Arama

Hikayeler ve Öyküler -1- [Arşiv] - Sayfa 175

Güncelleme: 3 Aralık 2006 Gösterim: 567.365 Cevap: 1.997
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
25 Ekim 2006       Mesaj #1741
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Günlerden Pazartesi,genç,yakışıklı ve gizli işlerle uğraşan adam peşindekilerden kaçarken bi sokakta genç,güzel ve ağırbaşlı bir kıza çarpar kız yere düşer adam kızın canının yandığını düşünerek,kızı yerden kaldırır.Kız ile Adam göz göze gelirler ve Adam koşmaya başlar.Ve o günden itibaren güzel kız hep o Adamı düşünür Adamın aklı ise kızda kalır ve 4yıl sonra o gizli işlerle uğraşan genç artık evlenmek isteyen ağırbaşlı bir kişi olur. Babası oğluna hemen gelin bulp evlendirir.Erkek çok mutludur,Karısı ise kocasını çok seviyodu.

Sponsorlu Bağlantılar
Genç Adam artık büyümüş ve tam 27 yaşına gelmiştir ama halen o gün çarptığı kız aklına gelir ve derin derin dalar karısı ise olanlardan habersiz hayatını sürdürmektedir.Ve artık karısı bi çoçuklarının olmasını ister ve bi kız çoçukları olur.Genç Adam artık 30 yaşına gelmiştir.

Kızı 2 yaşına gelir kızın adını Elif koyarlar.Babası Mustafa ise artık onların çok sıkıntılı günler beklediğinden kuşkulanır.Nedeni ise Mustafanın işten çıkmasıdır .Mustafa artık eve geceleri gelmektedir.Karısı Yasemin buna çok üzülmektedir.Elif ise hiç birşeyden habersiz büyümektedir.Ve aradan yıllar geçer elif 4 yaşına gelir. Mustafa ise karısına söyleyemediği bi şey vardır. Mustafa eve geç geldiği günlerde karısını aldatmıştır.Mustafa karısına o gece çok içmiştim arkadaşlarla bi otele gittik ve dayanamayıp bu olayı yaptım der. Karısı Yasemin Elifi alıp gider ve bi daha geri dönmez ve genç Adam 2 yıl bekler ve kendisini asar bunu duyan Yasemin hemen eve gelirki Kocasının tabutu kaldırılıyor.İşte bu hikayede anlatılan hiç bir zaman nefsinize yenik düşmeyin

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
25 Ekim 2006       Mesaj #1742
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Acı Ama Gerçek

Sponsorlu Bağlantılar

Yazacaklarımdan sonra haklılığımı tespit edeceğinizden eminim.

Bir taksi şoförü ile sohbetten çıktı konu.

Ödemiş’in yakın bir kasabasında yaşanır olanlar. Eşini bir müddet önce kaybetmiş, yetmişine merdiven dayamış bir amca vardır kasabada, birde kırk yaşlarında oğlu. Oğlan böbrek hastası, haftada üç kez diyalize bağlanması için İzmir’e gidip gelmesi gerekirmiş. Bu gidip gelmeleri ticari taksi ile yaparmış.
Bir gün hayata yeniden dönmesi için bir ışık doğar, babasının doku örnekleri uyumludur. Eğer baba, böbreklerinden birini vermeyi göze alırsa genç adam kurtulacaktır. Fakat zordur yaşlı adamı ikna etmek. Yaşamak çok tatlıdır onun için, bir türlü böbreğinin birini oğluna feda edemez.
İzmir’den diyaliz dönüşlerinden birinde böbrek hastası adamın ağzından çıkanlar zehir zemberek olup neticeyi değiştirmeyecek bile olsa! Taksi şoförünün içinin acıdığı yıllar sonra olayı anlatırken gözlerinin dolmasından anlaşılıyordu.

“Yahu şu babamı anlamıyorum, bazen onun benim gerçek babam olup olmadığı konusunda şüpheye düşüyorum, nasıl bir adam bu? Elimden gelse bir kurşun sıkacağım kafasına, bak sana söylüyorum! Bu adam ben öleyim diye bekliyor, öldüğümün arkasından evlenecek, görürsün.” Bir insanın öz babası hakkında böyle düşünmesi çok acı olmalı, gerçek de öyle.

Aradan geçen zaman ve diyalize bağlanmalar adamı iyileştirmeye yetmemiştir. 2000 yılında kırk yaşının içinde hayata gözlerini yummuştu böbrek hastası, en çok babasının canını yaktığını düşünerek.

Asıl hikaye şimdi başlıyor.

Böbrek hastası oğlunun ölümünden kısa bir süre sonra kendisine kendinden oldukça genç bir kadın bulunur ve evlenir yaşlı adam. Ama hayat kendi beklediği gibi değildir, hiç kıyamadığı böbreklerinin faydası olmaksızın iki yıl sonra Hakkın rahmetine kavuşma sırası kendine gelmiştir.
İnanmadım araştırdım. O anılan teyzeyi buldum. Bir iki sohbetten sonra şoför arkadaşın anlattıklarının hepsinin doğruluğu çıktı ortaya. Teyzem düşündüklerimin doğrultusunda haklı çıkıyordu. Yoksuldu, kendi çocukları pek ilgilenmiyordu. Yalnızdı ve hiç bir sosyal güvencesi yoktu, bu evlilik fikrini getiren arkadaşına önce soğuk bakmış, sonra da zaruretini anlamıştı. Yani kendisince bakıcılık adı altında bu evliliği kabul etmişti.

Merakım belli bile olsa soracaktım.

“Teyze! Sen o adamla evlenmezden önce diğer çocukları bakmıyorlar mıydı adama?”

“Hayır oğlum. Ben gidene kadar ölen oğlunun hanımı varmış hep o bakarmış bizim kine.”

“Peki, beyi öldükten sonra bakmamış mı, amcaya?”

“Bakmış, ama kocasının şikayetlerinden olsa gerek, biraz kırgınmış bizim beye!”

“Ya diğer çocukları?”

“Onlarda ezelden, annelerinin ölümünden bu yana çok kızarlarmış babalarına, hatta sebebini bizim beyden bulurlarmış.”

“Neden?”

“Bizim ki eskiden beri karı-kız kısmına biraz düşkünmüş de!”

***

Allah rahmet eylesin demek bile zor geliyor içimden ama gerçek bu.

***

Bu merhumun yerinde bir anne olsaydı aynı şekilde davranır mıydı?

Kesinlikle hayır.

Annelik duygusunun ne demek olduğunu bize hep gösteren anneler asla ve asla böyle davranamazlar. Oğlu (ya da fark etmez kızı) için değil bir böbreğini, her zaman canlarını vermeye hazırdırlar.

arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
25 Ekim 2006       Mesaj #1743
arwen - avatarı
Ziyaretçi
NedenKalplerimizi birleştirseydik belki istediklerimizi elde edebilirdik.Daha çok sevebilirdik sevilebilirdik. İçimizdekiler, içimizde kaldi.Disariya vurabilseydik belki anlaşılabilirdik, anlaşabilirdik. Birbirimize hissettiklerimiz insanların bize hissettiklerinden o kadar fazlaydı ki...Ah, bir düşünebilseydik.Eminim o zaman birbirimize bağırmak zorunda kalmazdık.
Bir insani sevebilmek o kadar kolay ki..Onu anlayabilmek.Yalnızca iyi taraflarını görür ve diğer taraflarını boş verirsin.Ama bir o kadar da kolay bir insandan nefret etmek.Sevebildiğin kadar çok seversin sonra sevecek bir yönü kalmadığını görürsün.
Biz de birbirimizi ilk önce sevebileceğimiz kadar çok sevdik.Birbirimize kucak dolusu sevgi sunduk.Ama yalın bir sevgi.Anlayıştan, düşünceden, mantıktan uzak bir sevgi.
Düşünmeden sevdik biz birbirimiz.Ne dün önemliydi bizim için ne de yarin.Sadece bugünü yaşadık.Neler yapmadık ki ? Bazen ben bir çocuk oldum bazen de sen.Bazen ben çocuklar gibi ağladım bazen de sen.Ama ağlarken bile sessizdik.Aramızdaki sukuneti hiç bir şeyin bozmasına izin vermedik.Neden ? Neden konuşmadın benimle ? Neden ben seninle...?
Birbirimize söyleyeceğimiz o kadar çok şey varmış ki, simdi anlıyorum.
Son karşılaşmamızda bile sessizdik.Birbirimize istediğimiz kadar bağıramadık bile.Tıpkı istediğimiz kadar yaşayamayacağımız gibi.Aslında ne kadar da masumdun ölümü kucaklamaya hazırlanırken.”Severek ölüyorum, seni severek..” demiştin.Ama ben bir şey söylememiştim.Simdi söylüyorum : “Sen severek ve sevilerek öldün.”
Elimde olsaydı seni kurtarırdım ama yapabileceğim hiçbir şey yoktu.Seni unutmayacağım...
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
25 Ekim 2006       Mesaj #1744
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Aşk Kapıyı Çaldığında

Hep özlediğim, beklediğim aşkın böyle aniden kapımı çalıvereceğini, izin almadan yüreğimde bir köşeye yerleşeceğini hiç düşünmememiştim. Göz göze geldiğimiz anda. Başımdan aşağıya buzlu su dökülmüş gibi hissettim.

Bakışları içimi titretti, bilmediğim, tanımadığım bir dünyanın kapıları açılıverdi önümde... Kimde, neydi, hangi sınıfta öğrenciydi, daha önce onu görmemiştim. Bütün gün bu sorularla boğuştum. İlk şoku atlatıp kendime geldiğimde okulda onu aramaya başladım. Gerçeği öğrenmem hiç zor olmadı tabii ki! Suratıma tokat gibi çarpan gerçeği...
O okulumuzda yeni görev yapmaya başlamış bir öğretmendi çok genç olduğu için öğrencilerden ayırt etmek mümkün değildi. Böyle şeyler yalnız filmler de olur sanırdım. Oysa ben sırılsıklam aşık olmuştum. Gözleri başımı döndürecek kadar güzel olan yalnızca adını ve öğretmen olduğunu bildiğim biri, kısacık bir zamanda hayatımı değiştirivermişti.
Ona aşık olmam benim suçum muydu? İnsan hesap kitap yaparak aşık olmazdı ki? Tamam itiraf etmeliyim, ben pek normal biri değilim. Başkalarına göre farklı yanlarım çok., özellikle de aşk söz konusuysa hiçbir zaman sıradan biri olmadım ama bu kez tamamen kaderdi. Sonunda ona söylemeye karar verdim. Madem aşık olacak kadar cesaretliydim, söyleyecek kadar da cesaretli olmalıydım.
Söyledim. Şaşkınlığımı ifade edecek sözleri şu an ben bulamıyorum. Düşün bir kez, çat kapı bir öğrenci geliyor ve ‘’ ben sizi gördüğüm ilk andan beri seviyorum’’ diyor. Ne hissedersiniz bilemem ancak o bana karşı çok olgun, anlayışlı davrandı. Yaptığım çocukluklarla hayatını cehenneme çevirdiğim halde sevgiyle yaklaştı.. incitmemek için çok uğraş verdiğini şimdi anlıyorum oysa o zamanlar çok incitmiştim. Bir gün bana hak vereceksin demişti evet onu anlıyorum ve hak veriyorum. En doğrusunu yaptı. Zaman belki çılgın aşkımı bitirdi. Ama ona olan saygım ve sevgim sonsuza kadar sürecek.
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
25 Ekim 2006       Mesaj #1745
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Bilir misiniz sönmüş yıldızların bilinmeyen hikâyesini? Sönmeye yakın can havliyle avazı çıktığı kadar parlamak isterler. Aydınlattıkları yer önemli değildir. Kendi çevreleri ya da ulaşabildikleri en ırak nokta neresi olursa olsun. Yeter ki son bir kez tüm güçleriyle parlayıp bizler buradayız ve sönsek bile hep burada var olacağız duygusunu yaşarlar, yaşamak isterler.
Biz insanların ise bundan ne farkı var ki? Bakın izah edeyim.
Teori de düşünüp pratikte uygulamadığımız birçok hareketi doğamızda var olan malum tembellik huyumuzdan dolayı bir türlü gerçekleştiremeyiz.
Hayatımızdaki rampalarda zorlanır ancak ilk düzlükte radara girecek sürate ulaşmak için çabalamaz mıyız? Yaşantımızdaki mücadelede başarıyla sürekli karşı karşıya kalırız ama kader diyerek inandığımız olgunun ofsayt’ına yakalanır bir türlü gol yapamayız.
Buna ne sebep oluyor sizce? Nefes alıp verdiğimiz her an içinde müdahale edemediğimiz değil aslında, müdahale etmediğimiz o kadar yanlışlar var ki... Yaşantımızı çalıntı tik taklar üzerine kurmuş, birbirimizin fotokopisini çekip kaderimize kopya yapıp yapıştırıyoruz. Hayatı zoraki bir mecburiyet olarak mı görüyoruz da kendi yaşantımızın kolayına kaçıyoruz, yoksa kalitemize mi inanmıyoruz?
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
25 Ekim 2006       Mesaj #1746
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
ARKADAŞLIK

Hikayeler ve Öyküler -1- [Arşiv] Savaşın en kanlı günlerinden biri.. Asker, en iyi arkadaşının az ileride kanlar içinde yere düştügünü gördü. İnsanın başını bir saniye bile siperin üzerinde tutamayacağı ateş yağmuru altındaydılar. Asker teğmene koştu ve:
- Teğmenim. Fırlayıp arkadaşımı alıp gelebilir miyim?..
Delirdin mi? der gibi baktı teğmen...
- Gitmeye değer mi?. Arkadaşın delik deşik olmuş... Büyük ihtimalle ölmüştür bile.. Kendi hayatını da tehlikeye atma sakın..
Asker ısrar etti ve teğmen "Peki " dedi.. "Git o zaman.." İnanılması güç bir hadise.. Asker o korkunç ateş yağmuru altında arkadaşına ulaştı. Onu sırtına aldı ve koşa koşa döndü.. Birlikte siperin içine yuvarlandılar.
Teğmen, kanlar içindeki askeri muayene etti.. Sonra onu sipere taşıyan arkadaşına döndü:
- Sana değmez, hayatını tehlikeye atmana değmez, demiştim. Bu zaten ölmüş..
- Değdi teğmenim. dedi asker..
- Nasıl değdi? dedi teğmen.. Bu adam ölmüş görmüyor musun?..
- Gene de değdi komutanım.. Çünkü yanına ulaştığımda henüz sağdı.. Onun son sözlerini duymak, dünyaya bedeldi benim için.. Ve arkadaşının son sözlerini hıçkırarak tekrarladı:
- Geleceğini biliyordum!.. demişti arkadaşı... Geleceğini biliyordum.. .... Kalbimizde arkadaşlık adında bir mucize var. Nasıl olduğunu veya nasıl başladığını anlamazsınız. Ama bu özel armağanı bilirsiniz ve arkadaşlığın Allah' ın en büyük armağanı olduğunu anlarsınız. Gerçekten de arkadaşlar çok nadide mücevherlerdir. Sizi gülümsetip başarmanız için cesaret verirler. Sizi dinlerler ve kalplerini size açmak isterler. Bugün arkadaşlarınıza onlarla ne kadar ilgilendiğinizi gösterin.
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
25 Ekim 2006       Mesaj #1747
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Hayvanlardan ayrıcalıklı yapan beyin unsuruna sahip olan insanoğlu , hala nefes alırken, yaşamın içinde bende varım derken,ağlayan,gülen,yürüyen,yorulduğunda oturan,kaçan otobüsün arkasından koşan,kovalayan,yakalayınca binen,binince de “fazla bileti olan var mı?” diye soran,minibüsü kendi malımız gibi kullanıp istediğimiz yerde durduran, inen, yani bizler; elimizdeki,gönlümüzdeki ve hayatımızdaki güzelliklerin,sevgilerin ve paha biçilmez sevenlerin değerini NEDEN(?)kaybettiğimiz zaman anlama becerisinde bulunuruz.Kaybedinceye kadar kan kusturup, kaybedince hiçbir günahı olmayan dizlerimizi NEDEN(?) döverek “onu seviyordum,canımdan bile çok seviyordum hem de, ayrılığa neden olacak ben ne yaptım ki?” diyerek kulakları tırmalayan bir sesle, giden balık büyük olur mantığıyla ağıt yakarız. Geri kazanmak uğruna daha önce yapmamız gerekenleri NEDEN (?)iş işten geçince, o başkasını sevince yaparız.Kırılan kalbi tamir etmek bu kadar kolay mı ki, NEDEN(?) kalp kırarız.Doğru olma!
k yerine NEDEN(?) yalancı, dürüst olmak yerine NEDEN(?) daldan dala konarız.Her şeyde aleni olmak yerine NEDEN(?) riyakarız.
Seversek sevileceğimizi,bir adım yaklaşırsak sevdiğimize onun da iki adım yaklaşacağını NEDEN(?) bilmeyiz.Sevdiğimizin bize ihtiyacı olduğunda “çok işim var,gelemem” diyerek NEDEN(?) kaçmaya çalışırız.İlgiliye ilgisiz,ilgisize ilgili NEDEN (?)oluruz.Yasaklara uymayıp doğrulardan NEDEN(?) kaçarız. Sevgi ile okşanmaktan, sevilmekten haz almak yerine, NEDEN(?) kaçarız ve de korkarız. At gözlüğü takıp etrafımızdan NEDEN (?) bihaberiz. Bizler hiç olumlu düşünmeyip,hep kuşkulu,hep tedirgin ve hep kıskanç ve NEDEN(?) hep olumsuzuz.Bunları çoğaltmak,çoğaltmak mümkün.
Sonuç olarak; NEDEN hayatımızda bir çok (?) soru işareti var.Ve NEDEN bu soru
İşaretlerini bizler var ederiz.Ve bu NEDEN ‘lere, NEDEN(?) NİÇİN(?) böyle oluyor diyemeyiz. Ve bu NEDEN(?) ve NİÇİN’ lere NASIL oluyor da çözüm bulamıyoruz.
İşte hayatımız NEDEN,NİÇİN ve NASIL ’larla geçiyor.
Uyuyoruz NEDEN?
Uyanmıyoruz NİÇİN?
Değişir miyiz ? değişiriz ama NASIL?
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
25 Ekim 2006       Mesaj #1748
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
SU OL

Bir an için sen su oldugunu düsün. Su denli özel, su denli yararli ve su denli çok, tükenmez... Inaniyorum ki gerçekten de öylesin. Ama ister çesmelerden dökül, ister göklerden yag, ister nehirler dolusu ak; dibi olmayan bir kovayi dolduramazsin. Yani seni dinlemeyenlere sesini duyuramazsin. Unutma daha çok bagirdiginda daha çok dinlenmezsin, gürültünün parçasi olursun yalnizca!... Suyun yaninda olanlar suyu en az içenlerdir. Çünkü"Su nasilsa burada, gerek yok ki suyu kana kana içmeye" diye düsünürler..Hikayeler ve Öyküler -1- [Arşiv] Tipki, sesini sürekli duyanlarin seni dinlemedikleri gibi! Ormandaki hiçbir hayvan, irmagin gürültüler koparan yerinden su içmeye çalismadi simdiye dek. Hepsi, hep sabahin en sakin anini bekledi; suyun durgun yerlerini bulabilmek için. Gittiler ve sakin sakin gereksinimlerini giderdiler. Onlar için en uygun olan kendi istedikleri zamandi. Sen hep bir su oldugunu düsün. Su gibi güzel, su gibi vazgeçilmez... Ve su gibi yasam kaynagi oldugunu düsün. Ama su gibi yasatici ol. Su gibi yikici, sürükleyici ve öldürücü degil!.. Suysan tarlalarini basma insanlarin, yuvalarini yikma, ocaklarini söndürme; sana "felaket" denmesin! Suysan bir bardaga sigabil ki damarlara girebilesin!..

Su gibi özel, su gibi güzel, su gibi yararli, su gibi gerekli ve su gibi bitmez tükenmez oldugunu da unutma. Ayrica su gibi sakin olabilecegin gibi, su gibi de "kiyametler" koparici olabilecegini unutma... Vadiler varken önünde ve ovalar varken, yayilabilecegin küçük irmaklara ayirabiliyorsan kendini ve bardaklara bölebiliyorsan, yasam verirsin çevrene. Yoksa hep duyulmayan, dinlenmeyen, korkulan ve kaçilan olursun seller, afetler gibi. Tercih elindeydi hep ve hep "senin" ellerinde olacak... Ya tutmayi ögreneceksin dilini ya da hiç durmadan konustugun için, yalnizca bombos ve anlamsiz sesler çikartan birisi oldugunu zannettireceksin çevrendeki insanlara! Ama yapman gereken su degil mi? Düsüneceksin ne zaman ne söyleyecegini. Düsüneceksin kimin dinleyip dinlemedigini, kimin anlayip anlamadigini.

Düsüneceksin anlatmak istediklerinin ne kadarini anlatabildigini... Hatta anlayanlarin anladiklarinin da senin anlattiklarinin ne kadari oldugunu düsüneceksin... Konusmak için en uygun zamani bekleyecek, en az ama en uygun sözcükleri seçmeye çalisacaksin... Yolcularin, önceden aldiklari biletleri ceplerinde oldugu halde, saatlerini kontrol ederek, zaman yaklastiginda, vapurun kalkacagi iskelede hazir olmalari gibi, sen de fikrini bildirecegin kisinin " kiyiya yanasmasini" bekleyeceksin!.. Demeyeceksin " Ben canim isteyince giderim iskeleye, vapur da o saniyede gelmek zorunda!.." Demeyeceksin " Ben aklima geleni geldigi biçimde söylerim. Karsimdaki de degil duymak degil dinlemek, anlattigimdan bile fazlasini anlamak zorunda.." Keske öyle olsaydi. Keske hakli olsaydin, ama maalesef degil... Agzini açip "Selaleden dökülen suyu" içmeye çalisan bir tavsan gördün mü hiç?... Ya da önüne çikan agaçlari bile sürükleyen bir selden susuzluk gidermeye ugrasan bir ceylan gördün mü? Kaplanlar bile içebilmek için suyun durulmasini bekler; beyni olan her canli gibi! Hadi... Sen simdi " su oldugunu" düsün ve kendini " su gibi " hisset... Su gibi özel, su gibi güzel, su gibi berrak, su gibi yararli... Su gibi yasam kaynagi ve su gibi bitmez tükenmez oldugunu animsa... Ama yine su gibi " küçük bir bardagin içine" sigdir ki kendini girebilmeyi ögren insanlarin damarlarina. Yasam ver... Vazgeçilmez ol!...

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
25 Ekim 2006       Mesaj #1749
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Törensiz Gömülmüş Bir Aşk


Uzun gölgelerin ucundan düşüyorum terk edilmiş caddelerin karanlıklarına.Ateşin çevresinde toplanmış dilencilerin yanından geçiyorum.Benden daha zenginler diye düşünüp örtüsünü açıyorum yalnızlığımın. Ağlamaklı bir yüz görüyorum da inanmıyorum ben olduğuma.
Acı bu kadar belli eder miymiş kendini her suratta?
Merak ediyorum, hangi yazar tasvir edebilmiş acaba hüznü olanca yoğunluğuyla? Ben sadece bir çırağım: kelimeler dilimde tat bırakıyor, çevremde dans eden bir dünya yaratıyor yine de beni benden zeki yapamıyor işte.
Sis, toplanıyor çevremde bu akşam bir şeyleri benden saklamak istermiş gibi. Oysa gözle görülecek kadar açık şeylerde olsa ben farkına varamayacak kadar dalgınım bu gece.
Yakınlarda bir yerde yanan kömür kokusu boğazımı sıkıyor sanki. Adımlarımı hızlandırıp dar sokaktan aceleyle ayrılıyorum. Birden kendimi geniş ve insanların rasgele serpiştirildiği yarı-boş bir meydanda nefes alabilirken buluyorum. Açıklığın tam ortasındaki heykelin altına toplanmış çalgıcılar caddeyi balo salonuna dönüştürmeye gayret ederek şevkle çalıyor. Etrafına toplanmış kadınlardan bazıları müziğin dansa değer olduğunu yine de dans etmeye cesaret edemediklerini gösterir gibi kalçalarını bir sağa bir sola sallıyor, geniş etekleri bir çan gibi görünüyor. Etrafta demir daireler ve çubuklarla koşuşturan çocuklar sokağa bir karnaval havası veriyor.
Bu manzaranın karşısında tedirgin olup bir adım geri atıyorum. Biraz önce ayrıldığım kömür kokulu o dar karanlık sokağa geri dönmek şimdi daha çekici görünüyor gözüme. Kim anlar ki benim acımdan şu şen palyaçoların, geveze kadınların arasında?
Daha önce yürüdüğümde incelemiştim bu caddeyi bu yüzden kafamı kaldırıp yıldızlara bakmak istemiyorum tekrar. Biliyorum ki tepemde göğü bana göstermeyecek kadar acımasız bina var. Hava iliklerime kadar titretiyor beni, ayaz yanaklarımı tokatlayarak uyuşturuyor suratımı. Köşede ateşin çevresinde dikilmiş, elden ele bir şişe içkiyi paylaşan fakirlerden gidip ısınmak için bir yudum borç istesem benden karşılığında kesin paltomu isterler diye düşünüp karanlığın içine saklanarak hızlandırıyorum adımlarımı.
Sonunda bu cadde de bitecek. Nereye kadar dolandıracağım bu yorgun bedeni, bilemiyorum. Nereye kadar beni taşıyabilirse mi? Akılsızın tekiyim işte! Hâlâ kabul edemiyorum. Şu dev gibi önüme dikilmiş gururum kör ediyor beni. Oysa gerçek, bir çocuğun bile anlayabileceği kadar açık. Ne kadar uzaklaşırsam uzaklaşayım yine onun paspasında durmuş bir saat kapıyı çalıp çalmamak arasında gidip gelirken bulacağım kendimi. Sonunda aşkım, gururumu büyük bir cesaretle parçalayacak ve o kapı heyecandan deli gibi atan kalbimin sesiyle yumruklanacak. Sonra beni uçuşan geceliğiyle bir melek karşılayacak, yanağına kıvrılan kibar bir tebessümle gülümseyecek ve her tartıştığımızda olduğu gibi her şeyi unutup beni öpecek.
Bu akşam olacakları bilmeme rağmen neden bu kadar tedirginim acaba? Sanırım bu tartışmamız diğerlerinden daha uzun sürdü. Evet, en uzun ayrılığımızdı bu. Beni unutmuş olabilir mi? Hiç aramadığı için böyle düşünüyorum bence. Ama kalbini kıran benim, bu yüzden aramamak için haklı sebepleri var. Bu aptalca fikirlerin beynimi kurcalamasına izin verirsem sonunda bu akşam planladığım gibi paspasın üstünde değil, denizin dibinde olacağım!
Pekala, sadece iki blok öteye gideceğim. Kan kokusu almış bir köpek balığı gibi durmadan onun evinin etrafında dolaştığımın farkındayım. Belki yolda karşılaşsaydık bu daha kolay olurdu benim için. Her neyse madem buradayım o zaman rotamı belirleyip, sevgilimi kollarımın arasına alacağım ve bu sefer kapıyı çalmakta tereddüt etmeyeceğim.
Adımlarımı hızlandırıyorum. İçimde anlatılması güç bir heyecan var. Okuldaki ilk gün annelerinden ayrılan çekingen çocukların korkusu ve hayatında ilk defa yüklü bir maaş almış bir işçinin sevinci gibi karışık ama tam anlamıyla midemi sıkıştıran bir his.
Evin önündeki caddeyi aydınlatan sokak lambasından kaçmak için yolu uzatıyorum. Bu garip davranışlarımın hepsini içinde bulunduğum duruma borçluyum. Paspasa ayaklarımı basıyorum. Evin ön kapısı karanlık, beni saklıyor etraftakilerden.Önceden kararlaştırdığım gibi fazla savaşmadan kapıyı çalıyorum. Tok bir ses yankılanıyor içerde. Yaklaşıyor bana doğru ve gözlerimi kamaştıran bir ışık aydınlanmaya başlıyor tam tepemde. Kapı açılıyor, gülümsüyorum karşımdakine.
Bir adam atletiyle dikilmiş bana bakıyor. Şaşırıyorum, içimi panik duygusu kaplıyor. Nereye taşınmış olabilir ki? Gece gece adamı rahatsız ettim, sorsam tanır mı acaba? Sapık olduğuma karar verip beni tartaklamadan önce kız arkadaşımın adını verip nereye taşındığını sormaya karar veriyorum. Ağzımı tam açacakken, karanlık koridordan uçuşan bir gecelik geliyor, adamın vücuduna dolanıyor. Bana bakıp öylece kalakalıyor, tanıdık gözler büyük bir utançla beni izlerken, ben aynı anda paspasın binlerce kat altında nefes almaya çalışıyorum. O ise bir açıklama düşünüyor. Ayaklarım geri geri gidiyor. Bana doğru birkaç kararsız adım atıyor. Ben yüzümde aptal bir ifadeyle ona bakarken, ruhum çoktan arkasını dönmüş dar sokaklara koşuyor. Sonunda daha fazla dayanamayıp bedenimde takip ediyor.
Soluk soluğa karanlığa gömüyorum kendimi. Yosun tutmuş duvarlara yaslanıyorum. Sidik kokan pis sokaklarda çaresizce sürünüyorum. Bir titreme alıyor bedenimi. İster istemez ateşe yöneliyorum. Fakirler bana bakıyor sonra omzuma bir battaniye atıyorlar. Elden ele geçen şişe bana geliyor. Bir yudum alıyorum, acı boğazımdan aşağıya kayıyor. Gözlerim görmez gibi kıvılcımlara bakıyor. Burada kimse akan yaşlara ‘dur’ demiyor. Düşünüyorum, benim onlardan ne farkım var? Bu gece sevgilimin yanında benim yerime başka bir adam yatıyorken, evime gidip uyumaktansa şurada kutulardan birinin üstüne kıvrılıp sızmamın, leş gibi içki kokmamın, sokaklarda barınan bir dilenci olup olmamamın ne önemi var? Her gece rüyalarımda o yüzü göreceksem uyumanın, uyanık olup da onu hatırlayacaksam yaşamanın ne anlamı var? En değerli şeyi, kalbimi kaybettikten sonra… şimdi gerisinin ne önemi var?



Pollyanna - avatarı
Pollyanna
Ziyaretçi
25 Ekim 2006       Mesaj #1750
Pollyanna - avatarı
Ziyaretçi
KYKNOS

Kan dökmekten bıkmayan zalim Ares'in çocukları da tıpkı kendisi gibiydiler. Bunlardan en yamanı Kyknos idi. Bu genç haydut dağ başlarında gezer, yolları keser, önüne çıkan yolcuları soyup soğana çevirir, sonra kim olursa olsun hiç acımadan vahşice öldürürdü. Vahşiliğini daha da öteye götürüp öldürdüğü insanların kafatasından babası Ares için bir mağbet yapmıştı.


Ama bir gün Kyknos, büyük kahraman Hercules (Herakles, Herkül) ile karşılaştı. Her zaman ki gibi orman da dolaşıp kendisine soyacak bir yolcu ararken karşısına Hercules çıktı. Hercules hırsızlara ve katillere derslerini vermeyi kendine görev edinmişti, dünyayı dolaşarak, bir bir insanlara zarar veren bu katilleri yakalıyordu ve Kyknos ta bunlardan biriydi.

Kyknos, Hercules'in parlak kalkanını görünce bir an evvel ona sahip olma arzusu ile kim olduğunu bilmeden ona saldırdı. İki cesur adam şiddetli bir kavgaya tutuştular, güçleri birbirine yakın olduğundan kavga uzun sürdü. İkisi de yorulmak nedir bilmiyordu. Derken Hercules, uzun mızrağını savurdu ve Kyknos'u tam boğazından vurdu.

Oğlunun öldüğünü öğrenen Ares, çılgına dönmüştü. Hemen yer yüzüne inip çılgın gibi Hercules'e saldırdı. Vahşi çığlıklar atarak mızrağını Hercules'e fırlattı aynı anda Athena'da oraya gelmiş ve mızrağın yönünü değiştirerek Hercules'e yardımcı olmuştu. Bunu üzerine Ares kılıcına sarıldı, ama o daha kılıcını çıkaramadan Hercules üzerine saldırdı ve onu bacağından yaraladı. Ama o bir tanrıydı onu öldüremezdi. Bu yüzden onu yaralı haliyle bıraktı. Periler Ares'i tedavi için tanrıların dağına götürdüler. Ama ondan önce Ares ölen oğlunu beyaz bir kuğuya çevirdi.

Benzer Konular

17 Şubat 2016 / Misafir Genel Mesajlar
16 Mayıs 2014 / NihLe Müslümanlık/İslamiyet
18 Temmuz 2016 / Daisy-BT Edebiyat
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar