Arama

Sağlıklı Beslenme ve Gıdalar - Sayfa 2

Güncelleme: 7 Eylül 2017 Gösterim: 176.928 Cevap: 49
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
31 Temmuz 2006       Mesaj #11
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi

Beslenme Yoluyla Denge

Ad:  beslenme3.jpg
Gösterim: 7960
Boyut:  64.5 KB

Dr. Mehmet KÖYLÜ
Sponsorlu Bağlantılar

Bizler bedenlerimizden sadece denge hakkında dersler çıkarmakla yetinmeyip, aynı zamanda bedene özgü her bir denge şartını (uygun beslenme, uygun egzersiz ve yeterli sürede uyku gibi) sağlamaya da gayret göstermek mecburiyetindeyiz. Ancak bu şekilde optimal olarak dengelenmiş bir tarzda insan bedeni sağlıklı çalışabilir. Öncelikle beslenme tercihlerimize bakalım.
Bazı insanlar yemek için yaşarlar. Bazıları da yaşamak için yerler. Bizler zamanımızın, enerjimizin, paramızın ve dikkatimizin çoğunu, kendimizi beslemeye ayırırız. Ancak sağlık istatistiklerine bakıldığında, hastalıkların % 90'ının, beslenirken yaptığımız şuur ve bilgiden mahrum tercihlerle bağlantılı olduğu ortaya çıkmaktadır. Beslenme tercihleri, şuur ve bilgiyle desteklenmeyen gelişigüzel alışkanlıkların çoğuyla doğrudan bağlantılıdır. Denge kavramını akılda tutarak aşağıdaki rakamlar üzerinde düşünelim. Bir hektarlık verimli bir alandan 20.000 elma, 40.000 patates, 60.000 kereviz mahsul olarak alınırken, 250 tane de sığır beslenir.

Kötü beslenme ve açlıktan ölen çocuk sayısı ne kadar bir sıklıkta gerçekleşmektedir? Cevap: Dünyada her 2-3 saniyede bir çocuk, açlığa bağlı sebeplerle ölmektedir. Bir günde açlıktan ve dengesiz beslenmekten ölen çocukların sayısı 3.800'dür. Bu yıl içinde açlıktan ölüme doğru giden insan sayısı, 20.000.000'dur. Eğer Amerikalılar günlük et alımlarını, % 10 oranında azaltırlar ve bu etler, açlığa bağlı sebeplerle ölmek durumunda olan insanlara gönderilirse bununla beslenebilecek insan sayısı 100.000.000'dur.

Bir görüşe göre yemek yeme, esas olarak insanın kendi kendine bir ilâç reçetesi yazmasıdır. Biz yemek yiyerek sadece kendimizi canlı ve diri kılmayız, her yemek yiyişimizde, kanımızın biyokimyasını, zihnimizin ve bilincimizin durumunu da değiştiririz. Eğer bunda şüpheniz varsa, çok uzun bir süre yemek yemeden yaşamaya devam ediniz ve sonra da zihinsel, duygusal ve fiziksel durumunuzda neler oluşmaya başladığını görmeye çalışınız.

Biz yine biliyoruz ki, bazı gıdaları yediğimizde, kendimizi ağırlaşmış, uykulu, bitkin ve uyuşuk hissederken, bazılarını yediğimizde kendimizi daha canlı, enerjik, sakin ve dengeli hissedebiliyoruz. En azından günde üç kere beslenme tercihimiz bizi az çok dengeye geri getirmeye çalışmaktadır. Beslenme tercihlerimizin farkında olma, farklı yiyecekleri yedikten sonra neler hissettiğimizi duyma ve onun bilincinde olma, dengeli bir hayat sürmek için anahtar prensiplerden biridir. Son yıllarda sağlıklı kalma ve tedavi olma masraflarının giderek artması ve sık rastlanan pek çok hastalığın yeme alışkanlıklarıyla ve gıda endüstrisinde daha fazla üretim amacıyla yapılan şuurdan uzak üretim biçimleriyle doğrudan bağlantılı olduğunun ortaya çıkması, ister istemez pek çok insanın daha sağlıklı beslenme, gıda endüstrisinde daha az zararlı üretim, depolama ve pazarlama biçimlerine yer verilmesi konularına ilgisini artırmıştır.

Basitçe ifade edecek olursak, insan bedeni gerçekte, yürüyen ve konuşan bir biyokimya fabrikasıdır. Yediğimiz şeyler doğrudan ve hemen biyokimyasal dengemizi, kanımızın kimyasını ve bedenimizdeki sayısız biyokimyasal işlemlerin fonksiyon görme kabiliyetini etkiler. Bedenimiz hastalıklara sebep olabilecek elementleri veya artıkları vücuttan etkin şekilde uzaklaştırmak, böylece sağlığı korumak ve devam ettirmek üzere tasarlanıp yaratılmıştır. Fakat vücudun bağışıklık sistemi, vücutta biriken ve dengesizlik yapan aşırı miktardaki maddelerden kurtulmaya çalışırken, aşırı yüklenmeye maruz kalırsa, o zaman sağlığımızı devam ettirme, zindeliğimizi koruma ve hastalık yapıcı faktörlerden uzak kalma kapasitemiz, ciddi düzeyde tahrip edilir.

Bizler bedenlerimizi vergilendiren bir zaman diliminde yaşıyoruz. Beslenme alışkanlıklarımızdan dolayı yediğimiz gıdalardaki besleyici değerin yüzyıl önceki insanların aldığı gıdalardaki ortalama besleyici değerin % 10'undan daha az olduğu belirtilmektedir. Çünkü, gıdalarımızı yetiştirdiğimiz topraktaki besin mineralleri, erozyonla, modern tarım metotlarıyla ve toprağın kimyevî maddelerle kirletilmesi sonucunda ciddi şekilde azalmış bulunmaktadır. Gıdalarımız pestisidlerle o kadar doyurulmuş vaziyettedir ki, Amerika Birleşik Devletleri'nde, test edilen her annenin göğüs sütünde, marketlerde satılan sütlerde müsaade edilen düzeyden çok fazla miktarda pestisid artıklarının varlığı saptanmıştır.

Bizler manava doğru yaklaştığımızda, zihinlerimizde birbiriyle rekabet eden iki sesi dengelemek zorunda kalırız. Sesin biri, manavdaki sebze ve meyvelerin ne kadar tatlı ve iştah açıcı görünümde olduğunu söylerken, diğeri ise bunların her birinin ne oranda pestisid ve sunî gübre artıkları içerdiğinin ve bu zararlı kirleticileri yememizin hayatlarımıza ve sahip olacağımız çocuklar üzerine etkilerinin neler olacağının cidden merak edilecek şeyler olduğunu söyler.

