Arama

Hikayeler ve Öyküler -1- [Arşiv] - Sayfa 182

Güncelleme: 3 Aralık 2006 Gösterim: 567.140 Cevap: 1.997
nazlisu - avatarı
nazlisu
Ziyaretçi
2 Kasım 2006       Mesaj #1811
nazlisu - avatarı
Ziyaretçi
BENCİLİN HİKÂYESİ
"Bencil "yalnız " olarak doğmuştu. Çok büyük sıkıntıları vardı yaşama gözlerini açarken. Aç ,
güçsüz ve çaresizdi. Lakin bunu anlatacak çok güçlü bir silahı vardı Elinde " Gözyaşları" Sadece kendini
Sponsorlu Bağlantılar
düşünmeliydi çünkü sadece o vardı ve tek başına idi.
Derken önce "Şefkat " daha sonra da " Sevgi" ile tanıştı. Onu hemen kollarına almışlar, giydirip ısıtmışlar, karnını doyurmuşlar, şarkılar söyleyip uyutmuşlardı. Onun bütün kaprislerine içten bir
sıcaklıkla göğüs geriyordu onlar. Birde kalplerindeki en güzel duygularla sarıp sarmalıyorlardı onu büyürken "Bencil " şımarıktı. Onu dizginleyip uslandırmak oldukça güçtü.
Bu yüzden bir süre sonra "Eğitim" devreye girdi.
"Bencil" oldukça asi idi. bir süre dirense de "Eğitimin " tatlı dili ve nezaketi onu gitgide eğitime doğru çekti. Ama gene de bencil arasıra ortadan kaybolup "Oyun " denen eğlenceye kendini atıyordu artık ona
benzeyen diğer " Benciller " de tanışıp arkadaşlık etmeye başlamıştı. küçük "Bencil "Diğer bencillerle
zaman geçirdikçe birlikte "neşe " yi ve "Paylaşma " yı tanımaları fazla zaman almadı böylece. Aradan yıllar geçtikçe eğitimle daha sıkı fıkı oldular." Bencil sevgi şefkat eğitim ve paylaşımın arasında büyümeye devam ediyordu. Onlarsa aralarında hep "mutluluk " denen birinden bahsediyorlardı. Dayanamadı bir gün sordu eğitime :

"Ne idi mutluluk"

"Mutluluk senin içinde" dedi. "Yeterki onu hisset. Öyle bir hisset ki çevrendekilere de yayılsın." Yalnız
unutma onu korumak biraz da senin elinde. Mutluluk birazda çaba ve özveri ister. Ama inan "Bencil" bu
hepsine değer. Bencil o anda içinde "mutluluğu " hissetti. Sımsıcaktı ve hiç de sandığı kadar uzakta da
değildi. Mutluluk kendi içinde ve yanı başında idi.
Başından beri hep tek başına olduğunu sanıyordu ama aslında hiç yalnız değildi. Özellikle Sevgi ve şefkat onu hiç bir zaman. Yalnız bırakmamış herzaman destek olmuşlardı. Gözleri yaşardı "Bencilin" Nasıl olup da bunları şimdiye kadar bunları düşünememişti. Şimdi sevgi ve şefkati içinde ta derinden hissediyordu. Öyle güzel bir duygu idi ki bu…
Daha sonra diğer bencilleri ve paylaştıklarını düşündü. Neşelenmişti işte o an eğitimle göz göze geldiler.

Eğitim ona gülümseyerek dedi ki "Artık senin benimle bu en son günün " Bencil ağlamaklı oldu birden ne kadar da alışmıştı ki ona…

" Bencil herşey için teşekkür ederim eğitimini başarıyla tamamladın Sen tanıdığım en başarılı öğrencimdin. Keşke herkes senin gibi olsa idi Bundan sonra seni YAŞAMIN kollarına atıyorum artık sana "İNSAN" diyeceğiz. İNSAN hiç bir zaman eğitimi ve onun ona verdiklerini unutmadı. Yaşama koştu ve ona kucak açtı artık aldıklarını tek tek Yaşama verme zamanı gelmişti Artık paylaşma zamanı idi Sevgi ve şefkat ise onunla birlikte mutlulukla yaşamdaki diğer İNSANLARA gülümsüyordu.


recruit87 - avatarı
recruit87
Ziyaretçi
2 Kasım 2006       Mesaj #1812
recruit87 - avatarı
Ziyaretçi
NEDEN
“Neden!” diye bağırdı genç kız, koltukta oturan delikanlıya.
Sponsorlu Bağlantılar

“Ne neden.” diye karşılık verdi delikanlı.

“Sen daha iyi bilirsin.” dedi genç kız, kızgın bir şekilde. “Neler yaptığını ben bilecek değilim ya. Dün geceyi sorsam örneğini.” diye devam etti.

Delikanlı neyden söz ettiğini anlamıştı. Kendi kendine düşündü bir, iki saniye ve ‘en iyisi hiç bozuntuya vermemek’ dedi içinden. ‘Böylece onu biraz daha iyi tanımış olurum.’

“Ondan mı öğrendin? Hani bizim alt dairede oturan arkadaşından.”

“Kimden öğrendiysem öğrendim. Çok mu önemli? Ama eğer seni mutlu edecekse ve suçunu hafifletecek ise söyleyeyim. Evet, ondan.”

“Yok, hayır. Sadece merak ettim.”

“Lafı uzatma da cevap ver artık. Neden? Neden yaptın böyle bir şeyi?”

Delikanlı yanıt vermiyor suskun bir şekilde oturuyordu. ‘Çünkü’ sözcüğünün verdiği çaresizlik sarar ya insanın ruhunu ve o çaresizlik mimik ve renk olarak belirir ya insanın yüzünde, işte delikanlı da biraz rol yapıp, o halde görünmeye çalışıyordu. Adeta nefessiz oturuyordu ve adeta koltuğa gömülmüştü diri, diri. Genç kız ise delikanlının bu sessizliğinden dolayı daha da kızmış bir durumda ayakta duruyor ve tabiri caiz ise, adeta burnundan soluyordu. Genç kızın nefesinden arda kalan sessizliği yine o bozdu ve içinden gelen tüm nefreti püskürterek, bağırdı bir defa daha.

“Susma! Neden yaptın böyle bir şeyi? Susma, konuş!”

Delikanlı, yine suskunluğunu koruyordu. Genç kızın suskun ve soru soran bakışları delikanlıya kilitlenmişti. Delikanlı başını yerden kaldırdı ve yalandan, zorlama bir şekilde yutkundu. Sonra yeni giydiği elbisesini kirleten bir çocuğun annesine açıklama yaptığı bir ses tonu ve o çocuğa ait ürkek bakışlar ile “Çünkü …” dedi, ama devamı getirmedi.

Her ‘neden’in bir ‘çünkü’sü var mıydı? Yoksa biz miydik ‘neden’lere ‘çünkü’ler yaratan, kendimizi kurtarmak için? ‘Çünkü’nün ardından kaç farklı tümce gelebilirdi ki? Ya da kaç tümce haklı çıkarabilirdi delikanlıyı? Tabii kızın sandıkları doğru olsaydı. Her tümceye bir ‘neden’ bulamaz mıydı genç kız? Yeni bir ‘neden’ gerektirmeyecek bir ‘çünkü’ye sahip olabilir miydi delikanlı? ‘Neden’ kutusunun ne kadarı doldurulabilirdi ‘çünkü’ler ile?

‘Çünkü’den sonra yine bir sessizlik oldu bir süre ve yine genç kız bozdu sessizliği.

“Her zaman bir ‘çünkü’nüz vardır zaten. Ama bu sefer birden fazla galiba. Düşünüyorsun, hangini söyleyeyim diye.”

Delikanlı aynı bakışlar ile baktı ve ‘çünkü’ dedi.

“Evet!” diye atıldı genç kız.

“Çünkü böyle olması gerekiyordu.”

“ ‘Böyle olması gerekiyor’ deyince her şey bitiyor, öyle mi? Ne kadar da güzel açıkladın durumu. Her şey olması gerektiği için olur zaten, ama ben sana ‘Neden?’ diye sordum. Daha iyi bir açıklaman yok galiba.”

“Hayır! Başka bir soru da sorma.” dedi delikanlı ve yavaş adımlar ile genç kızın yanından geçerek, kapıya yöneldi ve kendisi de başka bir şey söylemeden çıkıp gitti.

Delikanlıdan kalan boşluğu genç kızın sinirden alevler saçan bedeni dolduruyordu ve az önce delikanlıya sorduğu soruyu, bu kez kendine soruyordu.

“Neden?”

Kendi sorusuna cevaplar veriyor, ama hiçbir cevap sinirini yatıştıramıyordu. Bir cevap vardı onu sakinleştirecek olan, ama o cevap, aklının ucundan bile geçmiyordu. Zaten her zaman öyle olmuyor mu? Çıkış kapısı önümüzde iken, soruların oluşturduğu duvarlar arasında gezinip durmuyor muyuz, sırtımız yüklediğimiz hırsımız ile?

Birkaç saat sonra genç kız, delikanlıyı cep teflonundan aradı. Telefon bir kaç kere çaldıktan sonra meşgul sesi duyulmaya başladı. Sinir ile fırlattı telefonu koltuğun üstüne ve ‘Neden açmıyorsun?’ diye bağırdı. ‘Bir duş alayım.’ dedi kendi kendine. ‘Hiç değil ise, biraz kafamı toplar, sonra yine ararım.’

Olduğu yerde çıkardı üstündekileri. Kimini koltuğun üzerine fırlattı, kimini de yere bıraktı öylece ve banyoya gitti. Her zamankinden daha fazla kaldı suyun altında. Kimi zaman boş, boş suyun altında dikilerek, gözleri kapalı bir şekilde kendini dinledi. Girdiği bir saate yaklaşıyordu ki, bornozunu giyip çıktı banyodan. Salona geldiğinde, yine telefonu eline aldı ve televizyonun önünde duran koltuğun kolçaklarına oturarak delikanlıyı aradı. Telefon birkaç kez çalmasına rağmen karşı taraftan bir cevap veren yoktu. O da açılmasından umudunu kesti ve kapattı telefonu. Saat de gece yarısını geçmişti. En iyisi yatmak diye düşündü. ‘sabah olsun bir defa daha ararım. Açar ise açar. Açmaz ise, kendisi bilir.’

Ertesi sabah uyandığında saat on bire geliyordu. Uyanır uyanmaz yatağın yanında duran komedinin üzerinden telefonu aldı ve hemen delikanlıyı aradı. Üçüncü çalışında açıldı telefon ve ‘alo’ diyen ince bir ses işitildi diğer taraftan. Bir kız sesi idi bu. Genç kızın morali bozuldu bir anda. Demek arkadaşının söylediği doğru idi. Delikanlının evinde bir kız vardı. Sert bir ifade ile ‘Mete ile görüşebilir miyim?’ dedi. Birkaç tümce sonunda iki taraf da kapattılar telefonu. Genç kızın suratına kendine ve arkadaşına olan kızgınlık ile birlikte pişmanlık ifadesi oturdu. Bu ifadeyi yaratan karşı taraftaki kızın şu sözleri idi:

“Dayım ekmek almaya gitti. On dakika sonra döner.”

arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
3 Kasım 2006       Mesaj #1813
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Oyuncakçıydın sen,ben ise oyuncağın.Nitelendirilebilecek en sağlam oyuncakları sen yapıyordun bu şehirde.Ben de bu oyuncaklardan biriydim,hem de en sağlamı,en çok emek verdiğin,karakterini en çok yansıttığın ve hatta en çok ter döktüğündüm senin için. Pinokyo’nun organik versiyonu,iradesiz olanıydım aynı zamanda.
En büyük zevk bendim senin için.Beni öyle güzel biçimlendirmiştin,öyle güzel yontmuştun ki,zımparamı,cilamı bile kendi ellerinle özene bezene atarken hiç zorlanmamış, aksine yeni yaratılan bir olgudan,düşünceden alınan haz kadar,belki de daha fazlasını almıştın. Kalbinin ritmi ivme kazanırken,sabrının frenleri boşalırken ve özlem duyulan ben...
Yakınlar uzakları özlerken,uzaklar yakınlara gurbetken,yaram derinleşiyorken,özlem duyulan ben...
Bana kattığın ruh öyle derin bir ırmağın debisi,yoğunluğuydu ki,sen nereye istersen oraya bakıyor ve buyurulanı görüyordum aşkın kör gözleriyle.Aklıma aşkımın ve acısının bana yakın olduğu ve dostluğumu,vahşi kurtların leşi paylaşıp,parçaladığı gibi,yokluğa katmaları geldi ve sustum!Artık söyleyecek sözüm kalmamıştı.Ruhunu arama çabası içindeki bu şehir de,İstanbul ruhsuzlar cenneti de efkarlandı ve sustu!İçindeki,mekansız,kirli kalabalık da şehrin sessizliğini bedensizce dinledi ve..!
O an Beyoğlu’nun çıkmaz sokaklarına sıkışmış geleceği kör,talihi dilsiz kadınlar kadar çirkin ,varlıklarının alabildiğine koşulsuz ve tozlu aşklara dair bir koku sardı bu kenti.Oyuncakçının yol görmeyen tezgahından haykıran kan ve ölüm kokan...Bir ben tasviri can verdi,o sıkışmış ruhların seviştiği arka sokakta.
Odamda yalnızlığımla sohbet ederken,boşluğun nefesi hırıldamaya başladı. Tütsü kokusunun rahatlatıcı okşayışı yerini o bilinmedik ama tanıdık kokuya verdi ve beni terketti.Ama en iyi dostum yalnızlık bir nimetdi benim için,kendine yeter oluştu beni güçlendiren. Oyuncakçıya karşı koyuştu beni yüreklendiren.
Paylaşmaktı...
Hayatın anlamını bulmuştum belki de,paylaşmak.Ama insan açgözlü ve doymayan bir yaratıktı.Paylaşımın sonu oyuncakçı tezgahıydı belki de.Yoksa hayatının anlamının bir parçası.Bir bölümü müydü paylaşım!Hayatın anlamı bir yap-bozsa,paylaşım bu oyundaki en büyük parçaydı.
Böylece düştüm yollara,umudum tam,gücüm yerinde,başladım aramaya.Hep en uzaktakiler taranır,soruşturulur ama ben en yakınımdan başladım,umudun gerçeğe yakınsaması ve teğet geçmemesi için gittim en yakın uzaklığa
Kendime değer veren yargılar keşfettim karlı yollarda.Dehlizler aştım, yıkıldım,yoruldum,yaralandım.Mahsenler gördüm,hayata küsmüş,ruhları tozlanmış,yaralı duvarları yamalı...Bu tarih kokan ama talihin hiç yolunun düşmediği mahsenlerde hep gizli kalmış,saklı yaşanmış,ürpermiş bir korku buldum.Yaratılanları yineledim,zamana nüksettim.Hiç açılmamış,bozulmamış,yapıldığı an unutulmuş,keşfedilmemiş,saklı kapılar buldum gizli bahçelere.Belki de arka kapılar,bilinmediklere...

Hanlar,yolların bitmezliğinde küçük esler oldu bana ve söylediğim doyumsuz şarkılara,bir nota sonsuzluğa...
Sen,oyuncakçı,beni sadece yaratmadın,bir kişilik,bir beden vermedin. Benimle oynadın bir Tanrı gibi.Bir kuklayı oynatmanın zevkini çekti içindeki.Ve sen de ona
itaat ettin,sahibin misali.İçindeki de seninle oynadı,kuklaların efendisiydi.Artık kimseye güvenemezsin bana ve kendine bile.Sen,sana ihanet ettin bu karla kaplı sis içinde.Kirli,kör bir köstebeksin sen bu çamurlu toprakta.Paylaşmayı küstüren,paylaşımlarımı öldürensin aynı zamanda.Bir ben tasviri can verdi,o sıkışmış ruhların seviştiği arka sokakta
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
3 Kasım 2006       Mesaj #1814
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
ZAMANSIZ GEÇİŞ


Her başlangıç, içinde çoğul anlamda sonlar barındırır.


'Bu işin sonu nereye varacak? '

İrileşmiş göz bebeklerine yansıyan ürküntüyü dağıtamıyordu. Beyninde merak kamçısı şakıyor, onlarca soru, biribirinden zıplayarak çoğalıyor, aynı anda sürekli üşüşüyordu. Gevşemeye çalışırken utancından, yeniden irkildi. İzleniyordu. Nasılsa tüm düşüncelerini okuyabiliyorlardı. Bu yüzden gelmemişler miydi?

'Peki ama neden ben? Sizin için öylesine sıradan biriyim ki!

'Onu değerlendirmeyi bize bırakın'

'Sesimi nasıl duydunuz? Boğaz boğumunda topak olur, sıkışırdı. Yanlış zamana ışınlanmış, kökü havada salınan biri gibiyim.

'Gelecekten soluduğu zamana bakabilen kaçınızı bulduk sanıyorsunuz? Artık sakinleşin biraz, hem, hep böylesi bir anı beklemediniz mi? Sonuçta biliyoruz.'

Gömüldüğü hareketli, döner koldukta önce oturuşunu düzeltti, biraz doğruldu. Koltuğu, sağa sola çevirdi. 'Bana biraz izin verin' diyerek, yerinden kalktı. Mutfağa geçti. Nestcafesini hazırlamaya koyuldu. Zaman kazanarak toparlanmak istiyordu.

Başına gelenleri kare kare canlandırarak anımsamaya çalıştı...



...

Olağan bir güne uyanmıştı. Genelde her zaman yaptıklarını, sırası ile gerçekleştiriyordu. Ortalığı düzenlemiş, çayını demlemişti.Günün gelişmelerini takip etmek üzere televizyonda, haber kanalını açmıştı. Aklında, 'akşam yemeğini dışarıda geçiririz, sıcak temmuz akşamının serinliğinde, deniz kenarı yürüyüşümüzü de yaparız' kurgusunu canlandırıyordu. Huzurlu bir gündü.
Bilgisayarın düğmesine bastı. 'Harika' dedi içinden. 'Severdi bu sözcüğü kullanmayı.' Önceki günden programına aldığı, okuyarak araştıracağı birbirine bağlı, yığınla konular vardı. Yine önceki günden çeşitli sitelere eklediği yeni şiiri içine sinmişti.'temasındaki mesajın anlaşılıp anlaşılmadığı yazılan yorumlarda ortaya çıkacaktır' düşüncesinde, içini coşkulu bir sabırsızlık taşırıyordu. En çok da öne sürdüğü görüşleri, savlarını pekiştiren habere ulaşmış olması, doğru yolda ilerlediğini görmesi açısından, kendini mutlu hissetmesine neden oluyordu. Tezlerini ispat ve geliştirme arayışlarına ivme kazandırıyordu. 'Bilgisayar ve internet, ne büyük nimetti. İnsanlık için, çağ dönüştürecek bir faktör olarak değerlendiriyordu. Endüstriyel gelişimin bir koluydu teknoloji, o'na göre.'
Çocuk saflığında çekincesiz; 'Haydi yeni gün geleceği sun bana, seni arıyorum' diyerek seslendi. Kulaklarına dokunan bu cümle, hoşuna gitti. Tebessüm ederek bilgisayarın açılışını yaptı.

Önceden belirlediği düzenlemeyle siteleri tek tek açmaya başladı.Tıkladığı linklerin pencereleri alt çubukta diziliyordu. Bir an durakladı. 'Hay aksi, yine fazla pencere açarak çok yüklendim galiba' diyerek, sorunu kavramaya çalıştı. Saate baktı. Tam 10.00'u gösteriyordu. 'sabah sabah internetteki yoğunluk nedendi acaba? Bazılarını eksilteyim' diye düşündü. Monitör kitlenmişti. Olmuyor, yapamıyordu. Bilgisayarında kontrolü kaybettiğini farketti. Bir anda ekranı karardı. Ardından yoğun parazitli anlaşılmaz sesler, kulağında çınlamaya başladı. Ne yapacağını bilmez halde kasılmış, öylece kalakalmıştı. Alnını elleriyle sıkıca sıvazlayarak' neler oluyor Tanrım' diyerek çaresizce mırıldanıyordu ki, mekanik tok bir erkek sesi ile sarsıldı.

'Merhaba'

Aynı anda ekranda, pastel renklerin akışkanlığında silüet halinde, erkek yüzü belirmişti. Değişken, çeşitli renklerin karmaşasında, giden gelen titrek bir görüntüydü. Kesin yüz hatlarını seçmek olanaksızdı.

'Siz de kimsiniz? Nereden çıktınız? ' diye seslenebildi ancak.

'Korkmayın, sakin olun, size bir zararımız olmayacak. Sizinle görüşmeye geldik. Kısa bir aralık, konuğunuz olacağız sadece.'

'Benden ne istiyorsunuz? Kimsiniz? Böyle bir şeyi nasıl yapabilirsiniz? Bu ne cesaret? Panik halinde sıralanıyordu sözcükler.

' Bakın, çok uzun ışık yıllarından, farklı Galaksiden geliyoruz. Sizin anlayabileceğiniz tarzda açıklamaya çalışacağız. Dilinizi sizin gibi kullanmaya gayret ediyoruz. Sizlerden yani bildiğiniz insan varlıklarından değiliz.'

Aman Tanrım, başına neler geliyordu ve kimbilir daha neler gelecekti.
Ekrandaki silüet, aklındakileri okurcasına;

' Hayır kesinlikle bizden yana başınıza kötü hiç bir şey gelmeyecek. Emin olabilirsiniz. Bizden çok tedirgin olabileceğinizi biliyorduk. Size ulaşmanın en makul yolunu seçtik. Yoksa herhangi bir insan bedeni görüntüsünde de karşınıza çıkabilirdik, zor kullanarak teslim alabilirdik. Sadece sizinle tanışmak ve konuşmak istiyoruz. Sessizce geri döneceğiz, istemediğiniz sürece kesinlikle yine karşınıza çıkmayacağız.'

'Ama hala anlıyamıyorum, benden ne istediğinizi. Sonuçta zorla sizin ile muhatap oluyorum. Şu an başka seçenek bırakmıyorsunuz. Ne demek, insan kimliğinde bana görünmeniz? Sizi anlamamı nasıl bekliyebilirsiniz? '

'Aslında bilgisayarınızı kapayabilirsiniz. Ama yine bir biçimde biliyorsunuz ki, sizinle görüşürüz. Bize gereklisiniz, üzgünüz, seçildiniz. Sizi dinlemek üzere geldik. Size görünmek, tanışmak istedik. Sadece bir insan türü olarak durumunuz bize ilginç geliyordu. Sizi bir süredir izlemekteyiz. Bizimle görüşmek, sizin için de imtiyaz olacaktır, böyle düşünmeye çalışın lütfen.'

'Benden neler dinlemek istiyorsunuz? Kim olduğunuzu nereden bilebilirim? Nasıl kanıtlayabilirsiniz? Artık günümüzde nasılsa bilgisayarlara, niyetlendikten sonra sıradan insanlar da girebiliyor.'

'Haklısınız, bize inanmıyacağınızı tahmin etmiştik. Gerekli çalışmaları yaptık. Galaksimize, sizinle kısa bir geziye çıkalım istiyoruz. Çok zamanınızı almayacak. Size de çok değişik ve yararlı gelecektir. O zaman bize inanacaksınız. Ardından sohbete devam ederiz.'

'Nasıl yani, bu nasıl olacak? '

' Korkmayın, bunu bizim usulümüzce gerçekleştireceğiz. Sadece süzüldüğünüzü hissedeceksiniz. Biz sizlerden çok farklıyız.
Sizin de bizim gibi olmanızı sağlayacağız. Henüz bilemiyeceğiniz yöntemlerle...'

' Yalnız, şimdi değil, düşünmem, onaylamak için kendime gelmem gerekiyor. Daha zamana ihtiyacım var.'


Bilinçsiz, eleriyle gözlerini kapadı. Onları görmediğinde, görünmezmiş gibi...




...


İçtiği kahvenin buruk tadı ve sevdiği şekerli, vanilyalı krema karışımı onu her zaman rahatlatır, kafasını berraklaştırırdı. Mutfakta geçirdiği süre, ürkek ataletli halinden sıyrılmasını sağlamıştı. Kendini onlarla konuşmaya hazır hissediyordu. İçeride sabırla beklendiğini biliyordu. Gerçi, onların da, en az kendi gibi gizemli tereddütler taşıdıklarını ayrımsıyabiliyordu. Mutlaka kendisinin tepkilerinden çekiniyorlardı aslında. Girişimlerinin sonuçları nasıl karşılanır, bilinemezdi.

Masasına yerleşirken;

'Herşey tamam ama size nasıl hitap edeceğim, bizim gibi 'insan' değilsiniz. Aslında insan'ın da gelecekte farklı boyutlara geçiş yapabileceğini düşünüyorum ya...

'Önemli değil, bize kısaca 'siz' demeye devam edebilirsiniz. Ayrıca, zaten öngörülerinizi birlikte değerlendireceğiz.'

'Hangi Galaksi sisteminden geliyorsunuz?

'Kısmen billiyorsunuzdur da, Dünya'dan 2 milyon ışıkyılı uzakta, 300 milyon yıldız kümesi bulunan Andromeda'dan geliyoruz.
Monitörle, mekanik sesli görüşme yaparak enteresan bir durum yaşanıyordu.

'Artık kendinizi nasıl hissediyorsunuz. Sorun değil ise, yola çıkabiliriz.'

Öneri karşısında, durulduğunu düşündüğü heyecan dalgasının yeniden göğüs çeperlerine çarpmaya başladığını farketti. Derin soluk alarak gücünü toplamaya çalıştı. Omuzlarını geriye esneterek ayağa kalktı.

'Yaşamım boyunca ekstrem olaylar neden hep beni bulur ki? Bir bu eksik kalmıştı' diye düşündü. İnanılmaz bir deneyim olacaktı.

'Evet, gidebiliriz' diye seslendi.

'Sakın kaygılanmayın, tamamen gevşeyin lütfen. Bilincinizi kaybetmeyeceksiniz. Çok rahat gideceksiniz. kesinlikle hoşunuza gidecek.'


Ayaklarının yerden kesildiğini hissetti. Refleks hareketi ile gözlerini kapamıştı. İçi boşalıyor, hafifliyor, sanki yükseliyordu. Evet uçuyordu. Vakum çekişi ile sanki bir tünelin içine girmişti, süzülüyordu... Gözlerini kırpıştırdı. Önce araladı, sonra yavaş yavaş açtı. Tek başına ışınlanmıştı. Ağrısı sızı yoktu. Mavi-gri karışımı bir karanlığın içerisindeydi. Ara ara toz kümesi bulamacasının çevrelediği ışın noktacıkları parıldıyordu. Genleşiyor, genişliyor, yayılıyordu. Buna rağmen yine de yol aldığı dehlize nasıl sığdığına anlam veremiyordu. Yoksa her şey bir kandırmaca mıydı? İpnotize olmuş, uykuya dalmış, rüya mı görüyordu. Her şey bilinenin dışında gelişiyordu. Uyanık olmasına rağmen irade kontrolüne sahip değildi.

Artık çok geçti. Engel olabilecek durumda değildi. Çaresiz, anlık tereddüt handikapını geçiştirmeliydi. Çelişkiler girdabından, hızla yaklaştığı, huni ucu benzeri çıkış deliğini farketmesiyle sıyrıldı. Derinlerden yansıyan ışık gittikçe büyüyordu... Ve işte beyaz, sarı olarak ışıldayan aydınlığın içine girmişti. Açık gözleri kamaşıyor hiç bir şeyi seçemiyordu. Işınlar giderek kırılırcasına renk armosine ulaştı. Yoğun renkler hareler oluşturuyor bulutlar halinde biribirine geçişler yapıyorlardı. Olağan dışı zevkli hazların eşliğinde büyülü süzülmek, beynin sanki pelteleşmesine neden oluyordu. Sinir saplarında tüm artı ve eksi kutuplar eşitlenmiş, bir birini yok etmiş nötr'leşmişti. Sıfır noktadaydı. Zaman çizelgesi hem sonsuz uzunlukta hem bir anlık kısalıkta gibiydi. Bedeninin kütlesi ve hacmi yok olmuştu. 'Evet genelde düşüncelerimde tasarladığım gerçekleşiyor' diye düşündü. Her şey gerçeklikten çok ötedeydi... Sersemlemiş halinden bilgisayarından çıkan mekanik ses benzeri ile sıyrıldı.

'Geldik, gezegenimize hoşgeldiniz.'

Bakınmaya, nasıl bir yerde olduğunu kavramaya koyuldu. Hayal kentti. Tarif edilmesi çok zordu. 'Aklımın alması zorlaştıkça deliliğe mi terfi ediliyorum' düşüncesi saplandı. Her şey zıtlıklarla örüntülüydü. Net seçilebilen belirginlikler; kızıla yakın kahverengi kayalıklarla, girintili çıkıntılı labirent görüntüydü. Uçsuz sayıda irili ufaklı tepelikler, biçimsiz tümsekler, düzensiz sıralanmıştı. Kuru, yavan, kasvetli çölü andıran garip bir yerdi. Öte yandan yerle gök arası, uçuşan sis perdesi ile kaplıydı. Öbek öbek şeffaf bulutsular, titrek oynaşılar içerisinde kayıyordu. Beynini zorladıkça şakaklarında kıskaçlar yoğun bir basınç uyguluyor, vurgun yemiş halde, tüm biyolojik oluşumları fışkıracakmış gibi oluyordu. Karşısındaki görünür karelerin fotoğraf çekimine yetmiyordu beyni.

Ortalık, tarifsiz yoğunlukta keskin metal kokuyordu. Gökyüzü, puslu krem ve gri tonlarının örtüsü ile kaplıydı. Biz insanların geliştirdiği şehircilik tarzında yerleşim birimleri seçilmiyordu. Su belirtisi farkedilmiyordu. Ağaçlar, bitki çeşitleri, hayvanlar yok gibiydi.Yaşanacak bir yer değildi. Dünyamızın doğa örüntüsü yoktu.

'Neydi buranın yaşam özellikleri, nasıl yaşanabilirdi buralarda Tanrım' diye geçirdi aklından.

'Hayır, bize göre değil gezegeniniz. Sizler gibi yaşayamayız.'

'Aynı şey bizim için de geçerli. Yalnız aradaki anatomik, biyo fizyolojik yapılarımızın farkını hesaba katmalısınız.'

Tüm ilgisini geldiği çevreye verdiğinden ancak bir an kendi durumunun ayrımına varabilmişti.
Bedeni kaybolmuştu, yoktu. Üstelik kendisine seslenenler de öyleydi.

'Neler oluyor, neden bu haldeyim? Kahretsin ne yaptınız bana? '
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
3 Kasım 2006       Mesaj #1815
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Okul sıralarında başlıyor savaş. Leyla ile mecnun aşkı örnek gösteriliyor. Kavuşamayıp acı çeken sevgililer yaşamımızda bir yer ediniyor. Yada büyük bir komutanın zaferlerinden bahsediliyor. Öldür emri verdikçe ve öldürdükçe rütbe alıyor.yeni ölümlerin önü açılıyor...Bir film seyrediyoruz mesela.Başlarken,İlk aklımıza gelen " acaba katil kim ?" .Katil insan öldürdüğü için katil,Onu yakalayan ise katili öldürdüğü için kahraman! Ne tuhaf bir hayat bu
Asırlar önce krallık dönemleri vardı.Halk kral için çalışır,onu mutlu etmek için uğraşırdı.Yüzlerce,binlerce insan sadece bir kişinin mutluluğu için yaşardı...Biz kendi başımıza mutlu olamaz mıydık?yada mutluluk çok mu zor bir şeydi de,sadece birini seçip,yüzlerce insan, seçilen kişinin mutluluğu için yaşardık?!.mutlu olmak için kaç kişi gerek?kaç ölüm,kaç zulüm?...Şimdilerde etrafımıza baktığımızda mutlu olan birisi varsa,Onun mutluluğu yüzünden acı çeken birileri daha var...İnsanlar çok akıllıca bir sistem geliştirmişler.Buna " silahsız soygun "da diyebiliriz.Ortada kesici,delici aletler yok ama bir o kadar etkili beyinler var.Zeki olan ayakta kalıyor.Buna da beyin ölümü diyebiliriz...Kazandığımızda birileri kaybediyorsa,Bu mutluluğun gerçek adı ne?Bundan neden mutlu oluyoruz?Hani bizler hayvanlardan farklıydık! Hani bizim beyinlerimiz vardı!...Isırarak değilde,aç bırakarak zulüm ederek öldürdüğümüzde bunun adına insanlık mı diyoruz?.Öyleyse ben insan olmak istemiyorum...Bana geçici mutluluk nedir diye soran olursa,Güneşin batışı derim.Gün boyu savaşmaktan yorgun düşen beyinler,en azından dinlenmek için akşam vaktini beklediklerinde ve o an geldiğinde mutlu oluyorum...Keşke herkes uykuya daldığı an kadar gerçek ve zararsız olsa.Doğduğumuz an kadar akıllı olmayacakmıyız bizler?...Keşke herşeye yeniden başlasak.Mesela bir öğretmenimiz olsa ama bize hiçbir şey öğretmese.!Hep saf kalpli yaşasak.Ne olduğunu bilmediğimiz halde ısrarla " ben büyüyünce doktor olacağım " desek ve büyüyünce o doktorun ne iş yaptığını yine bilmesek...Kıymanın,etin,elmanın,armudun kilosunun kaç para olduğu bizi ilgilendirmese.Önümüze yüzlerce şeker almaya yetecek kadar para ve de sadece bir şeker koyup " seç " deseler,bizde o tek şekeri seçsek...Ana haber bültenleri yerine çizgi film seyretsek.Açık oturumlarda ilk okul aşklarımızdan bahsetseler...Kısacası yaşımız ilerlese de hep çocuk kalabilsek...Ne garip bir çelişki! Ben mutluluğun nerede gizli olduğunu öğrendim.(Mutluluk öğrenmemektir) Fakat bunun içinde yaşayıp öğrenmemiz gerekiyorsa, demekki bizler hiçbir zaman mutlu olamayacağız.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
3 Kasım 2006       Mesaj #1816
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
YARENİME...
Azimle inadina yasayacaksin bu dunyada, gunesin dogusunda arayacaksin umudu, gecenin karanliginda tadacaksin yalnizligi, oyle yasayacaksin ki yalnizligi yanindaki tek bir kisiye sukurler yagdiracaksin.

Var mi guzun bitimindeki mutlulugu, yazin bitimindeki huznu yasamadan YAŞAMAK... inadina yasayacaksin hem de oyle bir inatki herkesin yanlisi senin dogrunsa bile sasmayacaksin kendi bildigin dogrudan, yasayacaksin sonunda bin pisman bile olsan.

Oyle baglanacaksin ki hayata, bombos kalbin oyle bir dolacak ki, birgun olecegini dusunursen kendine degil kalbindekilere gozyasi dokeceksin.

Belki seni pespembe bir hayat beklemiyor, ama acilarla olgunlasilan bu dunyada tek bir sevgi icin bile soluk alip vermeye deger hayat. Yalniz degilsin unutma basarisizligina basari, hastaligina saglik, mutsuzluguna mutluluk katacak guzel bir "melek" olacak daima yaninda.

p Angel
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
3 Kasım 2006       Mesaj #1817
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
AKLIMDASIN


Başımdan geçen ilginç bir aşk öyküsünü anlatmak istiyorum.
Üniversite 2.sınıfa gidiyordum. Gençlik bu ya, başımda kavak yelleri esiyor.
Zaman ise benim geleceğin en büyük gazetecilerinden biri olmam için geçiyor gibime geliyordu. Geliyordu ama ben derslerden çok, arkadaşlarla üniversite binamızın içerisindeki sahalarda ve ağaçların arasında top oynamayı, gezmeyi ve arkadaşlarla sohbet etmeyi tercih ediyordum.
Ama itiraf edeyim, özellikle bahar aylarında etraftaki değişimleri, yeşillikleri geleceğin büyük gazetecisi gözüyle de izliyordum. Eh, gözleme yeteneğin olacak ve tabiattaki güzellikleri –bayanları- göreceksin de şairlik taslamayacaksın, aşık olmayacaksın olur mu?
“Öğrenci dediğin fotokopisinden belli olur”, “Fotokopisiz öğrenci meyvasız ağaca benzer” öğrenci atasözleri uyarınca vize dönemlerinden bir ay önce gördüğümüz derslerin notlarının fotokopilerini bulup almak için Azim Fotokopi’ye gittim. Azim Fotokopi hemen hemen bizde ki bütün derslerin dönem içindeki notlarının fotokopilerini çoğaltır ve satardı. Orada fotokopileri alırken yanımda bizim birinci sınıfta gördüğümüz bir dersin fotokopisinin olup olmadığını soran bir kız vardı. Fotokopiciden o dersin notlarının olmadığını öğrenince oldukça üzüldüğünü gördüm. İçimdeki yardımseverlik duyguları kabardı. Belirtmeliyim ki genellikle güzel bayanlara karşı her zaman yardımseverimdir. Kıza dönerek:
- “Her halde İletişim Fakültesinde okuyorsunuz” dedim.
- “Evet” dedi.
- “Bizim geçen yıl gördüğümüz Gazete Yazı Türleri dersinin fotokopileri bende hala duruyor. İsterseniz onları size ben temin ederim”dedim.
- “Ah, size zahmet olmasın?” dedi.
- “Yok canım ne zahmeti” dedim.
Sonra oradan beraberce konuşarak çıktık. Yolda adını söyledi: Figen’miş. Neyse biz böylece tanışmış olduk.
Ertesi gün ders notlarını ona verdim. Kız beni çok etkilemişti. Bir içim su derler ya öyleydi. Tabii, beni çok etkilediği içinde bana öyle gelmiş olabilir. Neyse... Bu yardım severliğimin karşılığında kız beni ne zaman görse hemen yanıma gelmeye başladı. Diğer arkadaşlarımla da tanıştırdım onu. Artık çok samimi olmuştuk. Olmuştuk olmasına ama kıza da tutulmuştum.
Ne yapmalıydım... Düşünüyordum ama bir türlü de karar veremiyordum. Şimdi kıza arkadaşlık teklif etsem, yardım etmemin karşılığında ondan faydalanmak istediğimi düşünebilirdi. Ayrıca arkadaşlık teklif etmemin diğer arkadaşlarımın hele hele Osman’ın kulağına gitmesi... Aman aman ölsem daha iyi. Çünkü bizim arkadaş gurubumuzun arasında şöyle bir beddua vardı: “Allah seni Osman’ın medyatik diline düşürsün de, manşetlerden inme emi !”
Çok düşündüm bir karar veremedim. En sonunda ona aşkımı mektupla ilan etmeye karar verdim. Bu amaçla oturdum ve usturuplu bir aşk mektubu yazdım.

“Bu mektubu kaldığım yerin soğuk duvarlarını ısıtmaya çalışan yüreğimin her atışında ismini hatırlatan sıcaklığında yazıyorum. Bir melankoni içerisinde yazmaya çalıştığım bu satırlar daha çok seven yüreğimin sevilme mutluluğunu yakalaması için çabalaması ve belki de karşılıksız bir sevda bataklığına nasıl gömüldüğünün ifadesi.
Acaba Figen; senin o melekler kadar güzel olarak tasavvur ettiğim hayalini gönlümden silip atsam mı diyorum. Yazık olmaz mı sorusu aklıma geliyor. Yazık olmaz mı aşkıma? Acaba unutsam sana karşı hissettiklerimi, hiçbir şey yaşanmamış gibi acaba bir anda geçen onca zamanın ötesine gidebilir miyim?
Yakalanan bir kuşun esaretten kurtulmak için çırpınması gibi seni görünce çırpınan kalbimin atışlarını, yüzümün her kızarışını, benim sana olan tutkumu tavır ve yüz ifademden, heyecanımdan, titrememden anlamandan duyduğum korkuları... unutsam mı?
Böyle bir şey mümkün olsa bile herhalde yaşadığım onca duyguyu bir anda jiletle kazıyıp, söker gibi atamam, atmam.
Çevremde çok pişkin, yüzsüz, her şeyi çok rahat ifade edebilen biri olarak görülmeme rağmen aslında sevdiğine karşı aşkını ve duygularını ifadeden bile çekinen utangaç yapıda biri olarak sevgimi yazı ile belirtme ihtiyacı duydum. Sana olan sevgimi hoş karşılaman dileğiyle...”
“Yakın çevrenden biri”

Mektubu daktilo ile yazdıktan sonra bir zarfa yerleştirdim. Figen’in de aralarında bulunduğu arkadaşlarla okulun önünde sohbet ederken lavaboya gitme bahanesiyle gidip sınıfta Figen’in ders notlarını tuttuğu ajandanın içine koydum ve sonucu beklemeye başladım.
Ertesi gün üniversitenin ana binasında bulunan yemekhaneye giderken Figen bir ara yanıma yaklaştı ve:
- “Yükselciğim san bir şey söyleyeceğim ama aramızda kalsın. Aramızdaki samimiyetten bir tek sana söylüyorum” dedi ve devam etti “Yahu dangalağın bir bana bir mektup göndermiş” dedi.
- “Şaka mı yapmış mektupta?” diye sordum.
- “Şaka mı bilmiyorum ama mektupta bana tutulduğunu, aşık olduğunu... falan filan yazmış işte. Yani oldukça duygulu bir dille bana ilan-ı aşk ediyor herif” dedi. Ben de:
- “Peki kim bu herif”dedim.
- “Ne bileyim, ismini yazmamış ki! Ama yazdıklarından bir şeyler çıkarmaya çalışıyorum. Bir iki tahminim de var” deyince heyecanlanarak;
- “Peki kim olabilir” diye sordum.
- “Tahminime göre bizim gruptakilerden biri ve... Neyse ismini de sonra öğrenirsin Yüksel” dediği sırada diğer arkadaşların da yanımıza gelmesiyle sözünü keserek onlarla konuşmaya başladı.
Beni bir merak sarmaya başlamıştı. Acaba tahmini ben miydim de tavırlarımdan öğrenmek için konuyu bana açmıştı. Anlamış mıydı acaba...
İçim içimi kemiriyordu; mektup yazmasa mıydım. Eğer gerçekten benim yazdığımı anlamışsa ve benimle bir daha konuşmazsa ne yapardım. Belki hem bir arkadaşı yitirecektim, hem de sevdiğim kızı.
Bu arada şeytan da dürtüyordu beni bir mektup daha yaz diye. Bu sefer duygularımı daha açık belirtecektim. Bu düşüncelerle tekrar daktilonun başına geçerek yazmaya başladım:

“Figen; şu an sana söylemek istediğim ama söyleyemediğim duygular var ya, o duyguları sana bir sahilde hafif bir yağmur çisiltisi altında ıslanırken ve deniz dalgalarının, martı sesleriyle birleşerek oluşturduğu o nefis fon müziği eşliğinde dans ederken söylemek isterdim.
Bilmem sen hiç birşeyi, pek çok şeyi kaybetme pahasına daha doğrusu yüreğin pahasına satın almak ister misin? Bil ki ben yüreğimi sana, senin için satmaya hazırım.
Keşke sana olan aşkımı, seni görünce hissettiğim duyguları gözlerinin derinliklerinde köşe kapmaca oynarken anlatsaydım. Acaba anlatabilir miydim?
İnsanlar madde ve mana arasında, denizde salınan tekneler misali gelip giderken; ben kendimi sevdama kucak açmış, senin gönül limanında demirlemiş olarak bulmak isterdim. Sana bağlanmak sarılmak ve ...
Hayali bile yaşadığım hayatın sahte yaşantısından daha gerçek ve daha güzel.
Mektubuma çok sevdiğim, güzel bir söz ile son vermek istiyorum: “Sevsen, sevilsen ve sevilebilir olsan”
Beni sevilebilir biri olarak görmen dileğimle...
“Yakın Çevrenden Biri”
Mektubuma ek olarak da “Figen’e” diye ithaf ederek yazdığım:

AKLIMDASIN

Papatya açmış kırlardan
Peygamber çiçeklerinin sarısından
Kekik otlarının kokusundan
Doyasıya içime çektiğim sen!

Belki değilsin, belki farkındasın
Sen benim hep aklımdasın

Turnalarla gönderdim sana
Gönlümde yetiştirdiğim gülleri
Yalancı gönüllerde
Karanlık tünellerde
Aşkı aramaya çalışırken sen
Senin aşkını hayat gibi yaşardım ben

Belki aşkıma uzaksın, belki yakındasın
Sen bilmesende hep benim aklımdasın !

Şiirimi de zarfa koyarak bu sefer postaladım.
Ertesi günde dedemin vefat ettiği haberi geldi. Alel acele Gümüşhane’ye gitmek zorunda kaldım. Bir hafta sonra döndüm ve okula gittim. Figen beni görünce hemen gülerek yanıma geldi ve:
- “Yüksel hani bana biri aşk mektubu yazıyor demiştim ya işte ondan ikinci bir mektup daha geldi. Bir de bana ithaf ederek yazdığı şiirini koymuş. Çok etkilendim.”
- “Peki kim olduğunu bulabildin mi?” diye sordum. O da:
- “Sana bir iki tahminim var diyordum ya... Artık emin oldum.”
- “Emin mi oldun, peki kim?” diye heyecanla sordum
- “Hiç tahmin edemezsin... Osman!” dedi.
- “Osman mı?” dedim şaşırarak
- “Tabii... Yakın çevremden biri, çok pişkin, yüzsüz, her şeyi çok rahat ifade edebilen biri olarak görünen başka kim olabilir?” deyince şaşkın, yıkılmış bir ifade ile:
- “Çok şaşırdım” dedim.
- “Şaşır, şaşır ... Dahası var. Emin olunca ben gittim ona ondan
hoşlandığımı belirttim. Yazdıkları beni çok etkilemişti. Ayrıca çok utangaç, ona kalırsa bana hiç açılamayacak ve beni sevdiğini söyleyemeyecek... Bu sebeple ona ben açıldım. O da benden hoşlandığını fakat benim seninle olan diyalogumuzdan ve samimiyetimizden dolayı ikimizin arasında bir şey olduğunu sandığından bana açılamadığını söyledi. Düşünebiliyor musun ayrıca ikimizin arasında bir şey var sanıyormuş” dedi.
Çok şaşırmıştım. Ne diyeceğimi bilemiyordum. Sonunda;
- “Senin adına sevindim. Nihayetinde sana mektupları yazanı da bulmuş oldun böylece” dedim ve yanından ayrıldım.
Bir yanda sevdiğim kız Figen diğer yanda en yakın arkadaşlarımdan Osman vardı. Ve ikisi de benim aşk mektuplarım sonucu... Tam bir çöküntü içerisindeydim, ne yapacağımı bilemiyordum. Bu hal içinde iki hafta okula gitmedim, hatta gidemedim.
İki hafta kadar sonra okula gidince bu sefer Figen ve Osman bir ara yanıma geldiler. Osman bana:
- “Yüksel seni yemeğe götürüyoruz. Orada sana bir de süprizimiz var” dedi. Ben de:
- “Osmancığım bugün olmasa” deyince, Figen:
- “İtiraz etme hakkın yok. Çünkü seni son zamanlarda hiç göremiyoruz. Okula uğramıyorsun bile” dedi ve kolumdan çekerek dışarı doğru sürükledi.
Benim isteğim üzerine Karadeniz Pidecisine gittik. Yemek siparişini verdik. Bu arada ben sohbet esnasında elimden geldiğince espiri yapmaya, güleç olmaya çalışıyordum.
Konuşma esnasında Figen bir ara bana dönerek:
- “Sana bir süprizimiz var demişti ya Osman; şimdi onu söyleyeceğim sana. Biz Osman’la nişanlandık. Osman’ın romantik, duygusal mektuplarına dayanamadım. Ben de ona duygusal olarak karşılık verdim ve...” derken Osman söze girerek:
- “Ne saçmalıyorsun, ne romantik, duygusal mektupları...” diye Figen’in sözünü kesince ben de Osman’ın sözünün devamını getirmesine fırsat vermeden hemen sözünü kesmek ihtiyacını hissettim:
- “Demek ki Figen sendeki romantik, duygusal yönleri keşfetmiş ve sana tutulmuş. Çok şanslısın Osman; Figen’in kıymetini bil” dedim.
Yemekten sonra Osman’ın ellerini yıkamak için lavaboya gittiği sırada masadaki peçeteyi aldım ve Figen’e dönerek sessizce:
- “Bu günün anısına bu peçeteye duygularımı yazıyorum. Çıktıktan sonra yazdıklarımı oku ve sonra da yırt tamam mı?” dedim. Figen meraklı bakışlarla başını evet manasına salladı.
Bende peçeteye O’na ithaf ederek yazdığım şiirin nakarat bölümü olan:

Belki aşkıma uzaksın, belki yakındasın
Bilmesen de, sen benim hep aklımdasın

Ve altına da: “Allah’tan Osman’a ve sana mutlu bir yuva ve mutlu yarınlar diliyorum.”
“Yakın Çevrenden”
“Yüksel”
notunu yazdım. Notu yazdığım peçeteyi katlayarak Figen’in eline tutuşturdum.
Osman da yanımıza gelince;
- “Sizin bu mutlu haberinize çok sevindim İnşallah Allah tamamına erdirir” dedim ve devamla “Bu gün de aslında çok işim vardı. Sizinle buraya gelince unuttum hepsini. Şimdi gitmem lazım; anlayışla karşılayacağınızı umuyorum” dedim.
Birlikte dışarı çıktık ve tokalaşarak yanlarından ayrıldım. Bir süre sonra dönerek arkama baktım Figen peçeteyi yırtıyordu ve gözleri yaş doluydu. Benim onlara baktığımı görünce gözlerini silerek bana el sallamaya başladı.
Bir daha arkama bakmaya cesaret edemeden gözlerimde beliren yaşlarla oradan uzaklaştım.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
3 Kasım 2006       Mesaj #1818
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
DILEK
Günün birinde üc adam ormanda yürürlerken karsilarina büyük ve vahsi bir nehir cikti. Ama nehrin karsi kiyisina mutlaka gecmeleri gerekiyordü. Peki bunu nasil basaracaklardi?
Birinci adam, dizlerinin üstüne coktü ve Tanriya dua etti: "Tanrim, lütfen nehrin karsi kiyisina gecebilmem icin bana güc ver!"
Tanri ona uzun kollar ve güclü bacaklar verdi. Böylece nehrin karsi kiyisina geçebildi. Ancak bunun icin 2 saat boyunca dalgalarla bogustu ve neredeyse 3-4 kez bogulma tehlikesi gecirdi. Ama, basarmisti!!!!
Bunu gören ikinci adam da Tanriya dua etti: "Tanrim lütfen nehrin karsi kiyisina gecebilmem icin bana güc ve gerekli araci ver!"
Tanri ona bir tekne verdi ve o da nehrin karsi kiyisina gecmeyi basardi, ancak birkac kez teknenin alabora olma tehlikesiyle karsilasti...
Tüm bü olan bitenleri izleyen ücüncü adam, dizlerinin üstüne coktü ve Tanriya yalvardi: "Tanrim, lütfen nehrin karsi kiyisina geçebilmem icin bana güç, arac ve zekayi ver!"
Tanri adami bir kadina dönüstürdü... Kadin haritaya bakti.... Nehrin biraz yukarisina dogru yürüdü ve köprüden karsiya gecti....

nazlisu - avatarı
nazlisu
Ziyaretçi
3 Kasım 2006       Mesaj #1819
nazlisu - avatarı
Ziyaretçi
İhanetin adı göçmen bir kuşa verilmiş, Sadakatin adı ise bir serçeye.Göçmen kuş bütün bahar ve yaz boyunca Küçük köyün üstünde uçmuş serçeyle beraber Küçük sinekleri,kurtları yemişler,Kış yağmurlarıyla şaha kalkmış,derelerden su içmişler.Masmavi gökyüzünde dans etmişler,Çiçek açan ağaçlara konup,papatya tarlalarında gezmişler...Birbirlerine söz vermiş kuşlar,Ayrılmayacağız diye.Ama kış gelmiş, Göçmen kuş adına yakışanı yapmaya kararlıymış,Serçe ise her zamanki gibi sadık ama sevgi de yabana atılmaz bir gerçek.Ayrılık acı,ihanet kötüymüş serçe için Yaşamaksa önemli imiş göçmen için..O,baharların tatlı eğlencesiymiş sadece Gel demiş serçeye benle beraber...Başka bir bahara uçalım.Serçe ise burda bekleyelim demiş yeni baharı Ama kış acımasızdır.demiş göçmen,Yaşayamayız burda,aç kalır üşürüz Serçe hayır demiş korunuruz kötülüklerinden kışın beraber Göçmen inanmamış serçeye hayır demiş gidelim.Serçe için gitmek nasıl bir ihanetse yaşadığı yere Kalmakta aynı şekilde ihanetmiş sevgiliye Ve karar vermiş sevgiyi seçmiş Uçacakmış yeni bir bahara...Göçmen ve serçe çıkmışlar yola,Ama serçe zayıfmış,onun kanatları uzun uçuşlar için değil.Dayanamayacakmış bu yola Oysa göçmenin kanatları güçlüymüş,Çünkü o hep kaçarmış kışlardan,Hep gidermiş zorluklarından kışın yeni baharlara..Bir fırtına yaklaşıyormuş.Göçmen hızlı gidiyormuş fırtınadan,yakalanmayacakmış..Ama serçe iyice zayıf kalmış,yavaşlamaya başlamış Göçmene duralım demiş artık.Biraz dinlenelim Göçmen itiraz etmiş,fırtına demiş,ölürüz.Serçe çok fırtına görmüş,kurtuluruz demiş.Ama göçmen yürü demiş serçeye birazdan okyanuslara varacağız..Serçe sevgisine uymuş ve peşinden son bir gayretle gitmiş göçmenin..Birazdan varmışlar okyanusa..Kurtuluşuymuş bu büyük deniz Göçmen için çok iyi bilirmiş buraları.Ama serçe ilk kez görüyormuş ve sanki gökyüzünden daha büyükmüş bu yeni mavi,Serçe artık dayanamıyormuş,Son bir sevgi sesiyle seslenmiş göçmene;Artık gidemiyorum....
Göçmen serçeye bakmış, bakmış ve devam etmiş........
Okyanus çok büyükmüş,serçe ise çok küçük Serçenin sevgisi de çok
büyükmüş ama göçmen çok küçük...
Mavi sularında okyanusun bir minik SADAKAT ...
Yeni bir baharın koynunda koca bir İHANET...
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
4 Kasım 2006       Mesaj #1820
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Gecenin derinliğinde
Gecenin karanlığında sessizliği oynarken üzüntü ruhunu, fikirlerini, hayallerini, benliğini kemirirken herşey manasını yitirdiği anda aklına o gelir.

Bir kaç saat sonra güneş doğacak, yep yeni bir gün, belki de yeni günün akşamında yanında birisi olacak ve seni üzüntünün dişlerinden kurtaracak. Bir de üzüntünün gözüyle olaya bakmalı. O üzüntü seni büyük bir iştahla kemirirken güneşin ışıklarına dayanamayıp doyumsuzluğun verdiği kızgınlıkla senden ayrılacak. İçinde gecenin tekrar geleceği umuduyla, dişlerinde sana ait mutlulukları,umutları ve sevgiyi temizleyecek. Sonra da büyük bir sabırla gecenin gelişini bekleyecek. Karanlığın caddeleri, sokakları, evlerin yüzlerini sarmasını,insanların uykuya dalmasını gördüğünde avına çıkacak; tıpkı vahşi kurt gibi.

Uyuyamayan, aklında binlerce sorun olan ve yalnız kurbanları bulacak. Saldırıp kurbanının boynundan yakalayacak,kurbanı etkisiz kılmanın en iyi yoludur bu. Kurban ne kadar çırpınsa da kurtulamaz o dişlerden.Aslında herşeyin hakimi kurtmuş gibi görünse de kurbandadır hakimiyet."Şimdi zırvaladı" dediğini duyar gibi oldum, ama anlattığımda bana hak vereceksin. Eğer kurban kendini bırakmaz mücadele eder ve iradesine güvenirse sanırım güneşin doğuşunu görür.

Her halde bu denli kanlı bir anlatım beklemezdin benden, ne var ki bazı geceler tadılan bu ızdırabı başka şekilde anlatamazdım.Yalnız ve çaresiz kalışlarımda o kurdun gözleri parlar karanlığın içinde, etraf sessizliğe büründükçe onun adımları, soluk alışı o kadar şiddetli duyulmaya başlar ki!

Kaçış diye bir şansın yoktur, tek sığınağın yatağındır ama güvenli değildir.Uykuya dalsan belki kaçışın olabilir fakat korkunun verdiği huzursuzluk,uykusuzluk yakana yapışmıştır.

İstersen gecelerden bahsetmeye devam edeyim, ama bu sefer de güzel yanlarını anlatayım. Her zaman biraz önce anlattığım kadar ürkütücü görünmez hatta zevkli olabilir.

Bence en zevkli geceler yaz geceleri; tek başıma balkonumda otururum. Sokaklar boşalır, gölgelere teslim olur. Ayın nazlı ışıması asfaltın buzla kaplandığı hissini verir bakana.

Ben her gece balkonum da oturup yıldızları izlerim; sen izler misin? Benim zevkimdir onları izlemek ve kayışlarındaki bir anlık görmenin verdiği mutluluk kişiyi o gecenin şanslı insanlarından birisi yapar. Hemen dilek dilersin fakat o dilekten sonra aklına daha önemli bir dileğin gelir ve "tüh" dersin.

Belki de çocuksu bir beklentidir kayan bir yıldızın dileğimizi gerçekleştirmesi. Ama herşeyi o kadar ciddiye alıyoruz ki anlık çocuksuluğumuz hayatımıza yeni bir boyut verebilir. Belki de kayan yıldızdaki varolduğuna inandığımız yıldız perisinin bizi duyduğunu ve dileklerimize cevap vereceğini düşünür mutlu oluruz. İtiraf etmeliyim ki bana bu güne kadar hiç cevap gelmedi.

Benzer Konular

17 Şubat 2016 / Misafir Genel Mesajlar
16 Mayıs 2014 / NihLe Müslümanlık/İslamiyet
18 Temmuz 2016 / Daisy-BT Edebiyat
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar