Arama

Hayata Dair - Sayfa 25

Güncelleme: 2 Ekim 2013 Gösterim: 267.702 Cevap: 1.657
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
30 Temmuz 2006       Mesaj #241
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Kimsenin söylemediği kurallar.
Kural 1: Asla kendinden şüphe etme... Sen ne hissediyorsan o her zaman
doğrudur. Dünyadaki bütün insanlar toplansa ve sana aksini söylese bile
Sponsorlu Bağlantılar
senin hissettiklerin senin için doğrudur. Onlar farklı hissedebilir, farklı
düşünebilir ama bu senin hissettiklerinin yanlış olduğunu göstermez, sadece
onlardan farklı olduğunu gösterir.

Kural 2: Asla farklı olduğun için utanma. Eğer çevrende senin gibi düşünen,
seni anlayan insanlar yoksa, o zaman çirkin ördek yavrusu hikayesini
hatırla... Muhtemelen sen yanlış yerde, yanlış insanlarla birlikte olduğun
için seni anlamıyorlardır. O halde hedefin ait olduğun yeri bulmak
olmalıdır. Asla muhteşem bir kuğu olduğun gerçeğini unutma ve ördek olmak
için uğraşma.

Kural 3: Geçmişte yaptıkların için pişmanlık duyma ve özür dileme....
Yaşadıklarının senin için önemli bir ders olduğunu kendine hatırlat. Bu
tecrübe ile aldığın bilgiyi özenle incele, olayda yaptığın hataları ve
yeniden aynı durumda olsan nasıl davranacağını iyice düşün ve gelecek
olaylar için kendini hazırla. Kırılan vazo tamir edilemez ama gelecekte
başka vazoların kırılması önlenebilir

Kural 4: Mümkün olduğunca kimsenin senin adına karar vermesine izin verme
ama başkalarının haklı olabileceğini de unutma. Bu hayat senin ve istediğin
gibi yaşamaya hakkın var, fakat başkalarını dinle ve onların bakış açısını
anlamaya çalış.

Kural 5: Ailen dışındaki insanlarla ilişkilerinde asla kendi ihtiyaçlarını
ikinci plana atma ve kendini hayallerle kandırma. Her zaman ama her zaman
önce sen gelmelisin. Asla başka insanlar üzülmesin diye kendini üzmeyi
tercih etme. Sen kaldırabiliyorsan, onlarda kaldırabilir. Karşındaki insan
senin mutluluğunu düşünmüyorsa ve senin üzülmene yol açıyorsa, o zaman o
insan sana değer vermiyor demektir. Bu kişileri değiştireceğini yada sana
zamanla önem vereceğini düşünme. Sana karşılıksız sevgi veren ve senin için
her şeyi göze alabilecek tek insanlar ailendir.


Kural 6: Asla kaybetmekten korkarak, sırf inanmak istediğin için karşındaki
insanın sevgi sözcüklerine inanma. Sevgi insanın kalbindedir, gözlerindedir,
davranışlarındadır, ses tonundadır, sana verdiği önemde ve değerdedir, senin
için yaptığı fedakarlıklardadır. İnsanlar çok kısa zamanda sevgi
sözcüklerini umarsızca dağıtmaya başlarlar. Bunları dinle ama gerçek sevgiyi
karşındakinin davranışlarına bakarak bul. İnanmak istediğin için değil
gerçek olduğu için karşındaki insanın sözlerine inan...

Kural 7: Her zaman ama her zaman, mutlaka kalbini dinle. Hayatta senin için
neyin doğru olduğunu bir tek içindeki ses söyleyebilir. Dolayısıyla içindeki
sesle konuşmayı öğren. Her gün kendinle kalmak için zaman ayır ve kalbini
dinle. Başka şekilde hissetmek için ikna etmeye değil, gerçekten ne
hissettiğini bulabilmek için dinlemeye çalış. Bazen içindeki ses sana çok
zor geleni yapmanı söyleyebilir yada duymak istemediklerini
söyleyebilir…Korkma... ve içindeki sesi dinlemeye devam et...

Kural 8: Her zaman ama her zaman, mutlaka kendine iyi davran. Kendini sev,
şefkatle yaklaş. Yanlış yaptığında acımasızca kendini eleştirip üzme...
Aksine başını okşa, kendini kucakla ve her şeyin geçeceğini söyle. Üzgün
olduğunda, kırıldığında, acı çektiğinde, mutsuz hissettiğinde kendine özen
göster, tıpkı hasta bakar gibi kendine bakım uygula. Yapmaktan hoşlandığın
aktivitelerle meşgul ol ve bu durumdan çıkarak kimsenin seni incitmesine,
üzmesine izin vermeyeceğini göster.

Kural 9: Hayatta her şeyin bir bedeli olduğunu asla unutma ve bedel
ödemekten istemediğin için kendini boşlukta bırakma. Örneğin bir insanı
incitmişsen, ödeyeceğin bedel o insanın güvenini yitirmektir. Eğer seni
sevmeyen biriyle birlikteysen, yalnız kalmaktan korkup ilişkide kalma, çünkü
kalmanın bedeli sevgisiz bir hapiste yaşamaktır. Eğer farklı olmaktan
korkuyorsan ve başka insanları taklit edip onlar gibi olmaya çalışıyorsan,
ödeyeceğin bedel kendine olan saygını yitirmek olacaktır. Diğer taraftan
bazen kendin gibi olmanın bedelinin de yalnız kalmak olduğunu unutma. O
halde yaşamda her zaman bir bedel ödeyeceğini hatırla. Bir adım atmadan önce
mutlaka ödeyeceğin bedeli bil ve kazanacaklarına değip değmedine bakarak
kararlarını ver.

Kural 10: İnsanlara karşı nazik ve sevecen ol, ne olursa olsun asla bir
başka insanı kırmak için konuşma, bilinçli olarak üzmeye çalışma ve kendi
acını hafifletmek için bir başkasını yaralama.

Kural 11: Hayatta en büyük dostun sen olabileceğin gibi hayattaki en büyük
düşmanın gene sen olabilirsin. Seçimini yap ve kendin için dostu mu yoksa
düşmanı mı olacağına karar ver. Yaşamdaki tüm acıları atlatabilirsin, her
şeye rağmen mutlu olmayı başarabilirsin, istersen kötü alışkanlıklarını
bırakabilir ve her zaman yeniden başlayabilirsin. İstersen kendine yeni bir
hayat kurabilirsin. Eğer kendinin dostu olabilirsen….

Kural 12: Asla tecrübe kazanmaktan kaçma… Ne kadar zor olursa olsun, yeniden
ayağa kalk ve yola devam et. Hayatı öğrenmek için o tecrübelere ihtiyacın
var. Kalbin aşk acısı ile yaralanmış ise, sonsuza kadar kendini aşka
kapatma. Ruhun insanların acımasızlığı ile incinmiş ise, hayata küsüp
kendini karanlık bir dünyada yaşamaya zorlama. Bedenin çok büyük acılar
çekmişse, kendini uyuşturup bırakma. Unutma bilge insan hayatı yaşayandır.
Cesur insan korkusuzca devam edebilendir.
Kahraman insan tüm acılarına rağmen yenilmeyendir.

Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
30 Temmuz 2006       Mesaj #242
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Yalanci Insanlar

Sponsorlu Bağlantılar
Akiyor gøzlerimden yaslar
Sanki kim beni anlar
Acimasizdir insanlar
Vurulana birde onlar vururlar

Sahte gulumsemeler yalanlar
Onlar icinde saklarlar
Kendilerine hic bakmazlar
Dunyayi zevk icin yakarlar

Nalet olsun bu duzene
Insani insana dusurene
Canimizdan bizi bezdirene
Kalpsiz serefsiz køpeklere

Hic insan olmayi denediniz mi
Birbirinize nefretle baktiniz
Dunyayi bu hale getirdiniz mi
Dogrulugu kendinizden esirgediniz

TheGrudge - avatarı
TheGrudge
Ziyaretçi
31 Temmuz 2006       Mesaj #243
TheGrudge - avatarı
Ziyaretçi
cicek


BABACIĞIM 10 MİLYON VER
Adam yorgun argın eve döndüğünde 5 yaşındaki oğlunu kapının önünde beklerken buldu... çocuk babasına, ‘’baba bir saat de ne kadar para kazanıyorsun?’’ diye sordu.

Hayata Dair

Zaten yorgun gelen adam ‘’Bu senin işin değil’’ diye cevap verdi... bunun üzerine çocuk, ‘’ Babacığım lütfen, bilmek istiyorum’’ diye üstlendi... Adam , illa bilmek istiyorsan, 20 milyon deyip yürüdü...
Bunun üzerine çocuk arkasından ‘’ peki bana 10 milyon borç verir misin?’’ diye seslendi. Adam duraklayıp benim senin saçma oyuncaklarına veya benzeri şeylerine ayıracak para yok... hadi derhal odana git ve kapını kapa’’ diye seslendi.
Çocuk sessizce odasına çıkıp kapıyı kapattı adam sinirli sinirli, ‘’bu çocuk nasıl böyle şeylere nasıl cesaret eder diye düşündü.
Aradan bir saat geçtikten sonra adam biraz sakinleşti ve çocuğa parayı neden istediğini bile sormadığını düşündü. Belki de gerçekten lazımdı... çocuğun odasına çıktı... yatağında olan çocuğuna ‘’ uyuyor musun? ‘’ diye sordu... çocuk, ‘’Hayır’’ diye cevap verdi...
‘’Al bakalım istediğin 10 milyon lirayı sana az önce sert davrandığım için üzgünüm. Ama uzun ve yorucu bir gün geçirdim...” çocuk sevinçle haykırdı,”teşekkürler babacığım...”
Sonra yastığın altından diğer buruşuk paraları çıkardı. Adamın suratına baktı ve yavaşça paraları saydı... sonra hepsini babasına uzattı:
“İşte sana 20 milyon,bir saatini benimle geçirir misin?”
onları öpüp koklayalım... en önemlisi kulaklarına sevgimizi fısıldayalım.
Son düzenleyen NihLe; 7 Ağustos 2006 19:01
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
31 Temmuz 2006       Mesaj #244
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
sen benimsin; bana aitsin...
market arabası iterken de
sayısal loto oynarken de
yağmurda yürürken de
sen benimsin
bana aitsin

yılbaşı kartı seçerken de
şarjın hemen biterken de
sabah işe giderken de
sen benimsin
bana aitsin

bir başka çift göze bakışında
bir başka sırta dönüp yatışında
gözlerini her kapatışta
sen benimsin
bana aitsin

düşünde görmesen de
bir ömür geçirsen de
aksini düşünsen de
sen benimsin
bana aitsin

düş hekimi yalçın ergir

TheGrudge - avatarı
TheGrudge
Ziyaretçi
31 Temmuz 2006       Mesaj #245
TheGrudge - avatarı
Ziyaretçi
siir Ah Bu İstanbul AnılarıGeçenlerde 15 yıllık muhitim Ortaköy'de, Mecidiye Camii’nin kıyısında Emirgân’ın şöhretiyle yarışan çay bahçelerinin önünden geçtim. Gezinirken Sözde entelleküel birikimlilerle dolu kişilerin oturduğu, Topkapı Sarayı Kız Kulesi manzaralı, bir masaya çağrıldım. Açıklanamayan uçan cisimlerden konuşuyorlardı yine. Sohbet beni hiç sarmadı. Tam kalkıyordum ki bir sesle irkildim.
Ahmet Hikmet’in üzümcüsünün sesi gibiydi ses. Allah'ım o ne güzel Türkçe! Ne bir siyaside yarısını gördüm bu titizliğin, ne camilerde bir hatipte, ne de tiyatrovari şiir okuyan yeni yetmelerde... Baktım 60 yaşlarında yoksulluğun yıpratmak için uğraştığı, fakat pek de bir şey koparamadığı çehresiyle bir adam, yoksul fakat erdemli yüzüyle kartpostal satıyor. Asker kantinlerinde bile tek tük kalmış kartlar bunlar. Hani vardır ya bir asker bir de çok hoş bir kız, bir bankın üzerine oturmuşlar; altında da “sevgili nişanlım vatan hizmetim biter bitmez yanındayım" tarzında yazılar olan... Bayraklı, Atatürk heykelli... İşte öyle kartlar.
Tam adama para yerine alaylı bir nasihat vermeye hazırlandım “Amca bir yanlışlık olmalı buralarda Harry Potter, Örümcek adam, Jurassic Park filan satılır. diyecektim.
Sesi tekrar yükselince niyet ettiğim girişimden dolayı utandım. Sattığı maldan o kadar emin bir büyük tüccarın edası, kendine güvenin granitten heykeli gizliydi seste. Sahibine mıknatıs gibi çekti beni. Masadaki sohbet tam da orta yaşlı bir bayanın okyanusu transatlantikle geçerken lombozdan gördüğü ufoyu anlatmasına gelmişti. Bunu hep anlatırdı. Ben duyduğum o büyülü sese kapıldım:
-Türk bayrağı resimleri getirdim almak istemez miydiniz?
-Türk askerinin resimleri var bir bakmaz mısınız?
-Sevgili Türk çocukları! Bakın arkadaşlarınıza gönderirsiniz. Uludağ manzarası. Hem de Bursa Kültür parkın resmi var! Bakın dört tane resim var üzerinde, dördü de güzel!
Hemen gittim en albenisiz gelenlerinden bir on tane aldım, daha gösterişlilerini başkalarına satsın diye. Maksadım bey amcayla konuşmak. Ben konuşup lafa tutarken yevmiyesinden olmasın diye. Sonra masaya getirdim biraz da sürükleyerek.
-Bey amca sen bu Türkçe eğitimini nerde aldın? Diye sordum.
-Ben Türkçe öğretmeniyim.
Nerelisin amca?
-Türk aleminin, Bulgaristan eyaletinin Razgrad şehrinden. Bana Razgradlı Şükrü derler .
Kırçıl kaşları, seyrelmiş saçlarıyla iyice yaklaştı yanımıza. ısrar edip Bir çay ısmarlayabildim. Masadaki ufo sohbeti de katloldu tabii. Herkes bana ve Razgradlı Şükrü'ye kötü kötü baktı masada. Bana bir işportacıyla muhatap olduğum için, Razgradlı Şükrü’ye de (türkilizce tabirle) masanın karizmasını çizdirdiği için.
Razgradlı Şükrü yüksek sesle konuşuyor fakat sesi bütün iyi öğretmenlerimizin en arka sıralara ulaştırmaya çalıştığı mübarek seslerinden daha mübarek, daha vokalli daha canlı. Çay bahçesinin bütün masaları dinliyor, dinlemek zorunda kalıyor o mübarek sesi. Razgradlı Şükrü tam da kendi çok sevdiği mallarını bol bol alan kendisi gibi bir müşteri bulduğuna seviniyor. Ben de bir on tane daha satın alıyorum kartpostallardan. Türkçe'yi bu kadar güzel konuşan bu coşkun kişiyi tanımaya çalışıyorum.
-Razgradlı Şükrü bu kartpostalları alanlar var mı?
-Kıymetini bilenler alıyorlar be yav!
-Sen öğretmenim demiştin burada mı orda mı?
-Yok be! Hapse tıktılar Türkçe öğrediyom diye... 15 yıl Bulgaristan'da öğretmenlik yaptım. Sonra da bir o kadar da burda. İki tarafta da yarım yani!
-Yaş haddinden emekli olsaydın Türkiye'de...
-Bir yılın daha var dediler. Milli eğitimden sordum.
-Gel senin yaşını büyültelim tek celsede. Emekli ol!
Razgradlı Şükrü bana selam verdiğine pişman olmuş gibi baktı. Kaşlarını çattı. Kartpostalları kafama atmasına ramak kaldı. Ben de hakikaten korktum. Masum bir insana hakaret etmiş kadar pişman oldum.
-Sen ne diyosun be yav! Devletim bana bekle diyorsa beklerim bir sene!
-Fakat sen zaten toplam otuz yıl yapmışsın vazife.
-Olsun o başka bu başka!
-Peki çoluk çocuk nerde? Bulgaristan'da mı burda mı?
-A be zindanda yattım, çileler çektim. Kim evlenir benimle? Nasıl evleneyim. Evlenmeye fırsatım olmadı benim.
-Peki nerde kalıyorsun?
-Gültepe'de bir otelde...
-Kazancını ne yapıyorsun?
-Para biriktirebilirsem Rodoplar’a giderim. Pomaklar çok iyi Müslüman insanlar. Onlara Türkçe öğredirim. Hepsi meraklı Türkçe öğrenmeye... Yolumu gözlerler benim. Çat pat da öğrenmişler Türk radyolarını dinleye dinleye. Yazmayı da öğretiyorum. Bu kartpostallar da çok kıymetli orda.
-Bundan sonra evlenirsin, pomak kızları güzel olur.
Yüzünde o çok evlenmek isteyip de bir türlü evlenememiş insanların hasreti yandı söndü. Bizans tarihlerinde fiziki özellikleri hayranlıkla anlatılan ışık düşmüş saman sarısı gibi ak pak saçlı, ince ve uzun vücutlu Kuman Türkleri’ni andıran Pomak kızları, canlandı gözümde.
-Bizden geçti artık.
- Kısmet diyeceksin.
- Doğru kısmet! Balkanlarda aşk kutsaldır. Bir aşk başladığında cümle alem onların mutluluğuna katkıda bulunmak için yarışır.
- Peki sana şimdilik bir işyerinin misafirhanesinde yatacak bir yer bulalım. Sahibi de memnun olur. Ben sana böyle bir yer ayarlarım. İstediğin kadar kalırsın! Sen yine kartpostal sat, ama yattığın yere para verme.
- Olmaz be! Ne tadı kalır ki o zaman? Çalışıyorum ben! Hem de geziyorum yurdumu! Ne tadı kalır o zaman!
Ben de kızıyorum bu sırada...
-Be Razgradlı Şükrü, emekli yapalım derim olmazsın. Yatacak yer bulurum. Ne tadı var bedelini ödemeden barınmanın dersin. Bütün bunlar olsa da sen Rodoplar'da daha çok öğretsen Türkçe'yi...
-Olmaz be yav! Ben zaten öğretiyorum. Kimin var böyle mesleği? Nerde var böyle iş? Bak hem geziyorum, hem para kazanıyorum. Hürriyetim var elimde ya! Sen de git Rodoplara! Yazık o insanlara sen de Türkçe öğret!
O mırıldanır gibi bana eğilip konuşurken göçmen şivesiyle be yav diyor fakat yüksek sesle konuştuğu zaman Muharrem Ergin’den diksiyon, Osman Sertkaya’dan dil, Mehmet Çavuşoğlu’ndan şiir dersi almış bahtiyar talebeler kadar pürüzsüz İstanbul aksanıyla, Ankara radyosu titizliğiyle konuşuyor..
Razgratlı Şükrü kalkacak oluyor. Biraz daha kartpostal almak istiyorum fakat cebimde para az. Mehmet Akif'in “Seyfi Baba” ‘sı aklıma geliyor.
"Ya hamiyetim olmasaydı, ya param olsaydı!
“Dur” diyorum “otur, bana adresini telefonunu ver” Adres Gültepe'de bir otel. Telefonunu vermiyor. “Odada telefon yok mu” diyorum. “Var ama ben elimi sürmem.” “Niye” diyorum. Türkçe ile ilgili konuşmalar yapmış Bulgaristan'da, dinlenmiş telefonu, yıllarca zindanda yatmış. “Burası Türkiye burda öyle şeyler olmaz” diyorum ama o bir daha elini telefona sürmemeye yeminli olduğunu söylüyor. O konuda takıntı oluşmuş, anlıyorum. Sonra cebinden kurşun kalemle kendi yaptığı Türk Dünyası haritasını çıkarıyor. Rodoplar, Üsküp, Kafkasya, hepsi var.
- Bak burada söylüyorum ben Razgradlı Şükrü... Bir gün Türk Dünyası büyük kurultayı Bulgaristan'da yapılacak. Bulgarlar öğrenecek Türkleri ve onlar da Türk olduklarını hatırlayacaklar!
1989’dan sonra Bulgar bilginlerinin bu konudaki çalışmalarından örnekler veriyor. Şiirler söylüyoruz karşılıklı... Hiç kimse dinlemiyormuş gibi özgür, bütün memleket dinliyormuş gibi özenli. Bir ara coşkunlukla boş bulunuyorum:
- Ben Türkçe'nin aşığı Yunus Emre'dir sanıyordum, yalnızca... Sen çağımızın Yunus Emre'sisin!
- A be zaten ben Razgrad'ın Yunus Abdal köyündenim. diyor.
Ne söylesek uyuyor. Neredeye akraba çıkacağız.
Razgratlı Şükrü kalkıyor masadan, ben de birlikte kalkıyorum. Cebimdeki bütün parayı usülünce veriyorum fakat biliyorum ki bu para onun birkaç günlük masrafını karşılamaz. Koluna giriyorum ufocuların şaşkın ve aşağılayan bakışları altında diğer çay bahçelerine doğru yürüyorum. Bir yandan da tanıdık bir göz arıyorum. Hemen alıp da cebine sokuşturayım diye. Razgradlı Şükrü Mişon kalfa’nın iskelenin karşısında 150 yıl önce Mecideye camii yapılırken çaldığı malzemeyle diktiği rivayet edilen, yıkılmaya yüz tutmuş heybetli binanın kara gölgesine karışıp gidiyor.
Mişon Kalfa’nın Amerika’daki torunlarının gözden çıkardığı sahipsiz kalmış bu mülk, hakkındaki söylentileri bilip de bakınca bana on beş yıldır bembeyaz güzelim caminin kara lekeli ikinci gölgesi gibi gelirdi.
Kondakçı Metin de ortalarda yok. Onunla bir keresinde benzer durumdaki birine birlikte yardım etmiştik. Mehmet Aslantuğ da evlendikten sonra seyrek gelir oldu.
***
Razgratlı Şükrü tıpkı Balkan güneşi altında yalım yalım yanarak Varna açıklarından geçip, İstanbul’a doğru kuğu gibi süzülen, dokunsa Nazım Hikmet’in elini yakacak bir vapur gibi endişesiz ve asude gidiyor. Ortaköy; Forsa Koca Memiş’in tutsaklık adası gibi yabancı seslerle örülmüş geliyor bana. Refik Halit’in eskicisinin minicik Hasan’ı, Filistin çöllerinde ardında bırakıp gittiği gibi gür sesini ve erdemlerini toplamış, kendisine ve Türkçe’sine hayran bıraktırarak, boğazıma ıpıl ıpıl kaynağı belirsiz sızıları, diken gibi çakıp gidiyor.
***
Gurbette insana para ile sağlık gerek. İkisi de zayıf Şükrü de. Keşke çok parası olsa... Rodopların demir gibi gürbüz havasında bol bol gezse, daha çok Türkçe öğretse mübarek Pomaklar’a, Türkçe’ye hasret insanlara, daha çok şiir okusa böyle gezerken... Bunun için parası olsa ne güzel olurdu! Hem de Türkiye'de para ile sattığı kartpostalları Pomaklara bedava götürüp dağıtırmış. Birkaç balya fazla götürse... Hastalanırsa ilaç alsa... Uzun yaşasa... Allah benim ömrümden alıp onun ömrüne katsa! Şu bir yılı ölmeden geçirse! Türkiye'den emekli olsa! Belki evlenir uygun bir hanımla...
Her gün yüz kişiyle selamlaştığımız Ortaköy'de şöyle birkaç kuruş borç alacak, böyle anlarda bankamatik kesilen yüce gönüllü dostlar yok! Ömer Çalışkan, Apaçi Çetin, Son yıllarda kasket çiğnemeye başlayan kebapçı Aliihsan yok!
***
Bendeki bu telaş niye? Ömrümde ne gezginciler gördüm ben! Şebinkarahisar'a, Çemişkesek'e camii yaptırmak isteyen, makbuzlarla gezen ak sakallı adamlara ne paralar verdim! Mostar köprüsünde bir taş misali benim de olsun isterdim uzak diyarlarda bir tuğla, bir taş, bir sütunluk hatıram. Ortaköy iskelesinde sızıp kalmış Can Yücel'i, kayıkcıyı evinden uyandırıp karşıya Kuzguncuğ’a gönderdim kaç sefer. Gurbete gelip de iş bulamamış vahşi kapitalizm kurbanlarının elinden tuttum. Ne deliler gördüm ben her türden. İslamcı deliler, Sosyalist deliler, sarhoşlar. Türkçe'nin delisini hiç görmemiştim.
İşte Türkçe'nin delisi böyle oluyormuş meğer! Öyle olunmaz böyle olunurmuş!
1997’lere ait bu hatıra, gündelik olaylardan herhangi biri gibi kimseye anlatılmadan yüreğimde saklanmış. Durdum durdum da bir yerde rastladığım Kırşehir Belediye Başkanı Metin'e anlattım yıllar sonra bu anıyı. dağ gibi Metin, bu minicik hatıranın bir yerinde sarsıldı “benim aslım Razgrad'ın Yunus Abdal köyünden” diye... Ben de şimdi ağlıyorum. İnternet kahvesinde çevremdekilere aldırmadan ve hiç utanmadan, bir ilkokul çocuğu gibi iplik iplik ağlıyorum. Neye gelmiştim ve bu satırları niye yazdım. Kimim ben neyin ve ne yaptım Türkçe için. Kendi kendime diyorum ki Türkçe'nin delisi öyle olmaz işte böyle olunur.
***
Eğer sizler güzel, pürüzsüz, eğitimli sesiyle sokaklarda kimilerimiz için çoktan modası geçmiş bayraklı, askerli, nişanlılı resimlerle dolu kartpostallar satan birini görürseniz, ondan hiç olmazsa cebinizdeki bozukluklara acımayıp bir kartpostal mutlaka alın. Çünkü o olsa olsa bizim Razgradlı Şükrü'dür. Rodoplardaki fütühatı için ona kumanya lazımdır. Bana göründüğü gibi, size de mutlaka uğrayacaktır. Cebindeki kurşun kalemle kendi çizdiği haritalarıyla birlikte Türkçe'nin delisi nasıl olunur gösterecektir. Size!
Ya da yalancı gündelik işler beni bağlamasa, Razgrad'da, Rodoplar'da Gültepe'de Şükrü'yü şıp diye bulurdum. Onun o kartpostallarda bulduğu yüce anlamları ben de bakıp bakıp bulmaya çalışıp, mübarek yükünü taşıyarak, gezdiği mavi zirveli Rodop dağlarının gelin duvağı gibi bulutları altında, kudurmuş yeşillikler arasında unutulmuş köylerin un serpilmiş gibi tozlu yollarına karışırdım.
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
31 Temmuz 2006       Mesaj #246
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Hayatın Kuralları

Göğün her yerde mavi olduğunu anlamak için dünyayı dolaşman gerekmez.

Bak, aynı zamanda da baktığını gören ol.

Geldiğin zaman boşluk dolduran değil, gittiğin zaman yeri doldurulamayan ol.

Her duyduğuna inanma, elindekinin hepsini harcama ve istediğin kadar uyuma.

"Seni seviyorum" derken inanarak söyle.

"Özür dilerim" derken karşındakinin gözünün içine bak.

İlk görüşte aşka inan.

Evlenmeden önce en az altı ay nişanlı kal.

Asla başkalarının hayalleriyle dalga geçme.

Derinden ve inançla sev.

Kırılabilirsin belki ama başka türlü de hayatını tam yaşayamazsın.

Anlaşmazlıklarda dürüstçe savaş.

İnsanlar hakkında konuşulanlara inanıp onlar hakkında karar verme.

İnsanları yargılarsan, onları sevmeye zamanın kalmaz.

İnsanlara beklediklerinden fazlasını ver ve bu işi yaparken kibar ol.

Yavaş konuş, ama hızlı düşün.

Eğer biri sana cevap vermek istemediğin bir soru sorarsa gülümse ve "neden bilmek istiyorsun?" de.

Şunu daima hatırla ki, büyük aşk veya büyük yatırım daima büyük risk taşır.

Eğer kaybedersen, aklını da kaybetme.

Üç "S" yi unutma:
Sevgi - herkese,
Saygi - kendine, başkalarına,
Sorumluluk - tüm hareketlerin için.

Küçük bir tartışmanın tüm dostluğu mahvetmesine izin verme.

Dostun olsun istiyorsan, dost ol.

Eğer hata yaptığını fark edersen, hemen onu düzeltmeye bak, bile bile devam etme.

Telefonda konuşurken gülümse. Karşındaki gülümseyişini görecektir.

Konuşmayı sevdiğin biriyle evlen. Yaşın ilerledikçe sohbet her şeyden fazla önem kazanacaktır.

Biraz yalnız kalmaya özen göster.

Anneni say, sev, ara.

Yeniliklere açık ol, ama ille de değişmeye çalışma.

Şunu bil ki, sessiz kalmak bazen de en iyi cevaptır.

Daha fazla kitap oku, dostlarını ara, daha az TV seyret.

Güzel, şerefli bir hayat yaşa. Yaşlanıp geri baktığında ikinci bir defa tadını çıkarırsın.

Allaha güven - ama arabanı kilitle.

Yuvanda sıcak bir ortam yaratmak için elinden geleni yap.

Sevdiklerinle tartışırken, o anı önemse, geçmişi kurcalama.

Satır aralarını da oku. Bilgilerini paylaş.

Bilgi insanı kuşkudan, iyilik acı çekmekten, kararlılık korkudan kurtarır.

Dünyaya iyi davran.

Dua et. Büyük güç verir.

Düşün. Daha da büyük güç verir.

İşini iyi yap.

Öperken gözlerini kapamayan sevgiliye güvenme.

Yılda bir defa, daha önce gitmediğin bir yere git.

Eğer çok paran olursa, başkalarına yardım et. Paranın en zevkli tarafını kaçırma.

Bazen istediğin bir şeyin olmaması senin için bir şanstır.

Önce kuralları öğren, düşün, karar ver ve bazılarını boz.

En iyi ilişkin, birbirinize olan sevginiz, birbirinize ihtiyacınızdan fazla olduğu zaman olacaktır.

Başarının gerçek olup olmadığını anlamak için karşılığında neler verdiğine bak.

Ders alınmış başarısızlık başarı demektir.

Şunu bil ki, karakterin senin kaderindir.

Sınırsızca sev, her gönülde çiçek olacağına bir gönülde buket ol.

Kişiliğini ve kimliğini hiçbir değerle değiştirme!

Sevgi icin kollarını kapalı tutma, sonra kendinden başka tutacak şey bulamazsın.

İçinden ne geliyorsa yap. Doğal ol.

Sana yapılan iyiliği mermere, kötülüğü toza yaz..

Mutluluk, sorunsuz bir yaşam değil, onlarla başa çıkabilme yeteneği demektir.

Gülmek için mutluluğu bekleme, sonra tebessüm bile edemezsin.
TheGrudge - avatarı
TheGrudge
Ziyaretçi
31 Temmuz 2006       Mesaj #247
TheGrudge - avatarı
Ziyaretçi
siir Aşk

Dün gece uyuyamadım.Seni düşündüm yine .sabaha karşı oluyor,dışarıya
bakıyorum.güneş tüm güzelliğiyle güne merhaba diyor.bakıyorum
güneşe.inceliyorum onu.teni tıpkı seninki gibi parlak.tıpkı senin gibi
aydınlatıyor o da hayatımı ve içimi…çok benziyorsunuz aslında.ikinizde çok
güzelsiniz,mükemmel ,hatta kusursuz.etrafıma bakıyorum.gözlerim seni
arıyor.öyle alışmışım ki sana sensizliğine katlanamıyorum bile.öyle ölümüne
sevmişim ki seni yokluğuna alışamayacak kadar.ben yapamıyorum sensiz.aramız
açık.biliyorum ben sensizlikten perişan olurken burada,sen orada bensizliği
umursamıyorsun.hani ufukta bazen çok güzel senin çok beğendiğin bir ada yada
bir dağ görürsün.ulaşmak istersin ona.varlığını bilirsin.görürsün o yeri ama
ulaşamazsın.işte bende şu anda aynı duyguları yaşıyorum içimde.tutamadığın
her yağmur damlası kadar seviyorum seni.martının kanat çırpışı gibi
seviyorum.senin gibi seviyorum seni.özlemim epey fazla ölçemiyorum.kapıldım
bir kere kalbimin bahtına.gidiyorum ama nereye?dostum denize mi?yoksa dert
yandığım dağlara mı?yoksa keşfedilmemiş yerlere mi? Ben işte bu sorularla
cebelleşiyorum kendi içimde.aslında cevabını buldum.nereye mi gidiyorum?
Cevap kolay.sana geliyorum.beni istemediğin halde…ve seni son bir kez daha
görmek istiyorum gitmeden önce.okşamak istiyorum saçlarına bir kez
daha.gözlerimle gözlerine deymek istiyorum.yüzüne karşı “seni seviyorum”
diyebilecek kadar cesaretli olmak istiyorum.göz yaşlarımla ıslattığım bu
kağıda içimi döküyorum son bir kez daha bakıyorum resimlerine.bu satırlarda
kendimi, resimlerimizde geçmişimi buluyorum .son bir kez daha söylemek
istediğim şeyi söylüyorum: ”seni seviyorum”.istersen atarsın bu
kağıdı,istersen gömersin,istersen saklarsın…neye yarar?ne fark eder? Ne
istersen onu yap beni ilgilendirmez.gidiyorum çünkü ben anla artık,gidiyorum
küçük umarım bir gün seni ne kadar çok sevdiğimi anlarsın…
TheGrudge - avatarı
TheGrudge
Ziyaretçi
1 Ağustos 2006       Mesaj #248
TheGrudge - avatarı
Ziyaretçi

İstanbul Sana Söz Vermiştim

(İstanbul)
I


Boynum bükük gözler yitik
Yüreğim tedirgin ayrılık
Dillerim damgalı suskun
Kilo metrelerce yürümüşüm
Sabahı, geceyi unutmuşum
Küfür edenleri duymuşum
İstanbul sana söz vermiştim

Deniz üzerinde artıklar
Bana bakıyor kalabalıklar
Yabancısıyım bu şehrin
Bir sazlık alan vardı
İçimde yarım kalan vardı
Yolumdan döndüren vardı
İstanbul sana söz vermiştim

Bu şehir, o şehir değildi
Bana bakan o değildi
Hayattan kopmuş
mutlu değildi
Bataklıkta çamur kurumuş
İçimdeki his sanki durmuş
Yüreğinde acısını unutmuş
İstanbul sana söz vermiştim


II

Geride bırakıyorum seni
Rezilikler şehri seni
Beyoğlu bataklık yeri
Yoksulluklarıyla
acılarıyla
zenginliklerin tahtıyla
Gel de bu şehre küfür edip kızma
Hayatla dalğa geçiyor
Beyoğlu’nda kız dul seçiyor
Ömrü sürüngen hayvan gibi
ahırdan ahıra geçiyor

Eminönü, Kadıköy
Kara köy Beyoğlu Taksim
Galata köprüsü denizde çöp görüntüsü
İstanbul sana söz vermiştim

Ağzı bozuk reziler
Ne kadarda cimriler
Kadın kız dul **** peşindeler
Bir milyonluk biletler
Otuz milyon diyor
Pazarlık yap sanda
yap masanda soyuyorlar
İstanbul sana söz vermiştim

III

Millet alış veriş neşesinde
Esnaf işin hilesinde
Etiketler şişenin dibinde
Topkapı sarayını gezdim
Vergilerle yapılan hazineleri gördüm
Yağlıboya tablolarda
padişahların resimleri gördüm
İçimden küfür edip sövdüm
İstanbul sana söz vermiştim

Kazasız belasız İstanbul
Geçi verse şu dört gün
Ben köylü kaldım siz o bile olmadınız
Yusuf’um İstanbul karanlık
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
1 Ağustos 2006       Mesaj #249
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Kanatlarını çırpmaktan yorgun düşerse mutluluk,
sevda türküleri hasretten dem vurmaya başlarsa,
öyle sağanak değil, ince ince yağarsa yağmur,
başının üstüne çöreklenirse hüzünlü bulutlar,
amber gibi kokarsa toprak,
beni hatırla sevdiğim;
bir yağmuru, bir yüreğini çok sevdim.

Büyük bir trende, yalnız bir kompartıman görürsen,
penceresinden akıp gidiyorsa şehirler,
dur durak bilmeden soluksuz yaşanıyorsa yolculukların,
koltuğun üzerinde açık duruyorsa eski bir kitap,
okudukça savruluyorsan zamanın suyunda,
hangisi hayal, hangisi gerçek karıştırıyorsan,
beni düşün sevdiğim;
uzun bir yolculuğun tam ortasında, hiç istemeden gittim.

Denizden esiyorsa rüzgar,
çığlık çığlığaysa martılar,
ne yaptığını farkında bile değilsen onlara ekmek atarken,
bil ki kulağına fısıldamışımdır,
bil ki pike yapan her martıda gülümsüyorumdur yanında;
sen de gülümse sevdiğim...

Başı dumanlı bir dağ görürsen uzaklarda,
bir de yemyeşilse üstelik;
bil ki, zirvesinde bir ateş bırakmışımdır yüreğimden düşmüş,
yanık bir türkü bırakmışımdır yarım kalmış,
tamamla sevdiğim...

Ufukta belirirse bir siluet,
belki beyaz bir gemi, belki yorgun bir balıkçı teknesi,
ister güvertede el sallayan bir kadın,
ister sarı yağmurluğu, siyah çizmeleriyle ihtiyar bir balıkçı,
bana bak sevdiğim,
kadının gözlerindeki yaş, balıkçının alnındaki ter benim.

Siyah beyaz bir fotoğraf görürsen bir gün,
yolun sonunda henüz doğan güneşi gösteriyorsa yüzü kirli bir çocuk,
gözleri şaşkınsa, ağzı açık,
satın al sevdiğim;
aynı yolun yolcusu bir yüreğim vardı benim, sana vermiştim.

Nasılsa rastlarsın bir parkta, güvercinlere yem atan yaşlı bir kadına;
neden sonra yorgun dizlerinin emriyle yığılıveren banka,
el ele tutuşan gençlere, oynayan çocuklara bakarken iç geçiren,
kim bilir hangi anın özlemiyle dalıp giden uzaklara,
yanına otur sevdiğim;
hüznünü dağıt. Senin dağıtamadığın hüznüm olmadı benim.

Sonbaharda yolun düşerse ormana,
hele bir de deli gibi esiyorsa rüzgar,
gözlerinde soğuğun hediyesi yaşlar,
başının üstünde takla atan sarı yapraklar,
ayaklarının altında o tatlı hışırtı,
inadına umut et sevdiğim,
rüzgara çırılçıplak direnen ağaçları örnek al.

Gecenin bir yarısı uyku tutmazsa bir türlü,
yüreğindeki yangının hasret sinmiş kokusu açtırırsa pencerelerini,
bir yıldız kayarsa karanlığın içine,
hala parlayanlardan ayırma gözünü sakın
ve sevinçle karşıla, vuslatı getirmeyecek güneşi...
Sırf sen yaşıyorsun diye, sevindiğim oldu benim.

Olur ya, bir çeşme görürsün ıssızlığın ortasında,
hele soğuksa suyu,
gölgesinde yapayalnız bekliyorsa bir ağacın;
sakın, geçip gitme sevdiğim,
bir yudum da benim için iç!
Ne bir çeşmeyi, ne bir pınarı, geri çevirmedim hiç!

Ama yalnız, ama birlikte, severdik karda yürümeyi...
Bu kış da, geçen yıl ki gibi çılgın olursa,
sadece bir seferlik, benim için düş yollara;
kardan adam yapan çocuklara yardım et, kar topu oyna...
Sırf sen aldın diye arada bir taktığım atkıyı,
şaşkın yüzlü bir kardan adamın boynuna dola ve bir daha asla,
beyazlar giyinmiş bir şehirde,
kapkara bir yüzle dolaşma!

Asla yapamadığım bir şey yap benim yerime,
kar kuyusuyla vedalaş.
De ki, Nazan artık söyleşemeyecek seninle,
elinde değildi!
Sadece bir kez, birbirinizden dinleyin beni,
sizden başka kimseye anlatamadım kendimi...

Sadece gömüldüğüm gün gel, mezarımın başına,
bir kaç dakika daha kal herkes çekildikten sonra...
Ben, yüreğine yuva yapmış bir kuştum,
gitmeden önce, azat etmeyi unutma!

Nedense, içimden bir ses, yağmur yağacağını söylüyor
O gün ve ben, her zaman olduğu gibi saklanmayacağım ondan,
hep yapmak istediğim gibi,
ilk kez çırılçıplak olacağım altında!

İlk kez, toprak kokusuna bu kadar yakın,
sana uzak olacağım.
İlk kez, derin derin içime çekmeyeceğim,
gerek de olmayacak, kalmayacak farkımız...
Ve ilk kez, istediğimde dokunamayacağım sana...

Varsın böyle bitsin hikayemiz sevdiğim;
ne zehir zemberek kelimeler,
ne ihanet, ne bitmek bilmeyen kavgalar;
varsın, ölüm girsin aramıza!

Son kez teşekkür edelim birbirimize,
ben dostum toprağa,
sen, yavuklun hayata dön!

Dilerim başka bir sevda beklesin seni;
dilerim, en az bizim ki kadar gerçek olsun!
Hayır, dilemekten daha öte bir şey bu,
vasiyetimdir!
yzcmurat - avatarı
yzcmurat
Ziyaretçi
4 Ağustos 2006       Mesaj #250
yzcmurat - avatarı
Ziyaretçi
Ey hayat yedi, yedi bitirdi beni tokum diyenler.
yâdı bitirdi, hasadı bitirdi.. hep ama hep yağdı yağdı bitirdi hayat. Yağmur rahmetti ya, bereketti ya hayat, derde
bereket getirdi sanırım. ızdırabı göşek yaptım serdim üzerine... böylesi anlarda hüznü yorgan yaptım, çektim kafama. Kabuslardan sakına sakına, köşe bucak kaça kaça gördüğüm rüyalarımda hep nasırlaşmış sevdam vardı. izlerdim uzaktan.. ne olur hayra yor deme, zor inan bu..hayra yormaktan yoruldum. sormalarımdır müsebbibi, kuruyan dudaklarımın.ve hep nedense çatlayan dudaklarımın imdadına güneş yetişti, eteğinde ağustos sıcakları ile.
tıka basa yaktı, yatkı, yaktı... ben yandım hayat, ben yandım.. oysa kafa tutmuştum güneşe hep.. esenlik getirecek değildi ya değil mi?..
körkütük gıcıklıklar serkeştlik yapıyor en ıssız bölgelerde bile.. dupduru işkenceler bedenimde, nasırlaşmış sevdam
suskun... beni bana ver dedimde, astı suratını küskün.. ve bir nida yankılandı sükutun sesinde, varmı ki böyle bir lüksün... olsun, nasırlansa da bir sevdam vardı ya.

"bilemedim gıymatını gadrini, hata benim, günah benim, suç benim
elim inen içtim derdin zehrini, hata benim, günah benim, suç benim
bir günden bir güne sormadım seni, körümüş gözlerim görmedim seni
boşa mecnun eylemissim ben beni, hata benim, günah benim, suç benim

bilirim suçluyum gendi özümden, gel dese gelirdi benim izimden
her ne çekti isem benim yüzümden, hata benim, günah benim, suç benim
sana garşı benim bir sözüm yoktur, haklısın sevdiğim gararım haktır
garibim derdimin dermanı yoktur, hata benim, günah benim, suç benim."


diyor Neşet Usta.. yoksa nasırın mucidi ben miyim? o halde; ey hayat yedi, yedi bitirdi beni, ben beni.

yenip biten bir ben varsa ortalıkla, çekilmeli değil mi perdeler. bak, hayat onaylar yağıyor yağıyor. bak hayat, her yerdeler.
gitmeler bana doğru yola çıkmış hayat. Zamanın vuslat alarmını kurma vakti değil mi artık? uyuyupta kalmak ayıp kaçar. En ihtişamlı gülücüklerimle karşılamam lazım. Asrın en mutlu rolünü oynama vaktidir nasırlı sevdamla gitmeleri bir seher vakti karşılamanın..
hadi gözyaşıyla yıkamalıyım yüzümü. belli olmamalı uykusuzlugum, huzursuzluğum, mutsuzluğum.

ha sahi "ben; mutluluk satardım, pahası bir tebessüm olan" degil mi? giderayak unutmak kötü olacaktı.
Ey hayat; "devren satılıktır" mutluluklarım. biriktirdigim tebessümleri de bir hayır kurumuna bağışlarsın artık.

..
Heyhatt!
kızkulesinin duvarlarını, gözlerimdeki sevdayla boyayamadım ki daha... ve bitirince tüm sevdayı, gözümün yaşını
hisara doğru yüzdüremedim ki... yapacak hiç bir şey yok. gitmek istedim gidiyorum.

yolcu yolunda gerek. ağlamak yok yüreğim.

Hayatla Dert-Leş-i-Yorum/7
yzcmurat 04/08/2006

Benzer Konular

27 Kasım 2010 / Ziyaretçi Cevaplanmış
7 Mart 2012 / Misafir Soru-Cevap
20 Temmuz 2009 / _PaPiLLoN_ Psikoloji ve Psikiyatri