Arama

Hikayeler ve Öyküler -1- [Arşiv] - Sayfa 141

Güncelleme: 3 Aralık 2006 Gösterim: 567.101 Cevap: 1.997
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
29 Ağustos 2006       Mesaj #1401
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
HAYAT AKIP GİDİYORDU ELLERİMİN ARASINDAN.BEN BİR EVİN BİR KÖŞESİNDE YANLIZLIGIMLA BAŞBAŞAYDIM.YAŞANMAMIŞ ZAMNLARIM YAŞANMAMIŞ ÖYKÜLERİM VARDI.SAHİPSİZ GECELERİN YORGUNUYDUM BEN.BANA EŞLİK EDENDUVARDAKİ GÖLGELERDİ,ONLAR DASADECE HAYALDİ...
ARTIK SEN GİTTİGİNDEN BERİ YORGUN Bİ HALDEYİM.DURMADAN UYUMAK İSTİYOR VE Bİ DE AGLAMAK.ÖYLE AGLAMAK Kİ BAGIRA BAGIRA.KİMSE BİLMİYOR BENDE ANLATMIYORUM.AŞK KAPIMDAN BİLE UGRAMIYO YA DA BEN ONU GÖRMÜYORUM...
Sponsorlu Bağlantılar
YERİMDEN KALKASIM BİLE GELMİYOR.NE DERSLER,NE KİTAPLAR,NE FİLMLER,NE ARKADAŞLAR...HİÇBİRİ UMRUMDA DEGİL.HANİ YEMEYEREK YAŞAMANIN YOLUNU BİLSEM YEMEKDE YEMEYECEGİM...
BELKİ SEN BENİ UNUTTUN.VE BENİMDE SENİ UNUTTUGUMU SANIYORSUNDUR.AMA UNUTAMADIM,OLMADI.BAŞKA YERLERDE BAŞKA İNSANLARDA ARADIM MUTLULUGU KİMSE SENİN YERİNİ DOLDURAMADI.NASIL SEVDİM NASIL BAGLANDIM?SENİ KALBİMİN İÇİNE ÖYLE BİR KOYMUŞUM Kİ ÇIKMIYORSUN...
ŞARKI DİNLEMEYİDE ÇOKTAN BIRAKTIM.ŞARKILAR İÇİMİ ACITIYOR.ŞARKI'batıyor ama acıtmıyor senin sevdan'DİYOR TAMTERSİNE O ACIYI YÜREGİMİN ENDERİN YERLERINDE HİSSEDİYORUM.
UZUN SESSİZLIKLERİN KADINI OLDUM.KENDİMLE KONUŞMAYA BİLE KORKUYORUM.AGZIMDAN ÇIKACAK SÖZCÜKLERİN NELER OLABILECEGINI BİLİYORUM DA ONDAN.BU YUZDEN KONUŞMAMAYI TERCİH EDİYORUM.
HİÇ BÖYLE OLMAZDIM BEN.YAŞAMA BÖYLESİNE YILGIN,BÖYLESİNE SOGUK,BÖYLESİNE UZAKTAN BAKMAZDIM.YAŞAMA O DENLI BAGLIYDIM Kİ...HERŞEYDEN MUTLU OLURDUM YADA MUTLU OLMAYA ÇALIŞIRDIM.
BİLİYORMUSUN KİMSENİN GÖZLERNE BEN SENİN GİBİ BAKMADIM.KİMSEYI SENİ SEVDİGİM GİBİ SEVMEDİMYANLIZ SEN VARDIN BENİM İÇİN VE ÖYLE OLACAKTI.HER ADINI DUYDUGUM AN GİBİ
AMA SEN O KADAR BENCİLDİN Kİ BENİM EN GÜZEL DUYGULARIMI BENDEN ÇALDIN SENİ SEVMİŞTIM BE SENİ BEKLEMİŞTİM SANA CANIM DEMIŞTIM
İYİKİ GTTİN HAYATIMDAN GİTTİN ŞİMDİ ÇOK MUTLUYUM SENİ DE UNUTTUM
BİR GÜN SEN DE SEVECEKSİNNNNNNNNNNNN

Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
29 Ağustos 2006       Mesaj #1402
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Borcum vardi

Sponsorlu Bağlantılar
Oldukça yaşlı bir adam ,kendisi gibi kamburalaşıp yere yanaşmış bir ağacın altında ağlıyordu. Biraz önce irikıyım bir genç yanına sokulmuş ve kendisinden içki parası istedikten sonra bir de tokat atmıştı. Yaşlı adamın yere yıkıldığını görenler, hemen yardımına koşup:

- Geçmiş olsun dede ,dediler. O serseri ne istedi ki senden?

Adamcağız bir şey olmamış gibi toparlanmaya çalışırken:

- Eski bir borcum vardı, onu istedi , dedi. Yapması gerekeni yaptı sadece...

Çevresindekiler, ihtiyar adamı yerden kaldırdıktan sonra eline bastonunu tutuşturup aceleyle işlerine koşuştular. Herkes ayrıldığında, hadiseyi başından beri görmüş olan bir delikanlı onun koluna girerek:

- Fazla hırpalandınız, dedi. Ağacın gölgesinde biraz oturalım mı?

Yaşlı adam yorgun bakışlarını yukarıya yöneltip :

-Benim bu ağacın altında dinlenmeye hakkım yok yavrum dedi. Ölünceye kadar da olmayacak.

Delikanlı, söylenenden bir şey anlamamıştı. Meraklı gözlerle kendisine bakarken, onun tekrar hıçkırıklara boğulduğunu farketti.

Yaşlı adam ,iniltiye benzeyen bir sesle:

- Elli yıl kadar önceydi,diye devam etti. Rahmetli babamı,sigara parası almak için bu ağacın altında azarlamıştım. Yani biraz önce evladımın beni dövdüğü yerde.

Delikanlı ne diyeceğini bilemedi ve şimdi biraz daha bitkin görünen ihtiyarın sakinleşmesini bekledikten sonra, onu arabayla evine bırakmayı teklif etti.

Adam, titrek adımlarla yoluna koyulurken:

- Evim oldukça uzaklarda yavrum. Ama ben yürüyerek gideceğim oraya. Babamın da onu azarladıktan sonra, üzüntüsünden yayan döndüğü gibi. Hem şehir dışındaki kabristana uğrayıp bir Yasin le öpeceğim ellerinden...

crazy leyla - avatarı
crazy leyla
Ziyaretçi
29 Ağustos 2006       Mesaj #1403
crazy leyla - avatarı
Ziyaretçi
Smiley32 TUĞBA ŞAHİN Hikayesidir alıntı olamaması rica olunur....Msn Cry

BEN o zamanlar yedi yaşındaydım.Babamın çiftliğine giderdik
her yaz.Annem beni kandırarak kaldırırdı.Ve biz her Temmuz başı Ekim ayına kadar o sıkıcı çiftliğe giderdik.Ama durumlar her yıl değişiyordu tabi.Büyüdükçe havası biraz daha ilginç oldu.İlk çiftliğe gidişim,ortam,orayı her yıl görmem daha sonra; temelli kalmak,okumak ve babamı küçümserken o yere sahip olup işletmek.Leylam,evet ona olan sevgim ve onu kaybedişim .
Sokakta oynuyordu herkes her zamanki gibi.Ben onların benimle de oynamalarını istiyordum ama onlar beni çağırmımıyorladı.İnatçı ve kötü davranırdım o yüzden.Orda ne varsa suratlarına fırlatırdım.Onlar kaçarlar ve ailelerine şikayet ederlerdi.Annemde beni hep uslu çocuğum diye yollar ama,bir vukaat olmuş gibi sadece benim duycağımı sanarak eve geldiğimde annem ;
><HıMM seni gidi yaramaz,çabuk gene haylazlık etmişsin.Sümbül teyzenin oğlu Ahmet hiç öyle yapıyomu he,yürü çabuk odana cezalısın der ve ben ağlayarak odama çıkardım. O merdivenler,öyle eğlenceli gelirdiki bana,çıkar çıkmaz halıyı aşağı atardım.Tabi ondanda azar işittiğim için yemek yoktu o gece.
Ben umursamayarak odama girdim.Bağırarak odamı dağıtırdım.Camdan ne kadar oyuncağım varsa aşağı attım.Aşağıda herhalde birisinin kafasına gelmiş olmalıki yabancı bir adamın bağırışlarını duydum.Çoooooook güldüm ve madem yemek yok,uyumaya hazırlanırken kapı zili,
Koştum ,baktım kapı aralığından.Bir adam kapıda anneme sinirli bir vaziyette bağırıyordu.Şişko,şapkalı ve pos bıyıklı bir adam,
><HANıMEFENDI,BEN işime yetişmeye çalışıyorum ama her geçişimde kafama sizin camdan bir şeyler geliyor.Lütfen sorurunuzu halleder misiniz?Artık bu kaçıncı .
> Diyerek kapıyı kapadı ve kapamasıyla odama gelmesi bir oldu.Allah’tan uyuyor numaramla,bir şey diyemedi he.
Yarın canım hiç kalkmak istemiyordu.Sabahın köründe annem,
><çabuk kalk gidiyoruz,Kazım Paşa Çiftliğine.Diyerek,bir hışım bavullar,giysiler,herkes aldı başını hızlı vaziyette bir koşuşturmaca, toparlanıyorlardı.Annem,ablam,çalışanlar ve babam yoktular.Öyle ağlıyordum ki,dün ki haylazlıklarım yüzündendir diye cezalandırılıp o sıcakta adı neydi,Paşa denen okula gidiyordum.Anneme yalvarmalarım işe yaramadı ve bavullarla dışarıda hazır bekleyen iki arabaya doluştuk.Ve babam mutluydu.Benim gideceğim için herkes mutluydu.Babam döndü bana,
>< Oğlum hazır mısın?Baban artık bir çiftlik sahibi ve artık orada yaşıyacağız.
><HANıM,ALLAH ve oğlum yüzümüze güldü,artık kızım rahat okuyacaklar.”dedi.
Ben mutsuzdum çünkü;her şeyi en son bana duyururlardı.
Babam şimdi o yerin sahibi mi olmuştu yani?Neyse,bir gün sonra ulaştık.Kocaman bir bina beklerken garip çimenlik ve koşan bitşeyler vardı.Ben dışarıdayken annem ve ablam evi düzenliyolardı.Babam benim elimden tuttu ve;
><OğLUM, ve ama bir bak gördün mü?orada koşanlar atlarımız artık burada yaşıycaz”dedi gitti.Benim duygularımı düşünen yoktu.Ben okul sanıyordum ,bu çimenlik alana yaşamaya gelmiştik.o gün herkes mutluydu.Babam yine elimden tutarak,arabaya bindirdi,yarım saatlik süre sonra değişik yere geldik.Sanırım huzursuzluğumun nedenini anlayacaktım azsonra.Bir adamın odasına girdik ondan önce parklı yerden geçip iki merdiven çıkmıştık.Adam
gözlüklü ve devamlı sırıtıyordu,ben korkup babamın arkasına
saklandım.Babam bana dönüp,
> Babam galiba fabrikatürdü,ben bunu geçen sene anladım.
Fabrikatörlük ne ki;böyle şeyler mi? yapılıyor.Ben büyüyünce fırıncı olucam ve herkese ekmek dağıtıcam ve oğlum böyle yerlre götürmeyeceğim diyerek daha anlamadan o gün babamla alay etmiştim
Gün geldi çattı.Önlük denen o değişik giysileri giydim ve annem;
><OğLUM ve yerine böyle ah!bak okullu oldun artık.’diyerek hep birlikte oraya gittik.Zil çaldı,ilk defa annem babamsız panoların olduğu,kabus götürmüşlerdi beni.Tabi sırf
ben değil,galiba otuz kişimiydik ne!yanıma siyah saçlıörmüş çok şeker birini oturtmuştu öğretmenim.Ama o benle konuşmazdı diğerleriyle konuşurdu.Günler geçti yavaşça tanıdığım insanlar benim yaşıtımda ve arkadaşım oldular.
Öğretmenlerimi de sever oldum.Alışmıştım, pek korkulacak bir
yer değilmiş be burası;alacağınız olsun sizlerin,iyiki bu yere
geldik ,deyip haftalar,aylar,yıllar birbirini kovalarken5.sınıf.

Bir nisan günü şaka yapıyordu herkes, bende şaka olsun diye öğretmenimin sandalyesini çektim yere düştü ve ‘aaah’ diyip ,
popo üstü yere yuvarlandı.Hemen kalktı ve;
> okuldan eve.Tabi annemin haberi yok öğretmenimin bana ceza verdiğinden;
><OğLUM bu ne hal?niye geldin eve?hımm,yaramazlık mı yaptın yine?dedi.Bende kendimi çıkararak,yaptıklarımı birer anlattım.Annem öğretmenimi haklı buldu yaa.Ama
herkes şaka yapıyordu.
Artık okul bitmiş sanarak ben her yaz gibi 5. sınıf bitti artık o yere gitmeme gerek yok diye düşünürken,yine başlayacağını
ama, bu sefer yaz tatilimi düzgün geçireyim ki,okula gitme-
yeceğim düşüncesiyle,karnemle eve koştum.
Her sene olduğu gibi karnem,bu sene de birlerle doluydu ve annemle babam çok kızdılar her sene sonu olduğu gibi.
Banane,yazın güzel ve uslu çocuk olursam,o yerdenböyle bir
Değerlendirme almam heee!diyip,odama fırladım ve atların
Olduğu yere gittim. Dolaşırken ,
evet oydu! İlk sıra arkadaşım Leyla, bizim sınıftan bir arkada-
şımla konuşarak önümden geçirlardı,merhaba diyecektim ki,
hiç yüz vermedi ve Selim ile konuşurken bana bana yüz vermiyordu.Neyse,o gün çiftliğin ne manaya geldiğini anlatan
birini bulmuştum hele şükür!galiba babamın iş arkadaşıydı ki bana;
> > > > ><Çünki;çok şikayet geliyormuş öğretmenlerinden ve arka-
daşalarından .
> > öyle yapma bir daha tamam mı?
> Bana yanlış dememişlerdi ki.dimi?bir mutluluk koştum eve.
Her akşam üstü Hakkı amca ile atlara yem, su veriyor,birazda koşturuyorduk.Artık günlerim çok eğlenceli geçiyor ve ben bugünlerimin bitmesini istemiyordum.
Günler,haftalar geçti yine okul koşuşturmalarıydı girdik tela-
şa.Ortaokul ,hep orta halli geçti.Artık bir getirmiyor aksine,
ödevlerimi de iyi yapıp,öğretmenlerimden iltifat alıyordum.
Neydi beni bu coşkuya getiren bilmiyordum.
Yağmurlu bir akşam üstü yine gittim ama bu sefer kaçtım çün-
kü atların durumunu çok merak ediyordum.Hakkı amcanın ya-
nına aa bir bakayımki!bir at yatmış kıvranıyor yanında ondan küçük bir at daha vardı.Hakkı amca bana bu beyaz atın yavrusu olduğunu ve çok hasta olduğundan yavruyu başka yere vereceklerini söylüyordu ki ben,
><HAKKı ben bu amca beyaz atı çok sevdim benim olsun mu?
dedim ki,
><OğLUM! ne var işin senin burada?Hakkı amcanı rahatsız
etme bakiyim,meraktan öldük çabuk eve.
> Eve gittik ben yine ceza aldım ama bu sefer,uyumak istemiyordum çünkü,aklım o küçük beyaz attaydı.Çok sevmiş-
tim onu.Babama gülmüştüm yedi yaşındayken ama ondört
yaşıma gelinceye kadardı o,artık atlarla ilgilenmek istiyor-
dum babamın yaptığı gibi.
Sabah kalktım ve bugün takvime baktım.Aman tanrım! bugün
benim doğum günümdü.Ve hava çok güzel,açık güneşliydi.
İndim kahvaltıya sevinçle,ama kimse bana günaydından baş-
ka bir şey dememişti,taki o ana kadar.
Canım sıkılınca bir dışarı çıkıp,çiftlikte dolanıyım dedim.
Atlara baktım biraz ve atların koşturulduğu alana gidip çit-
lerin üzerine oturdum.Leyla,atların üstünde,uçuşan saçlarıyla
çok güzel görünüyordu.Tabi arkasında Selim.Akşam oluyordu,
canım sıkıldı onu Selim’in yanında görünce.Selim;
> kötü bakıp,ne düşünüyon.
> > ><İyiyiz işte,hiç konuşmuyosun benimle, neden?
><Çünki seni hiç görmüyorum ki.
> > onun kolundan çekip ‘hadi biz gidiyoruz”dedi.Ya bu ne oluyor şimdi anlamadım.Eve gittim ve,
> ><Üf ben gelmesem olmaz mı?
> Ben odama çıkıp giyinirken,kafama takıldı beni hiç umursamı-
yor havası vardı bu sabah herkeste ama bana şimdi bunu söylüyorlardı.
Gittik heryer zifiri karanlık.Sürpriiiizzzz


Etrafta balonlar,düdükler,süsler.Gözlerime inanamıyorum.
Herkes hatırlamamış numarası yapıyordu,meğer bundanmış.
Herkes hediyesini verdi.Leylam ve yakın arkadaşım Selim de
hediyelerini verdiler,Leyla bana en çok istediğim”Karbela”
romanını vermişti,Selim bana kazak almış.Babam,
bana bir şey vermemişti.Yoksa benim doğum günümü unut-
muş muydu?Kapı çaldı ve;
> AAAAAAAAAA bir aşağıya ineyim ki,evet yavru beyaz atı,
bana hediye etmişti.Allah’ım bu atı çok istiyordum.Olamaz
onun adı yoktu oysa.Babam” ona ne ad koyacaksın”dedi.Ben
biraz düşündüm.Ve onu sıkıldığım bir gün tanıyıp,beni güneş gibi mutlu ettiği için adı Beyaz Güneş evet adı bu olsun dedim herkese ve artıık bir at sahibi olmuştum.

Lise yıllarına gelmiştim artık ve ne meslek yapıcağımı bilmiyordum.Lise mi?okuyacaktım şimdide.Aman nasılsa iyi
bir yer okul diyerek moralimi bozmadan liseye başlamıştım.
Birde üstüne güzel bir haberim var.Evet Leyla ile aynı sınıfta-
yız yaşasııın.İlkokulda olduğu gibi.Yanıma geldi ve,
> > > ><BILMEM.’DEDIM,
Selim dedi.Ama bilmiyor ki,onu sevdiğimi,bunun için sinirlenmemeliyim.
Günlerim hem Selim ve Leyla hem de,hafta sonları Beyaz
Güneş’im ile yani beyaz atımla geçiyordu.Öyle böyle derken
Lise de bitti ve mezuniyet gecesi çok güzel geçti.Leyla ile dans ettim ve ilk defa bukadar uzun Leyla vede Selim ile eğlenceli
konulardan sohbet ettik.Leyla ile iyi anlaşmak beni sevindiri-
yor ama Selim ile elele tutuşması sinirimi bozuyordu.Ama yinede bu gece muntazamdı.
Oley Beyaz Güneş’imle daha fazla vakit geçiriyordum,bir yandanda üniversite telaşı.İşletme okumaya karar vermiş ama ne yapacağımı bilmiyordum.Herkes biryerlere dağılmıştı,oku-
mak için.Seneler çabuk geçti ve elimde bir diplomam vardı.Ama nerede çalışacaktım?
Yine güzel bir gece düzenledi babam.Açık havada iş yemeği ve
ortağımın ‘güzel kızı nişanlanıyor’dedi.Bilmiyordum kızının
Leyla olduğunu.Yemekler yendi,kahkahalar,parlayan gözler,
sırıtan yüzler.Öyle geçiyordu.Ve babam herkesi çağırdı,bir
araya toplandık.Babam herkese;
><SAYGı ve değer dostlarım aile fertlerim.Bugün buraya top-
sebebimiz malum hem hayırlı bir iş,hem de ben artık yaşlandım yeni bir yönetici lazım fabrikama.’deyip benim sırtımı sıvazladı.
> Diplomanı da aldın.Eh güzel bir sına bakalım kendi bilgilerini.Diyip,elini uzattı,elini öpüp,sarıldım babama ve
Bana verdiği en büyük ikinci hediyeydi bu.Sonra aradan epey
vakit geçti,bu sefer babam ve yanında ortağı Hakkı amca vardı.Olamaz yanında Leyla vede Selim vardı.Acaba niye benide çağırmamışlardı.Babam dedi ki,
><SAYGıDEğER ve için bir bu iki birlikte gece dostlarım.Size hayırlı iş de toplandımızı vurgulamıştım.Bu gencin hayatlarının devam etmesi ön görülmüş nişanlanma onayı verilmir.’de-
diği an ben yıkıııldımmm.Artık daha fazla dinleyemiyecektim,
ne yani olamaz sevdiğim kız benim en yakın dostumla nişanlanmışlardı.
Gece çok içmiş olmalıyımki,sabah kalktığımda başım ağrıyordu.Annem koştu yanıma,
><OğLUM!DAHA sen kalkmadın mı?İşine geç kalıyorsun.
> Gittim,çalışacağım yere ve hayatımda ki en yakın arkadaşımın
Sevdiğim kızla nişanlandığını hatırladım.İçim burkuldu.Biraz mutsuzdum ama işime ilk günden güzel başlamalıydım.Bir git-
tim ki,sekreterim’Selim bey odanızda ‘dedi.Öyle bir sinirlen-
miştimki,hışımla odama girdim ve yanında Leylam da vardı.
Bana hayırlı olsuna gelmişler.Sevindim,ama söyleyememiş ve
Söyleyemeyecektim Leyla’ma onu sevdiğimi.Genel müdürmüş Selim de,bunları anlattı.İkisi çok mutlu görünüyorlardı.Ben
ilk günümle beraber güzel günler geçireceğimi hayal edip
artık kendimi sadece işimde buluyor,Beyaz Güneş’imle de
fazla ilgilenemiyordum.










SEVDİĞİM kadın yani arkadaşım ve en yakın dostum Selim
evlenmişlerdi artık.Ben kaderime boyun eğdim ve seneleeeeer
beni bu yaşıma sürükledi.Ve hatırlıyorum ya da hatırlamak
istemiyorum.Bir nisan akşamı Leyla’nın kanser olduğunu Selim’in beni arayıp anlatmasından sonra öğrenmiştim.Ve o da biliyordu.Birkaç gün sonra beni aradı,önemli olduğunu
‘artık hiçbir şeyin önemi yok,şu birkaç günlük ömrümde sana bir şeyler anlatmam gerek’deyip,benimle görüşmek istediğini vurguladı,kapadı.
Acaba niye? bu yağmurlu günde bana ne anlatabilirdi.Onu ne zaman kaybedeceğimi bilmiyor ve yüzüne bakamam hemen
yaşlara boğulurum diye geçirdim aklımdan ama yinede şu yağmurlu gecede onunla görüştüm.Bana;
><YıLLARDıR sana söyleyemedim,bari şu son günlerimde öhü,
sana olan sevgimi anlatayım.Bak;babam beni Selim ile, işleri
iyi gitmeyip,daha iyi olsun diye evlendirdi.Çünkü,Selim’in ba-
basının böyle sorunları yoktu.Ve bana evlenme teklifi etttiğin
de babamın durumu düzelebilsin diye evlendim.Oysaki,seni çok seviyor ve senden bir söz bekliyordum.Artık bunun bir önemi yok ama olsun yinede söyledim’dedi ve dediği an kollarımda hayata gözlerini yumdu.



O geceden bu geceye tam 10 yıl geçti.Artık hayatıma yeni bir düzen kurdum ve hayatımda herkese sevgi,muhabbet eksiltmeden.Çoooook suçlayan oldu ama üstesinden geldim.
Şu an etrefımda üzücü hiçbirşey tutmuyorum ve anlatanı da dinlemiyorum.Yöneticiliği bıraktım,ondan sonra.İşletme okumuştum evet ama çocukken fırıncı olcam demiştim ya,şimdi fırıncılık yapıyorum.
Artık sadece kendim için ve dostlarım için yaşayarak herkese karşı duyarlı davranıyorum.

TUĞBA ŞAHİN
SADECE MUTLU OLMAK VE SEVENLERİMİZİN KIYMETİNİ BİLMEK ADINA...JJJ...HER ŞEY GÖN-
LÜNÜZCE OLSUN
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
30 Ağustos 2006       Mesaj #1404
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Kelebek Olmak İstiyordu




Bir Temmuz akşamıydı ve o yine beklentileri, geçmişte bıraktıkları ve yaşayamadıkları tarafından derin rahatsız e-dilmeleri dolu dolu yaşıyordu. Birden gökyüzünden inene bir ses geceyi yırtan kuvvetli ses dalgaları halinde onun kulağına ulaştı
Hemen gökyüzüne çevirdi yüzünü. Aslında elinde olsa bir an kalmazdı yeryüzünde. Kanatları olsa havalanır, hızla kirle-tilmiş yeryüzünden uzaklaşır, tertemiz gökyüzü karanlıkla-rında kaybolur giderdi de hiç kimse nereye gittiğini bile anlamazdı. Aslında hep ölünce de gökyüzüne gömülmek is-terdi genç adam. Her şeyin perde arkasını bilmek insana ha-yatı yaşanmaz kılıyordu. İlk insan da “bildi” diye yerinden olmuş ve yeryüzü ile gökyüzü de “emanet”i yüklenmekten de bu yüzden yüksünmüş değil miydi?!
Ama olsundu. Şimdi her şeyi daha iyi düşünebiliyordu. Her şey yerli yerine oturmuştu zihninde. Artık bu ülkede yıl-lardır insanlara neden zulmedildiğini çok daha iyi anlayabili-yordu. Ama kime anlatabilirdi bu gerçekleri! Sadece kendine! Şiir yüzlü kıza bile anlatamazdı. Bu yükü kaldıramazdı o! Bu emaneti taşıyamazdı, asla!
Sesler ihanete, ihanetler acılara dönüşüyordu kalleşçe. İri gözlerinde hep hüzün olurdu. Yürürken bakışları kaldırımları tarardı daha çok. Görmek istemezdi yetim duygular bırakan bakışları. Yaşadığı topraklarda kendi ayakları üstünde dur-mak istiyordu, bir de sevip sevilmek....
Yaşamdan ve insanlardan yoktu başka bir beklentisi. A-ma, asla kolay olmayacaktı bu. Nicelerine zindan edilen bu yaşamlardan biride onun payına düşmüştü ne yazık ki...
En çok ihtiyaç duyulduğu anlarda terk edildi. En çok gü-vendiği anlarda aldatıldı. Katıksızdı sevgiler, ancak hep he-sapçı insanlar buldu karşısında. Korkardı karıncayı bile ez-mekten, itten kaçardı hep, gülü koklamakla harcadı yıllarını...
Ağlamak istemiyordu artık hüzünlendiği anlarda, akacaksa eğer gözyaşı bir daha sevinçten olmalıydı bu....
Kurşunlardan korkmuyordu bir zamanlar, sevmekten korktuğu kadar. Geride bırakmak istiyordu, ölümcül korku-larını...
Gerçeğin ta kendisini istiyordu, ne kadar acıda olsa...
Şiirler istiyordu gönül telini titretecek...
Ay ışığının yürüyüşlerine eşlik ettiği sihirli gecelerde, aşk şiirleri olmalıydı kulağına fısıldanan....
Bir sigara tüttürmek istiyordu dalgaların sesine inat.
Bir türkü tutturmak istiyordu, gecenin sessizliğine mey-dan okuyan...
Bir telefon istiyordu hiç beklemediği anlarda, heyecanla-rına heyecan katacak.
Bir bedene dokunmak istiyordu, korkularını sadece ken-disinin hissettiği...
Anlatmak istiyordu artık kendini korkusuzca, daha fazla gizlemek istemiyordu sırlarını....
Güçlü olmak peşinde koşmak istemiyordu artık, itiraf et-mek istiyordu korkularını....
Yıllar yılı verdiği zorlu savaştan yorgun düşmüştü artık, barışmak istiyordu kendisinden uzaklaştırılmaya kalktığı kendisiyle....
Dünyalarını çalan aile, çevre denen canavarı yeniden ta-nımlamak istiyordu artık.
Kendini keşfetmeyi amaçlayan bir büyük serüvene hazır-lanıyordu genç adam, duygularını, yanılgılarını, korkularını, öfkelerini, özlemlerin, günahlarını tanımlayacaktı yeniden....
Yepyeni, bir yaşama böylece adım atacaktı. İşte bu kar-maşık düşüncelerle şimdi hiç durmadan koşmak istiyordu. Patikaları gelişi güzel, önceden düşünülmüş hiçbir rota izle-meden koşmak. Karşıdaki orman da sanki daha bir yeşildi. Ağaçların arasından bitmek tükenmek bilmez bir enerjiyle, hayali bir şövalyenin elinden kaçıyordu adeta. İşkencelerin ruhunda bıraktığı eksiklik duygusu, doğanın verdiği güç ve kulağına akan hüzünlü bir türkü sayesinde adeta sonsuz bir güce ulaşıyordu içinde. Bir an bunun bir dönüşünün de ola-cağı aklına geldi ve durdu, kendini yatağın üzerine bıraktı.
Bir süre gözlerini kapattı. Yorgun olduğunda daha man-tıklı düşündüğünün ayrımına vardı. Bir körün daha iyi duy-duğu gibi. O da bedeninin hiçbir organını oynatamayacak kadar bitkindi ve belki de bu yüzden beyni daha iyi işliyordu. Bir çok konu hakkında daha gerçekçi kararlar verebiliyordu.
Sanki Hayyam’ın gece karanlığının derinliklerinden kula-ğına akan gür sesini duyar gibiydi:
“Kalk, kalk, yeter uyuduğun, saki!
Boş kadehim dolsun, dolsun, saki;
Er geç testi olmadan kafa tasım,
Sen testiden bana şarap sun, saki! “
Acıyla kalktı yerinden. Kafa tasını yokladı tedirgince. Kendisine sakinin testiden sunduğu şarabı kaybetmiş gibiydi. Etrafına bir göz gezdirdi. Bir an “herhalde deliriyorum” diye düşündü genç adam.
Kalkıp balkona çıktı yeniden. Gecenin ürpertici karanlı-ğında yıldızları seyretmeye koyuldu. TEM yolunda ardı arka-sı kesilmeden akıp giden arabaları seyretti. Feryat etmek, se-sini en uzaklara duyurmak istiyordu. Ya da meçhul bir yola koyulup öylesine gitmek istiyordu bu dünyadan. Neredeyse sonu, oraya kadar yürümek istiyordu hiç mola vermeden.
Okyanus olmak istiyordu, içinde yüzülsün diye. Denizkızı olmak istiyordu, seyredilsin diye. Kelebek olmak istiyordu, işkenceleri yazan ellere konsun diye. Yürek olmak istiyordu, sevgi dağıtsın diye, Nehir olmak istiyordu aşk diyarına akmak için. Tatlı olmak istiyordu yenmek için. Kahve olmak istiyordu, işkenceden inleyenlerin içini ısıtmak için. Kalem olmak istiyordu, sevdaları yazmak için. Güneş olmak istiyordu, susuz yürekleri yakmak için. Ama sadece, toprak olmak istemiyordu, sevdiklerini elinden aldığı için. Anlayaca-ğın kendi dışında her şey olmak istiyordu, bir tek kendisi ol-mak istemiyordu, toprağa giden sevdiklerinin hasretine da-yanamadığı için.
Zindanı da sevmeye başladı en son.
O zindan ki zincir sesidir şarkısı, her sözünde bir çığlık yükselir, her notasında bin öfke, her dizesinde bin isyan bes-lenir.
O zindan ki her yemek vakti tutsak ağızları kanla süslenir.
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
30 Ağustos 2006       Mesaj #1405
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Kelebeklerin Ömrü




İlkbaharın son günleri olmasına rağmen, yağmur, sabahtan beri durmaksızın yağıyordu. Adam elindeki raporu masasının üzerine bıraktı ve başını kaldırarak karşısındaki genç kıza baktı. Kız, gözlerinde biriken yaşları eliyle sildikten sonra adama döndü ve
"Ta başından beri biliyordun,değil mi?" diye sordu.
"Evet" diye cevap verdi adam.
Ta başından, kızı ilk muayene ettiği dört gün öncesinden beri biliyordu.
"Çok güzel oynadın doğrusu rolünü" dedi, kız.
Adam cevap vermedi, yüzünü pencereden yana çevirdi ve dört gün öncesini düşündü. Kızın muayenehanesine geldiği ilk günü. 24-25 yaşlarındaydı. O gün de bugünkü gibi yalnız başına gelmişti. Uzun boyu, kısa küt kesilmiş kumral saçları, renkli gözleriyle etkileyici bir güzelliği vardı. Yüzünde hafif bir endişe, yanaklarında belki biraz utanmanın verdiği pembelik gözleniyordu.
"Sağ göğsümde üç aydır bir sertlik fark ettim. Ağrısı yok, geçer dedim, aldırmadım, ama geçmedi işte" demişti.
Kısa bir öykü alma sonrası muayene odasına geçtiler. Kız, çekingen tavırlarla soyundu ve uzandı. Adam,kızın göğsüne ilk dokunduğu anda gerçeği anladı. Bu kız kanserdi! Ve hem de çok gecikmişti. Koltuk altı da bezelerle doluydu işte. Belki yüzlerce meme hastası olmuştu ama ilk defa bu kadar genç yaştakine rastlamıştı. O dakikadan itibaren oynamaya, rol yapmaya başladı adam. Kızın endişesini dağıtmak için ne şaklabanlıklar yapmamıştı ki.
"Pek önemli bir şey gibi durmuyor. Ama buradan küçük bir parça almam lazım."
"Patoloji için mi yani?" diye sordu kız.
"Yok canım" dedi adam, "kendi özel koleksiyonum için, yani bu kadar güzel göğse pek sık rastlanmıyor da, bir hatıra almam şart oldu."
Birlikte güldüler. Kızın artık gülen yüzünde korkunun ve kaygının görünümü kalmamıştı. Ta ki bugüne kadar.
Yüzünü pencereden, odaya geri çevirdi adam. Hiç istemediği halde kızla göz göze geldiler.
"Yani şimdi, dört gün boyunca huzurlu uyuduğum için sana teşekkür mü borçluyum?"
Yoo, hayır, teşekkür beklemiyordu adam. Bu dört gece boyunca onun uykusuzluğunu, kaygısını ve korkusunu devralmıştı. Ve şimdi geri veriyordu bunları genç kıza, onun geride kalan ömrü boyunca, bir daha beyninden hiç çıkmamasıca...
Kız, oturduğu koltuktan kalkmış, küçük odanın içinde bir-iki tur atmış ve şimdi pencerenin önüne gelmişti. Göğsünün tümüyle alınacağını öğrenmişti.
Ağlamıyordu artık.
Sesinde isyanın, öfkenin ve kadere lanetin olması gereken tonlaması da yoktu ne yazık ki.
Adam, onun tenine dokunsa buz gibi olduğunu hissedecekti.
"Çok canım yanacak mı?"
"Korktuğun kadar değil" dedi adam.
Bu sorulara hazırlıklıydı beyni. Bunlar kolay sorulardı.
"Saçlarım dökülecek değil mi?"
"Evet, ama yerine yenisi hem de daha gür çıkacak"
"Ya, alınan göğsümün yerine yenisi çıkacak mı?"
"Eğer sen istersen, plastik cerrahlar yerine o kadar güzel bir göğüs yaparlar ki, sağlam göğsünü bile almam için bana yalvarırsın."
Kız, burnunu ve dudaklarını cama iyice yapıştırdı. Adama döndüğünde camda dudaklarının izi kalmıştı.
"Bu izi hiç silme olur mu?" dedi kız.
"Ben öldükten sonra bile bu iz burada kalsın. Sahi çok uzak değil ölümüm değil mi?"
İşte adamın korktuğu soru gelmişti. Nasıl da gafil yakalanmıştı, o çok övündüğü, o yanından hiç ayırmadığı kıvrak zekası, hazır cevaplılığı. Nasıl söyleyebilirdi ona, son iki yılı acılar içinde geçecek en fazla dört, bilemedin beş yıllık ömrü olduğunu? Nasıl söyleyebilirdi, son altı ayında, her sabah uyandığında tanrıdan canını bir an önce alması için yalvaracağını.. Nasıl söyleyebilirdi ona, kelebeklerin ömrünün kısa olduğunu?
Tek çaresi vardı adamın, yalan söylemek, pespembe mutluluk tabloları çizerek polyanna rolünü ustaca oynamak. Konuştu, anlattı, güldü, güldürdü. Riyakarlığı iyi beceriyordu doğrusu. Kız artık iyice rahatlamış gibiydi. Çocukluğundan bahsetti adama, ilk aşkından, sonraki sevgililerinden, işinden...
"Ben portföy yöneticisiyim"
"Ne demek o?"
"Yani bir bankada, yatırım danışmanıyım. İstersen senin portföyünü de ben yöneteyim"
"Hayır canım, gerekmez. Benim işim de hastalarımın portföyünü boşaltmak."
Vedalaştıktan sonra kapıya doğru yürüdü genç kız, sonra döndü ve,
"Neden seni seçtim biliyor musun?" dedi.
"Bu konuda buralarda benden iyisi yok ta ondan."
"Sen öyle san"
"O halde, ben çok yakışıklıyım onun için."
"Haydi canım sen de" dedi kız, gülüştüler.
"Sende başka bir şey var; huzur veren, rahatlatan, güldüren değişik bir şey işte... Senin elinde ölüme gitmek bile zevkli olacak"
Kız çıkmıştı.
Adam camında dudak izi olan pencereyi açtı.
Başını dışarı uzatıp gökyüzünü seyretti bir süre. Tekrar içeri girdiğinde gözlüklerinin altındaki damlaları sildi.
Yağmur, çoktan durmuştu oysa...
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
31 Ağustos 2006       Mesaj #1406
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
KARAR VERMEKTE ACELE ETMEYİN..

Köyün birinde bir yaşlı adam varmış. Çok fakirmiş ama Kral bile onu kıskanırmış...Öyle dillere destan bir beyaz atı varmış ki, Kral bu at için ihtiyara nerdeyse hazinesinin tamamını teklif etmiş ama adam satmaya yanaşmamış.. "Bu at, bir at değil benim için; bir dost, insan dostunu satar mı" dermiş hep. Bir sabah kalkmışlar ki,at yok. Köylü ihtiyarın başına toplanmış: "Seni ihtiyar bunak, bu atı sana bırakmayacakları, çalacakları belliydi.Krala satsaydın, ömrünün sonuna kadar beyler gibi yaşardın.Şimdi ne paran var, ne de atın" demişler...İhtiyar: "Karar vermek için acele etmeyin" demiş."Sadece at kayıp" deyin, "Çünkü gerçek bu.Ondan ötesi sizin yorumunuz ve verdiğiniz karar.Atımın kaybolması, bir talihsizlik mi, yoksa bir şans mı? Bunu henüz bilmiyoruz. Çünkü bu olay henüz bir başlangıç.Arkasının nasıl geleceğini kimse bilemez." Köylüler ihtiyar bunağa kahkahalarla gülmüşler.Aradan 15 gün geçmeden at, bir gece ansızın dönmüş...Meğer çalınmamış, dağlara gitmiş kendi kendine.Dönerken de, vadideki 12 vahşi atı peşine takıp getirmiş.Bunu gören köylüler toplanıp ithiyardan özür dilemişler."Babalık" demişler, "Sen haklı çıktın. Atının kaybolması bir talihsizlik değil adeta bir devlet kuşu oldu senin için, şimdi bir at sürün var.." "Karar vermek için gene acele ediyorsunuz" demiş ihtiyar. "Sadece atın geri döndüğünü söyleyin.Bilinen gerçek sadece bu. Ondan ötesinin ne getireceğini henüz bilmiyoruz. Bu daha başlangıç.Birinci cümlenin birinci kelimesini okur okumaz kitap hakkında nasıl fikir yürütebilirsiniz?" Köylüler bu defa açıkçn ihtiyarla dalga geçmemişler ama içlerinden "Bu herif sahiden gerzek" diye geçirmişler...Bir hafta geçmeden, vahşi atları terbiye etmeyeçalışan ihtiyarın tek oğlu attan düşmüş ve ayağını kırmış. Evin geçimini temin eden oğul şimdi uzun zaman yatakta kalacakmış. Köylüler gene gelmişler ihtiyara."Bir kez daha haklı çıktın" demişler. "Bu atlar yüzünden tek oğlun, bacağını uzun süre kullanamayacak. Oysa sana bakacak başkası da yok.Şimdi eskisinden daha fakir, daha zavallı olacaksın" demişler. İhtiyar "Siz erken karar verme hastalığına tutulmuşsunuz" diye cevap vermiş."O kadar acele etmeyin. Oğlum bacağını kırdı.Gerçek bu. Ötesi sizin verdiğiniz karar. Ama acaba ne kadar doğru. Hayat böyle küçük parçalar halinde gelir ve ondan sonra neler olacağı size asla bildirilmez." Birkaç hafta sonra, düşmanlar kat kat büyük bir ordu ile saldırmış. Kral son bir ümitle eli silah tutan bütün gençleri askere çağırmış. Köye gelen görevliler, ihtiyarın kırık bacaklı oğlu dışında bütün gençleri askere almışlar. Köyü matem sarmış. Çünkü savaşın kazanılmasına imkân yokmuş, giden gençlerin ya öleceğini ya da esir düşeceğini herkes biliyormuş. Köylüler, gene ihtiyara gelmişler... "Gene haklı olduğun kanıtlandı" demişler. "Oğlunun bacağı kırık ama hiç değilse yanında. Oysa bizimkiler, belki asla köye dönemeyecekler. Oğlunun bacağının kırılması, talihsizlik değil, şansmış meğer..." "Siz erken karar vermeye devam edin" demiş, ihtiyar. "Oysa ne olacağını kimseler bilemez. Bilinen bir tek gerçek var. Benim oğlum yanımda, sizinkiler askerde... Ama bunların hangisinin talih, hangisinin şnssızlık olduğunu sadece Allah biliyor."

Lao Tzu, öyküsünü şu nasihatla tamamlamış:

"Acele karar vermeyin.Hayatın küçük bir dilimine bakıp tamamı hakkında karar vermekten kaçının. Karar; aklın durması halidir.Karar verdiniz mi, akıl düşünmeyi, dolayısı ile gelişmeyi durdurur.Buna rağmen akıl,insanı daima karara zorlar. Çünkü gelişme halinde olmak tehlikelidir ve insanı huzursuz yapar.Oysa gezi asla sona ermez. Bir yol biterken yenisi başlar.Bir kapı kapanırken, başkası açılır.Bir hedefe ulaşırsınız ve daha yüksek bir hedefin hemen oracıkta olduğunu görürsünüz."
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
31 Ağustos 2006       Mesaj #1407
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Allegra demiş ki; Bir zamanlar üç arkadaş varmış... Aşk, Dostluk ve Güven...

Üçü birarada oldumu harikaymış herşey... Gün gelmiş aşkın işi çıkmış...

Eh meslek bu kolay mı? Ama dostlarından ayrılmadan önce söz vermiş onlara.

Beni özlediğinizde gelin demiş; uzaklarda olmayacağım. Nerde gözleri arzuyla dolu birbirlerine bakan bir çift görürseniz ben ordayım. Ve ayrılmış yanlarından...

Peki demiş Dostluk Güvene; madem öyle ben de yoluma düşeyim... Görev çağırır... Ama merak etme, nerde birlikte ağlayan iki insan görürsen işte beni orada bulursun...

Güven ağzını açmış veda etmek için ama Dostluk ayrılmış arkadaşının yanından onun son sözünü dinlemeden... Ve gitmiş uzaklara...

Güven sessizce içinden geçirmiş elinde olmadan... "Beni aybederseniz, bir daha asla bulamazsınız..
mydarling24 - avatarı
mydarling24
Ziyaretçi
31 Ağustos 2006       Mesaj #1408
mydarling24 - avatarı
Ziyaretçi
Sizin HiC Anneniz Oldu mu? Benim oldu

Kalk anam kalk, Allah askına kalk
Bak mevsim umut mevsimi
papatya mevsimi, gul mevsimi
mevsim bahar
daglar kar
suların cosup tastıgı zamandır

kalk yarasına merhem oldugum kalk
ben geldim uyan da bir bak
yatma oyle sessiz, oyle nefessiz nolur
yatma oyle caresiz
ac gozlerini yasadıgını bileyim
gulersen guleyim
aglarsan gozyasını sileyim
oynat kirpiklerini bulutlar ucsun gozlerinde
bahar yagmurları yıkasın saclarını
olmek gerekiyorsa ben oleyim...

kalk anam
allah askına kalk
ben geldim bak
kime bu nazın, kime bu kusun
bu inat niye
konus benimle, allah askına konus
yatma oyle sessiz, oyle nefessiz kurban oldugum
bir ses ver, bir nefes
yasadıgını bileyim

kalk anam kalk
allah askına kalk
ben geldim uyanda bir bak
saklandıgımız kovuklarda
siddetli yagmurlar yagsın yine
ruzgarlar essin, fırtınalar kopsun, simsekler caksın
koynuna al beni, sarıl sımsıkı
basımı gogsune yaslayayım
yeneyim butun korkularımı
ve sen beni hic bırakma

koynuna al yine, sarıl sımsıkı, usuyorum
korkuyorum yıldızlar uykuya yattıgında
tut elimden gunese gotur beni
sacları sumbul anam, yanagı gul anam
sayki, kuçuk bir kizim daha hiç buyumedim
simdi ben ne yaparım, nereye giderim
kime gosteririm kanayan dizlerimi

uyan anam bak sumbul vakti, gul vakti
bin hayat tomurcugu umuda kızarır dallarda
usul, agır, yorgun uyuyor bedenin
ah ne kadarda guzelsin anam
uyan kurban olduğum uyan bak ruzgar vakti daglarda

tut elimden kırlara gidelim
beyaz papatyalar toplayayım sana
dusersen yalnız kalırım
gidersen oksuz
tasıyamaz yuregimin agrısını hic bir beden

kalk allah askına kalk
boyle yapayalnız boynu bukuk koma beni
senin sıcaklıgından ayrı, sevginden uzak
kime kosarım, nasıl yasarım böyle bir başıma
teninin kokusunu ozledim anne, sımsıcak nefesini
yavrum diyen o nazlı yumusacık sesini
hadi uyan canyoldasım, gozbebegim
sarı gulum, altın kalplim, iyilik melegim
gozlerime acılar yagdıran
kalk ki, yine sana turkuler soyleyeyim


Sarılki
kokun sinsin tenime anne
sevgin islesin yuregime
bu yalancı dunyada kimim varki senden başka
gozlerimden opecek, ustumu ortecek
karanlık soguk gecelerde

kalk anam allah askına kalk
karanlık cokuyor bak goncagul sevincler ustune
boynunu bukuyor yasam
yaralı ceylanin meliyor uzak dagbaslarında
turnalar da gecmiyor artık
kalk allah askına kalk
sen bir maral ol, ben ceylan
daglar gokkusagı olsun...

kalk anam kalk allah askına kalk
bulutlarda aglıyor bak
kalk siirler dizilsin yollara, turkuler dizilsin
yasamın adı sensin, senin adın yasam
dusersen omuzuma
dusursen yuregime yaslan
tut ellerimi sevinclere yuruyelim ana
nasıl tasıdıysan beni dokuz ay karnında
ben sırtımda tasıyayım seni bir omur

.......
ah nazlı anam
uzansam
dokunabilir miyim sana
durdurabilir miyim zamanı
gozlerinin icindeki yasları opebilir miyim?
anlayabilir miyim? yasamı ve olumu

Ey benim guzel anam
sen en iyisi beni al yanina..



Sizin hiç anneniz oldu mu? Benim oldu
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
31 Ağustos 2006       Mesaj #1409
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
servet



Zamanın birinde bir hükümdar varmış, zenginliği tüm dünyaca bilinirmiş.
Hükümdar her gittigi yere hazinesinin bir bölümünü götürür ve bunları sergilemekten büyük onur duyarmiş.
Hükümdarin yaşamda en çok güvendiği, tek akil hocası bir bilge kişiymiş.
Günlerden bir gün bu bilge kişiyle otururken hükümdar şöyle bir soru sormuş:
"Sen ki göğün gizemine ermiş, bilime yön vermiş bir adamsın.
Insanlar, ister hükümdar denli güçlü, ister savaşçılar denli onurlu olsun ayağına kapanır
ağzından çıkacak bir sözü beklerler. Şimdi senin gibi bilge bir adamın fikrini merak etmekteyim,
"Benim hükümdarlığım ve servetim hakkında ne düşünüyorsun?"
Bilge bu soru karsışında hükümdarın gözlerine bakarak şu sözleri söylemiş:
"Diyelim ki hükümdarım, kızgın ve uçsuz bir çöldesiniz.
Ölmemek için, size uzatacağım bir bardak suya servetinizin yarısını verir miydiniz?"
"Verirdim tabii."
"Zaman geçti diyelim susuzluğunuz arttı, size uzatacağım bir sonraki bardağa servetinizin öteki yarısını da verir miydiniz?"
Hükümdar biraz düşünür ve ardından "Ölmemek için evet" der.
Bunun üzerine bilge kişi gülerek şu sözleri söylemiş:
"Madem öyle, o zaman övünmeyin fazlaca.Çünkü haşmetlim sizin servetiniz yalnızca iki bardak sudur."
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
2 Eylül 2006       Mesaj #1410
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Kelimelerin Dili




Bir gurup vakti son kez göz göze geldiğiniz güneş huzmelerinin sevimli, zayıf ışınlarıyla ve dolaşıp semalardan size gülümseyen ve gittikçe canlanan yıldızlarla baş başa kaldığımız anlar olmuştur. Kısa süreli bir istihaledir bu hayatımızda.
Birazcık vaktiniz varsa, fiziki planda ve ruhen semaları temaşaya hazırsanız, bulunduğunuz ortam itibariyle tahammülü zor kirli kentlerin güvenliksiz alanlarına ahenksiz yükseltilmiş kartonik yuvalarda, sevimsiz ve sığ yaşama biçiminin ayrılmaz parçası haline gelen, agnostik bir uygarlık anlayışının ses ve görüntü bombardıman araçlarından uzaksanız, göksel inkılabları bir bir izleyebilirsiniz. Süreli bir değişimin ahenkli ve uyumlu bir dönüşüme kulaç attığını müşahade edersiniz. Galaksilerin yavru kümeleri belirginleşir. Mantalitel gücünüz aktivite kazandırır.
Güdümlü düşünceden uzak, benliğinizle iç içe, fenomenler aleminde deruni bir yolculuğa çıkarsınız. Ontolojik uzay aracınızda yüzlerce paradoks, zihni mefluciyeti de ifade eden mikrosefal bir ağdan kurtulup makro değerlere ilişkin bir iklime erersiniz. Kafatası, ruh dünyasındaki binbir donanmaya kumanda merkezi haline gelir o an içinizde. Coşarsınız... A. de Saint Exupery’nin dediği gibi güneşe hasret insanın susuzluktan ölmesine tahammül edemeyen rikkatli bir kalb ve gönül (sadr-u dil) zenginliğine ulaşırsınız. Evrendeki bu istihale, benliğinize geçer, inkılab merhaleleri oluşturur. Ağır ağır çıkarsınız basamakları. Muhakeme gücünüz artar.
Güdümlü düşünce temsilcilerinden Feuerbach’ın Engels’ten naklettiği “Duygularımızla idrak ettiğimiz ve kendimizin de ait olduğumuz maddi alem, biricik gerçek alemdir. Şuur ve düşünce ne kadar duyu üstü görünürlerse görünsünler, maddi bir organ olan beynin ürünüdürler. Madde ruhun ürünü değildir. Ruh ise maddenin bir ürünüdür.” sözlerinin isabet alanından uzaklaşırsınız.
Damarlarınızda akan kanlar, nadide besin atomcuklarını yüklenmiş olarak beyin karargahına yol alırken, muştular yüklü kelimelerin yüce kültür ırmaklarından aldıkları değerleri ruh dünyanıza bir bir boşalttıklarını hissedersiniz. Ve, paylaşmak istersiniz bu duyguları çevrenizle, en yakın çevreniz ailenizle, aile bireyleriyle. Sonra arkadaş çevrenize ulaştırmak istersiniz kelimelerin dillerinden düşürmedikleri kültürel tomurcuklarını; şebnemlerini asla kurutmadan.
Kelimelerin konuştuklarını, tabii seyri içinde siz de konuşmak istersiniz, ciğerlerinize dolan ezgi meltemleriyle.
Aile kelimesinin taşıdığı misyon ve yüklü bulunduğu anlam için G. P. Mordack kadar aile sosyolojisi bilgisine vakıf olup engin araştırmaya gerek duymazsınız. Promiscuity anlayışının ne denli mütehakkim ve akıl dışı bir anlayış olduğunu, sosyolog H. Freyer’den önce kavrarsınız. Nihayet, semalardaki iletişim, aydınlık bir zaman kesitine doğru yol alırken siz de tefrika titreşimli zorlamalardan uzaklaşır, evrendeki düzenim tevhid çağrısına kulak verirsiniz. Gönlünüz tevhide açılır. İnsanlık için sulha sevda duyarsınız. Nezaket ve haya kaplı varlığınızı evrenin barışına adarsınız.
Dünyanızı, güzele yüklü kelimelerle bezersiniz. Diliniz açılır. Hidayetimizin haritası bir Kitaba yönelirsiniz.

Benzer Konular

17 Şubat 2016 / Misafir Genel Mesajlar
16 Mayıs 2014 / NihLe Müslümanlık/İslamiyet
18 Temmuz 2016 / Daisy-BT Edebiyat
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar