Arama

Hikayeler ve Öyküler -1- [Arşiv] - Sayfa 185

Güncelleme: 3 Aralık 2006 Gösterim: 566.830 Cevap: 1.997
tuOneLa - avatarı
tuOneLa
Ziyaretçi
6 Kasım 2006       Mesaj #1841
tuOneLa - avatarı
Ziyaretçi
.: ANAM KEŞKE SEN OLSAYDIN :.
Bahri Öğretmenin,Öğretmenliğe başladığının ilk yıllarıydı..Anadolunun küçük ve köyhe bir köyünde ilkokul öğrencilerine hayatın ne olduğunu anlattığnı zannediyordu..Mesleğe ilk atılmış olmanın şevki ve heycanı içerisinde minik yavrularının her şeyi ile ilgilendiğini ve kendisinin başarılı olduğunu düşünüyordu. Belki de tecrübesizliğinin verdiği casaretle ben bilirim havasının yanına öğrencilerinin yavrularının her şeyine hakim olduğunu düşünürken bilmeden kibir ve gurur yumaklarını içinde büyütüyordu. Bir sabah, arka sıralarda oturan kız öğrencilerinden birisinin gelmediğini fark etti. Halbu ki, o güne kadar pek devamsızlık yapmadığını gözlemlediği öğrencisi acaba niye okula gelmemişti. Zaman ilerledikçe öğretmenin içinde bir sızı oluştu ve giderek alevlebmeye başladı. Dha fazla dayanamayarak sınıfdaki öğrencilere A.... nin niçin gelmediğini sordu. Aldığı bilmiyoruz cevabı merakını bir kat dahaartırdı. Sınıfa; A.... evini bilen var mı dedi.Oysa ki, köyde oturan bütün öğrenciler elbette bir birlerinin evlerini bilirdi. Öğretmenin bir kaç öğrencili de alarak okula gelmeyen A..... nın evine gittiler. Ev demeye bin şahit isteyecek barakada kimsecikler yoktu. biraneye dönmüş evin naylondan el yordamı ile tutuşturulmuş sözde kapıyı öğrtmen aralayınca karşılaştığı perişan manzaradan çok oldu. Evet anadoluda bir mahrumiyet köyü evet bu köyde ondan da mahrum bir ev... Öğetmen arkadaş olayları yavaş yavaş anladığını düşündüğü bir sırada, yanındaki öğrencilerinden birisinin
Sponsorlu Bağlantılar

- Öğretmenim;ben A.... nerede olduğunu biliyorum dedi. Çocuklar önde Öğretmen arkada yürüdüler.. evet geldikleri yer köyün alt girişinde bulunan mezarlığıydı. Köy kadar perişan, adı gibi garip, taşlar kadar soğuk... ama ortada bir sıcaklık var ki, tunçtan yürekleri bile eritecek derecede... Öğrenci A.....bir mezarın taşına sarılmış hıçkırarak ağlıyor ve o meleksi, sabi dudaklarından döküln çümle:
- Anam.. anam.. canım anam. gurban olduğum anam; ne olurdusn yaşasaydın da saçlarımı yıkayp beni temizleseydin. O zaman Öğretmenim bana Bitli A... diye kızmazdı. anam... anam...

MARLON - avatarı
MARLON
Ziyaretçi
6 Kasım 2006       Mesaj #1842
MARLON - avatarı
Ziyaretçi

tatlıcadı
Sponsorlu Bağlantılar
11-14-2005, 06:40 PM

- seni seviyorum, dedi
tüm klasik anlamlarından öteydi o dudaktan çıkınca bu kelime, içimi doldurdu kocaman bir nefes.
-sevdiğine seviniyorum, ben de seviyorum demedim, sevdiğimi anlarsa gidecekmiş gibiydi. Sanki nefeslenmeye gelmiş gibi ayaküstüydü, bekleyeni varmış gibi telaşlı. Elime uzandı eli, avucunun içine aldığında
- dokunduğum yüreğin sanki dedi, hep kalacakmış gibiydi o avuçta ellerim, parmak uçlarım titredi, nefesime tutundum yine içimde. Ter oldu aktı yüreğim avunun içine...

-gidecekmiş gibisin? dedim...
Alnıma uzanan elinin sıcaklığıyla irkildim, yine içimde kaldı nefesim, çıkaramadım. Yüzüme dokundu ılık ılık, saçlarımı yana doğru çekiştirerek...Keşke saçlarım daha uzun olabilseydi diye geçirdim içimden, o zaman daha uzun süre dokunurdu bana...
-gideceğim, dedi belli belirsiz...
Bütün saatler uzadı birden, tüm zamanlar kısaldı, herşey birbirine karıştı. -dönecek misin? -diyemedim gözlerimdeki yaş engel oldu kelimelerime nefesimle birlikte içimde asılı kaldılar. Parmak uçlarıyla dokundu gözyaşlarıma, o sustu, ben ağladım... Avuçlarının arasında aldı aklımı, içinden ayrılığı ayıklamak istercesine. Dudaklarından küçük bir ıslaklık dokundu alnıma,
-sende kalan bana emanetsin, dedi usulca, belliydi o da zor konuşuyordu, ağladı ağlayacak, nemliydi gözleri...

Birazdan gidecekti ve ben bir çorap teki gibi anlamsız kalacaktım gidişiyle, halbuki iç içe saklanmayı isterdim bir çekmeceye... Boynuna sarılıp -gitme- diyecek oldum, milyonlarca düşünce dolandı kollarıma izin vermediler... Sözcükler nafileydi anlamıştım, durmazdı, duramazdı...

Yavaşça doğruldu oturduğu yerden, ayağa kalktı
-bu bir ayrılık değil, uzaklık , dedi usulca.
Üzgündü en az benim kadar, o konuşuyordu, ben susuyordum, bütün kelimeleri boğazıma dizip yutuyordum... Tüm renkler birbirinin içindeydi, bütün sözler kifayetsiz, ne desem de anlatamazdım ki içime çöreklenen sızıyı... Hızlı adımlarla ilerledi, bir an önce bitirmeli bu kabusu dercesine aceleyle,
-hoşça kal dedi,
bana dönen yüzünde ilk kez hüznün gölgesini gördüm, dizlerimin dermanını da giderken götürüyor gibiydi, ardından el sallayacak takatim bile yoktu, bütün enerjim sırtına yüklenmiş onunla birlikte gidiyordu sanki. Üzerinde oturduğum koltuk kadar hareketsiz, duygusuzdum, sadece gözyaşlarım sicim gibi iniyordu yanaklarımdan. Zamansızdı diye geçirdim içimden. İsyan, öfke, üzüntü, yalnızlık, ürkeklik, kaygı hepsi bir anda hücum etmişti beynime. Çaresiz hissediyordum kendimi, bir o kadar da perişan ve bitkin...

Sokak kapısının kapanışının sesi milyonlarca kez yankılandı beynimde... İçimde sürüklenen düşünceleri ifade edecek kelime bulamıyordum, bıraktığı yerde ne kadar oturduğumu, ne kadar ağladığımı hatırlayamayacak kadar bitkindi aklım... Son sözcüğü tekrarlıyordum sürekli -hoşça kal, hoşça kal, hoşça kal -... Hoş kalmak mı? Nasıl? İçimdeki derin sızıyla, yalnızlık duygusuyla, sessizlikle, bütün hislerim buz gibiyken nasıl hoş kalabilirdim ? Bütün hoşluğumun kendisi olduğunu bilmiyor muydu? Bir kez olsun seni seviyorum dememiştim ona ama, bütün cümleleri dilimde çözmem şart mıydı anlaması için ? Bütün vücudum uyuşmuş gibiydi, bu kadar ağır olduğumu hiç farketmemiştim, gücümü toplayıp yerimden kalktım usulca, ne kadar boştu herşey, ne kadar anlamsızlaşmıştı birden bire... Bundan sonra nasıl olacaktı hayat? Gittiği yer nasıldı? Dönebilecek miydi? Yoksa son kez mi bakmıştım gözlerine? Bir anda bu düşünce beynime bıçak gibi saplandı... Son kez? Son ?

Sesini tekrar duyabilmek umuduyla telefona sarıldım, ona - seni seviyorum - diyebilmek için telaşla aradım... Karşımda duygusuz soğuk bir ses
- aradığınız kişiye şu an ulaşılamıyor, lütfen daha sonra tekrar deneyiniz...
geç kalmıştım... Enkaz gibi hissediyordum kendimi, cama vuran yağmur damlalarıyla yarış eder gibiydi gözyaşlarım. Söylediklerini, anlattıklarını tekrar tekrar dinliyor gibiydim, sürekli aklımda konuştuklarını tekrarlıyordum, acaba söylemeyip içinde sakladıkları var mıydı? Baktığım yerde takılı kalıyordu gözlerim, bakışlarımı bir başka yöne çevirmek bile zul geliyordu bana. - insan herşeye alışır - diye naralar atan ben, daha ilk dakikadan koy vermiştim kendimi, bu mesafeye alışmam ne kadar sürecekti kimbilir? 2 yıl, 24 ay, 730 koca gün, hesaplayarak çoğaltıyor, kendimi iyice acılara boğmak istiyordum sanki. Tekrarlıyordum sürekli 2 koca yıl nasıl geçerdi...?

Günler süratle birbirini kovalıyordu, yavaş yavaş kabul etmiştim bu istemsiz uzaklığı, ama yokluğuna alışamamıştım, hala şiddetli ağlama krizlerine tutuluyordum zaman zaman. Hayatımızın içindeki eksikliği, özlem duygusunu telefon görüşmeleri ve mesajlarla gidermeye çalışıyorduk,
-hiç yoktan iyidir, en azından sesin var yanımda, diyordu.
Hep kısa konuşur, kesin ve net cümleler kurardı, her konuşmanın sonunu -seni seviyorum-diyerek bitirirdi. Bense ne zaman niyetlensem, bu sefer tamam kesinlikle söyleyeceğim desem, görünmez bir el sanki ağzımı kapatıyor, engel oluyordu bana, bir türlü içimden çıkaramıyordum bu kısa cümleyi. O da önemsemiyor gibiydi, hiç sormuyordu bana -sen de seviyor musun?- diye... Düşünüyordum bazen, ben olsam belki bin kez sorardım, bin kez şüpheye düşerdim söylenmeyen sevgiden...

Onunla konuşabilmek adına her gece saatlerce uykusuz kalıyor, beni aramasını bekliyordum, hiç aksatmadan her gece arıyordu değişik saatlerde. Ben bu kadar süre içinde onu hiç aramamıştım, ne zaman müsait olacağını, bulunduğu ortamı, durumunu kestiremiyordum, sadece küçük mesajlar atıyordum ona gün içinde. Arada bir sitem eder gibi -sen de arasan bazen- diyordu, gülüşüyorduk. Özlemle dolu konuşmalarla biraz olsun hasreti dindirmeye çalışarak gün sayıyorduk birlikte.

Gideli tam 8 ay olmuştu. Artık gittiğinin hesabını yapmaktan vazgeçmiş, içimde büyüttüğüm sevgiyle, birlikte geçirdiğimiz saatlerin anısıyla, sesini duyabiliyor olmanın verdiği güçle dönüşünü düşünmeye başlamıştım, uzaklığa alışmıştım. Bazen gidebileceğim bir yerde olsaydı keşke diye düşünüyordum, konuşurken o da bazen bana
- keşke uygun bir yer olsaydı, sen de yanımda olsaydın, evlenir birlikte gelirdik, diyordu. Bunu duyduğum zaman geniş bir gülümseme yayılıyordu yüzüme, sanki yanındaymışım gibi hayale dalıyordum, derince içimi çekiyordum, hoşuma gidiyordu bu düşünce. Yüzümdeki tebessümle, konuşulanların hayalleri eşliğinde uykuya dalıyordum. Sabah aynı neşe ve enerji ile başlıyordum güne, sanki uzak kalmamız iyi gelmişti sevda masalımıza, daha bir mutlu, daha bir umutlu olmuştuk ikimiz de.

Aylar bir birini kovalamış, koca yaz geride kalmış, sonbahar bile neredeyse bitmek üzereydi, kış aylarının soğukluğu kendini hissettirmeye başlamıştı. Ben işim ve evim arasında mekik dokuyordum. Tek eğlencem Pazar günleri yaptığım küçük alış-verişler, arada bir aldığım cdler, izlediğim filmler olmuştu. O gittiğinden beri kendimi şöyle bir İstanbul sokaklarına salıp orası senin, burası benim gezmemiştim, sanki o yokken İstanbul'a küsmüş gibiydim. Akşamları onun aramasını beklediğim saatlerde birlikte dinlediğimiz müzikleri açıyordum, aradığında o da duysun istiyordum, sanki yan yanaymışız gibi olsun, o da buradaymış gibi hissetsin diye.

Yine bir cumartesi akşamı idi, yiyecek bir şeyler hazırlamıştım kendime, bir yandan çayım ocakta kaynıyordu, yine birlikte dinlediğimiz bir şarkı çalıyordu, tekrar tekrar aynı şarkıyı dinliyor, bir yandan fotoğraflarımıza bakıyordum. Cumartesi akşamları her zamankinden daha erken saatlerde arardı, 21.00 gibi konuşmaya başlardık, bazen sabaha kadar bitmek bilmezdi sohbetimiz. Saate baktım, 20.37 olmuştu, ilk kez konuşacakmışız gibi heyecanla beklerdim arayacağı zamanı, saat ilerledikçe elim ayağım titremeye başlar, engel olamadığım bir heyecan sarardı tüm vücudumu, sigara üstüne sigara yakar, okuyacak bir şeyler bulup kendimi avutmaya çalışırdım ama, başarılı olmak ne mümkün, okuduğumdan da bir şey anlamazdım. Bir yandan yediklerimi topluyor, bir yandan düşünüyordum geçen zamanı, 1 yılı geçmişti, günler çabuk mu geçiyordu, ben mi beklemeye alışmıştım bilmiyorum, ama geriye saymaya başlamıştım kendimce. Çayımı her zamanki büyük kupama doldurup solana geçmiştim, en büyük ve en rahat koltuğa kıvrılmış, müziğin sesini biraz daha yükseltmiştim o da duyabilsin diye. Telefon elimde beklemeye başlamıştım, saat geçtiği halde bir türlü aramak bilmiyordu, bir kez daha olmuştu böyle, beklemiştim bütün gece sabaha karşı aradığında çok yorgun olduğunu görevden yeni döndüğünü belirtip özür dilemişti benden, hiç itiraz etmeden onunla güzel güzel konuşup telefonu kapattıktan sonra, beni artık sevmiyor diye düşünüp saatlerce ağlamıştım, galiba ben ağlamayı seviyordum, sorun yoktu ben yaratıyordum kendi aklımca ütopik yalanlar üretiyordum. Yine böyle bir şey olmalıydı, kendimi oyalayacak bir şey bulamıyordum, saat ilerledikçe sabırsızlanıyor bir o kadar da heyecanlanıyordum. Telefonu sürekli elime alıp ekranına bakmak ihtiyacı hissediyordum, sanki çalınca duymayacakmış gibi, bir ara telefonumun bozuk olduğundan şüpheye düşüp, ev telefonumdan kendi cep telefonumu arayıp çaldırdım, sorun yoktu çalışıyordu, yavaş yavaş deliriyor muyum acaba diye içimden geçirip bir kahkaha attım. Birlikte çektirdiğimiz son fotoğraf her zaman yanıbaşımdaki fiskos masasının üzerinde dururdu, elime aldım, parmaklarımı yüzünde gezdirip kocaman bir öpücük kondurdum.

Bacaklarımın sızladığını, belimin ağrıdığını hissederek yerimden doğrulmaya çalıştığımda koltuğun üzerinde uyumuş olduğumu farkettim, neredeyse sabah olmuş, gün aydınlanmaya başlamıştı, telaşla telefonumu aradım, ne kadar çaldırmıştı kimbilir, nasıl da duymamıştım, koltuğun altına düşmüş olan telefonu bulduğumda ekranında hiçbir arama ya da mesaj görmemiştim, aramış olsaydı da duymasaydım ne kadar üzülürdüm ya da aramamış olduğunu görmek mi beni daha fazla üzmüştü? İki soru arasında gidip geldim bir an için, mutlaka görevi bu kez daha uzun sürmüştür diye düşünerek kendimi rahatlatmaya çalıştım, aramak istiyordum ama bir türlü cesaret edemiyordum, duyulabilecek bir çok şey sırayla geçiyordu aklımdan, beklemeye karar verdim. Saatler geçtiği halde bir türlü aramıyordu, ters giden bir şeyler olduğunu düşünmeye başlamıştım. Bu sefer ona -seni seviyorum- demeye karar verdim, bu kez söylemeliydim. Hatta bu kez bekleyip saatleri kendime zehir etmek yerine aramalıydım. Bir süre bunun ne kadar iyi bir fikir olduğunu düşündüm, nereye kadar bekleyeceğim ya 1 hafta arayamazsa diye geçirdim içimden. Müsait değilse açmaz telefonunu ya da bunu söyler, buna kırılmamalıyım, neden bu kadar hassasım Allah'ım diye düşünerek kendime kızdım. Akşam olmak üzereydi, bütün günü telefon yanıbaşımda bekleyerek geçirmiştim, bir an önce sesini duyup kendimi rahatlatmalıydım, aksi halde bu geceyi de uykusuz geçirecek yarın işlerimi yapmakta zorlanacaktım.

Telefonun rehberinden numarasını seçip aradım, çalıyordu, ama karşıdan yanıtlayan kimse yoktu. Demek ki müsait değil diye geçirdim içimden, kötü şeyler düşünmek istemiyordum, ne olabilirdi ki? Göreve kaç kişi gidiyorlardı? Gerçekten ekranda izlediğim, gazetelerden okuduğum kadar kötü müydü oralar? Aceleyle televizyonu açıp, haber yayını yapan kanallara göz attım, bir şeyler olmuştu da acaba, yoksa....? Yok canım diye geçirdim içimden, olsa haber verirler miydi acaba? İyi de ben kimim? Niye bana haber versinler ki? Aklımda binlerce düşünce dolaşmaya başlamıştı yine. Mesaj göndermeye karar verdim ve -seni seviyorum aşkım, lütfen beni sensiz bırakma - diye yazıp yolladım. Birkaç dakika sonra telefonum çalmaya başladı, işte o arıyordu,
- seni seviyorum canım, çok merak ettim seni, diyerek açtım telefonu,
karşımda yabancı bir ses
- İyi akşamlar yenge dedi.
Olduğum yere yığılır gibi çöktüğümü hatırlıyorum. Ne olduğuna dair en küçük bir fikrim olmadığı gibi, binlerce düşünce birden hücum etmişti beynime, ağlamaya başladım hıçkırarak, - ne oldu? diye sorabildim sadece. Yine aynı ses ,
- yenge, 3 şehidimiz var, başımız sağolsun, komutanım da onlarla birlikteydi, pusuya düşmüşler, acımız büyük diyordu, artık duymamaya başlamıştım, başımın döndüğünü, dünyanın kapkara olduğunu, nefes almak istemediğimi, oraya yanına gitmek ne halde olursa olsun son kez yüzünü görmek istediğimi düşünüyor, sadece çığlık çığlığa bağırıp ağlıyordum. Karşı taraftan konuşan sesin değiştiğini farkettim
-hanımefendi iyi akşamlar lütfen sakin olun dedi titreyen ve bir o kadar sert bir ses,
- Allahım bize bunu neden yaptınız, neden?
diyerek bağırıyor karşıdaki adamın konuşmasına fırsat vermiyordum, ağzıma gelen bütün hakaretleri birbiri ardına yağdırıyor, sanki bütün suç ondaymış gibi bütün hırsımı, üzüntümü ondan çıkarmaya çalışıyordum, kendimi kaybetmiştim, beni sakinleştirmeye çalışan ses bir anda daha çok bağırmaya başladı,
-ben mi istedim, ben mi yaptım, benim ondan ve diğerlerinden farkım ne, diye.
-görebilir miyim, dedim,
son kez yüzüne bakmak, yüzünü iyice hafızama kazımak istiyordum.
-görmeyin, lütfen görmeyin, dedi adam.
Telefonu kapatıp duvara tüm gücümle fırlattığımı hatırlıyorum, saatlerce ağlamış, bağırmış, isyan etmiştim. İçimden sürekli -o artık yok, yok, yok, hiçbir zaman da olmayacak- diye sayıklıyor, elime ne geçerse sağa sola fırlatıp kırıyordum. Öyle büyük bir acı çökmüştü ki yüreğime, çıkmasına imkan yoktu.

Günlerce evden dışarı çıkmadan fotoğrafı elimde ağlıyordum, ne kadar zaman, kaç gün, kaç ay geçmişti üzerinden farkında bile değildim. Ölmek için her gece dua ediyor, canımın artık bana ağır geldiğini düşünüyordum. Cesaretsiz olduğum için kendime kızıyor, bir an önce yanına gitmem gerekiyorken hala bu dünyada yaşayabildiğime lanetler ediyordum, ne kadar kıymetliydi ki bu vücut bir türlü vazgeçemiyordum? İşi bırakmıştım, bütün gün bizim şarkılarımızı dinleyip, resimlerimize bakıp içiyordum. İyiden iyiye alkolik olmuştum, yaşamak istemiyordum. Nefes alabiliyor olmaktan nefret ediyordum. Uykusuz geçiyordu çoğu gecem, nadir uyuduğum gecelerde ise rüyamda hep beni çağıran hayalini görüyor, tam elimi uzatıp onu tutmak üzereyken, büyük bir patlama sesi duyuyordum vücudunun parçalarının üzerime yüzüme yapışıyordu, bağırarak hıçkırıklarla uyanıyordum.

Ölümünün üzerinden 10 ay geçmişti, gittikçe kötüleşiyordum, iyice zayıflamış, gözlerimin altında derin çukurluklar ve morluklar oluşmuş, yemeyen, insan içine çıkmayan, yabani kendine bile hayrı dokunmayan bir ayyaş olmuştum. İçkinin iyisini kötüsünü ayırt etmiyor, neye param yetiyorsa onu alıp içiyordum, bankalardaki hesaplarım tükenmek üzereydi, kendime zaman biçmeye çalışıyordum, bu hayatı sonlandırmalıydım, yaşamanın her türlüsü ağır geliyordu omuzlarıma, taşıyamayacağım kadar büyük bir yük bırakmıştı bana giderken... Sevgiyle dolu koskoca bir yalnızlık...

Oldukça yağmurlu bir sonbahar günüydü o gün, yine her yanı alkol kokan salonumda oturmuş şişelerin dibinde yalnızlığıma çare arıyordum. Kapının ziliyle irkildim, beni arayıp soracak kimsem yoktu, dostum, arkadaşım bile kalmamıştı, yanımda hiç kimseyi istemiyor, yaklaşmaya çalışanı bir şekilde bertaraf edip anılarıma gömüyordum kendimi. Birkaç kez çalan zilin merakıyla kapıyı açmak için ayaklandım, gözetleme deliğinden baktığımda 3-4 yaşlarında bir erkek çocuğu ve yaşlıca bir kadın gördüm. Kısa bir tereddüt geçirdikten sonra, merakıma yenik düşerek kapıyı açtım. Hiç tanımadığım iki insan vardı karşımda, içeri buyur ettim. Adımı ve soyadımı söyleyen bayan doğru yere geldiğine dair şüphedeydi, belki de karşısında bu kadar perişan bir kadın müsvettesi görmeyi planlamamıştı.
-benim buyrun lütfen, dedim.
Birlikte salona geçtik, her tarafa yaymış olduğum fotoğraflardan birkaç tanesini eline aldığında gözlerinden inen yaşlarını farkına vardım, yine bir sürü soru cümleleri yığılmıştı dilimin ucuna, kadın sustukça ben de konuşmaya cesaret edemiyordum. Onu nereden tanıyor olabilirdi ki? Kendine gelmesini bekledim, ancak toparlanabilirse bana bir şeyler anlatabilirdi, ben zaten darmadağındım, zoru anlayabilecek durumda değildi alkolle uyuşmuş olan beynim.

Bir süre sonra ağlaması kesilen kadın etraftaki dağınıklığa ve bana güvensizce ve aşağılayarak bakar gibi konuşmaya başlamıştı,
-kızım, dedi, yanındaki küçük çocuğu işaret ederek
-toparlanmalısın, sana emanet getirdim...
yanında sessizce oturan çocuğa baktım, olabilir miydi acaba? Bana hep anlattığı minik oğlu bu çocuk muydu? Çocuğun iri yeşil gözleri korku ve şaşkınlıkla karışık duygular içinde iyice büyümüştü, o da benim yüzüme bakıyordu. Söyleyecek söz, kurulabilecek bir cümle bulamıyordum. Nasıl olmuştu da bu çocuk bana emanet edilmişti? Annesinin yeniden evlendiğini ve bu çocuğu istemediğini biliyordum, ama babası hayatta olduğu için ve babaannesi tarafından bakıldığı için bu kadar rahattı kadın, babası olmayan bir çocuğu hem de kendi karnından doğan öz çocuğunu bir annenin reddebileceğine aklım ermiyordu.
-bana iyice anlatır mısınız lütfen bayan, dedim.
Gökhan'nın ölümünden kısa bir süre sonra acısına dayanamayan anne de vefat etmişti, çocuğa bakabilecek kimse yoktu, Gökhan annesine benden çok bahsetmiş, iyi bir anne olabileceğimi anlatmıştı ve eğer kendisine bir şey olursa oğlunun bana verilmesini istemişti. Çocuğu buraya getiren kadın, Gökhan'ın çocukluğundan beri yanlarında olan -ciciannem- diye hitap ettiği komşu anneydi. Bu kadından bana çok bahsederdi Gökhan.
-peki Serkan'ın annesi nerede?
diye sorduğumda aldığım yanıt daha ilginçti, ikinci eşinden de boşanmış bir başka adamla kimsenin bilmediği bir yerlere kaçmıştı. Gökhan'la aramızdaki sevginin büyüklüğüne inanan babaanne giderayak, torununu bana emanet etmeyi o da uygun görmüş oğlunun isteğinin yerine getirmesini bu kadından rica etmişti. Bir an içinde bulunduğum durumdan utandığımı farkettim. Benim artık bir oğlum mu var? diye geçirdim içimden.
-Gökhan'dan emanetse eğer, gerekirse canımı koyar ortaya yine de bakarım siz gönlünüzü ferah tutun, dedim kadına.
O gece birlikte kaldık, sabaha kadar Gökhan'la ilgili bir sürü şey anlattık karşılıklı, zaman zaman ağladık, arada bir güzel anılarla uzun zaman sonra gülebildim. Eskisi gibi tıpkı yine gülümsememin sebebi olmuştu Gökhan.

Hep birlikte ertesi gün Ankara'ya doğru yola çıktık, Gökhan'ın mezarını ziyaret edip, Serkan'ı babasıyla konuşturmak ve emanetini teslim aldığımı ona anlatmak istedim. Öğlene doğru mezarlığa ulaştığımızda, içimde bir mutluluk hissi vardı. Minik Serkan'ın elini sıkı sıkı tutmuş, sanki Gökhan geri gelmiş gibi içimi heyecan sarmıştı, birlikte yürüdük, kadın bizimle birlikteydi ancak önden hızlı hızlı yürüyor, bir an önce görevini yerine getirmenin rahatlığına kavuşmak istiyor gibiydi. Eliyle işaret ettiği yere doğru çocukla birlikte yürüdük, mezarın başına geldiğimde ağlamamam gerektiğini düşünerek dişlerimi sıktım, dua etmeye başladım.
Serkan ne olduğunu çok fazla anlayamayacak yaştaydı, oradan oraya götürülen çocuk hem yorgun, hem de korkuyla karışık bir hüznün içindeydi, üzüntüsü babasından çok babaannesini kaybetmiş olmasıydı. Zaten arada sırada gördüğü babasının yokluğu onun için çok büyük kayıp değildi belli ki. Duamı bitirip Serkan'ın elini tekrar tuttum ve beni duyabildiğine inandığım Gökhan'a
-oğlun artık, benim de oğlum rahat uyu sevgilim. Seni seviyorum diyerek veda ettim.
Geri döndüğümüzde bana çocuğu getiren kadın ortalarda yoktu, mezarlığın kapısında kenarda oturmuş ağlarken buldum onu,
- sağolun efendim diyerek elini öptüm
- artık gitme vakti dedim.
Serkanı ve beni öpen kadınla orada ayrıldı.

Havaalanına geldiğimizde Serkan'a
-söz, dedim
-büyüdüğün zaman bir gün sana bütün bunları anlatacağım.
çaresizlik içinde gözlerimin içine bakan çocuğu kucağıma alıp oturttum başını sımsıkı göğsüme yaslayıp
- yapılacak çok işimiz var Serkan, dedim.
Birbirimize bakıp gülümsedik. Hayatta birbirimizden başka sarılacak kimsemiz yoktu ikimizin de. Daha önce birbirini tanımayan iki yürek bir yok oluşla birleşmişti, bütün anılarımız gözlerimin önünden geçti bir bir, ne umarken ne bulmuştuk yaşamdan... Acıyla biten aşk bana dünyanın en güzel hediyesini bırakmıştı giderken.

Hayat yeniden başlıyordu...

tuOneLa - avatarı
tuOneLa
Ziyaretçi
6 Kasım 2006       Mesaj #1843
tuOneLa - avatarı
Ziyaretçi
.: SAKAYLA GELEN AŞK :.
HERŞEY ARKADAŞ ORTAMIN DA BASLAMIŞ TI FAKAT ÇOCUK KIZI SEVMİYODU VE ONUNLA OYNAMA YA KARAR VERDİ FAKAT SONUNDA KAYBEDEN O OLDU AYRILADAN YARIM SAAT ÖNCEKİ TELEFON KONUŞMALARI:
ÇOCUK: OYNADIM KIZIM SENLE ANLA ARTIK SEVMİYORUM SENİ
KIZ: NİYE YAPTIN BUNU ACIMADN MI BANA SANA OLAN SEVGİME
COCUK: İSTEMİYORUM ARTIK KONUŞMANIN Bİ ANLAMI YOK
KIZ TELEFONU KAPATIRKEN SON KEZ: SENİ SEVİYORUM AŞKIM DER VE KONUSMA BİTER.
COCUK:BİRDEN DÜSÜNÜR NİE BÖLE BİŞİ YAPTIINI ODA SEVMSTR KIZI HERŞEYLERİ ÇOK GÜZEL GİTMİŞTİR AMA Bİ ANLAM VEREMEZ ÖZÜR DİLEMEK İÇİN TEKRAR ARAR FAKAT TELEFONA KİMSE BAKMAZ. EVLERİNE GİTMEYE KARAR VERİR VE BİR SELA SESİYLE İRKİLİR SÖYLENEN İSİM KIZIN İSMİDİR İNANMAZ VE İÇERİ GİRER ODANIN HERTARAFI KAN İÇİNDEDİR KIZIN CESETİ İNDRİLİRKEN KIZIN ELİN DE OLAN SESYE GÖZÜ TAKILIR VE BAKAR:::
KIZIN YAZDIKLARI::TÜM SEVİPTE SEVİLMEYENLERE İBRET OLSUN Broken Crying
tuOneLa - avatarı
tuOneLa
Ziyaretçi
6 Kasım 2006       Mesaj #1844
tuOneLa - avatarı
Ziyaretçi
.: Karlı Dağın Gizemi :.

Üç yıla yakın süredir, bir gün bile tatil yapmamıştım. Derken, umulmadık bir anda, iki hafta için kentten uzaklaşma olanağını elde ettim.Dağ karlar altındaydı; kiraladığım kulübeye büyük güçlükle çıkabildim. Ama, mavi gökte güneş pırıl pırıl parlıyor; kayaklarımın altında milyonlarca kar tanesi gevrek gevrek eziliyordu. Kendimi birden çok mutlu hissettim.

Burada, tüm bu güzellikler arasında, yaşamın streslerinden uzak bir düş gibi kalmıştı. Geceleri ve sabahın erken saatleri çok soğuk oluyordu; fakat gündüzleri hava ılıktı. Saatlerce kayak yapıyor ya da kulübemin dışında güneş banyosu yapıyordum; yalnızlıktan bu denli zevk aldığımı hiç anımsamıyorum.

Bir gece kar bastırdı; uzun karanlık, sonunda kurşunî bir sabaha yerini bırakınca o günü dinlenerek geçirmekten başka çarem olmadığını anladım. Aynı gün öğleden sonra, çok güçlü bir fırtına kulübeyi kırbaçlamaya başladı ve yine akşam oldu. Kulübenin keresteleri gıcırdıyor, rüzgar adeta bacadan içeri saldırmaya çalışıyordu. Bir keresinde, birinin seslendiğini duyar gibi oldum. Kapıyı açmaya yeltendimse de rüzgarın şiddeti beni odanın içine savurdu.

Kar, birike birike pencere pervazına dek yükselmişti. İster istemez ateşin başına döndüm.

- “Beni kimse çağırmış olamaz” diyordum; dışarıdaki cehennemde hiçbir insanın sağ kalamayacağı kesindi.

Kulede üç gün boyunca kaldım. Dördüncü gün, masmavi gökte altın renkli bir güneş, sabahı müjdeledi. Fırtına, biriken karları, kulübenin önünden yanlara sürüklediğinden, dışarıya çıkıp temiz havayı bol bol ciğerlerime doldurabildim. Ortalık bembeyazdı ve kesinlikle sessizliği bozan tek bir ses yoktu. Kendimde tükenmeyecek bir güç hissederek kayaklarımı ayaklarıma geçirdim, ama ilerlemek kolay değildi; tozumsu karın içine gömüldüm. Birkaç saat sonra yorularak kulübeye dönmeye karar verdim.

Dağın arkasında güneş batıyordu; altın rengi, kırmızıya çalmaya başlamış ve karın sonsuz beyazlığına pembe bir parıtlı vermişti. Kadını işte o zaman gördüm. Yanıma gelinceye dek, yakınlarda bir insan olduğunu fark etmemiştim bile. Birden genç ve güzel bir yüzle burun buruna gelince irkildim.

Başında, Kuzey İtalya’da kimi kadınların kullandığı, siyah bir atkı vardı. İnce vücudunun üzerine kirli bir asker kaputu atmıştı. Siyah atkılı ayakkabılarına şaşkınlıkla baktım. Ayaklarında kayak olmadığına göre, bu kof ve derin karların üzerinde nasıl olup da saatlerce batmadan yürüyebilmişti? Üstelik hiç de yorgun görünmüyordu. Ama gözlerinde büyük bir kaygı okunuyordu. Hafif bir yabancı aksan ile bana dedi ki:

- “Kulübenize dönünce, lütfen fenerinizi yakıp buraya getirir misiniz? Eşim Alfredo aşağıda ve yukarı çıkmaya çalışıyor. Işığınızı görürse, güç bulup çıkabilir belki.” Ona hâlâ şaşkınlıkla bakıyordum.

- “Peki, kayaksız olarak buraya nasıl çıkabildiniz? Hem neden eşinizin yanından ayrıldınız?” diye sormaktan kendimi alamadım.

- “Yardım getirmek için onu bıraktım. Ben dağı çok iyi bilirim, hiç de korkmam.”

İçimde kadına karşı bir sempatinin uyanmakta olduğunu hissediyordum. “Kayaklarımın arkasına basın ve bana tutunun. Birkaç dakika içinde kulübeye varırız; siz orada dinlenip sıcak birşey içerken, ben gidip eşinizi ararım” dedim.

Soğuk müthişti; biraz ısınmak için ellerimi çırpıyor ve vücudumu ovalıyordum. Gökyüzü daha şimdiden mürekkep gibi kararmıştı. Kadın kayaklarıma basarken, “Teşekkür ederim” dedi, ardından sırtımda küçük bir elin dokunuşunu hissettim.Fakat, kulübeye birkaç yüz metre kala, onun benimle olmadığını fark ettim. Dehşete düşerek seslenmeye başladım. Fakat bana yalnız, karla kaplı dağ yamaçlarından yankılanan kendi sesim yanıt verdi.

Kulübede, kibriti çakıp fenerin fitilini tutuştururken ellerim titriyordu.Feneri kemerime bağladım ve yine dondurucu soğuğa çıktım. Fakat karşılaştığımız yere varıncaya dek her tarafa baktığım halde, kadına rastlamadım. Ayak izlerini bile göremedim.Şimdi, gökyüzünde ay çıkmıştı. Aniden, uzun bir zamandır çepeçevre dönmekte olduğumun farkına vardım. Kulübemin sıcağına kavuşmaya can atıyordum. Her tarafım uyuşmuş, kafam da dumanlanmıştı; kadının eşini bu arada tümüyle unuttuğumu itiraf edeyim.

Derken, çok hafif bir ses duydum. Büyük bir çaba harcayıp dönerek dik yamacı son hızla indim. Yamacın eteğinde biri yüzüstü yatıyordu. Bu durumuyla hâlâ sesleniyor ve birşeyler mırıldanıyordu.Adam, kırksekiz saate yakın uyudu. Sonra, yine gözlerini açarak uzun uzun çevresine bakındı. Zayıf, ama genç bir sesle,

- “Yaşamımı kurtardığınız için minnettarım” dedi.

- “Daha fazlasını yapabilmeyi isterdim” diye karşılık verdim.

- “Alfredo’sunuz, değil mi?”

Adını bilmem onu şaşırtmadı; yalnızca başını eğmekle yetindi.Artık ona gerçeği söylemem gerekiyordu. Ona, eşine rastladığımı, benden ne yapmamı istediğini ve onu nasıl tekrar kaybettiğimi teker teker anlattım. Adam hiçbir şey söylemeden faltaşı gibi açılmış gözlerle bana bakıyordu.Neden sonra, başını duvar tarafına döndürerek acı acı ağlamaya başladı. Bu büyük acısı karşısında elimden bir şey gelemeyeceğini anlayarak kulübede onu yalnız bıraktım.Geri döndüğüm zaman, onu, ocağın yanında oturmuş, alevleri izlerken buldum. Bu kez sesi sakindi.

“Dağın eteğinde, iki kayaktan yapılmış bir haç vardır” dedi.

“Altı ay önce donarak ölen genç eşimi oraya gömmüştüm.”

Bundan sonra uzun bir süre konuşmadık. İkimiz de bir mucizenin gerçekleştiğini ve bunun açıklanmasının olanaksız olduğunu anlamıştık.Gözlerim pencerenin dışına, dağın zirvesine takıldı. Batmakta olan güneş, buraya altın ve kırmızı renkte bir taç oturtmuştu sanki. Doğanın sonsuz güzelliğinin çerçevesi içinde aşkın tanığı olmuştum. Birden kendimi çok güçsüz hissettim.
MARLON - avatarı
MARLON
Ziyaretçi
6 Kasım 2006       Mesaj #1845
MARLON - avatarı
Ziyaretçi
Okumadan GeÇme "gerÇek AŞk"

YAPRAK 17
10-29-2005, 08:15 AM

Gerçek Bir Hikaye [#5160]
Onu ilk kez orta 2 de görmüstüm. Gerçekten çok güzeldi. Dümdüz saçlari, ela gözleri vardi. Içimde acayip birsey hissetmistim. Ama o bana sadece bakmisti. Benim sanki dünyam yikilmisti. Sonraki günler gene okulda onu görüyordum. Ama o bana sadece bakiyordu. Onu düsünerek bütün yili geçirmistim.

Son siniftaydim. Okulun ilk günüydü. Herkes birbiriyle selamlasiyordu. Ben biraz geç gitmistim. Zaten okulun ilk günüydü. Gene onu görmüstüm. Çok güzeldi. Daha bir güzel olmustu. Sanki bütün bir yaz, güzellik merkezinde geçirmis gibiydi. Koridorda yürürken herkes ona bakiyordu. O an “ALLAHIM!! NE KADAR GÜZEL BIR KIZ…!!!!!!” diye geçirdim içimden. Ama biliyordum, böyle bir kiz benimle beraber olmazdi. Sinifi benimkinin hemen yaniydi. Arkadaslarimi görme bahanesiyle siniflarina girerdim. Amacim onu daha çok görmekti. Ogün birçok kez onunla göz göze gelmistim. Ama o hep baska taraflara bakiyordu. Benimse sanki dünyam yikiliyordu. O aksam eve gittim. Gece hep onu düsündüm. Kendi kendime: “BEN NE YAPIYORUM!!” dedim. Muhakkak beraber oldugu biri vardir diye geçiriyordum içimden. Unutmaya çalisiyordum. Ama hep onu düsünüyordum. Hergün gözgöze bakismalarla sömestr gelmisti. Kafama koymustum. Tatilden sonra muhakkak onunla tanisacaktim. Ve bu hayalimle yariyil tatiline girmistim.

Nihayet tatil bitmisti. 15 gün bana 15 asir gibi gelmisti. Ve nihayet onu görmüstüm. Koridorda yürümüyor adeta süzülüyordu. Sinifina girdi. Arkasindan bende girmistim. Sinif çok kalabalikti. Yerine oturdu. Sonra bana bakti. Ve güldü. Beni o sekilde donmus bir mumya gibi görünce yüzünde bir gülümseme oldu. Bense kipkirmizi olmustum. Hemen ordan uzaklastim. Hiç tenefüse bile çikmadim. Okul çikisinda eve yildirim hiziyla varmistim. O aksam hiç uyuyamadim. Uzun zamandir hoslandigim kiz bana gülümsemisti, ama ben kaçmistim. O kalabalik ortam benim bütün cesaretimi kirmisti. Bir hafta boyunca hiç onun yüzüne bakamamistim.

Bir gün kantinde tek basima otururken yanima geldi. Ben saskinliktan hiçbirsey yapamamistim. O dünya güzeli kiz neden yanima gelmisti diye kendi kendime sorarken, bana : “Geçen gün için sizden özür dilerim. “ dedi. Ve uzun uzun gözlerimin içine bakti. Gözlerimin içine bakarken yüregimde bir sicaklik hissettim. Ama heyecanimdan hiçbirsey söyleyemedim. Ve yanimdan kalkti gitti. Hiçbirsey anlamamistim. Neden özür diledi. Ve neden gözlerimin taa içine uzun uzun bakmisti.

Artik karar vermistim. Onunla ne pahasina olursa olsun tanisacaktim. Birgün okul çikisinda gözlerim onu aradi. Ve en sonunda onu gördüm. Hemde yanlizdi. Iste firsat diye geçirdim içimden ve ona dogru yürümeye basladim. Yanina vardigimda bana bakti ve gene uzun uzun gözlerimin içine bakti. O an nasil yaptim hala bilmiyorum ama ona : “ SIZINLE KONUSABILIRMIYIZ??” dedim. Bir an bir suskunluk oldu. Ve “OLABILIR!” dedi. Sanki dünyalar benim olmustu. Uzun zamandir hoslandigim kizla tanisma imkani bulmustum. Okulumuzun hemen yaninda park vardi. Oraya dogru yürümeye basladik. Ama hiçbirsey konusmuyorduk. En sonunda parka varmistik. O oturmustu ben ayaktaydim. “BENIMLE NE KONUSMAK ISTIYORSUNUZ?” dedi. Bende bütün cesaretimi toplayarak: “SINIFLARIMIZ YANYANA… SIZIN SINIFTA HEMEN HERKESI TANIYORUM. SIZ HARIÇ.. SIZINLEDE TANISMAK ISTEMISTIM DE.” demistim. Oda “BILIYORUM. HEMEN HER TENEFFÜS BIZIM SINIFTASINIZ.” dedi. Heyecanim giderek azaliyordu. Ama kalbim deli gibi atiyordu. Sonra : “BEN RIDVAN” dedim elimi uzatarak. “BENDE ARZU!!!” dedi. Tokalastik. ARZU dedim içimden. “EFENDIM” dedi. Sadece bakisiyorduk. Bir an “ELLERINIZ TITRIYOR!!” diye bir ses duydum. Özür dilerim dedim. Ellerimiz ayrilirken dualar ediyordum. Bu an hiç bitmesin diye. “YARIN DAHA ÇOK VAKTIMIZ OLUR. EVE GEÇ KALDIM!!” dedi. Ben sadece bakakalmistim. Ayrilirken gene bana bakti ve güldü. Ama bu seferki bir baska gülüstü. Kalbim deli gibi atiyordu. Sabahi iple çekiyordum. O gün zar zor uyumustum.

Erkenden kalkmistim. Apar topar okula varmistim. Koridorun ucunda adeta kamp kurmustum. Içimden “ARZU, ARZU, ARZU” diyordum. Bir an “EFENDIM!” diye birses duydum. Arkami döndüm ve onu gördüm.Meger o gün erken gelmis. Ben heyecandan ne yapacagimi bilmezken o bana “MERHABA” dedi. Biraz bekledikten sonra “MERHABA” diye karsilik verdim. “ILK IKI DERSIM BOS. “ dedi. Ve lafini bitirmesine izin vermeden “BENIMKILERDE “ dedim. Beraber kantine indik. Kimseler yoktu. Masanin etrafina karsilikli olarak oturduk. Sadece bakisiyorduk. Bir an kitaplarim yere düstü. Ve o ses beni kendime getirdi. Onunla muhabbet etmeye basladim. Nereli, kaç yasinda, kaç kardes herseyini ögrenmistim. Konustukça ne kadar güzel konusuyo, ne güzel fikirleri var diyordum. Sonra zil çaldi. 2 ders bu kadarmi kisa sürerdi. Siniftayken yillar gibi gelen dakikalar, simdi sanki birkaç saniye gibiydi. “ZIL ÇALDI. GITMEM GEREKIYOR. “ dedi ve yanimdan ayrildi. Giderken gene o hasta oldugum gülümsemesini yapti.

Daha sonraki günler gene onunla kantine inip muhabbet ettik. Bazen siniflarina gittigimde onunla konusan erkek gördümmü ters ters bakardim o çocuklara. Onun hiçbir erkekle beraber olmasina tahammül edemiyordum. Onu herkesten kiskaniyordum. Hemen her teneffüs beraberdik. O da bundan rahatsiz gibi görünmüyordu. Samimiyetimiz bayagi ilerlemisti. En sonunda kafama koydum. Ona soracaktim. Beraber oldugu biri varmi. Eger beraber oldugu biri yoksa, acaba beni kabul edermi??? Evet bunu yapacaktim.

Bir cuma günü, okul çikisinda “HAFTASONU NE YAPACAKSIN?” diye sordum ona. Arkadaslariyla okulda bulusup taksime gidecegini söyledi. Üzülmüstüm. Oysa benimle beraber olmasini o kadar çok istiyordumki!!! Kafami önüme egdigim anda “AMA PAZAR GÜNÜ EVDEYIM!!” dedi. Kafami kaldirip yüzüne baktigimda gülümsüyordu. Hemen lafi degistirip “ISTERSEN EVINE KADAR BERABER YÜRÜYELIM” dedim. “TAMAM” dedi. Yolda yürürken hep o konusuyordu. Bense pazar günü ne yaparim diye kafamda planlar yapiyordum. Evinin önüne geldigimizde “ISTE EVIM BURASI “. “BENIMLE BERABER YÜRÜDÜGÜN IÇIN TESEKKÜRLER” dedi ve usul usul bana bakarak evine girdi. Pazar gününü iple çekiyordum. Bir bahane bulur ve evine giderim diye düsünüyordum. Pazar günü erkenden kalktim. Ama pencereden disari baktigimda bütün planlarim altüst olmustu. Disarida acayip bir yagmur vardi. Bende mecburen evde oturmak zorunda kaldim.

Okullarin kapanmasina bir ay kala “LISEYI NERDE OKUYACAKSIN?” diye sordum ona. “BILMIYORUM!! AMA BÜYÜK IHTIMALLE BAKIRKÖY’DE” dedi. “NASIL YANI BÜYÜK IHTIMALLE” diye sordum. “SANA GÖSTERDIGIM EV TEYZEMIN EVI….. ANNEM BABAM VE ABIM KEMERBURGAZDA OTURUYORLAR…. ORDAKI OKULLAR PEK IYI DEGIL…. ONUN IÇIN BENI BURAYA, TEYZEMIN YANINA GÖNDERDILER.” dedi. Nasil yaptim bilmiyorum ama “IYIKI GÖNDERMISLER” dedim. Bana bakti ve güldü. “INSALLAH AYNI OKULA DÜSERIZ” dedim. O da kafasini evet der gibi salladi.

Son hafta “TATILDE NE YAPACAKSIN” diye sordum Arzu’ya. “MEMLEKETE GIDECEGIZ” dedi. Ben sanki yikilmistim. “YANI IZMIR’EMI GIDIYORSUNUZ” diyebildim. Basini öne egerek “EVET!!!” dedi. Bir an durdum ve “SEN GELENE KADAR SENI BEKLEYECEGIM!!!” dedim. Bana bakti ve güldü. Gözlerine baktim sanki isil isil parliyordu. Ve aniden boynuma sarildi. Sanki “BENI BIRAKMA !!” der gibiydi. O an kalbimde bir sicaklik hissettim. Aglamamak için kendimi zor tuttum. Sonra “HADI GIT….. NE OLUR ÇABUK DÖN!!” dedim. Ve gitti.

Okul bitti. Tatile girdik. Ben hep onu düsünüyordum. Geceleyin sokaklarda bos bos dolasip onu hayal ediyordum. Eve geç gidiyordum. Bu aralar evlede aram açilmaya baslamisti. Onun yanindayken birkaç saniye gibi geçen saatler, artik asirlar gibi geliyordu. Onu çok özlüyordum. Acaba oda beni özlüyormu diye içimdende geçiriyordum. Hergün dualar ediyordum. Onun yüzünü biran önce görmek için. En sonunda dualarim kabul olmustu. Okullarin açilmasina bir ay kala istanbula gelmisti. Telefon çaldiginda bakmistim. Arayan oydu. Sesini hemen tanidim. “BEN GELDIM.. BENI HALA BEKLIYORMUSUN?” diye sordu bana. “EVET. HEMDE DUALAR EDEREK BEKLIYORUM” dedim. Okulun önünde bulusalim dedi. Tamam dedigim gibi disari çiktim. Yürümüyor sevincimden kosuyordum. Okula vardigimda ter içinde kalmistim. Onu beklemeye basladim. Ve onu köseden dönerken gördügümde gözlerime inanamadim. 2 ay boyunca göremedigim, ugruna dualar ettigim kiz bana gülümseyerek geliyordu. Bende ona dogru yürümeye basladim. En sonunda beraber olmustuk. “HOSGELDIN” dedim, oda “HOSBULDUK” dedi. Gözlerim dolmustu. “SENI ÇOK ÖZLEDIM ARZU” dedim ve boynuna sarildim. Öyle bir sarildim ki 2 ayin hincini çikartiyordum adeta. Oda bana sariliyordu. Sonra gözlerimiz bulustu. “SENIN EN ÇOK NEYINI ÖZLEDIM BILIYORMUSUN!!! ELA GÖZLERINI VE EN ÇOK DA GÜLÜSÜNÜ” dedim. Bir an bakakaldi. Sana birsey söyleyecegim dedi. Ailem liseyi bakirköyde okumama izin verdi. Bu lafi duyunca sanki dünyalar benim olmustu. Sevdigim kizla ayni yerde liseyi okuyacaktim.

Birbirimizin telefonlarini aldik ve onun hangi liseye kayit olacagini ögrendim. Kendimi de o liseye kayit ettirdim. Okulun ilk günüydü. Onu kapinin önünde bekleyeme basladim. En sonunda görünmüstü. Ama yaninda bir erkek vardi. O an dünyam basima yikilmisti. Sevdigim kizin yaninda bir erkek vardi. Hemde bayagi büyük biriydi. Bu bana çok koymustu. Ben bunlari düsünürken o beni gördü kosarak yanima geldi. “MERHABA” dedi. Ben sadece gözlerine bakiyordum. Cevap vermedigimi görünce “NE OLDU” dedi. “KIM O ÇOCUK” dedim. Sakayla karisik “YOKSA KISKANDINMI?” dedi. Bayagi sinirlenmistim. O da bunu anlayinca o benim abim. Okulun ilk günü beni birakmaya geldi. Nasil bir okul oldugunu annemlere söyleyecek dedi. Ben “OH BE “ dedim. “NEDEN OH BE DEDIN” diye sordu bana. “HIIIÇ” dedim. Gözlerimin içine bakti. Sanki bana birseyler anlatmak istiyordu. Sonra “ARZU” diye bir ses duydum. Ikimizde ayni yöne bakinca abisinin yanimiza geldigini gördüm. Hadi gir içeri dedi. O da tamam dedi. Abisi bana bir bakti. Sonra çekti gitti. Ben çok mutluydum. Çünkü sevdigim kizla ayni okuldaydim.

Bir hafta sonra Arzu’ ya “SENINLE BIRSEY KONUSACAGIM.” dedim. “NE HAKKINDA” diye sordu. “ÖZEL BIRSEY” dedim. Gözleri parlayarak “TAMAM” dedi. “CUMARTESI OKULUN ÖNÜNE GEL ORDA BULUSUP BIRYERLERE GIDIP KONUSURUZ” dedim. O da olur dedi. Bu sefer bütün cesaretimi toplayip bu kiza onu deliler gibi sevdigimi söyleyecegim. Diye içimden geçiriyordum. Cuma günü arzu birini getirdi yaninda. Ben arkadasi sanmistim. Sizi tanisatirayim dedi. Kizin adi fulyaymis. Arzu’ nun yegeniymis. Ayni okulda olmasinin bir sebebi de oymus. Ailesi bir akrabasi yaninda olursa daha iyi olur demis.

Ertesi gün erkenden kalktim güzelce giyinip okulun yolunu tuttum. Okulun önünde beklemeye basladim. Köseyi döndügünü görünce sok olmustum. Harika giyinmisti. “NE KADAR GÜZEL!!” diye geçirdim içimden. Yanima geldi “MERHABA” dedi. “BUGÜN ÇOK GÜZELSIN” dedim. Yanaklari kipkirmizi oldu. Basini önüne egip “TESEKKÜR EDERIM!!” dedi. Ileride bir café var oraya gidelim dedim. Olur dedi. Kafeye vardigimizda birseyler söyledik. Ve konusmaya basladik. “BENIMLE NE KONUSMAK ISTIYORSUN?” diye sordu Arzu. “BIR KIZDAN HOSLANIYORUM. AMA ONA BIR TÜRLÜ AÇILAMIYORUM. BANA YARDIM EDERMISIN?” dedim. Ben bunlari söyledikten sonra gözleri dolmustu. Aglamamak için kendini zor tutuyordu. Gözlerimin içine bakarak “O KIZI TANIYORMUYUM?” diye sordu. “EVET!!! HEMDE ÇOK YAKINDAN TANIYORSUN..” diye cevap verdim gözlerinin taa içine bakarak. Sanki daha bi yikilmisti. Ama bilmiyorduki hoslandigim kiz oydu. “SENCE NE YAPMALIYIM?”
diye sordum ona. Içinden ne geliyorsa onu yap dedi. “BEN DUYGULARIMI KOLAY KOLAY ANLATAMAM..” dedim. “SEN BILIRSIN.” “ARTIK BENI EVE GÖTÜR!!!” dedi. “NEDEN! NE OLDUKI ?” diye sordum. “BASIM AGRIYOR!” diye karsilik verdi. Peki deyip onu evine kadar götürdüm. Eve gidene kadar yolda hiç konusmadik. Evinin önüne gelince gözlerimin içine bakti. Içim sizlamisti o bakislar karsisinda. Boynuma sarilip kulagimin içine birseyler söyledi. Ama anlamamistim. Tekrar söylermisin dedim. Bosver dedi yüzüme bakmadan apartmanin içine girdi. Sanirim agliyordu. Sanirim onu üzmüstüm. Hayatta tek deger verdigim insani aglatmistim. Bu bende tarif edilemez bir aciya sebep olmustu. Ondan sonraki günler benimle pek konusmamaya baslamisti. Onu her gördügümde bir yerlere dalip gidiyordu. Bir hafta sonra “ARZU NEYIN VAR!!! KAÇ GÜNDÜR BENIMLE FAZLA KONUSMUYORSUN..” diye sordum. Oda bana “O HOSLANDIGIN KIZLA SENI YANLIZ BIRAKIYORUM YA!! DAHA NE ISTIYORSUN!!” dedi. Sinirli sinirli bakarak. Beni okul çikisinda eski okulumuzun ordaki parkta bekle. Sana o kizin kim oldugunu söyleyecegim dedim. Basini öne egerek “OLUR BEKLERIM!!” dedi. Okul çikisini iple çekiyordum. Çok ama çok heyecanliydim. Ve sonunda zil çalmisti. Okulun kapisindan çikarken “ALLAHIM BANA GÜÇ VER!!” diye dualar ettim. Parkin önüne gelip beklemeye basladim. Bir kaç dakika sonra yanima geldi. “HADI SÖYLE!!” dedi. “SANA DAHA ÖNCEDE SÖYLEMISTIM…. BEN DUYGULARIMI, IÇIMDEKILERI KOLAY KOLAY DILE GETIREN BIRI DEGILIM. “ dedim. Gözlerinin taa içine bakarak. “HOSLANDIGIM KIZIN EN ÇOK NEYINI BEGENIYORUM BILIYORMUSUN"”diye sordum. Gözlerimin içine bakarak “SÖYLE!!” dedi. Gözlerimi kapatip ve bütün cesaretimi toplayip
“ELA GÖZLERINI!!!!! VE EN ÇOK DA GÜLÜSÜNÜ!!!!” dedim. Sonra gözlerimi açtim. Rahat bir dakika sadece bakistik. Sonra boynuma sarildi. Ve hüngür hüngür aglamaya basladi. Kulagima “BENDE!” dedi. O kiz kim anladinmi? Diye sordum. Basini salladi. Sonra yüzüme bakarak tekrar “BENDE!” dedi. Ve kosarak evine gitti. Hiç kipirdayamiyordum. Sanki donup kalmistim. “ALLAHIM SANA SÜKÜRLER OLSUN!!” diye defalarca içimden geçirdim. En sonunda benimde artik bir sevdigim var. diyordum. Heyecanimdan kalbim deli gibi atiyordu. O hoslandigim kiz, ugruna dualar ettigim kiz. O da benden hoslaniyormus. Bunu bildikçe sevincim bir kat daha artiyordu. Sonra o parktan taa eve kadar yürüyerek geldim. Aksam yattigimda ne kadar yoruldugumu anladim. Sabahleyin kalkar kalkmaz kahvalti bile yapmadan okula gittim. Siniflarina gittim daha gelmemisti. Çok iyi dedim içimden. Onu karsilarim. Dedim içimden.. 10 dakika sonra koridorun ucunda görünmüstü. Sanki bana daha bir baska gözüküyordu. Daha bir güzellesmis gibiydi. Koca okulda sadece koridorda yürüyen ARZU, birde ona bakan BEN vardim sanki. Hiçkimseyi gözüm görmüyordu. Koridorda yürürken sadece o bana bende ona bakiyordum. Yanima geldi “MERHABA” dedi. Kekeleyerek “MERHABA” diyebildim. “KANTINE GIDELIMMI “ diye sordu. “TABIKI” dedim. Kantine vardigimizda kimseler yoktu. Kantinin ortasinda durdu, bana döndü, resmen aglamak üzereydi. Boynuma sarilip “NE OLUR BENI BIRAKMA!!” dedi. O anki duyguyu anlatamam. Hani derler ya yasanmadan anlamazsin, gerçektende öyle birseydi. Aglayarak cevap verdim. “HIÇBIR ZAMAN!!” dedim. Sonra bana daha bi siki sarilmaya basladi. Rahat bir dakika boyunca birbirimize sarilmistik. Sonra gözlerimiz birbirimize bakti ikimizde agliyorduk. “BILIYORUM!! DUYGULARINI DILE GETIREMIYORSUN.. AMA INAN SENDEKI DUYGULARIN AYNISINI BENDE SANA HISSEDIYORUM… SÖYLEMESENDE BILIYORUM… BENI DELI GIBI SEVIYORSUN… BUNU HISSEDEBILIYORUM..” dedi. Ben sadece kafami öne egip “EVET!!” diyebildim. Neden bilmiyorum ama söyleyemiyordum. Onu deliler gibi sevdigimi ugruna canimi verebilecegimi bagira bagira söylemek istiyordum, ama yapamiyordum. Bütün bir yil boyunca hep beraber dolastik. Hafta sonlarini ve teneffüsleri iple çekiyordum. Onu daha fazla görebilmek amaciyla.

Yil sonu yaklasiyordu. Okulun kapanmasina yaklastikça daha bir hüzünleniyordu. Bir gün “NEDEN SON GÜNLERDE HÜZÜNLENIYORSUN?” diye sordum. “BILIYORSUN!! TATILLERDE HEP MEMLEKETE GIDIYORUZ. SENDEN AYRILMAK BENI MAHVEDIYOR. ONUN IÇIN ÜZÜLÜYORUM.” dedi. Biliyordum. Her yaz memlekete giderlerdi. Ve bu beni daha bir üzerdi. “NE OLUR GITME!! HIÇ OLMAZSA BU YAZ ISTANBUL DA KAL” dedim aglayarak. “AGLAMA!!! SEN AGLADIKÇA BEN DAYANAMIYORUM. ÇOK ÜZÜLÜYORUM.” diyordu. “BENIM IÇINDE ÇOK ZOR GEÇECEK. SENSIZ 2 KOCA AY” dedi. Ve sonunda okullar kapandi. Giderken onu son bir kez daha görmek için evlerine gittim. Kapida babasinin arabasi vardi. Evet gidiyorlardi. Az sonra hepsi birden kapidan çiktilar. Annesi, babasi, abisi ve en sonunda ARZU.. herkes arabaya bindi. Arzu tam binerken kendimi gösterdim. Aglayarak ona baktim sanki o da agliyordu. “NE OLUR BENI BIRAKMA!! GITMEME IZIN VERME” der gibiydi. Araba çalisti. Sanki, deliler gibi sevdigim kizi elimden zorla aliyorlar, götürüyorlar gibiydi. Gitmisti. 2 ay boyunca onu göremeyecek, onunla olamayacaktim. Her gece dualar ediyordum. sokaklarda bos bos dolasiyordum. Onu düsünüyordum. “KESKE YANIMDA OLSA” diyordum.

Birgün telefon çaldi. Arayan ARZU’ ydu. Hatrimi sormak için aramis. “YAKINDA GELECEGIM.!!! SENI ÇOK ÖZLEDIM.” dedi. “BENDE!!” diye cevap verdim. “BENI DÜSÜNÜYORMUSUN?” diye sordu. “HER GÜN HER SAAT “ dedim. “DINLE O ZAMAN” dedi. “BENI YANINDA ISTIYORSAN, GECELERI AY’ A BAK BENI DÜSÜN.... EGER KALBINDE BIR SICAKLIK HISSEDERSEN, ANLAKI BENDE SENI,,, AY’ A BAKIP DÜSÜNÜYORUMDUR…” dedi. Ben aglamaya basladim. Beni, benden fazla seven biri vardi diye geçirdim içimden. “TAMAM!! CANIM” dedim. Sonra telefonu kapatti. O aksam onun dedigini yaptim. Aya baktim onu düsündüm 10-15 dakika sonra bir kalbimde sicaklik hissettim. “ALLAHIM!! SEN NE BÜYÜKSÜN!” dedim içimden. Gerçektende kalbimde onu hissettim. Ne olur çabuk gel dedim aya bakarak.

Aradan bir ay geçti. Tekrar telefon çaldi. Arayan gene ARZU’ydu. “ISTANBULA GELDIM. TEYZEMLERDEYIM. BIR SAAT SONRA OKULUN ÖNÜNDE BULUSALIM CANIM “ dedi. “TAMAM” dedim. En güzel kiyafetlerimi giydim. Eee kolaymi? Sevdigim kiz uzaktan geliyor. O kadar çok heyecanliydim ki. Hemen okulun önüne gittim. Daha 20 dakika vardi. Onu beklerken her dakika bir ömür gibi geliyordu bana. En sonunda görmüstüm onu. 2 aydir göremedigim sadece kalbimde hissettigim kiz, bana dogru geliyordu. Bende ona dogru kosmaya basladim. Yan yana geldigimizde “HOSGELDIN “ dedim. Aglamaya basladim. Ve sonra öyle bir sarildim ki, bütün özlemimi sanki ondan çikariyordum. “SENI ÇOK ÖZLEDIM CANIM!!” diyordum. “BENDE!!!” dedi. Hep o bana BENDE! derdi. Sonra “GEL!!! SENI TEYZEMLE TANISTIRACAGIM” dedi. Teyzesinin evine dogru yola koyulduk. Eve vardigimizda teyzesini gördüm. Koltuga oturdum. Arzu’ da yanima oturdu. Teyzesi “BU O ÇOCUK MU?” diye sordu. Arzu’ da utanarak “EVET!!” dedi. Teyzesi “BAHSETTIGIN KADAR VARMIS KIZ “ dedi. Bir ara gülüstüler. Ben hiçbirsey anlamamistim bu konusmadan Ama onlarin gülmesi benimde hosuma gitmisti. Bütün gün teyzesinde oturduk. Muhabbet ettik. Teyzesi beni sevmisti. Ayrilirken kapinin önünde ben ayakkabilarimi giyerken teyzesi ve ARZU beni izliyordu. Ben hosçakalin diyecekken teyzesi “BEN SIZI YANLIZ BIRAKAYIM ?” dedi gülerekten. Sanki aklimi okumustu. “TEYZEN ÇOK IYI BIRI….
NE OLUR KENDINE DIKKAT ET.!!!!!!!” dedim ve ona doya doya sarildim. O da “GÜLE GÜLE” dedi. Onu çok seviyordum. Oda bunu biliyordu. Ama bunu bir türlü söyleyemiyordum. Okullar açilana kadar hergün onunla beraberdim. O yanimdayken zaman hiç geçmesin, o anlar hiç bitmesin istiyordum.

Okullar açildiginda gene beraberdik. Siniflarimiz gene yanyanaydi. Her teneffüs onu görmek için yanina giderdim. Her yanina gidisimde, ayri bir heyecan vardi yüregimde. Kalbim onun yanindayken deli gibi atardi. Eger ben onu üzmüssem, yanliz kaldigimiz bir anda bana masum masum bakar, ben ne oldugunu anlar nedenini bile sormadan “ÖZÜR DILERIM! “ derdim.. Bütün yil boyunca hep böyle geçti. Derslerim zayifmis artik hiç umrumda bile degildi. Onunla beraberken dünyayi tanimiyordum. Yil sonunda onun dogum günü vardi. Ona söz vermistim. Okullarin kapandigi hafta onu bir yere götürecektim ve dogum gününü orda beraber kutlayacaktik. Hafta sonu Arzu’yla beraber yola koyulduk. Aksam saat 10’da teyzesinden zor izin almistim. Doya doya 2 saatim vardi. Onunla sahile gittik. Bir demet kirmizi gül almistim. O gün hava biraz bozuktu. Çiçegi Arzu ‘ya verdim. Biraz yürüdükten sonra bir bankta yanyana oturduk. Bana “KIRMIZI GÜLÜN NE ANLAMA GELDIGINI BILIYORMUSUN?” diye sordu. Basimi evet anlaminda salladim. “SÖYLE O ZAMAN“ dedi. Gözlerine baktim, sanki o iki kelimeyi ona söylemem için bana yalvariyordu. “AYAGA KALK” dedim. Onu karsima aldim ve bütün cesaretimi toplamaya çalisiyordum. Gözlerimi kapadim. “HADI SÖYLE” diyordu. Söylemiyor adeta yalvariyordu. “ARZU” dedim. “EVET !!! DEVAM ET !” dedi. “BEN SE………” dedim ve burnuma bir yagmur damlasi geldi. Sonra bir tane daha, bir tane daha. Ve yagmur baslamisti. O an onun gözlerine baktigimda sanki “NE OLUR DURMA!!!! SÖYLE !” diyordu. Ama benim bütün cesaretim kirilmisti. O yagmur beni mahvetmisti. Yagmur o anki bütün büyüyü bozmustu. Sonra o bana ben ona bakarak gülmeye basladik. Yagmur deli gibi yagiyordu. Birden onun gözlerine baktim. Gülmeyi birakmis sadece bakisiyorduk. “NEREYE GIDERSEN GIT YANINDA OLACAGIM!!!!!!!!!
O IKI KELIMEYI SÖYLEYEMESENDE!!!!” dedi. Gözlerimin taa içine bakarak. Ondan sonra bir sarildi ki……. O an hiç bitmesin istedim. Islanmaya baslamistik. Seni evine götüreyim dedim. Eve kadar yürüdük. Hiç durmadan çiçeklere bakiyordu. “BENIM GÜZELLERIM!!” diyordu. Eve geldik. Iyi geceler dedim. Ve ona sarildim. Onu eve biraktiktan sonra sokaklarda, o yagmurlu caddelerde dolasmaya basladim. O kadar mutluydum ki. Her ne kadar söyleyemesemde, bir sevdigim vardi. Hemde benim onu sevdigim kadar. Ve o kötü an gene gelmisti. Her yaz oldugu gibi gene memlekete gidiyorlardi. Onu ugurlamaya gidecektim. Ama o izin vermedi. “SENIN AGLAMANA DAYANAMIYORUM.. SENI ÜZMEK ISTEMIYORUM.” dedi. Onun yaninda aglamami hiç istemezdi. Ve gitti. Ben gene o bos sokaklarda deli gibi onu düsünüyordum. Her gün aya bakiyordum. Onu düsünüyordum.

Ama bu sefer tatil sanki daha bi erken bitmisti. Gene okul açilmisti. Onu gene görmüstüm. Okulun koridorunda yürürken bana öyle bir bakiyordu ki…… anlatamam. Yanima geldiginde “HOSGELDIN…. CANIM!!” dedim. “HOSBULDUK!!” dedi. Bütün bir yili onunla beraber geçirdim. Okulun kapanmasina 2-3 ay kala “ÜNIVERSITE SINAVINA GIRECEKMISIN?” diye sordum. Evet dedi. “PEKI ISTANBUL IÇINI KAZANABILIRMISIN?” dedim. “BILMIYORUM….. AMA SANMAM… ISTANBUL IÇI ÇOK PUAN….. O KADAR PUANI ALAMAM” dedi. Bende “ O ZAMAN SENDE, AÇIKÖGRETIMI YAZ” dedim. olur dedi. “AMA SENDE BIR YERE GITME OLURMU. SENSIZ BEN BURALARDA NE YAPARIM” dedi. “SENI HIÇBIR ZAMAN BIRAKMAYACAGIM..” dedim. Okul kapanmisti. Sinav günü gelmisti. onu aradim. “INSALLAH KALBINDEKI YERI KAZANIRSIN” dedim . “KAZANDIM BILE……. ÇÜNKÜ KALBIMDE SEN VARSIN!!! “ dedi.. Ben o an müthis derecede sevinmistim. Sonra sinava girdim. Sinavda dualar ediyordum. Arzu yanimda olsun diye. Ama onun benim yanimda olmasi için benimde istanbul içinde bir yere puan tutturmam lazimdi. Ve bunlari düsünerek sinavdan çikmistim. Sinavdan sonra hemen arzuyu aradim. Nasil geçti diye sordum. “ÇOK IYI…. SENINKI NASILDI” diye sordu. Benimkide iyiydi dedi. O sene tatile gitmemisti. Bütün yaz beraberdik Sinav sonuçlari açiklaninca kendi kazandigim yere baktigimda sok olmustum. Bogaziçi gibi bir yeri tutturmustum. Bu mutlu haberi hemen arzuya ilettim. O da çok sevindi. Sen nereyi kazandin diye sordum. “ILK TERCIHIM AÇIKÖGRETIMDI…. ORAYI KAZANDIM..” deyince dünyalar benim olmustu. Bir ara ailesinin yanina gitti. Bir hafta kadar sonra geri geldi. Onlarida çok özledim. Onun için gittim dedi. En sonunda ben üniversiteye yazildim. Ilk gün beraber gittik. Kantindeki manzara çok güzeldi. Köprünün bir kismi gözüküyordu. Deniz ayaklarinin altindaydi. Kantinde çevreme baktim. Her kesimden insan vardi. “NE KADAR ÖZGÜR BIR YER DEGIL MI?” diye sordum. Gözlerimin içine öyle bir baktiki “NE OLDU? NIYE ÖYLE BAKIYORSUN” dedim. “BEN SANA BIR ISIM TAKMISTIM… DEMIN ONU SÖYLEDIN?” dedi. “NEYMIS O ISIM” diye sordum. “BASBASA KALDIGIMIZ BIR ZAMAN SÖYLERIM.” dedi. “PEKI “ dedim.

Yariyil tatili yaklasirken arkadaslarimla kantinde konusurken biri “YAA… HARÇLARADA BAYA ZAM YAPTILAR BEE” dedi. Ben sasirmistim. Daha bir açiklayici olmasini istedim. Çok para istiyorlarmis. Zaten benim babam harcin bir kismini zar zor vermisti. Bu kadar parayi kesinlikle bulamazdi. Hemen rehber ögretmenin yanina gittim. Herseyi anlattim hocaya. Hoca “DERSLERIN NASIL DIYE SORDU…” diye sordu. “PEK IYI DEGIL” dedim. Biraz daha konustuktan sonra benim babamin bu parayi bulamayacagini söyleyerek birazda kizarak kaydimi sildirdim. Üniversite hayatim tamamen bitmisti. Canim çok sikiliyordu. Ama ARZU hep yanimda oldu. Bu durumu hemen atlattim. Bir ay sonra arzu telefon etti. Aglayarak “NE OLUR YANIMA GEL!!” dedi. Ben sok olmustum. Telefonu kapattigim gibi teyzesinin evine gittim. Kapiyi çalar çalmaz açti. Beni karsisinda görünce daha çok aglamaya basladi. Onu salona kadar götürdüm. “NE OLDU KIZIM.. ANLATSANA” dedim. “BILIYORSUN.. BABAMI ISTEN KOVMUSLARDI.... KAÇ AYDIR IS ARIYOR.. EN SONUNDA BURDA YAPAMIYACAGIMIZI, IZMIRDEKI AKRABALARDAN BIRININ IS TEKLIFI YAPTIGINI SÖYLEDI… BABA GITMEYELIM DEDIM AMA O BENI DINLEMEDI. 2 GÜN SONRA IZMIRE TASINIYORUZ..” dedikten sonra hüngür hüngür aglayarak boynuma sarildi. Ben bu sözleri duyunca sok oldum. Dayanamayip bende agladim. “SEN AGLAMA.. BEN SENIN AGLAMANA DAYANAMIYORUM. “ dedi. Salonun ortasinda konusmadan öylece duvarlara bakiyordum. “PEKI NE YAPACAGIZ” dedim. “BILMIYORUM. “ dedi. Ben felaket derecede üzülmüstüm. Sevdigim kiz bu sefer gerçekten gidiyordu. Hemde dönmemecesine. Bir ara o bana bakti ve gülmeye basladi. “NEDEN GÜLÜYORSUN” dedim. “SEN BENIM EN ÇOK NEYIMI SEVIYORDUN” diye cevap verdi. Sonra bende gülmeye basladim. “SENI AGLARKEN GÖRMEK BENI KAHREDIYOR.. LÜTFEN AGLAMA” dedi. Sonra bende ne demek istedigini anladim. Gözlerine baktim aglamamak için kendini zor tutuyordu. O bana ben ona bakiyorduk. Ikimizde biliyorduk 2 gün sonra ayrilacagiz. Sonra birden “HANI SEN ÜNIVERTEDEKI ILK GÜNÜMDE BANA BIRSEY SÖYLEMISTIN HATIRLADINMI” diye sordum. “HIÇ UNUTMADIM KI “ dedi. “NEYDI BANA TAKTIGIN O ISIM “ dedim. Elini kalbime koydu ve gözlerimin içine bakarak “ÖZGÜR ADAM” dedi. Ben donmustum. Ama kalbimde öyle bir sicaklik hissettim ki anlatamam. “NEDEN…….. “ diyecektimki elini agzima götürüp susmami söyledi. “SEN SOKAKLARDA BENI DÜSÜNÜRKEN BEN SENI RÜYALARIMDA GÖRÜYORDUM. SOKAKLARDA DOLASIP BENI DÜSÜNÜYORDUN. BUNU SADECE ÖZGÜR BIR ADAM YAPAR.” dedi. O an içimden “ISTE GERÇEK SEVGI BU OLMALI “ dedim. O gün onlarda kaldim sabahleyin kalktigimizda telefon çaldi. Arayan babasiydi. Hemen eve gelmesini istedi. Onu istemiyerek de olsa evine götürdüm. Ona sordum “NEREDEN SAAT KAÇTA GIDIYORSUNUZ.” Cevap vermedi. “SENIN AGLAMANA DAYANAMIYORUM. “ dedi. “AKSAMA SON KEZ BULUSALIM”dedim. Kafasini evet anlaminda salladi.

Onu biraktiktan 1-2 saat sonra yagmur yagmaya basladi. Aksam olunca evinin önünde onu beklemeye basladim. Onu çagirdim. Asagiya geldi. “BIRAZ YÜRÜYELIM” dedim. “AMA BU YAGMURDA…. YA HASTA OLURSAN BEN NE YAPARIM” dedi. “SANA BIRSEY SÖYLEYECEGIM.” dedim. Gözlerinin taa içine bakarak. Gözlerinin içi parlamisti bir anda “HADI YÜRÜYELIM !!! “ dedi. Yagmur altinda koca sokakta yürümeye basladik. Bir kaç adimdan sonra bana döndü. “NE OLUR SÖYLE!! ARTIK O IKI KELIMEYI DUYMAK ISTIYORUM!!!” dedi. Anlamisti sanirim. Bu sefer söyleyecektim. Gözlerimi kapattim. “SÖYLE!! NE OLUR SÖYLE!!” diyordu. “SENI S……” dedim ve ARZU diye kalin birsesle irkildim. Camdan babasi çagiriyordu. Arzuda bana usul usul bakarak evine gitti. O koca caddede sadece o ve ben vardik. O bana bakarak eve giderken, ben ona elimi uzatmis “NE OLUR GITME…. BENI BIRAKMA!!!!!” diyordum. Apartmana girerken bana son bir kez bakti ve güldü. Ben kaderime isyan ediyordum. Sevdigim kiza bir kez olsun onu deliler gibi sevdigimi söyleyemedim diye. Sevdigim kizi elimden aliyorlar diye. Kalbim çok aciyordu. Onsuz ne yapacagimi düsünüyordum. Ertesi gün erkenden kalktim. Evlerinin önüne gittim. Ama camlarinda perde yoktu. Apartmana kosarak girdim. Kapi açikti eve girdim hiçbir esya yoktu. Bütün odalar bombostu. “SIZ KIMSINIZ” diye bir sesle irkildim. “BEN ARZUNUN BIR ARKADASIYIM. ONU ZIYARETE GELDIM “ dedim. “ONLAR TASINDILAR.. BIR DAHA ISTANBULA BELKIDE HIÇ GELMEYECEKLER. BEN ONLARIN KOMSUSUYUM. SEN GALIBA O ÇOCUKSUN.” dedi yasli teyze. “HANGI ÇOCUK” diye sordum. “BAZEN ARZU’ YU EVDE GÖRÜRDÜM. ÇOK NADIREN… ONU HER GÖRDÜGÜMDE KENDI DUVARINA BAKIP DALARDI.. GÖZLERI DOLARDI.. SANIRIM BIRINI DÜSÜNÜYORDU… DELIKANLI,,,,, BIZDE GENÇ OLDUK.. BIZDE BU DUYGULARI YASADIK…. ALLAH SANA YARDIM ETSIN!!!” dedi ve gitti. Ben hemen onun odasina gittim. Ve duvarina baktim. Baktigim gibi gözlerim doldu. Bir kalp resmi vardi. Çok ufakti. Ama benim için çok büyüktü. Kalbin içinde birseyler yaziyordu. Yaklasip baktigimda kalbimde bir sicaklik hissettim. Kalbin içinde “ÖZGÜR ADAM” yaziyordu. Gözlerim dolmustu. O bana böyle bir isim takmisti. Demek duvara bakip beni düsünüyordu. Diye geçirdim içimden. Ne yapacagimi bilmiyordum. Gene sokaklarda bos bos dolasiyordum. Ama bu seferki bir baskaydi. Içimde kötü bir his vardi. Sanki bir sey olacakmis gibi bir his vardi içimde.

Aradan 4 gün geçti. O GÜN 2 MARTTI. Aksam uyuyamamistim. Geceleyin hava biraz bozuktu. Gökyüzüne bakip ayi aradim. Ama bulamadim. Uykuya dalar gibi oldum. Kalbimde çok büyük bir aciyla uyandim. Kalbim çok aciyordu. O an aklima arzu geldi. Acaba ne oldu diye düsünürken, aklima gökyüzü geldi. Orda ayi aradim. Bir kaç dakika sonra görmüstüm. Hemde bütün ihtisamiyla duruyordu. Bembeyazdi. Onu düsünürken gene kalbimde bir aci hissettim. Tam o anda ayin yanindan bir yildiz kaydi. 10 saniye boyunca o yildizin kayisini izledim. Izlerkende kalbim aciyordu. Yildiz kaydi. Kalbimin acisida durdu. “ACABA NE OLDU” dedim içimden. Ertesi günler içimde bir huzursuzluk vardi. Asagi yukari 2 hafta olmustu. ama arzu hala aramamisti. 9 mart günü telefon çaldi. Arayan fulyaydi. Sesi aglamakliydi. “RIDVAN” dedi. “BEN SU AN IZMIRDEYIM. ARZU VE BABASI TRAFIK KAZASINDA ÖLDÜ…. MURAT ABIMDE KOMADAN YENI ÇIKTI… NE OLUR METIN OL” dedi. Ben yikilmistim. Telefonu kapattim. Yere diz çöktüm. “ALLAHIM!!!! NEDEN BEN ?” dedim. Kendi kendime bir söz söyledim; “KAYBETMEYE MAHKUM BIR ADAMSIN!!” kisaca KMBA derdim. Disari çiktim. Sahil kenarina gittim. Aglamamak için acayip çaba sarfediyordum. Çünkü o benim aglamami istemezdi. Sahile vardim. Kimse yoktu. Deniz acayip dalgaliydi. “HAYIR YA !!! NEDEN BEN YA NEDEN!!!” bagirmaya basladim. En sonunda dayamayip agladim. Gözümden bir yas damladi. Kalbimde bir sicaklik hissettim. Sanki bana aglama diyordu. Ama ben kendimi tutamiyordum. Deliler gibi agliyordum. Simdi ne yapacagim diyordum kendi kendime. O aksam deli gibi yagmur yagiyordu. O yagmurlu sokaklarda, o soguk caddelerde ben tek basima aglayarak dolasiyordum. Aglamam hiç durmuyordu. Hep onu düsünüyordum. Birkaç gün sonra gene fulya aradi. “NE OLUR AGLAMA.. BILIYORSUN!! O SENIN AGLAMANI HIÇ ISTEMEZDI.” dedi. “PEKI “ dedim. Bana telefonda herseyi anlatti. Kazanin nasil oldugunu. Kimin hatali oldugunu. Ondan mezarligin adresini aldim. Sonra hemen bir ise basladim. Amacim para bulup bir an önce mezarliga gitmekti. Kafama koymustum, mezarligin yanina gittigimde birsey yapacaktim. HALA DÜSÜNÜYORUM.....

YAPSAMMI........ YAPMASAMMI.......

NOT: bu hikayenin yazarini görmek isterseniz, pazar günleri aksam saatlerinde BAKIRKÖY sahiline gidin..... orda bir uçtan bir uca dolasan birini göreceksiniz..
İŞTE O KİŞİ BU HIKAYEYİ YAŞAYAN KİŞİDİR....
MARLON - avatarı
MARLON
Ziyaretçi
6 Kasım 2006       Mesaj #1846
MARLON - avatarı
Ziyaretçi

Romantic Prince
08-13-2005, 07:16 PM

Sevginin Gözyaşları


Delikanlı yiyecek bir şeyler almak içinBurger King standına yaklaşınca, standın arkasındaki bir kız dikkatini çekti. Siyah saçlı,beyaz tenli genç kız,
müşterilerine siparişlerini verirken daima güleryüzlü, sıcacık bir şekilde
hizmet veriyordu. Nur yüzlüydü. Delikanlı bu kızdan çok etkilenmişti. Neredeyse
ilk bakışta aşık olunabilecek bir kızdı. Yaşı olsa olsa 17-18 idi. Siparişleri
yetiştirebilmek için bir o yana, bir bu yana koşuşturuyordu. Bu arada yüzündeki gülücükler hiç eksik olmuyordu. Delikanlı standa iyice yaklaştı. Özellikle de genç kızın olduğu standa gelmişti. Genç kız ona siparişini sorduğunda, elindeki kağıdı ona doğru uzattı. Kağıda ne almak istediğini yazmıştı: "Bir Tavuk Burger menü, Sprite, bir ketçap ve bir acı sos istiyorum,lütfen." Genç kız delikanlıya biraz buruk ama yüzündeki gülümsemeyi hiç kaybetmeden "-Hemen efendim" dedi. Ardından da "150.000TL fark ödeyerek büyük seçim ister misiniz?" diye sordu. Delikanlı ise "Hayır" anlamında başını salladı. Kredi kartını uzatıp hesabını ödedi. Siparişlerini alıp uzaklaşırken "Teşekkür ederim" misali bir gülücük attı kıza. Tavuk Burgerini alıp masasına giderken, arkasına baktığında, genç kızın tatlı bir gülümsemeyle arkasından bakmakta olduğunu farketti. Belli ki kendisi sıradan bir müşteri olmamıştı. O gün yemeğini yerken,genç kızla bir iki defa göz göze geldi. Her ikisi de bundan gayet hoşnut olmalıydı ki, birbirlerine bakarlarken, yüzlerindeki gülümseme hiç eksik olmamıştı. Delikanlı akşam eve döndüğünde aklı genç kızda kalmıştı. Göğsündeki plakadan kızın adının Selma olduğunu öğrenmişti. Aslında delikanlı konuşabiliyordu,ama neden böyle bir şey yaptığını da anlamamıştı. Yine de hiç renk vermemiş, bu oyun hoşuna gitmişti. Sanırım Selma'dan hoşlanmıştı.
Aradan iki gün geçmişti. Tekrar Bakırköy-Galleria'ya gitmiş ve yine elinde
bir kağıtla doğruca Burger King'e gitmişti. Bu sefer kağıdın başına "Merhaba
Selma" demeyi unutmamıştı. Selma'nın olduğu kasaya gitti ve gülümseyerek kağıdı ona uzattı. Genç kız onu gördüğünde hayli sevinmiş bir halde kağıdı aldı;
"Merhaba, hoş geldiniz" diyerek siparişini hazırlamaya koyuldu. İki gün önceki
durumu arkadaşlarına anlatmış olacaktı ki, herkes onlara bakıyordu. Siparişi
hazır olunca, tekrar kredi kartını uzattı ve hesabı ödedi. Selam vererek oradan
ayrılıp, masalardan birine oturdu. Bu durumun gün geçtikçe hoşuna gitmeye
başladığını farketti. Gerçi daha önce aynı yerden alışveriş yapmıştı ama
Allah'tan kimse bunun farkına varmamıştı. Bir yandan sevinirken,diğer yandan genç kıza karşı dürüst olmadığını üzülmüştü. Aslında kötü bir niyeti
yoktu. "Bakalım nereye kadar sürecek" diyerek bunu devam ettirmeye karar verdi. Galleria evine yakın olduğu için sürekli oraya gidiyordu. Bu durum iki hafta bu şekilde sürdü. Ama artık sipariş için kağıt uzatmasına gerek kalmamıştı. Selma'yı gördüğünde, doğrudan onun yanına gidiyordu. Selma da sanki onu beklermiş gibi, karşısında onu görünce birden gözleri parlıyor, hemen
"Hoş geldin" diyordu. Delikanlının kağıdı uzatmasına fırsat vermeden "Bir tavuk
Burger menü, normal seçim, sprite, ketçap ve acı sos...; hemen hazırlıyorum." Bu durumdan her ikisi de çok memnun görünüyordu. Delikanlı kısa zamanda Burger King'de tanınan biri haline gelmişti. O gün siparişini aldığında genç kıza bir kağıt uzattı ve oradan ayrıldı. Masalardan birine oturduğunda, Selma'nın küçük not kağıdını okuduğunu gördü:
"Özür dilerim Selma. Beni lütfen yanlış anlama. Eğer yemek paydosun
varsa,biraz beraber oturabilir miyiz? Bu teklifimi kabul edersen çok mutlu
olurum."
Selma notu okuduktan sonra Emre'ye bakarak "Evet" anlamında başını salladı. Eliyle de "Yarım saat sonra" diye işaret yaptı. Bunu gören Emre çok sevinmişti. Kısa bir süre sonra da Selma'nın kendisine doğru geldiğini görünce, eli ayağının birbirine dolandığını hissetti. Çok heyecanlanmıştı. Nasıl davranacağını bilemiyordu. Her ne kadar bu oyunu kendisi başlattıysa da, işin buralara varabileceğini tahmin etmemişti. "Acaba nasıl davransam" diye düşündü. Selma o kadar tatlı, o kadar sıcakkanlı biriydi ki, onu kesinlikle kırmak, üzmek istemiyordu. Yine de şimdilik hiçbir şey açıklamamaya karar verdi. Selma gelip de yanına oturduğunda, 'ağzımdan bir şey kaçırırım' diye çok korkuyordu. Umarım kendisini tanıyan biri çıkmazdı. Bu arada selma gelmeden cep telefonunu da kapatmış ve saklamıştı. Fazla zamanı yoktu genç kızın. Şefinden ancak yarım saat için izin alabilmişti. Masanın üzerine kağıt kalem koymuştu Emre. Genç kız konuşarak biraz kendisinden bahsetti. 18 yaşına yeni girmişti. Üniversite sınavına hazırlanıyordu. Dersane parasını ödeyebilmek ve ailesine yük olmamak için de burada çalışıyordu. Fındıkzade'de oturuyordu. O da delikanlı gibi sigara içiyordu. Birer sigara yaktılar. Delikanlı kağıdı, kalemi alıp kendisiyle ilgili bir şeyler yazmaya başladı. 25 yaşındaydı, üniversiteden mezun olalı birkaç yıl olmuştu. Genç kızın üniversiteye hazırlandığını öğrenince, belki yardımcı olabilirim diye düşündü. Ancak daha sonra bunu açıklamaktan vazgeçti. Öyle ya, konuşamıyordu. Ona nasıl yardımcı olabilirdi ki! Bu yüzden üniversite mezunu olduğundan bahsetmedi. Yazdığına göre herhangi bir yerde çalışmıyordu. Bu şekilde yaklaşık yarım saat konuştuktan sonra, Selma kalkması gerektiğini söyledi. İki gün sonra Pazar günü tekrar buluşmak üzere ayrıldılar. Aslında bir işi vardı ve o gece de işe gidecekti. Birkaç yıldır turistik bir otelde çalışıyordu. Pazar günü buluştuklarında delikanlı durumu açıklamaya karar verdi. Günden güne ondan hoşlanmaya başlamıştı ve bu yüzden onun duygularıyla oynamak istemiyordu. Çünkü bu durum ileride daha kötü sonuçlar doğurabilirdi. Hem daha ne kadar saklayabilirdi ki! Ya da neden saklama gereği duysun. Artık arkadaş olmuş,çıkıyorlardı. Ayrıca kendisi henüz söyleyemeden, Selma bu durumu başkasından öğrense; işte o zaman çok kötü olurdu.
Kışın en soğuk günleri yaşanıyordu. Delikanlı arabasına binip, Selma'yla
buluşacağı yere erkenden gitti. Bu soğukta onu bekletmek istemiyordu. Oraya
vardıktan kısa bir süre sonra Selma da geldi. İlk defa biniyordu Emre'nin
arabasına. Kağıt kalem her zamanki gibi hazır duruyordu. Sinemaya gitmeye karar vermişlerdi. Sinemada "Meet Joe Black" isminde, Brad Pitt'in oynadığı bir film gösterimdeydi. Filmi izlerken Emre genç kızın ellerinden tuttu. Selma da başını Emre'nin omuzuna koymuş,bu şekilde filmi izliyorlardı. Tam üç saat sürmüştü film. Sinemadan çıkarlarken hava biraz kararmıştı. Saat henüz dörttü ama günler o kadar kısaydı ki! Çok duygusal ve güzel bir filmdi. Her ikisi de filmi çok beğenmişlerdi. Filmin etkisiyle öyle mutlu görünüyorlardı ki, eve dönene kadar hiçbir şey konuşmadılar, yazmadılar. Emre de bu güzel anı bozarım korkusuyla yine hiçbir şey açıklayamamıştı. Tam o sırada delikanlının cep telefonu mesaj sinyali verince, yüzü sapsarı olmuştu. Onu arabanın torpido gözünde unutmuştu. Neyse ki sadece mesaj gelmişti. "Ya telefon çalsaydı" diye düşündü. Selma Emre'nin telefonunu görünce, o da çantasından bir telefon çıkardı. Telefon ablasına aitti. Artık eve varmışlardı. Birbirlerine telefon numaralarını verdiler. Mesaj göndereceklerdi. Vedalaşıp ayrıldılar. Daha arabadayken ilk mesaj gelmişti: "Seni özledim." Dışarıdaki buz gibi havayı ısıtan sıcacık bir mesajdı bu.
Tarih 14 Şubat 1998; yani Sevgililer Günü. Emre ve Selma tanışalı iki buçuk
ay olmuştu. Ve genç kız hala onun konuşabildiğini bilmiyordu. Bu şekilde tam iki
buçuk ay geride kalmış, birbirlerine öyle bağanmışlardı ki! Kah cep telefonuyla
birbirlerine mesaj yolluyorlar, kah ellerinde kağıt kalem anlaşıyorlardı.
İki buçuk ay önce, belki de bir muziplik olarak başlayan oyun sayesinde,
bugün birbirlerini çok seven ve her ne olursa olsun ayrılmamaya karar veren iki
sevgili olmuşlardı. Ve delikanlı bu süre içerisinde, bu oyunu biraz da
'Selma'yı kaybederim ' korkusuyla açıklamaya korkmuş, bugünlere kadar
gelmişlerdi. O gün sevgililer günüydü. Her sevgili gibi onlar için de çok önem
taşıyordu. Kış olmasına rağmen hava o gün çok güzeldi. Kendilerini hemen şehrin gürültüsünden uzak, kırlarda bir ağacın altına attılar. Güneş ara sıra
bulutların arasından parlayarak ortaya çıkıyor, sanki onları ısıtmak istercesine
çabalıyordu. Ancak onlar zaten birbirlerine sarılarak ısınıyorlardı. Her ikisi
de Sevgililer Günü için hediye almışlardı. Selma üzerinde "Seni Seviyorum"
yazılı, kalp şeklinde kırmızı bir yastık almıştı. Arabasına koymasını istemişti.
Emre ise, camdan yapılmış şeffaf, içinde kurutulmuş kırmızı bir gül bulunan kalp
şeklinde bir biblo almıştı. Yanına da duygularını ifade eden bir mektup
koymuştu:
"Sevgilim, Şu anda o kadar mutluyum ki, bunu ifade edebilmem mümkün değil. Aslında bir o kadar da endişeliyim. Bu mutluluğu bozacağımdan korkuyorum. Sana nasıl anlatacağımı bilemiyorum.(Mektubu okudukça genç kızın yüzünde gittikçe şakınlaşan bir ifade beliriyordu.) Öncelikle senden özür dilemek istiyorum. Umarım beni anlarsın. Ne olursa olsun,benim için ne kadar değerli olduğunu bilmeni istiyorum. Seni işyerinde ilk kez gördüğüm gün, öylesine tatlı duygular içerisine girmiştim ki, o gün ne yapacağımı şaşırmıştım. Sanırım ne olduysa bu şaşkınlığım yüzünden oldu. Belki hayatım boyunca normal bir şekilde yapamayacağım bir şeyi, sırfa sana yakın olabilmek için bu yolla yapma cesaretine girdim. Şu anda, bu okuduklarından bir şey anlamamış bir şekilde yüzüme şaşkın şaşkın baktığını tahmin edebiliyorum. Ama ina ki hiçbir kötü niyetim yoktu. Amacım ne seninle oyun oynamaktı,ne de duygularını incitmek. Her geçen gün sana ne kadar yakınlaştıysam, sana ne kadar bağlandıysam, içimde de o kadar yoğunlaşan bir korku oluştu. Çünkü seni gerçekten kaybetmekten korktum. Ama artık benim için de,senin için de böyle bir haksızlığa dayanamıyorum. Bana o kadar sevgi dolu yaklaştın ki, hep bu sevgine layık olmaya çalıştım. Senden her ayrılışımda, her tarafta gülümseyen yüzünü, gülen gözlerini gördüm. İşte ben de bu gülen gözlerde ve seven kalbinde kaybettim kendimi. Şimdi kendimi bulabilmem için lütfen yüzüme bak."
Selma, okuduğu mektuptan bir şeyler anlamaya çalışırcasına Emre'nin yüzüne
baktı. Emre Selma'nın ellerini avuçlarına alıp, tüm cesaretini toplayarak genç
kıza:
" Seni seviyorum Selma, seni çok seviyorum. Sevgililer Günün kutlu olsun."
der. Az önceki şaşkınlığı iki kat artan Selma, ne yapacağını, ne diyeceğini
bilmez bir halde Emre'nin yüzüne bakakalır. Emre konuşabilmektedir. Bir an
ellerini Emre'nin avuçlarından çekmek istese de bunu başaramaz. Tam ağzını açıp bir şey söylemeye yeltenir ki, Emre parmağıyla onun dudağına dokunup, bir şey söylemesini engeller. Ancak, genç kızın, o her zaman gülen gözlerinden iki damla gözyaşının akmasına engel olamaz; şaşkınlığın, mutluluğun, sevginin
gözyaşlarına... Birbirlerine sımsıkı sarılarak arabaya doğru yönelirler.
Son düzenleyen MARLON; 6 Kasım 2006 14:40 Sebep: Mesajlar Otomatik Olarak Birleştirildi
MARLON - avatarı
MARLON
Ziyaretçi
6 Kasım 2006       Mesaj #1847
MARLON - avatarı
Ziyaretçi

EL_SaLVaDoR
03-14-2006, 09:46 PM

Dondurucu soğukta bir an önce evime varabilmek için hızla yürürken,
ayağımın ucunda bir cüzdan gördüm..Hemen aldım.Sahibini gösteren bir kimlik
vardır diye
acele acele açtım.. İçinde üç dolar ve sararıp kat yerleri yıpranmış eski
bir zarftan başka birşey yoktu...Sol üst köşede yalnızca gönderenin adresi,
alıcı adresi
yerinde bir posta kutusu numarası vardı.Bir ipucu bulabilmek belki biraz da
merakımı giderebilmek için zarfı açtım ve içindeki mektubu okumaya
başladım.Mektup, sol yanı çiçek resmiyle süslenmiş bir kağıda, özenli bir
el yazısıyla yazılmıştı ve "Sevgili Michael" diye başlıyordu..Ve "Annesi
yasakladığı için onu bir daha göremeye-ceğini" anlatarak devam ediyor.."Ama
sakın unutma, seni daima seveceğim" diye bitiyor.. İmza..Hannah!..

Elimde yalnızca, mektubu yazan kişiyle, mektubun yazıldığı kişinin birinci
adları vardı.Eve gider gitmez hemen telefon id****ini aradım.Görevli kisi,
kendisine bildirdi-ğim adreste yaşayanların telefon numarasını vermesinin
yasalara aykırı olduğunu söyledi.Fakat ısrarım karşısında:"Belki, size
yardımcı olabilirim" dedi."Bu adreste bulunan numaraya telefon ederim ve
onlar Kabul ederlerse, sizi görüştürebilirim lütfen bekleyin.." dedi.İki üç
dakika sonra görevlinin sesi geldi.."Bağlıyorum efendim. " Telefonda,
karşıdaki hanıma "Hannah diye birini tanıyıp, tanımadığını" sordum.

"Bu evi, 30 yıl evvel, Hannah diye kızları olan bir aileden aldık"
dedi."Peki yeni adreslerini biliyor musunuz?.." "Hannah annesini bir
huzurevine yatıracaktı.Oradan takip ederseniz, belki adres bulursunuz.."
deyip bana huzurevinin adını verdi..Hemen aradım..Yaşlı anne yıllar önce
ölmüş..Ama kızına ait eski bir telefon numarası var.Belki ordan
bilirlermiş.."Bunların hepsi aptalca aslında" dedim kendi kendime..İçinde
sadece 3 dolar ve 60 yıl önce yazılmış bir mektup bulunan cüzdanın sahibini
aramak için bunca zahmete ne gerek var ki..Aradım numarayı..

Bir kadın "Şimdi Hannah' nın kendisi bir huzurevinde" dedi ve numarayı
verdi.Hemen orayı çevirdim..Ses; "Evet, Hannah burda yaşıyor" dedi..Saat
ona geliyordu
ama hemen yola çıktım, Hannah' yı görmek için..Devasa bir binanın üçüncü
katında şirin bir oda..Gümüş saçlı, sıcak tebessümlü bir yaşlı
kadın..Gözlerinin içi ışıl
ışıl ama..Anlattım olanları..Cüzdanı ve mektubu gösterip..Derin bir iç
çekti mektuba bakarken ve "Genç adam" dedi, "Bu mektup, Michael ile son
kontağımdı..Onu öyle seviyorum ki..Sean Connery gibi yakışıklıydı..Hani şu
meşhur aktör..Ama ben 16 yaşındaydım..Çok küçüğüm diye annem kesinlikle
izin vermedi.."Derin bir nefes daha.."Michael Goldstein harika bir
insandı.Eğer bulabilirseniz ona söyleyin lütfen..Onu hep
düşündüm..Hep.."Bir ufak sessizlik..Bir derin nefes daha.."Ve onu hep
sevdim.."İki damla yaş damladı elindeki mektuba, ıslanan gözlerden.."Ve hiç
evlenmedim..Michael gibi birisini bulamadım ki.."Hannah' ya teşekkür edip
odadan çıktım.


Binadan çıkarken danışmada beni karşılayan kız "Hannah Hanım yardımcı
olabildi mi size" dedi.."Hiç değilse bunun sahibinin soyadını öğrendim"
dedim..Cüzdanı elimde sallayarak..O sırada yanımda dikilip duran hademe
bağırdı.."Hey baksana..Bu Bay Michael' ın cüzdanı..Üzerindeki bu kırmızı
şeritten onu nerde görsem tanırım..Cüzdanını hep kaybederdi zaten..Üç kere
ben buldum, koridorlarda..


"Michael sekizinci katta yaşıyordu.Ok gibi fırladım tekrar asansöre.Michael
yatmamıştı.Okuma odasında kitap okuyordu.Hemşire beni ve elimdeki cüzdanı
gösterdi. Michael elini arka cebine attı, hızla..Sonra sevinçle "Evet bu
benim cüzdanım" dedi."Öğleden sonraki yürüyüş sırasında kaybetmiş
olmalıyım.Size teşekkür borçlu-yum" "Hiçbirşey borçlu değilsiniz"
dedim."Ama özür dilerim.İpucu bulmak için açtım ve içindeki mektubu
okudum." "Mektubu mu okudun?" "Sadece okumakla kalmadım.Hannah' yı da
buldum.." "Buldun mu? Nerde? İyi mi? Hala eskisi gibi güzel mi.Söyle,
lütfen söyle..""Çok iyi..Hem de harika" dedim, yavaşça.."Bana onun
telefon numarasını ver.Yarın onu hemen arayacağım."Elime sımsıkı
sarıldı.."O benim tek aşkımdı..Onu öyle sevdim ki, asla evlenmedim..Çünkü
bu mektup geldiğin-de hayatım, anlamsal olarak bitmişti." "Bay Goldstein"
dedim.."Gelin benimle.."

Asansörle üçüncü kata indik..Odanın kapısı açıktı.Hannah sırtı kapıya dönük
televizyon izliyordu..Hemşire ona yaklaştı, omzuna dokundu.."Hannah"
dedi.."Bu bay'ı tanıyor musun?" Gözlüklerini ayarladı bir an baktı, tek
kelime etmeden.."Michael" dedi, Michael, kapıda, kısık sesle.."Hannah..Ben
Michael..Beni tanıdın mı?.."
"Michael" diye yutkundu Hannah. "İnanmıyorum..Bu sensin.Benim Michael'ım."
Michael Hannah' ya doğru yürüdü yavaşça.Sarıldılar.Hemşire yanıma
geldiğinde onun da gözleri yaşlıydı.."Gördün mü, bak?" dedim "Yaşamda,
yaşanması gereken herşey, er yada geç, birgün kesinlikle yaşanacaktır."



Üç hafta sonra beni huzurevinden aradılar.Pazar günü bir nikah
vardı..Gelebilir miydim?Harika bir nikah töreni idi.Hannah ve Michael beni
nikah şahidi yaptılar üstelik.Hannah açık bej elbisesi içinde çok
güzeldi..Michael de lacivert takımı içinde hala çok yakışıklı..Bir nikah
tanığı olarak söylüyorum bu gözlemlerimi…

Aşklarını onsekiz yaşın heyecanı ve duygusuyla yaşayan 76 yaşındaki gelin
ile 79 yaşındaki damadın nikahında keşke siz de bulunsaydınız…Altmış yıl
önce bittiği
sanılan bir aşk öyküsünün, altmış yıl sonra, kaldığı yerden nasıl
filizlendiğine siz de tanık olacaktınız.

KANKALAR DAHA ÖNCE VERİLDİYSE SORRY AMA BENİM ÇOK HOŞUMA GİTTİ SİZLERLEDE PAYLAŞMAK İSTEDİM...
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
6 Kasım 2006       Mesaj #1848
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Kulaklarım çınlıyor, sanki bir boşlukta yalnızım, ve zifiri karanlıktan gelen ses ve beynim buna dayanamaz hale geliyor. Başlıyorum ağlamaya, gözyaşlarım bir hançer gibi süzülüyor yanaklarımdan. Yere düşen damlaları sayıyorum düşüncelere dalarak. Ardından, bağırmak, haykırmak ve ölmek istiyorum. Her şeyden uzaklaşmak, insanlardan uzklaşmak ve kendimden uzaklaşmak bir bir özgürlük gibi geliyor bana. Ve tekrar ağlıyorum düşündüklerime. Sanki, biri itiyor beni boşluğa. Yavaş yavaş süzülüyorum, kör boşluğun içinde. Belki boşluktan çıkarım ümidi ile çırpınıyorum uçmak için. Kanatlarımı kırıyorlar acımasızca. Birileri yapıyor bunu ama kim! Bulamıyorum, bulamadıkça isyanım başlıyor. Belki de bendim diye düşünüyorum kendimi boşluğa iten. Ve eski paslı bir hançeri, zaten çırpınan kalbime saplıyorum. Sanki isyanım, çaresizliğim akıyor hançerin ucundan ve gözlerim kapanıyor. Ulaşıyorum sessizliğe ve bir ferahlık sarıyor içimi, sonsuzluğa kadar.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
7 Kasım 2006       Mesaj #1849
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
SUSUŞLAR

Yangın yeri gözlerinden düşen kıvılcımlarla tutuştu yüreğim
Önce ağlayan,sonra çığlık çığlık susan bir ben çıktı karşına
Ellerimde titrek harfler dolanıyor
Parmak uçlarım buz kesmiş
Nefesim öyle yetersiz ki;ısıtamıyorum ellerimi
Yüzümde geceden kalma gözyaşlarımın izleri geziniyor
Her biri derin bir boşluk oluşturmuş
Ellerimi üzerinde gezindirirken parmaklarım kanamaya başlıyor
Her yanı kan kokusu sarıyor sevgili
Aşkım kan ağlıyor
Ben kan susuyorum
Sen kan sunuyorsun

Ceplerimde dilime yakışmayan biz kadar susuşlar
Kimse bilmez ama paylaşılacak kadar bütünleşmemiş bir aşkın susuşlarıydı bunlar
Anlattığım kadar,hatta daha fazlaydı seni susuşum
Her an senleşerek geçti bu günler
Dilime dolanmış tek bir cümle gibiydin
Gerisini getiremediğim,azıma tıkanıp kalan bir cümle
Duymak isteyen çoktu seni ve bilmek isteyen çoktu içimi
Fakat,ben sustum kimse duyamadı seni ve sen yoktun kimse bilemedi beni
Birbirimizi tutsak ettik yokluğumuza
Ben sensizlikle paylaştım seni,sen bensizliğin tadına bile varamadan sustun beni
Bu nasıl bir zıtlık sevgili
Ve ben böylesi nasıl sevebildim seni
Bir ses uyanıyor semadan
Çığırından çıkmış yokluğuna isyan edercesine haykırıyor
Bomboş bir hayatın ucunda
Sıyrık düşüncelerle sana sesleniyorum
Ellerimde karanlık,faili meçhul seni sevmelerin ipuçları geziniyor
Ben demeye kalmadan her yanımı sensizlik sarıyor
Geceyi büyüten o suskun bakışından sabahın son demine sığınıyorum
Üşüyorum
Bir yorgan deyip üzerime örttüğün demli gözlerin ısıtmıyor;daha çok titretiyor bedenimi
Kan revanım bu diyarda sevgili
Her dem hüzün
Her dem sensizlik
Alışılmış bir ben değil çevremde dolanan
Leyla diyorlar,garip diyorlar,suskun diyorlar artık bana
Ah bal tadındaki bu sevda!..

Bir bilinmezin gözlerinden sızan ışık, yollarımı aydınlatır şimdilerde
Aşkın varlığımı perişan edip yokluklara gömerken
O elleriyle gülücükler çizmeye çalışıyor yorgun suretime
Ceset ceset üzerimizden ne kadar aşk geçse de
Yılmadan,susuşların suskunluğa boyandığı an için
Birlikte savaşıyoruz sensizlikle

Ne göründüğüm kadar kelimelere sahibim bu satırlarda
Ne de kelimelerim benden kalan tek şey sana
Yaşam belirtilerim azalıyor her geçen gün
Simam daha çok ölü soğukluğunu andırıyor
Anlaşılası güç durumlarda kendime yetemiyorum
An geliyor hep susuyorum
An gelmiyor an´sız kalıp yok oluyorum
Hamallığını yaptığım acıların ardı arkası kesilmiyor
Ayaklarım kelepçesine takılıp düşerken
Yüklendiğim o ardı arkası olmayan acılar üzerime kapanıyor
Kapı gıcırtılarıyla uyanıyor her susuşum
Sevgilinin unut beni demesinden yıkılıyor duvarlarım
Bencilce bir seviş
Çıkıntılarla dolu bir hayat
Ne çok geç kalmışlığımı düşünüyorum sonra
Çağımın en geride kalmış kimliğini ben taşıyorum

Yine aşkımı yağmalıyorlar sevgili
Gel!
Kurtar seni yaban ellerden
içimdesin nasılsa diyemiyorum bak!..
Kopartıyorlar seni;dikenli ellerinin yüreğimi kanattığını umursamadan
Kurşuni renklere boyuyor zaman senliğimi'
Mermiler yağıyor üzerime yalnızlıktan yapılma'
Ah yar!
Böylesi kırıcı olmak zorunda mı gözlerin?
Devleşen sancılarımı çoğaltma ne olur!

suretimde garip ifadeler geziniyor…
içimde çoğaan yaraLara derman bulamıyorum…
yomgunum…
Ruhumu sumturuyorum…
Zayıflığımın son belirtileri;göz çukurlarıma dolan gözyaşlarım boğuyor çirkin suretimi
Sakat ayaklarım yüzüme gölgeler çiziyor
Yüzü koyu gizlenmiş yalnızlığımla baş başa kalmak istiyorum olmuyor
Annemin nefes alamayışının korkusu sarıyor gecelerimi
Bir anda zindan oluyor tüm geçmişim
Parmak aralarından sızan ışıkla yüzsüzlüğümü nurlandırıyorum
Duvarlar hep kan öksürüyor üzerime
Siması bozuk ve ölmekten yorgun düşmüş cesetler geçiyor üstümden
Sağımda,solumda hesap soracak münker ve nekir duruyor
Ne yana dönsem suretime bir ah çarpıyor

Bu susuşların içsiz ve duygusuz söylemleri çenemi yoruyor
Yanı üzere yatan bir beynin içinden dökülebilecek tüm suçlar dökülüyor
Suçları herkes görmezden gelirken yastığım beynimi suçüstü yakalıyor
Gözyaşlarımı alnıma akıtan bir acının yarasına gözlerini bastırıyorum
Gözlerin içime değdikçe yaramın kabuğu kalkıyor ve en sus biçimde kanamaya başlıyor
Nerde soluk bir bez parçası bulsam etrafına engel diye sarıyorum
Ama gözlerin
Durmadan yaramı depreştirme derdinde
Beklenmedik zaman-sız anlarda çıkıyorlar karşıma
Bakmakla görmek arasındaki farkı tek senin gözlerinden anlıyorum
Böylesi iç yakışların kıvılcımıydı gözlerin
Aşk katili,içimin canına okuyan suskunluğumun adıydı gözlerin

Kelimeler düğümleşti yine sevgili
Garip şekiller dönüp dolaşıyor sularımda
Gökyüzü ağıdıma ortak olma derdine düşüyor
Maviliğini kirleten duman yüklü kentime lanet edercesine ağlıyor
Misafirperver topraklarım da gözyaşlarını kabul gününde
Soluksuz,hiç durmadan çatlamış dudaklarıyla içiyor gelen geçeni
Feryat figan ağlıyoruz birlikte
Sonra ruhuma şu anlık cemreler düşüreni arıyor ellerim
Kulaklarımda bir bayram havası ama içim sus
Ve ne sussam bilinmezim bana lanet ediyor sanki
Sensizlikteki iç çekişlerimi yalnız o dinliyor
İstemiyorum bu kadar içimin acılığını hissetmesini
Sessiz sessiz yüzümden dökülen damlaları elimin tersiyle siliyorum ki;düştüklerinde seslerini duyup “bu can çekişen de neydi” demesin'
Dinliyorum her dediğini ama,yine susuyorum
An geliyor kendi acısını tekbirler getirerek kurban veriyor
Ne sorulsa aşktan yana bilmezliğini öne sürerek kalbini örtbas ediyor
Israrcı hareketlerime göz yumup bana benden de çok katlanıyor

Ah bal tadındaki sevda!
İçimi dışımı tuttun!
Kendimde geçtim seni sevdikçe
Anlayamadım ben senin acılığını
Öyle doyumsuz,öyle tatlıydın ki!
Meğer tutan bir balmışsın'
Düştükçe içime yok oldum kendimde
Bırakmadın beni bana'
Halsiz,mecalsiz kaldım bir başıma
Damarlarıma düşüşünle öyle bağlanmışım ki sana vazgeçemedim
Acıttın
Kanattın
Susturdun
Ama öyle tuttun ki beni kopamadım bir daha

Şimdi keskin bir mevsim dönüşümü yaşıyor bedenim
Bir yanım sonbaharda kalmış,bir yanımsa hep kış
Bal içimde yeni yangınlar büyütse de duygularım hep soğuk,hep karakış
Yok sevgili yok
Bu aciz beden dayanmaz daha
Kafama yerleşen bu dayanılmaz sancılar sonumu hazırlamakta
Belki bu sözleri bir yazının uydurulmuş satırları gibi okuyorsun
Ama öyle değil sevgili'
Ne yazdıysam bunların hepsi aşkının bedeli
Değer mi dediklerine bir cevap bu da belki
Benim sana olan sevdam;
Senin için basit,
Herkes için değerli,
Benim içinse;seni en az bu kadar sevdiğimin çaresizliğiydi

arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
7 Kasım 2006       Mesaj #1850
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Sensizlikte fırtınalar kopuyordu yaşadığım şehirde .Ölüm ise hırçın dalgaların maskesini giymiş kıyılarıma vuruyordu..Üsüyordum..Gözlerim gözlerini arıyordu gökyüzünde..Ama gökyüzü kapalı..Şehre yağmur yağıyordu .Yagmurlar ise acımasiz..Bereket dagıtan yagmur, yüregime yalnızlıgın acımasızligini bırakıyordu damlalarında ..Korkuyordum karanlığa yenilmekten..Tüm şehri dolaşıyorum önümde seni bulma umutlarım arkamda beni kovalayan yalnızlık..Saatler geçmek bilmiyor..Gözlerim bir an saate dalsa yelkovan cellatlığa, akrep ise karanlığa bürünüyordu..Yapamıyordum sensiz..Ayaklarım yoruluyordu su birikintilerine çarpa çarpa..Sensiz duygularım bölük pörçük..Ölümü ensemde hisseder gibiyim..Kimsenin olmadığı sokaklara girmiyordu ayaklarım..Korkuyordum sensizlikte ölümün kalbimi esir almasindan..Kılcaldamarlarımdan canımı çekiyorlar sanki...Üşüyorum sensizlikte..Yağan yağmurda sığanacak sıcak yüreğini arıyordum..Fırtınada dev dalgalara karşı sığınabilecegim sakin bir liman..Kısacası seni arıyordum...Ezan sesi, gecenin karanlığını dağıtıyorken gözlerim uykuya yenik düşecekti az daha...Koşmaya başladım güneşin ilk ısıttığı sokaklara...Güneşin sıcaklığında bulabilirdim.sesini....Soluk soluğa koşuyorum akşamdan ıslak kaldırımları..Güneşi görüp kuruyan her kaldırım gibi bende sana kavuşuyorum sanki...

Rüyadan uyandığımda ter içindeydim..Korkularım bir anda mutluluğa dönüşürken varlığında rüyalarda bile sensizliğin acısını hissetmek kötüydü...Ne mutlu sevdiklerinin her an kıymeti bilip ölümüne sevenlere..

Benzer Konular

17 Şubat 2016 / Misafir Genel Mesajlar
16 Mayıs 2014 / NihLe Müslümanlık/İslamiyet
18 Temmuz 2016 / Daisy-BT Edebiyat
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar