Arama

Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler - Sayfa 19

Güncelleme: 20 Ocak 2015 Gösterim: 598.202 Cevap: 719
KafKasKarTaLi - avatarı
KafKasKarTaLi
Ziyaretçi
4 Haziran 2006       Mesaj #181
KafKasKarTaLi - avatarı
Ziyaretçi
Güne Başlarken Kahvaltının Önemi

Sponsorlu Bağlantılar
Her fırsatta, günün en önemli öğünü ve sağlıklı bir yaşama giden sağlıklı beslenme yolunda ilk adım olduğu dünyanın çeşitli yerlerinde yapılan uzman araştırmalarıyla da kanıtlanan kahvaltının önemi kaynağını nereden alıyor?

Kan Şekeri Miktarını Dengeler
Uyurken de gün içinde depolanan enerjiyi kullanarak yaşamsal faaliyetlerini devam ettiren vücut, ortalama 10-12 saat kadar enerji sağlayacak yakıt alamadığından büyük bir enerji kaybıyla yeni güne başlar. Bu şartlar altında kahvaltı, gün boyunca sürecek yoğun fiziksel ve zihinsel aktiviteler için vücudun gereksinim duyduğu enerjiyi sağlayacak ilk yakıt olma özelliğini taşır. Vücudun azalan enerji stoğunu yenileyen kahvaltı ile kan şeker düzeyi tekrar normal seviyelere yükselir. Beynin enerji ihtiyacını glikozdan sağladığı ve enerji depolama kapasitesinin az olduğu düşünülürse, eğer güne başlarken kahvaltı edilmezse kanın şeker konsantrasyonu düşük seviyelerde seyredeceğinden beynin enerji kaynağı sınırlanmış olur. Başlangıçta açlık sinyalleriyle kendini gösteren kan şekeri düşüklüğü, kritik değerlerde huzursuzluk, gerginlik, algılama ve ifade güçlüğü, konsantrasyon bozukluğu, uyku hali hatta çarpıntı ve bilinç bozukluklarına varabilecek ciddi sorunlara neden olmaktadır. Bilişsel aktivitelerin yanısıra fiziksel aktivitelerin yeterli enerji ihtiyacının sağlanamaması durumunda bitkinlik, halsizlik ve yorgunluk halleri de ortaya çıkmaktadır.

Metabolizma Hızını Düzenler
Kahvaltının kandaki şeker miktarının düşmesinin sonucu olarak ortaya çıkan açlık hissini bastırma fonksiyonuna ek olarak, metabolizmanın daha verimli çalışmasına yardımcı olma görevi de vardır. Araştırmalar, kahvaltının, gece boyunca düşük seviyelerde faaliyet gösteren metabolizmanın hızını %20-30 oranında artırdığını göstermektedir. Kahvaltı ihmal edildiğinde ise metabolizma geliştirdiği savunma mekanizması yoluyla bir sonraki öğünde yenilenleri yağa dönüştürerek depolamaktadır. Aşırı tatlı tüketmek, hızlı yemek, az su içmek, az posalı yiyecekler yemek gibi beslenme davranışı bozukluklarının en önemlisi öğün atlamanın, obeziteye varan şişmanlık problemleri durumlarında çok sık görülmesi de verileri destekler niteliktedir. Bu şartlar altında, kahvaltı ile güne başlayanların kilo alma eğilimlerinin daha az, aldıklarında ise kilo vermelerinin daha kolay olduğu, bu kişilerin bulundukları kiloyu daha kolay koruyabildikleri sonucu doğmaktadır. Bu yüzdendir ki diyet süreci içinde bile kahvaltının ihmal edilmemesi gereğinin altı diyetisyenlerce defalarca çizilmektedir.


Düzenli kahvaltı alışkanlığı sahibi olmayan kişilerde obeziteye varan kilo problemleri ile kolesterol ve kalp-damar hastalıklarına eğilimin daha yüksek olduğu belirtilmektedir.

İş ve Okul Hayatında Başarıyı Artırır
Kahvaltı, iş hayatında vücut üzerinde gözlenen zihinsel ve fizyolojik etkilerinden dolayı çok önemli bir yere sahiptir. Günlük hayatın yoğun temposu içinde koşuşturan bireylerden kahvaltı alışkanlığına sahip olanlarda odaklanma problemlerine, yorgunluk, bitkinlik gibi problemlere daha az rastlanmaktadır. Ayrıca, ilk öğünümüzün yaşlanmayı geciktirdiği ve yaşlılık döneminde ortaya çıkması muhtemel bellek ve algı kusurları ile kas zayıflıklıklarına engel olduğu da ileri sürülmektedir. Bütün bu faydalar bir araya getirildiğinde ise kahvaltının işte verimliliğin derecesi ve ömrüyle doğrudan ilişkisi gözler önüne serilmektedir.
Okul hayatında kahvaltının önemi daha da artmaktadır. Gelişim sürecini henüz tamamlamamış bireylerin hızlı değişimleri yeterli ve dengeli beslenmeyle desteklenmelidir. Gerekli olan karbonhidrat, protein, yağ, vitamin ve minerallerden oluşan besin öğelerinin doğru öğünlerde yeterli miktarlarda alınmaması sonucu bağışıklık sistemleri zayıf yeni bireylerin sayısı giderek artmaktadır. İncelemeler sonucu, çocuklarda öğrenme kapasitesi beslenme alışkanlıkları ile doğrudan ilişkilendirilmiştir. Düzenli kahvaltı eden çocukların derslerdeki fiziksel ve zihinsel performans, motivasyon ve katılımlarında daha yüksek başarı tespit edilmiştir. Ayrıca bu bireylerde davranış bozukluklarına, uyum problemlerine daha az rastlanması, uzmanlarca, kahvaltının sigara tiryakiliği, alkol ve uyuşturucu kullanımı gibi alışkanlıklarla da ilişkilendirilebileceği görüşünün ortaya atılmasına bile sebep olmuştur.

Kahvaltı Nasıl Olmalı?
  • İyi bir kahvaltı temelde, hücrelerin yapılandırılması ve onarılması için gerekli protein, enerji yıkımı için karbonhidrat, sağlıklı sindirim işleyişi için lif, kemiklerin sağlamlaştırılması için kalsiyum, kırmızı kan hücreleri ve vücuttaki oksijen döngüsü için demir ile bağışıklık sistemi için vitamin ve mineral ihtiyaçlarını karşılar nitelikte olmalıdır.
  • Protein ihtiyacı yumurtadan, sütten ve peynir, yoğurt gibi süt ürünlerinden karşılanabilmektedir. İhtiyaçları yaşa göre değişse de ortalama 1 ya da 2 kibrit kutusu peynir, sağlıklı bir insanın günlük protein ihtiyacını karşılar niteliktedir.
  • Ekmek tüketiminin oldukça fazla olduğu toplumumuzda tercih edilen beyaz ekmeğin yerine lif oranı yüksek esmer kepek, çavdar, yulaf ekmeklerinin tüketilmesi önerilmektedir. Çünkü lifli gıdaların sindirim sisteminin daha etkin çalışmasını sağladığı ve bağırsakta kanser yapıcı maddeleri yapılarına bağlayıp vücuttan uzaklaştırarak kanser riskini azalttığı ileri sürülmektedir.
  • Toksik maddeleri nötralize ettiği bilinen kalsiyumun deposu süt ve süt ürünleri yaşa ve özel durumlara bağlı olarak belli miktarlarda tüketilmelidir.
  • B vitamini yönünden zengin kahvaltılıklar ise peynir ve buğdaydır. Ancak buğdayın soframıza beyaz ekmek olarak ulaşması aşamalarında büyük oranda B1 vitamini kaybı olur. Son dönemlerde giderek yaygınlaşan B vitamini yönünden zenginleştirilmiş gevrek çeşitleri geleneksel kahvaltımızı destekler şekilde farklı bir alternatif olarak sunulmaktadır.
  • Günlük vitamin ve mineral ihtiyacının en önemli adresi meyve, doğal meyve suları ve sebzelerdir. Her ne kadar alışılagelmiş Türk kahvaltısı tarzına uymasa da uzmanlar kahvaltıda meyve-sebze tüketiminin üzerinde ısrarla durmaktadırlar.
  • Mide, tansiyon, kalp ve damar hastalıklarına neden olduğu bilinen "tanen" içerdiği bilinen çay ve kahveden özellikle çay geleneksel kahvaltı anlayışımızla bütünleşmiştir. Demir emilimini güçleştirerek kansızlığa yol açan çay içindeki "tanen" miktarının açık ve limonlu çay tüketimiyle azaltılacağını belirten araştırmalar, yeşil çayın kalp dostu olması yönüyle kahvaltıya daha uygun olduğunu ortaya koymuştur.
Kahvaltı üzerine yapılmış tüm araştırma sonuçları, bireyin her koşulda alacağı toplam kalorinin yaklaşık olarak %40'nın güne başlangıç öğünü kahvaltıda alınmasının sağlık açısından önemini vurgulamaktadır.
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
4 Haziran 2006       Mesaj #182
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Tırnak yeme alışkanlığı

Sponsorlu Bağlantılar

Tırnak yeme alışkanlığına çoğunlukla 3-4 yaşlarından önce başlamaz. (Çok ender olarak 5 aylık gibi erken bir dönemde görülebilir). Çocukların %33 de tırnak yeme davranışı görülür. Bu oran erken ergenlik çağına kadar sürer. Ergenlik çağında tırnak yiyen çocukların sayısı %40-45'e yükselir. Yani ergenlik çağına doğru çocukların hemen hemen yarısı tırnak yeme davranışı gösterir. Bunun nedeni olarak gençlerin çevreden onay görmemeleri olarak değerlendirilir. Ayrıca tırnak yiyen çocukların ailelerinin çoğunda tırnak yiyenlere rastlanmaktadır. Bunun içinde tırnak yemenin bir taklit olduğu ve büyükleri taklit etmek suretiyle öğrenildiği ileri sürülmektedir. Ergenlik çağında sosyal onay görenlerin çoğu bu alışkanlığı terk etmektedir.

Tırnak yemek bazen ayak parmaklarını ısırmakla ve ayak tırnaklarını el parmaklarıyla yakalama ile ilişkili görülmektedir. Ayak parmağı tırnağının yenilmesi ve ısırılması hemen hemen sadece kızlarda görülmektedir.

Tırnak yeme alışkanlığının sebepleri
Bu davranışın altında yatan sebepler parmak emmede olduğu gibi çoğunlukla psikolojik rahatsızlıklardır.
Alışkanlık daha çok baskı altına alınmış heyecanların ilgilendiği durumlarla olup, çocuk bunun arzu edilmeyen bir davranış ve alışkanlık olduğunu anlayınca kökleşmekte olduğu görülmektedir.
Tırnak yeme bir güvensizlik belirtisi olarak kabul edilir. Aile içinde aşırı baskılı ve otoriter bir eğitimin uygulanması, çocuğun sürekli azarlanarak eleştirilmesi, kıskançlık, yeterli ilgi ve sevgi görememe sıkıntı ve gerginlik başlıca nedenlerdir.
Anne babanın yaşantısı da önemli bir etkendir. Anne baba geçimsizlikleri anne babanın sık sık kavga etmesi ailedeki sorunlar çocuklarda tırnak yeme gibi davranışlara neden olur. Bunun yanı sıra anne babanın aşırı kaygılı olması çocuğu aşırı derecede koruyup kollaması ayrıca anne babanın çocuklar arasında ayrım yapması çocuklar arasında kıskançlığa yol açar. Bu da dolaylı şekilde kendini tırnak yeme olarak gösterir.
Tırnak yeme daha önce belirttiğimiz gibi taklit yoluyla da edinilebilen bir davranıştır. Ailede herhangi bir bireyin tırnak yeme davranışı göstermesi doğal olarak çocuğun ilgisini çekecektir. Ayrıca tırnak yeme davranışı olaylara bağlı olarak gelişebilmektedir. Çocuğu tedirgin eden herhangi bir olay veya çevrede onun için hoşnutsuzluk yaratacak herhangi bir durum bu davranışı göstermesine yol açar.

Son düzenleyen Safi; 7 Mart 2016 07:21
kambis - avatarı
kambis
Ziyaretçi
8 Haziran 2006       Mesaj #183
kambis - avatarı
Ziyaretçi
REFLÜ NEDİR?
Halk arasında Mide Reflüsü olarak bilinen Gastro Özofageal Reflü hastalığı mide içeriğinin yemek borusuna geri kaçmasıdır. Reflü, asitli mide içeriğinin yemek borusuna gelmesi ve uzun süre temas etmesiyle yemek borusunun asitten kendini koruma özelliğinin yok olmasından kaynaklanır. Erişkinlerin yaklaşık %20'sinde reflü görülmektedir.

Mide içeriği midenin salgıladığı hidrojen iyonu nedeniyle belirgin derecede asittir. Eğer onikiparmak barsağından mideye doğru safra geri akımı varsa mideden yukarı çıkan içerik hem asit hem de safra içerir. Alkali özellikli olan safra da mide asidi gibi yemek borusunun tahrişine neden olur. Reflü hastalığı, asitli ve/veya safralı mide içeriğinin yemek borusuna gelmesi ve uzun süre temas etmesiyle yemek borusunun kendini asitten ve/veya safralı mide içeriğinden koruyamaması nedeniyle oluşur.

Yemek borusunun alt ucunda mide içeriğinin yemek borusuna geçişini engelleyen bir kapak mekanizması vardır. Reflü hastalarında en sık görülen özellik bu mekanizmanın gevşekliğidir. Bu durum sıklıkla mide fıtığıyla birlikte yaşanır. Mide boşalım bozukluğu ya da bozulmuş yemek borusu hareketi bu hastalığı tetikleyen diğer nedenlerdir.

Yemek borusunun alt ucunda mide içeriğinin yemek borusuna çıkmasını engelleyen iki mekanizma vardır.

KELEPÇE MEKANİZMASI
Kelepçe mekanizması, mide içeriğinin yemek borusuna çıkmasını kasların bir kelepçe gibi sıkılmasıyla engeller. Sağlıklı bir kelepçe mekanizması şu şekilde işler;
Normal durum Mide içeriği yukarı doğru hareket eder Kelepçe mekanizması çalışır

KAPAK MEKANİZMASI
Kapak mekanizması, mide içeriğinin yemek borusuna çıkmasını kasların bir kapak gibi kapanmasıyla engeller. Sağlıklı bir kapak mekanizması şu şekilde işler;

Normal durum Mide içeriği yukarı doğru hareket eder Kapak mekanizması çalışırREFLÜ ŞİKAYETLERİ NELERDİR?
Hastalarımızın en sıklıkla başvurduğu şikayet mide yanmasıdır.
Bunun yanında göğüste yanma ve ekşime,
Ağıza gelen acı bir tat,
Ağız kokusu,
Özellikle yemeklerden sonra ve tok karna yatıldığında geceleri rahatsız eden şişkinlik, geğirme ve boğulma hissi
Göğüste takılma ve sıkışma hissiyle birlikte kalbe baskı ve çarpıntı hissedilebiliyor.
Derin nefes almada güçlük çekilebiliyor.
İleri aşamalarda da;
kronik farenjit,
kronik sinüzit,
alerjik astım
ve diş çürüklerine gidilen bir süreç yaşanabiliyor.

REFLÜ ŞİKAYETLERİ BAŞKA HANGİ HASTALIKLARI CAĞRIŞTIRIR?

HAZIMSIZLIKLA İLGİLİ OLAN ŞİKAYETLER
  • Şişkinlik, geğirme, midede yanma ve hazımsızlık hissi
  • safra kesesi taşı olan insanlarda
  • Ülseri olan insanlarda
  • Gastriti olan insanlarda
  • görülebilir.
KULAK BURUN BOĞAZ HASTALIKLARI İLE İLGİLİ OLAN ŞİKAYETLER
  • Kronik farenjit
  • Kronik sinüzit
  • Ses kısıklığı
  • Kronik tahriş öksürüğü
GÖGÜS HASTALIKLARI İLE İLGİLİ OLAN ŞİKAYETLER
  • Alerjik astım
  • Kronik öksürük
KALP HASTALIKLARI İLE İLGİLİ OLAN ŞİKAYETLER
  • Çarpıntı
  • Kalpte sıkıntı hissi

REFLÜ TEDAVİSİ
Reflü tedavisinde 4 yöntem bulunmaktadır. Bu yöntemler Reflü'nün şiddetine ve ilerlemesine göre doktorunuz tarafından belirlenmelidir. Yaşam tarzı değişiklikleri, ilaç tedavisi ve cerrahi tedavi ve endoskopik tedavi tip ve evrelerine göre hastalığın iyileştirilmesini sağlayan yöntemlerdir.


YAŞAM ŞARTLARINDA YAPILACAK DÜZENLEMELER
Kişinin yaşamında yapacağı bazı düzenlemeler Reflü hastalığının ilerlemesini engelleyebilir ve kişiyi rahat ettirebilir. Bunlar;

YÜKSEK YASTIKTA YATIN
Yatarken vücudun üst kısmı ile başın yüksekte olmasını sağlayın. Bunun için yastık sayısını artırabilir veya yatağın baş kısmını yükseltebilirsiniz. 25-30 derece diklikte bir açıyla yatıldığında mide içeriğinin yemek borusu ve yutağa doğru yukarı kaçışı azalır.

YATMADANÖNCE BESİN ALMAYIN
Yatmadan 2 saat önce besin almamaya özen gösterin. Midenin içeriğini boşaltma süresi takribi olarak 2-3 saattir. Boş bir mideyle yatmak reflü olasılığını en aza indirir. Bu nedenle yemeklerden sonra bir süre yatmayın ve uzanmayın.

SİGARA ve ALKOL KULLANMAYIN
Sigara asit salgısını uyarıp mide kapakçık basıncını düşürerek reflünün artışına yol açar. Sigara ve alkol kullanmayın.

ASİTLİ İÇECEKLER İÇMEYİN
Kolalı içecekler, kahve, çikolata, yağlı, acılı, baharatlı yiyeceklerden kaçının. Asitli içecekler ve bu tür besinler, mide şikayetlerinin artmasında önemli rol oynarlar ve asit salgısını uyarıp mide kapakçık basıncını düşürerek reflünün artışına yol açarlar.

SAĞLIKLI BESLENİN
Sık ögünlerle az miktarda besin alın. Bir defada çok fazla yemek yerine, sık sık ve az miktarda yemeyi tercih edin. Fazla yemek, mide içi basıncı artırdığından geri kaçışı şiddetlendirir.

DAR KIYAFETLER GİYMEYİN
Karın bölgesini sıkan kıyafetlerden kaçınmalısınız. Kemerinizi çok sıkmamaya hatta mümkünse kemer kullanmamaya çalışın.

FAZLA KİLOLARINIZDAN KURTULUN
Düzenli spor yaparak ve dengeli beslenerek fazla kilolarınızı vermeye çalışın. Kilolu insanlarda karın iç basıncı daha yüksek olduğundan reflü yakınmaları artabilir.


İLAÇ TEDAVİSİ
Asit baskılayıcı ilaç tedavisi, mide içindeki asit salgılama miktarını kontrol altına alır ve yukarı doğru çıkan mide asit miktarının düşmesini sağlar. Buna karşın ilaç tedavisi, safra reflüsü (alkali reflüsü) üzerinde etkili değildir. İlaç tedavisine rağmen safra yukarı çıkmaya devam eder ve yemek borusunu tahriş eder. Bu nedenle ilaç tedavisi sırasında bile yemek borusu tahrişi devam edebilir.

Reflü yakınması olan insanlarda başlangıçta mutlaka uygulanan ilaç tedavisi, reflü şikayeti olan insanların %80'ini rahatlatmakla birlikte reflünün kökeni olan mekanik bozukluğu ortadan kaldırmamakta ve tamamen tedavi etmemektedir. Bu nedenle ilaç tedavisini bırakan reflü hastalarının %90'ında aynı yakınmalar kısa süre içinde tekrar başlamaktadır.

İlaç tedavisinde 3 farklı yöntem bulunmaktadır;

PROTON POMPA BASKILAYICI İLAÇ TEDAVİSİ
Bu tür ilaçlar Proton pompa inhibitörleri olarak adlandırılır. Proton pompa baskılayıcı tedavi, midenin asit salgılama miktarını kontrol altına alır ve yukarı doğru çıkan mide asit miktarını duşürür.

ALJENİK ASİT İÇEREN İLAÇ TEDAVİSİ
Aljenik ilaç tedavisiyle yemek borusunun yüzeyi kaplanarak mide asidinin etkisi azaltılır. Bu tedavi yönteminde yemek borusu ilaç tarafından yüzeysel olarak sıvanır. Böylece yukarı çıkan asidin yemek borusu hücreleriyle karşılaşması en aza indirgenir ve tahriş azaltılır.

PROKİNETİK İLAÇ TEDAVİSİ
Prokinetik ajandalar yan etkilerinden dolayı en az tercih edilen ilaç tedavi yöntemidir. Bu tedavi, yemek borusu hareketini düzenleyerek yukarı doğru reflü olan sıvının tekrar aşağı doğru itilmesini kolaylaştırır.


CERRAHİ TEDAVİ
Reflü, özellikle de mide fıtığıyla birlikte olduğu zaman insanın yaşam kalitesini çok etkiler. Cerrahi tedavi, gastroöfasigal reflü hastalığının mekanik kökenini ortadan kaldıran tek tedavi yöntemidir. Gerçek anlamda tedavi sadece cerrahi yöntemle sağlanabilmektedir. 10 yıllık dönemde yapılan prospektif randomize kontrollü çalışmalar, cerrahi tedavilerin %93'ün üzerinde kesin başarılı olduğunu göstermektedir. Cerrahi tedaviyi tercih eden hastaların %93'ünde hiç bir şikayet belirtilmemiş ve ilaç kullanımına gerek olmamıştır. Cerrahi tedavide başarı oranı cerrahi ekibin bu konudaki deneyim ve uzmanlığıyla doğrudan ilintilidir.
  • * Tıbbi tedavinin başarılı olmadığı, agır özafajitli, 4 santimden büyük mide fıtığı olanlarda
  • * Uzun dönem ya da yaşam boyu ilaç kullanmak istemeyen genç hastalarda
  • * İlaç tedavisinden sonra da hastanın yakınmaları devam ediyorsa
  • * Tedavilere rağmen, kronik öksürük, ses kısıklığı, astım ve kronik boğaz ağrısı şikayetleri geçmeyen hastalarda
  • * Yemek borusunda hücresel değişime varan tahrişler görülmekte ise (Barrett Ösofagus)
  • * Yaşam tarzı değişikliklerinin yaratacağı endişeler, ilaç tedavisinin süresi ve maliyeti göz önüne alınarak
  • cerrahi tedavi düşünülmelidir.
Cerrahi tedavide 2 temel amaç bulunmaktadır;
1. Reflünün oluşma nedeni mide fıtığı ise mide fıtığını onarmak.
2. Mide fıtığı onarıldıktan sonra yemek borusunun karın içinde kalan kısmının etrafında mideyi çevrelemek ve çalışır bir mide kapağı yaratmak (kelepce mekanızması).
Kelepçe mekanizmasıyla bu bölgede bir yüksek basınç oluşturulur ve yukardan gelen gıdalar yemek borusunun itme hareketiyle aşağı doğru inerken mide içeriğinin yukarı dogru kacması engellenir. Böylece reflü tedavi edilmiş olur.

LAPAROSKOPİK CERRAHİ TEDAVİ
Uzun dönemde son derece etkili ve güvenilir bir yöntem olan laparoskopik yöntem, cerrahi tedavinin gelişmesinde ve hastaların kısa sürede normal yaşama dönmelerinde çok etkili olmuştur.

Gerekli tıbbi tetkikleri yapılan hasta, son kontrolleri de gerçekleştirildikten sonra ameliyataneye alınır. Gastroösafagial Reflü'nün laparoskopik cerrahisi konusunda 350'yi aşkın deneyime sahip olan Dr. Eminoğlu ve ekibi için ortalama 30-40 dakika sürecek müdahaleye başlanır.

Anestezi uzmanı doktor tarafından yaş ve alışkanlıkları da içeren hasta öyküsü gözönünde bulundurularak narkoz verilen hasta rahat bir uykuya dalar. Operasyonun uygulanacağı satıh sterilize edildikten sonra sorunlu bölgeye yarımşar santimlik 4 ya da 5 kesiyle ulaşılıyor. Uzman doktorlar ve deneyimli ekip, laporoskopik cerrahi cihazlarını ekranlar aracılığıyla tıpkı klasik cerrahi tekniklerini uygularmışcasına rahatlıkla kullanarak milimetrik alanlarda operasyonu sürdürürler. Mide fıtığı onarılır ve yeni bir mide kapakçığı oluşturulur.

Kansız sayılabilecek müdahale başarıyla sona erdiğinde küçük kesiler dikişlerle kapatılır. Dikişler tamamlanana kadar hiç bir şey hissetmemiş olan hasta deneyimli anestezi uzmanı doktor tarafından uyandırılır.

Kadıköy Şifa ekibinin cerrahi müdahale süresi ortalama 30-40 dakikadır. Cerrahi müdahale tamamlandıktan sonra yaklaşık 10 dakika içinde hasta uyanır ve sonrasında özel bir bakım gerektirmeden yatağına çıkar. Operasyonun tamamlanmasını takip eden 6. saatte hasta odasında yürütülür. Ertesi sabah hafif gıdalar alan hasta, doktoru tarafından son bir muayaneden geçirilen hasta evine gönderilerek normal yaşamına dönüyor. İlk hafta sulu yumuşak gıdayla beslenen hasta ikinci haftanın sonunda normal beslenme düzenine kavuşur.

ENDOSKOPİK REFLÜ TEDAVİSİ
Endoskopik reflü tedavisi en yeni tedavi yöntemidir. Endoskopik tedavi, ağızdan girilerek uygulanan ameliyatsız bir tedavi yontemidir. Özellikle cerrahi tedaviye sıcak bakmayan reflü hastlarında uygulanan endoskopik tedavi yonteminin bazı sınırlamaları vardır;
* 18 yaşından küçük hastalara
* Gebe hastalara
* 2 cm. üzerınde mide fıtığı olan hastalara
* Yemek borusu ileri derecede tahriş olan hastalara (Grade 3-4)
* Yemek borusunda hücresel değişime varan tahriş bulunan hastalara
* Akalazyası olan hastalara
Endoskopik reflü tedavisi önerilmez.

Endoskopik Reflü tedavisinde 3 yöntem uygulanır;
1. Radyo Frekans Dalga Yöntemi (Stretta)
Ekibimiz tarafından da uygulanan bu yöntemde radyo frekans dalgaları kullanılmaktadır. Radyo frekans dalgaları, yemek borusu ve midenin birleştiği ve mide kapağı denilen bölgede yemek borusu hücrelerinin dış duvarından içeri doğru ilerletilir. Bu bölgede kas dokusu ısıtılarak ısı hasarı oluşturulur. Isı hasarı oluşmuş kas dokusu daralarak iyileşir.

2. Hacim Etkisi Yaratan Yöntemler (Entreyx Gatekeeper)
Bu yöntemde yemek borusunun mide ile birleştiği bölgede kas dokusu içine emilemeyen bir bio polimer enjekte edilerek bu bölgenin daralması sağlanabilir (Entreyx)
ya da
yemek borusunun mide ile birleştiği bölgede yüzeysel hücrelerin hemen altına sıvı ile karşılaştığında hacim olarak artan küçük tüpler yerleştirilebilir. Bu tüpler sıvı ile karşılaşıp şiştiklerinde bu bölgede hacim etkisi yaratırlar.

3. Endoskopik Dikiş Yöntemleri (Endocinch Plicator)
Bu yöntemde de endoskopik olarak yemek borusu mide bileşkesine mukozal (yüzeysel) dikişler konulabilir (Endocinch)
ya da
yine endoskopik yöntemle bu kez mide içinden yaklaşılarak tek bir adet tam kat dikiş konulabilir.(Plicator)
Son düzenleyen Safi; 7 Mart 2016 07:23 Sebep: Mesajlar Otomatik Olarak Birleştirildi
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
8 Haziran 2006       Mesaj #184
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
YİRMİLİK DİŞLER


Hepimizin bildiği gibi ağzımızda en son süren dişler üçüncü azı dişleridir. Genelde 17 ila 25 yaşları arasında sürmeye başlarlar. Bu dişlerin ağızda bırakılıp bırakılmaması konusu tartışmalıdır. Eğer doğru pozisyonda sürerlerse ve çevre dokulara zarar vermiyorsa bu dişin yerinde kalmasında bir sakınca yoktur. Çene kemiğine kaynaşmış ve anormal pozisyonlu bir dişin (röntgenle tespit edilmiş) ileride yol açacağı zararlar göz önüne alınarak çekimine karar verilebilir. Diş arkındaki yer darlığı durumlarında dişin sürmesi dişeti- kemik ve diğer komşu diş engeline takılabilir.

Yirmilik dişin çekilmesini gerektiren haller nelerdir?
  • ÇÜRÜK: Tükürük, bakteri ve yiyecek parçacıkları yeni çıkmakta olan dişin açtığı yuvada birikerek hem yirmilik dişi hem de yanındaki azı dişini tehdit eder. Bu tip çürükleri fark etmek ve tedavi etmek oldukça zordur. Ağrı ve enfeksiyona yol açan ve apseyle sonuçlanan ağır tablolar meydana gelebiliyor.
  • DİŞETİ HASTALIĞI (perikoronit): Kısmen çıkmış bir yirmilik dişin dişetinde bakteri ve yiyecek artıklarının depolandığı bir enfeksiyon odağı oluşur. Bu durum ağız kokusu, ağrı, ödem ve trismusa (ağzın tam açılamaması hali) sebep olur. Enfeksiyon lenfler aracılığı ile yanak ve boyuna yayılabilir. Yirmilik dişin etrafındaki bu enfeksiyona yatkın zemin her seferinde kolayca enfekte olmaya adaydır. (Bakınız, Dişeti hastalıkları)
  • BASINÇ AĞRISI: Sürme sırasında komşu dişlere de basınç uygulanıyorsa sıkışmadan dolayı da bir ağrı hissedilebilir. Bazı durumlarda bu basınç aşınmaya yol açar.
  • ORTODONTİK SEBEPLER: Pek çok genç birey dişlerindeki çapraşıklıkları düzeltmek için ortodontik tedavi görmektedir. Yirmi yaş dişlerinin sürme basınçları diğer dişlere de yansıyacağından diğer dişlerde de bir hareketlilik olur, çapraşıklıklar artabilir.
  • PROTEZLE İLGİLİ SEBEPLER: Protez planlaması yapılan bir ağızda yirmilik dişleri hesaba katmak gerekir. Çünkü, yirmilik diş çekildikten sonra değişen ağız yapısına göre yeni bir protez yapmak gerekecektir.
  • KİST OLUŞUMU: Gömük bir dişin sebep olduğu kistik vakalar gözlenmiştir. Kist kemik yıkımına, çene genişlemesine ve çevredeki dişlerin yer değiştirmesine ya da zarar görmesine sebep olur. Kemik yıkımını önlemek için diş çekilmeli ve kist temizlenmelidir. Nadiren bu kist çok geniş alanlara yayılırsa tümörlere dönüşebilir veya çene kemiğinde kendiliğinden kırılmalara yol açabilir.
Son düzenleyen Safi; 7 Mart 2016 07:24
KafKasKarTaLi - avatarı
KafKasKarTaLi
Ziyaretçi
8 Haziran 2006       Mesaj #185
KafKasKarTaLi - avatarı
Ziyaretçi
KENDİNİZE VE SAĞLIĞINIZA VAKİT AYIRIN!!!

Sporun vücudumuza faydaları ;

1. Spor, doğru ve yeterli solunum sağlar. Bu sayede kan tarafından beyne ve tüm organlara yeterli oksijen taşınır.
2. Spor, terleme vasıtasıyla vücuttaki toksinlerin atılmasına yardımcı olur.
3. Spor, el-ayakların orantılı, doğru kullanılmasını sağlar.İnsana dik bir duruş temin ederek, hareketlerine esneklik ve zarafet kazandırır.
4. Spor deriye ve saça kan pompalayarak sağlıklı ve genç görünmenize yardımcı olur.
5. Güç geliştirme sporu, vücut için çok önemli olan Büyüme Hormonunun (GH) düzenli üretilmesine ve bu hormonun tetiklenmesiyle devreye giren pek çok hormonun da üretilerek vücudun sağlıklı işlemesine yardımcı olur.
6. Spor, kas ve kemik yapısının zaman içinde zayıflamasını engellemesi özelliği ve hormon üretimine katkısıyla en etkin yaşlanmayı önleyici etkendir.
7. Sporcular zor hastalanır, çabuk iyileşirler ve doğa şartlarına dayanıklıdırlar.
8. Spor, stresi kovar, psikolojik rahatlama sağlar. Sporcuların mutlu hissetmeleri yalnızca psikolojik değil aynı zamanda biyolojik etkiler sonucudur.
9. Spor, dikkat ve konsantrasyon gelişimine katkıda bulunur.
10 . Spor, yaktığı enerji ve kaslanma nedeniyle daha fazla besin tüketimini gerektirir. Bu nedenle sporcu ne eksik ne fazla yiyerek sağlıklı bir diet geliştirebilir. Şişmansa zayıflar, zayıfsa kilo alır.
Son düzenleyen Blue Blood; 17 Haziran 2006 07:34
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
8 Haziran 2006       Mesaj #186
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Böbreklerin Yapısı ve İşlevi
Böbrekler bel omurunun her iki yanında yer alırlar. Erkeklerde ki ağırlığı 125-170 gr, kadınlarda 115-155 gr arasında değişir. Boyu 11-12 cm, kalınlığı 2,5-3 cm, eni 5-7,5cm'dir.
Böbrekler iki büyük görev yaparlar:
1- Vücutta metabolüzma soncu oluşan zararlı ürünlerin atılmasını sağlar.
2- Vücut sıvılarının içerdiği maddelerin pek çoğunun yoğunluğunu kontral ederler. Bu sayede vücudun su, tuz, asit, ürela kan yapımı, kemik gelişmesi ve kan basıncının düzenlenmesini sağlarlar. Vücudun tüm organ sistemleri arasında düzenli çalışmasını ayarlarlar.

Her iki böbrek birlikte yaklaşık olarak 2.400.000 nefron ihtiva ederler. Nefron kanın süzüldüğü glomerül ve devamı olan tüplerden oluşur. Nefronun asıl görevi kanın böbrekerden geçişi esnasında içindeki istenmeyen maddeleri temizlemektir.
Temizlenmesi gereken maddeler özellikle üre, kreatinin, ürik asit gibi metabolizmanın son ürünleridir. Ayrıca Na, K, CI gibi iyonların gerektiğinden fazlası uzaklaştırılır.
Kan gromerül içinden geçerken önemli bir kısmı nefron tüpleri içine süzülür. Bu süzüntü içinde vücut için gerekli olanlar emilirle (suyun büyük bir kısmı, aminoasitler, glukoz, vitaminler) istenmeyen maddelerin bir kısmıda tüp içine salgılanır. Bu sızıntı, kırmızı karı hücresi ve protein ihtiva etmez. Süzülme, geri emilim ve salgılınım işlemleri sonunda nefronda oluşan idrar toplayıcı kanallara, böbrek papillalarına ve üreterlere boşalır,
Sağıklı tek böbrek vücudun tüm gereksinimini karşılayabilir. Kreatinin klerinsi böbrek çalışmasının iyi bir göstergesidir. Günlük idrar miktarı, kreatinin kan ve idrardaki yoğunluğu ölçülerek hesaplanır.


Hipertansiyon ve Böbrek Hastalığı
Hazırlayan: Dr. Şekip Altunkan
İç Hastalıkları Uzmanı
Yüksek kan basıncı toplumda önemli bir sağlık sorunudur. Vücutta oluşturduğu tahribat nedeniyle kişi ve toplum için önemli sorunlar oluşturmaktadır. Günümüzde kalp hastalıklarının en önemli risk faktörlerinden birisidir. Ayrıca kalp yetmezliği, böbrek yetmezliği ve beyin kanamalarının nedenlerinin başında gelir. Bu duruma rağmen hastalar yüksek tansiyona pek önem vermezler. Hipertansiyon sinsi bir hastalıktır ve çoğu zaman vücuttaki tahribatını belirti vermeden gerçekleştirir. Tedavisi tüm hayat boyunca devam eder ve yakın takibi gerektirir.
Kan basıncı, damar içinde dolaşan kanın dağılıp toplanmasını sağlayan bir mekanizmadır ve oluşmasında birçok faktör rol oynar. Kan basıncını, esas itibariyle kanı iten güç (kalp) ve bu gücün karşılaştı~ı direnç oluşturur. Kalbin oluşturduğu atım hacmi sistolik (büyük) tansiyon, direnç ise diyastolik (küçük) tansiyonu meydana getirir.
Hipertansiyonun tanımlanmasında ve tahribatını derecelendirilmesinde bazı testler yapmak gerekir. Bu testler hemen her laboratuar ve klinikte yapılabilir. Kısaca belirtilirse her hipertarısiyonlu hastaya, kan sayımı sedimarıtasyon, idrar, EKG, akciğer grafisi, açlık kan şekeri, üre, kreatinin, kollesterol, trigliserit, HDL, LDL, ürik asit, potasyum, kalsiyum, ultrasonografi gibi testleri uygulayıp, takibini bu duruma göre planlamak gereklidir.
BÖBREK VE KAN BASINCI
Yüksek tansiyonun nedenlerinin en başında böbrek hastalıkları gelir. Bu hastalıklar, ya böbreği ilgilendiren nefrit, kist, tümör, taş vb. olabildiği gibi, damarlardaki bir daralma veya böbrek üstü bezinin hastalıkları ile ilgili olabilir. Her yüksek tansiyonlu hastada yapılabilecek bir idrar tahlili, üre ve kreatinin tayini veya böbrek ultrasonografisi ile bu hastalıkların önemli bir kısmına teşhis konulabilir.
Hipertansiyonun en önemli hedef organlarından birisi böbreklerdir. Esansiyel olarak adlandırdığımız nedeni belli olmayan yüksek tansiyonlu hastaların, eğer tedavi edilmezlerse, %15'i böbrek yetmezliğinden vefat eder. Ayrıca henüz dializ uygulanmayan kronik böbrek hastalarının tansiyonu kontrol altına alınmazsa; hastalıkları daha hızlı ilerler.
Bilindiği gibi, böbrek hastalarında koroner kalp hastalığı ihtimali normale göre yüksektir. Kontrolsüz hipertansiyon bu ihtimali daha da arttırır. Yapılan çalışmalar, yüksek kan basıncının kontrolü ile böbrek hastalarında kalp komplikasyonlarının azaldığını göstermiştir.
TEDAVİ
Böbrek hastalarında kan basıncındaki hedef 140/90 mmHg'nın altına düşürmektir. Böbrek hastalığı ile birlikte hipertansiyon varsa bunun en önemli nedeni sıvı fazlalığıdır ve hastaların önemli bir kısmında tuz kısıtlaması ve idrar çoğaltıcı ilaçlar verilerek tedavi sağlanabilir. Bazı hastalarda ise kanlarında renin olarak adlandırılan bir hormon hipertansiyonun rıeden olabilir. Bu hastalar tedaviye dirençlidir ve renin seviyesini azaltacak ilaçlar kullanılabilir.
Tüm tıbbi tedavi ve tuz kısıtlamasına karşın eğer yüksek tansiyon kontrol edilemezse ve böbrek bozukluğu hızla ilerlerse, tedaviye yardımcı olmak amacıyla seyrek olarak hemodialize alınarak hastalığın ilerlemesi yavaşlatılabilir.
Kronik böbrek hastalığında hipertansiyon ve kan yağ oranlarındaki anormallikler damar sertliğine bağlı kalp hastalıklarının en önemli nedenlerindendir. Eğer sigara içiliyorsa bu risk daha da artar. Bu hastalar sigarayı bırakmalı ve kan yağ oranları da normale getirilmelidir.
Dializ uygulanan böbrek hastalarında su alımındaki fazlalık yüksek tansiyonun en önemli nedenidir. Bu hastalar sıvı alımına çok dikkat etmelidirler. Eğer düzgün dializ uygulanıyor ve hastada su kısıtlamasına dikkat ediyorsa, hipertansiyon önemli bir problem oluşturmaz.
Son düzenleyen Pasakli_Prenses; 22 Aralık 2008 03:23
NihLe - avatarı
NihLe
Ziyaretçi
13 Haziran 2006       Mesaj #187
NihLe - avatarı
Ziyaretçi
SAĞLIKLI YAŞAM


Bahar yorgunluğuna karşı Mevsim değişikliğinden kaynaklanan sorunları gidermek için neler yapabiliriz?Uzmanların öğütlerine kulak verin:

Sabahları mutlaka kahvaltı edin ve proteinli besinlere ağırlık verin. Taze sıkılmış portakal suyu, yoğurt, yumurta ve bir elma enerjinizi artırır.
Masaj yapmayı ihmal etmeyin. Masaj yaparken bergamot ve nane masaj yağı kullanın.
Öğle saatlerinde kendinizi çok yorgun hissederseniz, aklınızı bir konuya veremezseniz, eliniz hemen kafeinli içeceklere gitmesin. Kafeinsiz kahveyi tercih edin.
Bitkinlikten kurtulmak için büyük bir tasta su kaynatın ve suya üç dört damla çay ağacı yağı damlatın. Sonra başınızı bir havluyla kapatıp, buğu yapın.
Burnunuz tıkanırsa rahat soluk alamazsınız ve üzerinize bir bitkinlik çöker. Büyük bir tasta su kaynatıp içine iki çay kaşığı hardal tozu atın ve ayaklarınızı hardallı suya sokun. Başınızı bir havluyla örterseniz, biraz sonra rahat nefes almaya başlarsınız.
Vücudunuzun yorgunluğunu gidermek için vücut yıkama ürünlerini kullanın. Banyonun küvetini doldurup, beğendiğiniz vücut yıkama losyonunu kullanın.
Gözlerinizin altlarındaki torbacıkları gizlemek için bir sürü makyaj malzemesi kullanmayın. Bunlar gözleri ağırlaştırır. Göz kapaklarına doğal renkte far sürmek torbacıkları gizler.
Gün ortasında kış uykusuna yatmayı isteyecek kadar yorgun olursanız,vücudunuzdaki negatif enerjiden kurtulmaya çalışın. Pozitif enerjiyle, güzel düşüncelere dalın. İyimser ve hevesli olmayı deneyin. Uykunuz açılır.
Sabahleyin kıpırdayamayacak derecede yorgun olursanız, buna aldırmayın. Kısa bir süre de olsa gerinme egzersizleri yapın. Eğer akşamları vücut egzersizi yapıyorsanız, sakın akşam yemeği yemeden yatağa yatmayın. Vücudunuzdaki karbonhidrat dengesini bozmamalısınız.
Karın sancısını hafifletmek için karnınıza biraz gül yağı sürün ve elinizi karnınıza bastırarak daireler çizecek şekilde ovuşturun. Muz yemeyi ihmal etmeyin.
venüsün_kızı - avatarı
venüsün_kızı
Ziyaretçi
13 Haziran 2006       Mesaj #188
venüsün_kızı - avatarı
Ziyaretçi
HİJYEN NEDİR, NE ÖNEMİ VARDIR?
Sağlığa zarar verecek ortamlardan korunmak için yapılacak uygulamalar ve alınan temizlik önlemlerinin tümü hijyen olarak tanımlanır.

Her insan kendi temizliğinden sorumludur. Çocuk yaşlarda anne, baba veya öğretmenler tarafından çoğu zaman bizzat yapılarak öğretilen temizlik uygulamalarının, çocukluktan sonra bireyin kendisi tarafından yapılması gerekmektedir. Örneğin; tuvaletten sonra ve yiyeceklere dokunmadan önce ellerin yıkanması bir alışkanlık olmalıdır. Her gün yapılan işler arasında banyo yapma bir başka temizlik uygulamasıdır.
Temizliğin sadece görünür kirlenme olduğunda yapılması yeterli değildir. Örneğin; uykudan uyanınca yüzün yıkanması, çamaşırların değiştirilmesi, gündelik temizlik uygulamalarıdır.

Su ve sabun olmadan temizlikten bahsetmek olası değildir. Gelişmiş toplumlarda kişisel temizlikte en fazla kullanılan malzemelerin başında su ve sabun gelmektedir. Bunun yanı sıra banyo süngerleri, lifleri, diş fırçaları, el ve ayak temizliği ile vücut temizliğinde kullanılan fırçalar, tırnak makası ilk akla gelen temizlik araçlarıdır. Bunların tümü başkalarıyla paylaşılmaması gereken, kişisel temizlik araçlarıdır.
Başta kişinin kendi sağlığı olmak üzere, başkalarının da sağlığını korumanın en önemli aracı temizliktir. Sadece beden temizliği değil, kullanılan her şeyi ve her ortamı temiz tutmak da temiz olmanın gereğidir.
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
13 Haziran 2006       Mesaj #189
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
MESİR MACUNU HAKKINDA

Halk, Mesir Macunu'nun ortaya çıkışı ve saçılışı hakkında çeşitli görüşler ileri sürmektedir. Halkın kendi kanaatine uygun bulup, izah ettiği bu rivayetlerden hiçbiri bir vesikaya bağlanmamaktadır. Bu rivayetlerden birine göre. Yavuz Sultan Selim'in eşi, Kanuni'nin Annesi Hafza Sultan, Manisa'da iken hastalanır ve derdine çare bulunamaz. Enson çare Merkez Efendi'ye başvurulur. Merkez Efendi'nin kırkbir çeşit baharat ve şifalı bitkilerden hazırladığı macunla hastalıktan kurtulan Hafza Sultan da, bu baharat'lar ve bitkilerden çokça karılıp halka dağıtılmasını emreder. Vakıftan ayrılan para ile alınıp yoğurulan 41 çeşit baharat ve şifalı bitkilerden oluşan macun'da böylece o tarihten itibaren her yıl külliyenin kubbelerinden halka saçılır. Bir başka rivayete göre İstanbul'a giderken Manisa'dan geçen Merkez Efendi, Hafza Sultan'ın yaptırdığı külliyeyi gördükten sonra kendisini ziyaret eder ve yaptırdığı eserin isminin ebediyen kalıcı kılınacağını ancak bunlara bir de Darüşşifa eklemesini ister. O da teklifi güzel bulur, inşaata başlanır ve iki ayda bitirilip faaliyete geçilir. Merkez Efendi burada 41 çeşit baharat ve şifalı bitkilerden hazırladığı ve akıl hastalarına dövdürdüğü macunu nekehat dönemindeki hastalara yedirir. Macunun etkisiyle hastaların kısa zamanda şifa bulması üzerine halka da dağıtılmasına karar verilir.

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
17 Haziran 2006       Mesaj #190
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Kök hücre nakli uyarısı

ABD'deki ünlü Türk bilim adamı Prof. Dr. Kutluk Oktay, bütün kanserlerin kök hücrelerden oluştuğuna inanıldığını belirterek, ''O nedenle kök hücreler nükleer silah gibidir. Her önüne gelene muska takar gibi kök hücre nakli yapamazsınız'' dedi.

Amerikan Cornell Üniversitesi Kısırlık Tedavisi ve Üreme Merkezi Başkanı Prof. Dr. Kutluk Oktay, her organın kök hücre rezervi bulunduğunu, yaşlanmayla birlikte bunların fonksiyonlarının azaldığını ve bozulduğunu, sonuçta da organlarının kendilerini yenileyemediğini söyledi.


Oktay, örnek olarak cildi vererek, çocuk yaşta deride bir kesik meydana geldiği zaman, vücudun çok kısa sürede kendini yenileyebildiğini, ileri yaşlarda durumun farklı olduğuna işaret etti.
Son zamanlarda yapılan çalışmaların, ''kök hücrelerin verimliliğini kaybedip, bozulmaya başladığı için kanserli hale geldiğini gösterdiğine'' dikkati çeken Prof. Dr. Oktay, şunları kaydetti:


''Nasıl kadınlarda yumurtalık azalmaya başlayınca kalanlarda genetik hatalar artar, kök hücrelerde onun gibi genetik hatalar yapmaya başlayınca kanserleşiyor. Şu anda aşağı yukarı bütün kanserlerin kök hücrelerden oluştuğuna inanılıyor. Sonuçta kanser bir kök hücre hastalığı. O nedenle kök hücreler nükleer silah gibidir. Bunların vücut tarafından çok iyi kontrol edilmesi lazım. Her önünüze gelene alıp kök hücreyi damardan veremezsiniz. Gidip beyne yerleşir ve orada tümör haline gelebilir. Bu konuda çok araştırma yapılması lazım. Her gelene muska takar gibi kök hücre nakli yapamazsınız.''

Benzer Konular

7 Mart 2016 / WaRrioR Sağlıklı Yaşam
7 Mart 2016 / Ziyaretçi Cevaplanmış
7 Mart 2016 / prenses ayşe Cevaplanmış