Arama

Hayata Dair - Sayfa 34

Güncelleme: 2 Ekim 2013 Gösterim: 268.147 Cevap: 1.657
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
31 Ekim 2006       Mesaj #331
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
SANAL HAYATLAR

Sponsorlu Bağlantılar

Kolay hayat ister olduk kolay... Sevgimizi, aşkımızı bile kolay yaşamak istiyoruz.. Bizi yormasın, zorlamasın, başımıza bela olmasın... İstediğimiz zaman olsun, onun dışında yok olsun.. Bir kumandanın ucunda olsun herşey, bir bilgisayarın düğmesinde, bir telefonun tuşlarında... Ulaşmak, yaşatmak, canlandırmak, hissetmek için çaba harcamayalım...

Sanal dünya giriverdi hayatımıza tam da bu günlerde, çok da işimize geldi. Sanal alemin, sanal insanları olduk hemen. Duygularımızdan korkar olduk... Hissetmek yok... Herşey bir yalan... Sanal alem değeri yok...

Düşünemedik ki kablonun diğer ucunda gerçek insanlar oturuyor...

dokunmaya
hissetmeye
göz göze gelmeye korkar olduk...
bir bilgisayar, bir msn, bir kamera herşey tamam...
İnsan başka ne isterki...

Böylesi daha güzel, sanal bir gerçeklikte sorumluluk duygusu yok, bağlanma yok, hesap vermek yok deyiverdik... Canın isterse varsın, istemezse yok... Ne güzel, tam bu çağın insanına göre...
Kolay işin, hangi yoldan elde edildiğinin hiç önemli olmadığı kolay paranın peşinde koştuğumuz, hayata direk tepeden başlamak istediğimiz bu günlerde, kolay seks, kolay ilişkilerde giriverdi usulca yaşantımıza..

Zora gelemiyoruz, gerçek ilişkiler sıkıyor biraz...

Biri azıcık duygularından söz ettiğinde birden itici oluveriyor, hemen pılımızı, pırtımızı toplayıp arkamıza bile bakmadan ordan uzaklaşıveriyoruz.. Neden peki, bünyemizde barındırdığınız şeyden kaçmak niye, yok saymak, derinlere göndermek...
Kimsenin gözüne gerçek anlamda bakmak istemiyoruz, korkuyoruz birilerinin gözlerine bakmaktan.
Mekanik hayatlar, mekanik ilişkiler, mekanik sevişmeler istiyoruz...

O kadar rahatladık ki artık.. sevmeye bile üşenir olduk... ben gelemem ama gelirsen de hayır demem...
burdayım, isteyen gelip alsın...
ben kılımı kıpırdatmam...
uğraşamam...
çaba harcayamam...
ama şöyle yakınlarımda olsan o başka...
aşk aramıyorum, sevgi aramıyorum,
ilişki aramıyorum
sadece seks arıyorum deyiverecek kadar bir yerlerde unuttuk duygularımızı, yitiriverdik insanı insan yapan ruhumuzu... Sevmekten korkar olduk…

Ne oldu bize, ne zaman, nerde kaybettik sevmeyi, kimlere bırakıverdik ruhumuzu, kimler acıttı canımıza da bu kadar acımasız oluverdik...

Ben uğraşamam ama sen buralarda olursan da hayır demem yani, diyecek kadar korkar olduk birşeylerin peşinde koşmaya.. Bencil oluverdik...

Birgün yalnız uyanmanın ne kadar korkutucu olacağı aklımıza hiç gelmiyor nedense.

Kendi doğamıza hasret yaşadığımızı bile anlayamadık…

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
31 Ekim 2006       Mesaj #332
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
AN

Sponsorlu Bağlantılar
Uçkun mafsallardan geçeli çok oldu.
Şimdi küllerimi içiyorum bir kırlangıç masalında…

Ketum sızınçlı bir iç çekişin amadesiyim aslında.
Kanayanlardan sağalan dertten gayrısı değil.
Beş kamyon kömürle gittim harlarıma,
körükler, üfürüğü yalancı büyücülere döndü.
Dönmeden duruyorum etrafında, durmadan dönüyorum.
Soluğundaki tada evhamlanıyorum, başka bildiklerim yalan!
Bir usancın kıyısında boğuluyorum sonra,
bütün günahları boynuma alıyorum.
Ve cebime yamalı ellerini döküyorum, boğazlardan birine.
Ben tozlaşıyorum,
Tozlaştıkça, zerrelerimin her birine gözlerini asmak için.
Ben… ‘an’lamlanıyorum,
yokluğu, bir çakıl taşını andıran gözbebeklerinin cehenneminde…

Evvel zaman içinde ezellenmeyen kuşkularımı,
bir boşluktan ‘çığ’lıyorum şimdi.
Develerin yankısı olmasa, niyetim yoktu ‘fi’lik tarihlerimden uyanmaya.
Gece erken olmadı bugün şehrin camlaşan yapraklarında.
Ham tadı, kılıfsız uykularımda yorgan boyu.
Ben seni adımlıyorum, otuz dört karış gelen aklımın saflığında.
Gözlerim, yaslandı bir dağın duman kokulu reyhanına.
Kilometrelerin hesabını yapamıyor artık.
Boynuma kamçılanan bu ağrılı bekleyişe dayanacak gücüm kalmadı.

Kaç sen olmuştu benden gideli?
Kaç gün ölmüştü varlığından neşesiz?

Sedir ağaçlarından bozma bir kederde,
kollarını düğüm etmiş bir yılgınlığın çetelesi kazınıyor serçe seslerine.
İçime çöreklenen sessizliğe, kılımı kıpırdatmadan oturan bir boşluğum.
Yanlarıma dayanacak dayanaklarım yok!
Kent sabahlarının esaretine ağzımı uyandırmadan,
bakışlarımdan ayamıyorum naylon ayna akislerini.
Baktığım ben değilim.
Karşımda susan, koca bir günahın gevezeliği… Aldırmıyorum…

Seni bir ‘an…’ kadar arıyorum…
Kalburlardan elenecek vakitlerim bitmedi,
turabından damlayan yokuşluğa can yaralayalı beri.
Çitlerimden atlatmaya kalktığım gecelerin fiyakasız duruşu canımı yağmalıyor.
Sevdiğim, alnıma bıraktığın yangından kimseyi haberdar etmedim…
Buzul çağlarından kalma ellerim,
avuçlarına öykünmekten, sağır bulvar öksüzlüğüne büründü.
‘Deniz’lerinin çapağından içmedi gözlerim nicedir,
vişne çürüğü yalnızlığımın efkarını.
Yoksun…canıma kibrit çakıyorum, parmaklarım kanıyor…

Işıklarım sönük, perdelerim inik.
Bir cıngar mahiyetli edeplerimle, sargın yollara düşüyorum şimdi.
Ucunda ’sen’ olan kaç diyar varsa, düşünmeden düşerdim yoluna yayan yapıldak, biliyorsun.
Enteresan bir ‘hayal kırıklığıydı aşk’, eşgalinde bir türlü göremediğim.
Hayal kırıkları, aşk mıydı gerçekten?
Yoksa palavra mıydı, bir soytarının saat 12′yi vurduğunda uydurduğu.
Her şey balkabağına dönüşebilirdi zamanla, anladım.
Hiçbir şey beklememenin, bir bekleyiş olduğunu…

Seni bir ‘an…’ kadar özlüyorum…
Ergen yalnızlıklara alışabilirim, bu koyu-saf hezeyanlarla.
Bu utanmaz çıplaklıkların başdöndürücü sahteliği, ağustos sıcağında geçti başıma.
Kayısı kokuları emanetine aldırmadan gitti.
Bir dağınık gazeli bekliyorum şimdi.
Sen olmadan, yalnızlığın bile adı yok…
Kollarına sarılmadan, alemlerin boşluğunu daha iyi kavrıyorum,
‘An’lıyorum, alnıma bulaşan uçlarını düşlerinin.
‘An’layarak yaklaşıyorum intiharların dipsiz eşiğine.
Ve yaşayacağım bütün alemleri,
İlk günkü gibi
Sana kurban ediyorum…


**LP** - avatarı
**LP**
Ziyaretçi
31 Ekim 2006       Mesaj #333
**LP** - avatarı
Ziyaretçi
YAŞAMAK İÇİN
yasamakicin Büyük aşklar ve büyük kazançların risk taşıdığını hesaba katın.
yasamakicin Kaybettiğinizde aldığınız dersi de kaybetmeyin.
yasamakicin Üç ' S' yi hep uygulayın : Saygı kendiniz için, Sevgi başkaları için ve Sorumluluk tüm davranışlarınız için.
yasamakicin İstediğinizi alamamanın bazen ne kadar büyük bir şans olduğunu hatırlayın. ,
yasamakicin Kuralları iyi öğrenin ki, onları düzgün şekilde ihlal etmeyebilesiniz.
yasamakicin Küçük bir aksaklığın büyük bir arkadaşlığı yaralamasına izin vermeyin.
yasamakicin Hata yaptığınızı anladığınız zaman düzeltmek için derhal gerekli adımları atın.
yasamakicin Biraz yalnız zaman harcayın.

yasamakicin Kollarınızı değişime açın ve değerleriniz kaybolup gitmesine izin vermeyin.. Sessizliğin bazen en iyi yanıt olduğunu hatırlayın.
yasamakicin İyi ve keyifli bir hayat yaşayın. Yaşlandığınız da geriye dönüp bakdığınızda ikinci kez keyif alın.
yasamakicin Sevgi dolu bir ev hayatnızın temelidir. Sakın düzenli bri ev yaratmak için elinizden geleni yapın.
yasamakicin Sevdiklerinizle anlaşmazlığa düştüğünüzde sadece mevcut durumlarla ilgilenin. Geçmişi dile getirmeyin.

yasamakicinBilginizi paylaşın bu ölümsüzlüğe giden yoldur.

yasamakicin Dünyaya karşı nazik olun.
yasamakicin Yılda bir kez daha önce hiç gitmediğiniz bir yere gidin.
yasamakicin En iyi ilişkinin, birbiriniz ekarşı duyduğunuz aşkın birbirinizi olan ihtiyaçtan daha fazlalaştığı zaman olduğunu hatırlayın.
yasamakicin Başarınızı ona ulşamak için nelerden vazgeçdiğinizle yargılayın.
yasamakicin Aşka ve yemek pişirmeye sonuçlarını hiç düşünmeden girişin.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
31 Ekim 2006       Mesaj #334
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
YAŞAMA SEVİNCİ !!
Hayatta bu kadar mutlu olmayı gerektiren şeyler varken
Üzülmek niye, kendimize eziyet çektirmek niye
Bir düşünün sizi mutlu edebilecek ne kadar çok şey var
Bir bebeğin gülüşü, sevdiğiniz insanın sizi sımsıkı sarması
Annenizin şefkatli kucağı
Daha yüzlerce küçük olay sizi mutlu edebiliyor
Hayatı sevin, her dakikanızı, her saniyenizi doya Doya yaşayın
Çünkü hayat ulaşılmak istenen bir yoldur ve
Bu yolun uzunluğu hiç bilinmez , siz bu yolda ilerlersiniz
Karşınıza bir engel çıkar , siz bu engeli aşıp
Yolkunuza devam edersiniz,
Yada, bu engeli aşamazsınız
Ve bu sizin yolunuzun sonu olur yani ÖLÜM
Hayatınızın anlamını, ölümden dönen bir insana sorun
Yada ölmeyi bekleyen
Yaşamdan hiçbir umudu olmayan bir insana sorun
O zaman düşünün !! ,Değer mi üzülmeye
Bu güzelim hayatı doya doya yaşamak varken
Artık üzülmeyi bırakın ve GÜLÜN !!!!
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
1 Kasım 2006       Mesaj #335
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
BİLMELİSİNKİ

Bilmelisin ki ...Duvarda asılı diplomalar insanı insan yapmaya yetmez.
Bilmelisin ki ... Aşk kelimesi ne kadar çok kullanılırsa, anlam yükü o kadar azalır.
Bilmelisin ki ... Karşındakini kırmamak ve inançlarını savunmak arasında, çizginin nereden geçtiğini bulmak zor.
Bilmelisin ki ... Gerçek arkadaşlar arasına mesafe girmez. Gerçek aşkların da!
Bilmelisin ki ... Tecrübenin kaç yaşgünü partisi yaşadığınızla ilgisi yok, ne tür deneyimler yaşadığınızla var.
Bilmelisin ki ... Aile hep insanın yanında olmuyor. Akrabanız olmayan insanlardan ilgi, sevgi ve güven öğrenebiliyorsunuz. Aile her zaman biyolojik değil.
Bilmelisin ki ... Ne kadar yakın olursa olsunlar en iyi arkadaşlar da ara sıra üzebilir. Onları affetmek gerekir.
Bilmelisin ki ... Bazen başkalarını affetmek yetmiyor. Bazen insanın kendisini affedebilmesi gerekiyor.
Bilmelisin ki ... Yüreğiniz ne kadar kan ağlarsa ağlasın dünya sizin için dönmesini durdurmuyor.
Bilmelisin ki ... Şartlar ve olaylar, kim olduğumuzu etkilemiş olabilir. Ama ne olduğumuzdan kendimiz sorumluyuz.
Bilmelisin ki ... İki kişi münakaşa ediyorsa, bu birbirlerini sevmedikleri anlamına gelmez. Etmemeleri de sevdikleri anlamına gelmez.
Bilmelisin ki ... Her problem kendi içinde bir fırsat saklar. Ve problem, fırsatın yanında cüce kalır.
Bilmelisin ki ... Sevgiyi çabuk kaybediyorsun, pişmanlığın uzun yıllar sürüyor.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
2 Kasım 2006       Mesaj #336
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Unutulmuş Yaşam


yok Londra´nın insanın iliğini donduran ayaz gecelerinden birinde, yakışıklı genç bir adam; elleri ceketinin cebinde, gözleri kaldırıma dikili bir şekilde aşık olduğu şehrin o ayrı kalamayacağı havasını soluyordu.

Birden yağmur yağmaya başladı. Herkes yağmurdan saklanırcasına kuytu bir köşeye sinmişken o yağmurda ıslanmayı tercih etti. Saat ilerledikçe şehir esrarengiz bir görünüme bürünüyordu ama genç adam da en az şehir kadar esrarengizdi. Genç, yağmurun yere çarptığı anda çıkarttığı sesten başka bir ses duymadığı gibi ona çarpmak üzere olan arabanın kornasını da duymamıştı. Şanslıydı ki taksi şoförü firene tam zamanında basmış ve bir cinayet işlemekten kıl payı kurtulmuştu. Böyle hissetmenin hırçınlığıyla gence bağırıp çağırıyordu. Genç adam ise ondan biran önce kurtulup sessizliğinin melodisine dönmek istercesine olayı kapattı ve yoluna devam etti. Nereye gittiğini bilmiyordu. O da bunun farkındaydı ama gökyüzü ağlamayı bırakana dek her zaman yaptığı gibi yağmurun keyfini çıkartacaktı.

Yağmuru çok seviyordu çünkü yağmur yağdığında hiç bilmediği, hiçbir yerde duymadığı bir melodi duymaya başlıyordu. Bu olay yaklaşık 16 yaşından beri olan bir olaydı. İlginçtir ki 10 senedir gizemini ve güzelliğini aynı şekilde taşıyordu. Genç bıkmadan aynı melodiyi senelerdir dinliyor ve her seferinde aynı soruyu soruyordu “Neden ben gökyüzünün dünyaya küsüp şimşeklerini çaktırarak ağladığında yere düşen her gözyaşında bu melodiyi duyuyorum?” Cevap yoktu. Melodinin son notalarında can çekiştiği bir sırada yağmur durdu ve tabi ki melodi de bitti.

Genç de evine döndü, iyi bir uyku çekti. Çünkü ertesi sabah erkenden kalkıp işine gitmesi gerekiyordu. Genç adam, kendine sorulacak olursa, mesleğinde istediği noktaya henüz ulaşamamıştı. Ama olabileceği en üst basamağa çoktan çıkmıştı. O ise bunu önemsemeyip tırmanacak yeni basamakların arayışına kaptırmıştı kendini. Gencin yaşam felsefesidir bu.Kendi ayaklarının üstünde durmayı hedeflemiş birinin, bu iğrenç dünyada, başka seçim şansı da yoktu zaten.
Bir kereste fabrikası vardı. Bütün tanınmış şirketler onunla iş yapmayı tercih ediyorlardı. Bunun sebebi ise gencin her zaman disiplinli, adil ve yaptığı işi ciddiye alan bir iş adamı olduğundandı.

Aradan 10 yıla yakın bir zaman geçmişti. Her şey aynıydı, işi hariç. İşi gittikçe büyütmüş, sınırlarını bayağı genişletmişti. Sonra bir gün bir arkadaşından çok önemli bir haber aldı. O, bu haberin öneminin farkında değildi fakat bütün sorularının cevabını öğrenecek ve mutluluğa erişecekti. İngiltere’de bir yer keşfetmişlerdi. Aldığı haberlere göre tam ona göre bir iş olacaktı. İşin maliyeti çok fazlaydı ama kazançları bu parayı fazlasıyla karşılayacaktı. Bu sefer o da işçileriyle beraber gidecekti. İçindeki bir ses gitmesi gerektiğini söylüyordu.
İngiltere´ye varıp, kendilerine söylenen yere gidince herkes manzaranın güzelliğinden büyülenmiş, hiçbir şey konuşamıyordu. İnsan bu güzelliğe nasıl kıyabilirdi ki.Ama bunu yapmaları gerekiyordu.
Güneş batmış, gece bir kalkan gibi sarmıştı ormanın etrafını. Karanlık bastırdığından yaptıkları kulübelere çekilip ertesi günü beklemeye karar verdiler. İşte o an kaçınılmaz olan olay gerçekleşti. Gökyüzü gene kızmıştı, her zamanki gibi. Yağmur damlaları alışık olduğu o melodiyi çalıyordu ama bu sefer daha da bir büyüleyici ve esrarengizdi. Bağdaş kurup yatağının yanındaki pencereden, bir süre,dışarıya baktı. Ertesi gün olmayacak o muhteşem manzaranın ve melodinin keyfini çıkartıyordu. Henüz kimse uyumamıştı, zaten yağmur damlalarının pencereye çarptığında çıkarttığı ses azalmadıkça da bu imkansız görünüyordu. Gökten taş yağıyordu sanki. Genç kalktı, kapıya doğru yürüdü, kapıyı açtı ve hiç tereddüt etmeden dışarı çıktı, karanlığın içinde kayboldu. İşçiler ise onun akasından bakmak dışında başka bir şey yapamadılar. Birden yağmur şiddetlendi. Uyumaları imkansızdı artık hem patronlarını da çok merak ediyorlardı.
İşçilerin bunları düşündükleri sırada patronları hipnotize edilmiş gibi ormanın içinde ilerliyordu. Yürüyordu, hareket ediyordu ama vücudunu kontrol eden kendisi değildi. Bacaklarını hissetmiyordu, felç olmuş gibiydi. Sadece düşünebiliyor, görüyor ve işitiyordu. İlk başta paniğe kapılmış olmasına rağmen şu an kendini doğanın güzelliğinin ellerine bırakmıştı. Yağmurun yere çarpan her damlası, göğün göz yaşının her damlası, ölümsüz melodinin bir notasıydı. Manzara ve melodi birbirini tamamlıyordu. Bu ölümsüz ikili hayatındaki tüm acılara ilaç gibi gelmişti. Dünyanın en mutlu insanıydı.

Ormanın iyice içlerine girmişti, kulübelerden çok fazla uzaklaştığını düşündüğü bir anda birden durdu. Karşısında çok ihtişamlı bir ağaç vardı. O sırada gözünün önüne bir hatıra geldi. Onun,yaşadığı bu bedende bu güne hatta bu ana kadar aklına gelmemiş, yaşanmamış ama yaşanmış önceki hayatlarından bir hatıra.
Savaştan çok ağır, ölümcül yaralar alarak çıkmış, kalan tek varlığı olan gaydasını çalmakta olan 16 yaşlarında bir İskoç. İskoç, adamın yürüdüğü ormanda yürüyor, ıslandığı ormanda ıslanıyor ve her zaman duyduğu melodiyi çalıyordu. Her şey aynıydı, tek farklı şey yaşanmış olan hayatlardı. İskoç ormanda ilerlerken melodiyi çalıyordu, bu öyle bir çalıştı ki Tanrı bile bunu ölümsüz kılmak istedi. Ve melodinin her notasını yağmurun yere çarpan her damlasıyla bir yaptı. Böylece her yağmur yağdığında, damlalar yere çarptıklarında bu melodiyi çalacaklardı. İskoç´un çaldığı melodi ölümsüzleştirilmişti çünkü bu diğerlerinden çok farklı bir çalıştı. Onun kaybedecek bir şeyi yoktu bu yüzden her şeyiyle ama her şeyiyle çalıyordu. Öyle ki İskoç ruhunu işlemişti bu melodiye. Nefes yerine ruhunu kullanıyor, gaydanın içini ruhuyla dolduruyordu. Ölümsüzlük için yeterince iyi bir sebepti.

İskoç yürüdü, yürüdü ve bir ağacın gövdesine yığıldı, aynı anda adam da. Çalınan ve duyulan melodi gittikçe uzaklaşıyordu. İskoç ruhunun son damlalarını akıtmıştı ve tükendi, bitti.Bir daha nefes alamayacaktı. Yağmur durdu.İskoç’un ağaca dayalı gövdesi yere devrildi ve yanaklarından bir çift göz yaşı süzüldü.

Yağmur dinmişti. İşçiler patronlarını aramaya çıktılar. Onu o ihtişamlı ağacın altında buldular, ölmüştü. Bir çift göz yaşı çiy tanesi gibi parlıyordu yanaklarında ve yüzünde bir tebessüm. Belli ki ölümü ruhuna acı çektirmemişti.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
2 Kasım 2006       Mesaj #337
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Unutmak kolay diyordun ya
Kolaymış meğer
Unuttum adını,her kelimesini unuttum
Dalga dalga savrulan saçlarını unuttum
Kömür karası yaşlı gözlerini unuttum ben

Unutmak kolay diyordun ya
Kolaymış meğer
Yağmur altında gezdiğimiz sahilleri unuttum ben
Bana ilk seni seviyorum dediğin
O çay bahçesini unuttum ben

Unutmak kolay diyordun ya
Kolaymış meğer
Elini ilk tuttuğumda
Yüzündeki o masumluğu unuttum ben
Sarıldığımda ise
Başımı döndüren gül kokulu,kokunu unuttum ben

Unutmak kolaymış be bitanem
O yüzündeki gülüş,içindeki sıcaklık
Seni özlüyorum dediğinde
Gözünden akan iki damla yaş
Ve seni öptüğümde içinde kaybolduğum yıldızlar

Bütün bunları unutmak
O kadar kolaymış ki bi tanem
O kadar kolaymış ki
hepsini unuttum

UNUTMAKTA HAYATA DAİR DEĞİL Mİ!!
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
2 Kasım 2006       Mesaj #338
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Anne!
bebeğim nerde
Yüreğim kaldı
Ellerinde
Ellerim kaldı,
Yüreğinde

Anne
Kardeşim nerde
Düşlerim kaldı
Ölümün pençesinde
Ölüm düşlerimde

Anne
Babam nerde
Acı kaldı
Gözlerimde
Gözlerim
Güvercinde

Anne
sevdiğim nerde
Hayallerim pencerede
Pencere
Gökyüzünde

Anne
Hayatım nerde
Saçlarım kaldı
Kör gecede
Gece bitmekte...

(Depremlerle yıkılan hayatlara)
Pollyanna - avatarı
Pollyanna
Ziyaretçi
4 Kasım 2006       Mesaj #339
Pollyanna - avatarı
Ziyaretçi
ÜÇ DAKİKADA SAKLI KALAN

Üç dakika önce nasıldım? Şimdi nasıl? Üç dakika sonra nasıl olacağım? Kim bilebilir ki bunu.. Heyecanı da bu üç dakikalarda saklı değil mi aslında yaşamın?

Bir yoldur yaşam. Kimi zaman taşlı, kimi zaman çiçeklerle süslenmiş, yemyeşil. Güneş ısıtır kimi zaman, kimi zaman unuttuğunu düşünürsünüz sizi; küsersiniz. Yolunuza devam etmeye çalışırsınız bulutların avuntu mırıltılarıyla. Bazen düşersiniz, kanatırsınız dizlerinizi; bir el arasınız, bulamazsınız. Bulutlar şimşeklerini yollar üstünüze, çatık kaşlarının altından ‘kendi düşen ağlamaz!’der gökyüzü. Kalkarsınız. Devam edersiniz yürümeye çaresiz. Yolun sonu hiç görünmez, hiç bilmezsiniz üç dakika sonra karşınıza ne çıkacağını. Biraz heyecanlı, biraz korkulu ama hep merak ve umutla yürürsünüz.

Bazen yol ayrımlarında kalırsınız; ’hangisini seçeyim..?’ diye soracak birilerini ararsınız, yoktur. Belki de hiç olmamıştır. Hayat seçim yapmayı öğretir size. Göze almayı, kendi seçtiğin yolda korkmadan yürümeyi.. Üç dakika sonra ne olacağını kimsenin bilmediğini hatırlatır hep.

Bazen de yorulursunuz; yol kenarına çöküp biraz soluklanmaktır isteğiniz. Ama bu kez de acımasızlığını gösterir yaşam oturduğunuz yerdeki dikenlerin acısıyla.. kaybedecek zaman yoktur. Durup dinlenmek, hayatı hep geriden takip etmek ve belki de hayatımızda karşımıza yalnızca bir kere çıkacak olan fırsatı kaçırmaktır. Mecburen devam edersiniz. İsteksizliğinizi gören rüzgar iter sizi arkanızdan, gülümsersiniz. Geriye dönüp bakarsınız; canınızı acıtan dikenler yalnızca birer anıdır artık.

Yol boyunca irdelersiniz yaşamı, çözmeye çalışırsınız mutluluğun anlamını.. ’Mutluluk gerçekten var mı? Yoksa mutsuz olmadığımız anlara mı bu ismi verdik?..’ Milyonlarca soru.. Cevapsız. Silkelenip ileriye bakarsınız birden, ’boşver’ dercesine omuz silkersiniz. Sizi ilgilendiren üç dakika sonra ne olacağıdır. Ama bazı umursamazlıklarınız ya da öyle görünmeleriniz yaramaz işe.. Tüm dikenlerin acısı geçmez,yarası kapanmaz. Her hatırlamada akan gözyaşlarınızı yağmur bile bastıramaz. İşte o anda kayan bir yıldız fısıldar kulağınıza;

‘Yürü arkana bakma, ama umursa.

Bazen anılara en çok yakışan elbise,

Birkaç damla gözyaşıdır unutma..’

Başlar yolculuğunuz bir kez daha..
green almond - avatarı
green almond
Ziyaretçi
4 Kasım 2006       Mesaj #340
green almond - avatarı
Ziyaretçi
Merhaba..Green bir yazı yazmıştı..O yazı sizlerle paylaşmak adına burda şimdi..Yazıyı okur musunuz..?

yanan ve sönen kibrit..

küçük kız elinde umutları ile yürüyordu.artık yolun sonuna gelmişti.önünü aydınlatan hiçbir umut kalmamıştı elinde.hepsini harcamıştı küçük kız.ağladığı her göz damlası onu biraz daha uzaklaştırıyordu hayattan.o yorulmuştu.artık yaşayamaz olmuştu.yolun sonu onunda sonu demekti.yürüdü küçük kız,yürüdü.kalan son yoluda gitti.son bir adım kala geriye baktı.umutları kalmıştı geride.tükettiği umutları.ve son adımı da attı.
şimdi aradan bir umut boyu zaman geçti.
küçük kız yok artık.olması gerektiği ve sonunda herkesin olacağı yerde.üzülmüyor artık.çünkü gittiği yerde ne umut kavramı var nede zaman.artık beklemesi ve gitmesi gerekmiyor.
mutluydu.çünkü görevini tamamlamıştı.
bir gün olduğu yerde ona bir hak tanındı ve geçtiğin yolları izleyebilirsin denildi.kız arkasına döndü ve hayır dedi.öyle çok şey yaşadım ve öyle yollardan geçtimki artık o yollara bakmaya cesaretim yok!ben bittim.işte ruhumla burdayım.geridekiler de düşünmesin beni.ben yolları aşınladım sıra onlarda...artık sadece burdayım ve hiçbir yeri ne görücem ne duyucam!bitti o yolda geçti.şimdi geriye bakmak yetiyor bana.ben onlara mesajımı bıraktım.görevimde bitti içim rahat!
küçük kızın mezarının olduğu yerde küçük kibritler var.yakılmış,tüketilmiş ve yağmurdan ıslanmış kibritler...o kibritlerin sahibi olması gerektiği yerde.mezar taşının üstünde yazan söz günden güne tanınıyor.orda 'kibritlerin sahibi olması gerektiği yerde.artık o kibritler yanamaz.ıslandılar ve görevleri bitti.tıpkı benim gibi. ' yazıyor..
her o mezar taşının önünden geçenler anlamıyorlar ne demek istediğini.o bölgede bulunan diğer mezar taşlarının üzerinde şimdi 'çok haklısın küçük kız' yazıyor.işte şimdi siz o mezar taşında ne demek istediği anlamadınız belki ama bir gün anlayacaksınız!anlayacağınız gün mezar taşınızın olduğu gün olacak
kibritleriniz yanarak umutlarınızı oluşturuyor ve yolunuzu aydınlatıyor.ama bir gün sönecekler...o gün ıslanacak o kibritler...
Green Almond..Msn Happy

Yazıyı okuduğunuz için teşekkürler ..!Msn Happy


Benzer Konular

27 Kasım 2010 / Ziyaretçi Cevaplanmış
7 Mart 2012 / Misafir Soru-Cevap
20 Temmuz 2009 / _PaPiLLoN_ Psikoloji ve Psikiyatri