Arama

Hikayeler ve Öyküler -1- [Arşiv] - Sayfa 83

Güncelleme: 3 Aralık 2006 Gösterim: 567.244 Cevap: 1.997
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
31 Mayıs 2006       Mesaj #821
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Yıllar ÖncesiYıllar önceydi. Bir çift vardı,sürekli bizim evin arka bahçesinde buluşurlardı. ikisi de okuyordu ama ayrı sınıflardaydılar. akşam buluşur, sabaha kadar konuşurlardı. Birbirlerine sonsuz sevgilerini anlatırlardı. Ben de hep onları izlerdim. Evlilik hayalleri kurarlar,çocukların adlarını koyarlardı.o kadar güzellerdi ki...
Bir gün kız geldi, bir saat sonra da erkek arkadaşı geldi. sonra geç kaldığı için kızdan özür diledi.Bu durum bir kaç gün sürdü. kız geldi, erkek hep gecikip arkasından geç kaldığı için özür diledi.kavga etmeye başlamışlardı. kız hep ağlıyor,bir zamanlar onun ağlamasına dayanamayan sevgilisi ise sürekli ona birşeyler anlatmaya çalışıyordu. çoğu kez dudaklarını okuyordum ama bu defa seslerini duyuyordum...
Sponsorlu Bağlantılar
Bir gün kız geldi ama erkek gelmedi. kız onu sabaha kadar bekledi. günlerce sürdü bu durum ama o gelmedi. evleniyordu. artık okula da gitmiyordu. daha sonra kız da gelmedi. aradan aylar geçmişti. odamda oturmuş yağan yağmuru izliyordum. sonya birden onu gördüm. evet o idi. kız arkadaşını görmeye gelmişti. ama o artık yoktu. hemen yanına gidip, artık o gelmiyor dedim. 'yerini biliyor musun' dedi. 'evet' dedim.'beni ona götür' dedi. beraber çıktık. ikindi ezanı okunuyordu mezarlığa vardığımızda. gözlerine inanamıyordu. dizlerinin üstüne çöküp saatlerce ağladı. onu orda bırakıp evime döndüm. arasıra mezarlığa gidiyordum, bir karanfil koyuyordum kızın mezarına. birgün yine mezarlığa gittiğimde yanında bir mezar daha vardı. dayanamadım bu manzaraya ve hemen ordan ayrılıp sevgilimin yanına gidip beni bırakmaması için yalvardım...
onu kaybetmeye dayanamazdım...

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
1 Haziran 2006       Mesaj #822
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
BİR MASAL GİBİ

Sponsorlu Bağlantılar
Dondurucu soğukta bir an önce evime varabilmek için hızla yürürken, ayağımın ucunda bir cüzdan gördüm.. Hemen aldım. Sahibini gösteren bir kimlik vardır diye acele acele açtım..
İçinde üç dolar ve sararıp kat yerleri yıpranmış eski bir zarftan başka birşey yoktu...

Sol üst köşede yalnızca gönderenin adresi, alıcı adresi yerinde bir posta kutusu numarası vardı. Bir ipucu bulabilmek belki biraz da merakımı giderebilmek için zarfı açtım ve içindeki mektubu okumaya başladım.
Mektup, sol yanı çiçek resmiyle süslenmiş bir kağıda, özenli bir el yazısıyla yazılmıştı ve "Sevgili Michael" diye başlıyordu..
Ve "Annesi yasakladığı için onu bir daha göremeyeceğini" anlatarak devam ediyor..
"Ama sakın unutma, seni daima seveceğim" diye
bitiyor.. İmza.. Hannah!..
Elimde yalnızca, mektubu yazan kişiyle, mektubun yazıldığı kişinin birinci adları vardı. Eve gider gitmez hemen telefon idaresini aradım.Görevli kisi, kendisine bildirdiğim adreste yaşayanların
telefon numarasını vermesinin yasalara aykırı olduğunu söyledi. Fakat ısrarım karşısında: "Belki, size yardımcı olabilirim" dedi. "Bu adreste bulunan numaraya telefon ederim ve onlar Kabul ederlerse,
sizi görüştürebilirim lütfen bekleyin.." dedi.
İki üç dakika sonra görevlinin sesi geldi..
"Bağlıyorum efendim." Telefonda, karşıdaki
hanıma "Hannah diye birini tanıyıp, tanımadığını" sordum.
"Bu evi, 30 yıl evvel, Hannah diye kızları olan bir aileden aldık" dedi. "Peki yeni adreslerini biliyor musunuz?.."
"Hannah annesini bir huzurevine yatıracaktı. Oradan takip ederseniz, belki adres bulursunuz.." deyip bana huzurevinin adını verdi.. Hemen aradım..
Yaşlı anne yıllar önce ölmüş..
Ama kızına ait eski bir telefon numarası var. Belki ordan bilirlermiş.. "Bunların hepsi aptalca aslında" dedim kendi kendime..
İçinde sadece 3 dolar ve 60 yıl önce yazılmış bir mektup bulunan cüzdanın sahibini aramak için bunca zahmete ne gerek var ki..
Aradım numarayı..

Bir kadın "Şimdi Hannah'nın kendisi bir huzurevinde" dedi ve numarayı verdi. Hemen orayı çevirdim.. Ses;
"Evet, Hannah burda yaşıyor" dedi..
Saat ona geliyordu ama hemen yola çıktım, Hannah'yı görmek için..
Devasa bir binanın üçüncü katında şirin bir oda.. Gümüş saçlı, sıcak tebessümlü bir yaşlı kadın.. Gözlerinin içi ışıl ışıl ama.. Anlattım olanları..
Cüzdanı ve mektubu gösterip.. Derin bir iç çekti mektuba bakarken ve "Genç adam" dedi, "Bu mektup, Michael ile son kontağımdı.. Onu öyle seviyorum ki.. Sean Connery gibi yakışıklıydı..
Hani şu meşhur aktör.. Ama ben 16 yaşındaydım.. Çok küçüğüm diye annem kesinlikle izin vermedi.." Derin bir nefes daha..
"Michael Goldstein harika bir insandı. Eğer bulabilirseniz ona söyleyin lütfen.. Onu hep düşündüm.. Hep..
" Bir ufaksessizlik.. Bir derin nefes daha.. "Ve onu hep sevdim.." İki damla yaş damladı elindeki mektuba, ıslanan gözlerden.. "Ve hiç evlenmedim.. Michael
gibi birisini bulamadım ki..
" Hannah'ya teşekkür edip odadan çıktım.
Binadan çıkarken danışmada beni karşılayan kız "Hannah Hanım yardımcı olabildi mi size" dedi.." Hiç değilse bunun sahibinin soyadını
öğrendim" dedim..
Cüzdanı elimde sallayarak.. O sırada yanımda
dikilip duran hademe bağırdı.. "Hey baksana.. Bu Bay Michael'ın cüzdanı.. Üzerindeki bu kırmızı şeritten onu nerde görsem tanırım..
Cüzdanını hep kaybederdi zaten.. Üç kere ben buldum, koridorlarda..
"Michael sekizinci katta yaşıyordu.. Ok gibi fırladım tekrar asansöre. Michael yatmamıştı. Okuma odasında kitap okuyordu. Hemşire beni ve elimdeki cüzdanı gösterdi. Michael elini arka cebine attı,
hızla.. Sonra sevinçle "Evet bu benim cüzdanım" dedi. "Öğleden sonraki yürüyüş sırasında kaybetmiş olmalıyım. Size teşekkür borçluyum." "Hiçbirşey borçlu değilsiniz" dedim.
"Ama özür dilerim. İpucu bulmak için açtım ve içindeki mektubu okudum." "Mektubu mu
okudun?" "Sadece okumakla kalmadım. Hannah'yı da buldum.." "Buldun mu? Nerde? İyi mi? Hala eskisi gibi güzel mi. Söyle, lütfen söyle.." "Çok iyi.. Hem de harika" dedim, yavaşça..
"Bana onun telefon numarasını ver. Yarın onu hemen arayacağım." Elime sımsıkı sarıldı.. "O benim tek aşkımdı.. Onu öyle sevdim ki, asla evlenmedim.. Çünkü bu mektup geldiğinde hayatım, anlamsal olarak
bitmişti." "Bay Goldstein" dedim.. "Gelin benimle.."
Asansörle üçüncü kata indik.. Odanın kapısı açıktı. Hannah sırtı kapıya dönük televizyon izliyordu.. Hemşire ona yaklaştı, omzuna dokundu.. "Hannah" dedi.. "Bu bay'ı tanıyor musun?" Gözlüklerini
ayarladı bir an baktı, tek kelime etmeden.. "Michael" dedi, Michael, kapıda, kısık sesle.. "Hannah.. Ben Michael.. Beni tanıdın mı?.." "Michael" diye yutkundu Hannah. "İnanmıyorum..Bu sensin. Benim
Michael'ım."
Michael Hannah'ya doğru yürüdü yavaşça. Sarıldılar.
Hemşire yanıma geldiğinde onun da gözleri yaşlıydı.. "Gördün mü, bak?" dedim "Yaşamda, yaşanması gereken herşey, er ya da geç, birgün
kesinlikle yaşanacaktır."

Üç hafta sonra beni huzurevinden aradılar. Pazar günü bir nikah
vardı.. Gelebilir miydim? Harika bir nikah töreni idi. Hannah ve Michael beni nikah şahidi yaptılar üstelik. Hannah açık bej elbisesi içinde çok güzeldi.. Michael de lacivert takımı içinde hala çok
yakışıklı.. Bir nikah tanığı olarak söylüyorum bu gözlemlerimi…
Aşklarını onsekiz yaşın heyecanı ve duygusuyla yaşayan 76 yaşındaki gelin ile 79 yaşındaki damadın nikahında keşke siz de bulunsaydınız…
Altmış yıl önce bittiği sanılan bir aşk öyküsünün, altmış yıl sonra, kaldığı yerden nasıl filizlendiğine siz de tanık olacaktınız.
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
1 Haziran 2006       Mesaj #823
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Tipik bir sonbahar akşamıydı,inceden inceye soğuk bir rüzgar esiyordu, hava çoktan ağarmıştı. Sokak lambalarının loş işığıydı sadece caddeleri aydınlatmaya çalışan, onlarında sanki her akşam çalışmaktan yorulmus artık bu uğraştan bıkmış, vazgeçmiş gibi bir halleri vardı, öyle boynu bükük yoldan gecenleri izliyorlardı.
Murat isten az önce çıkmış, yavaş yavaş yürüyordu şehrin bomboş sokaklarında. Murat mantosunun yakasını iyice kapatmış esen serin rüzgardan korunmaya çalışıyordu. Düşünceliydi, kaşlar çatık sigara üstüne sigara yakıyordu. Sigarası tek dostu olurdu böyle karanlık gecelerinde, ona yoldas, sırdaş olurdu böyle uzun böyle hedefsiz yürüyüşlerinde. Baharda tutunduğu daldan kopmuş, rüzgarda savrulan, sararmış solmuş yapraklar gibiydi. İçtiği her sigara gibi dertlerinin azaldığını sanırdı bazen, sigarasının dumanı gibi içindeki tüm zehri atabileceğini ümit ederdi böylece, ama her yakttğı yeni sigarayla yanıldığını her defasında yeniden anlar, herdefasında yeniden kahrolurdu. Herşeye rağmen yinede severdi yürümeyi akşamın karanlığında, o karanlığı severdi, geceyi severdi, kısacası geceye sığınmayı severdi. Bazen bilmediği sokaklara dalıp kaybolur gider, hiç istifini bozmadan yoluna devam ederdi, ezbere bildiği sokaklarda yürür gibi. Ama bu aksam kendini karanlığa daha bir mahkum, daha bir mapus hissediyordu. Bir başka dertliydi, bir başka hüzünlüydü, elinden sigarası hiç düşmüyordu. Sanki attığı her adım onu mutsuzluğa, umutsuzluğa götürüyordu, çıkmaza doğru yol alıyordu sanki. Nerde olduğunuda bilmiyordu, ama alışık olduğundan olsa gerek, bu durumu hiç umursamıyor, dert etmiyordu. Onun asıl derdi başkaydı, olanları düşünüyor, düşündükçe gözleri dolu dolu oluyor, ağlamamak için kendini zor tutuyor, kendine güçlükle hakim olabiliyordu. Ağlamayı gururuna yediremediğinden, veya erkeliğe yakışmadığını düşündüğünden değildi gözyaşlarını zorla gözbebeklerinde hapsedişi. Güçlü bir erkek sadece bilekte yiğit olan değildi ona göre, çekinmeden sevdiğinin önünde diz çöküp ağlayabilen erkekte güçlüydü. Yinede kendini salıvermeyecekti. Herşey bir film şeridi gibi geçiyordu gözlerinin önünden, düzensiz, karmakarışık, saçmasapandı herşey, gerçi buda tam onun ruh halini anlatmıyormuydu sanki? Öylesine dalmıştı ki maneviyatlar, düşünceler diyarına, etrafını, madde olan hiçcbirşeyi gözü görmüyordu, maddiyata da pek deger veren bir insanda değildi zaten Murat. Tek dikkatini çeken o her gece ufukta gördüğü, bakıpta hayallere daldığı, tüm umutlarını bağladığı, o en parlak, o en güzel, o hepsinden farklı, o Murat’ın Mehtap adını verdiği yıldızın gökyüzünde görünmüyor oluşuydu, belliki Murat’a epeyce gönül koymuştu.Mehtap Murat’la ayni işyerinde çalıçan çok güzel bir kızdı. Esmer teniyle, uzun kahverengi saçlarıyla, büyülü o gözleriyle çok derinden etkilemişti Murat’ı. Fakat o büyülü gözlerinden, gülden güzel gülüşünden öte Mehtaptı Murat’ın gönlünde asıl yar eden, Mehtap’ın çok zeki, bilgili, nerde nasıl davranılması gerektiğini bilen kısacası hanımefendi, edepli bir kız oluşuydu.Dış görünüşünden öte tatlı sözünü, özünü, değil kalbini sevmisti. Gönlünü cok fena kaptırmıştı Murat, seviyordu, hatta ömründe ilk defa tüm derdi ve nesesiyle , tüm kutsaliyetiyle Ask denilen o sihirli, o sinirsiz, o amansiz deryada yüzüyordu, fakat bu siralar kendini bogulacak gibi hissediyordu sanki, bundan kisa süre önce hic yerine tartimislar, dargin ayrilmislardi.
Düsünüyordu. Gercekten asikmiydi? Askin, asik olmanin tam tarifini yapamiyordu. Ask, bir insana karsi o güne dek hic tanimadigi, bilmedigi duygularla bagli olmaksa eger asikdi. Ask eger bir insani heran olsun özlemekse, heran o insanla ayni havayi teneffüs edebilme istegiyse, onsuz bir hayat düsünememkse, tüm gelecegini o insanla süslemekse, umutlarini baglamaksa, yine a*****. Ask duygularin en yücesi degilmiydi? Bunlardan daha yüce daha üstün duygular olabilirmiydi, besbelliki deliler gibi asikdi Murat, anladiki yasamak icin ona ihtiyaci vardi, aldigi nefes gibi muhtac, kalp atisi gibi mecburdu ona. Zaten yasamak koymustu Mehtabin adini, yasamak. Onunlayken yasadigini hissediyor, yasaminin sadece nefes almakla sinirli olmadigi anliyordu. Mehtabi taniyana dek pek yüzü gülmemisdi Muradin cevresinde bicok seveni, bilgili, hos bir genc olmasina ragmen aradigi insani, istedigi mutulugu bulamamisti, arzuladigi herseyi ilk defa Mehtabda bulmus her güzelligi onunla yasamis onunla tadmisti. Artik dört mevsim kisi yasamaktan bikmis, dört mevsim bahari yakalamak, her iklimde doyasiya yazi yasamak istiyordu. Peki ne olacakti simdi, bu kadar sevipte ayri durabilirmiydi? Duramazdi biliyordu. Oysaki sucu yoktu Muradin, Mehtabada hic suc bulmuyordu, hic birsey yokken, birhic ugruna tartismislardi, gereksiz anlamsiz bir ayrilikti bu. Biraz sert davranmisti belki ama yerinde kim olsa, böylesine tutkun olan her insan, onun yerinde ayni sekilde hareket eder, hatta dahada ileri giderdi belki Mehtap'in birkac arkadaslari kiskandiklarindan belkide Muradla sevgisinden ötürü alay etmis dalga gecmislerdi.Gururlu bir insandi, agrina gitmis, gururu,onuru kirilmisti. Mehtaba karsi olan askindan kesinlikle utanmiyor, hatta gurur duyuyordu, kimse onun gönlüne, onun sevgisine bu denli laik olamazdi yeryüzünde. Muradin agrina giden sevgisinin, böylesine basit insanlar araciligla, böylesine basit bir bicimde, böylesine alayci bir tavirla ona geri dönmesi olmustu. O insanlar Muradi anlayamazlardi birkere, ne o kadar derin hissedebilirler, nede o denli genis bir düsünce sahibi olabililerdi matiklari almaz, zeka ufuklari dar gelirdi. Murat onlar gibi her hafta asik olan bir insan degildi, zaten o insanlarin ask diye pesinde kostuklari, hoslanmaktan öte gecemeyen hislerdi, sevgi bile degildi, herseye ragmen aciyordu onlara, zavalli insanlardi bazi seyleri hicbirzaman anlayamacaklardi. Mehtaba darginligi, bu insanlara inanip Murada sitem etmesinden,küsüp darilmasindan kaynaklaniyordu, oysaki Muradin ona karsi hic bir yanlisi olmamisti, olamazdi, onu kaybetmeyi göze alamazdi. Peki ne olacakti simdi? Konusmak istiyordu fakat genc kiz herdefasinda konusma talebini reddediyor, gördügü yerde kaciyordu. Oysaki söyleyecegi cok sey degildi. Ona onu ne kadar cok özledigini, herseyden cok canindan cok sevdigini söyleyecekti. Murad bunlari onu kaybettigi zaman anlamamisti, bazi seylerin degerini kaybettikden sonra anlayanlardan degildi, onunlaykende bunlari hissettiriyor, ona verdigi degeri acikca ortaya koyuyordu. Ona onsuz yapamadigini, onsuz hic birsey basaramadigini, hicbirseyin üstesinden gelemedigini, varligina destegine ne kadar cok ihtiyaci oldugunu söyleyeceti. Dönmesi icin, onu yine sevmesi icin yalvaracakti, aglayacakti gerekirse, eski günleri ona geri vermesini isteyecekti. O onsuz olamazdi, olamazdi... Saatine bakti Murat, saat gece yarisini coktan gecmisti havada epeyce sogmustu, üsüdügü yeni fark etti. Evin yolunu tuttu, sigarasida bitmisti zaten. Aklina koymustu, yarin herne pahasina olursa olsun konusacakti Mehtapla, cok cok ölecek degilmiydi, zaten onsuz olusu, onun bu hali ölümden farksiz hatta daha beterdi. Konusacakti, mutlaka konusacakti, konusmaliydi daha fazla dayanamazdi hic olmazasa sucsuz oldugunu anlatacakti. Kendisini yanlis tanimasina tahammül edemiyordu. Eve yaklasmisti, hizli adimlarla ilerliyordu iyice üsümüstü. Kapinin önünde durdu, anahtarini aradi. Öylesine üsümüstüki, elleri hic birsey hissedemez olmusdu. Güclükle acti kapiyi, sessizce iceri girdi. Hic zaman kaybatmeden bir an önce uyumak istiyordu, uykusuz oldugundan degil, Mehtabi rüyasinda görebilme ümidi kaplardi icini böyle her aksam.Yatagina uzandi, bir sigara yakip yarin söyleceklerini toparlamaya calisti zihninde, sonra vazgecti, göz göze geldilerinde hepsini nasil olsa unutacakti, dili dönmeyecekti. Bakislariyla sevdiginin resmini cizdi karsiki duvara, öylesine daldi gözeleri, doldu, bir damla süzülüverdi yanagindan assagi, sanki onu görüyordu karsisinda, önce bir müddet durakladi, sonra, Seni seviyorum, seni cok seviyorum, seni var oldugum heryeden cok, bugüne dek hic sevilmedigin, bundan sonrada hic sevilmeyecegin kadar, bu canimdan cok seviyorum, diyebildi sadece, son nefesini verir gibi, gözkapaklari yavasca kapandi, rüya alemine göc etti, herseye inat bir gülümseyis belirdi yüzünde, belliki Mehtabi görüyordi rüyasinda, belkide af edilmisti Murat, eski günlerine kavusmustu belkide, onunla düsledigi sicak bir yuvanin hayalini kuruyordu belkide kimbilir...
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
1 Haziran 2006       Mesaj #824
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Küçük Sandal
aysesandalBir denizdi paylaştıklarımız, sen kıyıda hırçın dalgalarla bile savaşan bir sandaldın bense bir kum taneciği etrafında.

Deniz bize hep bembeyaz, masum ve duru köpükler getirirdi. Bazen azgın dalgalar vururdu kıyıya ama etkisi hiç olmazdı. Bazen bir hırçın dalgayla uzaklaşıyordum. Sandaldan ve denizden usul usul avuçlarıma dökülen köpükler sayesinde hep etrafındaydı o küçük sandalın.

Fakat birgün kumsaldan bakıldığında çok küçük olan bir dalga büyüyerek gelmişti. Azgın, kocaman, hırçın bir dalga olup vurdu kıyıya. Çok uzaklara fırlattı beni. Kalamadım kumsalda. Fırtına koptu ardından, gökler ağladı halime, halimize. Birgün rüzgâr esti gece yarısı. Yaklaştım sandala. Sonra baktım ki sadece kumsalın karşısındayım aslında. Küçük sandala da denize de çok vardı, yılmadım.Bir kum tanesiyken bile birgün rüzgâr esecek ve götürecek beni sevdiğim sandalımın, denizimin yanına diye de olsa avuttum kendimi.

Hıçkırıklarını duydum denizin . Sandal da ben de uzaktık ondan. Tam bir buçuk sene önce esen bir deli rüzgâr savurmuştu beni bu kıyıya.

Şimdi denizin hıçkırıklarının dinmesini, bir rüzgârın delice esmesini eskisi gibi olsun istiyorum aslında. Denizimin, sandalımın yanı başında.

Ve kavuşmak ümidiyle sandalıma, denizime rüzgârımı bekliyorum bu limanda.
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
1 Haziran 2006       Mesaj #825
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Yokluğun Buz Gibi Soğuk

Uzaklardan bir ses olmanı isterdim, bir selam, bir nefes... "Üşüme" diye seslenmeni isterdim... Bir el olmanı isterdim, bir kol... "Özledim" deyip sarılmanı... En karanlık yerinde düşlerimin çıkıp gelmeni isterdim. Kınalı bir bahar gibi, umut ışığı olmanı isterdim hayatıma... Gelseydin ve yaslasaydım başımı omuzuna, ağlasaydım doya doya ... Geçerdi üşümesi yüreğimin, geçerdi üşümesi içimin, kirpiklerimde yağmurlar dumanlanmazdı biliyorum...

Seninle suları yeşil bir ırmağın kıyısında buluşmak, saçlarının kokusundan öpmek, içime çekmek ve serin soluğundan içmek, sana sarılmak, kucaklamak, uçmak isterdim…

Ama nafile, aramızdaki bütün yollar kapalı... Bütün dallar kesik... Yokluğun buz gibi soğuk... Üşüyorum... Yüreğim de donmuş sanki. Gözlerimde...
Ateşler içinde bedenim... Öyle bir üşüme ki, hiç bir şey ısıtmıyor artık. Bütün uzuvlarım uyuşmuş. Ezip geçiyor ruhumu acılar...

Yoksun işte, kalbimin kuyusu en hazin sesle inliyor şimdi. Kirpikleri kırılan bir zamanın teninde, ağrılı şiirler topluyorum gecelere şimdi...
Bilirim, sevmek ve özlemek bir ateşe dokunmaktır; yakmaktır yüreğini yangınlarda. Ama ben üşüyorum. Yokluğun buz gibi soğuk. Yakacak bir şeyimde yok…
Ağlıyorum, buza dönüşüyor gözyaşlarım… Ağlıyorum, akıp gidiyor gözyaşlarım çağlayanlara… Bakakalıyorum ardından çaresiz…

Ah! bir el olsan dokunsan alnıma, okşasan saçlarımı bir anne şefkatiyle.. Geçerdi ağrısı başımın, geçerdi biliyorum... Bir gül olsaydın bahçemde, koklasaydım nefes nefes, çekseydim içime derin derin... Bir göz olup baksaydın gözlerime, çekip alsaydın içindeki hüznü... Ah! bir bilsen nasıl sevinirdi yüreğim, nasıl sevinirdi dudağımdaki gelincik, kapımdaki akasya...

Susuyorum artık derin derin... Ve sessizce soluyorum bir hazan yaprağı gibi... Oysa ne kadar çok hasretim konuşmaya, anlatmaya anlaşılmaya... Oysa ne çok istiyorum, tüm bedenimden söküp almanı yalnızlığımı, hicranımı bir tılsımla...
Yüreğim kanrevan, dikenler acımasız, ayaklarım kırık koşamıyorum artık doruklara, menzil uzak...

Gel. Yüreğim ol seher gülüm, her ölümümde bana yeniden hayat ver. Elim ol, ayağım ol, canım ol... Gecem - gündüzüm ol... Ağlayan gözlerim ol her damlada yeniden doğur beni, yeniden doğur umudumu. Her öldüğümde yeniden yarat ki, seni ne kadar özlediğimi anlatayım yeryüzündeki bütün canlı cansız varlıklara, ne kadar çok sevdiğimi ...

Önce sen gel sevgilim solmadan resimler, şiirler sislenmeden... İslenmeden geceler ... Sonra ölüm gelsin...

Yoksun işte, kalbimin kuyusu en hazin sesle inliyor şimdi.
venüsün_kızı - avatarı
venüsün_kızı
Ziyaretçi
1 Haziran 2006       Mesaj #826
venüsün_kızı - avatarı
Ziyaretçi
.. Ayna ..
bar 2

Gecenin bir vaktiydi yine yanlızlık kapısını usulca tıklattığında. Hoşgeldin yanlızlık dedi içinden. Yine zamanını hiç aksatmadan gelmişti. Yıllar olmuştu onunla tanışalı. Gecenin siyahına yakışan bir esrarengizliğiyle gelip penceresine oturmuştu sessizce. İçinden bir düşündü de onunla tanışalı sanırım 5 yıl oluyor. Önceleri çok güzel gelmişti. Çünkü yanlızlığın varlığı olduğu sürece özlem duyuyordu sevdiğine. Vede yanlızlık gidince o geliyordu biliyordu. Ama unuttuğu şeyler de vardı. Sonradan kader diyeceği hayatın gerçekleri vurunca birden hasretler artar olmuştu. Yanlızlık aldatmıştı onu. Artık gitmez olmuştu. Bekliyordu gitse de ona kavuşsa diye ama olmuyordu işte. Ne kadar da ugraşırsa uğraşsın gitmedi. Şimdi de odasında ona bakıyordu. Yerinden usulca kalktı vede cama doğru yürüdü. Biliyordu camı kapatsa da yanlızlığı yine içeriye girecekti. Ama kendini bu yalanla kandırmaya çalışıyordu. Hani bilirsiniz ya giden sevgili dönmez ama birgün ya dönerse diye yüreğinizde o acı kuşku daima saplı kalır. Pencereye geldi ama yanlızlık kaybolmuştu.Dışarı baktı gecenin sesini duyuyordu.Öten birkac böcek gecenin karanlığını bastırmaya yetmiyordu.Şehrin betonu boğucu şekilde olmuştu onun icin.Yıldızlara bakmak icin başını cevirdi ama bulutluydu hava.Arada bir kaç tane görünüyordu ama onlar da parlak değildi.Bu gece eski dostları da onu terketmişti anlaşılan dedi icinden.Pencereyi kapatmak icin geri cekildi.Kapatırken yüzüne tatlı bir esinti geldi durdu bir an.Kapatırsa bu sesleri bile kaybetmekten korktu bir an.Hazır yanlızlık gitmişken fırsat vermemeliydi.Pencereyi öylece bırakıp geri döndü.Birkac şarkı dinler biraz huzur bulurum diyordu.Ama hangi kanalı acsa ruhunu parcalayan notalar yükselmekteydi radyo`dan.Gecmişi rahat bırakmıyordu.Sanki her sözde bir anı her anıda bir gül vede her gülde ise kalbine batan dikenleri hissediyordu.Onu da kapattı.Odada cevresine bakınmaya başladı.Ne vardı onu bu yanlızlıgın pencesinden kurtarabilecek.Birden cep telefonunu gördü.Hani aylardır arar diye beklediği fakan ondan başka herkesin aradığı telefonu.Eline aldı kimi arasam diye düşündü.Ama sonra saatin farkına vardı.Hem bu saatten sonra kim anlar kim dinlerdi onu.
Sevdiğinin adı hasretti onun icin.Gelmeyişi ise de hüsrandı.Birden hasretine bir mesaj atmayı düşündü.Ama ne yazıcaktı ki.Yıllar gecmiş yorgun yüreği artık dayanamaz olmuştu en ufak heyecanlanmalarda bile sızlar olmuştu.şimdi de sızlıyordu. "Seni cok özledim! Iyi vede mutlu olmanı diliyorum. Unutulsam da unutulmadığını bilmeni istiyorum.SEVGIMLE..." diye yazdı.Sonra da gönder tuşuna bastı fakat mesajı gitmiyordu.Birkac defa daha denedi fakat ne fayda gitmiyordu.Birden gerceği anladı.Telinin limiti dolmuştu.Yine olmuştu olan.Ondan gelebilicek bir cevap sevinciyle atan yüreği yine hüzünle doldu.Telini kapatıp yatağın ustune attı.Orada kalsın nede olsa en mukaddes sayılacak anında işine yaramamıştı.Kimi kimsesi olmayan bir sokak cocuğu gibi hissediyordu kendini.Soğugun icinde ac ve acıkta kalmış bir cocuk gibi.
Üşümeye başladı birden titriyordu.Camı kapamaya gittiğinde farkettiği iki şey vardı.Dışarda koskocaman bir karanlık vardı vede karanlığa karşı koyan bütün sesler kesilmişti.Farkettiği diğer şeyse ruzgarın esmediğiydi.Onu üşüten yüreğiydi.Yine o yanlızlığın parmakları dokunmuştu kalbine.Birden gözünde birkac damla yaş belirdi.Ağlamayı sevmezdi aynanın karşısına geçip gözünün yaşını silecekti.Vede acı gerceği farketti.Yanlızlık onunlaydı hiç olmadığı kadar.Aynada kendisine bakmadığını hissetti.Yanlızlık acı acı gülümsüyordu gözü yaşlı yüzümden kırık kalbime
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
1 Haziran 2006       Mesaj #827
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Aşkı Anlat Bana
Öyle anlat ki, ilk kez aşık oluyormuşcasına garip bir heyecanla tanışayım yeniden...Öyle anlat ki, tüm bildiklerimi unutayım bir otel odasında ve yola çıkmak gelsin içindem. Trenleri düşüneyim, uçakları değil, ayışığı gölgesinde geceler yasemin koksun usulca, bir çakıl okyanusların yosununu taşısın avuçlarıma; görmediğim kentler benim olsun, konuşmadığım diller anadilim...Dar zamanlara nice dünyayı sığdırayım da, geniş zamanlarda bir telefon sesine tutsak kalayım... Aşkı anlat bana, öyle anlat ki, kalabalıklarda yalnız, yalnızlığımda kalabalık olayım; mutluluklardan ve mutsuzluklardan arınayım...Hep yağmur yağsın anlattığın aşkta, kapılar ardına kadar açılsın ve öyle unutulsun, akan bir tavan olsun çatı katında, terasta sardunyalar, sonra bir kedi olsun mutlaka, sokakta bulunup eve getirilmiş tekir bir kedi...
ChinaDoll - avatarı
ChinaDoll
Ziyaretçi
1 Haziran 2006       Mesaj #828
ChinaDoll - avatarı
Ziyaretçi

LEYLÂ ile MECNÛN

Mecnun, bir kabile reisinin dualar ve adaklarla dünyaya gelmiş olan Kays adlı oğludur.
Okulda bir başka kabile reisinin kızı olan Leyla ile tanışır.
Bu iki genç birbirlerine aşık olurlar. Okulda başlayıp gittikçe alevlenen
bu macerayı Leyla'nın annesi öğrenir.
Kızının bu durumuna kızan annesi, kızına çıkışır ve bir daha okula göndermez.
Kays okulda Leyla' yı göremeyince üzüntüden çılgına döner,
başını alıp çöllere gider ve Mecnun diye anılmaya başlar.

Mecnun' un babası, oğlunu bu durumdan kurtarmak için Leyla'yı isterse de Mecnun
(deli, çılgın) oldu diye Leyla' yı vermezler. Leyla evden kaçarak, Mecnun' u çölde bulur.
Halbuki o, çölde âhular, ceylanlar ve kuşlarla arkadaşlık etmektedir ve
mecâzî aşktan ilâhî aşka yükselmiştir. Bu sebeple Leylâ' yı tanımaz.
Babası Mecnûn' u iyileşmesi için Kâbe' ye götürür.
Duâların kabul olduğu bu yerde Mecnûn,
kendisindeki aşkını daha da arttırması için Allahü Tealâya duâ eder:

"Ya Rab belâ-yı aşk ile kıl âşinâ beni
Bir dem belâ-yı aşkdan etme cüdâ beni."

Duâsı neticesi aşkı daha da çoğalır ve bütün vaktini çöllerde geçirmeye başlar.
Diğer tarafta ise Leylâ da aşk ıstırabı içindedir.

Bir zaman sonra âilesi, Leylâ' yı İbn-i Selâm isimli zengin ve îtibârlı birine verir.
Ancak, Leylâ kendisini bir perinin sevdiğini ve eğer kendisine dokunursa ikisinin de
mahvolacağını söyleyerek İbn-i Selâm' ı vuslatından uzak tutmayı başarır.

Mecnûn, çölde, Leylâ' nın evlendiğini arkadaşı Zeyd' den işitince çok üzülür.
Leylâ' ya acı bir sitem mektubu gönderir.
Leylâ da durumunu bir mektupla Mecnûn' a anlatır.
Kendisini anlamadığından dolayı o da sitem eder.

Bir müddet sonra Mecnûn' un âhı tutarak İbn-i Selâm ölür. Leylâ baba evine döner.
Bir çok tereddütten sonra her şeyi göze alarak, Mecnûn' u çölde aramaya başlar.
Fakat Mecnûn, dünyadan elini eteğini çekmiş ilâhî aşk yüzünden Leylâ'nın
maddî varlığını unutmuştur. Leylâ, çölde Mecnûn' u bulduğu hâlde, Mecnûn onu tanımaz.
Leylâ onun erdiğini anlarsa da yine onsuz yaşayamaz. Hastalanıp yataklara düşer.
Kısa zaman sonra da ölür. Mecnûn, Leylâ' nın ölüm haberini öğrenir.
Gelip mezarını kucaklar, ağlayıp inler;

"Ya Rab manâ cism ü cân gerekmez
Cânânsuz cihân gerekmez."

Der, kabri kucaklayarak ölür.
Bir müddet sonra Mecnûn' un sâdık arkadaşı Zeyd rüyasında,
Cennet bahçelerinde birbiriyle buluşmuş iki mesut sevgili görür.
Bunlar kimdir? diye sorunca, derler ki:
"Bunlar Mecnûn ile onun vefalı sevgilisi Leylâ' dır. Aşk yoluna girip temiz öldükleri,
aşklarını dünya hevesleriyle kirletmedikleri için burada buluştular
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
1 Haziran 2006       Mesaj #829
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Yıldızlarda buldum seni


Seninleyken zamanın nasıl geçtiğini anlamaz gözlerinin derinliğinde kaybolurdum. Ağa kızına aşık bir çobanın çaldığı kavalı dinleyen kuzular misali seni dinler Dizlerine uzanırken fırtınadan kaçan bir geminin kendini sessiz bir limana atışı gibi hayatın tüm zorluklarını ve tüm yorgunluğumu unutur rahatlardım. Sözlerin hep başka bir fısıltı gibi ayrı bir musiki tadında kulağıma gelirdi ellerini avuçlarıma aldığımda ellerim yanar ama bırakamazdım ellerini Ve sen her seferinde daha bir güzel gelirdin bana seni her gördüğümde biraz daha fazla severdim Gönül limanıma demirleyebilecek tek geminin sen olduğunu düşünür onun içinde deniz fenerlerinin sadece senin geleceğin yünü gösterdiğini sanırdım.
Bir kitapta okumuştum. Gök yüzünde insana en yakın gelen ve en çok ışıldayan göz kırpan sevgilinin yıldızıymış diyordu okuduğum kitap . senden ayrı olduğum günlerin birinde okumuştum o kitabı. Ve bir gece yarısı yıldızlar altında sabahladım . bana en yakın olan cıvıl cıvıl göz kırpan ve tebessüm eden yıldızı buldum . ve o yoldıza bağladım kendimi. Kendimi artık senin yıldızına bağlamıştım senden önce veya senden sonra ölmek yoktu. Yanımda olmadığın zaman o eşlik edecekti bana ve o duyacaktı ilk kez şiirlerimi onunla beraber yiyecektim yemeğimi Birgün aniden her yönünle değiştin şiirlerimle alay eder beni küçümser incitmeye yaralamaya kalkar bi hale geldin ve sen sebebini bilmediğin hareketlerden dolayı nereye gittiğini bilmeden kendinden tiksindirerek gittin. Birgece sana yazıpta okuyamadığım şiirlerimde aklıma kendimi bağladığım yıldız geldi yıldızı aradım hala yerinde cıvıl cıvıl ve pırıl pırıl yine göz kırpıyor gülümsüyordu. İşte o an anladım. Ben seni onlaştırmış sen yerine onun yıldızına bağlamıştım kendimi Sen o değildin ve ben seni onlaştırmanın cezasını çekiyordum o vardı ve birgün karşılaşacaktım ve onu sevecektim
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
2 Haziran 2006       Mesaj #830
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
ölümsüz aşk

Genç kız yine acılar içinde odasında yatıyordu. Henuz hayatının baharında ölümle yüz yüzeydi. Babası onu kurtarmak için gazetelere ilan vermiş, para teklif etmişti. Ama onun kalbinin teklemesi değil, kalbinin içindeki sızı ilgilendiriyordu. Sevdiği aklına geldi bir damla yaş daha döküldü gözlerinden. Ayrıldıklarından beri tam beş çile dolu yıl geçmişti. Aslında sevgilerinin arasına o kahrolası para girmişti. Hatırlıyorduda sevdiği ona birkeresinde:
- Ben zengin değilim belki ama seni seven bir kalbim var. Sana sadece onu verebilirim, demişti.

Zaten sevgiye muhtaç birisi başka ne isteyebilirdiki. Kendisini sevmesi yeterdi.O en çok Saçlarının dökülmesine üzülüyordu. Çünkü sevdiği öpmüş koklamıştı saçlarını. Her dökülen saç yüreğine bir hançer olup saplanıyordu. Şimdi tek isteği sevdiğinin son anlarında yanında olmasıydı. Ne olurdu onu birkez daha görebilse, onu birkez daha koklayabilse.Bu düşünceler arasında uykuya daldı.

Babası heyecanlı bir şekilde kızının odasına girdi. " Müjde kızım,kalp bulundu " dediğinde kızının bir peri güzellliğinde, sevdiğinin özleminden ıslanmış yüzüne baktı ve çıktı odadan...

Genç kız, bir hafta sonra kendine geldiğinde sanki başka bir dünyadaydı. İçinde acaip bir his vardı. Sanki bu dünya ona çok farklı gelmişti. Aklına yine sevdiği geldi. Kalbi eskisinden daha hızlı atmaya başladı. Kalbi değişmişti ama sevdiğini eskisinden daha çok sever olmuştu.

Bir gece ansızın uyandı uykusundan kalbi çok hızlı atıyordu. Bu durum sürekli böyle devam etti.Doktora gitti, durumunu anlattı. doktor:
- Bir aya kalmaz geçer, demişti.
Ama aradan aylar geçmesine rağmen durum aynıydı.

Birgün bahçeye çıktı Çiçekleri seviyordu. Kırmızı güllerin yanına gitti. Kalbi hızlı hızlı atmaya başladı. En çok kırmızı gülleri severdi. Çünkü sevdiği ona benzediğini söylerdi hep. Birden kapı çaldı. Kapıyı açtı kimse yoktu. Yere baktı bir mektup vardı ve onaydı. Mektubu açtı ve kalbi hızlı hızlı atmaya başladı. Bu onun kokusuydu. Koltuğuna zarzor oturabildi. Zarfın içinden mektubu titreyen ellerle çıkardı ve okumaya başladı :
" Sevdiğim, bugün sevdamızın altıncı yılı. Seni hep sevdim. Seninle ayrılmak zorunda kaldığımızdan beri, bir kalbe iki sevginin sığmayacağını bildiğimden ne birini sevdim ne de evlendim. Her günüm çile ve azapla geçti. Hergün sana şiirler yazdım, hergün şiirlerimi okudum ve hergün ağladım. Tam beş yıl boyunca hergün yazdım, okudum, ağladım. Birgün önüme bir fırsat çıktı. Bu fırsatı reddedip kendime daha fazla haksızlık edemezdim. Belki seni unuturum diye senden çok uzaklara gittim. Ama şimdi seni daha çok özlüyorum. Her gece yanına geliyorum o masum yüzünü okşuyor yanaklarına öpücükler konduruyorum, sen uyanıyorsun benim geldiğimi anladığını sanıyorum ama sen o tatlı uykuna geri dönüyorsun. Sevdiğim hep ben geldim senin yanına artık sen gel olurmu. Kırmızı güllerimize iyi bak. Ve artık unutma içinde seni senden daha çok seven bir kalbin var artık. Ona iyi bak olurmu. Kırmızı güllere ve kalbimize iyi bak. Seni yanıma gelene kadar bekleyeceğim sevdiğim Hoşçakal..."



Benzer Konular

17 Şubat 2016 / Misafir Genel Mesajlar
16 Mayıs 2014 / NihLe Müslümanlık/İslamiyet
18 Temmuz 2016 / Daisy-BT Edebiyat
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar