Arama

Hikayeler ve Öyküler -1- [Arşiv] - Sayfa 27

Güncelleme: 3 Aralık 2006 Gösterim: 498.890 Cevap: 1.997
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
18 Şubat 2006       Mesaj #261
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
Kötü karakterli bir genç varmis. Bir gün
babasi ona çivilerle dolu bir torba vermis. " arkadaslarin ile tartisip
Sponsorlu Bağlantılar
kavga ettigin zaman her sefer bu tahtaperdeye bir çivi çak" demis.
Genç, birincigünde tahtaperdeye 37 çivi çakmis. sonraki
haftalarda kendi kendini kontrol etmeye çalismis ve geçen her günde
daha az çivi çakmis. Nihayet bir gün gelmis ki hiç çivi çakmamis.
Babasina gidip söylemis. Babasi onu yeniden tahtaperdenin
önüne göturmüs. Gence "bugünden baslayarak tartismayip kavga etmedigin her
gün için tahtaperdelerden bir çivi çikart (sök)" demis. Günler geçmis.

Bir gün gelmis ki her çivi çikarilmis. Babasi ona "aferin iyi
davrandin ama bu tahtaperdeye dikkatli bak. Artik çok delik var. Artik
geçmisteki gibi güzel olmayacak" demis. Arkadaslarla tartisip kavga
edildigi zaman kötü kelimeler söylenilir. Her kötü kelime bir yara(delik)birakir.
Arkadasina bin defa kendisini affettigini söyleyebilirsin ama bu delilik aynen

kalacak(kapanmayacak). Bir arkadas ender bir mücehver gibidir. Seni güldürür, yüreklendirir, sen
ihtiyaç duydugunda yardimci olur, seni dinler ,sana yüregini açar" demis.

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
18 Şubat 2006       Mesaj #262
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
floral6
GUL YAPRAGI
Sponsorlu Bağlantılar
Uzakdoğu'da bir budist tapınağı, bilgeliğin gizlerini
aramak için gelenleri kabul ediyordu. Burada geçerli
olan incelik; anlatmak istediklerini konuşmadan
açıklayabilmekti. Bir gün tapınağın kapısına bir yabancı
geldi. Yabancı kapıda öylece durdu ve bekledi.
Burada sezgisel buluşmaya inanılıyordu, o yüzden
kapıda herhangi bir tokmak, çan veya zil yoktu.
Bir süre sonra kapı açıldı, içerdeki budist,
kapıda duran yabancıya baktı. Bir selamlaşmadan
sonra söz'süz konuşmaları başladı. Gelen yabancı,
tapınağa girmek ve burada kalmak istiyordu.
Budist bir süre kayboldu, sonra elinde ağzına kadar
suyla dolu bir kapla döndü ve bu kabı yabancıya uzattı.
Bu, yeni bir arayıcıyı kabul edemeyecek kadar doluyuz
demekti. Yabancı tapınağın bahçesine döndü, aldığı bir
gül yaprağını kabın içindeki suyun üstüne bıraktı.
Gül yaprağı suyun üsünde yüzüyordu ve su taşmamıştı.
İçerideki budist saygıyla eğildi ve kapıyı açarak
yabancıyı içeriye aldı. Suyu taşırmayan bir
gül yaprağına her zaman yer vardı...

Pollyanna - avatarı
Pollyanna
Ziyaretçi
18 Şubat 2006       Mesaj #263
Pollyanna - avatarı
Ziyaretçi
Niye ALO Deriz?

Telefonda hemen hemen her gün kim bilir kaç kez kullandığımız "Alo" sözcüğü, gerçekte bir sevgilinin kısaltılmış adıdır. Sevgilinin tam adı Allessandra Lolita Oswaldo'dur. Bu sevimli genç kız, telefonu icat eden, A.Graham Bell'in sevgilisiydi. Graham Bell telefonu icat edince ilk hattı sevgilisinin evine çekmişti. Atölyesinde telefon çalınca arayanın Allessandra Lolita Oswaldo'dan başkası olamayacağını bildiğinden Graham Bell, telefonu açar açmaz "Allessandra Lolita Oswaldo" diyordu. Bell, zamanla sevgilisine, adını kısaltarak hitap etmeye başladı ve telefonu her açışında onu "Ale Lolos" diye karşıladı. Çalışmaları uzadıkça Graham Bell, sevgilisinin adını daha da kısalttı ve öne iki heceli bir ad buldu. Bu kısa ad "Alo" idi. Allessandra Lolita Oswaldo, geliştirip, tüm kente yaymaya çalıştığı telefondan başka bir şey düşünmeyen sevgilisinin bitmek tükenmek bilmeyen deneylerinden rahatsız olmaya başlayınca Graham Bell'i telefonuyla baş başa bırakıp onu terk etti.Yaşlı Bell, sevgilisinin bir gün onu arayacağı umuduyla telefonun başından ayrılmadı. Kentte çekilen telefon hatlarının sayısı da giderek artmaya başlamıştı. Graham Bell'i artık başka kişiler de arıyordu. Fakat o, telefonun her çalışında kendisini sevgilisinin aradığını sanarak telefonunu "Alo" diyerek açıyor ve artık herkes "Alo" diyordu. O günlerde hemen herkes telefonu açtıklarında Alexander Graham Bell'in anısına saygı olarak "Alo" demeye başladı. Bugün tümümüzün kullandığı "Alo" sözcüğü işte o günlerden günümüze uzanmaktadır.
Pollyanna - avatarı
Pollyanna
Ziyaretçi
18 Şubat 2006       Mesaj #264
Pollyanna - avatarı
Ziyaretçi
Sevgili anneciğim, Sevgili babacığım,

Bütün duygu ve düşüncelerimi dile getirebilseydim, size şunları söylemek isterdim: Sürekli bir büyüme ve değişme içindeyim. Sizin çocuğunuz olsam da, sizden ayrı bir kişilik geliştiriyorum. Beni tanımaya ve anlamaya çalışın. Deneme ile öğrenirim. Bana ayak uydurmakta güçlük çekebilirsiniz. Oyunda, arkadaşlıkta ve uğraşılarımda özgürlük tanıyın. Beni her zaman her yerde koruyup horlamayın. Davranışlarımın sonuçlarını kendim görürsem, daha iyi öğrenirim. Bırakın, kendi işimi, kendim göreyim. Büyüdüğümü başka nasıl anlarım yoksa. Büyümeyi çok istiyorsam da, ara sıra yaşımdan küçük davranmaktan kendimi alamıyorum. Bunu önemsemeyin, ama beni şımartmayın da. Hep çocuk kalmak isterim sonra. Her istediğimi elde edemeyeceğimi biliyorum. Ancak siz verdikçe, almadan edemiyorum. Bana yerli, yersiz söz de vermeyin. Sözünüzü tutmayınca, sizlere güvenim azalıyor. Bana kesin ve kararlı davranmaktan çekinmeyin. Yoldan saptığımı görünce beni sınırlayın. Koyduğunuz kurullar ve yasakların hepsini begendiğimi söyleyemem. Ancak, hiç kısıtlamayınca, ne yapacağımı şaşırıyorum. Tutarsız davrandığınızı görünce, hem bocalıyor, hem de bundan yararlanmadan yapamıyorum. Öğütlerinizden çok, davranışlarınızdan etkilendiğimi unutmayın. Beni eğitirken ara sıra yanlışlar yapabilirsiniz. Bunları
çabuk unuturum. Ancak birbirinize saygı ve sevginizin azaldığını görmek beni yaralar ve sürekli tedirgin eder. Çok konuşup, çok bağırmayın. Yüksek sesle söylenenleri ben pek duymam. Yumuşak ve
kesin sözler bende daha iyi bir iz bırakır. "Ben senin yaşındayken" diye başlayan söylevleri hep kulak ardına atarım. Küçük yanılgılarımı
büyük suçmus gibi başıma kakmayın. Bana yanılma payı bırakın. Beni yaramazlıklarım için kötü çocukmuşum gibi yargılamayın. Yanlış davranışım üzerinde durup düzeltin. Ceza vermeden önce beni dinleyin. Suçumu aşmadığı sürece, cezama katlanabilirim.
Beni dinleyin. Öğrenmeye en yakın olduğum anlar, soru sorduğum anlardır. Açıklamalarınız kısa ve özlü olsun. Beni yeteneklerimin üstünde işlere zorlamayın. Ama başarabileceğim işleri yapmamı bekleyin. Bana güvendiğinizi belli edin. Beni destekleyin, hiç değilse,
çabamı övün. Beni başkaları ile karşılaştırmayın. Umutsuzluğa kapılırım. Benden yaşımın üstünde olgunluk beklemeyin. Bütün kuralları birden ögretmeye kalkmayın. Bana süre tanıyın. Yüzde yüz
dürüst davranmadığımı gördüğünüzde ürkmeyin. Beni köşeye sıkıştırmayın. Yalana sığınmak zorunda kalırım. Sizi çok bunaltsam da, soğukkanlılığınızı yitirmeyin. Kızgınlığınızı haklı görebilirim, ama beni aşağılamayın. Hele başkalarının yanında onurumu kırmayın.
Unutmayın ki, bende sizi başkalarının önünde güç durumda bırakabilirim. Bana haksızlık ettiğinizi anlayınca, açıklamaktan çekinmeyin. Özür dileyişiniz, size olan sevgimi azaltmaz, tersine, beni size daha çok yaklaştırır. Aslında ben sizleri olduğunuzdan daha iyi
görüyorum. Bana kendinizi yanılmaz ve erişilmez göstermeye çabalamayın. Yanıldığınızı görünce üzüntüm büyük olur. Bana verdikleriniz yanında benden istetediklerinizin zor olmadığını da biliyorum. Yukarıda sıraladığım istekler size çok geldiyse, bir çoğundan vazgeçebilirim, yeter ki beni ben olarak seveceğinize
olan inancım sarsılmasın. Benden "Örnek çocuk" olmamı istemezseniz, ben de sizden kusursuz anne-baba olmanızı
beklemem, severek ve anlayışlı olmanız bana yeter. Sizin
çocuğunuz olarak doğmak elimde değildi. Ama seçme hakkım
olsaydı, sizden başka kimsenin çocuğu olmak istemezdim.
Sizi seviyorum. Çocuğunuz.

Pollyanna - avatarı
Pollyanna
Ziyaretçi
18 Şubat 2006       Mesaj #265
Pollyanna - avatarı
Ziyaretçi
Msn Sad BeBeK Msn Sad




Genç kadın, bebeğin güzelliği karşısında büyülenmiş gibiydi. Kıvırcık sarı saçları, iri mavi gözleri, kalkık bir burun ve küçük kırmızı dudaklarıyla bir kartpostalı andıran bebek, kadının şimdiye kadar gördüğü en cana yakın kız çocuğuydu.

Onun ipek yanaklarını doya doya öpmek ve cennet kokusunu içine çekmek için eğildiğinde :

"Dokunma bana ..." diye bir ses duydu.

"Beni okşamaya hakkın yok senin..."

Kadın korkuyla irkilip etrafına bakındı.

Bebekle kendisinden başka içerde kimse yoktu.

Aynı sesi tekrar duyduğunda bebeğe döndü.

Aman Allahım!.. Yeni doğmuş gibi görünmesine rağmen konuşan oydu.

"Bana yaklaşmanı istemiyorum" diye devam etti.

"Hemen uzaklaş benden..."

Kadın, biraz olsun kendini toplayarak :

"Çocuklarımız hep erkek oluyor" dedi.

"Onlar da güzel ama kız çocukları başka. Bu yüzden seni öpmek istedim."

"Beni öpemezsin" diye ağlamaya başladı bebek.

"Benim de seni öpemeyeceğim gibi..."

"Neden ?" diye sordu kadın."Neden öpemezsin ki ?"

Bebek, hıçkırıklara boğulurken :

"Bunun sebebini bilmen gerekir" dedi.

"Düşünürsen mutlaka bulacaksın..." Kadın, neler olup bittiğini hatırlamak üzereyken kendine geldi.

Özel bir hastanenin en lüks odasında yatıyor ve narkozun tesirinden midesi bulanıyordu. Aile dostları olan tanınmış doktor, odayı dolduran çiçeklerden bir tanesini vazodan çıkartıp kadına uzatırken :

"Geçmiş olsun hanımefendi" dedi. "Başarılı bir kürtajdı doğrusu.



Ha..! Sahi, "kız"mış aldırdığınız bebek."


Son düzenleyen Pollyanna; 18 Şubat 2006 02:33
Pollyanna - avatarı
Pollyanna
Ziyaretçi
18 Şubat 2006       Mesaj #266
Pollyanna - avatarı
Ziyaretçi
Kadin dedigin güzel olacak arkadas.

Söyle savurdu mu etegini, ruhun rüzgarina kayacak. Bacaklarin, ayaklarin,bilekten bagli ayakkabiya tutunan parmaklarin, seyrine doyamayacaksin. Bakimli olacak kadin dedigin. Saçlari ipek,topuklari pembe, boynu ince,salindi mi kugu gibi zarif olacak ve zarifliginin ortasinda bir hanimefendi barindiracak.

Güzel olacak ama kasi, gözü, bacagi, iki meme ucundan önce, sözü dogru,ruhu aydinlik olacak, güzelligi komple olacak. Güzel olacak ama, aklini evde tutacak kadar da akilli....
Seni elinin tersiyle degil, avucunun içiyle kavrayacak... Bileceksin ki emin ellerdeyim, baskasi tutamaz beni böyle. Rahat olacaksin yaninda,çok konusmayacak, beynini didiklemeyecek küçük kurtçuklarla. Asla satafat düskünü olmayacak.

Ekonomiden, politikadan, milli maçlardan ve kültürel olaylardan haberi olacak.Bizi kim yönetir, nasil yönetir, demokrasi, monarsi,oligarsi nedir bilecek, saf hatun numarasiyla cahilligini güzelligiyle örtmeye yeltenmeyecek. Esini dostunu kollayacak ama içi vicik vicik dedikodu yumaginin içinde kaybolmayacak.
Marka düskünü, moda düskünü olmayacak kesinlikle...Takip edecek ancak yakisani seçecek ve zevki seni giydirecek kadar yerinde olacak, kendisini giydirmeyi bildigi gibi.

Orada burada dedikodu yapmayacak, laf tasimayacak, ayikla pirincin tasini durumlarina sokmayacak. Ortalik yerde kahkahalariyla sebepsiz çinlamayacak.Dekoltenin dozunu kaçirmayacak ama siki sikiya da kendini ambalajlamayacak.Açik saçik olan elbisesi degil, sana olan ilgisi olacak ve bunu gösterebilecek medeniyeti... Onu bir kediyi sever gibi seveceksin yani basinda ve huzurla...

Öyle 'çagirdim, gelmedin,geç kaldin, aramadin,sormadin,kiminleydin, hesap ver' yapmayacak. Sana yüregiyle güvenecek, inançlariyla sokulacak. Bilmem kimin sözüne aldirmayacak, asla arkadaslarinin arkasindan konusmayacak, hele küfür hiç etmeyecek. Sinirini zorlamayacak , salya sümük aglamayacak, kiytirik nedenlerden hir gür çikarmayacak.

Sözü dinlenir, anlasilir olacak.Bir hatayi allayip pullayip abartmayacak.
'Of yoruldum, beni ara, beni al, beni bul, bunu isterim' degil, 'sence de uygunsa,yanindayim,ben gelirim, merak etme' olacak lügatinda. Hissettigiyle yaptigi sey arasinda uçurum olmayacak. Cesur olacak cesur. Seni seviyorum derken korkmayacak....

Kadin dedigin iyi sevisecek arkadas. Koyun gibi yatmayacak,kimil kimil olacak yatakta. Aklini basindan alacak ama, aklini sadece bununla yormayacak. Delireceksin ama delirmen hastaliktan olmayacak. Uzaniverdi mi yanina boylu boyunca, gögsünde atan kalbinin yerine koyacaksin kendini, ruhunu, her seyini. Asksiz yatmayacak yataga ve sen bunu bileceksin.

Kadin gibi kadin olacak kadin dedigin, çitir çerez niyetine yemedigin. Bir gecelik degil, ömürlük olacak ömürlük. Yillara rehaveti degil huzuru tasiyacak. En seksi leydi olmayi da bilecek, hanim sultan olup sözünü geçirmeyi de. Civik konulara takilip zaman tüketmeyecek, küsmeyecek,süründürmeyecek. Kadin dedigin ayip nedir bilecek.

Temiz olacak her seyden önce mesela köfteyi minciklarken elleri Yahut pahali parfümlerin sindigi,süslü püslü boyaci küpü gibi, her öptügünde bulasik bir tadin kaldigi bir kadini öpmeyeceksin. Buram buram aska sarilacaksin arkadas. Buram buram kadin kokacak kadin dedigin. Kadin dedigin güzel olacak ama eli yüzü düzgünden çok öte bir sey.

Zeki olacak zeki, seni bir hamur gibi karmasini da bilecek, o hamura kendini katmasini da... Paranin gücünü bilecek ama ne parasizligin ezikligini ne de paranin kudurmuslugunu yasayacak. Degerlerini bir anlik hevesler ugruna terk etmeyecek.Namussuzlugunu, ahlaksizligini ancak ve ancak seni bastan çikarirken kullanacak, yan gözle adam kesmeyecek ,üstüne sevgili edinmeyecek. Kadin dedigin hatun olacak arkadas, sözüne güvenilir,olacak.Bileceksin ki konusulanlar burada kalir, kapidan çikmaz bir daha. Agzi siki olacak kadin dedigin.

Safligi, cahilligi, aptalligi oynamayacak, biraz ukala olabilir ancak sana rol yapmayacak. Komplekslerini güzelligiyle örtmeye çalismayacak. Bir seyi çok isterse ve inançlari dogrultusunda yapacak.En önemlisi kendini sevecek arkadas, kendini sevmeyen kadindan sana ne hayir gelir. Bir bakarsin ki yillar sonra bu kadinla ne yataga sigabiliyorsun, ne topraga... Koluna takip gezmesini de bileceksin gururla, koynuna çekip sevismesini de sehvetle.

Kadin kadin olacak be, seni sadece sen oldugun için, sensin diye sevecek.Parayla pulla, kariyerle, güçle, kimin ne dedigiyle , sinirlamayacak.Hem sevgilin, hem arkadasin, hem annen, hem çocugun olacak, bagrina basacaksin huzurla...


Öyle bir kadin iste...

Pollyanna - avatarı
Pollyanna
Ziyaretçi
18 Şubat 2006       Mesaj #267
Pollyanna - avatarı
Ziyaretçi
KAHVE TANELERİ GİBİ OLABİLMEK
Bir baba evlenmek üzere olan oğluna tavsiyelerde bulunuyormuş.
"Son tavsiyemi mutfakta anlatmak istiyorum" demiş.
Mutfağı ve yemek yapmayı bilmeyen delikanlı "Olur" demiş çekine çekine.
Baba, ocağa aynı büyüklükte üç kap koymuş, hepsini suyla doldurup üçünün de altını yakmış.
"Şimdi, istediğim her şeyden iki tane vereceksin bana" demiş oğluna.
Sırasıyla havuç, yumurta ve kavrulmamış kahve çekirdeği istemiş...
Oğlu hepsinden ikişer tane vermiş babasına.
Adam iki havucu birinci kaba, iki yumurtayı ikinci kaba ve iki kavrulmamış kahve çekirdeğini üçüncü kaba koymuş.
Her üçünü de yirmi dakika süreyle kaynatmış.
Daha sonra kapları indirip yemek masasına buyur etmiş oğlunu.
Yemek masasında üç tabak duruyormuş.
Kaplarda kaynayan havuçları, yumurtaları ve kahve çekirdeklerini büyük bir özenle tabaklara yerleştirmiş.
Sonra oğluna dönüp sormuş: "Ne görüyorsun?"
Oğlu düşünürken açıklamaya başlamış."Havuçlar haşlandıkça aslını kaybedip yumuşamış.
Yumurtalar görünüşte baştaki gibi sert duruyorlar ama içleri katılaşmış.
Kahve taneleri ise olduğu gibi duruyor, başta neyseler sonunda da öyleler.. "
Sonra asıl tavsiyesine sıra gelmiş: "Evlilikte aşk ve şefkat birlikte olmalıdır.
Aşksız bir evlilikte her iki eş de şu gördüğün havuçlar gibi birbirlerini tüketirler, eskitirler, pörsütürler.
Şefkatsiz bir evlilikte ise eşler birbirlerine ne kadar tahammül etseler de, şu gördüğün yumurtalar gibi içten içe katılaşırlar, birbirlerinden uzaklaşırlar.
Aşkın da şefkatin de olduğu bir evlilikte ise, şartlar ne olursa olsun, eşler tıpkı şu kahve taneleri gibi, birbirlerinin yanında kalırlar, kendi kişiliklerini yitirmezler.
Kahve tanelerinin tekrar kaynatılmaya hazır olmaları gibi, onlar da birbirleriyle baş başa uzun yıllar geçirmeye isteklidirler.

Oğlu aldığı bu dersten tatmin olmuşa benziyordu.
"Asıl ders bu değil!" dedi baba.
Oğlunun elinden tuttu, ocağın üzerinde bıraktığı kapların içinde kalan suları gösterdi.
"Havuçlardan ve yumurtalardan arta kalan suya bak... İkisinde de bir tat yok "
Kahve çekirdeklerini çıkardığı kaptaki suyu yavaşça bir fincana boşalttı.
Mis gibi taze kahve kokuyordu. Fincanı oğluna uzattı. "İçmek istersin herhalde" dedi.
Oğlu kahvesini yudumlarken konuşmasını sürdürdü.
"Kahve çekirdekleri gibi birbirlerini tüketmeyen eşlerin paylaştığı yuva da işte böyle olur. Mis gibi, temiz ve huzur verici.
Başka herkesin fincanına koyup yudumlayacağı taze kahve gibi...
Çünkü onlar birbirlerini harcamayarak, birbirlerine aşkla ve şefkatle davranarak hayata kendi tatlarını, kokularını ve renklerini katmayı başarırlar."
Pollyanna - avatarı
Pollyanna
Ziyaretçi
18 Şubat 2006       Mesaj #268
Pollyanna - avatarı
Ziyaretçi
HAYATA BİR DE ŞÖYLE BAŞLASANIZ İLGİNÇ OLURDU

Yaşamın en tatsız tarafı sona eriş şeklidir.
Şüphesiz ki yaşamı tersten yaşamak daha güzel,hatta mükemmel olur.
Nası
l mı?
Camide uyanıyorsunuz.
Bir tahta sandık içinde herkes karşınızda saf durmuş,iyiliğiniz için dua ediyor ve tüm haklar helal edilmiş vaziyette.
Tabuttan doğruluyorsunuz.
Yaşlı,olgun ve ağırbaşlı olarak...
Arabanıza kurulup evinize gidiyorsunuz.
Doğar doğmaz devlet size maaş bağlıyor.
Altmışlı yaşlara kadar herşey garanti,huzur içinde yaşıyorsunuz.
Sağlığınız gittikçe düzeliyor.
Kaslar düzeliyor,kuvvetleniyorsunuz.
Birgün çalış
mak istiyorsunuz ve işe ilk başladığınız gün size hoş geldin hediyesi olarak bir plaket ve altın kol saati veriyor patronunuz.
Herkes karşınızda elpençe.
Vücudunuzda da bazı hoşa giden hareketler başlıyor.
Gittikçe zayıflıyor,forma giriyorsunuz.
Diğer hormonal aktiviteler artıyor.
Aman ne güzel günler başlıyor.
Derken birgün patron size artık üniversiteye gitsen daha iyi olur diyor.
Bu arada babanız ortaya çıkmış,fazla çalıştın diyor,artık eve dön,işi bırak.
Okumaya başla,harçlığın benden.
Keyfe bakar mısınız J
Okuduğunuz dersler gittikçe kolaylaşıyor.
Ekmek elden su gölden bir dönem başlıyor
Partiler,diskotekler,eğlenceler...kırıla gidiyor.
Derken anne ve babanız sizi götürüp getirmeye başlıyor...
Araba kullanma derdi de yok artık..
Günün birinde sizi okuldan alıyorlar artık...
Evde otur,keyfine bak ,oyuncaklarınla oyna diyorlar...
Mamanızı ağzınıza veriyorlar,zaman zaman altınızı bile değiştiriyorlar...
Hatta bu durum alışkanlık yaratıyor ve hiç tuvalete gitmiyorsunuz...
Derken birgün anneniz size süt verme kararı alıyor.
Mamanız her an hazır...
Ve birgün karanlık,ılık ve sıcak bir ortama giriyorsunuz...
Beslenmek için ağzınızı açmanıza bile gerek yok...
Gürültüsüz,patırtısız bir ortam...
Gittikçe küçülüyorsunuz...
Veee günün birinde müthi
ş bir keyifli bir sevişmeyle hayatınız bitiyorrr...

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
18 Şubat 2006       Mesaj #269
Misafir - avatarı
Ziyaretçi

hikaye10073 ciceksol hikaye10073 ciceksag Günlerden bir gün, evrenin bir noktasında, küçük bir tırtıl gözlerini
hayata açmış. Doğal içgüdüleri ile hemen beslenmeye başlamış.
Ne bulursa yemiş. Bir süre sonra, yeterince büyüdüğünde,
kendine güvenli bir yer bulup, bir koza örmeye başlamış.
Bu kozanın içinde geçirdiği uzunca bir sürenin sonunda da,
rengarenk kanatlı bir kelebek olup çıkmış.

Minik kelebek, uçabiliyor olmanın da verdiği mutlulukla uçmaya
başlamış. Dağlar tepeler aşmış, ormanın her yerini dolaşmış.
Derken bir vadiye gelmiş. Rengarenk çiçeklerin bulunduğu bir vadiye.
Etrafına şaşkın şaşkın bakarken, vadinin öbür ucunda bir papatya
görmüş. Bir anda afallamış. Ne düşüneceğini, ne yapacağını
bilememiş. içinden "Ne muhteşem bir çiçek" diye geçirmiş.
Ve vakit kaybetmeden yüzlerce renkli, hoş kokulu çiçeğin
üzerinden geçip doğruca onun yanında almış soluğu.

"Merhaba" demiş papatyaya, "sizi uzaktan gördüm ve yanınıza
gelmek istedim.". Nazlı papatya şöyle bir bakmış konuğuna ve
"Merhaba" demiş, "ben de yalnızlıktan sıkılmıştım zaten."
Ve konuşmaya başlamışlar. Kelebek ona hayat hikayesini,
nerede dünyaya geldiğini, geçtiği ormanı, tepeleri anlatmış.

Papatya da ona kendinden bahsetmiş. Birbirlerinden gerçekten
hoşlanmışlar. Kelebek bütün zamanını papatyayla geçirmiş.
Gece olunca beraber yıldızları ve ateş böceklerinin danslarını
seyretmişler. Gündüz olunca kelebek, kanatlarıyla papatyayı
güneşin yakıcı ışınlarından korumuş. Minik kelebek papatyayı çok
sevmiş. O kadar çok sevmiş ki, bir türlü onun yanından ayrılamamış.
Papatyanın da onu sevip sevmediğini merak ediyormuş. Ama cesaret
edip de bunu papatyaya söyleyememiş bir türlü. Onu kırmaktan,
incitmekten, bu yüzden kaybetmekten korkmuş. Papatya da
kelebeği çok sevmiş ama o da bir türlü söyleyememiş sevgisini.
Duygularının karşılığının olmayacağından, bu yüzden kelebeği
kaybedeceğinden korkmuş. Böylece iki sevgili yan yana
ama sevgilerini paylaşmadan sürekli sohbet etmişler.

Böylece saatler saatleri kovalamış. Günler geçip de, kelebek
artık zamanı kalmadığını, gücünün tükendiğini anlayınca, papatyaya
dönmüş ve; "Üzgünüm ama senden ayrılmam gerekecek" demiş.
Papatya buna bir anlam verememiş. "Neden" demiş. "Yoksa
benim yanımda mutsuz musun?". "Hayır" demiş kelebek. "Bilakis,
sen benim hayatıma anlam kattın. Fakat biz kelebeklerin ömrü
sadece üç gündür. Ve ben de ömrümü tamamladım. Artık
kelebeklerin hiç ölmediği bir yere gitmeliyim."

Papatya bu duruma çok üzülmüş ama yapacak bir şey yokmuş zaten.
Kelebek artık hiç gücünün kalmadığını, daha fazla tutunamayacağını
fark ettiğinde, son bir gayretle papatyaya "Sevi seviyorum"
diyebilmiş ancak. Papatya donakalmış. Sadece "Bende..."
diyebilmiş kelebeğin arkasından. Ardından da gözyaşlarına boğulmuş.

İçinden "Keşke onun da beni sevdiğini bilseydim.
Keşke onu sevdiğimi söyleyebilseydim." diye geçirmiş.
Papatya, sevdiğinin onu sevdiğini bilmeden geçirdiği günlerin
acısına dayanamamış. Bir süre sonra yaprakları önce solmuş,
sonra da dökülmeye başlamış.
Her düşen yaprakta papatya, "seviyormuş" diye geçirmiş içinden.

İşte o günden beri, bunu bilen aşıklar,
sevgililerine soramadıklarını hep papatyalara sormuş:
"Seviyor mu, sevmiyor mu?"...



İBRAHİM SEVEN
Son düzenleyen Blue Blood; 18 Şubat 2006 03:01
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
18 Şubat 2006       Mesaj #270
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Kusurlarımız
Hindistan'da bir sucu, boynuna astığı uzun bir sopanın uçlarına taktığı iki büyük kovayla su taşırmış. Kovalardan biri çatlakmış. Sağlam olan kova her seferinde ırmaktan patronun evine ulaşan uzun yolu dolu olarak tamamlarken, çatlak kova içine konan suyun sadece yarısını eve ulaştırabilirmiş. Bu durum iki yil boyunca her gün böyle devam etmiş. Sucu her seferinde patronunun evine sadece 1,5 kova su götürebilirmiş.
Sağlam kova başarısından gurur duyarken,
zavallı çatlak kova görevinin sadece yarısını yerine getiriyor olmaktan dolayı
utanç duyuyormuş. İki yılın sonunda birgün çatlak kova ırmağın kıyısında sucuya
seslenmiş.
"Kendimden utanıyorum ve senden özür dilemek istiyorum."
"Neden?..." diye sormuş sucu.
"Niye utanç duyuyorsun?..."
Kova cevap vermiş.
"Çünkü iki yıldır çatlağımdan su sızdığı için taşıma görevimin sadece yarısını yerine getirebiliyorum. Benim kusurumdan dolayı sen bu kadar çalışmana rağmen, emeklerinin tam karşılığını alamıyorsun." Sucu şöyle demiş.
"Patronun evine dönerken yolun kenarındaki çiçekleri farketmeni istiyorum."
Gerçekten de tepeyi tırmanırken çatlak kova patikanin bir yanındaki yabani çiçekleri ısıtan güneşi görmüş. Fakat yolun sonunda yine suyunun yarısını kaybettiği için kendini kötü hissetmiş ve yine sucudan özür dilemiş. Sucu kovaya sormuş.
"Yolun sadece senin tarafında çiçekler olduğunu ve diğer kovanın tarafında hiç çiçek olmadığunı farkettin mi?... Bunun sebebi benim senin kusurunu bilmem ve ondan yararlanmamdır. Yolun senin tarafına çiçek tohumları ektim ve hergün biz ırmaktan dönerken sen onları suladın. İki yıldır ben bu güzel çiçekleri toplayıp
onlarla patronumun sofrasini süsleyebildim. Sen böyle olmasaydin, o evinde bu güzellikleri yaşayamayacakti."
Hepimizin kendimize özgü kusurları vardır.
Hepimiz aslında çatlak kovalarız.
Tanrı'nın büyük planında hiçbir sey ziyan edilmez.
Kusurlarınızdan korkmayın.
Onları sahiplenin..
Kusurlarınızda gerçek gücünüzü bulduğunuzu bilirseniz eğer,
siz de güzelliklere sebep olabilirsiniz.

Benzer Konular

17 Şubat 2016 / Misafir Genel Mesajlar
16 Mayıs 2014 / NihLe Müslümanlık/İslamiyet
18 Temmuz 2016 / Daisy-BT Edebiyat
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar