Arama

Hikayeler ve Öyküler -1- [Arşiv] - Sayfa 183

Güncelleme: 3 Aralık 2006 Gösterim: 567.162 Cevap: 1.997
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
4 Kasım 2006       Mesaj #1821
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Öğrendim ki...Güveni geliştirmek yıllar alıyor, yıkmak bir dakika.
*Öğrendim ki...Hayatında nelere sahip olduğun değil kiminle olduğun önemli.
Sponsorlu Bağlantılar
*Öğrendim ki...Sevimlilik yaparak 15 dakika kazanmak mümkün, ama sonrası için bir şeyler bilmek gerek.
* Öğrendim ki...Kendini en iyilerle kıyaslamak değil, kendi en iyinle kıyaslamak sonuç getirir.
* Öğrendim ki...İnsanların basına ne geldiği değil, o durumda ne yaptıkları önemli.
* Öğrendim ki...Ne kadar küçük dilimlersen dilimle her işin iki yüzü var.
* Öğrendim ki...Olmak istediğim insan olabilmem çok vakit alıyor.
* Öğrendim ki...Karşılık vermek, düşünmekten çok daha basit.
* Öğrendim ki...Bütün sevdiklerinle iyi ayrılman gerek, hangisi son görüşme olacak bilemiyorsun.
* Öğrendim ki..."Bittim" dediğin andan itibaren pilinin bitmesine daha çok var.
* Öğrendim ki...Sen tepkilerini kontrol edemezsen, tepkilerin hayatını kontrol eder.
* Öğrendim ki...Kahraman dediğimiz insanlar bir şey yapılması gerektiğinde, yapılması gerekeni şartlar ne olursa olsun yapanlar.
* Öğrendim ki...Affetmeyi öğrenmek deneyerek oluyor.
* Öğrendim ki...Bazı insanlar sizi çok seviyor ama, bunu nasıl göstereceğini bilemiyor.
* Öğrendim ki...Ne kadar ilgi ve ihtimam gösterseniz, bazıları hiç karşılık vermiyor.
* Öğrendim ki...Para ucuz bir başarı.
* Öğrendim ki...Düştüğün anda seni tekmeleyeceğini düşündüklerinden bazıları kaldırmak için elini uzatır.
* Öğrendim ki...İki insan aynı şeye bakıp tamamen farklı şeyler görebilir.
* Öğrendim ki... Aşık olmanın ve aşkı yasamanın çok çeşidi vardır.
* Öğrendim ki... Her şartta kendisiyle dürüst kalanlar daha uzun yol yürüyor.
* Öğrendim ki... Hiç tanımadığın insanlar, iki saat içinde, senin hayatını değiştirebilir.
* Öğrendim ki.....Duvarda asılı diplomalar insanı insan yapmaya yetmez.
* Öğrendim ki... Karşındakini kırmamak ve inançlarını savunmak arasında çizginin nereden geçtiğini bulmak zor.
* Öğrendim ki... Gerçek arkadaşlar arasına mesafe girmez. Gerçek aşkların da!
* Öğrendim ki...Tecrübenin kaç yaş günü partisi yasadığınızla ilgisi yok, Ne tur deneyimler yaşadığınızla var.
* Öğrendim ki... Aile hep insanın yanında olmuyor. Akrabanız olmayan insanlardan ilgi, sevgi ve güven öğrenebiliyorsunuz. Aile her zaman biyolojik değil.
* Öğrendim ki...Ne kadar yakın olursa olsunlar en iyi arkadaşlar da ara sıra üzebilir. Onları affetmek gerekir.
* Öğrendim ki... Bazen başkalarını affetmek yetmiyor. Bazen insanın
kendisini affedebilmesi gerekiyor.
* Öğrendim ki... Yüreğiniz ne kadar kan ağlarsa ağlasın dünya sizin için dönmesini durdurmuyor.
* Öğrendim ki... Şartlar ve olaylar, kim olduğumuzu etkilemiş olabilir. Ama ne olduğumuzdan kendimiz sorumluyuz.
* Öğrendim ki... İki kişi münakasa ediyorsa, bu birbirlerini sevmedikleri anlamına gelmez. Etmemeleri de sevdikleri anlamına gelmez.
* Öğrendim ki... Her problem kendi içinde bir fırsat saklar. Ve problem, fırsatın yanında cüce kalır.
* Öğrendim ki... Sevgiyi çabuk kaybediyorsun, pişmanlığın uzun yıllar
sürüyor.
* Öğrendim ki... Bir insanı kazanmak çok zor, ama kaybetmek çok kolay.

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
4 Kasım 2006       Mesaj #1822
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Yıl 1940
yok Yıl 1940’dı, sevimli, sakin bir kasabada yaşıyordum. Küçük tahtadan yapılmış bir evimiz ve etrafını saran yemyeşil bir bahçemiz vardı, cennet böyle bir yer olabilirdi beklide. Sahibim çok şeker bir ihtiyarcıktı, kasaba onu çok sever ve sayardı.
Sponsorlu Bağlantılar

Şimdi ki yaşadığım yer gibi değildi… Orada insanlar yeşillikler içinde boğulurken, bu zamanda yüksek binaların arasında kayboluyorlar. En sevdiğim şeyse o zamanlar ibreleri 280-300’ü göstermeyen arabaların peşinden koşup onları yakalamaya çalışmaktı. Sonsuza varamayacak kadar koşmak… Şimdi de koşuyorum evet, ama aç karnımı doyurmak için çalıştığım iş yerime varmak için. O zamanlar temiz havayı soluyordum nefesimle. Ya şimdi? Nerede temiz hava? Bir de yetmezmiş gibi ciğerlerime sigaranın o zehirli nikotinini dolduruyorum, alışmışız bir kez bu merete ne yapsam bırakamıyorum. Ya da bırakmak işime gelmiyor. İnsanım ama bundan da hiç hoşnut değilim, hayatımdan da hayatımda bulunan kirli yaşantıdan da.

Kimse inanmıyor bana doktor! Gerçi neden inansınlar ki? Düşünsenize; geçmişte köpek olarak yaşadığını iddia eden kaçık bir kadın var karşınızda. Eh! Onlar da kendilerine göre haklılar tabi neden inansınlar ki? Ama biliyorum siz inanıyorsunuz bana (gerçi bundan da şüpheliyim) bu yüzden haftada iki kez mecburda olsam size gelmeye, aslında hoşuma da gitmiyor değil. Neyse, dedim ya o zamanlar daha mutluydum. Hayvandım fakat sevgiyi ve sadakati daha çok hissediyordum. Beni seven bir eşim ve ondan olan sekiz tane eniğim vardı. Şimdi iki tane çocuğum var ama zor bakıyorum. Ne sevgiyi öğretebildim ne saygıyı. Bazen bezdiriyorlar gücüm kalmıyor onlara karşı. Önemli olan büyütmek değil yetiştirmek onları. Biz insanlar şimdi kendimizi bile tanıyamıyoruz, geçmişte öyle miydi? Köpekken tanımayı bırak içgüdülerimizle sağlıklı ve doğru düşünebiliyorduk.

Sevimli ihtiyar yetiştirdi beni, bir evlat kendinden bir parça gibi. hiç evlenmemiş, zamanında birini sevmiş ama onu da kaybetmiş. O yüzden hayatında sevdiği ve değer verdiği tek canlı bendim. Çoğu zaman acırdım ona, geceleri oturur anlatırdı bana hayatındaki kırgınlıklarını, acılarını ve yaşamak istediği hayallerini. Konuşamıyordum ama küçük kahverengi gözlerimle ve sarkık olan dilimle eşlik ediyordum onun konuşmalarına. O da bunun karşılığında başımı okşuyor sonra bana bakarak “senin gibi köpek olmak varmış sevimli” diyerek koca göbeğini hoplatarak kahkahalara boğuluyordu. Şimdi kocamla oturup iki çift laf edemiyoruz, benim için ev bir otelden farksızdı. Eşimi ise doğanın kanunu olan cinsellik için kullanıyorum ya da kullanılıyorum demek daha doğru belki. Hiçbir cesetle seviştiniz mi? Beni tatmin etmiyor ama az da olsa rahatlıyor işte iki bedende. Bazen ona ve diğer insanlara havlayıp ısırmayı ve hatta parçalamayı istiyorum. Salyaları akan kuduz bir köpek gibi. anlıyorsunuz değil mi beni? Biliyorum aslında sizde bu anlattıklarımı komik buluyor hatta içinizden sessiz kahkahalar atıyorsunuz. Size bir şey deyim mi? Verdiğiniz ilaçların hiç birini kullanmıyorum. Bir köpek ilaç neden içsin ki? Şaka şaka tamam ben insanım ama bu da işime pek gelmiyor. Anlayın artık beni, ben bu yaşama ait değilim. Hele insan bedenine hiç ihtiyacım yok, sadece bir gerçek var o da ölüm!

Sadece ölüm!

arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
4 Kasım 2006       Mesaj #1823
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Genç adam ellerinde bir buket çiçek, sahile koşarak geldi... Gözleri şöyle bir sahilde gezindi, aradığını göremeyince ilk gördüğü banka oturup sevdiğini beklemeye başladı. Ellerinde her zamanki çiçeklerden vardı. Sevgilisinin en sevdiği çiçekler bunlardı. Kırmızı , kıpkırmızı, kan kırmızısı güller...
Sanki dalından yeni koparılmış gibi tazeydiler, buram buram kokuyorlardı, sevgi kokuyor, aşk kokuyor en önemlisi de özlem ve hasret kokuyordu güller...
Hepsinin üzerinde damlalar vardı. Sanki ağlıyor gibiydiler. Genç adam güllere baktı, sanki onlarla konuşuyormuş gibi, "Neden ağlıyorsunuz, bakın ben ne kadar mutluyum" dedi.
Az sonra sevdiğini göreceği için kalbi yine deli gibi atmaya başlamıştı. Ne zaman onu düşünse, onunla buluşacağını hayal etse kalbi aynı böyle yerinden çıkacakmış gibi oluyordu. Senelerdir birbirlerini sevmelerine rağmen ikiside sevgisinden hiç bir şey kaybetmemişti..
Onları hiç bir şey ayıramazdı...
Ne hasret, ne ayrılık, ne de ölüm...
Genç adam telaşla saatine baktı. Sevdiği yine geç kalmıştı, 1 dakika gece kalmıştı. Üstelik o, sevdiğini bekletmemek için dakikalarca önce koşarak geliyor, onu beklemeyi bile seviyordu. Ama sevdiği her zaman bunu yapıyordu. Devamlı kendisini bekletiyordu. Herkesin bir kusuru olurmuş diye düşündü...
Ve gözlerini önündeki uçsuz bucaksız denizlere dikti.. Denizin sonu yok gibiydi, tıpkı sevdiği kıza karşı olan aşkı gibi denizinde sonu yoktu. Sonsuzluğa uzanıyordu. Aslında bugün onlar için çok özel bir gündü. Kendi aralarında söyleneceklerdi. Delikanlı önce bunu sevdiğine açmış, sonrada gidip iki yüzük almıştı. Bu kadar önemli bir günde bari onu bekletmemeliydi.. Ama alışmıştı artık beklemeye, zararı yok biraz daha beklerim diye düşündü. Güllerin yaprakları nedense hala yaşlı idi. Bir türlü anlamıyordu onları. Her şey bu kadar güzelken neden ağlıyorlardı ki?
İşte az sonra sevdiği gelecek, ona sarılacak, kucaklaşacaklardı...
Sonra söz yüzüklerini takıp, evliliğe ilk adımlarını atacaklardı.
Genç adam öyle heyecanlıydı ki sevdiğine kavuşmak için can atıyordu...
Martılara baktı, birbirleriyle oynaşıp, uçuşan martılara... Ne kadar güzel dansediyorlardı havada.
Tekrar saatine baktı genç adam. Endişelenmeye başlamıştı. Sevgilisi yine geç kalmıştı, hem de çok... Bu kadar geç kalmaması gerekiyordu. İşte her gün burada buluşmak için sözleşmiyorlar mıydı? Her gün sahilde, martılara bakarak, denizin onlara anlattığı masalları dinleyerek birbirlerine sarılıp hasret gidereceklerine söz vermiyorlar mıydı? O zaman neden gelmemişti yine??...
Aklına kötü düşünceler gelmeye başladı. Hayır.. hayır.. olamazdı.
Sevdiğine bir şey olamazdı.
Onsuz hayat yaşanmazdı ki...
O ölse bile devamlı benimle yaşar diye düşündü genç adam. Bunun düşüncesi bile hoş değildi. Gözlerini yere indirdi. Gözyaşlarını kimsenin görmesini istemiyordu.
Zaten nedense etrafındaki insanlar ona sanki kaçık gibi bakıyorlardı. Rahatsız olmaya başladı bakışlardan.
Artık bıkmıştı... Yine sevgilisi geldi aklına.. Neden gelmedi acaba diye düşünmeye başladı. Gözlerini kapattı.
7 sene oldu dedi. 7 senedir her gün bu sahildeydi, sevdiğini bekliyordu. Daha fazla dayanamadı. Kalbi parçalanacak gibi oluyordu. Gözlerinden 1 damla daha yaş güllerin üzerine damladı...
Yine gelmeyecek galiba, en iyisi ben onun evine gideyim diye mırıldandı...
Hiç olmazsa gülleri her zamanki gibi yanına koyar, ona vermiş olurdu...
Genç adam ayağa kalktı. Sevdiğiyle buluşmak üzere, yeşil tepenin ardındaki kabristana doğru yürümeye başladı..
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
4 Kasım 2006       Mesaj #1824
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Mektup - Farkındalıklarında
Merhaba sevgilim,

Sana bu satırları hastaneden yazıyorum. Merak etme iyiyim herhangi birşeyim yok. Nedenlerden pek bahsetmeyeceğim daha çok sonuç ve yaşananlardan bahsedeceğim bu defa sana.

Aldığım ilaçlardan olsa gerek biraz uyuşuğum, pek birşey yapasım gelmiyor. Geçici olduğuna inanıyorum, hastaneden çıkınca yavaş yavaş düzelir.
Çok güzel bir oda verdiler sağolsun hastane yöneticileri. Yıldızları açık bir şekilde görebildiğim, geniş pencereli (parmaklıkları var ama olsun) deniz manzaları mini minnacık bir oda. Geçen gece dolunay vardı, burda yanımda olupta beraber izleseyebilseydik diye aklımdan geçti. Eski gunlerde ki gibi, biraz zor dönmek eskiye biliyorum. Sitem yatmıyor sözlerimde, yanlış anlama. Yine... Kahretsin ki... Biliyorum ki... Durum bunu gerektiriyor. Pek bilesim yok şu sıralar, işime gelmiyor bilmek.

Bazı günler bahçeye çıkartıyor yardımsever, güzel hemşireler. Kızdığını hisseder gibiyim, iltifat olsun diye söyledim canım, sana söylediğim gibi hissederek değil. Bakma rahatım diyorum buralar da ama boğuluyorum şu tek kişilik beyaz odada bazı bazı. Pek ziyaretçimde yok bugünlerde. Gelen vardır belki ama izin verilmiyor sanırım. Bilmiyorum neden doktorun bir endişesi var insanlarla görüşmem konusunda. Öyle kolayca izin vermicek gibi de görünüyor görüşmeme. Sıkıntıdan birşeyler karalıyorum bu yüzden.

***
Farkındalıklarında
---
Bugünlerde bir umursamaz
umursamaz, kendinden başka
kırıp dökmek, oyun oynamak
farkındalıklarında olmadan yaptığını
derin nefeslerle ciğerlere işleyen duman gibi
işlemek en kuytu köşelere
farkındalıklarda olmadan yaptığını
yavaşça ve güzel bir ölüm armağanı
***

Biliyorum karamsar bir şiir ama içimden böyle geçti, geçecek tüm bu hastane sıkıntısı biliyorum... Yok yok bilmiyorum ve anlamıyorum artık hiçbirşeyi aynı doktorun beni anlamadığı gibi. Ben anlıyorum onu ama o asla! Zeki bir insan da aslinda ama ne bileyim. Özellikle Aşkımı anlamıyor karşı çıkıyor hatta. Parmaklarına dikkat ettim, yüzük yoktu, sanırım aşıkta olmamış hiç. Önceleri bir nebze mutabık kalıyorduk doktorla, örneğin benim seni hastaneden çıkınca bir daha göremeyeceğim konusunda. Zor ama kabul ettim bu gerçeği. Ama sonraları daha ağır, en azından benim yiyip yutamayacağım, sözler sarf etmeye başladı. Neymiş efendim: sen zaten benim hayatıma hiç girmemişsin! Sen ne bilirsin ki yaşlı bunak! Komik geliyordu başlarda, şimdi hep ayni seyi papağan gibi tekrarlamasından olsa gerek sinirlendirmeye başladı beni bu sözleri. Dilinin pek kemiği yok, dozu çok arttırıyor sözlerinde, beni çileden çıkartmak istiyor sanki.
Son söylediklerini hatırladım şimdi. Tüylerim diken diken oluyor, ah birde sen duysan eminim...

Biraz hava alıp geldim dışardan, sigara içmedim hayır. Sürpriz yapayım dedim, evet sigarayi bıraktım!
Yukarıda yazdıklarımı okudum şimdi, tekrar tekrar. Bu defa gülüyorum komik insan bu doktor. En komik espirilerinden birisi de, seni asla sevmediğim, başkasına Aşık olduğum. Sence de komik degil mi? Devamını dinle sen asıl. Ben yaşayan hiçbirşeyi sevmemiş ve sevmiyor, sadece aklımda yarattığım bir hayali seviyormuşum. İnsanin görüntüsü, sesi, ruhu hep insanin beyninde imgelendirilmez mi ki zaten? Bir nevi hayal değilmidir sonuçta gördüklerimiz, yarattıklarımız. Bunun neresi garip!

Bu günlerde birde bana lakap gibi birşey taktı sevgili doktorum. Ne manaya geliyor bilmiyorum, bir kaç kişiye sordum yanıt vermediler sanırım onlarda bilmiyor. Belki sen biliyorsundur, (komik bir lakap biliyorum ama rica ediyorum gülme) "Şizofren". Gülme yaa. Bir daha sana birşey anlatırsam iki olsun. Şaka tabi ki, herşeyi anlatacağım, hele şu hastaneden bir çıkayım tekrar yazacağım sana.

Çok şey yazdım, söyledim yine. Boşboğazlığıma ver. Yalnız bil ki her kim ne derse desin, şu dünyada tek sevdiğimdin, ve öylede kalacak, artık yanıma gelemeyecek olsanda.

Sevgiler aşkın.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
4 Kasım 2006       Mesaj #1825
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Geç Kalmış Bir Anneler Günü Hediyesi

İşten yeni çıkmıştım ve topu topu iki saatim vardı. Dün biletimi almış ve bayan yanı istemiştim. Akşamına da eşyalarımı topladım, koltukların üzerlerini örttüm. Ofisten çıkmadan önce annem aramış istediklerimi evime bıraktığını ve kolaylık olsun diye bavullarımı kapının yanına taşıdığını ve evi kapı pencere kontrol ettiğini söylemişti. Bana kalan sadece bavullarımı almak ve kapıyı kilitlemekti. Canım annem...
Trafikteydim ve yolun açılmasını bekliyordum tam çıkış saati bir sigara arandım sıkıntıdan yetişemeyeceğimi düşünerek telaş yapmak istemiyordum... Eve vardığımda annemin de tam dediği gibi bavulları kapının yanında istediklerimi de bavullarımın yanında bulmuştum. İçimin rahatlığı için ayakkabılarımı çıkarmadan şöyle bir evi turladım. Ve her şey tamamdı. Bu gibi zamanlarda hep unuttuklarım olduğu için bu sefer bir liste yapmıştım. Kapı ve pencerelerin yanına bir tik koydum ve asansörü çağırdım. Eşyalarımı yerleştirdim ve son sürat bir taksiye binip otogara doğru yol aldım.
Otobüse bindiğimde yanımda oturacak bayan daha gelmemişti. Yerleştim. Yanımda her zaman gerekli ve kıymetli eşyalarımın bulunduğu çantam vardı. Cüzdanım, telefonum, ajandam, makyaj çantam ve uzun bir yolculuk için bir kitap... Kalkışa beş dakika kala başı örtülü yüzü sakız kadar beyaz bir çarşafı andıran ve yüzünde tek bir makyaj izinin bile görünmediği hatta tek bir kremin bile sürülmediği doğal bir çehreye ve yanımdaki koltuğa sahip bayan geldi. Elleri dikkatimi çekti. Kurak bir arazi gibiydi yer yer çatlakların bulunduğu... Kolay koşularda yaşamadığı aşikârdı. Altında basmadan bir etek üzerinde elde dikilmiş bir buluz vardı ve uyumsuz bir eşarp takmıştı. Elinde de bir poşet tutuyordu. Yanıma oturdu acele ettiği belliydi. Göğsü bir inip bir şişiyordu. Bana baktı. “Yetişmek için koşturdum.” dedi. Anlıyorum dermişçesine kafamı salladım ve hafifçe gülümsedim. Başımı pencereye çevirdim.
Bir iki dakika sonra kalktık ve garajdan çıkmamıza kalmadı yanımdaki bayan sualleri ile beni rahatsız etmeye başlamıştı bile. Aslında kabahat onda değil bende de değil yani yaptığı rahatsızlık vermek değildi. Suç gündeydi. Gün içerisinde o kadar çok yoruldum o kadar çok konuşmak zorunda kalmıştım ki bana ihanet ediyorlardı çene kaslarım. Sözümü dinlemiyorlardı. Adımı sordu. Bir çırpıda “Figen” dedim. Onunkini sormadan “Kadriye” dedi. Memnun oldum bile dedim. Kısa sürmesini temenni ettiğim söyleşimizin burada bitmesini yeğlerken; nereli olduğumu (ben insanların nereli olduğuna hiç önem vermem ve başka zamanlarda tanımak istediğim insanlara da sormam), işimi, annemi, babamı, kardeşlerimi sordu. Ve ben hepsine “ Ankaralı, diş hekimi, annemin ve babanın yaşadığını ve iki erkek kardeşimin olduğunu” ismimi söylediğim gibi bir çırpıda cevap verdim ve bitirdim.
Müzik dinlemeye başladığım o sırlarda neler yaptığını umursamadım seyrime devam ettim. Ankara’dan çıkalı çok olmamıştı. Bu gün başka bir şehirde batacaktı güneş. Güneş rengini usulca sarıdan turuncuya, gökyüzü maviden lacivertte bırakırken kendini bende engelleyemediğim bir uykunun kucağına bıraktığımı kalkıştan iki saat sonra başımı Kadriye’nin omzunda bulduğumda anlamıştım. Hava kararmış. Otobüsün ışıkları çoktan yanmıştı. Nasıl uyuduğumun farkında değildim. Hemen toparlandım. Özür diledim. Hiç önemli olmadığı yüzünden belliydi. Mahcup olmuştum. O an için ne yapacağımı bilemedim. Birde istersem uykuma devam edebileceğini söylediğinde sormayın kendime ne kızdım. Ağırlaşan vicdanımı hafifletmeliydim.
Baştan kestirip attığım sohbetimize devamını getirmek için kısa, cevabı belli birkaç soru sordum çoğu yolculukla ilgili zaten geriside geldi. Hiç de sohbet edilmeyecek birine benzemiyordu. Bir fabrikanın mutfak bölümünde bulaşıkçıymış. İki oğlu varmış: Volkan ve Baran. Bir tanesi hala okumaktaymış. Baran büyük olan ona göre kurtarmış kendisini. Okumuş eli iş tutuyormuş. Şimdi hem kendisine hem de annesine bakıyormuş. Kocasından hiç bahsetmedi. Bende sormadım. Ama çocukluğundan söz etti babasını hatırlayacak yaşlara gelmeden, annesini ise tam on ikisinde kaybetmiş. Evli abisinin yanında kalmış yengesi misafirlikte görüldüğü gibi hiç de cana yakın değilmiş. Kendi çocuklarına daha imtiyazlı davranmış “ Ne yedilerse benden habersiz yediler.” dedi. Ne kadar içlendiği yüzünden okunuyordu. Sonraları ananesinin yanında kalmaya başlamış. Orada mutlu olduğu ses tonundan, engelleyemediği gülümsemesinden apaçık ortadaydı. Nasıl büyüdüğünü, nasıl evlendiğini, nasıl çocuk sahibi olduğunu anlatmadan çok övündüğü çocuklarını geçti. Küçüğünün de kendisini kurtarmasını istiyordu. “ Volkanda farkında ağabeyini örnek alıyor yavrum.” dedi. Ne kadar anaç dedim kendi kendime. İçim daha da buruldu.
Bizler ve bizim gibiler daha rahat ortamlarda büyümüşlüğü, anne baba sevgisine tokluğu, şımartılmanın vermiş olduğu küstahlığı Kadriye gibi kadınları, anneleri görünce anlarız. Onlar için üzülmek bir nevi şükür sayılır bizler için. Vicdanım taşınmayacak kadar ağırdı şimdi. Küçük oğlunun eğitim giderlerini üstlenmek istedim. Hani bir yardımım dokunur diye. İzin vermedi. “Yok, Figen kızım sağ ol da ben hayatta oldukça olmaz.” dedi. Israr ettim daha sert reddetti. Gururunu anlamaya çalıştım. Neden bilinmez boğazımda bir şeyler düğümlendi. Yollar yitti boğazımda ki yumru gitmedi.
Vardığımızda iner inmez annemi aradım. Telefonda ağlıyorum sicim sicim gözyaşlarım ıslatıyor yanağımı. Yüreğim fena halde sıkışmış. Tıpkı üniversiteyi kazandığım başka şehirde evimden ayrı ilk gecem gibi. Tabii telefonda annem şaşkın ağlaya ağlaya özet geçtim anneme. Koca kız olmama rağmen hala onun varlığına ihtiyacım olduğunu ve hep olacağını anladım. Ve anneme bir kez daha onu çok sevdiğimi söyledim.
feather
Pollyanna - avatarı
Pollyanna
Ziyaretçi
4 Kasım 2006       Mesaj #1826
Pollyanna - avatarı
Ziyaretçi
YAŞAMAK, SEVMEK ve ÖĞRENMEK

Öğretmenin adı bayan Thompson'du ve 5.sınıf öğrencilerinin önünde ayakta durduğu ilk gün onlara bir yalan söyledi. Çoğu öğretmen gibi, onlara baktı ve hepsini aynı derecede sevdiğini söyledi. Bu mümkün değildi, çünkü orada en önde,
sırasına adeta çökmüş gibi oturan küçük bir öğrenci vardı.
Adı Teddy Stoddard. Bir önceki yıl, bayan Thompson, Teddy'i gözlemiş, onun diğer çocuklarla oynayamadığını; giysilerinin kirli ve kendinin de hep banyo yapması gereken bir halde olduğunu görmüştü ve Teddy mutsuz da olabilirdi.
Çalıştığı okulda bayan Thompson, her öğrencinin geçmişteki kayıtlarını incelemekle de görevlendirilmişti ve Teddy'nin bilgilerini en sona bırakmıştı. Onun dosyasını incelediğinde şaşırdı. Çünkü; birinci sınıf öğretmeni: "Teddy zeki bir çocuk ve her an gülmeye hazır. Ödevlerini düzenli olarak yapıyor ve çok iyi huylu... Ve arkadaşları onunla olmaktan mutlu..." diye yazmıştı.

İkinci sınıf öğretmeni:
"Mükemmel bir öğrenci, arkadaşları tarafından sevilen, fakat evde annesinin amansız hastalığı onu üzüyor ve sanırım evdeki yaşamı çok zor.." diyordu.

Üçüncü sınıf öğretmeni:
"Annesinin ölümü onun için çok zor oldu. Babası ona yeterince ilgi gösteremiyor ve eğer bir şeyler yapılmazsa evdeki olumsuz yaşam onu etkileyecek.“ diye yazmıştı.

Dördüncü sınıf öğretmenine gelince:
"Teddy içine kapanık ve okula hiç ilgi göstermiyor, hiç arkadaşı yok ve bazen sınıfta uyuyor." demişti. Şimdi bayan Thompson sorunu çözmüştü ve kendinden utanıyordu. Öğrenciler ona güzel kağıtlara sarılmış süslü kurdelelerle paketlenmiş yeni yıl hediyeleri getirdiğinde kendini daha da kötü hissetti. Çünkü Teddy'nin armağanı
kaba kahverengi bir kese kağıdına beceriksizce sarılmıştı. Bunu diğer öğrencilerin önünde açmak ona çok acı verdi.
Bazıları, paketten çıkan sahte taşlardan yapılmış, birkaç taşı düşmüş bileziği ve üçte biri dolu parfüm şişesini görünce gülmeye başladılar, fakat öğretmen, bileziğin ne kadar zarif olduğunu söyleyerek ve parfümden de birkaç damlayı bileğine damlatarak onların bu gülmelerini bastırdı.

O gün okuldan sonra Teddy öğretmenin yanına gelerek; "Bayan Thompson, bugün hep annem gibi koktunuz" dedi.
Çocuklar gittikten sonra öğretmen yaklaşık bir saat kadar ağladı. O günden sonra da çocuklara okuma, yazma, matematik öğretmekten vaz geçerek onları eğitmeye başladı. Teddy'ye özel bir ilgi gösterdi. Onunla çalışırken zekasının tekrar canlandığını hissetti. Ona cesaret verdikçe çocuk gelişiyordu. Yılın sonuna dek, Teddy sınıfın en çalışkan öğrencilerinden biri olmuştu.

Öğretmenin, hepinizi aynı derecede seviyorum yalanına karşın Teddy, onun en sevdiği öğrenci olmuştu.
Bir yıl sonra, kapısının altında bir not buldu. Teddy'dendi. Tüm yaşantısındaki en iyi öğretmenin kendisi olduğunu yazıyordu. Ondan yeni bir not alana kadar 6 yıl geçti. Notunda liseyi bitirdiğini ve sınıfındaki üçüncü en iyi öğrenci olduğunu ve bayan Thompson'un halâ hayatında gördüğü en iyi öğretmen olduğunu yazıyordu. Dört yıl sonra, bir mektup daha aldı Teddy'den. O arada zamanın onun için zor olduğunu çünkü üniversitede okuduğunu ve çok iyi dereceyle mezun olmak için çok çaba sarfetmesi gerektiğini yazıyordu. Ve bayan Thompson halâ onun hayatında tanıdığı en iyi öğretmendi. Daha sonra dört yıl daha geçti ve bir mektup daha geldi. Çok iyi bir dereceyle üniversiteden mezun olduğunu ama daha ileriye gitmek istediğini yazıyordu. Ve halâ bayan Thompson onun tanıdığı ve en çok sevdiği öğretmendi.
Bu kez mektubun altındaki imza biraz daha uzundu.
Theodore F.Stoddard Tıp Doktoru.

İlkbaharda bir mektup daha aldı bayan Thompson. Teddy hayatının kızıyla tanıştığını ve evleneceğini yazmıştı. Babasının birkaç yıl önce öldüğünü, bayan Thompson'un düğünde damadın anne ve babası için ayrılan yere oturup oturamayacağını soruyordu. Tabii ki oturabilirdi.
Bayan Thompson törene giderken özenle sakladığı birkaç taşı düşmüş olan o bileziği taktı, Teddy'nin ona verdiği ve annesi gibi koktuğunu söylediği parfümden sürmeyi de ihmal etmedi.
Birbirlerini sevgiyle kucaklarlarken, Teddy, onun kulağına "Bana inandığınız için çok teşekkürler bayan Thompson, kendimi önemli hissetmemi sağladığınız için ve beni böyle değiştirdiğiniz için de..." diye fısıldadı.
Bayan Thompson gözünde yaşlarla ona karşılık verdi: "Yanılıyorsun Teddy... Ben değil, sen bana öğrettin.
Seninle karşılaşıncaya kadar ben öğretmenliği bilmiyormuşum..!!


Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
4 Kasım 2006       Mesaj #1827
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Hastaneye Yatmadan önceki SON günlerim
3 Gün SONRA Dört duvar arasına alınacağım
Çünkü doktorların verdikleri teşhise göre ben deliyim
Delirmeden önceki ben
Toplumsal çoğunluk sorgulamalarını bütün ahlaksal handikapları karakterimin bir köşesine sanki bana aitmiş gibi yer verdim
Günün birinde birden içimden bir yerlerden bir isyan dalgası patlak verdi
İlk önce inancımı kaybettim kendiliğinden gitti ne acımasız bir ateistin tuzağında bıraktım inancımı ne de zikir çemberlerinde
Sonra hayatım birden bire değişti Ahlaksız oldum çıktım dememi isterdiniz çoğunuz ama maalesef bilemediniz ahlak da kasıtlı olarak tasarlanmış bir tanımlamaydı benim için
Sık sık tekrarlanan ve sanki tekrarlanmazsa kaybedilmeye çok yakın bir tanımlama
Niye insanlar devamlı birbirlerine telkin verir bu konuda bilir misiniz aykırı tiz seslerin çoğunluğun tok sesi ile bastırılabilmesi için
Kararsızlıklar içinde çırpınan insanoğlunun içgüdülerinin kurbanı olmadan sürünün hizasında çitlere yaklaşmadan sulanmış beyinleri ile hayata veda edebilmesi için
Yine ortak karar vermişlerdir çitlere takılanları tanımlamak için ölmüş bedenlerinin üstüne kendi uydurdukları ruhları sıvamışlardır
feather
MARLON - avatarı
MARLON
Ziyaretçi
4 Kasım 2006       Mesaj #1828
MARLON - avatarı
Ziyaretçi
Sigara Gibi SİGARAMDA BİLE SEN VARSIN BİRTANEM

Hafif sisli bir havada ve güneşin apartmanların arasından yeni yeni güne merhaba dediği bir saatte, vapura dogru ilerleyen genç adam; jeton gişesinde, yaklaşık iki ay önce ayrıldığı kız arkadaşını görür ve titrek bir "merhaba" ile konuşmaya başlar. Bu konuşmalar vapurda da devam eder.

Adamın; "Hava o kadar da soğuk değil, dışarıda oturalım mı?" sorusuna, kızın "Olur" cevabı vermesiyle birlikte vapurun en üst katına doğru yol alırlar.

Birkaç dakika havadan sudan muhabbetlerle geçtikten sonra, adam kıza bir sigara uzatır ve kendisine de bir tane alır. Daha sonra, genç adam birden lafa girer:

- Biliyorum, bu konuları daha önce hiç konuşmadık ya da konuşamadık diyeyim. Merak etme ama, "Neden ayrıldık biz" sorusunu sormayacağım. Sadece sana söylemek istediğim birkaç şey var, onları konuşmak istiyorum.

Genç kız; adama bakarak, - "Evet seni dinliyorum, devam et" dedikten sonra adam, konuşmasına kaldığı yerden devam eder:

- Biliyor musun? Ayrıldıktan sonra, seni sigaraya benzetmeye başladım.

Kız, hiç tahmin etmediği, alakasız bir konuyla lafa girmesinin verdiği şaşkınlıkla,

"Ne? Nasıl yani?" der.

Adam, önce kıza uzattığı sigarayı ve sonra kendi sigarasını, çantasından çıkardığı çakmak ile yaktıktan sonra:

- Mesela bir tane sigara yakıyorum ve kül tablasına koyup izlemeye başlıyorum. Kül tablasına dökülen külleri gördükçe; anılarımız aklıma her biri kül olup acılarıma dönüşüyor sonra. Arada bir elime alıyorum sigarayı ve içime çekiyorum seni. Kendimi zehirlemek için; daha çok, daha çok çekiyorum. Bazen de anıları silkiyorum kül tablasına. "Sen zehiri" hoşuma gidiyor, içimi acıtıyor, vazgeçemiyorum; içime çekmeye devam ediyorum. Ağzımdan çıkan her dumanda, ayrılırken bana bıraktığın; son bakışının silueti beliriyor. Her sigaranın olduğu gibi, senin de sonun yaklaşıyor. Ve ben yavaş hareketlerle; ne zaman seni söndürmek için, elimi götürsem kül tablasına, aptalca bir umutla "Ne olur yapma!! " diyeceğin zamanı bekliyorum. Ama hiçbir zaman duyamıyorum sesini. "Ve işte bitirdim seni" diyorum. Hayır hayır kendimi kandırıyorum galiba, "Seni böyle bitiremem" diyorum sonra. Ama bakıyorum kül tablasına; evet! Sen oradasın, evet! Anılar orada. Ancak, elimde hala kokun var. Yıkasam da, hiç çıkmayacak bir koku. Anlıyorum ki; bu sigarada, senin çok az bir kısmını bitirmişim. Senden bağımsız bir sen, hep içimde yaşıyormuş. Ve anlıyorum ki, sadece sönüyorsun. Seni atesleyecek bir "Ben" bekliyorsun sabırla. O "Ben", çok da bekletmiyor seni. Bir daha yanmaya başlıyorsun. Anılar acılar derken yine bitiyorsun. Yeniden yanıyor ve bitiyorsun. Bu hep böyle devam ediyor; sonunda alışkanlık oluyorsun.

Genç kız anlatılanları dinlerken; tarif edilmeyecek bir duygu yoğunluğu içindeydi. Bir yandan, birisinin bu kadar acı çekmesine üzüntü duyarken; diğer yandan da, kendisinin hala unutulmamış olmasından, haz alıyordu. Aslında kendisi de unutamamıştı genç adamı. Kendi isteğiyle ayrılmıştı ama; sevmediği ya da artık bir şeyler hissetmediği için değil, en yakın kız arkadaşının da, o insana karşı bir takım duygular beslediği için gerçekleşmişti bu ayrılık. Bunu; ne erkek arkadaşı, ne de en yakın arkadaşı biliyordu. Erkek arkadaşına, "Bu ilişkide bir şeyler eksik, ben daha fazla sürdüremeyeceğim, ayrılmalıyız." diye bir mesaj atarken; kız arkadaşına, "Ilgisiz bir sevgili olmaya başlamıştı günler geçtikçe; çok bunalmıştım. Ve bir gün onu, başka biriyle sarmaş dolaş gördüm. Bu yüzden ayrıldım." demişti. Böylece, hem erkek arkadaşından, kendine göre, makul bir sebeple ayrılmış; hem de arkadaşına, erkek arkadaşını kötüleyerek, ondan soğumasını sağlamıştı. Kendisinin çok acı çekeceğini bile bile, arkadaşını kaybetmemek için, böyle bir yalanlar zincirine başvurmuştu. Artık hayatını,bu yalanlara göre düzenlemeliydi. Bu yüzden; bu karşılaşmalarında duygularını bir tarafa bırakıp, mantığı ile karar vermek zorundaydı. Geri dönüşü yoktu ve kız da bunun farkındaydı. Bütün ayrıntıları, olası bir karşılaşma için düşünmüştü daha önceden. Adamın anlattıklarını dikkatlice dinliyor ve sözünü bitirmesini bekliyordu. Ve adamla göz göze gelip, "Bitti, bu kadardı!" dermişçesine bakmasından sonra, kız konuşmaya başladı:

- Açıkçası bu söylediklerin, hiç beklemediğim şeylerdi. Benim, bu açıklamalarına bir yorum yapmamı bekleme. Çünkü bunlar; senin kendi düşüncelerin. Her biten ilişkiden sonra, yaşanabilecek duygulardan bu anlattıkların. Şunu söyleyebilirim ama; yaşadığımız ilişkide, elimden gelen fedakarlığı gösterdiğime inanıyorum. Seni hiçbir zaman suçlu görmedim, herşey benden kaynaklıyordu. Sonuç olarak, bir şekilde bu ilişki yürümedi ve bitti. Bu kadar basit.

- Bu kadar mı yani?

- Evet...

Genç adam şok olmuştu. Belki, daha ılımlı bir yaklaşım bekliyordu kızdan. Ancak, kesin ve kararlı konuşmuştu kız. Hiçbir umudun kalmadığına, kendini inandırmaya çalışıyordu. Vapur yanaşmışti iskeleye. Tek bir kelime bile konuşmadan vapurdan indiler. Iskelenin sonunda; genç kız, adama sarılarak "Hoşçakal" dedi. Ancak adam, ayrılırken ne sarılmıştı kıza, ne de bir kelime çıkmıştı ağzından. Bir heykel gibi duruyordu kızın karşısında. Kız da, bir tepki gelmeyince; hızla oradan uzaklaşmayı tercih etti. Arkalarına bile bakmadan ayrıldılar. Kız, işyerine ulaştı. Yerine oturduktan hemen sonra, cep telefonuna bir mesaj geldi. Mesaj, eski sevgilisindendi ve şöyle yazıyordu:

- "Hep bu karşılaşmayı ve sana sigara hikayesini anlatacağım günü beklemiştim. Ve o gün, gözlerimin içine bakıp; söyleyeceklerine göre, hayatıma bir yön çizeceğime..."

Genç kız, bu mesajdan hiçbir anlam çıkaramamıştı. Bu mesajı düşünürken; bir mesaj daha geldi:

- "... kendi kendime söz vermiştim. Bugün duyduklarım; beni hayal kırıklığına uğrattı ve ben kararımı verdim:"

"SİGARAYI BIRAKTIM..."




Hazırlayan:KuTuL KuLuB
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
5 Kasım 2006       Mesaj #1829
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Genç adam ellerinde bir buket çiçek, sahile koşarak geldi... Gözleri şöyle bir sahilde gezindi, aradığını göremeyince ilk gördüğü banka oturup sevdiğini beklemeye başladı. Ellerinde her zamanki çiçeklerden vardı. Sevgilisinin en sevdiği çiçekler bunlardı. Kırmızı , kıpkırmızı, kan kırmızısı güller...
Sanki dalından yeni koparılmış gibi tazeydiler, buram buram kokuyorlardı, sevgi kokuyor, aşk kokuyor en önemlisi de özlem ve hasret kokuyordu güller...
Hepsinin üzerinde damlalar vardı. Sanki ağlıyor gibiydiler. Genç adam güllere baktı, sanki onlarla konuşuyormuş gibi, "Neden ağlıyorsunuz, bakın ben ne kadar mutluyum" dedi.
Az sonra sevdiğini göreceği için kalbi yine deli gibi atmaya başlamıştı. Ne zaman onu düşünse, onunla buluşacağını hayal etse kalbi aynı böyle yerinden çıkacakmış gibi oluyordu. Senelerdir birbirlerini sevmelerine rağmen ikisi de sevgisinden hiç bir şey kaybetmemişti..
Onları hiç bir şey ayıramazdı...
Ne hasret, ne ayrılık, ne de ölüm...
Genç adam telaşla saatine baktı. Sevdiği yine geç kalmıştı, 1 dakika gece kalmıştı. Üstelik o, sevdiğini bekletmemek için dakikalarca önce koşarak geliyor, onu beklemeyi bile seviyordu. Ama sevdiği her zaman bunu yapıyordu. Devamlı kendisini bekletiyordu. Herkesin bir kusuru olurmuş diye düşündü...
Ve gözlerini önündeki uçsuz bucaksız denizlere dikti.. Denizin sonu yok gibiydi, tıpkı sevdiği kıza karşı olan aşkı gibi denizinde sonu yoktu. Sonsuzluğa uzanıyordu. Aslında bugün onlar için çok özel bir gündü. Kendi aralarında sözleneceklerdi. Delikanlı önce bunu sevdiğine açmış, sonrada gidip iki yüzük almıştı. Bu kadar önemli bir günde bari onu bekletmemeliydi.. Ama alışmıştı artık beklemeye, zararı yok biraz daha beklerim diye düşündü. Güllerin yaprakları nedense hala yaşlı idi. Bir türlü anlamıyordu onları. Her şey bu kadar güzelken neden ağlıyorlardı ki?
İşte az sonra sevdiği gelecek, ona sarılacak, kucaklaşacaklardı...
Sonra söz yüzüklerini takıp, evliliğe ilk adımlarını atacaklardı.
Genç adam öyle heyecanlıydı ki sevdiğine kavuşmak için can atıyordu...
Martılara baktı, birbirleriyle oynaşıp, uçuşan martılara... Ne kadar güzel dansediyorlardı havada.
Tekrar saatine baktı genç adam. Endişelenmeye başlamıştı. Sevgilisi yine geç kalmıştı, hem de çok... Bu kadar geç kalmaması gerekiyordu. İşte her gün burada buluşmak için sözleşmiyorlar mıydı? Her gün sahilde, martılara bakarak, denizin onlara anlattığı masalları dinleyerek birbirlerine sarılıp hasret gidereceklerine söz vermiyorlar mıydı? O zaman neden gelmemişti yine??...
Aklına kötü düşünceler gelmeye başladı. Hayır.. hayır.. olamazdı.
Sevdiğine bir şey olamazdı.
Onsuz hayat yaşanmazdı ki...
O ölse bile devamlı benimle yaşar diye düşündü genç adam. Bunun düşüncesi bile hoş değildi. Gözlerini yere indirdi. Gözyaşlarını kimsenin görmesini istemiyordu.
Zaten nedense etrafındaki insanlar ona sanki kaçık gibi bakıyorlardı. Rahatsız olmaya başladı bakışlardan.
Artık bıkmıştı... Yine sevgilisi geldi aklına.. Neden gelmedi acaba diye düşünmeye başladı. Gözlerini kapattı.
7 sene oldu dedi. 7 senedir her gün bu sahildeydi, sevdiğini bekliyordu. Daha fazla dayanamadı. Kalbi parçalanacak gibi oluyordu. Gözlerinden 1 damla daha yaş güllerin üzerine damladı...
Yine gelmeyecek galiba, en iyisi ben onun evine gideyim diye mırıldandı...
Hiç olmazsa gülleri her zamanki gibi yanına koyar, ona vermiş olurdu...
Genç adam ayağa kalktı. Sevdiğiyle buluşmak üzere, yeşil tepenin ardındaki Kabristan'a doğru yürümeye başladı..
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
5 Kasım 2006       Mesaj #1830
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
AYAZDA İKİ YÜREK


Bu sabah beni uyandırmadan işe gitti. Giyindiğini duydum, ama kalkmadım. Kalkmak istemedim. Bir ara yatağa eğilip bir süre yüzümü seyretti. Soluğunu hissettim. Uyumadığımı fark etti sanıyorum. Ama bir şey demedi. Gözlerim kapalıydı, ama yüzüme umutsuz bir hüzünle baktığını hissettim. Günlerdir doğru dürüst bir şey konuşamıyoruz. Birbirimizden saklanarak yaşıyoruz sanki. Oysa bir yıl önce ne büyük bir hevesle başlamıştık birbirimizi sevmeye... 5 aydır bende kalıyor. Günlük hayatın o basit, o bayağı ayrıntıları sevgimizi acımasızca kemiriyor. Ama o bu konuyu açmaktan ısrarla kaçıyor. Ne zaman ilişkimizin nereye gittiğini konuşmak istesem, ya konuyu değiştiriyor, ya kaçamak cevaplar veriyor... Kalktığımda mutfakta notunu gördümMsn Confusedevgilim, öyle güzel uyuyordun ki, uyandırmaya kıyamadım. Bu gece işyerinde nöbetçiyim. Beni merak etme. Sevgiyle, yazıyordu... Notunu okuyunca gözlerim doldu. Bir bıçağın ucu kalbimde hafifçe gezindi sanki... Ona karşı hoyrat davrandığımı hissettim bir an. İlişkimizin sürmesi için asıl çırpınan oydu sanki. Bir de bana bu aralar çok ihtiyacı vardı. Başka bir eve taşınacak gücü yoktu. Aslında ben de onu hayatımdan kolay kolay çıkaramazdım. Bir tek onunla huzur içinde uyuyabiliyordum.Bu sevginin en gerekli koşullarından biridir, bilirsiniz. Ama başka bir sevgiliyi, başka bir aşkı özlüyordum. Ve bu kentten uzaklara, çok uzaklara gitmek istiyordum. Hem onsuz uyuyamıyordum, hem de çok yalnızdım. Ben ondan uzaklaştıkça, o da benden uzaklaşıyordu. Uzaklaştıkça ruhumuz üşüyor, üşüdükçe de örtünüyor, birbirimizden gizleniyorduk. Gizlendikçe daha bir yalnızlaşıyorduk... Bütün gün onu düşünüp içtim. Başka hiçbir şey yapmadım. Akşam oldu. Şehrin ışıkları yandı. Kalktım internetimin başına geçtim. Aslında yaptığım büyük bir hataydı. Bu ilişkiyi tamamen bitirebilirdim. Ama nedense kendime karşı koyamadım. Ve internette onun sayfasına girdim... Sayfasının ismi Ayazdaki Bir Yürek?ti. Fransız yönetmen Claude Saute'nin bu filmini birlikte gözyaşları içinde seyretmiştik... Filmin ismini günlerce sayıklayıp durmuştu. Benim de yüreğim hep ayazdadır, diyordu. Sinema tutkunuydu. Para bulduğunda çekmeyi düşündüğü birsürü senaryosu vardı... Ama parası hiç olmuyordu. Zamanının daraldığını düşünüyor, yaptığı işlerin onu asıl yapmak istediklerinden uzaklaştırdığını fark ettikçe hırçınlaşıyor, bu yüzden çalıştığı yerlerde fazla barınamıyordu... Kendimi tiyatrocu Ümit olarak tanıttım ona... Dedim ya, yaptığım büyük bir hataydı diye... - Sizi tanımak istiyorum.. Ben tiyatroyla uğraşıyorum. Adım Ümit. Arada sırada dublaj yaparım. Adını söyledikten sonra, onu aramama iten nedenin ne olduğunu sordu. - Sitenizin ismi Ayazda Bir Yürek. Yanılmıyorsam bu bir filmin adı. - Evet, Claude Saute?nin filmi. Çok etkilenmiştim. Siz seyrettiniz mi?.. - Seyrettim. Ben de çok etkilenmiştim. Sinemayla ilgilisiniz galiba.İlgili ne demek. Sinema benim tek tutkumdur. Senaryo yazıyorum. En büyük idealim yazdığım senaryoları çekebilmek... Ama para meselesi işte... - Şu an ne iş yapıyorsunuz? - Reklamcılıkla ilgili bir dergide editörlük yapıyorum.Çok sıkılıyorum ve atılmam an meselesi... Sizin işler nasıl? - Pek iyi sayılmaz, hatta berbat diyebilirim. Tiyatro çevresini bilir misiniz, bilmem. Hep ahbap çavuş ilişkileri geçerlidir. Yoz, çürümüş bir dünya. İdealist, dürüst insanlara yer yoktur bu dünyada... -Desenize sinema dünyasından pek bir farkı yok. Peki söyler misiniz, bizim gibi insanlara ne zaman şans tanınacak? - İşimiz çok zor. Ya kurallara uyacağız, ya da köşemizde bekleyip hüzün biriktireceğiz... - Hayır, ben köşemde oturup beklemek istemiyorum. Mutlaka birşeyler yapmalıyım. -Şu an neredesiniz? -Lanet olası işyerimdeyim. Bitirilmesi gereken sayfalar var. Yarın dergi baskıya girecek. Ya siz, siz neredesiniz? - Ben evimdeyim. Ve canım hiçbir şey yapmak istemiyor. -Yalnız mısınız? - Evet, yalnızım. - Birlikte olduğunuz kimse yok mu? -Neden sordunuz? - Hiç işte, öylesine sordum. - Hayatımda biri var. Ama şu an evde değil. -Peki siz, sizin hayatınızda biri var mı - Evet, var... - Ne iş yapıyor? - Yazar. Oldukça da tanınmış bir yazar. Bir yılı aşkındır beraberiz. - Nerede yazıyor? - Nerede yazdığını söylemesem. Onu bilmenizi istemiyorum. Kitapları da var. Peki, siz ne zamandır birliktesiniz? - Ne tesadüf bizim de ilişkimiz bir yılı aştı. Ama yolunda gitmeyen şeyler var. Tıkandık. Galiba. Birbirimizden gizlenerek yaşıyoruz ne zamandır. Aynı evdeyiz, ama birbirimizden çok uzaktayız... -Bizim ilişkimiz de pek farklı sayılmaz. Biz de tıkandık. Ne zamandır yoğunlaşamıyor bana. Varsa yoksa yazıları ve okurları. Bazen beni görmediğini bile düşünüyorum. İlişkimiz tıkandıkça kendini yaptığı işe daha çok veriyor ve benden daha çok uzaklaşıyor. -Hayatında başka biri olabilir mi? -Biri değil, birileri var. Flört etmeyi çok sever. Ama ilişkiler biraz derinleşmeye, ciddileşmeye başlamaya görsün, hemen bitirir. Bağlanmaktan çok korkar. -Peki, nasıl katlanıyorsunuz bu duruma, çok zor olsa gerek. Ben olsam dayanamazdım. Ayrılmayı düşünmüyor musunuz? - Çok düşündüm. Ama bu konuda biraz korkağım galiba. Bir de ona çok alıştım. Yalnızca onunla uyuyabiliyorum. - Sizin de hayatınıza başkaları giriyor mu? - Evet, giriyor. Ama hiçbiri onun yerini tutmuyor. Hay Allah, neler konuşuyorum sizinle ben böyle... Ben en yakın arkadaşlarımla bile bunları rahat konuşamıyorum... - Ama bana rahatça anlatıyorsunuz... -Bilmiyorum, belki sizi hiç tanımadığım için, bana bir yabancı olduğunuz için bu kadar rahatım sizinle... Hiç tanımadığı insanlara daha kolay anlatıyor insan kendisini... Peki, siz birlikte olduğunuz insanla her şeyinizi konuşabiliyor musunuz?.. - Evet, desem yalan olur. Ben de sizin gibi hiç tanımadıklarıma daha rahat anlatıyorum kendimi... -Sevgilinizin yerinde olmak istemezdim... -Ben de sizin sevgilinizin yerinde olmak istemezdim. - Hayatımız ne kadar yorucu değil mi? Belirsizlikler beni çok yıpratıyor. Her şey net olsun isterdim. Hiç tanımadığım birine en gizli şeylerimi anlatmak bana acı veriyor. Kendimden utanıyorum. Ama yine de yapıyorum. Ne kadar yalnızım demek ki, ne kadar susamışım birine kendimi anlatmaya... Sabah işe gelirken onu uyurken seyrettim. Öyle masum görünüyordu ki... Neden hiç başladığı gibi sürmez ilişkiler... - Aşk çok güzel birşeydir, ama kısa ömürlüdür. -Kısa ömürlü olduğuna inanmıyorum. Aşkta Sahip olduklarımızın değerini bilmiyoruz, hemen tüketiyoruz. İlk günlerimizi öylesine çok özlüyorum ki. Soluk alamazdım bazen. Kış günü bütün pencereleri açardım. Yanımdayken bile özlerdim. Soluksuz kalıp öleceğim sanırdım hep. Nereye dokunsam ona dokunmuş gibi olurdum. Nereye gitsem beni gördüğünü hissederdim. Tanrım gibiydi o. Bedenime dokunurdum ve dokunduğum yer hazla titrerdi. Çünkü kendime dokunduğumda ona dokunmuş gibi olurdum. Kanardı dokunduğum heryerim, tıpkı onunla sevişirken kanadığı gibi... Ama son zamanlarda onu öptüğümde bir boşluğu öper gibiyim... Artık birbirimize tahammül etmek zorundayız. Para biriktiriyorum, ayrı bir eve çıkmak için. Bir süre daha onun evinde kalmaya ihtiyacım var. - O bunları biliyor mu? -Biliyor, ama bunları hiç konuşmuyoruz onunla. Gitmemi bekliyor sanırım. Yalnızlığı ve yazılarıyla baş başa kalmak istiyor ve uzaktaki bir sürü sevgilisiyle... Ayazda iki yüreğiz biz şimdi... -Soluksuz kalırdım, dediniz ya, aklıma bir şey geldi. Gazetelerden birinde yazmıştı.Küçük bir çocuk karpuz yerken, kaçırmış. Aradan günler geçmiş. Çocuk gittikçe soluk almakta zorlanıyormuş. Tıkanmaları artınca doktora götürmüşler. Röntgen çekilmiş ve soluk borusunda karpuz çekirdeğinin kök yaptığı görülmüş...Soluğunu tıkayan buymuş. Hemen ameliyata sokmuşlar ve bu kökü söküp almışlar. Çocuk rahat soluk almaya başlamış. Ama birkaç gün sonra ölmüş!.. Aşktan söz edilince hep bu olay gelir aklıma. Aşıkken soluk almakta zorlanırız,ama aşk olmayınca, onu bizden aldıklarında ölürüz. Ve kimse niye öldüğümüzü anlamaz... - Çok kötü oldum. Bütün bedenim ürperdi.Bana ne yaptınız böyle. Her şeyi unutmaya çalışıyordum oysa. Bütün duygularım ayaklandı birden... Sizde anlayamadığım bir şey var... - Nasıl bir şey? - Sanki sizi çok eskiden beri tanıyormuşum gibiyim... Biliyor musunuz, insanda uzun yola çıkmak duygusu uyandırıyorsunuz. - Aşık olduğumu hissettiğim anlarda uzun bir yola çıkmayı çok isterim.. -En çok nereye mesela?.. - Trabzon?daki Uzungöl?e... Orada hem kendinizi sonsuzluk içinde hissedersiniz, hem de acı veren, ama şefkatli bir korunaklılık içindesinizdir.... Tıpkı aşk gibi... - İnanmayacaksanız belki ama, ben de orasını düşünmüştüm.Ne tuhaf, internette kurulan dostluklara, yakınlıklara pek inanmaz, gülüp geçerdim. Ama şu an sizi görmeyi ve yüzyüze tanışmayı öyle çok istiyorum ki... - Farkında mısınız, sabah oluyor?.. - Evet, vaktin nasıl geçtiğini farketmemişim bile. Peki siz, siz benimle yüzyüze görüşmek istiyor musunuz? - İstemiyorum, desem yalan olur... Hatta ben sizinle hemen bugün Uzungöle yola çıkmak istiyorum.. -Siz ciddi misiniz, yoksa benimle dalga mı geçiyorsunuz? - Hayır, hiç olmadığı kadar ciddiyim. Ama siz bu yolculuğa hazır mısınız, sorun o... - Hazırım... Ben biraz deliyimdir.Siz benim deli yanımı bilmiyorsunuz daha... - Peki işiniz, asıl önemlisi sevgiliniz... - İşimin canı cehenneme. Zaten bugün yarın çıkartacaklardı. Onlar atmadan ben ayrılırım şerefimle... - Peki sevgiliniz?.. -Nasıldı o dizeler:Can çekişen aşkları vurmalı / Vurmalı ve sıradan bir intihar süsü verilmeli... Akif Kurtuluş?un dizeleri yanılmıyorsam.. -Sevgilinizin yerinde olmak istemezdim... -Nerede ve kaçta buluşuyoruz? - Atatürk Kültür Merkezi'nin önünde, saat 12.00?de... Peki sevgilinize ne diyeceksiniz? - Onu arar, herşeyi söylerim, o işi bana bırakın. Hadi, şimdilik hoşçakalın... Ve birkaç dakika sonra telefonum ardarda kez çaldı. Açmadım tabii ki, telesekreter devreye girdi. Telesekreterin sesini iyice açtım. Konuşması tedirgindi. Beni incitmekten korktuğu belliydi: Canım, birbirimizi çok sevdik, ama ne zamandır sevgimiz bizi korumuyordu.Son günlerde ikimizde çok yalnızdık. Bitmesi ikimiz için de iyi olacak. Seni hep güzel anmak istiyorum. Uzun bir yola çıkıyorum. Beni merak etme ve bekleme. Belki bir gün seni ararım. Hiç beklemediğin bir anda... Seni incittiysem bağışla. Evet, ben de en az onun kadar deliydim. Hemen bavulumu hazırlamaya koyuldum. Beni görünce ya mahvolacak ya da uzun yola çıkacaktık. Birlikte ne zamandır çıkmayı düşlediğimiz, ama birtürlü çıkamadığımız o uzun yola...

featherCezmi ERSÖZ

Benzer Konular

17 Şubat 2016 / Misafir Genel Mesajlar
16 Mayıs 2014 / NihLe Müslümanlık/İslamiyet
18 Temmuz 2016 / Daisy-BT Edebiyat
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar