Arama

Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler - Sayfa 12

Güncelleme: 20 Ocak 2015 Gösterim: 598.250 Cevap: 719
ahmetseydi - avatarı
ahmetseydi
VIP Je Taime
2 Mayıs 2006       Mesaj #111
ahmetseydi - avatarı
VIP Je Taime
Bilim dünyasında, diş çürümelerini önceden engellemek için yapılan ilginç çalışmalar var. Bu çalışmalardan biri, diş çürümelerine sebep olan S. mutans bakterilerini diş çürütemez hale getirme amacını taşıyor.

Sponsorlu Bağlantılar


NORMAL bir insanın ağzında yaklaşık altıyüz farklı tür bakteri yaşıyor. Bizler ile bu bakteriler arasında karşılıklı bir yardımlaşma var. Ağız florası dediğimiz bu mikroorganizmalar bizde bol besin, ağız içi salgıları ve sabit sıcaklık gibi yaşamaları için gayet uygun şartlar buluyorlar. Buna karşılık koloniler oluşturarak dışarıdan gelen, yabancı ve zararlı olabilecek mikroorganizmaların çoğalmasına ve koloni kurmalarına engel oluyor ve yabancı mikropları öldürebilen kimyasallar salgılayarak vücudumuzun savunma sistemine yardım ediyorlar.

Fakat, ağız florasında bulunan bakterilerden biri olan Streptococus mutans eğer biz gerekli diş bakımını yapmıyorsak diş çürümelerine yol açıyor. S. mutans şekerli yiyecekler yendiğinde; özellikle sukroz, yani rafine şeker yendiğinde, bu şekerleri kendi hücre içinde veya hücre dışında ‘gluken’ adı verilen polimer şekerlere dönüştürerek daha sonra kullanmak üzere depoluyor. (Zaten, diş çürüğü probleminin rafine şekerlerin kullanılmaya başlanması ile artış gösterdiğini sırası gelmişken belirtelim.)

Hücre dışında depolanan ‘gluken,’ yapışkan bir madde. Diş üzerinde biriken bakteri ve etrafındaki glukenler diş plağı veya diğer adı ile biyofilm meydana getiriyorlar. Eğer yemeklerden sonra diş fırçalanıp bu plak tabakası ortadan kaldırılmaz ise, problemler başlıyor. S. mutans oksijenli ortamda bir dizi kimyasal işlem sonucu şekeri karbondioksit ve suya parçalayarak enerji üretiyor ve bu durumda bize bir zararları olmuyor. Ancak dişlerin fırçalanmaması sonucu diş üzerinde oluşan tabakanın altında kalan bakteriler hava alamıyorlar. Bakteriler bu durumda oksijen gerektirmeyen başka bir kimyasal yol izleyerek şekeri laktik asite dönüştürüyor ve böylece yaşamaları için gereken enerjiyi üretiyorlar. Kendilerine verilmiş olan bu özellik sayesinde ortamda hava olsa da olmasa da hayatlarını devam ettirebiliyorlar. Ancak diş plaklarında üretilen bu asit zamanla diş minesini zedelemeye başlıyor.

Aslında ağız içi salgıları, üretilen asiti nötrleştirecek şekilde yaratılmış. Ama diş fırçalamama sonucu oluşan plak ağız içi salgısının ulaşmasını engelliyor. Diş minesi zayıflamaya başlayınca lactobacilli, actinomyces gibi diğer bakteri türleri de dişin zedelenen kısmına ulaşarak diş çürüklerinin gelişmesine yardım ediyorlar.
Diş çürüklerinin tedavisi çoğu zaman çürük dişin doldurulması, kanal tedavileri veya son çare olarak dişin çekilmesi ile yapılıyor.

Ama diş çürüklerinin tedavisinin yanısıra diş çürümelerini önceden engellemek için de çalışmalar var. Bu çalışmalardan bir tanesi, diş çürümelerine sebep olan S. mutans bakterilerine yönelik ve onları diş çürütemez hâle getirmek amacını taşıyor. Diğer metod ise S. mutans bakterilerine karşı aşı geliştirilerek bedenin savunma sisteminin güçlendirilmesini hedef alıyor.



YER DEĞİŞTİRME METODU: Bu çalışma ağız içinde yaşayan S. mutans bakterilerinin genetik olarak değiştirilmiş ve diş çürümesine sebep olmayan kardeşleriyle yer değiştirmesini hedefliyor. Florida Üniversitesi’nde bu konuda araştırma yapan Jeffrey Hillman S. mutans bakterilerinin değişik türlerini incelerken, bir türün bir çeşit toksin üreterek kendisi dışındaki mutans türlerinin yaşamasını engellediğini tesbit etmiş. Bu özellik yeni bakterilerin eskileri ile yer değiştirmesini kolaylaştırabilir, ancak bu bakteriler de laktik asit ürettiğinden diş çürümesini engelleyemiyorlar. Fakat rekombinant DNA teknikleri kullanılarak bu yeni bakterinin genetik kodunda bulunan ve laktik asit sentezlenmesini sağlayan enzimin/proteinin kodu silinirse, artık bu bakteri diş çürümesine sebep olan asiti üretemeyecektir.

Uzun süren araştırmalar sonucunda 1990’lı yılların ortalarında Hillman ve arkadaşları genetik olarak değiştirilmiş, hem laktik asit üretmeyen, hem de ürettiği toksin ile diğer mutans türlerinin ölmesine yol açan BCS3-L1 ismini verdikleri bakteriyi geliştirmeyi başardılar. Dişleri yeni bakteriyi içeren solüsyonla fırçalayarak veya ağız spreyi şeklinde alarak uygulanan bu yöntemle teorik olarak ağızda bulunan ve laktik asit üreten S. mutans bakterileri, yeni tür bakterinin zehirlemesi sonucu ölecek ve böylece sadece laktik asit üretmeyen türün yaşaması mümkün olacaktır. Hayvanlardan elde edilen test sonuçları bu uygulamanın diş çürümelerini önemli derecede azalttığını göstermektedir. Ancak sırada insanlarda yapılması gereken klinik testler var ve bu testlerin yapılması için izin alınması gerekiyor.



AŞIMETODU: Diğer bazı araştırmacılar ise diş çürüklerine yol açan bakterilere karşı ‘aşı’ geliştirmek için çalışıyorlar. Bebeklerde daha S. mutans bakterileri kolonileşmeye başlamadan önce kullanılacak burun spreyi şeklindeki aşı, vücüdun savunma sistemini güçlendirecek ve bu bakterilerin çoğalarak koloni oluşturmasını engellemek suretiyle ömür boyu koruma sağlayabilecektir. Bu aşı metodu da, diğer metod gibi, henüz klinik testler aşamasında.
Bakteri yer değiştirme metodunun veya aşı tekniğinin başarılı olup insanların kullanımına sunulması artık diş fırçalamak zorunda kalmayacağız mânâsına gelmiyor. Yine ağız ve özellikle de diş eti sağlığımız için dişlerimizi fırçalamaya devam edeceğiz.

Fakat eskisi kadar diş ağrılarından şikayet edip, dişlerimizi doldurtmak veya çektirmek zorunda kalmayacağız. Ancak şu da var ki bu ürünlerin piyasaya çıkması zaman alabilir. Eğer daha önceki senelerde yapılan tahminler doğru çıksaydı şimdi bu ürünleri kullanıyor olacaktık.

Bazen çözümler teorik olarak kolay görünse de, pratiğe döküldüğünde bir sürü detay problemlerle karşılaşılabiliyor. Yeni bir tedavi yöntemi bulmak ve insanların yararına sunulmak istendiğinde, sabırlı olup tek tek problemleri çözmek gerekiyor.
ѕнσω мυѕт gσ ση ツ
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
2 Mayıs 2006       Mesaj #112
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Burkulmalarda İlkyardım
  • Burkulan bölge sabit tutulur ve kalp seviyesine getirilir.
  • Buz tatbiki uygulanır.
Kırıklarda İlkyardım

Sponsorlu Bağlantılar
Genel Prensipler
  • Eklem veya kırık bölgenin hareketini engellemek için kırılan bölge sabitlenmeli.
  • Kırık bölgeye soğuk uygulama yapılmalı (buz uygulaması).
  • Kol ve bacaklardaki kırıklar sabitlendikten sonra kalp seviyesinden yükseğe kaldırılmalı.
Bacak
  • Diz ve ayak bileği eklemini içine alacak şekilde ve eşit uzunlukta iki atel seçilmeli (uzun bir tahta kullanılabilir)
  • Atel bacağın iki tarafına uygun şekilde yerleştirilmeli ve geniş sargı ile bağlanmalı.
Uyluk
  • Kalça ve diz eklemini içine alacak şekilde, biri koltuk altına uzanacak uzunlukta iki atel seçilmeli
  • Atel bacağın iki tarafına uygun şekilde yerleştirilmeli
  • İki atel gövde düzeyinde ve bacak hizasında iki veya üç geniş sargı kullanarak, diz seviyesinde geniş bir sargı, ayak bileğinde 8 şekli oluşturan bir sargı ile bağlanmalı.
Omurga Tesbiti
  • Esnemeyecek kalınlıkta 1.8-2 m. uzunlukta ve en az 70 cm genişliğinde sert materyal seçilmeli (tahta, kapı veya merdiven)
  • Tahta, katlanmış bir battaniye ile kaplanmalı
  • Boyun, bel ve dizlerin arkası yumuşak materyalle desteklenmeli
  • Başı desteklemek için, baş altına bir kumaş halkası yerleştirilmeli
  • Baş bir bandajla tahtaya bağlanmalı
  • Vücut, yanlarda rulo haline getirilmiş battaniyelerle desteklenmeli
  • Ayak bileği, bacak, uyluk ve kalça sargılarla tahtaya bağlanmalı
  • Göğüs çapraz sargılarla tahtaya bağlanmalı.

Son düzenleyen Safi; 7 Mart 2016 17:44
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
2 Mayıs 2006       Mesaj #113
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Geçmişi değiştiremeyebiliriz ama gelecek için şansımızı deneyebiliriz.

Eğer istemediğiniz halde yemek yiyorsanız, bir dakika sonra kendinizi kontrol altına alabilirsiniz. İradeyi kullanmak, dakikalarla başlar, saatlik, günlük, haftalık, aylık... sürelerle devam eder.

Yeryüzündeki hiçbir yiyecek, sizin kendinizi zayıf hissetmenizden daha lezzetli olamaz.

Artık biliyorum ki, doğru seçimler yaparsam, zayıflayabilirim. Her an şu soruyu soruyorum: "Buna ihtiyacım var mı, gerçekten onu yemeyi istiyor muyum?

Eğer yemek yemek istemiyorsanız, yemek yiyebileceğiniz bir yere gitmeyin.

Sosyal zorunluluk olarak, bir partiye gidiyorsunuz, ne yiyeceğinizi de planlayın

Eğer bir açık büfe ile yüz yüze iseniz, hemen salata bölümüne gidin ve tabağınızı salatayla doldurun. İkinci kez gittiğinizde kendinizi tok hissedeceksiniz ve daha fazla kontrol edebileceksiniz.

Her zaman ölçülü olun. Porsiyonlarınız küçük olsun.

Bol sebze, Az yağ, Bardak bardak su... .

Yemeğe başlamadan önce bir bardak su için ve bu sırada düşünün, "Şu anda yemek yiyorum ama hedeflediğim kilodan uzaklaşıyorum." Kendi kendinizle yapacağınız tartışmalar işe yarayacak.

Bilinçli bir şekilde yemek yiyin. Yavaş olun. Ağzınıza götürdüğünüz her lokmaya dikkat edin.

Her yemekten sonra dişleriniz fırçalayın. Ağzınızdaki temizlik duygusu sizin bir kaç saat acıkmanızı engelliyor.
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
3 Mayıs 2006       Mesaj #114
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
AIDS
1q HIV enfeksiyonu, HIV adı verilen bir virüsün yol açtığı ve özellikle cinsel yolla bulaşan bir hastalıktır. AİDS de, yaklaşık 5 - 10 yıl devam eden HIV enfeksiyonunun son evrelerine verilen isimdir. AİDS; Edinilmiş Bağışıklık Yetersizliği Sendromu (Acquired Immune Deficiency Syndrome)’nun, HIV; ise İnsan Bağışıklık Yetersizliği Virüsü (Human Immunodeficiency Virus)’nün başharflerinden oluşur. Virüs, bağışıklık sistemimizin organizatörü olarak görev gören CD4 adındaki T lenfositlerini infekte edip, yıllar içerisinde sayılarını azaltarak bağışıklık sisteminin işlev görmesini engelleyerek etkisini gösterir. CD4 sayısı 200’ün altına düştüğü zaman HIV enfeksiyonu AİDS adını alır. Bütün bunların sonucu; ortaya fırsatçı enfeksiyonların çıkması ve malin hastalıklara bağlı ölümün gerçekleşmesidir.
Eldeki mevcut tedavi yöntemleriyle AİDS’in tam olarak tedavi edilmesi bugün için mümkün değildir. Virüse etkili ve fırsatçı enfeksiyonlara karşı koruyucu tedavilerin uygulanması, hastaların yaşam sürelerini önemli ölçüde uzatır.

Yaklaşık 40 milyon kişinin HIV ile infekte olduğu ve her gün yaklaşık 16.000 kişiye virüs bulaştığı tahmin edilir.
2000 yılı sonunda resmi kayıtlara geçmiş HIV’le infekte kişi sayısı yaklaşık 1000’dir. Fakat HIV’le infekte kişi sayısının 20.000 - 30.000 arasında olduğu tahmin ediliyor.

AIDS Kronolojisi
Haziran 1981: Amerikan Halk Sağlığı Merkezi, çok ender rastlanan bir pnömoni ile ilgili ilk resmi raporu verdi.

Temmuz 1982: Özellikle homoseksüeller, uyuşturucu kullanıcıları ve hemofili hastaları arasında daha fazla yaygın olan ve bağışıklık sistemine nedeni belli olmayan bir hastalık olarak yerleşen duruma, Amerikan Sağlık Örgütleri AIDS adını verdi.

Ocak 1983: Heteroseksüellerin de AIDS riski taşıdıkları, partnerleri AIDS olan iki kadının da hastalanmasıyla ortaya çıktı.

Mart 1983: Gayler, uyuşturucu bağımlılırı ve diğer AIDS risk grubundan kabul edilenlerin kan vermeleri yasaklandı.

Mayıs 1983: Paris Pastör Enstitüsü'nden Luc Montagnier ve takımı ilk kez AIDS'e bir virüsün neden olabildiğini buldular.

Nisan 1984: Maryland Ulusal Kanser Enstitüsü'nden Dr. Robert Gallo, AIDS virüsünü izole ettiklerini bildirdi.

Mart 1985: Kanda virüs bulunup bulunmadığını anlayan ilk test oluşturuldu.

Nisan 1985: İlk Uluslararası AIDS Kongresi Atlanta'da gerçekleştirildi.

Haziran 1985: Gazeteler, ünlü aktör Rock Hudson'ın AIDS olduğunu yayınladılar.

Mart 1987: İlk AIDS ilacı AZT yapıldı.
Haziran 1987: Amerika HIV pozitif olanların sınırdışı edilmesine ve HIV pozitiflerin ülkeye girmelerini yasakladı.

Ekim 1987: Amerikalı araştırmacılar ilk AIDS aşısıyla ilgili çalışmalara başladı.

Ekim 1987: And the Band Played On isimli ilk AIDS filmi gösterime girdi. Pek çok ünlü sanatçının para almadan oynadıkları bu film, AIDS gerçeğinin ilk kez bu kadar açık ortaya konulduğu yerdi.

Haziran 1989: AIDS hastalarının başlıca ölüm nedenlerinden biri olan pnömoniaya karşı, Amerikan Sağlık Örgütü ilk ilacı oluşturdu.

Nisan 1990: 18 yaşındaki hemofili hastası Ryan White, 5 yıl önce kendisine verilen kandan aldığı HIV virüsü sonucunda AIDS olarak öldü. Ve AIDS'in simgesi oldu.

Haziran 1991: Yapılan araştırmalar sonucunda 1 milyondan fazla amerikalının HIV taşıdığı ve kuzey yarım kürede yaklaşık 500 bin kişinin AIDS yüzünden öldüğü açıklandı.

Ekim 1991: Dünya Sağlık Örgütü, yaklaşık 10 milyon kişinin HIV virüsü taşıdığını açıkladı.

Kasım 1991: NBA'in ünlü basketbol oyuncusu Magic Johnson, HIV pozitif olduğunu açıkladı. Oscar sahibi yönetmen Tom Jones 63 yaşında AIDS'ten öldü.

Nisan 1992: Tenis oyuncusu Arthur Ashe, AIDS olduğunu ve virüsü bir kalp ameliyatı sırasında aldığını açıkladı.

Temmuz 1992: AIDS'lilerin uyuşturucuya yönelmesi ve bunların tedavisiyle ilgili ilk bildiriler yayınlandı.

Ocak 1993: Ünlü balet Rudolf Nureyev 54 yaşında AIDS'ten öldü.

Nisan 1993: AZT ile yapılan AIDS tedavisinin başarılı olmadığı, Avrupalı ve Amerikalı araştırmcılar tarafından ortaya kondu.

Nisan 1994: Dünya Artistik Buz Pateni şampiyonu John Currey, 44 yaşında AIDS'ten öldü.

Aralık 1994: 1981 yılında bir kan nakliyle HIV alan Elizabeth Glaser, AIDS'ten öldü. Elizabeth Glaser’in kızı 1988 yılında AIDS'ten ölmüştü. Oğlunda da HIV pozitifti.

Şubat 1995: Diver Greg, 4 olimpiyat altın madalya sahibi olan yüzücü, bir televizyon prgramı sırasında AIDS olduğunu açıkladı.

Temmuz 1996: Araştırmacılar bir herpes virüsünü tanımladılar. Bu virüs gay kanseri olarak da adlandırılan Kaposi Sarkoması'na neden oluyor.
Aralık 1996: Dünya AIDS gününde, Birleşmiş Milletler AIDS programı 6.4 milyon kişinin AIDS'ten öldüğünü ve 22.6 milyon kişinin de HIV pozitif taşıdığını açıkladı.
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
3 Mayıs 2006       Mesaj #115
arwen - avatarı
Ziyaretçi
.) Çikolata bağımlılık yapıyor mu?
Günümüzde seri üretim halinde piyasaya sürülen çikolata ürünlerinin tümü yüksek oranlarda şeker içeriyor. Bizi çikolataya karşı bağımlı kılan en önemli etmen de işte bu "tatlı"lık.

Yoksa siz de mi bir tatlı seversiniz?
Yakın zamanlarda New Yor Üniversitesi'nde yapılan bir araştırma kimi insanların tatlı yemeye karşı niçin daha eğilimli olduğu sorusunun yanıtını genlerde bulmuş. Çalışmayı fareler üzerinden yürüten ekip, bulunan gen dizilimlerinin benzerlerini insan genomunda da saptamış.

Evrim ne diyor?
Evrimsel kuramcılar, tatlı şeyleri tanıyabilme ve onlara yanıt verebilme yetisini atalarımızdan miras aldığımızı düşünüyor. Tatlı gıdaların bol enerjili ve besleyici özellikleri olduğunu da göz önünde bulunduracak olursak, tarih öncesi çağlarda insanların zehirli, acı bitkilerdense meyve toplama eğilimi geliştirmiş olmaları anlam kazanıyor. Ancak yine de atalardan gelen bu tercihlerin günümüz süpermarket kültüründe ne derece etkili olduğu tartışılır!

Endorfin hormonunun salgısı tetiklenirse.
l Çikolata, tıpkı diğer şekerli yiyeceklerin de yaptığı gibi vücuttaki endorfin hormonunun salgısını tetikliyor. Bu hormonsa, haz ve mutluluk hisleriyle ilişkili. Ancak bu tatlı tadın yanı sıra çikolata henüz kimi etkileri saptanamamış 300 farklı kimyasal barındırıyor. Yani bağımlılık, bu bilinmeyen kimyasallardan da kaynaklanıyor olabilir.
Çikolata ve Hamilelik
Bayanlar özellikle de adet öncesi dönemlerde ve hamilelikte sık sık çikolataya aşererler. Uzmanlar bunun nedenini, söz konusu zaman dilimlerinde vücutta oluşabilecek magnezyum ve demir eksikliğine bağlıyor. Çikolata ise bu eksikliğe çözüm olabiliyor.
Çikolata ve UyarıcılarÇikolatada bulunan ve Merkezi Sinir Sistemi'ni uyaran kafein, kişinin dikkatinde yükselme sağlayabiliyor. Diğer bir uyarıcı olan theobromin ise akciğer çevresindeki istemsiz kasları yatıştırıyor. Bu maddeler, çikolatanın niçin bağımlılık yaptığına dair en favori seçenekler.

Çikolata niçin iyi hissettiriyor?
Çikolatanın içerdiği kimyasallar beynimizin nörotransmitter trafiğini etkiliyor:
Nörotransmitterler: Beynimizin kimyasal mesajcıları da diyebiliriz. Farklı sinir hücreleri arasında elektrik sinyallerini taşıyorlar. Bu sinyallerse deneyimlediğimiz his ve duygularda değişim yaratıyor.
Çikolatanın içerdiği iki güçlü kimyasal ve etkileri:
Tryptofan: Beynin, seratonin isimli nörotransmitteri yapmak için kullandığı kimyasal. Yüksek miktarlarda seratoninse mutluluk hissini tetikliyor.
Phenylethylamine: "Çikolata amfetamini" adıyla da anılan bu kimyasal, kişide uyarılmışlık, çekim ve baş dönmesi hissi uyandırıyor. Beyindeki zevk merkezini tetikliyor.
Son düzenleyen Safi; 7 Mart 2016 17:45
Pollyanna - avatarı
Pollyanna
Ziyaretçi
3 Mayıs 2006       Mesaj #116
Pollyanna - avatarı
Ziyaretçi
Bebeklere Bal Yedirmeyin



Bal, herkes tarafından çok sağlıklı bir doğal ürün olarak kabul edilir. Balın mucizevi etkileri üzerine kitaplar da yazılmıştır. Aslında bunların çoğunda da gerçek payı var. Öte yandan, bebeklerimiz de canımızdan bir parça olduğu için onlara büyük özen gösteririz. Yemeyiz, onlara yediririz, hastalanmamaları, sağlıklı gelişmeleri için elimizden geleni yaparız. Bu nedenlerle bal, bebeklere sıklıkla yedirilen bir besindir. Oysa uzmanlar bir yaşından küçük bebeklere bal yedirilmemesi konusunda anneleri uyarıyorlar. Bunun nedeni de balda bulunabilen botulism sporları. Arının, çiçeklerden bal toplarken, doğada bulunabilen bu hastalık etkeninin tohumları demek olan sporlarını da taşımasıyla bala karışabiliyor. Bozuk konservelerin yenilmesi halinde insanı zehirleyen ve öldürücü olabilen botulism toksini üretimine neden olan sporlar, vücuda girdiği zaman clostridium botilium adlı bir hastalık etkeninin oluşmasına yol açıyorlar. Bu bakterini ürettiği toksin de kaslarda felçlere yol açabilen zehirlenme nedeni oluyor. Solunum kaslarının felci de ölümcül olabiliyor. Bu toksin erişkinler için de tehlikeli, ancak, baldaki toksin miktarı büyükler için önemli olmazken küçük bebekler için öldürücü bile olabiliyor.
Son düzenleyen Safi; 7 Mart 2016 07:11
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
3 Mayıs 2006       Mesaj #117
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
Bulaşıcı hastalık

Bulaşıcı hastalık ya da Enfeksiyon hastalıkları, intaniye olarak da bilinir, hastalık yapıcı herhangi bir yolla insana geçme özelliğindeki mikropların veya parazitlerin vücuda girmesiyle ortaya çıkan hastalıklar.
Hastalığı yapan organizmalar, virüsler, bakteriler, riketsialar, mantarlar olabilir. Bütün bulaşıcı hastalıklar bir veya birkaç yolla insana geçebilme özelliğindedir. İnsandan insana, hayvandan insana olduğu gibi, topraktan insana da bulaşma husule gelebilir. Bulaşma şekillerinden başlıcaları şunlardır:
  • Aksırırken, öksürürken, konuşurken ağızdan çıkan damlacıkların başkası tarafından teneffüs edilmesiyle (verem, boğmaca ve çeşitli solunum yolu hastalıkları);
  • Direk deri teması ve cinsi temasla;
  • Hastanın kullandığı çamaşır, yatak eşyası ve yiyecek eşyaları gibi malzemeler vasıtasıyla;
  • Hayvanların insandan insana veya hayvanlardan insana hastalık taşımasıyla (Bunun en canlı örneği anofel cinsi sivrisineklerin taşıdığı sıtmadır. Yine aynı şekilde güvercinler "psittakoz" hastalığını taşırlar.);
  • Hastalandırıcı mikroplarla kirlenmiş yiyecekler ve içeceklerin alınmasıyla (Suyla bulaşan hastalıkların başlıcaları tifo, dizanteri, kolera, paratifo olarak sayılabilir. Yiyeceklerle de besin zehirlenmeleri ve gastroenteritler meydana gelebilir.);
  • Hastalıklı bir anneden hamilelik sırasında veya doğum esnasında bebeğe hastalık bulaşmasiyle (Frengi, kızamıkçık, gonore konjonktiviti, yani belsoğukluğu mikrobunun yaptığı göz iltihabı bu yolla bulaşabilir.).
Suni olarak meydana getirilen bağışıklıkta, kişiye zayıflatılmış, ölü mikroplar veya mikrop maddeleri verilir. Bunlara karşı hastalık belirtileri hasıl olmaksızın antikor teşekkül eder. Böylece kişinin hastalığa karşı korunması sağlanır. Birçok hastalığa karşı kullanılan aşılar böyledir. Aşılar her bulaşıcı hastalıkta tesirli olmayıp, ancak belli sayıda hastalıkta tesirlidir.
Hastalığa yakalanma açısından daha şanssız olanlar (daha çok yakalananlar) şunlardır:
  1. Bulaşıcı hastalıkların salgın olduğu yerlere gidenler,
  2. Üç aylıktan daha küçük bebekler,
  3. Ailesinde bulaşıcı hastalık taşıyan kişi bulunanlar,
  4. Yaşlı ve yatalak olanlar,
  5. Kanser gibi bağışıklık sistemini felce uğratan bir hastalığı olanlar,
  6. Bağışıklığı bastırıcı ilaçları kullananlar.
Bulaşıcı hastalıklarda bazı belirtiler vardır ki, hemen hemen bütün hastalarda bulunur. Bunlar; ateş, halsizlik, iştahsızlık, baş ağrısı, genel vücut ağrıları olarak sayılabilir. Bazı hastalıklarda döküntüler olabilir (kızıl, kızamık, çiçekte olduğu gibi). Hazım sistemini tutan hastalıklarda ise genellikle ishal vardır.
Her doğan çocuğa, zamanı geldiğinde aşı yaptırmalıdır. Vücudu devamlı kuvvetli tutmalı, yeme-içmeye çok dikkat etmelidir. Düzenli bir hayat sürmeli. Bulaşıcı hastalık salgını olan yerlere mecburen gitmek gerekiyorsa, alınacak tedbirler ve yapılacak aşılar konusunda bir hekime danışmalıdır. Temizlenmemiş kirli yiyecekler yememeli, vücut temizliğine gereken dikkati göstermelidir.
Bulaşıcı hastalıkların tedavisi çok çeşitli olup, hastalık yapıcı mikrobun cinsine göre değişir. Penisilin ve benzeri antibiyotikler bakterilere karşı tesirlidir. Sıtma gibi protozoon (tek hücreli canlı) cinsi mikroplarla meydana gelen hastalıklar da, çeşitli kimyevi maddelerden müteşekkil ilaçlarla iyileştirilir. Virüs hastalıkları ise antibiyotiklerden etkilenmezler.


Belli başlı bulaşıcı hastalıklar:

Belsoğukluğu, Bruselloz, Çiçek hastalığı, Difteri, Dizanteri (amipli veya basilli), Grip, Hepatit, Kızamık, Kolera, Menenjit, Psittakoz, Sıtma, Suçiçeği, Tetanos, Tularemi, Tüberküloz, Uyku hastalığı, Zatürre, Tifo, Tifüs.


GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
4 Mayıs 2006       Mesaj #118
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
Bruselloz

Malta humması veya Akdeniz humması, Brucella bakterileri yüzünden ortaya çıkan bulaşıcı bir hastalık.




Bulaşması

Aslen bir hayvan hastalığı olan bruselloz insanlarda da görülebilir. Keçi ve koyunlarda Brucella melitensis, sığırlarda Brucella abortus, domuzlarda ise Brucella suis tiplerindeki bakteriler mevcuttur.
Solunum yoluyla da bulaşabilen hastalık genelde deri ve/veya mukoza yoluyla bulaşır. İnsanlara, mikrop içeren veya dezenfekte edilmemiş süt ve süt ürünlerinden veya direk olarak hasta hayvanlara temas ile bulaşır. Hasta hayvan leşiyle temas yüzünden de bulaşabilir. Bu sebeple hastalığa yakalanan insanlar çoğunlukla veteriner, hayvan yetiştiricisi, çoban, sütçü, peynirci veya mezbaha çalışanı gibi hayvanlar ve hayvan ürünleriyle yakın temasta bulunan insanlardır.


Belirtiler

Brucella bakterileri karaciğer, lenf bezleri, salgı bezleri, dalak ve sinirlere yerleşir. Brusellozun enkübasyon (kuluçka) süresi genellikle 1-3 haftadır. Fakat nadir olarak birkaç ay aldığı da olmuştur. Diğer ateşli hastalıklara benzer belirtilere sahiptir. Ama özellikle kas ağrıları ve terleme çok daha yoğundur. Bazen titreme şeklinde gelen, çok yüksek olmayan ateşe neden olur. Halsizlik, iştahsızlık ve buna bağlı olarak da kilo kaybı görülür. Hastalığın süresi birkaç haftadan birkaç aya kadar değişiklik gösterir. Hastalığın ardından görülen patolojik değişimler (sekeller) fazlasıyla değişiklik gösterir ve hastalığın ardından granulomatöz, hepatit, artrit, spondilit, anemi, lökopeni, trombositopeni, menenjit, üveit, optik nörit ve endokardit gibi durumlar görülebilir.



Tedavi

Çeşitli antibiyotikler tedavide kullanılır. Tetrasiklinler, kloramfenikol, rifampin ve streptomisinBrucella bakterilerine karşı etkilidirler. Fakat, birden fazla antibiyotiğin birkaç hafta boyunca kulanılması gerekir. Zira bakteriler kuluçka evresini hücrelerin içinde geçirir.
Brusellozdan korunmanın en iyi yolu insan tüketiminde kullanılan tüm sütlerin düzgün şekilde pastörize edilmesidir.


arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
4 Mayıs 2006       Mesaj #119
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Kötü ağız hijyeninin nedenleri'Dün akşam yediğim baharatlı yemekten olmalı' – kötü ağız kokusuna sonsuz sayıda bahaneler bulabiliriz. Yediğimiz gıdalardan, bazılarımızın içtiği şarap ve biralara kadar birçoğunun bundaki rolü büyüktür. Ama esas neden kötü ağız hijyenidir.
Kötü ağız kokusunun en büyük suçluları, ağzımızın girintileri arasına, ve özellikle dilimizin arka kısmına gizlenmiş milyarlarca bakteridir. Her zamanki gibi önlem, tedaviden iyidir."
En iyi savunma

En iyi savunma dişlerinizi, dişetlerinizi ve dilinizi anti bakteriyel bir diş macunu ile düzenli olarak fırçalamaktır. Dilinizin en arka kısmına erişmek için diş fırçasını ağzınızın iyice arkasına kadar itmeniz gerekir. Aman dikkat edin, boğulmayın! Biraz mideniz kalkabilir ama böylece doğru noktaya ulaştığınızı anlarsınız.
Sigara ve içki içmeyi bırakmak da işe yarayacaktır.
Sık sık diş fırçanızı yenisiyle değiştirmeyi de unutmayın. Bunu en az üç ayda bir yapmalısınız. Böylece diş fırçasının kıllarının plakları temizleyebilecek durumda olduklarından ve sağlıklı dişetlerine sahip olacağınızdan emin olabilirsiniz. Ayrıca kullanmadan önce diş fırçanızın kuru olduğundan emin olun. Islak ya da nemli fırçaların bakteri dolu olma ihtimali yüksektir.
Son düzenleyen Safi; 7 Mart 2016 17:46
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
4 Mayıs 2006       Mesaj #120
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Jinekolojik kanserleri tanıyor musunuz?"

Çoğu kadın, güzellikleri uğruna türlü fedakarlık yaparken, sağlıklarını ihmal edebiliyor. Anneler Günü yaklaşırken, sağlığınız için biraz bilgilenmeye ne dersiniz? Biliyorsunuz, erken teşhis hayat kurtarır.


02kanser1

Anneler Günü yaklaşıyor. Belki annenize ne alacağınızı düşünüyor, ya da kendiniz anne iseniz bu günü kendinize ayırmak üzere planlar yapıyorsunuz. Ancak bu planlar içinde sağlığınızı kapsayan hiçbir şey yer almıyor; çünkü çoğumuz sağlığımızı ihmal ediyoruz. Oysa böyle özel bir günde kendimize verebileceğimiz en güzel hediye sağlıklı olduğumuzun müjdesidir. Kadın üreme organları (jinekolojik) kanserlerindede erken tanı ile başarılı tedavi mümkün olmaktadır. Yumurtalık (over) kanserleri dışındaki üreme organları kanserlerinde çoğunlukla erken tanı mümkün olabilmektedir. Kadın sağlığını tehdit eden kanserler farklı dokulardan kaynaklanabilir. Peki kadın üreme organlarından görülen kanser tipleri hangileridir?

Dış genital organ (vulva) kanserleri: Genellikle ileri yaş grubundaki bayanlarda görülür. Bazı virütik veya kronik kaşıntı ile başgösteren hastalıkların zemininde kanser gelişebilir.

Vajina kanserleri: Genital bölge kanserleri arasında en az görülen türüdür. Anne karnında iken maruz kalınan bir hormon bu kanser riskini arttırır.

Rahim ağzı (collum) kanserleri: En sık görülen kadın genital kanser türü olmakla beraber, özellikle smear testleri sayesinde öncü lezyonların tanınması ve tedavisi mümkün olmaktadır. Genital siğil (HPV), bazı diğer viral enfeksiyonlar, erken evlilik, kötü hijyen gibi nedenler riski arttırır.

Yumurtalık (over) kanseri: En ölümcül kanser türüdür. Erken belirti vermeyebilir. Çok doğum yapmış olan, ilk bebeğini erken yaşta doğurmuş olan, doğum kontrol hapı kullanan bayanlarda daha az görülür. Risk grubunu belirlemek zordur. Ailede over kanseri olan bayanlarda risk artar.

Rahim içi (endometrium) kanseri: Doğum yapmamış olan, adet düzensizliği (polikistik over), şişman, diyabetik, yüksek tansiyonu olanlarda, menapoza geç giren bayanlarda daha sık görülür. Özellikle menapoz sonrası ultrasonografi ile rahim iç zarı (endometrium) kalınlığının ölçülmesi korunma ve erken tanıda önemlidir.

Kadınların genital bölgelerinde tedaviye dirençli kaşıntı, koyu renkli kokulu akıntı, cinsel beraberlik sonrası kanama, düzensiz adet kanamaları, menapoz sonrası kanamalar dikkate alınmalıdır. Overlerle ilgili problemler özellikle menapoz döneminin başlarında belirti vermeyebilir. Düzenli jinekolojik muayene, korunma ve erken tanı önemlidir. Yılda bir kez smear testi ve yılda iki kez altı ay ara ile jinekolojik muayene, kadınları jinekolojik kanserlerden koruyacak veya erken tanı sağlayacaktır.
Son düzenleyen Pasakli_Prenses; 22 Aralık 2008 03:04

Benzer Konular

7 Mart 2016 / WaRrioR Sağlıklı Yaşam
7 Mart 2016 / Ziyaretçi Cevaplanmış
7 Mart 2016 / prenses ayşe Cevaplanmış