Arama

Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler - Sayfa 11

Güncelleme: 20 Ocak 2015 Gösterim: 598.104 Cevap: 719
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
30 Nisan 2006       Mesaj #101
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Endometriozis

Sponsorlu Bağlantılar


Rahmin iç yüzeyini kaplayan, rahmin mukozası denilen ve her adet döneminde üst kısmı dökülen dokuya endometrium denilir. Normalde bu doku sadece rahim iç yüzeyinde bulunmaktadır. Yumurta hücrelerinin gelişimi sırasında salgılanan estrojen hormonu endometriumu kalınlaştırır. Yumurtlamanın oluşmasıyla progesteron denen ikinci bir hormon ile olgunlaşır ve eğer döllenme olmuşsa embiriyonun yerleşimine hazırlanır. Gebelik meydana gelmez ise kandaki hormonların düşmesini takiben gelişmesine devam edemez ve bir süre sonra dökülür. Gelişmiş olan endometrium dokusunun en üst kısmındaki hücreler ölerek dökülmeye başlar. Bir kanamayla beraber olan bu dökülme olayına “adet” görme (menstruasyon) diyoruz. Normalde sadece rahim iç yüzeyinde olması gereken endometrium dokusunun rahim dışında bulunmasına endometriosis adı verilir. Yerleşme yerine göre, rahim duvarı içinde görülürse adenomyosis, yumurtalıklarda içi erimiş kanla dolu kistler şeklinde ortaya çıkarsa endometrioma (çikolata kisti) ismi verilmektedir.
Endometriosis hastalığında rahim dışında bulunan endometrium hücreleri, her ay hormonların etkisi ile gelişir ve tıpkı rahim içindekiler gibi bir miktar kanamayla dökülür.Rahim içindeki kanama vajina yoluyla dışarı atılırken, rahim dışındaki hücrelerdeki kanama etraf dokulara zarar verir.

Endometriosisin sıklık sırasına göre bulunduğu yerler

· Yumurtalıklar ( %80 )
· Tüpler, rahim ve rahim etrafındaki karın zarı
· Rektovaginal bölge
· Mide barsak kanalı
· Rahim ağzı, vagina, vulva
· Deri, göbek ve ameliyat kesi bölgeleri
· Kasık bölgeleri
· Mesane duvarı
· Diğer nadir görülen organlar
şeklinde sıralanabilir.

Karnın açıldığı tüm ameliyatlar ele alındığında her yüz hastanın 18’inde endometriozis gözlenmektedir. Kısırlık nedeniyle ameliyat edilen vakalara baktığımızda ise görülme sıklığı %33’lere kadar yükselmektedir. Prostat kanseri nedeniyle estrogen hormonu kullanan erkeklerde de endometriozis görüldüğü bildirilmiştir.

Bulgu ve belirtiler
Aslında vücudun herhangi bir organında veya bölgesinde yerleşip ona göre bulgular verebilir. Bunların çoğunda kadında adet ile birlikte ortaya çıkan kanamalar sözkonusudur. Temel olarak kadın üreme organları tutulmakta ve etkilenmektedirler. Endometriosiste hastalar en sık ağrılı adet görmekten (dismenore) yakınırlar. Ağrılı adet görme rahim bağlarının üzerine yuvalanan, adet öncesi ve sırasında şişen ve kanayan endometrium parçacıklarından kaynaklanmaktadır. Kalın barsak ile vaginal bölgenin istilaya uğraması ile cinsel ilişki sırasında , dışkılama sırasında ağrı (disparoni ve tenesmus) ve kanlı dışkı görülebilir.
Endometriozisli hastaların başvuru nedenlerinden en önemlisi kısırlıktır. Genellikle kısırlık araştırmaları sırasında yapılan bir ultrasonografide görülen yumurtalık kisti için veya direk tanı amaçlı laparoskopi sırasında ağrılı adet gören ve ve kısırlıkla başvuran hastaların yarısından fazlasında değişik derecelerde endometriozis görülebilmektedir. Tüpler veya etrafına yerleşen endometrium dokusunun yol açtığı yapışıklıklar ve sertleşmeler tüplerin hareketlerini azaltmakta buna bağlı kısırlığa yol açmaktadır.Yumurtalıklarda yerleşen ve yapışıklıklara yol açan endometriosis dokusunun yumurta hücresinin olgunlaşmasını bozabileceğini ve bu yolla kısırlığa yol açabileceği düşünülmektedir. İlerlemiş endometriozis yumurtalık, rahim ve tüplerde yaptığı yapışıklıklar ile kısırlığa neden olur. Endometriozis hafif olduğu durumlarda hiç bulgu vermeyebilir. Hafif(hiçbir tıkanma veya yapışıklığa yol açmamış) endometriozisin bile kısırlık nedeni olabileceği ileri sürülmüş ise de artık bu tartışılmaktadır.

Endometriozis, nadir olarak da görülse üreme organları dışında da yerleşerek ciddi sağlık sorunlarına neden olabilir. Endometriozis barsaklara yerleştiğinde karnın aşağı bölgelerinde kramp tarzı ağrılar olabilir. Barsak tutulumu iştah kaybı, bulantı kusma karında gerginlik, gittikçe artan kabızlıkla kendini gösterebilir. Endometriosis idrar torbasında yerleşebilir ve hasta sık idrara çıkma, sıkışma ve nadiren kanlı idrar nedeniyle doktora başvurabilir. Eğer, idrarı böbreklerden mesaneye taşıyan idrar borusuna (üreter) yerleşerek darlık oluşmasına ve idrarın böbreklerde birikmesine, dolaysıyla böbreklerde bir iltihap oluşumuna uygun bir ortam oluşmasına neden olabilir. Göz yaşı ve tükrük bezlerinde yerleşebilir. Böylece kanlı gözyaşı veya kanlı tükrük olabilir. Beyinde dokusu içinde yerleşirse bulunduğu yere göre ciddi norolojik problemlere yol açabilir. Akciğer içinde ise kanlı balgam ve öksürük yapabilir. Bu tür yerleşimler nadir olmakla birlikte kadınlarda bu tarz semptomlarda endometriosis ayrıcı tanıda unutulmamalıdır.


Şekil 2:Yumurtalıkta endometriozis (büyük çikolata kisti)*

Endometriozis tanısı nasıl yapılır?

Deri, göbek, rahim ağzı ve vulva da gözlenen pelvis dışı lezyonlarda tanı kolaydır. Buradaki deri üzerindeki mavimsi renk değişikliği ve adet ile ortaya çıkan ağrı bize gerekli kanıtları vermektedir. Karın içinde, üreme organları etrafında yerleşmiş endometriosiste hastanın adeti ile eşzamanlı ortaya çıkan veya cinsel ilişkideki ortaya çıkan ağrı, jinekolojik muayene sırasındaki ağrı ya da sertliklerin ele gelmesiyle endometriosisten şüphe edilir. Laporoskopi (ya da başka nedenlerle yapılan laparotomi sırasında ) ile hastalıklı alanlar görülerek , gerekirse parça alınıp patolojik inceleme ile kesin tanı konabilir. Ancak genellikle laparoskopi hem en önemli tanı, hem de en önemli tedavi yöntemidir. Laparoskopi ile üreme organlarına zarar vermeden, aynı zamanda(tek işlemle) tanı konulup, tedavi yapılır.

Endometriozis Tedavisi


Tedavinin amacı yumurtalık hormonlarının rahim içi mukozasına yaptığı düzenli etkiyi önlemek ya da cerrahi olarak endometriozis odaklarını çıkartmaktır. Endometriozis yumurtalık hormonlarıyla direkt olarak ilişkili bir hastalıktır. Bu yüzden gebelikte, doğal menapozda, yumurtalıkları çıkarılarak menapoza girmiş kadınlarda endometriozis şikayetlerinin gerilediği ve ortadan kalktığı görülmüştür. Böylece tedavinin temeli, gebelerde olduğu gibi progesteron ağırlıklı hormonal çevre koşulları oluşturularak ya da menapozda olduğu gibi over hormonlarının devre dısı bırakılmasıyla rahim dışındaki endometrium dokusunun gerileyip yok olması prensibine dayanmaktır.

Endometriosiste Tıbbi tedavi


Tedavi;
· Ağrıyı gidermek ( adet,ilişki vb)
· Gebelik elde etmek
· Diğer organ fonksiyonlarını düzeltmek
amacıyla yapılır.

Tıbbi tedavide amaç yumurtlamayı baskılamak, adetleri uzun süre durdurmak ve endometriosis odaklarının gerilemesini hatta yok olmasını sağlamaktır. Tedavi her zaman hastanın isteklerine göre planlanır.

Gebelik istemeyen hastalarda ;
· Doğum kontrol hapları
· GnRh analogları( Danazol,lucrin,zoladex,decapeptiyl)
· Androgenler(Danazol)
· Progesteron hormonu türevleri( MPA vb)
kullanılabilir.

Ağrı tedavisi için;
· Mefanemik asit
· Non steroid Anti-inflamatuarlar ( Diklofenac, Naproksen sodyum vb)
kullanılmaktadır.
Son yıllarda değişik hormon yapını engelleyen ilaçlar (aromataz inhibitörleri vb ) endometriozis tedavisinde kullanılmaktadır.
Endometriosiste Cerrahi Tedavi Yöntemleri
Hasta dokuların kısmen ya da tamamen çıkartılması amaçlanır. Uygulanacak tedavinin seçiminde bulgu ve belirtilerin derecesi, lezyonların büyüklüğü, lokalizasyonu, hastanın yaşı, çocuk isteği gibi kriterler göz önüne alınır. Muayene bulguları ve tedavi sonuçlarını karşılaştırmak için skorlama yapılmakta ve buna göre de endometriosis hastalığı 4 evreye ayrılmaktadır. Tedavi seçenekleri ve başarısı bu evrelere göre değişmektedir. Örneğin evre 1 (minimal) endometrioziste kısırlık tedavisinin başarısı oldukça yüksek iken evre 4’ te gebelik oranları (ağır) %0 ila 30 arasında değişmektedir.
Cerrahi tedavinin en önemli şekli endoskopik yöntemdir.Laparoskopi aracılığı ile pek çok dışarıdan görülemeyen endometriozis odakları tanınır ve aynı anda tedavisi de yapılmış olur. Pek çok endometriozisli hastada laparoskopi tek tanı ve en etkin tedavi yöntemidir.

Son düzenleyen Safi; 7 Mart 2016 07:10
ahmetseydi - avatarı
ahmetseydi
VIP Je Taime
30 Nisan 2006       Mesaj #102
ahmetseydi - avatarı
VIP Je Taime
Dinlenmiş, iyi bir gece uykusu ile sağlığımız arasında çok büyük bir ilişki vardır. Mutlu ve dinamik bir gün için iyi dinlenmiş bir vücut ve beyinden daha önemli bir şey yoktur.

Sponsorlu Bağlantılar

Dinlenmiş, iyi bir gece uykusu ile sağlığımız arasında çok büyük bir ilişki vardır. Mutlu ve dinamik bir gün için iyi dinlenmiş bir vücut ve beyinden daha önemli bir şey yoktur. Maalesef birçok insanın gece uyku sorunları vardır. Ve bundan dolayı gün içinde kendilerini devamlı yorgun ve bitkin hissederler.

Fakat uyku bozuklukları çözümsüz değildir. Uyku bozukluğumuzun sebeplerini bilir ve düzeltirsek mutlu, sağlıklı bir hayata yeniden kavuşuruz.

Uyku bozukluklarının hastalık olarak kabul edilip tetkiklerinin yapılmasına son 10 senedir dünyada yaygın olarak başlanmıştır. 21. yüzyıla girerken “Modern Tıp Alanı İçinde Uyku Bozukluğu Hastalıkları“ adı altında çok yeni bir bölüm açılmıştır. Bu sayede, hayatımızı tehdit eden ve nedenlerini anlayamadığımız yüksek tansiyon, koroner kalp hastalıkları, astım, şeker hastalıkları, aşırı şişmanlıklar, sık soğuk algınlıkları, gece uykuda ani ölümler gibi durumlarda uyku bozukluklarının önemli bir rol oynadığı anlaşılmıştır.

Uyku, beynimizin dinlendiği basit, durgun bir süreç değildir. Ortalama her 90 dakikada tekrarlayan bir, evre 1-2 (yüzeysel uyku) evre 3-4 (derin uyku) ve rüya (rem) uykusu şeklinde beyinde değişik aktivitelerin ortaya çıktığı çok dinamik bir yapı gösterir. Rüya uyku evresi, sabaha karşı 90 dakikalık süreyi doldurur ve bu uyku esnasında beyinden gelen testere dişi gibi sık dalgalar yayılır, kaslar felç olur, kan basıncı artar, penis ereksiyon olur, göz küreleri sağasola hızlı hızlı gidip gelmeye başlar. Bu karakterinden dolayı bu döneme İngilizce’de hızlı göz hareketi anlamına gelen “ Rapid Eye Movement” (REM) uykusu denilmektedir. Bu sırada uyandırılırsa rüyalar hatırlanır.

Uykunun bu değişik evreleri gece boyunca birbirini takip ederek akıp gi,derken, vücut parasempatik sistemin kontrolündedir ve solunum, dolaşım ve hormonal sistemler bir ahenk içinde çalışır. İçten veya dıştan gelen nedenlerle uyku yapısı parçalanırsa, çarklar arasına düşmüş bir taş gibi bütün sistemler birbirini etkileyerek bozulacaktır. Çeşitli nedenlerle meydana gelen uyku bozukluğu birçok hastalığın kaynağını oluşturmaktadır.

Günümüzde uyku laboratuvarlarında polisommografi denilen modern tetkik metodları sayesinde uyku yapısı bütün çıplaklığı ile incelenebilmektedir. Bu inceleme ile hastaların doğal uykuları esnasında, beyin fonksiyonları, uyku ritmi, solunum eforu horlama, uykuda oksijen kullanımı ve kalp ritmi kombine bir şekilde polisomnografi sistemiyle incelenerek uyku bozukluklarının nedeni araştırılmaktadır.


Uyku bozuklukları ve sık görülen problemler

Birçok hastalık iyi uyumamıza mani olabilir. Bazıları önemsiz, bazıları da sağlığımızı ciddi olarak tehdit eden durumlardır. Önemli olan birçoğunun tedavi edilebilir olmasıdır. Aşağıda, en çok görülen problemlerden bazıları belirtilmiştir. Eğer bunlardan herhangi birini yaşıyorsanız, doktorunuzla mutlaka görüşün.


Anksiyete ve stres

Anksiyete ve stres, uykusuzluğun en sık görülen nedenleridir. Bazen anksiyete ve stresin sebebini ortadan kaldırmak mümkündür. Dünyanın yükünü üstünüze almaya çalışmayın. Kendi hayatınıza öncelik tanımayı, işinizi boş vakitlerinizden ayırmayı öğrenin. Eğer bu işe yaramazsa anksiyete ve stresle ve bunların yol açabileceği az uyku ile başa çıkmanın başka yolları da vardır. Doktorunuz size daha fazla bilgi verecektir.


Depresyon

Melankolik, depresif bir ruh hali önemli bir belirtidir. Diğer belirtileri içinde olana bitene ilgisizlik, ümitsizlik, kolay incinme, değersizlik, isteksizlik, şuçluluk, kiloda değişme ve uyku bozukluğu sayılabilir. Depresyon, uykusuzluğun sık görülen sebeplerinden biridir ve tedavi edilebilir.


Horlama

Horlamanın sebebi, boğazın gerisindeki yumuşak dokunun, içeri ve dışarı gidip gelen havanın yolunu kesmesidir. Horlama, ileri yaşlarda daha çok görülen bir durumdur ve sık görüldüğü için ihmal edilmemesi gerekir. Sürekli horlama, uyku apnesinin bir işareti olabilir ve bu da ciddi sağlık sorunları yaratan bir durumdur. Mutlaka tetkik edilmesi lazımdır. Horlama tedavi edilebilir.


Uyku apnesi

Uyku apnesi, uyurken nefesin geçici olarak durması durumudur. Uyku apnesinin en belirgin işareti, gürültü horlama ve hemen arkasından kısa bir sessizlik, bu sessziliğin tekrar soluk alıp verme çabasına dönmesi ve patlarcasına bir horlama ile sonlanmasıdır. Bu olaylar sabaha kadar yüzlerce defa tekrarlar ve sabah yorgun, dinlenmemiş olarak uyanılır. Bütün bu olaylar olurken hiçbirşeyin farkında olunmayabilir. Uyku apnesi sadece uykuyu bozan bir durm değil aynı zamanda kalp solunum problemlerine yol açarak hayatınızı tehdit eden önemli bir sağlık sorunu olabilir.


Ağrı

Bütün ağrılar insanı uyutmaz. Birçok durum ağrı yapabilir. Nedenine bakılmaksızın bütün ağrıların geçirilmesi gerekmektedir. Hemen hemen bütün ağrılar kontrol edilebilir.


Prostat problemleri

Erkeklerde ileri yaşlarda prostat büyümesinin belirtileri görülebilir. Prostat büyümesinin ilk belirtisi gece sık sık çiş için tuvalete kalkmaktır. Bu tuvalet ziyaretleri uykuyu bozacaktır.


Burun tıkanıklığı

Geçici burun tıkanıklıkları, uykusuzluğun sık sebeplerindendir. Bazıları devamlı kronik burun tıkanıklığından rahatsız olurlar ve bu gece yatınca daha kötü olur. Kronik burun tıkanıklığı genellikle ilaçla tedavi edilebilir.


Diş gıcırdatmak

Diş gıcırdatmak uykuyu bölerek derin uykuya dalmayı önler ve çoğu zaman beraber uyuduğunuz biri size söyleyinceye kadar bunun farkında olunmaz ya da sabah çene ağrısı ile uyanırsınız.Derin uyunmadığı için yorgun kalkılır.


Uyurgezerlik

Uyurgezerlik önemli bir psikolojik problemin belirtisi olabilir ve asla göz ardı edilmemelidir.


Korkunç rüyalar (kabus ) görme

Herkes zaman zaman kabus görebilir. Fakat çok sık ve korkutucu, uykudan uyandırıcı rüyalar görmek tıbbi ya da psikolojik tedavi gerektirecek bir durumdur.


Kas krampları

Özellikle bacağınıza girenkramplar ile sık sık uyanıyorsanız, dolaşım bozukluğu ile ilgili bir sorununuz olabilir. Kas kramplarına neden olabilece diğer muhtemel sebeplerin çoğu tedavi edilebilir.


Huzursuz bacak sendromu

Uykuda bacakların kasılarak gerilmesi ya da atması durumudur.Bu her ne kadar ciddi bid durum gibi gözükmese de uykunun kalitesini bozar, beraber uyunan kişileri rahatsız eder. Tedavi edilebilir.


Gece terlemesi

Eğer geceleri sık sık terden sırılsıklam olunuyorsa bu durum şeker hastalığı, tiroid problemi gibi hormonal bir rahatsızlıktan dolayı olabilir. Horlama da varsa uyku apnesi ya da diğer başka hastalıkların belirtisi olabileceğinden gece terlemesi, önemsenmesi gereken bir olaydır.
ѕнσω мυѕт gσ ση ツ
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
1 Mayıs 2006       Mesaj #103
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
Hepatit B

Hepatit B , hepatit B virüsünün (HBV) meydana getirdiği bir enfeksiyon hastalığıdır. Dünyada en çok görülen enfeksiyon hastalıklarından biri olan hepatit B, bütün dünyadaki önde gelen dokuzuncu ölüm nedenidir.
Hepatit B, hafif ve belirti vermeyen bir enfeksiyondan, çok daha ağır karaciğer hastalıklarına ve bu arada sirozla primer hepatosellüler karsinomaya (karaciğer kanserine) kadar değişebilen çeşitli tablolara neden olabilir. Karaciğer kanseri, dünya da en yaygın kanserlerden biridir.

İltihap : Enfeksiyon etkenlerine veya tahriş edici maddelere tepki olarak bir dokuda iltihap hücrelerinin ve sitokinlerin toplanmasıdır.

Antijen : Vücuda giren ve bağışıklık sisteminin tanımadığı her türlü yabancı madde.

Antikor : Bağışıklık sistemi tarafından yapılan ve yabancı bir antijene bağlanıp onu nötürleşme amacı güden bir protein kompleksi.


Hepatit B Tedavisi
Daha öncede söylediğimiz gibi hepatit B virüsü ile karşılaşmış insanların %90'ı interferon tedavisi almadan veya herhangi bir zarara uğramadan bu virüsten kurtulabilir. Ancak ne yazık ki %5 ile %10'u bunu başaramaz. Bu gruptakilerin bir kısmı daha önce tanımladığımız gibi taşıyıcı olurlarken bir kısmı da "kronik hepatit B" hastası olurlar.


Tedaviden önce doktorunuz kanınızda hepatit virüsünün varlığını ve karaciğerinizdeki hasarın derecesini kontrol edecektir. Daha önce de söylediğimiz gibi, eğer karaciğeriniz çok hasta ise interferon sizi iyileştireceğine daha da kötüleştirir. Doktorunuz kanınızdaki virüsün miktarına HBV DNA tayini adı verilen bir testle bakarak interferon tedavisinden yarar görüp, görmeyeceğinize, görecekseniz ne kadar göreceğinize karar verir. Virüs düzeyi düşük olan insanlar virüs düzeyi yüksek olanlara göre interferon tedavisinden daha fazla yarar sağlar. Tedavi öncesi ve gerekirse tedavi sonrasında yapılacak karaciğer biyopsileri de tanı ve tedavi için yol göstericidir.

Kronik hepatit B tedavisi boyunca 6 veya 12 ay boyunca haftada üç kere interferon iğneleri vurulursunuz. Ne kadar süre önce virüsle infekte olduğunuz tedaviye cevap verme olasılığınızı etkileyen bir faktördür. Ancak yine de hangi hastaların interferon tedavisine yanıt vereceğini söylemek güçtür. Tedavi edilen kronik hepatit B hastalarının yaklaşık yarısı tedaviden yarar görür. Tedaviyle kandaki virüs miktarı düşecek, karaciğer hasarı azalacak ve hastalığın semptomları gerileyecektir. Yapılan klinik çalışmalarda interferon tedavisi alan hastaların %45'inin kanının zaman içerisinde tamamen virüsten temizlendiği görülmüştür. Tedavi esnasında doktorunuz hastalığınızın seyrini kontrol etmek için sık aralıklarla ALT seviyelerinizi takip edecektir. Ayrıca HBe Ag veya HBV DNA seviyelerinizi de kontrol ederek kanınızda hala aktif olarak çoğalan virüs olup olmadığını, varsa da hangi düzeyde olduğunu tesbit edecektir.


İnterferon etkilerinden biri de bağışıklık sistemini harekete geçirerek vücudun infekte hücrelere saldırısını artırmaktır. Bu nedenle bazen interferon kullanımınız sırasında kendinizi interferondan önceki halinizden daha kötü hissedebilirsiniz. Bu duruma biz "alevlenme" diyoruz. Bu iyiye işarat olabilir çünkü genelde interferon tedavisine tedavi sonunda yanıt veren hastalarda bu görülmektedir.
Kanınızın virüsten tamamen temizlenmesi çok zaman alabilir.

Sonuç olarak, HBsAG testiniz tedaviden haftalar veya yıllar sonra bile hala pozitif olabilir. Bazı insanlar sonsuza dek virüsten kurtulurken, bazıları ne yazık ki ilacın virüsü kandan tam olarak yok edememesi nedeniyle tekrar hastalanırlar. Biz buna "relaps" diyoruz. Eğer hastalığınız relaps olmuşsa doktorunuz size ya yeni bir interferon tedavisi ya da daha değişik bir tedavi önerecektir.
Unutmayın, virüs kanınızdan tamamen temizlenmiş olsa bile karaciğerinizin eski haline gelmesi uzun zaman alabilir.

Diğer tedavi yöntemleri: Yakın zamana kadar tedavide tek seçenek İnterferon idi. Son yıllarda kullanım alanına giren "Lamuvidine" etken maddesini taşıyan ilaç bu alanda yeni bir ümit kaynağı olmuştur. Günde tek tablet olarak alınan ve önemli yan etkileri olmayan bu ilaçla alınan sonuçlar en az interferon tedavisi ile elde edilenler düzeyindedir. Tek sorun tedaviden sonra nüks görülme ihtimalinin daha yüksek olmasıdır.


Soru ve Cevaplarla Hepatit B

B tipi hepatite yol açan virüsün özellikleri nelerdir?
B tipi hepatite doğal konağı insan olan, DNA'ya sahip bir virüs olan Hepatit B Virüsü (HBV) yol açmaktadır. Virüs çift sarmallı, sirküler DNA ve DNA polimeraz enzimi içeren çekirdek ve dış bir protein kılıfından oluşmaktadır. Çekirdekte virüsün enfeksiyöz olmasını sağlayan yapılar (Hepatit B core antijeni - HBcAg / Hepatit B e antijeni - HBeAg) bulunurken, dış tarafındaki protein kılıf virüsün antijenik özelliklerini sağlayan maddeler (Hepatit B surface -yüzey- antijeni-HBsAg) bulunmaktadır. Burada antijen kavramını da açıklamakta yarar var. Antijenler vücuda yabancı olan ve organizmada kendilerine reaksiyon olarak bağışık yanıt oluşturabilen maddelerdir. Bakteri veya virüs gibi mikropların belirli bölümleri antijen özelliğine sahip olabildiği gibi büyük molekül ağırlıklı proteinler de antijen yapısında olabilirler.
HBV diğer virüslerde olduğu gibi yalnız hücre içinde barınabilen ve çoğalabilen mikroorganizmalardır. Herhangi bir yolla vücuda giren HBV karaciğer hücreleri (hepatosit) içine girer ve sonuçta vücudun savunma sistemini harekete geçirerek bu hücrelerin ölümüne kadar gidebilecek bir bağışıklık yanıtını başlatır.


HBV dış ortamda ne kadar süre ile canlı kalabilir?
HBV dış ortama oldukça dayanıklıdır. HBV ile bulaşık iğne uçları, cerrahi ve diş tedavi aletleri üzerinde aylarca canlılığını devam ettirirler. Bunların temizliği yeterince yapılmaz ise bulaşmada rol oynarlar.


HBV nasıl bulaşır?
HBV ile bulaşık kan, semen, vajinal salgılar ve tükrük ile temas sonucu bulaşma olmaktadır.
En sık bulaşma yolu kan yolu iledir. Virüs kan yoluyla sıklıkla parenteral (damar yolu) veya perkütan (deri yolu) olarak bulaşır. HBV bulunan kanın transfüzyonu ile virüs bulaşmaktadır. Bugün tüm nakil yapılacak kanlar hepatit B yönünden tarandığı için bu yol ile bulaşma çok nadir olabilmektedir. Bütünlüğü bozulmuş deriye bulaşan HBV ile bulaşık kan ve vücut sıvıları veya HBV ile bulaşık enjektör, kesici aletlerin deriye batması sonucunda bulaşma olmaktadır. HBV ile bulaşık enjektörün kaza ile deriye batması sonucunda HBV'nün geçerek, hastalık oluşturma riski %20-30 sıklığındadır.
HBV'nün diğer bulaşma yolu cinsel yoldur. B tipi hepatit cinsel yol ile bulaşan hastalıklar arasındadır. Bu yüzden eşlerinde HBV taşıyıcılığı olan kişilerin eşleri mutlaka aşılanmalıdır. Aşı sonrası bağışıklık oluşana kadar kondom kullanarak korunmalıdırlar.
HBV anneden çocuğa hamilelik sırasında değil, doğum sırasında bulaşmaktadır. Bu geçiş yoluna da vertikal yol denmektedir.
Ülkemiz için belki de en önemli geçiş yolu bilinen geçiş yolları dışında kalan ve HBV taşıyıcısı bulunan ev halkını ilgilendiren horizontal bulaşma dediğimiz yoldur. Özellikle bu geçiş yolu çocukları ilgilendirmektedir. Bulaşmadan ortak kullanılan ev içi eşyalar (havlu, traş bıçağı, biberon, çatal-kaşık, oyuncaklar,vb.) ve taşıyıcıların tükrüklerinin göz veya ağız mukozasına bulaşması sorumlu tutulmaktadır.
Diğer nadir bulaşma yolları dövme, akupunktur ve temizliği iyi yapılmayan aletlerle kulak deldirmedir. Ülkemizde özellikle son yıllarda, yaz aylarında çok sık uygulaması olan toplu sünnetlerde de kullanılan alet ve bistrülerin temizliğine azami ölçüde dikkat edilmesi unutulmamalıdır.


Doğal seyir çocuklarda da aynı şekilde mi seyretmektedir?
B tipi hepatit edinilme yaşı ne kadar küçük ise kronikleşmede o kadar fazla olmaktadır. Annede aktif bir şekilde bulunan HBV enfeksiyonu yenidoğana doğum sırasında geçtiği takdirde çocukların %70-90'ı enfekte olmakta ve bu olguların %90'ında maalesef kronik hepatit gelişmektedir. Bu amaçla annesinde B tipi hepatit bulunan bebeklere doğar doğmaz aşı ve immunoglobulin uygulanır. Bugün artık ülkemizde HBV aşıları rutin aşı programına alınmıştır. Yaş ilerledikçe bu kronikleşme oranı azalarak yetişkin yaş grubunda %5-10'lara kadar inmektedir.


Gebelik döneminde ortaya çıkan sarılıkların nedeni her zaman viral hepatitler midir?
Gebelik döneminde ortaya çıkan sarılıklar da neden her zaman viral hepatitler değildir. Ülkemiz koşullarında öncelikle viral hepatitler gebelerde sarılığa yol açmaktadır. Bununla birlikte gebelerde sarılık ortaya çıktığında akut karaciğer yağlanması, tekrarlayıcı kolestaz, safra kesesi taşları, gebeliğe bağlı toksemiler ve daha önceden var olan kronikleşmiş hepatitler de sarılık nedeni olarak düşünülmesi gereken hastalık veya durumlardır.
Gebelerde A, B ve C tipi akut viral hepatitlerin seyri ve fulminan hepatit gibi çoğunlukla ölümle sonlanan bir komplikasyonun gelişme riski gebe olmayanlardaki gibidir. Fakat ülkemizdeki akut viral hepatitlerin az bir kısmından sorumlu olan E tipi akut viral hepatitte fulminan hepatit gebeliğin son 3. ayında gebelerin %20'sinde ortaya çıkmakta ve bu olguların büyük çoğunluğu kaybedilmektedir.

Gebelik sırasında geçirilen akut viral hepatitlerin çocuk açısından önemi nedir?
Gebelik sırasında geçirilen akut viral hepatitler anne adaylarını endişelendirmemelidir. Çünkü bu virüsler genellikle uterus içindeki fetüste hastalık oluşturmamakta, bebekte gelişme bozuklukları ve anomalilere yol açmamaktadır. Anne adayı B veya C tipi hepatit etkenlerinin taşıyıcısı veya bu hastalıkları gebelik sırasında akut olarak geçiriyorlarsa bulaşma genellikle doğum sırasında veya doğumdan sonra virüsle bulaşık annenin kanı veya vajinal salgıları ile temas sonucunda etken çocuğa geçebilmektedir.



Hepatit B virüsünü ortaya çıkartan laboratuvar yöntemleri nelerdir?

Laboratuvar testlerini basitçe iki bölümde inceleyebiliriz. İlk olarak sadece HBV'ne özgül olmayan, diğer viral hepatit virüslerine bağlı enfeksiyonlarda da karaciğerdeki hasarı yansıtan karaciğer fonksiyon testleridir. Karaciğer fonksiyon testleri AST (SGOT), ALT (SGPT), bilirubinler, proteinler, alkali fosfataz, gama-glutamil transferaz (GGT) ve protrombin zamanı gibi testlerdir. Akut viral hepatit tablosunda AST ve ALT düzeyleri normal değerlerinin yaklaşık 10 katı veya daha fazla yükselir (>400 Ü/L). Bilirubinler artar. Kronik hepatitlerde AST ve ALT normal değerlerinin üzerindedir, fakat akut viral hepatitlerde olduğu gibi çok yüksek değerlerde değildir. Protrombin değeri düşme eğilimindedir. Sağlıklı taşıyıcılarda bu testlerin hepsi normaldir. Siroz gelişenlerde ise AST, ALT ve bilirubinler genellikle normaldir. Albumin düşmeye başlar ve globulin yükselmeye başlar. Protrombin zamanı da belirgin bir şekilde düşmüştür.
Mevcut viral hepatitin tipini belirlemek için özgül serolojik testler kullanılmaktadır. Bu testler ile hepatitin tipini,akut veya kronik olduğunu ortaya çıkartabiliriz.




Hastalığa özgül serolojik testler nelerdir?

Hepatit B enfeksiyonunun değişik klinik görünümleri boyunca hastanın kanında HBV'ne özgü antijenler ve buna karşı oluşmuş değişik antikorlar bulunabilir. Bu antijen ve antikorlara serolojik göstergeler denilmektedir. Antijenlerin vücuda yabancı olan ve organizmada kendilerine reaksiyon olarak bağışık yanıt oluşturabilen maddeler olduğunu daha önceki bölümde anlatılmıştık. Antikorlar ise yabancı antijenlere karşı oluşan ve onlarla özgül olarak birleşerek zararlarını ortadan kaldıran maddelerdir.
HBV'nün üç major antijeni vardır:
· HBsAg - Hepatit B surface (yüzey) antijeni
· HBeAg - Hepatit B e antijeni
· HBcAg - Hepatit B c (core-çekirdek) antijeni. Kanda bulunmaz, karaciğer hücrelerinde bulunur.
HBV'nün üç major antikoru vardır:
· Anti-HBs - Hepatit B yüzey antijenine karşı oluşmuş antikor
· Anti-HBe - Hepatit B e antijenine karşı oluşmuş antikor
· Anti-HBc - Hepatit B c antijenine karşı oluşmuş antikor. Akut dönemde oluşmuş ise
Anti-HBc-IgM , hastalığın akut dönemi geçtikten sonra ortaya çıkanına ise Anti-HBc-IgG adı verilir.


HBV'ne ait antijen ve antikorların anlamları nedir
HBsAg'i akut enfeksiyon sırasında kanda ilk beliren göstergedir.Virüse maruz kaldıktan sonra yaklaşık 6 hafta içinde kanda saptanabilir ve 4-14 hafta kanda bulunabilir. Tetkiklerde pozitif bulunması iki durumu düşündürmelidir:

1-Hastalığın akut dönemidir.

2-Hastalığı geçirdikten sonra bağışıklık oluşmamıştır (sağlıklı taşıyıcılar, kronik hepatit, siroz, karaciğer kanseri)

Negatif sonucun anlamı:

1-HBV ile temas olmamıştır,

2-Hastalığı geçirdikten sonra bağışıklık oluşmuştur,

Anti-HBs iyileşme döneminde ortaya çıkar. Bağışıklığı yansıtır ve ömür boyu pozitif olarak kalır. Akut enfeksiyon geçirildikten sonra 6 ay içinde HBsAg kandan kaybolmaz ve anti-HBs oluşamaz ise kronikleşmeden şüphelenmek gerekir. Anti-HBs pozitifliği doğal yoldan virüsü almakla veya aşılanma sonucunda elde edilir.
Anti-HBc hastalık sırasında oluşan ilk antikordur. Akut ve kronik tüm olgularda bulunabilir. Anti-HBc - IgG testinin pozitif bulunması kişinin HBV ile temas ettiğini gösterir. Virüs kanda temizlendikten sonra, bağışıklık oluşsa dahi ömür boyu titresi azalmakla birlikte pozitif olarak kalır. Hastalığı geçirenlerde HBsAg negatif bulunup, anti-HBs'nin de pozitif bulunduğu olgularda pozitif bulunması sonucu endişe edilmemelidir. Beklenen bir olaydır. Eğer testler sonucunda anti-HBc-IgG negatif olarak bulunursa kişinin virüsle hiç karşılaşmadığını ve HBsAg negatif, anti-HBs pozitif ise kişinin aşılandığını düşündürmelidir.
HBeAg akut dönemde HBsAg'den sonra ortaya çıkar ve HBsAg'nin temizlenmesinden önce kandan temizlenir. Kanda bulunması virüsün aktif olarak çoğaldığını ve yüksek derecede enfektiviteyi yansıtır. Akut dönemde yaklaşık 10 hafta kadar kanda kalır, kaybolmaması kronikleşmeyi düşündürmelidir. Anti-HBe'nin belirmesi ise enfektivitenin gerilediğini ve virüsün çoğalmasının durduğunu düşündürmelidir.



HBV'nün korkulan komplikasyonlarından biri kronik hepatit gelişimidir. Kronik hepatit tanısı nasıl koyulmaktadır?
Kronik hepatitler genellikle çok sessiz seyirli olup olguların az bir bölümünde çabuk yorulma ve halsizlik gibi yakınmalara yol açmaktadır. Olgular genellikle ancak siroz geliştiğinde (halsizlik, avuç içlerinde kızarıklık, karında şişme, alt ekstremitelerde ödem, vb.) hekime başvurmaktadırlar. Bu özellikleri ile kronik hepatitler çok sinsi hastalıklardır. Kronik hepatit olguları çoğunlukla rastlantısal olarak tanınmaktadır. Hastalar kan verme sonucunda yapılan taramada taşıyıcı olduğunu öğrenmekte ya da rutin kan kontrolleri sırasında karaciğer enzimleri yüksek bulunarak yapılan araştırmalarda kronik hepatit tanısı almaktadırlar.
B tipi kronik hepatitlerde karaciğer fonksiyon testlerinde bozulma, HBsAg (+), HBeAg (+ / -) ve HBV-DNA (+)'liği mevcuttur. Kesin tanı karaciğer iğne biyopsisi ile koyulmaktadır. Karaciğer biyopsisi oldukça basit bir işlemdir. İsminden korkularak yaptırmaktan kaçınılmamalıdır. Biz genellikle hastayı yatırmaya gerek duymadan, sabah biyopsisini yaparak akşama kadar hastaları izledikten sonra eğer kanama gibi bir komplikasyon gelişmemiş ise hastaları akşama taburcu etmekteyiz. Alınan karaciğer parçası patoloji laboratuvarı tarafından incelenerek kronik hepatit tanısı daha kesin koyulabilmektedir.


Sarılık, halsizlik ve karın ağrısı gibi yakınmalarla seyreden akut viral hepatitlerin tedavisi nasıldır?
Hastalık kendi kendini sınırlayıcıdır. Tedavideki ana amacımız destek tedavisidir. Destek tedavisinin başında da karaciğer fonksiyon testleri normale dönene kadar yatak istirahati gelir. Yatak istirahatinin yanısıra hastaya yüksek kalorili diet alması önerilir. Ayrıca bu dönemde karaciğere zarar verebilecek ilaçların ve alkolün alınmasından mutlak bir şekilde kaçınmalıdır.
Akut viral hepatit döneminde en fazla korkulan tablo olguların %0.1-1'inde sonu genellikle ölümle sonlanan fulminan hepatit tablosudur. Bir akut hepatitin seyrinde hastanın bilincinde değişikliklerin ortaya çıkması, uykuya meyil, protrombin zamanında uzama, sarılığın derinliğinde artma ve kan şekerinde düşmeler fulminan hepatit konusunda bizleri uyarmalıdır. Anabilim dalımızda prensip olarak tüm akut viral hepatitleri yatırarak takip etmekteyiz.


Kronikleşen B tipi hepatitin tedavisi nasıldır?
Yetişkinlerde B tipi hepatitlerin %5-10'unun kronikleştiğini, kronikleşen olgulardan da kronik aktif hepatit gelişenlerin %50'lik bir bölümünün 5-10 yıl içinde siroza dönüştüğünü belirtmiştik. Kronik hepatitlerin tedavisinde ana amacımız siroza dönüşme riski yüksek olan kronik hepatitleri saptayarak tedavi etmektir. Bugün için elimizde B tipi kronik hepatitlerin tedavisinde etkinliği gösterilmiş "İnterferon" ve “Lamivudin” adını verdiğimiz iki antiviral ilaç bulunmaktadır. Bu tedavilerin maalesef iki büyük olumsuz tarafı vardır. Bunlar yüksek tedavi maliyeti ve olguların hepsinde iyileşme sağlayamamalarıdır. Yaklaşık olarak tedavi edilen olguların %30-40'ında olumlu yanıt alınmaktadır.
Kronik hepatit tedavisi için bugün birçok yeni ilaçla çalışmalar yapılmakta olup, önümüzdeki yıllarda etkinlikleri daha yüksek olan ilaçlar kullanıma girecektir.

B tipi hepatitten korunma mümkünmüdür?
Nadiren istenmiyen sonuçlara neden olabilen B tipi viral hepatitlerin aşı ile önlenebilir olması çok sevindiricidir. Önceki yıllarda kullanımda olan insan plazmasından elde edilen aşılardan HIV gibi değişik etkenlerin bulaşabileceği kuşkusuyla korkulmaktaydı. Bugün artık genetik mühendisliğinin bir başarısı olarak rekombinant yöntemlerle elde edilen, oldukça güvenilir hepatit B aşıları kullanımdadır. Memeli hücreleri veya mayalardan elde edilen aşılar enfeksiyon oluşturmayan HBsAg içermektedir. Aşılama sonucu B tipi hepatit riski bulunmamaktadır. Aşılama sonucunda aşılananların %90'ından fazlasında koruyuculuk oluşmaktadır.


Hepatit B aşıları ile kimler aşılanmalıdır?
Hepatit B aşılarının taşıyıcıların orta (%2-7) ve yüksek (%8-20) derecede bulunduğu bölgelerde yenidoğanlara rutin olarak uygulanması önerilmektedir. Ülkemizde değişik bölgelerde farklar bulunmakla birlikte taşıyıcılık oranı yaklaşık %5-10 arasında değişmektedir. Sevindirici bir durum sağlık bakanlığı hepatit B aşısını rutin aşı programına almış olup, tüm yenidoğanlara uygulanmaya başlanmıştır. Ayrıca hepatit B açısından riskli olan aşağıdaki gruplar öncelikle aşılanmalıdır:
· Taşıyıcı anneden doğan bebekler
· Sağlık çalışanları
· Diş hekimleri
· Ev içinde taşıyıcı bulunan ev halkı
· Sık kan transfüzyonu almak zorunda kalan kan hastaları
· Hayat kadınları
· Sık eş değiştiren heteroseksüeller ve homoseksüeller
· Damar yoluyla ilaç bağımlıları
Bunların dışında arzu eden herkes aşılanabilir.

Taşıyıcı olduğu bilinen anneden doğan bebeklerin aşılanması ne zaman başlanmalıdır?
Taşıyıcı anneden doğan bebeklerin doğum sırasında HBV'nü aldıklarını ve enfeksiyon gelişecek olursa büyük bir oranda kronikleşeceğini söylemiştik. Bunu önlemek için bebek doğar doğmaz mümkün olan en kısa zamanda aşıya başlanmalıdır. Aşıya ilave olarak serum da (hiper immun globulin) uygulanmalıdır. Serumda yüksek miktarlarda HBV'ne karşı oluşmuş antikorlar bulunmaktadır. Aşı ve serum eş zamanlı olarak, farklı bölgelere kas içi yolla yapılmalıdır


Gebelik döneminde aşı yapılması sakıncalımıdır?
Risk altındaki gebelerin aşı yaptırmalarında çocuk açısından herhangi bir risk bulunmamaktadır. Herhangi bir kısıtlama olmamasına karşın genellikle gebeliğin 3.ayından sonra aşı uygulanabilir.


Aşı uygulaması nasıldır?
Bugün için kullanımda olan 5 adet aşı (HBVax II, Genhevac B, Engerix, Hepavax, Euvax) mevcuttur. Hepsi de rekombinan yöntemle hazırlanmıştır. Yan etkileri yok denecek kadar azdır. Başarı oranları aşağı yukarı benzerdir. Aşı uygulaması sonucunda %90-95 olguda koruyucu antikor yanıtı oluşmaktadır. Kişinin fazla kilolu olması, sigara kullanması ve bağışıklık sisteminde her hangi bir nedenden dolayı yetersizlik bulunması (kronik böbrek yetersizliği, AİDS, vb.) sonucunda başarı oranı düşmektedir. Aşılama sonucunda koruyucu antikor yanıtı oluşmayanlarda tekrar benzer şekilde aşılama yapıldığında aşılananların 1/3'ünde yanıt alınır. İkinci aşılamaya karşın yanıtsız kalanlarda yeni bir aşılama yapılmamalıdır. Aşı omuz veya kolun üst tarafındaki kas içine uygulanır.


a)
1.aşı 1.gün
2.aşı 1.ay
3.aşı 6.ay
Kontrol 7.ay

b)
1.aşı 1.gün
2.aşı 1.ay
3.aşı 2.ay
4.aşı. 12.ay
Kontrol 13.ay

İki grup arasında başarı bakımından bir fark bulunmamaktadır. Biz genellikle 1.grubu kullanmaktayız. 1.grupta 3 aşı kullanılmakta olup, daha kısa sürede sonuçlandığı için de kişiler daha iyi uyum göstermektedirler. Aşı uygulaması bittikten bir ay sonra antikor (anti-HBs) yanıtının oluşumu kontrol edilir. Anti-HBs 10 İÜ/ml'nin üzerinde bulunursa koruyucu olarak kabul edilir. Daha düşük titreler aşıya yanıtsızlık olarak kabul edilmelidir. Koruyucu antikor dozajı oluştuktan sonra 3-5 yıl koruyucu olarak kabul edilir. Riskli kişiler aşıdan 3 yıl sonra antikor dozajını kontrol ettirerek gerekirse tek doz aşı yaptırmalıdırlar.

ahmetseydi - avatarı
ahmetseydi
VIP Je Taime
1 Mayıs 2006       Mesaj #104
ahmetseydi - avatarı
VIP Je Taime
Uykuya dalmakta zorluk mu çekiyorsunuz? Gece boyu uyayabilseniz bile, uyandığınızda yorgun mu hissediyorsunuz?

Eğer dinlendirici bir şekilde uyuyamayışınız bir sağlık soruyla bağdaşık değilse bu 10 altın kural başarıyla uyumanıza yardım edecektir.

1 * Yatağa yatmadan önce, bedeninizle rahatlatmak için kitap okumak, klasik müzik dinlemek, duş almak gibi yatıştırıcı bir işlem yapmalısınız.

2 * Yatak odanızı sadece dinlenme için kullanın. İşlerinizi yada yemeği yatağa getirmeyin.

3 * Yatağınız rahat ve yeterince geniş, yatak odanız karanlık ve sessiz olmalı rahat bir ısıda tutulmalı.

4 * Yatağa gitme ve sabahları kalkma saatlerinizi düzenli tutun. Yatmak için iyice uykunuzun gelmesini beklemeyin.

5 * Öğlen uykularına yatacaksınız bunu da rutin tutmaya bakın. Arada bir yapmanız uyku dengenizi bozacaktır.

6 * Sabahları ya da oğleden sonraları düzenli olarak egsersiz yapın fakat gece yatmanıza yoğun egsersize girişmeyin. Yatmaya yakın yoga gibi bir egsersiz bedeninizi gevşetmeye yarayacaktır.

7 * Kafeinli içecekler ( özellikle kahve ) içimiziniz hesaplı tutun ve öğlen 2’den sonra içmemeye bakın. Yatmaya yakın yada gece içilen sigaralar da uykunun kesintili olmasına sebep olacağından uzak durmalısınız.

8 * Yatıştırıcı olsun diye içki almak uykuya dalışınızı kolaylaştırıcı olsa da uykunun kalitesini büyük ölçüde bozacağından dinlendirici olmaz. Hatta içki kullanmayı bıraktıktan sonra bile uzun yıllar tesiri devam eder.

9 * Gece yatmadan açlık hissederseniz ya çok az bir şey yiyin ya da bir bardak ılık süt için. Gece yatmadan yenen ağır yemekler bdeeninize rahatsızlık verip, uykunuzu bozacaktır.

10* Herşeyden önemlisi uykuya dalmak için çok uğraşmayın. Uyuyamıyorsanız yatakta çırpınmaya devam etmeyin. Odadan çıkıp kitap okuyun, televizyon seyredin yada gevşemek için başka şeyler yapın. Uykunuz gelene kadar da yatağınıza dönmeyin.
ѕнσω мυѕт gσ ση ツ
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
1 Mayıs 2006       Mesaj #105
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
Hepatit C

Hepatit C, Hepatit C virüsünün neden olduğu, karaciğeri etkileyen ciddi bir enfeksiyon hastalığıdır. Enfeksiyon, insan vücudunda hastalığa yol açan bir mikrobun gelişmesi ve yayılmasıdır. Hepatit C enfeksiyonu yaşamınızı birçok yönde olumsuz etkileyebilir. Hastalığın başlangıcı grip ile karıştırılabilir, hatta hiçbir belirti görülmeyebilir. Bazı durumlarda ise, Hepatit C virüsü, kişinin kendisini haftalarca hiçbir iş yapamayacak derecede bitkin hissetmesine neden olabilir.
Hepatit C virüsü hastaların %50'sinde kronikleşir yani kalıcı olur.
En ciddi hepatit sebeplerinden biri olan Hepatit C virüsü, dünya üzerinde 170 milyon kişiyi etkilemektedir. Kan nakli ile bulaşan hepatitlerin en az %80'i Hepatit C'dir. Sıklıkla ortak şırınga kullanan uyuşturucu madde bağımlılarında rastlanır. Cinsel ilişki yolu ile geçiş sık görülmemektedir.


Bulaşma yolları;

Hepatit C'nin en önemli bulaşma yolu Hepatit C virüsü taşıyan kanın naklidir. Günümüzde, kan nakli öncesinde Hepatit C virüsü açısından tarama yapılması zorunludur. Ancak geçmiş yıllarda tarama yapılmadan kan nakli yapılmış hastaların durumu belirsizdir ve risk taşımaktadır.
* Hepatit C'nin bir diğer bulaşma yolu tıraş bıçağı, manikür-pedikür aletleri, tırnak makası gibi yaralanmaya sebep olabilecek aletlerin ortak kullanımıdır.
* Hepatit C, dövme, piercing, akupunktur, kulak delinmesi gibi uygulamalarda steril olmayan aletlerin kullanımı ile de bulaşabilir.
* Damar yolu ile uyuşturucu kullanan bağımlılarının ortak şırınga kullanımı Hepatit C bulaşma riskini arttırmaktadır.
* Hepatit C virüsü hamile olan anneden bebeğe geçebilir ancak bu geçişin nadir olduğu düşünülmektedir.
* Down sendromu, cüzzam, lösemi, lenfoma gibi bağışıklık sistemini zayıflatan hastalıkları olanlar, hemofili hastaları gibi sürekli kan verilenler, toplu bulunulan yerlerde yaşayan ve çalışanlar, düşük sosyoekonomik düzeyli toplumlar ve yaşlılar hastalığa yakalanma olasılığı yüksek risk gruplarını oluştururlar.


Kan Testleri;

Hepatit C enfeksiyonu, az miktarda kan ile yapılan antikor testleri ile tespit edilebilir. Pozitif test sonuçları birkaç değişik anlama gelebilir.

1. Kronik Enfeksiyon: Hepatit C virüsüne bağlı, sürmekte olan kalıcı bir enfeksiyon bulunduğunu ve uzun vadede karaciğer hasarı riski olduğunu gösterir.

2. Geçirilmiş Enfeksiyon: Hepatit C virüsü bulaşmış, bağışıklık sistemi tarafından tanınmış ve yok edilmiştir. Karaciğer hasarı belirtisi yoktur. Bu durumda hastalığa karşı bağışıklık kazanılmıştır ve bir daha Hepatit C geçirme riski yoktur.


3. Yalancı pozitiflik: Bazen ilk taramalarda hastalık olmadığı halde testlerden pozitif sonuç alınması, ancak ileri tetkikler ile aslında negatif olduğunun saptanmasıdır. Eğer ilgili kan testleri pozitif sonuç vermişse, konunun uzmanı olan bir doktora başvurmalısınız. Bu durumda sizden şu tetkikleri yaptırmanız istenebilir.
a. Karaciğer Ultrasonu: Bu tetkik Karaciğer ve etrafındaki organları incelemek amacıyla yapılır.

b. Karaciğer Biyopsisi: Hastaneye yatış gerekmeden yapılacak olan bu işlemde karaciğerden inceleme yapmak üzere küçük bir parça alınır. İşlem sırasında anestezi uygulanacağı için herhangi bir acı hissedilmez. Çok önemli olan bu test ile karaciğer hasarı olup olmadığı tespit edilir.

c. Karaciğer Fonksiyon Testleri: Karaciğerin işlevini iyi yapıp yapmadığını belirlemek üzere karaciğerden salınan enzim düzeyleri ölçülür.

d.PCR: Kanda dolaşan Hepatit C virüsünün doğrudan tespit edildiği ileri düzey bir kan testidir. Her Sağlık Merkezi'nde bulunmayabilir.
Bu testler sonucunda doktorunuz sizinle konuyu tüm detayı ile konuşacak ve gerekeni yapacaktır.

Hepatit C Tedavisi
Vücudumuz hepatit B virüsüne karşı savaşta Hepatit C virüsüne olduğundan daha başarılıdır. Bu yüzden, hepatit C virüsüne karşı savaşta daha çok yardıma ihtiyacı vardır.
Yine hepatit B'de olduğu gibi doktorunuz virüsün karaciğerinize verdiği hasarın derecesini önceden bilmek isteyecektir. İnterferon haftada üç gün ancak çoğu zaman daha uzun süreli verilmektedir. Tedavinizin sonuçlanması 1 hafta 2 yıl sürebilir. Tedavi esnasında doktorunuz yine ALT seviyelerinizi, HCV RNA düzeylerinizi ve karaciğerdeki düzelmeyi görmek için rutin testlerinizi isteyecektir. Yapılan çalışmalar hepatit C tedavisinde uzun süreli interferon kullanımının daha yararlı olduğunu göstermektedir. Bu yararların arasında daha uzun süre hastalıksız yaşamanın yanı sıra siroz ve karaciğer kanseri riskindeki azalma sayılabilir. Bu tedavinizi karaciğerinizde düzelme görülünceye dek sürdürmeniz gerektiğini göstermektedir.
Doktorunuz tedavinizin 3. ayında yaptığı kontrollerde interferonun işe yaramadığına karar verirse ilacınızı kesebilir veya tedavi şeklini değiştirebilir.

Tedavi sonunda doktorunuz kanınızdaki virüs düzeylerine yeniden bakar ancak kanınızda virüse hiç rastlanmasa bile %30-50 ihtimalle hastalığınız geri gelecektir. Bu durumda doktorunuz tekrar tedavi almanızı söyleyebilir veya tedavinizde eklemeler ve düzeltmeler yapabilir. Hepatit B'de olduğu gibi kanınızdaki virüs miktarı interferondan sağlayacağınız yararla ilişkilidir.



Hepatit C de diğer tedavi yöntemleri: Hepatit C de İnterferon'a alternatif oluşturacak bir ilaç bulunmamaktadır. Ülkemizde kısa süre önce piyasaya verilmiş olan "Ribavirin" etken maddesini taşıyan ilaç tek başına kullanımda etkili değildir, ancak interferonla birlikte kullanılmakta ve bu durumda tedaviye yanıt olasılığını artırmaktadır.

İnterferon tedavisinde yan etkiler: İnterferon tedavisi alan herkes çeşitli yan etkilere maruz kalır ve özellikle ilk 1 - 2 hafta son derece tatsız birtakım yan etkilere karşılaşabilirsiniz. Burada önemli olan yan etkiler nedeni ile tedaviyi asla kesmemenizdir. Bütün hastalar aynı yan etkilere maruz kalmaz. En sık görülen yan etki halsizlik, ateş, kas ağrısı, genel vücut ağrısı, döküntü veya bulantı ile ortaya çıkan Ôgrip benzeri' yan etkidir. Ayrıca ağızda tatsızlık hissi, saç dökülmesi veya cilt kuruluğu görülebilir.
Tüm bunlarla başa çıkabilmeniz için eğer mümkünse tedavi başlangıcında yan etkilerin yoğun olabildiği ilk iki hafta izin alın. Yan etkilerin ilk 4 ile 6 saat içinde ortaya çıktığı düşünülürse enjeksiyonları yatmadan önce yaptırmanız bu zor süreyi uyuyarak kolayca geçirmenizi sağlayacaktır. Enjeksiyonları haftanın aynı günleri aynı saatlerde almaya dikkat edin. Grip benzeri yan etkilerle başa çıkmanın diğer bir yolu ise enjeksiyondan bir saat önce 3-4 saat sonra bir ağrı kesici kullanmaktır. Burada önemli olan kullanacağınız ağrı kesici için doktorunuza danışmanızdır.
. Bulantılarınızı azaltmak için gün içerisinde az ama sık sık yiyin.
. Depresyona girmeyin. İnterferon tedavisinde depresyon ve seyrek de olsa intihar riski bildirilmiştir.
. Daha önceki psikolojik sorunlarınızı tedavi başlamadan önce doktorunuza danışınız.
. Gün içinde sık sık diş fırçalamak ağızınızdaki kötü tat hissinden kurtulmanıza yardımcı olacaktır.
. Saç dökülmenizi önlemenin bir çaresi yoktur ancak tedavi bitiminde saçlarınız eski haline geri dönecektir.
. Tedavi boyunca çok daha ciddi yan etkilerle karşılaşabilirsiniz. Sağlığınızla ilgili her türlü değişiklikten doktorunuzu haberdar edin. Örneğin çok az yiyor, kilo kaybediyor veya kusuyorsanız mutlaka doktorunuzu arayın. Tedavi esnasında virüsle başa çıkmada bize yardımcı olan kemik iliğinin yeterli çalıştığından emin olunmalıdır. İnterferon bazen kemik iliğinin çalışmasını yavaşlatır bu gibi durumlarda doktorunuz ya aldığınız interferon dozunu azaltacaktır veya tedaviye biraz ara verecektir. Unutulmaması gereken bir konu da tedavi boyunca asla içki içmemenizin gerekliliğidir. İnterferon tedavisi esnasında içki kullanmak karaciğerinizde geri dönüşsüz bir hasara sebep olabilir.



ahmetseydi - avatarı
ahmetseydi
VIP Je Taime
1 Mayıs 2006       Mesaj #106
ahmetseydi - avatarı
VIP Je Taime
Mezoterapi Nedir?

Mezoterapi Nedir?

İlk defa 1952 de Fransız doktor PISTOR tarafından tanımlanmıştır.Mezoterapi; ağrı veya hastalıkları,vücutta bulundukları yere lokal olarak uygulanan mikro enjeksiyonlar yoluyla kontrol altına alan ya da tedavi eden bir tıbbi uygulamadır.

Oral yolla ( ağız yoluyla ) alınan ilaçlar öncelikle mide-barsak sistemine,oradan da emilerek kan dolaşımına geçerler.Kan dolaşımı ile ağrılı ya da hastalıklı vücut bölgesine ya da hedef organa ulaştığında orada etkisini göstermeye başlar. Kas ya da damar içine enjekte edilen ilaçlar da yine aynı yolla etki gösterirler. Mezoterapi ise aynı ilaçların değişik konsantrasyonlarını,bir ya da daha fazla sayıda mikro enjeksiyon yoluyla hastalıklı ya da ağrılı bölge ile direk olarak tanıştırmayı amaçlar.Ayrıca deri altına olan derin uygulamalar gibi ( örneğin kas içi enjeksiyonlar ) ağrılı da değildir.

Uygulama için 4 – 6 mm lik ( 29 - 30 g ) iğneler kullanılır.Bu amaçla doktorun kendi tercihine göre özel mezoterapi uygulama tabancaları da ( Pistor 4 ) mevcuttur.

KELİME ANLAMI ...

Latince “meso=orta” ve “terapi=tedavi” kelimelerinden meydana gelmiş olup “orta deri tedavisi” anlamındadır.Mezoterapi daima mezodermal dokuyu uyarmaya dayalı bir uygulamadır.Ana rahminde embriyonik gelişim temel olarak üç ana dokudan sağlanmaktadır ; ekdodermal,mezodermal ve endodermal dokular.Gelişim sırasında temel olarak ençok kullanılan kök doku ise mezodermal dokudur.İnsan embiryosunun oluşum ve gelişimi sırasında organlarının % 90 ı mezodermal dokudan menşei almaktadır.Bu nedenle mezoterapi bir çok hastalığın tedavisinde başarı ile kullanılabilmektedir.

DİĞER TEDAVİ YÖNTEMLERİNDEN FARKI ...

Ağız yoluyla ya da kas veya damar içine yapılan enjeksiyonlar yoluyla alınan ilaçların aldığınız miktarlarının tümü ilgili hedef organa kadar ulaşamamaktadır. Çünkü ilaçların emilimi sırasında bir kısmı berteraf edilerek alınamamaktadır.Bu nedenle alınan ilaçların hedef dokuya yeterli miktarda ulaşabilmesi için kandaki seviyesinin belli bir düzeye kadar çıkarılması gerekir.Bu da aslında daha az miktarda bir ilaçla halledilebilecek bir hastalıkta çok daha fazla miktarlarda ilaç alınmasını gerektirmektedir. Yani kabaca bir örnek verecek olursak; A ilacından 100 mgr. alınması ile hastalığımız tedavi olabilecekken alınan 100 mgr ilacın ancak 50 mgr ı emilebildiği için gerekli etkiyi oluşturabilmek amacıyla 200 mgr ilaç vermemiz gerekmektedir.Bu da vücuda gereksiz yere fazla miktarda ilaç alınması demektir.Alınan ilaçların fazla kalan miktarları ise böbreklerimiz ya da karaciğerimizde kandan temizlenmek için vücudumuzu boşuboşuna yormaktadır.Ayrıca sistemik yolla alınan ilaçlar ( standar kullanım yolları ) kan yoluyla tüm vücuda yayılabildiği için hastalıkla ilgisi olmayan ancak o ilaçtan etkilenebilen diğer organ ya da dokularımızı da etkileyecektir.

Mezoterapi ise sadece sorunlu bölgeye küçük miktarlarda yapılan mikroenjeksiyonlarla ,hiç bir istenmeyen yan etkiye maruz kalmaksızın problemi çözecektir.Özellikle bu iki konuda diğer ilaç kullanım yöntemlerinden çok daha avantajlıdır.

UYGULAMA AĞRILI MIDIR ..?

Mezoterapi, çok ince ve kısa iğne uçları ( 4 - 6mmlik 29 - 30g iğneler ) kullanılmak suretiyle uygulanan bir tedavi yöntemidir.Boyutları çok küçük de olsa vücuda giren iğneler nedeniyle belli bir ağrı duyulacağı beklenmesine rağmen uygulama çok hızlı olduğundan ağrı duyusu beyin korteksine ulaşmadan işlem bitmiş olur.Bu da acının olsa olsa çok az olarak hissedilmesine neden olmaktadır.( Biz merkezimizde az da olsa bu tip acıların da hissedilmemesi için uygulama yapılacak bölgede işlem öncesinde sprey ile lokal anestezi oluşmasını sağlamaktayız.Bu şekilde hastalarımızın hiç bir acı duymamasına özen göstermekteyiz.)

İLAÇLAR VE SİSTEMİK KAN DOLAŞIMI ...

Vücuda verilen her madde veriliş yolu ne olursa olsun değişik oranlarda kan dolaşımına ulaşır. Burada önemli olan dolaşıma geçen miktardır.İşte bu miktar mezoterapide minimaldir.Konnektif doku içinde arteriel ve venöz mikro sirkülasyon vardır ki buna vasa vasorum denir.İlaçların buradan emilimi çok az olduğu için sistemik dolaşıma ilaç geçişi de yok denecek kadar azdır.


İĞNE UÇLARI VE UYGULAMA DERİNLİĞİ...

Mezoterapide kullanılan iğne uçları 4 – 6 mm lik 29 - 30 gouche iğne uçlarıdır.Biz de kliniğimizde 4 –6 mm lik uçlar kullanmaktayız.Bu uçlar maksimum 4 mm kadar derine gidebilmektedir.Bu derinlik bizim için yeterlidir.

HER SEANSTA KAÇ ENJEKSİYON ..?

Yapılan enjeksiyon sayısı;hastaya,hastalığa ve enjeksiyonun yapılacağı bölgenin anotomisine bağlı olarak değişiklik göstermektedir.Eğer tedavisi gereken saha küçük bir yer ise uygulama sayısı o oranda azalacaktır. Eğer tedavi gerektiren saha geniş ise bu durumda uygulama sayısı da artacaktır.Genellikle bir seansta 200 uygulamaya kadar her vücut kolaylıkla telöre edebilmektedir.Ancak çoğu zaman en fazla enjeksiyonun yapıldığı sellülit tedavilerinde bile bu kadar enjeksiyona gerek duyulmamaktadır.Diğer tedavi programlarıda seans başına enjeksiyon sayısı 10 – 15 dir.

ENJEKSİYON SAYISI RİSK YARATIR MI ..?

Disposible ( her hasta için tek kullanımlık ) materyaller kullanıldığı ve genel hijyen ve steriliteye dikkat edildiği taktirde hiç bir risk ve tehlike yoktur.( Buna rağmen biz kliniğimizde fazla sayıda enjeksiyon gerektiren uygulamalarda belli sayıdan sonra iğne uçlarını da değiştirmekteyiz.)

KULLANILAN TEMEL İLAÇLAR ...

Mezoterapi uygulamalarında hastalığa göre ilaç seçimi yapılmaktadır.Ancak hemen hemen her karışımın içine girer diyebileceğimiz iki ilaç çok küçük dilüsyonlardaki prokain ve lidokain’dir.Bunların dışında hastalığa göre ilaçlar kullanılmaktadır.Örneğin ; artirit tedavisi için B1 ve B12 vitaminleri,vasküler hastalıklar için vazodilatörler ve bazı durumlarda aşı ve antibiyotikler de uygun miktarlarda karışım içinde kullanılmaktadır.İlaç uyumsuzluğu göstermeyen her gerekli ilaç karışım içinde kullanılabilmektedir,ancak standart kullanımda her karışım içinde uygun miktarda lidokain ya da prokain kullanılmalıdır.Bu örneklerde de görüleceği gibi her karışım içinde ortak bulunması gerekeren ilaçlar yanında her hastalığa göre değişiklik gösteren spesifik ilaçlar da tedavilerde kullanılmaktadır.

NELERİN TEDAVİSİNDE KULLANILIR ..?

Mezoterapi sıklıkla artirit gibi tüm eklem hastalıklarında,boyun ve bel fıtığı ağrıları,syatalji ve brakialji,migren ve adet ağrıları, spor travmaları,varis,lenfödem ve flebit gibi bazı damar hastalıkları,ayrıca estetik amaçlı olarak sellülit başta olmak üzere,vasküler lekeler,çeşitli cilt problemleri,cilt yaşlanmasını ve saç dökülmesini engellemek amacıyla yaygın olarak başarılı bir şekilde kullanılmaktadır.

TEDAVİLER KAÇ SEANS SÜRER..?

Tabiki her hastalık için standart bir seans sayısı belirlemek mümkün değildir.Bu öncelikle hastalığa,hastalığın derecesine,hastanın ilaçlara karşı verdiği cevaba ve uygulanacak bölgenin anotomisine göre değişiklik gösterecektir.

Örneğin migren gibi bazı hastalıklarda ayda bir kez ,8-9 ay süren tedavi periyodu uygulanırken,sellülit için haftada bir ya da iki kez olmak üzere istenen sonucun elde edilmesine kadar devam etmektedir ki bu da genellikle 20 seans kadar sürmektedir.

BAŞARI ŞANSI NEDİR..?

Bu da hastalığa ve derecesine göre değişiklik göstermekle birlikte,kullanım sahası içindeki çoğu hastalıkta ortalama % 70 gibi bir başarı şansı vardır.Burada doktorun hastasını iyi değerlendirip,uygun vakayı seçmiş olmasının da önemi büyüktür.

MEZOTERAPİYİ KİMLER UYGULAMALIDIR..?

Mezoterapi bu konuda eğitimini almış her doktor tarafından uygulanabilir.Tıp doktoru dışındaki şahısların uygulaması kesinlikle sakıncalı ve tehlikelidir.Bu konudaki yanlış anlatımlara kesinlikle inanılmamasını özellikle salıklarız.
ѕнσω мυѕт gσ ση ツ
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
1 Mayıs 2006       Mesaj #107
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
İş verimi ve okul başarısında düşme

İnternet tutkusu nedeniyle mektuplar açılmaz., gazeteler okunmaz, dergiler birikir, günlük küçük düzenlemeler yapılmaz, ev işleri ihmal edilir. Öğrenci izin verilirse vaktini ders çalışma yerine bilgisayar başında geçirir. Uykusuzluk, yorgunluk bunlara eklenir. İş ve okul başarısı düşer.


Baş ağrıları, çok çeşitli nedenlere bağlı olarak ortaya çıkan önemli bir rahatsızlık grubudur. Baş ağrısı kendi başına bir hastalık olabildiği gibi (migren), başka hastalıkların öncü belirtisi de olabilir (kanama veya tümör ağrıları gibi). Bu nedenle, baş ağrılarında doğru ve etkili ayırıcı tanı çok önemlidir.

Herkesin başı ağrıyabilir, ama ısrarlı ve başka belirtilerinde eşlik ettiği (bulantı, kusma, dengesizlik, çift görme, kol ve bacaklardaki uyuşma) baş ağrılarının mutlaka uzman bir hekim ve uygun tetkikler eşliğinde incelenmesi gerekir.

Baş ağrılarının türleri vardır. Bunların arasında pratikte en sık biçimde karşımıza çıkan “damarsal baş ağrısı” olarak da bilinen “migren türü baş ağrıları” ve “gerilim tipi baş ağrısı”dır. Bunlar dışında “kafa içinde yer alan tümör, kist, damarsal anormalliklere bağlı baş ağrıları” da vardır. Bu nedenle, hastanın dikkatli bir muayeneden geçirilmesinden sonra öncelikle yer kaplayıcı bir neden ihtimaline karşı görüntüleme yöntemleri (BT ya da MR) uygulanmalı, ardından özellikle gerilim faktörünün katkısı açısından, merkezimizde de bulunan Beyin Haritalaması yöntemine başvurulmalıdır.

Merkezimize başvuran hastalar arasında bir çok baş ağrısı hastası da bulunmakta ve yukarıda ifade edilen yaklaşımlar çerçevesinde baş ağrısı birimimizde tanı ve tedavi çalışmaları yapılmaktadır.

Bazı baş ağrısı türlerinde Manyetik Uyarım (TMU) tedavisinin başarı ile kullanıldığını söyleyebiliriz.

ahmetseydi - avatarı
ahmetseydi
VIP Je Taime
2 Mayıs 2006       Mesaj #108
ahmetseydi - avatarı
VIP Je Taime
Sıklıkla, sporun sağlığı bozan bir çok faktörün kaynağı olduğu unutulur. Sporun yararlarını bir tarafa koyarak, “hasta olmak istiyorsanız spor yapın” da diyebiliriz.

Yılda milyona yakın ölümün spordan kaynaklandığı tahmin edilir. Ölümler yalnızca, otomobil yarışçıları ya da alpinistler gibi üst düzey sporcuların şaşırtıcı kazalarından kaynaklanmaz. Ölümlerin çoğu yetersiz hazırlanma yanlışlıklarından da kaynaklanır; güneş altında tenis oynamak, çok yoğun bir koşu sonrası ya da yüzerek gereğinden fazla kuvvetine güvenerek plajdan çok uzaklara açılma sonrası kramp girmesi nedeniyle boğulmaların görülmesi

Spora başlarken mutlaka çok dikkatli olunmalı ve hekimin öğütleri göz önüne alınmalıdır. Kırk yaşından sonra, sağlıklı olsanız bile, özellikle kardiyak yıkımlardan sakınmak için düzenli olarak hekim kontrolünden geçmek gerekir. Spora bağlı kazalar ve sonuçlarını 4 guruba ayırabiliriz; kalp-damar bozuklukları, travmatik sorunlar, hareket sisteminde aşırı işlevsel sorunlar ve dopinge bağlı sorunlar.

1. Hareket sistemi üzerine: hareket sisteminde görülen rahatsızlıklar çok fazladır fakat ağır bir sorun değildirler. Önem derecesine göre sıralayacak olursak;

Kas tutuklukları; bu sonunlar, aşırı bir çalışma sonrası kaslarda biriken aşırı toksinlerin, özellikle laktik asitin birikmesinden kaynaklanır. Bu olay çalışmadan 24 saat sonra başlar ve 2-3 gün kadar sürebilir. Bu durum da çok su içmeli ve kaslara yumuşatıcı pomadlar sürülmelidir. Sauna ya da sıcak bir banyo iyi bir etki sağlayabilir.

Kasılma; istemsiz kas kasılmalarıdır, refleks bir reaksiyondan, aşırı uzamadan ya da eklem travmasından kaynaklanırlar. Olayın durumuna göre kas üzerine buz ya da tersine, sıcak banyo ve masaj uygulanır.

Uzama; kas liflerinin gerilmesine neden olan, kasın elastikiyet sınırının aşılmasıdır. Bu durumda zorunlu olarak tüm masajlardan kaçınmak ve liflerin toparlanması için 10 gün beklemek gerekir.

Lif kopması; belirli sayıda kas liflerinin yırtılmasından kaynaklanır ve beraberinde kas düzeyinde bir iç kanama görülür. Masaj sakıncalıdır, iyileşme en az bir ay sürer.

Kas Yırtılması; kasın yırtılması çok ağır bir tablo oluşturur. Cerrahi bir girişim gerektirir.

Tendinit; sporcularda sıklıkla görülür. Genellikle aşil tendonunda, pubisde, diz kapağında, uyluk addüktörlerinde ve dirsekte odaklanırlar (tenisçi dirseği). Tendinitler bazen tüm sportif aktivitelerin bir süre kesilmesini zorunlu kılar.

2. Kalp-damar sistemi üzerine; kalbin, saygı gösterilmesi gereken sınırlarının bilinmesi gerekir. Bu tür riskler özellikle; uzun süreden beri spor yapmayan, hiçbir ön hazırlığı olmayan, akşam karar verip sabah başlayan, kırk yaş üzeri yetişkinlerde ortaya çıkmaktadır.

Çok anlamlı bir örnek squaç’ tır ve görünmediği kadar çok şiddetli bir spordur. Tenis ve koşu da, özellikle güneş altında uygulandıkları zaman bazen tehlikeli sporlar olarak ortaya çıkarlar.

Sigara içmek ya da önemli bir fizik aktiviteden sonra saunaya girmek gibi yanlışlardan da kaçınmak gerekir.

3.Doping;

Yıllardan beri doping sorunu kaygı verici boyutlara ulaşmıştır, 1988’ de Seul Olimpiyatlarında Ben Johnson’ un altın madalyasının geri aalındığı hatıralardadır. Doping olarak kullanılan ürünlerin listesi hayli kabarıktır, özellikle yapay olarak performansta iyileşme sağlayan anabolizanlar ön sırayı almaktadır. Bunlar çoğunlukla vitaminler gibi psikolojik etkiye sahiptirler. Üstelik, düşüncesizce bu riski göze alan sporcuların yaşam ve sağlıkları için gerçek bir tehlike oluştururlar.

Anabolizanlar; bunlar hormonlardır, erkek testosteronu olarak takdim edilirler. Yoğun bir antrenmanı uygulamak koşuluyla önemli ölçüde kas kitlesini artırırlar. Kaslarda kitle artışı görülse bile tendonların üzerine hiçbir etkileri yoktur, kasın kasılma kuvveti tarafından kopmalar olabilir.

Anabolizanlar bazen tehlikeli tendon kopuklarına yol açmaktadırlar. Bunun yanında, kadınlarda geri dönüşümü olmayan erkekleşme, seksüel yaşam bozuklukları, bazen kanser (özellikle prostat kanseri) gibi çok ağır tabloların kökenini oluştururlar.

Amfetaminler; en çok bilinen ürünlerdir, uyarıcı ilaçlardır. Açlık duygusunu, özellikle yorgunluk hissini yatıştırırlar. Yarışma esnasında öfori sağlarlar ve sporcu kendisini yenilmez hisseder. Fakat, uzun sürede önemli psikolojik bozukluklara yol açarlar, özellikle kişi sürekli olarak hallisünasyonlar ile karşı karşıya kalır.

Kortikoidler; strese karşı mücadeleye ve çabuk toparlanmaya olanak sağlarlar. Fakat, hormonal sistemi tamamen bozarlar, kas ve tendon düzeyinde ağır yaralanmalara yol açarlar, bazen diyabete neden olurlar ya da kullanımlarından uzun yılar sonra osteoporoza yol açarlar.

Kardiyak uyarıcılar; uzun zamandır, yarışma öncesi eritrosit enjeksiyonu, özellikle dayanıklılık sporlarında destekleyici rol oynadığı sanıldı. Oysa, bu doping tamamen etkisizdir ve günümüzde terk edilmiştir. Kardiyak tonik olarak bilinen ünlü efedrin bir çok öksürük şurubu ve burun damlası gibi ilaçlarda bulunur. Kafeinin aşırı tüketimi yasaktır, fakat yinede kontrole yakalanmamak için 6-8 fincan içilebilir.

Medikal kontrol; sportif bir aktiviteye başlamadan önce medikal bir kontrolün yapılması kaçınılmazdır. Bu kontrol özel bir merkezde yapılmalıdır. Bu kontrolün amacı, genel olarak bir sporu yapmaya ya da belli bir spor için olası yasaklı durumların varlığını saptamayı amaçlar. Bu durum EKG, kardiyak enzimler, röntgen ve hastanın muayenesi ile araştırılır.

Kesin yasaklı durumlar;

-yeni geçirilmiş miyokard infarktüsü

-tipik göğüs ağrısı

-konjenital kardiyopati (doğuştan kalp hastalığı)

-kardiyomiyopati (kalp kasının kasılma özelliğinin azalması)

-akut perikardit (kalp zarının iltihabi hastalığı), miyokardit (kalp kasının iltihabi hastalığı),

-kalp ritim ve iletim bozuklukları

Göreceli yasaklı durumlar;

-miyokard infarktüsü; yeterli bir aradan sonra (en az 6 ay) ılımlı egzersizi engellemez, fakat yarışma yasaktır,

-kalp ritim bozuklukları (hastanın takibi gerekir),

-göğüs ağrısı (EKG ve kardiyak enzimler normal, atipik göğüs ağrısı olursa spor yapılabilir),

-orta derece arteriyel hipertansiyon (yüksek hipertansiyon yasak) ,

-tansiyonu düşük olanlar ya da efor testinde tansiyonu yükselmeyenler

Bu incelemelerden sonra, hekim size yapabileceğiniz sporu önerecektir. Mesela, kulak ağrınız var ise suya dalmanız yasaklayacaktır.
ѕнσω мυѕт gσ ση ツ
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
2 Mayıs 2006       Mesaj #109
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Karın Ağrısı bir hastalık mıdır?
Hayır, karın ağrısı başlı başına bir hastalık değil, herhangi bir hastalığın belirtisidir.
Karnı ağrıyan bir kişinin mutlaka bir hastalığımı vardır?
Aksi ispat edilene kadar evet, ama bazen fazla yemek, abur cubur gıdaları fazla kaçırma, okulla ilgili olarak sınav korkusu gibi nedenlerle de karın ağrısı olabilir.

Neler karın ağrısına neden olur?
  • İshal
  • Kabızlık
  • Parazitler
  • Apandisit
  • Fıtık
  • Bağırsak düğümlenmesi
  • Böbrek hastalıkları
  • Bazı ateşli hastalıklar
  • Karında kitle
  • Bademcik iltihabı
  • Psikolojik
Peki bunlarda karın ağrısı ile birlikte başka belirtilerde var mıdır?
Evet, karın ağrısına sıkça kusma ve ateş eşlik edebilir. Örneğin, ishal, apandisit, idrar yolları enfeksiyonları, bağırsak düğümlenmelerinde sıklıkla kusma görülebilir.
Bademcik iltihabı, yine bazı ishal ve idrar yolları enfeksiyonlarına da sıklıkla ateş eşlik eder.
Son düzenleyen Safi; 7 Mart 2016 17:44
ahmetseydi - avatarı
ahmetseydi
VIP Je Taime
2 Mayıs 2006       Mesaj #110
ahmetseydi - avatarı
VIP Je Taime
Yaşlanma Nedir ?

İnsanlar son 20-30 yıldan beri nasıl ve neden yaşlandıklarını artık daha iyi anlıyorlar.Hormonların yapısı ve vücuttaki etkileri açıklığa kavuştuktan sonra yaşlanmanın gerşek donelerine de ulaşılmış oldu.Yaşlanmanın gerçekleşmesinde bir çok dış etken rol oynamaktaysa da asıl mekanizma vücudun kendisindeki eksilmelerden kaynaklanmaktadır.

Yaklaşık her üç yılda bir vücudumuzda bulunan hücrelerin % 85 – 90 ı yeniden yapılanıyor.İnsan vücudu, sürekli ölen ve yerine devamlı surette yenisi yapılan trilyonlarca hücreden ibarettir.Bunlardan yanlızca beyin ve sinir hücrelerinin yenilenmesi mümkün değil denecek kadar azdır.Bu hücrelerden sadece çok sınırlı bir kısmı mevcut olan hafızayı korumak ve yeni yaşananları kaydetmek için zaman içinde yenilenmektedirler.

İnsanoğlu,vücudun temel sayılabilecek,en önemli hormonlarını 30 lu yaşlara geldiğinde kaybetmeye başlar.Büyüme hormonu ( BH - growth hormon ),gelişme çağı boyunca en fazla üretilen hormonlardan biridir ve doku tamiri,hücre yenilenmesi,organların çalışması,kemiklerin dayanıklılığı,beyin fonksiyonlarının sağlanması,enzim üretimi, saç mevcudiyeti ve deri-tırnak gelişimi için gereklidir.Bundan başka, vücudumuzdaki tüm steroid hormonların ana kaynağı sayılan De-Hidro-Epi-Androstenon ( DHEA ) da vücudumuzun bir çok fonksiyonlarını yerine getirebilmesi için mutlak gerekli hormonlardan biridir. Vücudumuz için büyük öneme haiz olan bu her iki hormonun üretimi de ilerleyen yaş ile 30 lu yaşlara gelindiğinde durur.Üretim durunca buna bağlı fonksiyonlarda da aksamalar ve hatta kaybolmalar ortaya çıkar.Örneğin büyüme hormonunun yokluğuna bağlı olarak hücre yenilenmesi de durur ki bu durum yaşlanmanın en önemli basamağını teşkil eder.

Oksidasyon ; bir anlamda vücudun paslanmasıdır diye tanımlanabilir.Oksidasyonun en önemli nedeni vücudumuzdaki serbest radikallerdir.Serbest radikaller ; aldığımız besinlerin,oksijenin de kullanılması ile enerjiye dönüşümleri esnasında oluşturdukları reaktif moleküllerdir.Bunlar hücrelere ve hücrenin ana yapısını teşkil eden DNA ya zarar verir.Bu konuda yapılan bir çok çalışma göstermiştir ki ; serbest radikallerin varlığı,yaşlanmaya ve yaşlanmayla ilgili kanser ve kalp hastalıkları gibi bir kısım hastalıklara daha fazla yakalanmaya neden olmaktadır.

Tüm bunların dışında çevresel faktörler de yaşlanmanın ikinci ayağını teşkil ederler.Yavaş yavaş fonksiyonlarını yitiren,cildimiz gibi özellikle dış dünyaya açık olan dokularımıza bir darbe de çevresel faktörler tarafından vurulur.Yıllarca yerçekiminin kesintisiz etkisine maruz kalan cilt ve cilt altı dokusu, kaybolan kollajen ve elastin lifleri nedeniyle sarkmaya başlar.Güneşin UV ışınları,atmosferin değişen kötü şartları,sağlıksız ve doğal olmayan beslenme şekli,gideren daha sedanter hale gelen yaşam şartları ve fiziksel aktivitenin de azalması ile yaşlanma tam olarak oturmaya başlar.


Yaşlanma Önlenebilir mi?

İnsanoğlu, yüzyıllardır yaşlanma ve ölümün sırrını çözmeye çalışmış, genç ve sınırsız yaşamın formülü için çabalayıp durmuştur. Bu, belki de dünyanın sonuç vermeyen en uzun süreli çalışmasıdır.Çünkü hala beklenilen sorunun cevabı tam olarak verilememektedir. Yaşlanma durdurulabilir mi..?

Yaşlanmanın önlenmesi bugün için henüz mümkün olmasa da yaşlanmayı optimal şartlarda geciktirmek ve daha kaliteli bir yaşamı temin etmek mümkün olabilmektedir.Bunlar bilimsel olarak kanıtlanmış dayanaklar üzerine kurulan ve hemen tüm dünyada yaygın olarak kullanılmaya başlanan kompleks programlarla sağlanabilmiştir.

Son 30 yıl içinde yapılan çalışmalar ile yaşlanma konusundaki bilgilerimiz oldukça artmıştır.Yaşlanmanın, çevresel faktörlerin de etkisiyle birlikte esas olarak yapısal bazı maddelerin giderek azalmasından ve sonunda yok olmasından kaynaklandığı ortaya çıktığından bu yana,eksilen bu maddelerin dışardan,tekrar yerine konulması suretiyle yaşlanmayı geciktirebilmek mümkün hale gelmiştir.Ancak sadece bu yeterli olmamakta,aynı zamanda çevresel faktörlerin etkinliğini de azaltmak gerekmektedir.

30 lu yaşlara kadar büyümemizi,gelişmemizi ve hücrelerin yenilenmesini sağlayan büyüme hormonu, bu yaşlardan sonra artık üretilmemektedir.Ayrıca steroid hormonların en önemli ana maddesi olan DHEA hormonu da ilerleyen yaşla azalmakta ve kadınlarda menopoz,erkeklerde ise andropoz ile birlikte yok denecek seviyelere düşmektedir.Her iki hormonun da yaşlanma ile direk ilintili olması,yaşlanmaya karşı tedavi seçenekleri içinde;bunların dışardan telafi edilmesi durumu da söz konusu hale gelmiştir.Bunun yanında,vücudumuza alınan besin maddelerinin enerjiye çevirimi işlemleri esnasında ortaya çıkan serbest radikaller,oksidasyona neden olarak bir anlamda vücudun oksitlenmesini ( paslanma ) sağlamaktadır. Bunlara karşı da antioksidan özellikli maddelerin kullanımı gündeme gelmiştir.

Replasman tedavisi dediğimiz bu tedavilerin yanında cildin zararlı dış etkenlerden korunmasını sağlamak,güvenilir ürünlerle ilgili uzmanların denetiminde rutin cilt bakımları yaptırmak,dengeli ve sağlıklı besinlerle doğru bir şekilde beslenmek,düzenli egzersiz yapmak ve bunlara rağmen oluşan yaşlanma arazlarını uygun metodlarla yok ettirmek de yaşlanmaya karşı verilen mücadelenin diğer ayaklarını teşkil etmektedir.

30 lu yaşlardan sonra bu faktörlerin göz önünde tutulduğu bir yaşam şeklini seçtiğiniz taktirde ilerleyen yaşınıza rağmen 20 - 30 yıl daha genç görünmeniz mümkün olabilmektedir.
ѕнσω мυѕт gσ ση ツ

Benzer Konular

7 Mart 2016 / WaRrioR Sağlıklı Yaşam
7 Mart 2016 / Ziyaretçi Cevaplanmış
7 Mart 2016 / prenses ayşe Cevaplanmış