarını ettiler ve yattılar.
Gece yarısı uyanan Melek Hanım, abdestini alarak; teheccüd namazı kıldı. Eşine, kendine ve tüm Müslümanlara dua etti. Yatağında asude bir şekilde uyuyan Tahir Bey’i uyandırmaya kıyamadı. Sessizce yanına sokularak yattı. O uykuya varmak üzereyken Tahir Bey teheccüd namazını kıldı, dua etti. Muhabbetle yatan eşine baktı. Sabah namazını camide kılarak eve geldiğinde sabah kahvaltısını hazır buldu. Huzur ve saadet içinde kahvaltılarını yaptılar. Melek Hanım, her günkü gibi, sevgiyle Tahir Bey’i işe yolladı. Melek Hanım biliyordu ki…
“İnsanların, hayatını bir yaşam biçimine dönüştüremiyorlardı. Yuvayı her ne kadar erkek yapsa da, kadının huzur ve mutluluk içinde devam ettirebileceğini gayet iyi biliyordu. Evden sevgi ve muhabbetle işe çıkan erkeğin; gözü ve gönlü dışarıda kalmayacağını, akşam olunca da; sevgi ve muhabbetle eve döneceğini ama herkesten daha iyi biliyordu.”


Benzer Konular

17 Şubat 2016 / Misafir Genel Mesajlar
16 Mayıs 2014 / NihLe Müslümanlık/İslamiyet
18 Temmuz 2016 / Daisy-BT Edebiyat
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar