Arama

Psikoloji ile ilgili Makaleler       - Sayfa 15

Güncelleme: 23 Temmuz 2018 Gösterim: 228.004 Cevap: 185
_PaPiLLoN_ - avatarı
_PaPiLLoN_
Ziyaretçi
12 Eylül 2009       Mesaj #141
_PaPiLLoN_ - avatarı
Ziyaretçi
Bireysel Kariyer

Sponsorlu Bağlantılar
1. Gençlerde kişilik oluşumu ve yönlendirme nasıl olmalıdır? Bu anlamda verilecek profesyonel desteğin anlamı nedir?

Bir insanı diğer insandan ayıran bedensel, duygusal ve zihinsel etkinliğe çevrenin verdiği değerlerle tanımlanan kişilik gelişimi doğumundan itibaren başlar. Genetik özellikleri, bedensel nitelikleri, zekası, yaşam gereksinimlerinin karşılanması, iç ve dış uyaranları, iletişim ve etkileşimi ile şekillenerek duygu, düşünce, davranış, tutum ve eylemleri ile kendini gösterir.

İnsan yaşamının uzun bir bölümünü eğitim süreci, sonraki bölümünü de mesleki yaşamları etkiler. Mesleki kararların oluştuğu dönem ergenlik dönemi ile çakışmaktadır. Bu döneme ait gelişim özellikleri doğal olarak genci zorlarken, geleceğe ait karar verme konusunda güvenli davranamamaktadırlar. Gencin kendini tanımasında yaşanan güçlüklerin temel nedeni gelişimi devam ederken kendi istek, beklenti, ilgi ve yeteneklerini farklı algılayabilmesidir.İşte bu noktada gencin kişilik özelliklerini, yetenek ve ilgilerini tanımalarına imkan veren profesyonel destek, gelecekle ilgili kararlarına yardımcı olmaktadır.

2. Profesyonel bir yaşam öncesi eğitimde yönlendirme ve kariyer planlama nasıl olmalı?

Öncelikle gencin kişilik özellikleri, ilgi alanları, zeka ve yetenekleri tespit edilerek kendini tanıması sağlanır. İkinci temel nokta ise gerçekçi hedef oluşturmasıdır. Hedefin olmadığı durum belirsizliktir. Daha sonra hedef ile gencin özellikleri arasında ilişki değerlendirilir. Lise de alan seçimini bu kriterlere göre yapması desteklenir Sosyal alanı güçlü kişinin bilgisayar programcılığı mesleğini seçmek istemesi ya da analitik becerileri olmayan gencin genetik mühendisliğini hedeflemesi gerçekçi değildir. Gerçekçi hedefler ve alternatif hedefler başarıya yaklaştıracaktır. Daha sonra, hedeflediği yüksek okulu, mesleği çok iyi tanıması, bu mesleği yapanlarla görüşmesi, iş, kazanç imkanlarını araştırması sağlanır. Tüm bu çabalar uygun bir hedefe yönelik planlama yapma ve bu plana uymayı sağlama ile tamamlanır.

3. Gençlere yönelik DBE’deki kişilik ve kariyer yönlendirme çalışmaları hakkında bilgi verebilir misiniz?

Gençlerin kendilerini tanımalarına yönelik psikometrik test veya envanterlerden yararlanarak, belirlenen kişilik özelliklerinden değiştirmesi ve geliştirmesi gerekenlerle ilgili öneri ve uygulama destek seansları yapılır. Gencin kariyer gelişimi deneyim, düşünce ve davranışlarının planlanması çerçevesinde kendi başarılı kaynağının etkin kullanımı, beklentilerinin tatmini, verimliliğin artması, eğitimlerle desteklemesi sağlanır. Kaynaklarının etkin kullanımı ve geliştirilmesi için akademik ve kişilik özelliklerini yapılandıran performans geliştirme çalışmaları yapılır.

4. Uygulanan test ve envanterler hakkında bilgi verebilir misiniz?

11-22 yaş arası gençler için uygulanan 16 PF Kişilik ve Mesleğe Yönlendirme Envanteri ile 16 yaş ve üzeri kariyer planı için 16 PF Kişilik Envanteri uygulanmaktadır. 16 PF Kim (11-22 yaş) Envanteri Dışadönüklük, Endişe Düzeyi, Gerçekçilik, Bağımsızlık, Oto-kontrol genel kişilik özellikleri ve Sıcakkanlılık, Problem Çözme, Strese Tolerans, Baskınlık, Canlılık, Kurallara Bağlılık, Sosyal Girişgenlik, Duyarlılık, İhtiyatlılık, Soyuta Odaklılık, Ketumluk, Kendini sorgulama, Değişimlere Açıklık, Kendine Yeterlilik, Mükemmeliyetçilik, Gerginlik temel kişilik katagorilerinde gencin bulunduğu durumu tespit eder. Kişilik özelliğine göre belilenen Meslek kategorilerinden Gerçekçi, Geleneksel, Girişimci, Sosyal, Sanatçı, Araştırmacı alanların hanilerinin ön planda olduğu belirlenir. Yaşadığı sorunlara bağlı olarak risk alanları ile başarılı olacağı genel yetenekler tespit edilir.

16 PF Kişilik Envanteri ise şu bölümleri içermektedir;

  • Cevaplama Tarzı İndeksi : Farklı Görünme Eğilimi, Genelden Sapma Eğilimi ve Genele Aşırı Uyum Eğilimi
  • 5 Genel Kişilik Eğilimi : Dışadönüklük, Endişe Düzeyi, Gerçekçilik, Bağımsızlık ve Oto-Kontrol
  • 16 Temel Kişilik Özelliği : Sıcakkanlılık, Problem Çözme, Strese Tolerans, Baskınlık, Canlılık, Kurallara Bağlılık, Sosyal Girişkenlik, Duyarlılık, İhtiyatlılık, Soyuta Odaklılık, Ketumluk, Kendini Sorgulama, Değişimlere Açıklık, Kendine Yeterlilik, Mükemmelliyetçilik ve Gerginlik
  • Genel Eğilimler : Duygusal Uyum, Yaratıcılık Potansiyeli, Etkin Bir Liderlik Tarzına Olan Benzerlik, Seçilmiş Bir Lider Rolü Üstlenme Potansiyeli, Yapılandırılmış Durumları Tercih Etme, Resmi/Akademik Alanları Tercih Etme
  • Yönetici/Çalışan Rolleri Genel Eğilimi: Otoriter, Başkalarını Memnun Edici, Katılımcı, İşbirliği Yapan, Hoşgörülü, Serbest Düşünen, Tartışmacı, Kontrollü, Objektif, Destekleyici
  • Kariyer/Meslek İlgi Alanları: Etki Etmek, Düzenlemek, Yardım Etmek, Yaratmak, Analiz Etmek, Üretmek, Girişimcilik ve 27 kariyer alanı için Öngörülen Kariyer Etkinlik Puanları
  • Çeşitli Mesleklerle İlgili Mesleki İlgi Alanları
  • İstatistiksel Özet ve Ham Puanlar: Bireyin envanterdeki sorulara verdiği cevapların dökümü
16 PF Kişilik Envanterinin uygulamasından elde edilebilen raporlar ise şunlardır:
  • Temel Sonuç Raporu
  • Temel Yorum Raporu
  • İnsan Kaynakları Gelişim Raporu
  • Kariyer Gelişim Raporu
  • Takım Çalışması Raporu
  • Liderler İçin Koçluk Raporu
16 PF Kariyer Gelişim Raporu, kişinin kariyer planlamasının ve kariyer hedeflerinin belirlenmesi için gerekli olan kişisel değerlendirmeyi ve araştırmayı kolaylaştıran etkili bir danışmanlık aracıdır. Ayrıca, bireyin kariyer ilgi alanları ve kişiliğiyle ilişkili olarak, iç görü kazanmasını sağlamaktadır.

Raporun başlıca kullanım alanları;

  • Kariyer Danışmanlığı
  • Koçluk ve Süpervizyon Süreçleri
  • Kariyer Yönetimi Kararları
  • Kişisel ve Organizasyonel Gelişim
  • Eğitim Süreçleridir.
16 PF Kariyer Gelişim Raporu iki alt rapordan oluşmaktadır;
  • Bireye Ait Geri Bildirim Raporu
  • Danışman Raporu
Bireye Ait Geri Bildirim Raporu:

Bireyin kişiliğiyle ilgili bilgiler, güçlü yönlerine ağırlık veren bir tarzda yorumlanmaktadır. Raporun bu kısmındaki alt başlıklar;

  • Problem Çözme Becerisi
  • Stresle Başa Çıkma Tarzı
  • Kişiler Arası Etkileşim Tarzı
  • Organizasyonel Rol ve Çalışma Ortamı Tercihleri
  • Kariyer İlgi Alanları
Raporun bu kısmında, ek olarak yedi sayfadan oluşan ve bireyin araştırma ve planlama sürecini kolaylaştıran bir bölüm de bulunmaktadır. Bu bölümde bir takım egzersizler yer almakta ve bu egzersizler, bireyin kişiliğinin ve kariyerinin güçlü yönlerini, mesleki ve kişisel performansının etkinliğini arttırabilmek için duyduğu gereksinimleri, gelecekteki kariyer adımlarını, kariyer ve kişisel gelişimi ile mesleki hedeflerini kendi başına analiz etmesine yardımcı olmaktır.

5. Türkiye normalarında alınan grafikler ve rakamsal veriler nedir?

IPAT (Institute for Personality and Ability Testing,Inc.) tarafından geliştirilen, 16 PF Kişilik Envanteri Türkiye için seçilen tek temsilci olan Dbe tarafından uygulanmaktadır. 16 PF Kişilik ve Envanteri Beşinci Vresiyonunun Türkçe soru kitapçığına ilişkin psikometrik analizleri ve norm çalışmaları 17-60 yaş aralığındaki yaklaşık 30.000 kişilik bir örneklem içinden istatistiksel yöntemlerle belirlenmiş 2230 kişilik bir alt örneklem grubuyla gerçekleştirilmiştir. 16 PF Kişilik Envanteri Beşinci Versiyonunun güvenirlik analizleri(test-tekrar test, iç tutarlılık gibi), psikolojik testlerin taşımaları gereken psikometrik kriterlere uygun olduğunu göstermektedir. Türkçe 16 PF Beşinci Versiyonunun Türk Kültürüne uyum çalışmaları sonuçları, İngilizce orijinal versiyonun teorik yapısına uygun olduğunu göstermektedir. Çalışma sonucunda Türkiye’deki 16 PF raporlarında kullanılan “Türk Norm Tablosu” oluşturulmuştur.

Şeyda Özdalga
Psikolog
DBE Davranış Bilimleri Enstitüsü
Çocuk ve Genç Bölümü

_PaPiLLoN_ - avatarı
_PaPiLLoN_
Ziyaretçi
12 Eylül 2009       Mesaj #142
_PaPiLLoN_ - avatarı
Ziyaretçi
Bizimki Okulun Şamar Oğlanı Oldu!

Sponsorlu Bağlantılar
Eren, o gün yine kolunda diş izleri ve bacağındaki morluklarla geldi eve... Bu durumu gören annesi ne yapacağını bilemedi... Bir ara babasını aramayı düşündü ama vereceği tepkiden çekindi... Okulu aradı... Öğretmen durumun farkında olduklarını, Eren’i bu şekilde istismar eden çocuğun ailesi ile görüştüklerini ama olumlu bir gelişme kat edemediklerini söyledi... Eren, ailesi ve okuldakiler dahil olmak üzere herkes kala kalmıştı....

Bu hikaye size tanıdık mı geldi? Bu gibi durumlar hemen hemen her okulda çeşitli dozlarda yaşanmakta ve kişilerin kendilerini çaresiz hissetmelerine neden olmaktadır.

Peki bu durumla baş etmek için ne yapmalı?

En önemli nokta çocuğunuzun sarsılmış olan özgüveninin tamir edilmesi ve her ne olursa olsun, başına ne gelirse gelsin sizin onun yanında olacağınızı bilmesi, hissetmesidir. Çocuğunuza: “Bu durumdan hoşlanmadığın her halinden belli. Kimsenin senin hoşlanmadığın bir şeyi sana yapmaya hakkı yok. Arkadaşının bu yaptıkları hiç de normal davranışlar değil. Sen arkadaşının bu davranışlarına boyun eğmek zorunda değilsin. Ben senin bu problemi çözebileceğine inanıyorum.” şeklinde bir konuşma yaparak içinde bulunduğu durum hakkında bilgi verebilir, bu durumdan kurtulması için alternatifler sunabilirsiniz.

Hemen öğretmenlerle konuşmak, zarar veren çocuğu ailesine şikayet etmek veya çocuğu köşede kıstırıp fırça çekmek aklınıza gelecek en son çözüm yolları olsun. Çünkü bu davranışlar çocuğunuza “Senin bu durumdan kendi başına kurtulma becerin yok, bu nedenle ben duruma el koyuyorum ve olayı BEN çözüyorum” mesajı vereceğinden çocuğunuzun zaten kırılmış olan özgüvenine bir darbe daha vurmaktan ileri gitmeyecektir.

Çocuğunuza kendini savunmada yardımcı olacak ama aynı zamanda sınırı aşmayan stratejiler bulmasına yardım edin. “Sen de ona vur” veya “Sen de onu ısır” gibi yaklaşımlar yerine, çocuğunuzun yaşıtlarına göre daha gelişmiş becerilerine kullanarak kendini savunmasını önerin. Örneğin, çocuğunuzun sözel becerisi iyiyse, arkadaşından zarar göreceğini hissettiğinde hemen o çocuğun yanında ayrılmasını ve öğretmenine dil becerisini kullanarak durumu anlatmasını söyleyebilirsiniz. Bizim toplumumuzda yaygın olan “Sen de ona zarar ver” mantığı pek işlevsel bir çözüm değildir. Çünkü, bu tür davranışlar ortamı germekten ve sorunu tırmandırmaktan öteye gitmez.

Zaman zaman benzer deneyimlerinizden bahsedebilir, kendi kullandığınız problem çözme stratejilerinden örnekler verebilirsiniz. Bu konuşmalar, olayın dramatikleştirilmesini engeller ve aile içi paylaşımınızın artmasına zemin hazırlar. Dolayısıyla olumsuz bir olayı, çocuğunuz için öğrenme vesilesine dönüştürebilirsiniz.

Unutmayın! Çocuğunuz büyüyor ve siz o her sorun yaşadığında yanında olamayacaksınız. Çocuğunuz bu çevrede, bu tür insanlarla sürekli karşılaşacak. Eğer problem çözme ve bu tarz durumlarla baş etme becerilerini geliştirmesine fırsat tanımazsanız, ileriki yaşamında daha büyük sorunlar yaşayabilir.

Eğer çocuğunuzun tüm çabalarına rağmen olayların ardı arkası kesilmiyor ise, çocuğunuza müdahale edebileceğinizi gösterin, fakat öncesinde onun da fikrini alın.

Açelya Şahin
Klinik Psikolog
DBE Davranış Bilimleri Enstitüsü
Çocuk ve Genç Bölümü

_PaPiLLoN_ - avatarı
_PaPiLLoN_
Ziyaretçi
12 Eylül 2009       Mesaj #143
_PaPiLLoN_ - avatarı
Ziyaretçi
Boş Zamanları Birlikte Değerlendirme

Son yıllarda kadınların ev kadını ve anne olmaları dışında aktif bir çalışma hayatları olması birçok zorluğu da beraberinde getirmekte. Ne tam anlamıyla bir ev kadını, ne yeterli bir anne ne de mükemmel iş kadını…
Hepsinden bir parça olmak ve hepsini mükemmel yapmayı istemek .
Aaa ! Unutmadan tüm bunları yaparken bir yandan da kendimize vakit ayırmak ve sevdiğimiz şeyleri yapmak için fırsat bulmak gerekiyor.
Çoğu zaman sohbetlerimiz sırasında en çok dert yandığımız hoşumuza giden hiçbir şeye vakit ayıramamaktır. Tüm bu şartlar altında kendimize ve çocuğumuza zaman ayırmak ve birlikte bir şeyler paylaşmak için işte size birkaç öneri:

  • Çocuklarda yetişkinler gibi bütün bir gün okulda yoğun bir enerji sarf ederek yorulmaktadırlar. Üstelik eve geldikleri zamanda bu çalışma bitmemekte, uzun saatler süren ödevlerle boğuşmaktadırlar. Bu yorucu programın içinde keyif alabilecekleri, zihinsel ve bedensel olarak rahatlayabilecekleri aktivitelere ihtiyaç duyarlar. Pek çok anne baba ödevi varken çocuğun başka şeylerle uğraşmasını istemezler. Ancak bu zaman kaybı değil tam tersine rahatlamasını sağlayarak, dikkatini yeniden toplamasına yardım ederek daha hızlı ve motive çalışmasını sağlayacaktır. Derse başlamadan önce birlikte 10 dakikalık bir oyun veya aktivite bile yeniden motive olmasına yardım edecektir.
  • Çocuklar yetişkinleri kendilerine model alırlar. Siz işten gelince ya da hafta sonu neler yapıyorsunuz? Kolay dinlenme yolu olan televizyon izlemek ya da bilgisayar oynamak ilk tercihiniz mi? Çocuğunuzun televizyon, DVD ya da bilgisayar başında geçirdiği zamandan şikayetçi misiniz? Kendinizi biraz objektif olarak incelemeye alın. Çocuğunuzun tercihleri ve sizinkiler ne kadar benzeşiyor ?
  • Çocuğunuzun ilgi alanları hakkında ne kadar bilgi sahibisiniz? Nelere yeteneği var? Yaratıcılığını ne kadar kullanabiliyor? Sizin için son derece gereksiz, vakit kaybı olacak bir konu çocuğunuz için en önemli ilgi alanı olabilir. Futboldan hiç hoşlanmayan bir anne olabilirsiniz. Maç izlemek zorunda değilsiniz birlikte ama gazeteden kestiğiniz futbolcu resimlerinin üstüne koyacağınız konuşma balonları ile onları konuşturtabilir , hem eğlenip hem de sözlü becerilerinin gelişimine katkıda bulunabilirsiniz.
  • Birlikte aynı hobiyi paylaşabilirsiniz. Mutlaka sizin ilgi alanlarınız içinde çocuğunuz ile birlikte yapabileceğiniz konular vardır. Spor, maket yapmak, yemek pişirmek, koleksiyon yapmak, boncuk dizmek, fotoğraf çekmek , sanat faaliyetleri ya da geziler. Hem sevdiğiniz şeyleri yapabilir hem de aynı zamanda çocuğunuz ile birlikte olabilirsiniz.
  • Çocukluğunuzu düşünün neler yaparak vakit geçirir, kendinizi nasıl oyalardınız. Komik bir öyküye dönüştürerek çocuğunuza bunları anlatabilir hatta bazılarını birlikte denemeyi önerebilirsiniz.
  • Çocuğunuz ile birlikte geçireceğiniz zamanlarda mutlaka işe yarayan faaliyetlerde de bulunmanız gerekmez. Bazen amacımız sadece eğlenmek ve bir arada olmak olabilir.
  • Yaratıcılığınızı kullanın ya da bırakın çocuğunuzun yaratıcılığı size yol göstersin. Bu çok küçük yaşlarda denediğiniz ama şimdi kullanmayı unuttuğunuz yaratıcılığınızın ortaya çıkması için bir fırsat olsun. Evinizde mutlaka çocuğunuzu ve sizi oyalayabilecek bir aktivite yaratmak için onlarca malzeme bulunmaktadır.
  • Çocuğunuz boş zamanlarında sıkıldım, ben şimdi ne yapacağım, anne sen de yanımda otursana gibi söylenmeleri daha aza indirecek ve kendini daha uzun süre oyalayabilecektir.
  • Eğer gerçekten birlikte vakit geçirir ve paylaşırsanız bu zamanların süresi her geçen gün televizyon karşısında ya da bilgisayar başında geçirilen süreden daha uzun olmaya başlayacaktır. Bu da daha mutlu ve bir arada aileler demek değil mi zaten ?
Şimdi size evinizde birlikte yapmaktan hoşlanacağınız birkaç öneri…
  • Birlikte aile ağacı oluşturun. Çocuğun çizeceği kocaman bir ağaç resminin en tepesine aile büyüklerinden başlayarak tüm aile fertlerinin ismini yazın ve yanlarına bulabildiklerinizin resmini yapıştırın. Bir tür aile dedektifliği. Bakalım kaç kuşak geriye gidip hatırlayacaksınız, siz hafıza oyunu oynarken çocuğunuz da aileyi tanımış olacak.
  • Bir ev gazetesi çıkarabilirsiniz. Herkes gazetede ki bir haberi resimler ve yazar. Bu haberler aile ile ilgili duyurular olabilir ya da yakın çevreniz de ki insanlar ile ilgili haberleri ev halkına duyurabilirsiniz. Gelecek hafta ben iş seyahatine çıkacağım ya da anneanneniz bize 3 gün kalmaya gelecek gibi
Nur Dinçer Genç
Psikolog
DBE Davranış Bilimleri Enstitüsü
Çocuk ve Genç Bölümü
_PaPiLLoN_ - avatarı
_PaPiLLoN_
Ziyaretçi
14 Eylül 2009       Mesaj #144
_PaPiLLoN_ - avatarı
Ziyaretçi
Çocuğunuza Sevgiyi Nasıl Öğretebilirsiniz?

“Sevgi” kavramına bir tanım yapıp, bu çocuğa nasıl öğretilebilir?”

Sevgi, bir insanın bir kişi, durum ya da nesneye ilgi ve bağlılık duygusudur. Sevginin davranışa yansıyan şekli ise, sevgi dolu gözlerle bakmak, dokunmak, öpmek, güzel sözler söylemek, zamanı paylaşmak, öncelik vermek, onu düşünmektir. Bu ilgi ve bağlılık koşullara rağmen gerçekleştiğinde gerçek sevgiden söz edebiliriz. Güzeli, iyiyi, becerikliyi, akıllıyı, yetenekliyi sevmek kolaylıkla gerçekleşir. Sevginin verilmediği, verilemediği durumlarda kişinin kendisiyle ya da çevresindeki koşullarla ilgili bir sorun vardır. Bu sorunlara sağlıklı bakış açıları geliştiren birey sevgiyi öğrenir ve öğretebilir.

Çocuğun sevmeyi öğrenmesi için öncelikle isteyerek dünyaya getirilen bir çocuk olduğunu hissetmeli ve bilmelidir. Yaşamı sevgi ile algılayıp, sevgiyi alıp vermesi bu temel üzerine atılır. İlk bir yıl içinde beslenme, sevgi ve güven ihtiyacının karşılanması için anne ve babanın yaklaşımı önemlidir. Emzirmek hem bedensel hem de duygusal olarak onu besler. Sevginin bebek için hissedilmesi için onun beslenme, uyku, temizlik gibi temel ihtiyaçlarının karşılanması ile birlikte annenin sakin ve sabırlı yaklaşım ile yanında olması, ses tonu, sevgi dolu bakışlarıyla sınırsız sevginin verilmesi sağlanır. Çocuğa sevgiyi öğretmenin yolu sevgi dolu, sevgiyi verebilen ebeveynlerden geçer.

“Çocukların sevgi anlayışı ile biz yetişkinlerin sevgi anlayışı arasındaki fark ya da benzerlikler nelerdir?”

Sevginin dili ortak olmakla beraber, Çocuklar sevgi ihtiyaçlarını davranış ve sözleriyle ifade ederler. Ebeveynlerinden ayrılmalarına tepki gösterir, her tür koşulda birlikte olmayı talep ederler aynı zamanda koşulsuz severler. Ebeveynler ise koşul koymaya başlayarak farkında olmadan sevgilerini engellemeye başlarlar. Çocuklarının davranışlarına, kişilik yapılarına, başarı durumlarına, fiziki özelliklerine ve ebeveynlerin kendi kişisel ihtiyaçlarının engellenmesine, iletişim becerilerine, eşler arasındaki ilişki koşullarına ve kendi çocukluklarında aldıkları sevgi modeline göre sevgiyi koşullandırırlar. Anne babalar öğrenmiş oldukları sevgi modelleriyle çocuklarına sevgiyi öğretirler. Eşinin sevmediği bir özelliğini çocuğunda gören, okulda kendince tanımladığı başarı özelliklerini göstermediğini düşünen, başarılı olduğu halde en mükemmelini talep eden, eleştiri ve yargılayıcı iletişim kurabilen, maddi ve manevi sorunları olan yetişkinler sevgilerini verme konusunda da sorun yaşarlar.

“Anne baba arasındaki sevgi çocuğa nasıl aktarılabilinir?”

Bir çocuk için, anne-babası çok önemlidir. Anne-babası tarafından sevildiğini hisseden çocuk kendini değerli hisseder. Kendini değerli gören çocuğun özgüveni yüksektir ve yeni şeyler denemekten çekinmez.

Çocuklar anne baba arasındaki sevgi dolu ilişki modeline göre gelecekte ilişkilerini şekillendirirler. Aile içindeki ilişki, düşünce ve inanç sistemlerini etkiler. Bu nedenle olumsuz karşılıklı geri bildirimler zarar vericidir. Onun için ebeveynler diğerinin varlığı ya da yokluğunda çocuğuna, diğer kişiye yönelik olumsuz ve aşağılayıcı ifadeler hatta olumsuz hitapların olduğu şakalar kullanmamalıdır. Çocuklarını kendi bireysel ya da ailesel çatışmalarını dinleyecek terapistler haline getirmemelidirler. Anlaşmazlık ve tartışmanın düzeyi çocuğun algısında farklı boyuttadır. Biraz yüksek ses tonunu çocuk çok fazla, travmatik algılayabilir. Sağlıklı iletişimin yolu karşındakini anlamaktan geçer, onun dediğini kabul etmekten değil. Çocuğun önünde tartışmamak, ya da uygun boyutlarda sadece fikir çatışması yapabilmek gelişmiş bir iletişim becerisi ve düşünce yapısı gerektirir. Sabah kalktığında birbirine “günaydın” diyen, bakışlarıyla, davranışlarıyla, sözleriyle birbirine sevgilerini ifade edebilen anne baba arasında çocuk kendini huzur, güven ve sevgi ortamında bulacaktır. Bu koşulların içindeki ufak çatışmalar çocuk içinde tolere edici olacaktır.

“Çocuğa sevgiyi öğretmenin yolları nelerdir?”

Sevgiyi bakışları, sözcükleri, davranışları, paylaştıkları, onları düşündüklerini göstermeleri ile koşulsuz sevgilerini sunarak öğretebilirler.

Çocuklarla zaman geçirmenin etkisi araştırmalarda da kanıtlanmış, anne ve bebeği arasında doğumu izleyen ilk günler, haftalar, aylar arasındaki sağlıklı temasın, çocuğun ilerdeki kişilik ve davranış bozukluklarını önemli bir miktarda indirgediği bilinmektedir. Temas bebek ağlamasında azalmaya, çocuğun büyüme hızında artmaya ve annenin güveninin güçlenmesine neden olmaktadır. Annenin çalışması gerektiği durumlarda, çocuğuna bakan kişinin aynı yaklaşım ve iletişimde olmasına özen göstermelidir. Annenin vereceği özel zamanlar akşam yorgun olunan, can sıkıcı işlerin beklediği zamanlar olamaz. Yaşamı gidişine bırakmadan, çocuğu büyümeye terk etmeden, ya da tüm hayatını çocuğuna vermek de olmamalıdır.

Özel aile zamanları yaratmak, yakın arkadaş veya akrabaların ziyaret edilmesi, rahat ve bilgilendirici zaman için müze, hayvanat bahçesi gezmek, tüm aile fertlerinin katıldığı, yiyeceklerin hep beraber hazırlandığı, gidilecek yerin beraber belirlendiği, yemek öncesi ve sonrası aktivitelerinin hep beraber ayarlandığı bir piknik düzenlenebilir. Yakın çevre tarihi yerler gezilebilir, parka gidilebilir, beraber spor yapılabilir. Çocuğun özel ve önemli olaylarında yanında olmak, veli toplantılarına, gösterilerine katılmak, karne günlerinde yanında olmak onun değer bulmasını ve sevildiğini hissetmesini sağlar.

Çocuklar büyüdükten ve okula gitmeye başladıktan sonra altı yedi saatlik zaman diliminden sonra eve geldiklerinde erişkinin koruması altında rahatlamak, günlerini karşılıklı diyaloglarla paylaşmak, neşe ve hayal kırıklıklarını aktarmak isterler. Evde bulunmasanız da bu destek telefonla verilebilmelidir. Zaman ayrılmayan çocuklar kabul görmeme, çoğunlukla derine yerleşen kızgınlık ile değersizlik hisleri içinde olurlar.

Anne-babalar, çocuklarına karşı sevgi sözcükleri kullanmakta her zaman cömert davranmazlar. Hayat karmaşası içinde, bu güzel sözcükleri unutuvermektedirler. Bazen “çocukların şımaracağı inancı, bazen bizim kendilerini sevdiğimizi zaten biliyorlar düşüncesindedirler.
”Çocuklarınızı sevin” kavramından anlaşılacak olan çocuklara onları sevdiğimizi hissettirmektir. Yoksa hangi anne-baba çocuğunu sevmez ki? Her anne-baba çocuğunu sevmektedir. Ancak her çocuk anne-babası tarafından sevildiğini hissetmemektedir. Bu iki farklı sonucun ortaya çıkmasına sebep olan şey iletişimdir. Sevgisini ifade eden, çocuğun sevildiğini hissedeceği faaliyetlerde bulunan, takdir ve onay gören anne-babanın çocukları sevildiğini hissetmektedirler. Sevgi sözcüklerini kullanmayı ihmal eden ya da çocuğuyla beraber zaman geçirmeyen, onlara vakit ayırmayan anne- babaların çocukları ise sevildiklerini hissedememektedirler.

Sevgi önemli bir değerdir. Bu değere sahip olan insanlar, değerli işler yapmak için istekli olmakta ve değerli işler yapabilme cesaretine sahip olmaktadırlar. Sevgiden mahrum olan bireyler, hayatlarını sevgi arayışı içinde sürdürmektedirler.

Bir anne-babanın çocuğuna vereceği en değerli şey, sevgidir. Anne-babanın çocuğuna karşı en temel görevi; sevgiyi hissettirmek ve sevmeyi öğretmektir.

Şeyda Özdalga
Psikolog
DBE Davranış Bilimleri Enstitüsü
Çocuk ve Genç Bölümü
_PaPiLLoN_ - avatarı
_PaPiLLoN_
Ziyaretçi
14 Eylül 2009       Mesaj #145
_PaPiLLoN_ - avatarı
Ziyaretçi

Çocuklara Kitap Okumayı Nasıl Sevdiririz?

Fazla çaba sarf etmeden eğlendirip, bilgilendiren televizyon, bilgisayar gibi teknoloji harikası iletişim araçları ile görsel cazibesi yüksek, oyalayan ve eğiten bir çok oyun ve oyuncak arasından çocuklara kitabı sevdirmek günümüzde artık daha zorlaşmaktadır. Bu kadar uyarana sahip olmadığımız 20-30 yıl öncesinde tercih ettiğimiz, doğum günlerinde hediye olarak seçtiğimiz kitaplardı. Şimdi ise çocuklar klasik roman kahramanlarını değil, çizgi film kahramanlarını daha iyi tanıyorlar.

Bebeklikten başlayarak çocukları renk, çizgi ve sözcüklerle tanıştıran, anadilini öğrenmesine yardımcı olan kitaplar, hem görsel, hem de dilsel özellikler ile çocuğun oynama, eğlenme, görme, duyma, dokunma yoluyla tanıma ve keşfetme gereksinimlerini karşılayan, duygu ve düşünce dünyasını besleyen, yaratıcılık ve hayal dünyasını geliştiren araçlardır.

Çocuk okuma alışkanlığını öncelikle ailede, sonra da okulda kazanır.Ebeveynler kitaba değer veriyorsa, düzenli olarak okuyorsa çocuklarının okumaları için de model oluyorlardır.Çocukların kitabı sevmeleri, bebeklikten itibaren anlama, algılama, fiziksel, zihinsel ve psikolojik durumuna ait gelişim özelliklerindeki ilgi ve beklentilerine göre sağlanabilir.
Çocuk kitap ilişkisi çocuğun okuma yazmaya başlamasından çok önceki bebeklik döneminden itibaren başlar. Bu nedenle kitapla ilk tanışma bu dönemlerde başlamalıdır.

Yaş dönemlerine göre kitap özellikleri şu şekildedir ;

0-3 yaş
  • Müzikli, sesli
  • Dokunsal alanını uyaran
  • Tanıdık nesnelerin olduğu
  • Parlak renkli
  • Az kelimeli ve bu kelimelere ait bol resimleri olan(hayvan, eşya gibi)
  • Kolay yıpranmayacak kalitede
  • Ellerinin boyutuna uygun olmalıdır.
Bu resimli kitaplara dokunma elde tutma ile süreç başlar. Çevreyi tanımasına, çevreyle ilişki kurmasına, dilinin gelişmesine, algılama kapasitesinin artmasına yardımcı olur.

3-5 yaş

  • Kahraman figürleri olan masallar
  • Tanıdık durumların anlatıldığı, yaşama ait
  • Nesneleri sınıflandırabileceği
  • İyi resmedilmiş
  • Hayal gücünü harekete geçiren metinlerin önem kazandığı
  • Konuları sade, resimleri öyküyü anlatacak güçte olmalıdır.
Çocuğa okunan kitap, kavramsal gelişimine ve anlama becerisine katkı sağlar. Bilişsel gelişimine ve kişiliğin temellerine katkı yanında öğrenme isteğini ve merakını tatmin etmeye, soru sormaya teşvik etmeye yardımcı olur.

5-8 yaş

  • Güçlü hikayeleri olan
  • Kavram ve dil yönünden gelişmiş
  • Karakterleri güçlü
  • Sadece iyi ve doğruyu değil, kötü-yanlış karakterleri de içeren
  • İçinde bilinen kelimeleri içeren
  • Gerçek hikayelerden alıntıları olan
  • Yeni bilgiler öğreten, eğitici
  • Okumayı yeni öğrenenler için kısa ve büyük yazılarla yazılmış
  • İlgi alanına giren kitaplar olmalıdır.
Hayal gücünü kullanarak yorumlar yapmaya, yeni şeyler denemeye, duygu ve düşüncelerini tanımaya, dilini uygun kullanmaya ve okuyan kişiyle fiziksel ve duyuşsal yakınlaşmayı sağlar.

8-12 yaş

  • Çocuğun karakter ve zevkine uygun
  • Sadece mesaj kaygısı taşımayan, beyin fırtınası yapabileceği
  • Türk dilinin uygun kullanıldığı
  • Yaratıcılığını kışkırtan, sonunu kendi tamamlayabileceği
  • Özdeşim kuracağı
  • İlişkiler konusunda destekleyici, iyinin yanın da kötüye de yer veren
  • Farklı kültürleri tanıyabileceği, evrensel, iyi çevirisi olan
  • Duygusal, Macera türü, öğretici ya da mesaj verici özelliği abartılmamış kitapları seçebilirsiniz.
İlgi alanına yönelik her yeni bilgi ve kahraman onu heyecanlandıracak okuma isteğini arttırmaya başlayacaktır. Heyecanlı, maceralı olaylar ya da duygularını bulabileceği kitaplar ilgisini çekecektir.

ÇOCUKLARIN KİTAP OKUMAYI SEVMESİ İÇİN NELER YAPILABİLİR?

  • Anne Baba olarak siz bir kitap okuyucusu modeli olabilirsiniz.
  • Kitap okumak için özel zamanlar ayırabilirsiniz
  • Kitap okurken mimik ve ses tonunuzu kullanarak, kitaptaki hayal dünyasının içine çekebilirsiniz.
  • Kitap okumayı sevmek kitabı tanımakla başlar. Kitapçıya giderek kitapları tanıması konunda rehberlik edebilir, onun nitelikli seçim yapmasını sağlayabilirsiniz.
  • Ona okunan ya da kendi okuduğu kitabı babasına, arkadaşına anlattırabilir, böylece okumanın değerini, aktarma becerisini, başkasıyla paylaşmakla ilişkiyi geliştirmeyi destekleyebilirsiniz.
  • Özel günlerinde ona ya da arkadaşlarına kitap hediye edebilirsiniz.
  • Birlikte kitap evleri ve fuarlarına ziyaret yapabilirsiniz.
  • Günlük gazete, dergi ve sürekli yayınları takip etmesini özendirebilirsiniz.
  • Odasında kitaplarını koyabileceği bir kitaplık oluşturabilirsiniz.
  • Kitaplarını arkadaşlarına ödünç vererek ya da alarak, okulun kütüphanesinden yararlanmasını sağlayabilirsiniz
Şeyda Özdalga
Psikolog
DBE Davranış Bilimleri Enstitüsü
Çocuk ve Genç Bölümü
Son düzenleyen Safi; 20 Haziran 2016 04:20
_PaPiLLoN_ - avatarı
_PaPiLLoN_
Ziyaretçi
14 Eylül 2009       Mesaj #146
_PaPiLLoN_ - avatarı
Ziyaretçi

Çocuklarda Aşk

4-5 YAŞ ÇOCUĞUNUN GENEL PSİKOLOJİK ÖZELLİKLERİ NELERDİR?
Toplumsal gelişim yönünden, yetişkinleri izleyerek onların davranışlarını taklit eden, model alan 4-5 yaş çocuğu bir yandan yetişkinle daha olumlu ilişki sürdürürken, diğer yandan da kendi yaşıtı olan çocuklarla da daha uzun süreli birlikte olmaya başlar. 4 yaş çocuğu açık sözlülükle hoşlandığı ve hoşlanmadıklarını rahatlıkla söyleyebilir. 5 yaşındaki çocuk çevresine ait yeni keşiflerde bulunur, yetişkin desteğine daha az destek duyar. Yetişkinin büyük takipçisi ve tatbikçisi olarak davranır. Arkadaşları ile birlikte olmak çok önemlidir. Grup oyunlarında beraberlik artık daha uzun olmaya başlar. Oyunun kurallarını birlikte koyarlar. Oyundaki kurallara herkesin uymasına dikkat edilir. Canlı, neşeli ve hareketli bir görünüm içinde, konuşmayı, soru sormayı, oyun oynamayı sever. Olayların nedenleri ve niçinleri ile çok yakından ilgilidir. Cinsiyetlerini kız ya da erkek olarak benimserler. Bedensel, bilişsel, sosyal ve duygusal gelişme alanları birbiriyle ilişki içindedir.Bu alanlar, birbirlerini etkileyerek biyolojik ve çevresel faktörlerden ekonomik durum, okul yaşantısı, aile yaşantılarına göre gelişme gösterir.

GENEL BİR AŞK TANIMI YAPIP ÇOCUKLARDAKİ AŞK DUYGUSUNUN OLUŞUMUNDAN BAHSEDER MİSİNİZ?
Yetişkin bakışı aşkı tanımlamakta sayısız seçenek sunar. Aşk, iki yalnızlığın birbirine dokunması, birbirini koruması ve selamlamasıdır, sabırdır, saygıdır, kabullenmedir, keşiftir, tazeliktir, uyandığınızda rüyanızı yanınızda bulmanızdır, düşlerin gerçek olmasıdır, uyumdur gibi seçeneklerin yanında bazıları ise “tanımlanamaz yaşanır.” der. Kimine göre bir bakış, kimine göre bir yaşayış. Kısaca, duyulan heyecan, duygu yoğunluğu, geçici görme kusuru diyebiliriz. Çocukların aşktaki heyecanları birden ve kısa süreli, geçici veya değişkendir.
Bu ay birini, gelecek ay başkasını seçebilir. Birbirine yakın fiziksel özellikteki kişilere ilgi duyabilir.

ÇOCUKLAR AŞKI NASIL YAŞARLAR ONLARIN RUH DURUMUNDAKİ DEĞİŞİKLİKLER NELERDİR?
Onun adı geçince, ya da görünce bakışı, gülüşü, mimikleri farklılaşır, ya çok ilgili ya da utangaç davranabilir. Giyiminde özel itina, saçında değişiklik farklı bir özen olabilir. Yaşanılan bu heyecan durumu davranış ve duygularının yanında beslenme ve uykusuna da yansıyabilir. Çocuk için zevk veren şeyler, kendisinin bir parçası haline geliyor. Onu mutlu eden şeyi, kendi parçasıymış gibi algılıyor. Başkasının ona yönelmesiyle kendini bütün ve mutlu hissediyor. Küçük yaştaki bu deneyimler, ilerde anlam bulmaya başlar. Beğenme, beğenilme ya da hayal kırıklıkları öz güven gelişime, kişilik oluşumuna etki eder.

BEN AŞIK OLDUM DİYEN ÇOCUĞA ANNE-BABA NASIL DAVRANMALIDIR?
Bu yaş çocukları, aşık oldum yerine, bu heyecan, tutku ve aşkı genellikle “Ben Selin ile evleneceğim.” “Biz evleneceğiz.”şeklinde ifade ederler. Bu evliliğinde o yaşlarda gerçekleşme istek ve arzusunda olabilir. Onlar bu konuşmaları rahatsızlık duymadan anne babalarına, masumca aktarırlar. Bu durumda çocuğun duygularıyla alay etmeden, gereksiz sorgulamalarda bulunmadan, eleştirmeden anlatmasını desteklemek onları rahatlatacaktır. Evliliğin büyüyünce gerçekleşeceği, o zamana kadar da fikirlerin değişebileceği gerçeğini anlamakta zorlanabilir, bu durum hayal kırıklığı yaratabilir. Duygularını paylaşmasını desteklemek ve nötr kalmak onları rahatlatır. Yaşayarak öğrendikleri duygusal ve sosyal gelişimine anlam katar. Evleneceğim dediği arkadaşı bir hafta sonra başka bir çocukla ilgilenirse, bu yaşadığı ebeveynin bunu aktarmasından daha etkin bilgiler içerir.

HİSLERİ AYIP GİBİ KARŞILANAN 4-5 YAŞ ÇOCUĞU EBEVEYNLERİNİN BU TUTUMUNDAN NASIL ETKİLENİR?
Çocuklar sadece yaşıtlarına değil, kardeşlerine, öğretmenlerine de ilgi duyabilir. Bu ilgiler cinsellikten uzak, fiziki özelliklerini beğenme, yakın olma, sevgi, güven duyma ihtiyaçlarını besler. Bu nedenle, anlamı olmayan bir kavram olan “ayıp” yaklaşımı doğru değildir. Duygusundan utanmasına, suçluluk duymasına, sevgi ihtiyaçlarının ebeveynle sınırlanmasına, bu duyguyu bastırmayı öğrenmesine, kendini değersiz hissetmesine, özgüvenine olumsuz etkileri olabilir.

ÇOCUKLAR ARASINDA YAŞANAN AŞKI YETİŞKİNLER ARASINDA YAŞANAN AŞKTAN AYIRAN DURUMLAR NELERDİR?

Çocukların aşk denemesi temiz ve durudur. Yetişkinler arasında yaşanabilecek cinselliği içermez. Ellerini, gözlerini, saç rengini, kıyafetini, oyuncağını beğenerek o kişiyi yaşamında özelleştirir. Onun okulda yemek yerken yanında oturmasını, birlikte oyun oynarken elini tutmasını, grup oyunlarında yanında yer almasını, ona bakmasını, alışkın olduğu okul ortamlarının dışında bir araya gelmeyi, mesela evine gelmesini, doğum gününe davet etmesini ister.İstek ve ihtiyaçları da çocuksu ve masumdur.

Şeyda Özdalga
Psikolog
DBE Davranış Bilimleri Enstitüsü
Çocuk ve Genç Bölümü
Son düzenleyen Safi; 20 Haziran 2016 04:19
_PaPiLLoN_ - avatarı
_PaPiLLoN_
Ziyaretçi
14 Eylül 2009       Mesaj #147
_PaPiLLoN_ - avatarı
Ziyaretçi

Çocukluk Kahramanlarımız

Çocuklar yaşantılarından bir şeyler öğrenip, gelecekteki acılardan korunmak için çaba gösterdikçe daha da gelişirler. İlk nefesimizi almaya başlamadan önce bile kişiliğimize katkısı olan ebeveynlerimizin yanında akranlarımızdan, öğretmenlerimizden, çevreden gelen yaklaşımlar, kişiliğimizin temel şemalarını oluşturur. Çevresiyle olumlu ilişkiler içinde olan, keyif alan, özerk, kendini ifade eden, ilişkilerde sınırları fark edebilmeyi belirleyen yetişkinlik durumlarının tohumları çocukluk döneminde atılır. Sevgi, güvenli bağlanma, yeterlilik, hareket özgürlüğü, kimlik algısı, gerçekçi sınırlar koyma, hatalara tolerans, ihtiyaçların ifade edilme özgürlüğü gibi temel ihtiyaçların ileri derecede engellendiği ya da aşırı verildiği durumların sonucu yetişkinliğe yansır. Tüm bu sistem kişinin inanç ve inanışları ile düşünce sistemini oluşturur.

Çocukken büyük, güçlü, güzel, olağanüstü yetenekli, ölümsüz, yenilmez, kararlı, cesur, iyilerin yanında, özgür kahramanlara inanmaya gereksinim vardır. İlk kahramanlarımız kimimize göre anne ve babalarımız oldu. Daha sonra onların yerini masalların, çizgi romanların, kitapların, filmlerin, tarihimizin, efsanelerimizin kahramanları aldı. Çocuklar ilk gençliğe geçme dönemlerinde, savaşan, galip gelen, kuvvetli, adil, maceracı, ulaşılmaz kahramanlara bir rol modeli olarak gereksinirler. Yaşamda karşılaşacakları olumsuzluklara karşı hayatta kalmanın ilk hazırlıkları bu kahramanlarla başlar. İdeallerini gerçekleştiren, eksik olan yönlerini onlarla tamamlayan, kişilik özelliklerini yansıtan rollerin içinde hissederler kendilerini. Bu özellikleri doğurup, geliştirip, beslerler kişiliklerinde. Kimi hayal kırıklığına uğrar farklı gelişirler. Kimi bu etkileri yaşamlarında sürdürür. Maceracı, güçlü, özgür olur. Çocukluk kahramanlarıyla özdeşleşmek çocukluğu geliştirir, korur, yetişkinliği anlamlı kılar. Kahramanlar mı kişiliği belirlemeye yardımcı olur ? Kişilik mi o kahramanları seçer ? Yaşam boyu çevremize uyum sağlamakta kullandığımız tüm düşünce kalıpları çocukluk algısıyla şekillenir. Değerlilik, Sevgi, Yeterlilik ve Başarı şemaları erişkinlikte kendini ya bu durumların sürdürülmesi, ya önemsenmemesi ya da aşırısını yaşamak şeklinde gösterir. Çocukluk Kahramanların seçimini de bu ihtiyaca destek olarak değerlendirebiliriz.

Şeyda Özdalga
Psikolog
DBE Davranış Bilimleri Enstitüsü
Çocuk ve Genç Bölümü
Son düzenleyen Safi; 20 Haziran 2016 04:19
_PaPiLLoN_ - avatarı
_PaPiLLoN_
Ziyaretçi
17 Eylül 2009       Mesaj #148
_PaPiLLoN_ - avatarı
Ziyaretçi

Dört-Beş Yaş Çocuklarında Aşk

1. 4-5 yaş çocuklarının genel özellikleri nelerdir?
2 yaş krizinin bitiminden sonra, çocuğu 3 yaşına gelen ebeveynler, bir süre dinlenme fırsatı bulurlar. Fakat, 4 yaş ile birlikte bu uyumlu ve dengeli ruh hali sona erer. Anne ve baba yorucu bir döneme daha hazır olmalıdırlar. Bağımsız hareket edebilen, kendi kendine yetebilen 4 yaş çocuğu, sosyal ilişkilerde oldukça ilerleme gösterir. Fakat, zaman zaman hem sözel hem de sözel olmayan iletişiminde ölçüyü kaçırabilir. Arkadaşları ile uzun süre oyun oynayamayabilir, sık sık kavga çıkartır. Bu dönemde ebeveynleri şaşırtan diğer bir değişim, çocuğun aile içinde kullanılmayan küfürleri söylemeye başlamasıdır. Bu küfürleri büyüklerinin yanında kullanmayı, gördüğü ilgi nedeniyle çok sever. Özellikle yapmamasını tembih ettiğiniz birçok şeyi daha sık yapar. Örneğin, “Sakın kardeşine dondurma yediğini söyleme, şimdi o hasta ve yiyemez, canı çeker” dediğinizde, emin olun ki kardeşini gördüğünde söyleyeceği ilk şey dondurma yediği olacaktır.
5 yaş, uyumun ve dengenin yeniden hakim olduğu bir dönemdir. 5 yaşına giren çocuğun bedenini daha kontrollü bir biçimde kullanmaya başladığını farketmemek mümkün değildir. Toplum kurallarına uygun davranışlarında artış gözlenir. Grup oyunlarında daha başarılı hale gelir, kavgalar azalır. Ufak tefek ev işlerinde (sofrayı kurmak gibi) ebeveynlere yardımcı olmaya başlar. Hikayeler dinlemekten ve aynı zamanda kitapların resimlerine bakarak hikaye anlatmaktan hoşlanır.

2. Aşka genel bir tanım yapıp çocukluk döneminde yaşanan aşkın farklılıkları ve yetişkin aşkıyla benzerlikleri nelerdir?
Aşk, bireylerin kendilerince yüklediği farklı anlamlar nedeniyle kişiye özgü ve biriciktir. Kimi aşkı bir paylaşım, kimi acı, kimi bir dokunuş veya bakış olarak tanımlar. Yetişkinler için çoğu zaman cinsellik, bu durumun en önemli parçası olabilir ki çocukların aşkı ile yetişkin aşkı bu noktada birbirinden ayrılmaya başlar. 4-5 yaş çocuğunun aşkı, saf, ani ve geçicidir. O gün ilk kez görüp sadece 2 saat birlikte olduğu bir çocuk ile ertesi gün evlilik hayalleri kurabilir. Aslında bu evlilik hayalleri kurma, onların bir duygu yoğunluğu içinde olmaktan çok büyüklerini model alma ve taklit etme davranışı içinde olduklarına en büyük işarettir.

3. Çocuğu birine aşık olduğunu söyleyen ebeveynin tutumu nasıl olmalıdır?

Burada yapılacak en son şey, çocuğu bu davranışından ötürü kınamak, “Aaaa ne kadar ayıp, başka yerde sakın söyleme” demek, cezalandırmak, dalga geçmek, aşık olduğu diğer çocuk ile görüşmesine engel olmaktır. Çocukların birine aşık olduğunu söylemesi, söylediği kişiye güven duyduğu anlamına gelir. Eğer biraz önce sıralanan tepkiler gösterilirse, çocuk güveninin boşa olduğunu, anlaşılamadığını düşünebilir. Bu durum, pekiştiriciler artmaya devam ettiği takdirde daha yerleşik bir güven problemine, ileri yaşlarda aile ile özel duygu ve düşüncelerini paylaşmamaya zemin hazırlar. Dolayısıyla, bu yaşlarda yaşanan aşkın, ergenler ya da yetişkinler arasında yaşanan aşktan oldukça farklı, ailelerin en çok çekindiği cinsel ilişki temasından uzak olduğu unutulmamalı ve kabullenici bir tavır içinde olunmalıdır. Bu, çocuğunuzun size güven duymasına, her konuyu sizinle yargılanmadan konuşabileceği mesajını almasına olanak sağlayacak güzel bir fırsat olarak değerlendirilmelidir.

Ayrıca, bu durum çocuğunuzun anne ya da babası ile evlenmesinin olanaksız olduğuna ikna olduğu ve cinsel kimliğinin yerine oturmaya başladığının bir kanıtıdır. Anne ve babadan kopup sosyal hayata daha da derinlemesine daldığını gösterir. Yani, çocuğunuzun aşık olması daha çok iyiye işarettir.

4. 4-5 yaş dönemi neden çocuk için aşk sözcüklerinin kullanıldığı bir dönemdir?
Bu yaş aralığı çocukların yaşıtlarıyla sosyal ilişkilerinin oldukça arttığı bir dönemdir. Yuvaya, anaokuluna başlarlar, evlerinin bahçelerinde diğer çocuklarla etkileşime girerler. Dolayısıyla, diğer bireyleri gözlemleme fırsatı bulurlar. Her yaştan insanı gözlemler, model alır, taklit etmeye çalışırlar. Kendilerine model aldıkları yetişkinler gibi olmak isterler. “Ben de büyünce teyzem gibi saçımı sarıya boyatacağım. Arabam kırmızı olacak ve erkek arkadaşım olacak, onunla arabama binip sinemaya gideceğiz!”

Aşık olmak ve biriyle ilişki yaşamak, filmlerde, dizilerde ve gerçek hayatın içinde sık sık karşılaştıkları sahnelerdir. Sosyal hayatın içine dahil olup birçok alanla ilgilenmeye başladıklarında, aşk ve kadın-erkek ilişkileri bu alanların başında gelir. Dolayısıyla, aşk sözcüklerini de kelime hazinelerine eklerler. Bu kelimeleri kullandıklarında gösterilen dikkat, ilgi ve olumlu pekiştireçler ile doğru orantılı olarak kullanımları azalır ya da çoğalır.

5. Eklemek istedikleriniz....

Çocuğunuz aşk acısı yaşıyor ise, duygularını sakın küçümsemeyin. “Sen daha küçüksün ne aşk acısıymış, git oyuncaklarınla oyna” gibi tepkiler çocuğun güven duygusuna vurulan darbelerdir. Ne kadar incinmiş olabileceğini anladığınızı, her insanın hayatının bir döneminde bu tür duygu hali içinde olabileceğini, ama zamanla bu duyguları ile başa çıkmayı öğreneceğini söyleyin. Bilişsel yetileri sebebiyle, bu söylediklerinizi tam olarak algılayamasa da onun yanında olduğunuzu, yargılamadan sorununa birlikte çözüm bulmaya çalıştığınızı görmesi kendini güvende hissetmesine vesile olacaktır.

Açelya Şahin
Klinik Psikolog
DBE Davranış Bilimleri Enstitüsü
Çocuk ve Genç Bölümü
Son düzenleyen Safi; 20 Haziran 2016 04:18
_PaPiLLoN_ - avatarı
_PaPiLLoN_
Ziyaretçi
17 Eylül 2009       Mesaj #149
_PaPiLLoN_ - avatarı
Ziyaretçi

Düşünme Öğrenilebilir mi?

Bazıları düşünmenin yalnızca bir zekâ işi olduğuna inanırlar. İyi düşünür olmak için de yüksek bir IQ gerektiğini sanırlar. Bir araba düşünün. Son model. Motor gücü çok yüksek. Eğer kötü bir sürücü iseniz, araba hiçbir işe yaramaz. İyi bir sürücü iseniz arabanız 2., 3. el bir araba da olabilir. Arabayı iyi kullanacaksınız demektir. Çok yüksek IQ çok nitelikli bir arabaya benzer. Ama iyi bir sürücü değilseniz, düşünme becerileriniz zayıf ise yüksek IQ (ya da son model araba) işe yaramayacaktır.
Arabanın motor gücü gibi, zekâ da saklı bir güçtür. Düşünme ise insanın zekâsını kullanıp, yönettiği kişisel bir beceridir.

İyi bir sürücü olmayı herkes ister ama nasıl?
İsteyen herkes düşünme becerisini çok üst düzeylere çıkarabilir. Bu biraz çaba harcamayı gerektirir. Düşünme alanında kişisel becerilerinizi geliştirme konusunda okullardan fazla bir şey beklememelisiniz. Okullarda ağırlıklı olarak inceleme ve eleştirel düşünce öğretilir. Elbette bu da yararlıdır. Ama düşünme eyleminin yalnızca bir bölümünü oluşturur. Düşünme bir üçgene benzetilebilir.

En iyi yapabildiğimiz şeylerden biri düşünceleri eleştirmektir. Çünkü okullarda yapılan eğitim, toplumsal düşünme gelenekleri, münazara teknikleri bize eleştirel düşünmeyi fazlasıyla öğretir. Eleştirel düşünce çok gereklidir. Ancak yeterli bir dozda kullanılmalıdır. Nasıl bir gıdanın gereğinden fazlası alındığında vücudumuza zarar veriyorsa, gereğinden fazla eleştirel düşünme de düşünce sistemimize zarar verir.

Yapıcı ve yaratıcı düşünme alanlarında birçoğumuz oldukça kötüyüzdür. Çünkü bize sunulan bir fikri sadece eleştirmek, aklımıza gelen ilk yol üzerine odaklaşarak, bu fikrimizde ısrar etmek hepimizin yanlış düşünce alışkanlıklarındandır.

Dr. Edward de Bono kavramsal ve yaratıcı düşünce alanında ve düşüncenin bir beceri olarak geliştirilmesi konusunda önde gelen uluslararası bir otorite olarak kabul edilmektedir. Dr. De Bono, okullarda düşünmenin öğretilmesinde kullanılan ve pek çok ülkede uygulanan CoRT Düşünce Programı’nın yaratıcısı ve uygulayıcısıdır. Bu program 6 yaş çocuğundan yetişkinlere kadar her yaşa düşünmeyi öğretmek üzere hazırlanmış bir programdır. 6 basamaktan oluşur.
  1. Düşünmenin derinleştirilmesini hedefleyen temel düşünme becerileri,
  2. Yaratıcı düşünme ve yazma becerileri,
  3. Genel amaçlı düşünme,
  4. Eleştirel düşünme,
  5. İnteraktif düşünme,
  6. Kapsamlı düşünme.
Dr. de Bono çeşitli teknik ve araştırmalarla düşünmeyi eğlenceli bir spor olarak görmemizi ve ondan tat almamızı öneriyor.
Özellikle düşünme sistemindeki yanlışlıklar çocuklarımızın önce okul, daha sonra da iş ve hayat başarılarını olumsuz etkiler. Çocuklar ve gençler düşünme becerilerini artırdıkça okul çalışmalarında ve sınavlarda bunun güçlü etkisini hissederler. Düşünme alanında ustalaşan biri özel yaşantısı ile ilgili konularda ve işlerinde de bundan yararlanacaktır. Düşünmeyi öğrenen kişi, ne yapması gerektiği kendisine söylenmeden de girişimlerde bulunabilir. Düşünmeyi bilen kişi, işe yarayacak seçenekler üretebilir, karar verebilir, sorun çözebilir, ileriye dönük planlar yapabilir.

İşte yaşamımızın çeşitli evrelerinde odaklandığımız ana hatlar:
  • 0 – 5 yaş “Neden?”,
  • 5 –12 yaş “Neden olmasın?”,
  • 12-75 yaş “Çünkü...” (bahane üretme yıllarıdır.)
Düşünmenin özellikle yaratıcı düşünmenin öğrenilebileceği en uygun yaşlar 15-12 arasındadır.

Olcay Güner
Klinik Psikolog
DBE Davranış Bilimleri Enstitüsü
Çocuk ve Genç Bölümü
Son düzenleyen Safi; 20 Haziran 2016 04:17
_PaPiLLoN_ - avatarı
_PaPiLLoN_
Ziyaretçi
17 Eylül 2009       Mesaj #150
_PaPiLLoN_ - avatarı
Ziyaretçi

Eğitimde Korkunun İzi

Korku: “ Bir tehlike veya tehlikenin olabileceği durum karşısında duyulan kaygı ...”

Dünya değişiyor,bütün değerler de revizyondan geçiyor. Çoğu kişi, 21. yüzyılı ‘Bilginin altın çağı’ olarak tanımlıyor. Peki kendimizi pek sık kıyasladığımız gelişmiş batı toplumları bu çağa ayak uydurmak için eğitim reformları yaparken, biz yeterli sayıda öğretmen ile yeterli sayıda öğrenciye ulaşıp onlara kaliteli eğitim verebiliyor muyuz?

Bütün bunlardan da anlaşılacağı gibi eğitimde korkutmanın ve bastırmanın etkileri çocuklarda negatif etkiler yaratıp bazen de kronik hale gelmesine sebep olur. Dünya değişip ileri teknolojilerini eğitime yansıtırken, öğrenci merkezli eğitim yapıp araştırmacı-deneysel eğitim programları uygularken bizim eğitimcilerimizden baskısız, düşünmeye ve soru sormaya motive eden, iletişim kanalları açık olan bir eğitim sistemi istememiz herhalde çok fazla olmayacaktır.

Eğitim sadece gelişen çağa ayak uydurmak için değil, aynı zamanda insanın kendini gerçekleştirme dürtüsünü tatmin için de çok önemli bir araçtır. A. Maslow’un İhtiyaçlar Hiyerarşisine göre; basit fizyolojik ihtiyaçlarımızı karşıladıktan sonra piramidin en tepesinde kendini topluma kabul ettirme ve sevdirme yer alır. Bu da ancak iyi bir eğitim sonucu oluşan kendine güven ile oluşur.

Bunların yanı sıra yaşadığımız çevre ve aldığımız eğitim bizi biz yapan yapı taşlarıdır. Örneğin Gothe, kişiliği bilgilenme ve koşulların oluşturduğunu söyler. İnsan duyguları birçok kez bu etkilerin sonucunda şekillenir.

Eğitimin bütün bu etkilerini belirttikten sonra, gerçek ve kaliteli bir eğitimin nasıl olması, çocuğa ne kazandıracağı aksi takdirde onlardan neleri alıp götüreceğine bakacak olursak; eğitimdeki en büyük engelin korku olduğunu görürüz. Çocuk annesinden veya alışıp güvendiği ortamından ilk defa ciddi anlamda uzaklaşıp yepyeni bir dünyaya adım atmaktadır. Aynı güven bağını kurabileceği bir yetişkin arar, bu çoğu kez sınıf öğretmeni olur. Ona sevgi ve şefkat ile yaklaşan öğretmenini benimser ve sosyalleşmeye başlar. Aksi olan bir durumu düşünürsek, örneğin sıkça bağıran hatta arada fiziksel şiddet gösteren bir öğretmen ile herhangi bir duygusal bağ kurması mümkün olmayacaktır.Bunun sonucunda da okula gitmede isteksizlik veya motivasyon kaybı gibi problemler ortaya çıkacaktır. Herzberg’in motivasyon teorisine göre başarı takdir edilme, ilerleme ve yükselme imkanları motivasyon faktörleridir. Bu faktörler ile bireylerin çalışma isteği ve başarı arzusu artar. Bazı eğitimcilerin yarattığı bir diğer önemli konu da bir takım özel durumları olan çocukların üzerindeki psikolojik etkilerdir.Örneğin, öğrenme bozukluğu olan bir çocuğu ele alalım. Zaten, kendini başarısız gördüğü okulda birde durmadan bağıran bir öğretmeninin olması güvenini daha da çok kıracak, hiçbir şeyi tam olarak yapamayacağı düşüncesi ile ya tamamen derslerinden kopacak ya da sıkça gördüğümüz içine kapanık bir yapı sergileyecektir.

Eğitimin bir diğer yüzü de aile içi eğitim değil midir? Hepimiz doğumdan itibaren dış dünya ile yoğun bir ilişki içine girip onu anlamaya çalışırız. Bu büyük turda bize en büyük rehberliği anne ve babalarımız yapar. Mizacımız yani doğuştan gelen, gen gibi özelliklerimiz ile oluşurken, karakterimiz öğrenme ile şekillenir. Buradan da anlaşılacağı gibi başta ailemizden öğrendiklerimiz daha sonra da toplumun bize kattıkları ile birbirimizden farklılaşır ve kimseye benzemeyen kişiliğimizi oluşuruz. Bütün bu öğrenme sürecinde çocuğu sindirip, bastırmak hayata dair olan öğrenme tutkusunun sekteye uğrayacağından, kendisini geliştirmede eksik ve yetersiz kalacaktır.

Disiplinin, çocuk yetiştirmedeki en temel unsurlardan biri olduğu bugün herkes tarafından bilinmekte. Fakat bunu yaparken anne ve babaların dikkatli olması gereken nokta, onları baskı ve yoğun bir kontrolün altına alacak, özbenliklerini veya kendilerine olan saygılarını zedeleyecek hareketler yapmamaktır. Onlara belirli kuralları baskı, bağırma,hakaret veya fiziksel şiddet olmadan da bir sistem içinde verebiliriz. Eğer anne ve babalar kendine yetebilen, sorumluluk sahibi ve özgür düşünebilen bireyler yetiştirmek istiyorlarsa korkutma ve sindirme yerine motive edici hareketler, çocuklarının pozitif taraflarını destekleyen tutumlar sergilemelidirler. Bütün bunlara bakarak disipilini çok dikkatli kullanılması gereken bir araç olarak görmek gerekir. Çünkü verdiğiniz eğitim ve güven onun hayatının ileri safhalarında karşılaşacağı güçlükleri aşmada çok önemli bir rol oynayacaktır.

Onu eğitirken, vereceğiniz tepkilerin yaptığı yanlış veya uygunsuz davranışı için olduğunu aslında onu sevdiğinizi alt mesaj olarak belirtmede yarar vardır. Bu onları yaptıkları yanlışa odaklayıp, iç sorgulamalarını unutturacaktır.

Çocukları eğitirken, çok yaygın olarak kullanılan yöntemlerden biri fiziksel şiddettir. Etkilerinin fizikselden çok psikolojik olduğu, hatta bazı durumlarda ileri yaşlarda ortaya çıkan bir takım psikolojik kökenli rahatsızlıklara yol açtığı artık ispatlanmış bir gerçektir. Bunun yanı sıra aile içi eğitimde bir de sözle göz korkutmalar yaşanır. Örneğin; anne/babanın bu davranışı tekrarlarsa onu sevmeyeceklerini söylemesi, terk etme tehdidinde bulunması, gerçekleşmesi mümkün olmayan şeyler hakkında göz korkutması (Şimdi oraya gelip bacaklarını kırarım, polisler-çingeneler gelip alsın seni...), veya onu utandıracak veya küçük düşürecek cezaların verilmesi çocukta büyük reaksiyonlara sebep olabilir.

Bütün bunların sonucunda ileri yaşlarda kendine güveni olmayan, yaptığı şeyler için kendini sorgulayan, en kolay şeyler için bile çevredekilerden yardım isteyen,ürkek, huzursuz, hep yanlışı tekrarlayan doğruya hiç ulaşamadığını düşünen bireyler olacaklardır. Seligman’ın Öğrenilmiş Çaresizlik teorisine göre, kötü yaşam deneyimleri yaşayan insanlar artık çaresizliklerini öğrendikleri için, depresyon geçirirler. Ne yaparlarsa yapsınlar hiçbir şeyi kontrol edemediklerini düşünüp, hayatlarında kötü giden her şeyi içselleştirirler. Yaşam deneyimlerimiz de çocukluktan başladığına göre yeni yetişen neslin yaşamlarını kendi kontrolleri altına almalarını anne ve babalar sağlayacaktır.

Kısaca özetlemek gerekirse, artık değişen aile yapıları ve eğitim modelleri ile eğitimde göz korkutmanın yerini anlayış ve toleransın alması gerektiğini vurgulanmaktadır. Bunların, genç ve çocuk nüfusun oldukça fazla olduğu toplumumuza da yansımaları eminim ki çok geç olmayacaktır...

Merve Soysal Başa
Klinik Psikolog
DBE Davranış Bilimleri Enstitüsü
Çocuk ve Genç Bölümü
Son düzenleyen Safi; 20 Haziran 2016 04:16

Benzer Konular

12 Ağustos 2018 / _PaPiLLoN_ Psikoloji ve Psikiyatri
24 Ekim 2011 / Ziyaretçi Soru-Cevap
18 Şubat 2010 / Ziyaretçi Soru-Cevap
10 Ağustos 2017 / Misafir Cevaplanmış