Arama

Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler - Sayfa 16

Güncelleme: 20 Ocak 2015 Gösterim: 598.181 Cevap: 719
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
12 Mayıs 2006       Mesaj #151
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
MiYOMLAR

Sponsorlu Bağlantılar
Nedir..?
Tıbbi olarak uterin (rahim içi) leiomyoma olarak adlandırılan myomlar, uterus (rahim) duvarının kas ve konnektif (bağ) dokusundan kaynaklanan benign (iyi huylu-kanser olmayan ) tümörlerdir. Bir bezelye tanesi büyüklüğünden basketbol topu büyüklüğüne kadar değişebilen boyutlarda olabilir. Genellikle yuvarlak ve pembemtrak renktedirler ve uterus(rahim) içinde hemen her yerde bulunabilirler. Bazıları uterusun(rahimin) iç tabakasına yakın yerleşimli olabilirken bazıları dış tabakaya yakındır.Yine, bazıları servikse (rahim ağzı) yakın olabilirken, bazıları uterusun gövdesinde ya da tüplere yakın yerleşimli olabilirler.
30 yaşından büyük kadınların yaklaşık % 30 unda tesbit edilmekle birlikte, en sık 35-45 yaşları arasında görülür.
Belirtiler...
Bazı kadınlar, hiç bir belirti bulmadıklarından dolayı myomun farkına bile varmazlar. Diğer bazılarında ise rutin jinekolojik ya da obstetrik (gebeliğe ilişkin) muayeneler sırasında tesadüfen tesbit edilirler. Ancak çoğu zaman büyümekle orantılı olarak aşağıdaki belirtileri vermeye başlarlar :
  • Fazla miktarda adet kanamaları
  • Cinsel ilişki sonrası kanama
  • Adet arası dönemlerde ara - kanamaları veya lekelenme şeklinde kanamalar
  • Genel olmamakla birlikte sık sık idrara çıkma
  • Karında büyüme veya şişlik
  • Adet dönemlerinde ya da cinsel ilişki sırasında alt - bel ağrısı (kuyruk sokumuna doğru)
  • Fazla miktarda kanamalara bağlı olarak gelişen kansızlık
  • Kısırlık (tüplerin ya da rahimin ağzını tıkayan myomlar)
  • Kabızlık (büyük myomlar barsaklara bası yaparak barsak içinde dışkının ilerlemesine engel olmak suretiyle kabızlığa neden olabilirler)
  • Tekrarlayan düşükler (döllenmiş yumurtanın rahim içinde gömülüp kalmasını engeleyici şekilde yerleşmiş olan myomlar)
Teşhis...
Doktorunuz tıbbi hikayenizi alırken yaşınızı ve ırk ve aile öykünüzü (genetik yatkınlık açısından) göz önüne alacaktır. Bunun nedeni myom oluşma riskinin orta yaşlı kadınlarda, siyah ırkta, çocuk doğurmuş olanlarda ve yakın kadın akrabalarında (anne ,kızkardeş...) myom bulunanlarda daha fazla görülmesidir.
Genellikle,farkında olunmazken sadece jinekolojik muayene sırasında doktorunuzun eliyle hissetmesiyle ya da direk ultrasonografik inceleme sırasında tesbit edilecektir. Bu durumda doktorunuz tanıyı desteklemek için daha ayrıntılı bir kısım incelemelere başvurabilir :
  • Ultrasonografi ; Ağrısız ve acısız olan bu inceleme yönteminde ya karın üstünde gezdirilen ya da vajina içine sokulan bir aparat(cihaz) yardımıyla,eko denilen ses dalgalarının yarattığı görüntülerle iç genital organlarınız değerlendirilir.
  • Histeroskopi ; Bu işlem sırasında teleskop prensibiyle çalışan, ince ancak uzunca bir optik aparat(cihaz)vajina ve serviksi(rahim ağzı) aşarak rahim içine doğru sokulur. Bu sayede doktor rahim içini gözlemleyerek anormal bir oluşum olup olmadığını değerlendirir.
  • Laparoskopi ; Bu inceleme yöntemi, laparoskop denen, optik özelliklere sahip ince bir tüp şeklindeki aparatın, karından yapılan çok küçük bir kesiden karın içine sokularak doktorun karın içini görebilmesi esasına dayanır.
  • Histerosalpingografi ( HSG ) ; Bu ilaçlı film tekniğinde ise yine vajinal yoldan rahim ağzının hemen iç kısmına kadar giren ince bir tüple içeri verilen ilacın,rahim içinden tüpler aracılığı ile karın boşluğuna kadar yayılması görüntülenerek, bu organlardaki anomaliler hakkında bilgi edinme amaçlanmıştır.
Ne kadar beklenmeli..?
Myomların sayısı, büyüklükleri ve büyüme hızları kadından kadına farklılıklar gösterir. Genel olarak, myomların büyümesi östrojen başta olmak üzere kadınlık hormonlarıyla ilgili olduğundan, küçük myomlar menopoza girince yok olabilir veya küçülebilirler. Bununla birlikte büyük boyutlardaki myomlar daha uzun vadeli problemler teşkil edebilirler. Henüz üreme çağındaki myomlu bir kadının myomu ameliyat ile çıkarılırsa menopoza kadar tekrar myom çıkma olasılığı her zaman vardır. Bu nedenle eğer herhangi bir şikayet vermiyorsa ve başka hastalıklar için potansiyel teşkil etmiyorsa, özellikle üreme çağındaki kadınlarda beklemek ya da ilaç tedavisi ile idame edebilmek daha akıllıca görünmekle birlikte doktorunuzun insiyatifi her zaman için daha önemlidir.
Korunma...
Bu gün hala myomların niçin geliştiği tam olarak aydınlatılmış değildir.Bununla birlikte yapılan çalışmalarda sedanter(durağan) yaşayan ve şişman kadınlarda daha çok görülmesine karşın atletik kadınlarda daha seyrek görülmesi, korunmada kas aktivitesinin önemi olup olmadığını düşündürmektedir.
Tedavi...
Myomlar genellikle, küçük olduklarında ve şikayete neden olmadıklarında tedavi gerektirmezler. Buna rağmen, belirgin semptom verenler, fertiliteyi(doğurganlığı) etkileyecek kadar büyük olanlar veya kanser ya da benzeri habis(kötü huylu) tümörlerle karışabilecek özellikte olanlar tedavi gerektirebilirler.
Eğer myomunuz küçük ve semptom vermiyorsa muhtemelen doktorunuz '' bekle ve gör '' şeklinde bir yaklaşımda bulunacaktır. Myomun büyüme hızını belirlemek için 6 ay arayla jinekolojik muayeneye çağıracaktır. Bazı durumlarda, myom nedeniyle olan anormal kanamaları kesmek ve myomu biraz olsun küçültebilmek için ilaç tedavisi uygulanabilir.
Eğer bir myom cerrahi yolla tedavi edilmesi gerekiyorsa, bir kaç değişik seçenek vardır. Bunlardan biri myomun uterus duvarından basitçe sıyrılarak çıkarılmasıdır ki buna myomektomi denir. Bu işlem sıklıkla laparoskopi yolu ile uygulanır. Myomektomi ameliyatı çocuk isteyen kadınlarda uterusun korunmasını sağlayan konservatif(muhafazakar) bir yaklaşımdır. Bununla birlikte bu ameliyat uterus duvarında incelmeye neden olabildiği için daha sonraki gebeliklerde vajinal (normal) doğum yerine, sezeryan tercih edilmek zorunda kalınabilir. Eğer myom laparoskopik olarak alınamayacak kadar büyük ise, o zaman karını açarak uygulanan klasik ameliyat yolu ile myomektomi gerçekleştirilir.
Yakın zamana kadar büyüme gösteren myomu olan bir kadında ilk tercih edilen ameliyat histerektomi (cerrahi olarak rahimin alınması) iken, artık terk edilmeye yüz tutmuştur. Her ne kadar histerektomi ameliyatı Amerika'da ikinci sıklıkla yapılan ameliyat olsa bile, 1987'lerden itibaren giderek azalmıştır. Histerektomi kararı hem cerrahlar hem de hastalar tarafından artık çok daha dikkatli bir şekilde alınmaktadır. Uterusu alınmadan önce kadının fizyolojik ve psikolojik ihtiyaçları mutlak suretle göz önünde tutulmalıdır. Bununla birlikte, özellikle çocuk sahibi olma arzusu bulunmayan kadınlarda fazla sayıda myom olması durumunda hepsine tek tek myomektomi uygulamaktansa, histerektomi ile rahimin tümden alınması daha mantıklı bir yaklaşım olabilir.
Ne zaman doktora başvurmalıdır..?
Aşağıdaki belirtilerin olması halinde her kadın doktoruna başvurmalıdır: fazla miktarda ya da uzamış adet kanamaları, cinsel ilişki sonrasında vajinal kanama, adet arası vajinal kanama ya da lekelenme tarzı kanamalar, olağan dışı sık idrara çıkma veya cinsel ilişki ya da adet sırasında bel ağrısı...
Eğer şiddetli pelvik ağrı yada şiddetli vajinal kanamanız varsa, acil olarak doktorunuza başvurunuz.
Takip...
Myomların büyümesi kadınlık hormonlarına (özellikle östrojen) bağlı olduğundan, menopoz sonrasında sıklıkla küçülür ya da tamamen kaybolurlar. Bir çok kadının doğurganlık döneminde küçük ya da orta büyüklükte myomları vardır ve bununla birlikte gebelik sırasında ya da sonrasında çok az şikayete neden olabilecekleri gibi, hiç bir belirti de vermeyebilirler.

__________________

ahmetseydi - avatarı
ahmetseydi
VIP Je Taime
12 Mayıs 2006       Mesaj #152
ahmetseydi - avatarı
VIP Je Taime
Kalbe mucize kokteyl

Sponsorlu Bağlantılar
Bilim adamları tansiyon düşürücü ve kolesterolü azaltan ilaçların birlikte kullanılmasının, kalp krizi ile felç riskini yarı yarıya düşürdüğünü saptadılar

sag05

19 bin kalp hastası üzerinde 5 yıl süren araştırmalar, 'mucize kokteyl'in formülünü verdi. İngiliz The Guardian gazetesinin haberine göre, yüksek tansiyon tedavisinde kullanılan 'beta - bloker' ilaçlarla kolesterol düşüren 'diüretik' ilaçların birlikte kullanılması, kalp ve felç riskini yüzde 50 azaltıyor.


Avrupa Kardiyoloji Topluluğu'na sunulan rapora göre, bu ilaç kokteyli felç riskini yüzde 25, koroner hastalık riskini yüzde 15, şeker hastalığına yakalanma riskini yüzde 30 oranında düşürüyor. Ancak doktor kontrolünde kullanılması şart.
Son düzenleyen Pasakli_Prenses; 22 Aralık 2008 03:14
ѕнσω мυѕт gσ ση ツ
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
13 Mayıs 2006       Mesaj #153
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
Kalp hastalığının % 90'ı insan yapımı

Cleveland Clinic'in ünlü Türk profesörü Murat Tuzcu'ya göre, koroner kalp hastalığının yüzde 90'ı insan yapımı... Tuzcu, kalbi korumak için şunları öneriyor: "Bol sebze meyve yiyin, lifli, kepekli ve tahıllardan zengin beslenin, porsiyonlarınızı yarıya düşürün, tuzlu yemeyin, etten fakir bir beslenme tarzı benimseyin..."


axgun02

Kalp tedavisinde son gelişmeler - 2
Ayşegül Aydoğan

Cleveland Clinic'in ünlü Türk profesörü Murat Tuzcu, bir yandan kalbi onarmaya ve düzeltmeye yönelik yeni tedaviler geliştirirken, öte yandan onu korumak için de herkesin bireysel çaba sarf etmesi gerektiğine inanıyor.
"Koroner kalp hastalığının yüzde 90'ı insan yapımı" diyen Prof. Dr. Tuzcu'ya göre bunun önemli bir kısmı, ne yediğimiz, ne içtiğimiz, hayatımızı nasıl yaşadığımızla ilgili. En başta beslenmenin geldiğini önemle vurgulayan Prof. Tuzcu, dünyanın beslenme ve yaşama tarzının tıkayıcı damar hastası olmaya çok uygun olduğunu belirtiyor.

En tehlikeli şişmanlık: Elma tipi
Doymuş yağdan, beyaz undan, kaloriden zengin beslenme sonucu ve daha çok göbek çevresinde yağ birikmesiyle ortaya çıkan elma tipi şişmanlığı "en tehlikeli şişmanlık" olarak niteleyen Prof. Tuzcu, "Bol sebze meyve yiyin, lifli, kepekli ve tahıllardan zengin beslenin, porsiyonlarınızı yarıya düşürün, tuzlu yemeyin, etten fakir bir beslenme tarzı benimseyin" diyor.
Prof. Dr. Murat Tuzcu'yla kalbi korumanın yollarını ve alınması gereken önlemleri konuştuk...

Kalp hastalıklarından kendimizi korumamız ne derece mümkün?
- Kalbi besleyen damarların daralmasıyla seyreden ve kalp krizi ve kalp yetmezliğiyle sonlanan koroner kalp hastalığının yüzde 90'ı insan yapımı. Bunun önemli bir kısmı ne yediğimiz ne içtiğimiz, hayatımızı nasıl yaşadığımızla çok yakından ilgili. Bunun başında nasıl beslendiğimiz geliyor. Bugün Batı dünyası ve giderek dünyanın geri kalan kısmında da beslenme ve yaşama tarzı koroner kalp hastası olmaya, tıkayıcı damar hastası olmaya çok eğilimli.

En önemli neden yaşam tarzı ve beslenme tarzı değişiklikleri mi?
- Doymuş yağdan zengin rafine karbonhidratlar yani beyaz undan zengin, kaloriden zengin, kilo almamıza ve daha çok göbek çevresinde yağ biriktirici kilo almamıza yol açan elma tipi şişmanlığın oluşmasında gerek kişisel yaşam alışkanlıklarımız gerekse kurduğumuz şehirler ve yaşam düzeni açısından çok eğilimliyiz. Bunun üzerine hareketli olmak üzere yaratılmış bir canlıyı fevkalede hareketsiz bir hayata sürüklediğiniz zaman damar sertliğine müthiş yatkın hale getirmiş oluyorsunuz.

Şişmanlığın tek başına rolü nedir?
- Bunun tartışması uzun zamandır sürüyor. Şişmanlık olduğu zaman sizin kan yağlarınız bozuluyor kötü kolesterolünüz yükselmiş oluyor iyi kolesterolünüz düşüyor. Trigliseritleriniz, tansiyonunuz yükseliyor.

Hangi tansiyon değerlerine sahip olduğumuzda tehlikenin başladığını anlayacağız?
- Yüksek tansiyon artık kolesterol gibi devamlılık arz eden bir şey oldu. Artık siyahla beyazı ayırt eder gibi bir sınırı yok. 140 tansiyonun üstü kötü, altı iyi diye bir şey yok. ABD'deki son sınıflamada 130 - 140 arası, tansiyon başlangıcı olarak kabul ediliyor. İdeal tansiyon 120 - 80 olarak görülür.
Geçen yıl JAMA'da önemli bir çalışma yayımladık. Kalp hastası olanların tansiyonunu daha fazla düşürdüğünüz zaman bunların damar sertliğini yavaşlatabiliyoruz, durdurabiliyoruz ya da çok az bir şekilde ilerlemesini sağlıyoruz.

Vitaminlerin bir faydası yok

Dışarıdan hap olarak alınan vitaminlerin kalbi koruyucu etkisi var mı?
- Hiçbir vitaminin, antioksidanın veya başka destekleyici maddelerin kalp hastalıklarının hiçbirini önleyici olduğunu gösteren bir tek delil bile yok. Sadece omega tabletlerinin yeteri dozda alındığı zaman yararlı olduğunu gösteren çalışmalar var. Ama bunun dışında A vitamini, betakaroten, D vitamini, E vitamininin kalp krizini önleyici hiçbir etkisi olmadığı kesin şekilde gösterildi. En son olarak B vitamini ve folik asidin yararlı olduğu düşüncesi vardı. Ama şimdi önümüzdeki bazı çalışmalar bunun aksini gösteriyor. Hatta bazı hastalarda B vitamini, folik asit ve E vitaminin belki zararlı olabileceği bile düşünülüyor.


axgun021

20'li yaşlardaki kilonuzu koruyun

Prof. Tuzcu, "20 yıl içinde 5 kilo almışsanız uzun vadede yaşamınıza olumsuz bir etki yapıyor. Beslenme alışkanlıkları keyif alacak şekilde değiştirilmeli" diyor

Beslenmenin üzerinde çok duruluyor? Burada asıl formül nedir?
- Beslenme konusunu çok yönlü ele almak lazım. Burada dikkat edeceğimiz şey, sebzeden meyveden, kepekli besinlerden, tahıllardan baklagillerden zengin, doymuş yani yürüyen hayvan yağından ve etten fakir bir beslenme tarzı adapte etmemiz lazım. Kalorimizi ne kadar harcıyorsak o kadar almalıyız. İdeal kilomuza inip korumamız lazım.
40 - 50 yaşına gelip 20 yaşındaki kilomuzdan 10 - 15 kilo fazla olmak gibi bir hakkımız yok. 20 yıl içinde 5 kilo almışsanız uzun vadede yaşamınıza olumsuz bir etki yapıyor. Riskimiz artıyor. Oysa 22 yaşındaki adamın kilosu oluşmuş kilodur.

Peki 20'li yaşlardaki kiloyu korumanın yolu sürekli diyetten mi geçiyor?
- Diyet hiçbir zaman yürümeyen bir iş. Bugün dünyanın her tarafında ABD'de ve Türkiye'de de milyar dolarlık diyet ve egzersiz endüstrisi, onun 10 katı kadar da besin endüstrisi var. Ama insanlar yine tüm dünyada şişmanlamaya devam ediyor çünkü diyetlerle işin çözülmesine imkân yok. Beslenme alışkanlıkları keyif alacak şekilde değiştirilmeli.

Kilo giderse, şeker riski azalıyor

Beslenme alışkanlıkları keyif alarak ve sağlıklı bir şekilde nasıl değiştirilebilir?
- Yasakladığımız hemen hemen hiç bir şey yok. Az yenmesi, porsiyonların yarıya düşürülmesi, her gün et yiyorsa bunu haftada bire ya da ikiye indirmesi, etin yağlı tarafını değil yağsız tarafını yemesi taraftarıyız. Çünkü biliyoruz ki sağlıklı beslenmeyi, tuzdan az beslenmeyi öğrendiği zaman tansiyonu düşürebiliyoruz. Kilo almadığımız ve kilomuzu gerilettiğimiz zaman şeker hastalığının ortaya çıkmasını önleyebiliyoruz.

Sağlıklı beslenmeyle kolesterol ne oranda düşürülebilir?
- Beslenmeyle yüzde 20'nin üstünde kolesterolü indiremiyoruz çünkü kötü kolesterolün düzeyinin belirlenmesi çoğu zaman kalıtımsal birtakım faktörlerle oluyor. Ama bu demek değil ki beslenmenin olumlu etkisi yok. Kiloyu verdiğimiz zaman iyi kolesterolümüzün de yükseldiğini biliyoruz çoğu insanda.
Kilo, özellikle elma tipi şişmanlık, iyi kolesterol düşüklüğü ve trigliserit dediğimiz yağların yükselmesiyle ve tansiyonla el ele yürüyor. Buna metabolik sendrom diyoruz. Türkiye'de 50 yaş üstü kadınların yüzde 70'e yakınında metabolik sendrom var. Erkeklerin dörtte biri şişman. Bunlar çok ciddi oranlar. Bu nedenle beslenme tarzı çok önemli.

Bir verdirip bir aldıran yo - yo diyetlerin kalp kasına zarar verdiği doğru mu?
- Bu tarz diyetlerin damar sertliğini artırdığı kesin. O konuda yayımlanmış çalışmalar var. Bir inişli bir çıkışlı 3 kilo alırsınız 5 kilo verirsiniz, 5 kilo alırsınız 8 kilo verirsiniz temeline dayanan yo - yo diyetlerinin yarardan çok zararı var. Onun için kimsenin 6 ayda 10 kilo vermesine kesinlikle taraftar değilim. Bunun yerine 1 yılda 5 kilo verin.

Akdeniz diyetinin yararı nedir?
- Fransa'da yapılan Lyon Çalışması'na göre Akdeniz diyetiyle risk neredeyse yüzde 50 indirilmiş.

Spor için bir çift lastik ayakkabı yeter

Egzersizle kalp sağlığını korumak adına neler yapmalı, nelerden kaçınmalı?
- Egzersizden kasıt, hareketli bir yaşam sürmemiz. Çoğu zaman günde 20 - 30 dakika yürümek. Yürüyüşün hatırı için yürümek yeterli olacaktır. Spor yapmakla günde 30 dakika yürüyüş, asansör ve yürüyen merdiven yerine merdiven kullanmak, araba kullanıyorsak en yakın yere park etmemek ve otobüsten bir durak önce inmeyi kastediyoruz. Bu gibi basit görünen yöntemler bile bizim hareketliliğimizi sağlayarak uzun vadede sağlığımıza olumlu katkıda bulunacaktır.

Ama insanlar spor yapmak deyince salonlara kapanıp haftanın birkaç günü spor yapmayı algılıyor. Bu da onları korkutuyor?
- Spor yapacağım diye spor salonlarına paralar akıtmanıza, özel aletler almanıza gerek yok. Bir lastik ayakkabıyla yürüyüş yapmanın yararı daha fazla.

Koşmayı önermiyorsunuz değil mi? Birçok kişi bu nedenle ani kalp krizinden kaybedilmişti.
- Çok önemli bir nokta bu. Daha önce spor yapmayan bir kişi 30 yaşından sonra spora başlayacaksa mutlaka doktor kontrolünden geçmesinde fayda var. Ani ölümler tabiatıyla spor yaparken artıyor, bu da altta yatan bazı kalp hastalıklarının keşfedilmemesinden kaynaklanıyor. İkincisi hafta sonu savaşçıları dediğimiz 5 - 10 gün hiçbir şey yapmayalım sonra hafta sonu gidelim top oynayalım veya koşalım diyenler için risk oluyor. Ancak koşma alışkanlığı olan, düzgün şekilde forma girmiş insanların koşmasında bir sakınca yok. Yeter ki başlangıçta kontrolden geçmiş olsun.

Halı saha maçlarında gençlerdeki ani ölümlerin önüne bu şekilde geçilebilir mi?
- Bunların çoğu belki kalp krizi değil. Gençlerde spor sahasında ölümlerin çoğunun sebebi, kalp kasındaki kalınlaşmayla seyreden bir anormalliktir. Belli olmayan birtakım doğumsal kalp hastalıkları var. Onun için bir kez bile doktor muayenesinde geçilmesi şart.

Egzersizi ne sıklıkta önerirsiniz?
- Yüzme, koşma ya da yürüme hangisi olursa olsun önemli olan çok yapmak değil, istikrarlı ve düzenli yapmak. Haftada beş gün öneriyorum.

Evcil hayvan edinin

Batı'da yapılmış bazı çalışmalarda, kalp krizi geçirmiş ve yalnız yaşayan insanların eğer köpekleri varsa, köpeği olmayanlara göre daha uzun yaşadıkları saptanmış. Gerilim ve strese karşı duygusal desteğin gerek hasta olmamamızda gerek hasta olduktan sonra daha kolay iyileşmemizde çok büyük katkısı var.

Koroner kalp hastalığı risk faktörleri

Değiştirilemez
Yaş
Cinsiyet
Kalıtım

Değiştirilebilen
Kan yağları
Yüksek tansiyon
Şeker hastalığı
Sigara
Fazla kilo
Hareketsiz bir hayat tarzı

Sigara Türkiye'de nükleer silah kadar tehlikeli...

Sigara, Türkiye'de kalp krizi ve kalpten ölümlerin en önemli nedeni
Sigara içenlerde kan kolay pıhtılaşır, damarlar büzüşür, damar duvarında yağ birikimi kolaylaşır
Sigara damar sertliği riskini 3 kat artırır
Sigara kalpten ölüm riskini yüzde 70 artırır
Yanınızda içilen sigara da riskinizi artırır
Sigara yerine puro içmek daha az zararlı değildir
Son düzenleyen Pasakli_Prenses; 22 Aralık 2008 03:15
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
13 Mayıs 2006       Mesaj #154
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
Göz kaşımayla kör olabilirsiniz
Özellikle bahar aylarında polenlerin etkisiyle oluşan bahar nezlesi (Vernal konjontivit) nedeniyle gözlerin kaşınması, körlüğe kadar uzanan rahatsızlıklara neden olabiliyor.
İstanbul Yeşilyurt Hasan Çalık Devlet Hastanesi Göz Hastalıkları ve Cerrahisi Uzmanı Opr.Dr. Abuzer Gündüz, alerji ayları olan bahar ve yaz başlangıcında göz sağlığına dikkat edilmesi gerektiğini kaydetti.

Bu dönemlerin çiçek ve ağaç polenlerinin çıktığı zamanlar olduğunu, gözde ise bahar nezlesi rahatsızlığının oluşabildiğini belirten Gündüz şunları söyledi:

"Bahar nezlesi, alerjinin tam hastalıklı şeklidir. Bu rahatsızlık hafife alınıyor. Oysa çok önemli ve mutlaka tedavi edilmesi gereken bir hastalık. Genellikle 4-5 yaşlarında başlıyor ve 20 yaşına hatta daha sonraki yaşlara kadar sürüyor...

"Hastalığın, ilaç, damla ve pomat ve merhemlerle tedavisi var. Bu hastalığa yakalananların mutlaka doktor kontrolünde tedavi olması büyük önem taşıyor."

Körlüğe kadar gidebilir

Opr.Dr. Gündüz, bahar nezlesinin gözde tatlı bir kaşıntıya neden olduğunu, hastalar için asıl büyük tehlikenin bu noktada odaklandığını da ifade etti.

Başta çocuklar olmak üzere, büyüklerin dahi tatlı bir kaşıntı olduğu için gözlerini sürekli kaşıyarak büyük riske girdiklerini dile getiren Gündüz şöyle devam etti:

"Hastalar, hastalığa bağlı olarak elleri ile gözlerini ovuyor veya kaşıyor. Oysa ellerle gözleri ovmak, körlüğe kadar gidebilecek ciddi bir durum. Gözlerin kaşınması (ben kendimi kör ediyorum) anlamı taşıyor...

"Gözlerin ovulmasına bağlı olarak, göz üzerindeki kornea tabakası şekil değişikliğine uğruyor. Bunun sonucunda (Keratokonus) hastalığı oluşuyor. Bu hastalığın şu anda dünyada tek tedavisi kornea naklidir."
Son düzenleyen Pasakli_Prenses; 22 Aralık 2008 03:15
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
14 Mayıs 2006       Mesaj #155
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Dudaklarda görülen çatlamalar estetik açıdan da problem yaratıyor. Bunun en büyük nedeni ise vücudun daha çok neme ihtiyaç duyması. Uzmanlara göre, cildi kuru olanların dudaklarında egzamaya benzer yara ve çatlamalar daha sık görülüyor. Sabun kalıntılarının tene yapışması sonucu dudaklarda egzamaya benzer yaralar meydana gelebiliyor. Bu yüzden dudakları hassas olan insanların su ve sabun kullandıktan sonra mutlaka nemlendirici kullanmaları gerekiyor
Son düzenleyen Safi; 7 Mart 2016 17:49
KafKasKarTaLi - avatarı
KafKasKarTaLi
Ziyaretçi
14 Mayıs 2006       Mesaj #156
KafKasKarTaLi - avatarı
Ziyaretçi
1-7 NİSAN KANSER HAFTASI
Dünyada en önemli halk sağlığı sorunu olarak kabul edilen ‘kanser hastalığı’, ülkemizde gerçekleşen ölümlerde, kalp-damar hastalıklarından sonra ikinci sırada yer alıyor.


Ülkemizde de özellikle sağlıksız beslenme ve yoğun sigara tüketiminin yol açtığı kanser vakaları, önemli sağlık sorunu olarak varlığını sürdürüyor. Tüm dünyada her yıl, 1-7 Nisan tarihleri arasında, kanser hastalığının önemine ve kanserden korunma konusunda alınacak önlemlere vurgu yapmak amacıyla çeşitli aktiviteler düzenleniyor.
Sağlık Bakanlığı Müsteşarı Prof. Dr. Necdet Ünüvar, ‘Kanser Haftası’ nedeniyle 81 İl Sağlık Müdürlüğü’ne gönderdiği genelgede; kanser hastalığı ile mücadelede; sağlıklı beslenme, sigara ve güneş ışınlarından korunma, güvenli su kullanımı, erken teşhis ve tedavinin önemli bir yer tuttuğunu bildirdi.
“Halkımızın Kanser Hastalığı Konusunda Bilgilendirilmesi, Hastalıkla Mücadelede Çok Önemli Rol Oynamaktadır”…
Genelgede;kanser hastalığı konusunda yapılacak olan tüm faaliyetlerde, başta birinci basamak sağlık kuruluşları olmak üzere tüm sağlık, eğitim, ilgili kurumlar ve gönüllü kuruluşlar ile işbirliği yapılması gerektiğini kaydeden Prof. Dr. Ünüvar,İl Sağlık Müdürlükleri’ne ‘1-7 Nisan Kanser Haftası’ süresince tüm illerde en etkin,verimli ve vatandaşların bilgilendirilmelerine yönelik faaliyetlerde bulunmaları talimatını verdi.
Kanser hastalığı ile ilgili, sağlık personeli ve halka yönelik; eğitim programları, panel, seminer, konferans, yarışma, sempozyum ve toplantılar düzenlenmesi gerektiğini bildiren Prof. Dr. Ünüvar, halkın kanser hastalığının nedenleri ve belirtileri ile hastalıktan korunma ve erken tanı konularında bilgilendirilmesinin,hastalıkla mücadelede çok önemli rol oynadığını ifade etti.
Prof.Dr. Necdet Ünüvar,genelgede şu görüşleri kaydetti:
“Hafta ve yıl boyunca vatandaşlarımıza;sağlıklı beslenme,hayvansal yağ tüketiminin azaltılması,taze meyve–sebze,süt ve süt ürünleri tüketiminin yararları,sigara kullanımının öldürücü zararları,güneş ışınlarından korunma,cilt ve meme kanserinde erken tanı ve taramanın önemi konularında bilgilerin aktarılması çok önemlidir.
Sağlık ocağı hekimlerimizce,kalabalık işyerlerine,sanayi iş kollarına ve fabrika işçilerine yönelik kanser konulu konferanslar düzenlenmesi, vatandaşlarımızın yoğun olarak bulunduğu durak,cadde,otogar,sinema,kafe ve büyük alışveriş merkezlerine bilgilendirici afişlerin asılması gerekmektedir.
Milli Eğitim Müdürlükleri ile işbirliği yapılarak,kanser hastalığı konusunda ilk ve ortaöğretim öğrencilerine yönelik eğitim çalışmaları yapılmalıdır.
Hafta boyunca, sağlık evi ve ocağı ebelerinin sorumluluklarındaki evlere ziyaretler düzenlenmeli,bayanlara kendi kendine meme muayenesi yapma konusunda bilgiler verilmelidir.”
“Kanserde Erken Teşhis Hayat Kurtarır…”
Kadınlarda kansere bağlı ölümlerin ilk sırasında yer alan ‘meme kanseri’nde erken teşhisin çok önemli olduğuna dikkat çeken Prof .Dr. Necdet Ünüvar, kadınların ‘kendi kendine meme muayenesi yapma alışkanlığını kazanmalarının’ hayatlarını kurtaracak önemli bir adım olduğunu bildirdi.
Genelgede, kansersiz bir yaşamın ve kanserden korunmanın mümkün olduğunu dile getiren Prof .Dr.Ünüvar
“Bunun için; sigara, alkol ve yoğun güneş ışınından uzak durulması,az yağlı, bol lifli beslenme alışkanlığının benimsenmesi, kepek, yulaf gibi lifden zengin besinlerin tercih edilmesi, bol miktarda sebze-meyve tüketilmesi, taze,balık veya kuru baklagillerin yenilmesi oldukça önemlidir.
Yağsız beslenmeye özen gösterilmeli,yemekler kızartma yöntemi yerine haşlanmalı veya buharda pişirilmeli,kimyasal koruyuculu hazır yiyecekler yerine doğal besinler tercih edilmelidir.
Düzenli olarak süt veya süt ürünlerinin tüketilmesi,mangal gibi ateşte pişirme yönteminin tercih edilmemesi,düzenli egzersiz yapılması kanser hastalığından korunmak için alınabilecek kolay önlemlerdir.”

“Medyaya Önemli Görevler Düşüyor”…
Kanser hastalığı açısından, çevre sağlığının da hayati önem taşıdığına dikkat çeken Prof .Dr. Ünüvar,hava ve deniz kirliliği ile fabrika atıklarının kanser hastalığı riskini artırdığını belirti.
Ülkemizde kanser hastalığından korunmanın, toplumsal bilinçle mümkün olacağını vurgulayan Prof. Dr. Ünüvar,ilgili tüm kesimlere özellikle de basın-yayın kuruluşlarına çok önemli görevler düştüğünü kaydetti.
Son düzenleyen Safi; 7 Mart 2016 07:17
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
15 Mayıs 2006       Mesaj #157
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Kemik erimesi (osteoporoz) dünyada kalp-damar hastalıkları ve kanserden sonra bilinen üçüncü ölüm nedeni.
Menopoz döneminde kemiklerin kalsiyum tutmasına yardımcı olan östrojen hormonunun hızlı azalması sonucunda oluşan hastalık, genellikle yaşlılığın doğal bir sonucu olarak kabul ediliyor. Uzmanlar ise 50 yaşından sonra her 100 kadından 40'ında görülen kemik erimesinin bir kader olmadığını belirtiyor. İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Endokrinoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Refik Tanakol, doğru beslenme ve hareketli yaşam sürerek kemik erimesinin önüne geçilebileceğini belirtiyor. 40 yaşından sonra kadınların kendilerine çok iyi bakması gerektiğini vurgulayan Tanakol, kadınların her yaşta kalsiyum tüketmeleri gerektiğini ifade ediyor.
Osteoporozun en tehlikeli yanı, vücutta uzun süre hiçbir belirti vermeden ilerlemesi. İnsanlar kalça kırığı veya bir omurda çökme oluşacak kadar kemikleri zayıflayana kadar osteoporoz olduğunu öğrenemeyebiliyor. Omur çökmesi başlangıçta, şiddetli sırt ağrısı, boy kısalması, omurga bozulması veya aşırı kamburluk şeklinde görülüyor. Bu nedenle osteoporozlu kişilerin zamanla boyları kısalıyor. Prof. Dr. Refik Tanakol, osteoporozdan korunmak için şu önerilerde bulunuyor: “Yaşam süresince yetersiz kalsiyum alımı osteoporozun gelişiminde önemli bir rol oynuyor. Bu nedenle özellikle kadınlar bol miktarda kalsiyum içeren gıdalarla beslenmeye dikkat etmeli. En zengin kalsiyum kaynakları ise süt, yoğurt, peynir ve dondurma gibi düşük yağ oranına sahip süt ürünleri; brokoli, pazı ve ıspanak gibi koyu yeşil yapraklı sebzeler; sardalya ve somon balığı; badem ve portakal suyu, tahıllar ve ekmekler gibi kalsiyum açısından zengin yiyecekler. Kalsiyum takviyesi kadar egzersizin de osteoporozdan korunmada büyük bir etken olduğu unutulmamalı, mutlaka hareketli bir yaşam tarzı seçilmelidir.”
Son düzenleyen Pasakli_Prenses; 22 Aralık 2008 03:16
Pollyanna - avatarı
Pollyanna
Ziyaretçi
15 Mayıs 2006       Mesaj #158
Pollyanna - avatarı
Ziyaretçi
KISIRLIK (iNFERTiLiTE)

kısırlık yani tıp dilinde infertilite; çiftlerin bir yıl boyunca korunmaksızın düzenli ilişkide bulunmalarına rağmen bebek sahibi olamamaları olarak tanımlanan bir üreme sistemi hastalığıdır. Her 7-10 çiftten 1 inin problemi olarak karşılaşılan kısırlık, tedavi edilebilen bir sağlık sorunudur. Günümüzde bu problem, her geçen gün yeni bir teknolojik gelişme ile, uygulanan yeni yöntem veya teknikler sayesinde tedavi edilerek, çiftlerin ve ailelerinin kabusu olmaktan çıkmıştır.

NORMAL KOşULLARDA GEBELiK NASIL GERçEKLEşiR? ::


üreme olayı son derece karmaşık bir olaydır. Gebeliğin elde edilebilmesi için bir seri hormonal, kimyasal ve fiziksel olayın belirli bir sıraya göre gerçekleşmesi gerekmektedir. Gebeliğin olmazsa olmaz tek koşulu, erkeğin sağlıklı sperm hücrelerini, kadınınsa sağlıklı bir yumurta hücresini üretebilmesi ise de bazen bu tek başına kadının gebe kalması için yeterli olmayabilir. üretilen spermlerin öncelikle epididimis adı verilen bir organda olgunlaşması, olgunlaşan spermlerin sperm kanalcıklarıyla taşınması, kadının vajinasına aktarılabilmesi, rahim ağzından geçmesi ve rahmi kat ederek döllenmenin gerçekleştiği yer olan yumurtalık tüplerine ulaşabilmesi gerekmektedir. Döllenmenin başarılı bir şekilde gerçekleşebilmesi için yumurtalık tüplerinde yumurta hücresine ulaşmayı başarabilen binlerce sperm hücresinden yalnızca birinin yumurtayı çevreleyen çeşitli koruyucu katmanları aşarak yumurta içerisine girmesi şarttır. Bu şekilde döllenen yumurta hücresi (zigot) embriyoyu oluşturacaktır. Oluşan embriyonun tüplerde iki gün kadar kaldıktan sonra anne rahmine doğru ilerlemesi ve burada birkaç gün daha bölünmesi gerekmektedir. Embriyo açısından değerlendirildiğinde son derece uzun olan ve yaklaşık olarak yedi gün süren bu yolculuk, bu süre içerisinde pek çok değişiklik geçirmiş olan embriyonun rahim duvarına tutunmasıyla son bulur. Embriyonun tutunması ya da implantasyon adını verdiğimiz bu olayın, embriyonun gelişimini devam ettirebilmesi ve gebeliğin başlayabilmesi için mutlaka gerçekleşmesi gerekmektedir.

KISIRLIğA NEDEN OLAN FAKTöRLER ::


kısırlık pek çok nedene bağlı olarak gelişebilir. Bu faktörleri erkeğe ve kadına bağlı faktörler olmak üzere iki ana başlık altında toplanabilir. kısır çiftlerin yaklaşık 3 te 1 inin sadece kadındaki bir tıbbi problemden, diğer 3 te 1 inin de sadece erkeğe bağlı faktörlerden bebek sahibi olamadıkları saptanmıştır. Kalan yüzde 30 luk çift ise hem kadına hem erkeğe ait problemler nedeniyle kısırlık problemiyle karşı karşıyadır. Bazı durumlarda (her 10 €“ 20 infertil çiftten 1 inde) ise kısırlığın nedeni tam olarak bilinememektedir.

Erkeğe bağlı kısırlık nedenleri:
- Hiç sperm hücresi üretilmemesi (azospermi)en sık rastlanan sorunlardan birisidir.
- üretilen spermlerin cansız olması, yapısal ya da sayısal genetik bozukluklara sahip olması, sayı ve hareketlerinin düşük olması,
- Bazı durumlarda ise erkek ejakulasyon(geri boşalma) sorunuyla karşılaşır ya da sperm penisten atılmak yerine idrar kesesine geri dönebilir.
- Varikosel, iktidarsızlık, inmemiş testis, seksüel geçişli hastalıklar da çok kolay ekarte edilebilecek nedenlerdendir.
- çevresel kirlilik, sigara, alkol, uyuşturucu ve bazı ilaçlar da neden olabilir.

Kadına bağlı nedenler:
- Yumurtlamada görülen düzensizlikler, hatta bazı kadınlar hiç yumurtlamazlar ki buna tıp dilinde anovulasyon denir.
- infertil kadınlar arasında çok sık rastlanan bir diğer durum da rahim duvarının yangısı olarak tanımlayabileceğimiz endometriozistir. Endometriozis kendisini normalde rahim duvarını çevreleyen hücrelerin küme veya kistler halinde kadının tüm üreme sistemine dağılması şeklinde kendisini göstermektedir.
- Hormon bozukluğu, yumurtalık kisti, jinekolojik enfeksiyonlar, tümör de tedavi edilebilir nedenlerdir.
- Serviksten tüplere kadar transport bozukluğu da kısırlık nedeni olabilir.

iNFERTiLiTE NASIL TEşHiS EDiLiR? ::


Doğurganlığın en yüksek olduğu bir dönemde bile ilk cinsel birleşme gebelikle sonuçlanmayabilir ki bu son derece normaldir. Gerçekten de sağlıklı bir kadının erkeğe bağlı bir infertilite nedeninin olmadığını varsayarsak belirli bir ayda gebe kalma oranı ancak yüzde 20 kadardır. Bu nedenle, gereksiz test ve tedaviyi önlemek için bir yıla kadar korunmadan cinsel ilişkide bulunulmasına rağmen gebelik elde edemeyen çiftlere infertilite tanısı konmaz. Ancak bu koşullar yerine getirildiği halde bir yıl sonrasında gebe kalamayan çiftlere konunun uzmanı olan bir doktora danışmaları önerilmektedir.
Kadınlarda kısırlığa neden olan faktör ya da faktörleri ortaya çıkarabilmek amacıyla, öncelikle fiziksel ve jinekolojik muayenelere, gerekli görüldüğünde ise çeşitli laboratuvar testleri ve görüntüleme sistemlerine başvurulmaktadır. Erkeklerde ise öncelikle semenin makroskobik ve mikroskobik değerlendirilmesi yapılmalıdır. Burada amaç; spermin var olup olmadığı, varsa spermlerin sayı, hareketlilik ve yapısal olarak normal olup olmadıklarının saptanmasıdır.

kısırlık tanısı için gerekli olan testler nelerdir?

€Â¢ Pelvik (jinekolojik )muayene
€Â¢ Semen analizi (sperm tahlili): 2-3 günlük perhiz sonrası verilen semende hacim, yoğunluk, hareketlilik ve şekil gibi parametrelere bakılır.
€Â¢ Progesteron hormon düzeyinin değerlendirilmesi; normal değerinin altındaysa yumurtlamanın olmadığını gösterir.
€Â¢ Testiküler biyopsi (Azospermi hastalarına); menisinde hiç spermi olmayan erkeklere yapılır. Testislerde sperm olup olmadığını anlamak için doku parçası alınır ve mikroskop altında sperm aranır.
€Â¢ Hormon düzeylerinin değerlendirilmesi
€Â¢ HSG (Histerosalpingografi) Rahim ağzından tüplere kadar olan geçişi gözlemlemek için yapılır. Tüplerin açık olup olmadığına bakılır.
€Â¢ Laparoskopi, kadın üreme organlarının direk gözlenmesi için yapılır.

iNFERTiLiTE NASIL TEDAVi EDiLiR? ::


incelemeler tamamlandıktan sonra, gebe kalma şansını artırmak için her bir çifte özel olan uygun tedavi yöntemi belirlenmelidir. Tedavide amaç; mümkün olan en az müdahale ile gebeliğin doğal olarak elde edilebilmesini sağlamaktır. Bazen, cinsel ilişki sıklığı ve zamanlama da uygulanan küçük ayarlamalar gebelikle sonuçlanabilmektedir. Geçici olarak sperm sayısının ya da kalitesinin olumsuz etkilendiği durumlarda bazı ilaçlara başvurulabileceği gibi, erkeğin sigara, alkol, uyuşturucu kullanmaması tavsiye edilir. Ancak kadında yumurta, erkekte ise testis kanallarının tıkanması, yumurta tüplerinin olmaması spermin hareketlilik ve sayısal açıdan çok düşük değerlere sahip olması gibi durumlarda bütün bu çabalar gebeliğe yol açmayabilir. Böyle bir durumda başvurulabilecek üç yol bulunmaktadır. Bunlardan birisi spermin çeşitli laboratuvar yöntemlerinden geçirilerek anne adayının rahmine bir katater aracılığıyla aktarılmasıdır ki buna aşılama ya da inseminasyon denir. Bu yöntemin başarısız olması durumunda başvurulabilecek ikinci bir yöntem tüpbebek yöntemidir. Tüp bebek yöntemi; sperm ile yumurta hücreleri vücut dışında ve laboratuvar koşullarında bir araya getirilmesidir. Döllenme gerçekleştikten sonra döllenmiş olan yumurta hücresi (zigot), ya doğrudan kadının yumurtalık tüplerine transfer edilir ya da belirli çevre koşullarında özel bir takım solüsyonlar içerisinde tutularak normal gelişimlerini göstermelerine olanak sağlanarak oluşan embriyolar döllenmeyi takiben iki ile beş gün içerisinde anne rahmine transfer edilir.
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
15 Mayıs 2006       Mesaj #159
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Erkeklere doğum kontrol aşısı

yazhastaligi

Erkeklerde uygulanmak üzere piyasaya sürülmesi planlanan doğum kontrol aşının etkisi sona erdikten bir süre sonra sperm sayısı normale dönüyor.

Türk Jinekoloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Bülent Tıraş, önümüzdeki beş yıl içinde piyasaya sürülmesi planlanan aşısının, spermleri bir daha geri dönülmeyecek şekilde azaltmasının söz konusu olmadığını açıkladı.

Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Bülent Tıraş, doğum kontrol yöntemi olarak erkeklerde uygulanacak aşıyla ilgili çalışmaların uzun yıllardır sürdüğünü belirtti.

Testosteron takviyesi

Aşının aylık, üç aylık, altı aylık ve yıllık periyodlarda uygulanabileceğini anlatan Tıraş, ''aşıyla doğum kontrol yöntemine başvurmak isteyen erkeklere, erkeklik hormonu testosteron verilecek. Böylece erkeklerin sperm üretimi azaltılarak korunma sağlanmış olacak'' dedi.

Erkeklerin aşıyla azaltılan sperm üretiminin, etkinin geçmesinin ardından normale dönüp dönmeyeceği endişesine de değinen Tıraş, "aşıyı olan erkeklerde spermlerin geri gelmemesi diye bir şey söz konusu olamaz. Çünkü aşının etkisi sona erdikten sonra 3-6 ay içinde sperm sayısı normale döner'' açıklamsında bulundu.

Tıraş, erkeklerin aşıyla doğum kontrol yöntemine başvurması halinde, kadınların korunmasına gerek kalmayacağını da vurguladı.
Son düzenleyen Pasakli_Prenses; 22 Aralık 2008 03:16
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
15 Mayıs 2006       Mesaj #160
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Anti-Aging beslenmede dikkat edilmesi gerekenler:
  1. Hücrelerin, serbest radikallerin zararlı etkilerinden korunması için hergün 5 - 9 porsiyonsebze ve meyve tüketmek gerekiyor.
  2. Konserve besinler değil, taze veya donmuş olanlar tercih edilmeli.
  3. Sebzeleri mümkün olduğunca çiğ veya az pişmiş olarak tüketmek gerekiyor. Çiğ ve taze sebzelerin sahip olduğu antioksidant özellik pişirmeyle yok oluyor. Az pişirme beta karoten emilimini de artırıyor.
  4. Hayvani yağlar yerine, zeytinyağı, ayçiçekyağı, kanola yağı, soya yağı gibi sıvı yağları tercih etmek gerekiyor.
  5. Kurufasulye, nohut, bakla, bezelye, mercimek, yeşil fasulye, soya ve yulafta bol miktarda bulunan saponinler, antioksidant etki göstererek hücrelerdeki DNA mutasyonlarını önleyerek antikanserojen etki gösteriyorlar. Bu yüzden kurubaklagilleri sıklıkla tüketmek gerekiyor.
  6. Zeytinyağı en iyi antioksidant yağ. Bol E vitamini içeriyor, gençlik sağlıyor ve hastalıklardan uzak tutuyor. Ayrıca, kötü kolesterolün (LDL) okside olmasını ve damar duvarına girmesini önleyerek, iyi kolesterolü (HDL) artırıyor. Böylece, damar sertliği, kalp-damar sistemi hastalıkları, kalp krizi ve inmeden uzak durmanızı sağlıyor.
  7. Avokado, kötü kolesterolü düşürerek, kalp hastalığı riskini azaltıyor.
  8. Yağsız süt ürünleri (light süt, light yoğurt, light peynir), protein ve kalsiyumdan zengin, doymuş yağdan fakir besinler. Kemik, diş ve kasların yapısını sağlamlaştırıyor, yüksek kan basıncının kontrolünde yardımcı olan potasyum içeriyor.
  9. Demir, kırmızı kan hücrelerimizde oksijen taşıyan hemoglobin ve kaslarımızdaki myoglobin proteinlerinin yapısında yer alıyor. En çok bulunduğu besinler, ciğer, yumurta sarısı, kırmızı etler, nohut, mercimek, balık, istiridye, yeşil yapraklı sebzeler. Eksikliğinde, kansızlık ve bağışıklık sisteminde bozukluklar oluşuyor. Ancak, demir fazlalığı vücutta aynen paslanma benzeri oksitlenme yaparak, damar sertliğine ve tüm vücut hücrelerinin erken yaşlanmasına, yağlanmasına neden oluyor. Bu yüzden demir preperatları doktor kontrolünde almak gerekiyor..
  10. Yüksek ısıda pişirilen, kızartılan etlerin içinde kanserojen etki yapan heterosiklik aminler oluşuyor. Önlemek için fırınlama, buharda veya mikrodalgada pişirmek gerekiyor.
  11. Beyza unlu gıdalar, beyaz ekmek, pirinç, patates ve tüm şeker katkılı gıdaların glisemik indeksi yüksek. Bu da erken yaşlanmaya sebep oluyor. Beyaz pirinç yerine, posa bakımından zengin esmer pirinç veya bulgur pilavı tercih etmek iyi bir çözüm.
  12. Lif, bitkisel gıdaların iskeletini oluşturduğundan, ne kadar fazla sebze, meyve ve işlenmemiş tahıl yenirse o kadar fazla lif alınmış oluyor. Günde 30 - 35 gram kadar lif almak vücut için yararlı.
Son düzenleyen Safi; 7 Mart 2016 07:18

Benzer Konular

7 Mart 2016 / WaRrioR Sağlıklı Yaşam
7 Mart 2016 / Ziyaretçi Cevaplanmış
7 Mart 2016 / prenses ayşe Cevaplanmış