İyi veya kötü olsun, sonunda yediğimiz gıdalar, bedenimizde çok güçlü biyokimyasal sonuçlara yol açmaktadır. Bu sonuçları doğru anlarsak ve bilinçli farkındalıkla gıdalarımızı seçersek seçtiğimiz gıda çeşidi ve miktarını düzenleyerek bu sonuçların iyi veya kötü olmasını kontrol etmeyi öğrenebiliriz.

Beslenme, Stres ve Denge


Bedeninizin stresin etkilerine karşı gerekli olan enerji depolarını uygun düzeyde devam ettirebilme kabiliyeti, büyük oranda iyi dengelenmiş ve besleyici değeri yüksek bir diyete bağlıdır. Yediğiniz gıda ve onu yeme şekliniz, fizikî ve zihnî sağlığınızı toplam bütünde nasıl hissettiğinizi belirlemede önemli rol oynar. Kötü şekilde düzenlenmiş ve sindirilmiş bir mönü, hayatınızı dengeleme yönünde diğer stratejilerden elde ettiğiniz faydaların çoğunu etkisiz hâle getirebilir. İnsanların beslenme tercihleri büyük ölçüde farklılıklar gösterir. Aşağıda kendinize ait optimal beslenme stratejinizi belirlemede yardımcı olabilecek bazı temel beslenme kriterleri verilmektedir.

Yemeklerde rahat olunuz: Gıdalardan alabildiğiniz besleyici minerallerin miktarı, kısmen sizin yemek yeme alışkanlıklarınızla belirlenir. Eğer siz heyecanlı, gergin iseniz ve yemekleri çok hızlı yiyorsanız, o zaman yediğiniz gıdalar, uygun şekilde çiğnenmeyecek ve tükürükle karıştırılmayacaktır. Bu ise sizin yediğiniz gıdada varolan besleyici elementlerin tümünü almanıza mani olacaktır.

Buna ilâve olarak mide ve bağırsak sisteminize fazladan bir stres de yüklenecektir. Biyolojik sistemde iştah arzusu yaklaşık 20 dakikalık periyotlarla uyarılır. Yani sizin midenizi doyurmak için ortalama 20 dakikalık bir süreniz var demektir. Çok hızlı yerseniz, çok çok fazla yemek yemiş olursunuz. Bundan dolayı yemek yeme sürenizi çevrenizdekilerle sohbet ederek yavaşlatınız. Ağzınıza aldığınız besini çiğnemenin zevkini duymayı öğreniniz. Yemek yeme işleminin, yemeğin bizzat kendisi yanında hazırlığı, tat almayı, koku duymayı, yemeğin dokusunu ve çevreyi algılamayı kapsayan bir işlem olduğunu düşünerek, egzersizlere başlayınız.

Kendinize ait günlük yemek saatlerinizi belirleyiniz: Yemek zamanlarını düzenli aralıklarla tanzim etmek, sindirim sistemi için en uygun ve doğru olanıdır. İki yemek zamanı arasında küçük kahvaltı türü şeyler yemek veya geceleyin uykuya yakın saatte yemek yemek beden için istenmeyen ve onu zorlayıcı bir alışkanlıktır. Eğer aralarda illâ bir şeyler yemeyi isterseniz, tercihiniz meyveler, taze sebzeler ve tahıldan yapılmış diyet ve lifli bisküviler olsun. Özellikle, arada yediğiniz şeylerin şekerleme türü şeyler olmasından kaçınınız.

İştahınızı dinleyiniz ve onu duyunuz: Bedeninizin ihtiyaçlarını dinlemeyi öğreniniz. Gerçekten aç mısınız? Pek çok insan canı sıkıldığında, endişe ve kaygıları çoğaldığında veya damak zevkini tatmin etmek için yemek yerler. Gıdaya, sofraya veya mutfağa yakın olduğunuzda gerçekten ne hissetmeye başladığınıza dikkat ediniz. Çünkü beyninizde iştahınızı düzenleyen kısım ile duygularınızı kontrol eden kısım aynıdır. Bundan dolayı, şehvanî arzu ve isteklerimiz, düzensiz yeme alışkanlıklarımız, genellikle yalnızlık, mutsuzluk gibi duygusal gerginliğe bağlı dengesiz durumların varlığını yansıtır. Eğer fiziksel enerjinizi yeniden kazanmaktan ziyade, duygusal nedenlerden dolayı daha fazla yemek istediğinizi hissediyorsanız, bir doktora danışmanızda fayda vardır.

Basit ve sade şeyler yiyiniz: Gıdaların üzerindeki etiketleri okuyunuz. İçindekilerin neler olduğunu inceleyiniz. Ve katkı maddelerinden mümkün olduğunca kaçınınız. Aşırı yağ, katkı maddeleri ve kimyevî koruyucular içeren gıdaları tükettiğinizde, mide, karaciğer, safrakesesi, bağırsak, böbrek gibi iç organlarınız kendine ait görevlerini yaparken çok daha fazla çalışmak zorunda kalacaklardır. Bundan dolayı, mümkün olduğunca taze, işlenmemiş, rafine edilmemiş ve olduğu gibi satılan gıdaları tüketmeye çalışınız.

Kafeinden uzak durunuz: Kafein, bedeninizde strese cevabı başlatan bir uyarıcıdır. Sinir sisteminizi, kalbinizi ve solunum sisteminizi uyarıcı etki yapar. Baş ağrıları, sinirlilik, duyarlılık, kan basıncında yükselme, ve mide problemleri günde 200-500 mg kadar kafein alındığında bile ortaya çıkabilmektedir. 250 ml'lik bir bardakla alınan veya Türk fincanı ölçeğiyle 7-8 fincan kahve, 220 mg kafein içerir. Rafine edilmiş aynı miktardaki kahve ise, 175 mg kafein içerir.

Kahve içerek uyuşukluğu üzerinizden atma yerine, hafif jimnastik hareketleriyle, soğuk duşla sabahları kendinizi toparlayınız. Kahve yerine bir bardak tabiî meyve suyu içiniz. Dinlenirken de kahve alma yerine, şifalı ot çaylarını tercih ediniz. Veya bir bardak su içiniz. Hafif tempoda bir kısa mesafeli yürüyüş yapınız. Ve derin şekilde nefes alıp veriniz. Kafeinden arındırılmış kahveleri içmeyi de minimum düzeyde tutunuz. Çünkü hiçbir kafeini ayırma işlemi % 100 etkin olmadığı gibi, kafeini uzaklaştırma işlemlerinde toksik kimyasallar kullanılır.

Şekeri azaltınız: Şeker iki şekilde stres üreten gıdadır. Şeker aldığınızda vücudunuz, artan kan şekeri seviyesini, sizin mücadele veya kaçış pozisyonunda olduğunuzu gösteren bir işaret olarak yorumlar. Sizin bütün bedeniniz uyarılır ve harekete hazır hâle getirilir. Bu şeker paniği, bütün sisteminizi dengeden uzaklaştırır. Enerji ve bitkinlik de genellikle şeker yorgunluğu olarak bilinen önemli sallanmalar üretebilir.

Mümkün olduğunca rafine şekerleri almayı azaltınız. Tamamen azaltamıyorsanız, bizzat tatlıları ve şekerlemeleri yemekten uzak durunuz. Sadece protein ve kompleks karbonhidratlar bakımından zengin yemeklerin sonunda tatlılardan biraz alabilirsiniz. Şekerin zararlı etkilerini önlemek ve enerji stoklarınızı şarj etmek, dengelemek için taze, rafine olmamış bütün sebze, meyve ve tahılları gıda olarak tüketmeyi artırınız.

Lifli gıda tüketiminizi artırınız:
Bazı insanlar, strese maruz kalırlarsa kabız olurlar. Rahatsızlığı yanında bu durum, bitkinliğe ve yorgunluğa ve toksik maddelerin bedende birikmesine sebep olabilir. Düzenli şekilde egzersiz yapınız. Bol sıvı tüketiniz. Lif oranı yüksek gıdalar alınız. Gerektiğinde lifli, kepekli ve ketenli katkı maddeleri ile yemeğinizi zenginleştiriniz.

Bol miktarda sıvı içecek tüketiniz: Mevcut araştırmalar, her gün bol miktarda su içmenin hayatî önemini vurgulamaktadır. Dünyamıza benzer şekilde, bedenimizin üçte ikisinden fazlası sudan oluşur. Her organ, uygun şekilde fonksiyon görebilmek için yeterli miktarda sıvıya ihtiyaç duyar. Sodyumun böbreklerde tutulması, sıvı alımının yetersiz olduğu bazı insanlar için strese cevap olabilir. Bu ise, kalbimize, ciğerlerimize, böbreklerimize, kaslarımıza derimize ve beynimize fazladan yük yükler. Bu hayatî organları dengede tutmak ve yüksek düzeylerde çalışmasını sağlamak için, araştırmacılar, her gün 6-8 bardak su içmemizi tavsiye ediyorlar.

Tuzu azaltınız: Yüksek kan basıncı veya hipertansiyon, genellikle stresle alâkalı bir hastalıktır. Bazı kişiler tansiyonlarını kontrol altında tutabilmek için düzenli ilâç almaya ihtiyaç duyabilirler. Bazıları da hayat tarzlarında değişiklik yaparak (rahatlama eğitimi ve diyet değişikliği gibi) tansiyonlarını kontrol altına almada önemli iyileşmeler gösterebilirler. Tuz tüketimini azaltma bazı insanlarda hipertansiyonu kontrol altına almaya yardım edebilir. Doktorunuz tarafından da tavsiye edilmişse, genel koruyucu önlem olarak, günlük tuz alım miktarını 5 gramın altına düşürünüz.

Hazır gıda alıyorsanız etiketini okuyarak, gerçekte ne yediğinizin farkında olunuz. Tatlandırıcı ve damak zevki olarak baharatları ve faydalı aromatik otları kullanınız. Tuzu istenilen ölçüde azalttığınızda, damak zevkini artırıcı diğer tatlandırıcılara karşı duyarlılığınızın arttığını keşfedebilirsiniz.

Sağlıklı kilonuzu devam ettiriniz: Ömür uzunluğunu artırma ile ilgili yapılan çalışmaların çoğu, uzun süreli bir yaşam için ideal kilonun, genellikle yaşınıza göre olmanız gereken kilonuzun 5 kilo yukarısı veya aşağısında kalan aralıkta oynadığını göstermektedir. Bir çok araştırmacı, şişmanlığın sağlığa zarar verdiğine ve stres tehlikesi taşıdığına inanmasına rağmen, genellikle kilonuzun birkaç kilo üstünde olmanız, sürekli kilo kaybetme veya kazanmaktan daha sağlıklı bir durumdur. Burada da en iyi kılavuz, aşırılıklardan kaçınma, dengeli bir orta yolu geliştirme ve güçlendirmedir.

Yeterli miktarda vitamin ve mineral alınız: Yüksek stres koşullarında vücudunuz, bazı mineralleri ve suda eriyen vitaminleri daha çok kullanır. Bu besleyici elementler, sürekli şekilde yerine konmazsa, vücudun depoları aniden bitebilir. Özellikle C, B vitamini kompleksi, kalsiyum, potasyum, çinko ve magnezyum gibi elementlerin, stresten korunma ve tedavi için daha fazla miktarda alınması tavsiye edilmektedir. Diyetinize düzenli şekilde bu mineralleri ve vitaminleri dahil ediniz. Bunlar genellikle yapraklı yeşil sebzelerde, tahıllarda, buğdayda, fındıkta, tohumlarda ve meyvelerde bol miktarda bulunurlar.

Alerjilerinizin farkında olunuz: Besinlerden kaynaklanan alerjiler, bazı insanlar için gizli gıdaya bağlı stres oluşturur. Çoğu insanlar için çok faydalı besinler olan bazı gıdalar bazı kimseler için alerjik olabilir.

Besin alerjilerinin belirtileri, hapşırma, baş ağrısı, deri kaşıntıları, deride kabarcıklar olabilir. Bu belirtiler hafif veya şiddetli olabilir. Belirtiler, gıdayı aldıktan hemen sonra veya birkaç saat sonra görülebilir. Hafif seyreden alerjik reaksiyonlarda alerji yapan besin 3-4 gün yenmezse, hiçbir rahatsızlığa yol açmaz. Fakat kişi arka arkaya 3-4 gün bu alerjik besini yerse, klinik rahatsızlıklara yol açabilir. Eğer besin alerjilerinin sizin için bir problem olduğunu düşünüyorsanız, farklı gıdalara ve farklı gıda karışımlarına karşı reaksiyonlarınızı gözlemleyiniz. Besin alerjilerinde uzman bir hekime danışarak ilâve testler yapılmasını isteyiniz.

Beslenmenizde yeterli düzeyde çeşitlilik bulundurunuz: Günlük hayatın giderek artan stresine karşı etkili bir yönetim uygulayabilmek için, beden ve zihninizi hazırlamada bol çeşit içeren, dengeli bir diyet önemli bir anahtardır. Gıdaların veya besleyici minerallerin herhangi birini aşırı miktarda içeren herhangi bir diyet, gerekli bazı mineral ve vitaminleri diyetten çıkarıyor demektir. Bedeninizin ihtiyaçlarını dinlemeyi öğreniniz ve yemeklerinizi bol çeşit olacak şekilde plânlayınız. Yemek mönülerinde hem pişmiş hem de çiğ gıdalar olmalıdır. Bütün renkli ve yeşil sebzeler, meyveler, çeşitli protein kaynakları ve tahılların (kepekli kepeksiz ekmek, buğday, pirinç, bulgur vs) günlük mönülerin birinde mutlaka olması tavsiye edilir.

Özetlersek dengenin varlığına işaretler kâinata konduğu gibi, bizim biyolojik bedenimize de konmuştur. Seçim ve tercih farkındalıktan sonra söz konusu olduğu için, bedenimizdeki dengeyi farkettiğimizde, bu dengenin hayatın alt yapısı ve sistemi olduğunu anladığımızda, hayatımızı daha dengeli yaşama konusunda belli bir gayret gösterebiliriz. Kendi biyolojik bedenindeki denge işaretlerini okuyamayan insanların, hayatlarını dengeli bir şekilde sürdürmeleri de çok zordur.
Son düzenleyen Safi; 24 Mayıs 2016 05:03
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
31 Temmuz 2006       Mesaj #12
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi

Omega-3 Yağ Asitleri

Ad:  omega.jpg
Gösterim: 854
Boyut:  44.5 KB

Doç.Dr. C. Kemal SÜMBÜL
Sponsorlu Bağlantılar

Yağlar temel besin öğelerinden birisini teşkil eder. Canlı vücudunu bir makineye benzetirsek, bu makineyi yaratan Kudreti Sonsuz, aynı zamanda güçlü bir yakıt olarak enerji deposu olan yağları da bize ihsan etmiştir. Çok mükemmel bir metabolik zincir ile aldığımız fazla kaloriler vücudumuzda yağ olarak depolandığı gibi, enerji ihtiyacı olduğunda da hemen bu yedek kaynaklara müracaat edilir ve yağlar yakılarak enerji elde edilir. Şayet ihtiyacımızın üzerinde çok fazla beslenirsek, vücudumuzda biriken yağlar yedek enerji kaynağı olmasının ötesinde artık vücut için hastalık ve sıkıntı kaynağı olmaya başlar. Başta kalb hastalıkları ve bazı kanser türleri olmak üzere birçok hastalıkla aşırı yağlanmanın münasebeti gösterilmiştir.
Yağlar canlı bitki ve hayvan hücrelerinde sentezlenir. Ancak bunun için önce yağ asitlerinin elde edilmesi gerekir. Elde edilen yağ asitleri, ortamdaki gliserol ile birleşerek yağlar oluşur. Bir molekül veya bir birim yağda 3 tane yağ asidi bulunur. Bunların hepsi tek çeşit yağ asidi olabileceği gibi, ikisi veya üçü de farklı yağ asidi olabilir. Bir yağ molekülünü aşağıdaki gibi gösterebiliriz. (Yağın ana omurgasını gliserin meydana getirir.)

Yağlar dışarıdan gıdalarla alındıktan sonra birtakım metabolik yollardan geçerek önce bileşenlerine ayrılır. Daha sonra ihtiyaç duyulan yağ asitleri mevcut yağ asitlerinden veya asetil koenzim-A'lardan yeniden sentezlenir. Bunlar da gliserin molekülü ile birleşerek yeniden yağ elde edilir ve vücudun enerji ihtiyacı için kullanılırlar.

Yağların birbirlerinden ayrılığı yağ asitlerinin farklılığından kaynaklanır. Bu yağ asitleri hayvanî ve nebatî yağlarda farklı olduğu gibi, her ikisi içinde de değişiklik gösterir. Meselâ, zeytinyağındaki yağ asitleriyle, ayçiçeği veya mısırözü yağının yağ asitleri arasında, hem miktar hem de kalite bakımından farklılıklar vardır. Yani her yağ çeşidinin kendine has bir yağ asidi kompozisyonu vardır. Biz bu yağları değişik kaynaklardan gıda olarak aldığımız zaman yağ asitlerini de almış oluyoruz. Eğer biz aldığımız gıdalarla ihtiyacımız olan yağları kâfi miktarda temin edemiyorsak bunu telâfi için vücudumuzda yağ sentezi olur. Ayrıca ihtiyacımızdan fazla miktarda karbonhidrat alıyorsak o zaman bu fazla karbonhidratlar yağa dönüştürülür ve vücutta depolanır. Her iki durumda da yağ yapımı glukozdan (yani şekerden) olur.

Bazı özel konfigürasyona sahip yağ asitleri vardır ki bunlar vücudumuzda yapılamaz. Bu şekilde vücutta yapılamayan yağ asitleri, esansiyel (temel) yağ asitleri olarak adlandırılır. Bunların mutlaka dışarıdan alınması gerekir. İşte bunlardan birisi de Omega-3 yağ asitleridir. Son zamanlarda, hangi rahatsızlıkların bu yağ asitlerinin yokluğu veya yeterli alınmayışına bağlı olduğu hususunda birçok araştırma yapılmaktadır.

Son yapılan çalışmalarda, kanlarında Omega-3 yağ asitleri düşük olan çocukların, büyük ölçüde; davranış, öğrenim ve sağlık problemleri olduğu belirtilmiştir. Bu yağ asitlerinin eksikliğinden kaynaklanan belirtiler susuzluk, sık idrar yapma, deride ve saçlarda kurumadır. Okul yaşlarındaki çocukların % 3-5'inin davranış bozukluğu olduğu, bunun erkeklerde kızlardan daha çok görüldüğü belirtilmiştir. Bunun sebeplerinin biyolojik ve çevreye ait olmak üzere birçok faktörden kaynaklandığı düşünülmektedir. Önceden davranış bozukluğu problemi olan 6-12 yaş arasındaki çocuklar üzerinde yapılan araştırmalarda, Omega-3 yağ asidi seviyesi düşük olan 53 çocuğun yaklaşık % 40'ında hiperaktif düzensizliğe bağlı dikkat eksikliğinin olduğu tespit edilmiştir. Yine % 9'unda benzer belirtiler görülmüştür.

Son zamanlarda beslenme uzmanları omega-3 yağ asitlerinin daha fazla alınmasını tavsiye etmektedirler. Bebeklerin büyümesi, gelişmesi ve kalb hastalıklarına karşı korunması, thrombozis, hipertansiyon ve enflamasyon ile otoimmün rahatsızlıklarından korunmak için omega-3 yağ asitlerinin önemli olduğu kaydedilmektedir. Omega-3 yağ asitlerinin serum kolesterol seviyesini düşürdüğü, arteriosklerozis'e bağlı koroner kalb hastalıklarını önleyici tesirinden söz edilmektedir. Omega-3 yağ asitleri bakımından zengin yemlerle beslenen tavukların yumurtalarındaki kolesterol miktarının, normal yemlerle beslenenlere göre daha düşük olduğu bulunmuştur. Piyasada bu şekilde beslenen tavukların yumurtaları omega yumurtaları ismiyle diğerlerine göre daha pahalı olarak satılmaktadır. Omega-3 yağ asitlerinin kandaki kolesterol seviyesini düşürdüğü, yapılan araştırmalara dayanılarak ifade edilmektedir.

Birçok faydasının olduğu belirtilen omega-3 yağ asitleri, vücutta yapılamadığı için başka kaynaklardan temin edilmek durumundadır. Kimbilir hangi hikmetle birçok yağ asidinin sentezi için gerekli kabiliyetleri vücudumuza yerleştiren Yüce Yaratıcı, bazı yağ asitleri için bu imkânı vermemiştir. Ancak bunları yine başka canlılara yaptırarak bizim istifademize sunmuştur. Balıklar bu yağ asitleri bakımından zengindir. Tatlısu balıklarından Salmonidae (Alabalıkgiller) familyasına mensup balıklarda, deniz balıklarından ise Scombridae (Uskumrugiller) familyasında bol miktarda bulunmaktadır. Yine bazı bitkiler bu yağ asitlerini sentezledikleri için birer kaynaktır. Meselâ, keten tohumunun yağı, mısırözü yağı ve soya yağı, Omega-3 yağ asitleri bakımından zengindirler. Dünya Sağlık Teşkilatı'nın omega yağ asitlerinin günlük ne kadar alınması gerektiği konusunda henüz bir tavsiyesi bulunmamaktadır. Ancak uzmanlar günlük alınan toplam enerjinin % 0,2-% 0,5 kadarının Omega-3 yağ asitlerinden sağlanması gerektiğini ileri sürmektedirler. Kanada Sağlık Teşkilatı hamile kadınların bu miktara ilâve olarak hamileliklerinin ilk üç aylık döneminde 0,05 gram Omega-3 yağ asidi almalarını, daha sonraki üçer aylık dönemlerde ise 0,16 gram daha fazla almalarını tavsiye etmektedirler. Emzirme döneminde ise normal alınması tavsiye edilen miktara 0,25 gram daha ilâve edilmesini tavsiye etmektedirler. Çocukların ve yetişkinlerin Omega-3 yağ asitlerinden günde 800 ile 1100 mg arasında almaları tavsiye edilmektedir. Hiperaktif çocuklardaki dikkat eksikliğinden kaynaklanan öğrenme problemlerinin tedavisi için ve kanda yüksek kolesterol ve trigliserit olanların tedavileri için bu yağ asitlerini yoğunlaştırılmış olarak bulunduran tabletlerin mevcut olduğunu ayrıca belirtelim.
Son düzenleyen Safi; 24 Mayıs 2016 05:54
Hi-LaL - avatarı
Hi-LaL
Ziyaretçi
1 Ağustos 2006       Mesaj #13
Hi-LaL - avatarı
Ziyaretçi

Mesleğe göre vitamın alın!!!


Ad:  vit1.jpg
Gösterim: 747
Boyut:  8.6 KB


Gerek iş stresi, gerekse uykusuzluk metabolizmayı zayıf düşürüyor. Doğal ortamdan alamadığınız mineral ve vitaminler de buna etki ediyor. Mesleğiniz zorluysa, vücudunuzun yıpranması bir kat daha artıyor. Uzmanlar mesleğinize göre vücuda takviye yapmanızı öneriyor.

Sözgelimi doktor ya da hemşireyseniz taşıdığını enfeksiyon riskine karşı bağışıklık sistemlerini güçlendirmek için ekinezya almanız öneriliyor. Şayet gece çalışıyorsanız, vücut ritminiz değişir. Bunu önlemenin yolu da, kalsiyum ve magnezyum almaktan geçiyor.

Gazeteciler ve hava trafik kontrolerleri en stresli iş sahalarında çalışıyorlar. Uzmanlar onlar için de Ginko globo öneriyor. Bu katkı hafızayı ve konsantrasyonu artırıyor. Bilgisayar kullananlar, göz sulanması ve dalgınlık sorunuyla karşı karşıya olanlar içinse Bilbery öneriliyor.

Aslında bu katkıları doğal yoldan temin de mümkün? Ama çevresel faktörler ve pişirme esnasında kaybolan vitamin ve mineraller buna çoğu zaman engel oluyor.

Hastalığınızı meyveyle tedavi edin


Hasta olduğumuzda dünya başımıza yıkılır, canımız hiçbirşey yapmak istemez. Direk ilaçlara yöneliriz. Vitaminler, ağrı kesiciler, grip ilaçları...Meyvelerin bizi ilaçlar kadar hızlı tedavi ettiğini biliyormuydunuz? Hiçbir yan etkiye maruz kalmadan hem iyileşip hem vitamin depolamak istemez misiniz? Hastalık hepimizden uzak dursun ancak hastalıkların her an kapımızda olabildiğini de unutmamak gerekir. Taze meyve - sebze suyu terapisi ile mesane kanserini yenen Jay Kordich adlı hastanın hazırladığı "Meyve ve Sebzelerin Gizli Güçleri" adlı kitapta hastalıklara yönelik meyve-sebze terapilerinden bahsediliyor.
  • İncir: Bağırsakları çalıştırır, enerji verir. Cinsel güce yardımcıdır.
  • Elma: Böbeklerin temizlenmesine, sindirim rahatsızlıklarının kontrol edilmesine yardım eder.
  • Kayısı: Kan yapıcıdır. Güzel bir cilt ve saça olumlu etkisi vardır. Kanserin önlenmesinde yardım eden iyi bir karotenoid kaynağıdır.
  • Muz: Kalbe ve kas sistemine yararlıdır. Yorgunluğa ve ishale birebirdir.
  • Vişne: Mineral ve vitamin deposudur. Koyu renkli vişneler, açık renklilere oranla daha fazla mineral içerir.
  • Greyfurt: Sindirimi uyarır. Diş etlerinin kanamasını azaltır, soğuk algınlığına iyi gelir. Lifleriyle yenirse, kolesterolü düşürür.
  • Portakal: Soğuk algınlığı, grip, incinme, kalp hastalığı ve felçten korunmaya yardım eder.
  • Mandalina: Enfeksiyonlarla savaşmayı kolaylaştırır.
  • Üzüm: Böbreklerin çalışmasını uyarıp kalp atışını düzenler. Karaciğeri temizler. Siyah üzüm kabukları ve çekirdekleriyle yenirse hücre yenileyicidir.
  • Kavun: Endişe ve uykusuzluğa iyi gelir. Bağırsak ve cilt kanserine karşı Amerikan Kanser Topluluğu’nca tavsiye edilmiştir.
  • Karpuz: Kabuğundaki çinko iktidarsızlığa iyi gelir. Böbreği temizler.
  • Kiraz: Kolesterolü düşürür, özellikle sapları idrar söktürücüdür.
  • Armut: Kalp - damar sağlığı, alçak kan basıncı ve fiziksel performansa iyi gelen vitaminleri barındırır.
  • Çilek: Sigara dumanının etkilerini azaltır. Sigara içilen bir odadayken gün boyunca ağza iki çilek atılması önerilir.
  • Sivribiber: Şişkinliği azaltmada faydalıdır. Saçlara, tırnaklara ve cilde çok iyi gelir.
  • Brokoli: Mide ve yemek borusu kanseri tehlikesini azaltır.
  • Lahana: Yaşlanmayı önleyici mineral olarak kabul edilen selenyum sağlıklı bir cilt verir, erkeğin cinsel gücünü artırır.
  • Havuç: Enerji verir. Karaciğerin safra salgılamasına ve kolesterolü dengelemesine yardım eder.
  • Salatalık: Kasları gençleştirir. Deri hücrelerine elastikiyet verir.
  • Sarmısak: Tansiyonu düşürür, kan pıhtılaşmasını azaltır. Bazı mide kanserlerini önlediği ve bağışıklık sistemini güçlendirdiği kanıtlanmıştır.
  • Ispanak: Karaciğeri, lenf bezlerini ve kan dolaşımını uyarır.

REÇETELER


Uykusuzluk:
Havuç ve kereviz sapının suyunu karıştırın.

Sakinleştirici:
Havuç ve lahana suyunu karıştırın.

Sindirimi kolaylaştırıcı:
Karnabahar, havuç ve maydanoz suyu.

Yorgunluk:
Tek başına havuç ya da elma, kereviz ve maydanozdan herhangi biriyle birlikte sıkılmış meyve suyu.

Grip:
Bir bardak kızılcık suyu ya da elma + kızılcık, elma + üzüm + ananas suyu.

İktidarsızlık:
Lahana, brokoli, kıvırcık yapraklı lahana suyu.

Sigara dumanı:
Kereviz ya da çilek suyu.

Ezilme, çürüme:

Portakal suyundaki bioflavonoid kan damarını ve kılcal damarları güçlendirir. Ezik ve çürükler daha çabuk iyileşir.

Kabızlık:
Patates + havuç + elma + maydanoz suyu iyi bir tercihtir. En çok işe yarayan meyve suyu ise elma + armuttur.

Ağrıyan kemikler:
Havuç, lahana ve maydanoz karışımının suyu.

Mide asidi:
Havuç + salatalık + pancar suyu ya da havuç + lahana + kereviz suyu mideyi yatıştırmaya yardım eder.

Hemoroid:
İçinde özellikle patates bulunan içecekler öneriliyor. Patates + havuç + elma + maydanoz suyu ya da patates + elma + armut suyu.

Boğaz ağrıları:
Turp + limon.

Mide ülseri:
Lahana ya da patates suyu.

Baş ağrısı:
Elmayla birlikte karıştırılan kereviz suyu.

TÜKETİRKEN DİKKAT ETMENİZ GEREKENLER


Besin değerinin kaybolmaması için sebzeler az suyla, buharlı tencere veya toprak güveç kaplarında zeytinyağıyla pişirilmelidir. Havucu rendelemek B ve C vitaminlerinin kaybolmasına yol açar. Ayrıca sebze ve meyveleri vitaminlerinin kaybolmamısı için kalın doğramak gerekir. Meyveler tok karnına değil, aç karnına ya da yemekten 2 - 3 saat sonra tüketilmelidir..
Son düzenleyen Safi; 24 Mayıs 2016 01:19
Hi-LaL - avatarı
Hi-LaL
Ziyaretçi
1 Ağustos 2006       Mesaj #14
Hi-LaL - avatarı
Ziyaretçi
Ad:  ruh.jpg
Gösterim: 732
Boyut:  9.3 KB

Ruh halinize göre beslenin...



Kişilerin yemek seçiminin, ruh hali üzerindeki etkisiyle ilgili ilginç tespitlerde bulunuldu. Yapılan incelemelere göre, aşk acısı çekenlerin pirinç ve şekerden uzak durması gerekiyor.

İtalyan Beslenme Uzmanı Prof. Dr. Ezio Di Flaviano insanların damak zevkleri ve yemek seçimi konusunda ilginç tespitler de bulunuyor. Flaviano'ya göre, sofraya oturup doğru besin maddeleri seçerek, kötü ruh halinizi düzeltebilirsiniz.

Flaviano yaptığı tespitler sonucunda zihinsel bunalım içinde ve patlamaya hazır bir psikoloji içinde olan kişilerin makarna, ekmek, taze meyve ve sebze yemeleri gerektiğini vurgulayarak, kendisine olan özgüvenini yitirmiş ve bezginlik duyan kişilerin ise peyniri ve kırmızı eti kesinlikle tüketmemelerini öneriyor.

İtalyan doktorun tespitine göre süt ürünleri ve kırmızı et kişilerde bezginliği artırıyor.

Yalnızlık ve iç sıkıntısı hisseden insanların rahatlamak için domates, patlıcan, biber, patates, yumurta ve karnabahar gibi sebzeleri tüketmesini doğru tercih olarak gören Flaviano, söylediği sözler ve davranışlarından memnun olmayanların soğan ve pırasayı tercih etmesi gerektiğini belirtiyor.

Flaviano düş kırıklığı, kuşku ve çekingenlik içinde bulunan kişilerin kereviz ve havuç tüketmesinin ruh sağlığı açısından faydalı olacağına dikkat çekerken, iş hayatının yorgunluğu ve stresinden bunalan kişilerin sofralarından bezelyeyi ihmal etmemeleri gerektiğini vurguluyor.

Üzerinden endişeyi atamayan ve her an hata yapabilirim saplantısını aklından çıkarmayan insanların bol bol marul yemeleri gerektiğini belirten İtalyan Beslenme uzmanı, saldırgan ve karşısındaki kişilere karşı agresif bir yapısı olan kişilerin kendilerini kontrol tutmak için ceviz yemelerini tavsiye ediyor.

Çikolatanın her türlü isteği kamçıladığını ve ihtirasları şahlandırdığını tespit eden Flaviano, bademin öfkeyi azalttığını ve kişiyi sakinleştirdiğini ileri sürüyor.

İlginç tespitlerine bir yenisini daha ekleyen Flaviano, aşk acısı çekenlerin ve bu duygulardan kurtulamayanların kesinlikle pirinç ve şekerden kaçınması gerektiğini belirterek, bu iki gıdanın melankoliyi artırdığını iddia etti.

Mutluluk Veren Besinler


İçinde Endorphin bulunan besinlerin insanı mutlu ettiğinii belirten bilim adamları, bu maddeyi en çok barındıran besinleri açıkladılar.

Çilek: C vitamini deposu olan çilek, önde gelen afrodizyaklar arasında yer alır. Çilek bütün salgı bezlerini çalıştırarak vücuda gençlik ve kuvvet kazandırır. Yüksek tansiyonu düşürür, damarları temizler. Kansere karşı korur, böbrekte kum ve taş oluşmasını önler.

Muz: Kokusuyla bile mutluluk taşıyan tam bir Endorphin deposudur. Kendinizi, güçsüz ve sinirli mi hissediyorsunuz, hemen bir muz yiyin. Kalsiyum ve magnezyum içeren bu meyve strese karşı bire bir. Sinir hastalığı olanlar için her gün yemek arası saatlerde tüketilmesi gereken bir besindir.

Üzüm: Kırmızı ve beyaz üzüm yiyen herkes gülücükler saçar. Üzümde yüzde 20 oranında diekt olarak kana karışan şeker vardır. Bedenen ve zihnen çalışanlar için iyi bir gıdadır. Üzümdeki bol demir kan yapar. Yüz ve boyuna taze üzüm suyu sürülüp 10 dk. sonra yıkanırsa cilde dirilik verir.

Portakal: C ve B vitamini açısından zengin olan portakal, insana dinamizm veriyor. Portakal içindeki C vitamini ince ve kalın damarların yumuşak kalmasını sağlar. Vücuttaki direnci artırır. Grip ve nezle olunduğunda portakal suyu, şeker, şarap karıştırılır üzerine sıcak su katılır ve içilir. Kanın durulmasına ve temizlenmesine yardımcı olur. Hazmı kolaylaştırır. Portakal reçeli ise karaciğeri çalıştırır.

Çikolata: Stresin bir numaralı düşmanı. Kendinizi kötü hissediyorsanız hemen bir parça çikolata yiyin. Flört etmek gibi bir şey. Bir kalem yemek yeterli, mutluluk hormonu “seratonin” anında beyinde dolaşıma çıkıyor. Çikolatanın içerdiği “penilatilmanın” insanı bulutlara çıkarıyor. Çikolatada, yeşil çay ve sebze meyvelerde bulunan “flavonoid” adlı madde bol miktarda vardır. Bu madde kanı sulandırıyor, kalp hastalıkları riskini azaltıyor. Çikolata kötü kolesterolün (LDL) okside olarak damar çeperine yapışmasını engelliyor. Tıpkı aspirin gibi kanda pıhtılaşmanın önüne geçiyor. Düzenli tüketenler arasında ölüm olayı yemeyenlere kıyasla yüzde 30 daha geç gerçekleşiyor.

Dondurma: Çok yenirse şişmanlatıyor, az yenirse mutluluğa mutluluk katıyor. Dondurma yaşlanmayı önlüyor. 100 gr dondurma ortalama: 135mg kalsiyum 115mg fosfor* 100mg sodyum *160mg potasyum, 25 gr karbonhidrat bulunuyor. Amerika’da kişi başına 25 kg., Türkiye’de kişi başına 6 külah tüketiliyor. Sütten daha zengin bir besin maddesidir. A,C,D,E vitamini içerir. Çocukların sağlıklı büyümesi ve kemik erimesi sorunu olan kişiler için büyük önem taşıyor. Beslenme uzmanları dört mevsim tüketilmesini önermektedir.

Makarna: Çok ağır soslarda yenilmediği sürece enerji veren ve mutlu eden besinler arasında yer alıyor. Hazmı kolaydır. Özellikle sadece salata ile birlikte yenirse şişimanlatmaz

Ekmek: Buğday ekmeği de sıkıntıları unutturuyor.

Fıstık: Yağ oranı yüksek ama yine de insanı mutlu ediyor. Roma İmparatorluğu’nda “Tanrı yiyeceği” olarak adlandırılan fıstığın kolesterolü düşürdüğü ve kalp krizi krizi riskini azalttığı bildirildi. Çocuklar ve sporcular daha fazla yiyebilir. Demir, bakır, selenyum, magnezyum, çinko, potasyum, fosfor gibi minerallerin doğal kaynağı olan bu çerez kalbimizin yanı sıra, beyin sinir sistemi, kas ve kemiklerimizin dostudur. Tuzsuz olanından hergün 10-15 adet yenilebilir.

Susam: Dar gelirlilerin baş tacı olan simit mutluluğa giden yolda önemli bir yere sahiptir. Yağ ve protein içerir. Susamdan elde edilen tahin, bal ile karıştırılıp yenirse boğaz ağrısı ve bronşite iyi gelir.

Son düzenleyen Safi; 23 Mayıs 2016 23:40
kamyon - avatarı
kamyon
Kayıtlı Üye
6 Ağustos 2006       Mesaj #15
kamyon - avatarı
Kayıtlı Üye

SAĞLIĞIMIZ İÇİN TÜKETMEMİZ GEREKEN GÜNLÜK PROTEİN MİKTARI

Ad:  Antioxidants.jpg
Gösterim: 848
Boyut:  17.1 KB
Protein vücut için çok gerekli bir bileşendir. Kasların ve bağlantı dokularının beslenmesi, yaşaması ve tamiri, vücudun su dengesinin düzenlenmesi, ana hormon ve enzimlerin üretilmesi ve bağışıklık sisteminin düzgün çalışmasını sağlar.
Sağlıklı ergen erkek ve kadınlar için, günlük gerekli miktar, Kg başına 0,8 gram olarak hesaplanmıştır. Yani vücut ağırlığına göre, ortalam bir insanın, günlük 40-65 gr arası Protein alması gereklidir.

Günlük 2000 kalorilik beslenme rejimi uygulayan bir ergen kişi için, 50 gram protein alması uygundur. Eğer düzenli egzersiz/spor yapan birisi iseniz, Bu miktarın egzersiz yaptığınız günlerin sayısına bağlı olarak % 25-50 arttırılması gerekir.

Bu miktarı Balık, Yağsız Et, Kümes hayvanlarının etleri, Az yağlı ya da yağsız süt ürünleri, Bakliyat, Tahıl ve Soya gibi sağlıklı ve protein açısından zengin ürünlerden alabilirsiniz.

Antioksidanlar ve Sağlık


Vücutta gerçekleşen ve oksidasyon denen bir grup kimyasal reaksiyon sonucunda ortaya çıkan serbest radikaller, bilhassa DNA üzerinde hasara yol açarak yaklaşık 80 farklı hastalığa zemin hazırlamaktadır. Enfeksiyon dışı olan bu hastalıkların başında kalp ve beyin damarlarının tıkanmasına bağlı hastalıklar, kanserler ve artrit yer almaktadır.
Reaktif oksijen türleri, vücutta metabolik yolla oluşabileceği gibi UV ışınlar, virüsler, radyasyon, çevre kirliliği, sigara dumanına maruz kalınması, enfeksiyon, stres, alkol ve bazı ilaçların alımı ile de oluşabilmektedir. Antioksidanlar açısından zengin olan beslenme şekli bazı hastalıkların görülme sıklığını düşürmektedir. Fransızlarda kalp hastalığının, Güneydoğu Asya’da yaşayanlarda meme kanserinin az görülmesi gibi.

Sebze ve meyvelerde bulunan lifler, tüketilen besinlerle birlikte alınan çeşitli zararlı maddeleri kendi yapısına bağlayarak dışkı ile vücuttan atmaktadır. İçerdikleri (özellikle flavonoidler ve polifenoller gibi) doğal antioksidanların, reaktif oksijen türleri (ROS) aracılığı ile oluşan doku hasarına karşı olası koruyucu etkileri bulunmaktadır. Bu nedenle Dünya Sağlık Örgütü günde 5 - 9 porsiyon sebze ve meyve tüketilmesini önermektedir.
  • Yeşil yapraklı sebzeler özellikle folat açısından çok zengin olduklarından kalp hastalıklarından koruyucu etkiler içermekte, yeni DNA sentezlenmesi, DNA onarımı ve ekspresyonu açısından son derece faydalıdır. Çiğ olarak veya buharda pişirilerek tüketilmesi daha sağlıklı olacaktır.
  • Brasika sebzeleri olarak tanımlanan lahanagiller (Brüksel lahanası, brokoli, turp, hardal, şalgam, beyaz ve kara lahana) kanser ve kalp hastalıklarına karşı koruyucu etkilere sahiptir. Öte yandan lahananın kadınlarda östrojen düzeylerini artırıcı etkileri bulunduğundan meme kanseri riskini azaltabileceği bildirilmektedir.
  • Alyum sebzeleri olarak tanımlanan soğangiller (sarımsak, arpacık soğanı, Frenk soğanı, taze soğan, kırmızı soğan, kuru soğan, pırasa) sülfür içeriklerinin yüksek olması sebebiyle detoksifikasyon sistemine yardımcı olmaktadır. Güçlü birer antioksidan olduklarından serbest radikallerin vücuttan uzaklaştırılmasında etkili rol oynarlar.
  • Kurubaklagiller (kuru fasulye, nohut, mercimek, soya fasulyesi, kuru bakla) ve yulafta bulunan saponinler antioksidan etki göstererek hücrelerdeki DNA mutasyonlarını önlemektedir.
  • Zeytinyağının bileşimindeki tekli doymamış yağ asitleri kolesterolü düşürmede etkilidir. Aynı zamanda antioksidan etkisi de vardır. Ancak ışık almayan, serin bir yerde ve hava almadan saklanması önerilmektedir.
  • Yağlı tohumlar (ceviz, badem, yerfıstığı ve fındık) içerdikleri çoklu doymamış yağ asitleri, E vitamini, B6 vitamini ve magnezyum sayesinde kuvvetli birer antioksidan ve detoksifikanlardır.
  • İlave olarak yeşil çay, yumurtanın sarısı, domates, havuç, enginar, turunçgiller, elma, nar, kepekli tahıllar ve su ürünleri sağlık açısında son derece faydalı besinlerdir.
Örnek Mönü
Sabah
  • Yeşil çay
  • Haşlanmış yumurta
  • Ceviz
  • Kuru kayısı
  • Esmer ekmek (kepek, çavdar, yulaf veya tam buğday ekmeği)
  • Kuşluk Taze sıkılmış portakal suyu
Öğle
  • Izgara veya fırında pişirilmiş çipura
  • Esmer ekmek (kepek, çavdar, yulaf veya tam buğday ekmeği)
  • Bol soğanlı yeşil salata (zeytinyağı ve limonlu)
  • İkindi
  • Süt
  • Kahvaltılık tahıl gevreği (kuru meyveli ve yulaflı)
Akşam
  • Ezogelin veya mercimek çorbası
  • Brokoli
  • Sarımsaklı yoğurt
  • Esmer ekmek (kepek, çavdar, yulaf veya tam buğday ekmeği)
Gece
  • Mevsim meyveleri ile hazırlanmış meyve salatası
Son düzenleyen Safi; 24 Mayıs 2016 05:57
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
9 Ağustos 2006       Mesaj #16
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi

Yoğurt Gerçeği


Yusuf KARAOSMANOĞLU
Ad:  yoğurt.jpg
Gösterim: 791
Boyut:  23.0 KB


Milli protein kaynağı sayılan ve daha düne kadar Avrupa'nın bilmediği yoğurt bize çok şeyler anlatacaktır. Yoğurt kendi kültürümüzün mahsülüdür ve Avrupa'ya da aynı isimle geçmiştir. Bundan aşağı yukarı 1000 yıl önce Ortaasyada yapıldığını o zamanın eserlerinde adının bu günkü manası ile geçmesinden anlamaktayız.

İlk önce ne zaman ve nasıl yapıldığı kesin olarak belli değildir. Bazı ilim adamlarınca, bir koyun işkembesine konan sütün yoğurt haline gelmiş olabileceği söylenirken, bazılarınca da süt sağılan kaplara hayvan pisliği bulaşmasıyla teşekkül etmiş olabileceği tahmin edilmektedir. Çünkü yoğurt bakterileri esas itibariyle bağırsak bakterileridir. Her ne olursa olsun kendi dünyamızdan çıkmış ve buradan da dünyanın dört bucağına yayılmıştır. Süreyya Tahsin Uygün gayet haklı olarak "Türklerin kültüre yaptıkları en eski hizmetlerden en mühim bir eseridir." demektedir. (1) R. Strohecker ise yoğurdun Almanya'ya Türkiye'den geldiğini ve bunun ana vatanının Ortaasya olduğunu söylemektedir. (2)

Çok eski zamanlardan beri mayalanan süt mamülleri ve bu arada bilhassa yoğurt birçok derdin devası olarak görülmüştür. Yoğurdun şifalı tesirlerini bir yerde okuyarak öğrenen I. Fransuva ağır bir hastalığa tutulduğu zaman İstanbul'a bir haber salarak teminini rica etmiştir. Padişah kendisini tedavi etsin diye bir yoğurtçu ustasını Paris'e yollamıştır. Beraberinde bir keçi ile yola çıkan usta gizli olarak yaptığı yoğurtlarla kralı tedaviye tabi tutar ve kısa zamanda kral yataktan kalkar. Bu hâdise tabiki hemen duyulmuş ve yoğurdun Fransa'da XVI. yy.'da tanınmasına ve bir şifa kaynağı olarak telakki edilmesine yol açmıştır.

Yoğurdun Avrupa'da XVI. yy'a kadar bilinmediği ve birden gittiğini gösteren bir başka hâdisede Avusturya sefiri olarak 1554 - 1562 arasında Türkiye'de bulunan Fqier Ghiselin De Busbecg'in müşahedeleridir. Busbecg, Türklerin kanaatkar olduklarını ifade ederken az yediklerini, sofra zevkine çok az düşkün olduklarını belirtiyor ve bir parça ekmekle beraber tuz, soğan ve (ekşimiş süt olarak tarif ettiği) yoğurt bulurlarsa yemek için başka bir şey aramazlar diyor. Ayrıca süte nazaran akıcı olmadığını ve harareti teskin için çok iyi bir sıvı olduğunu belirtmektedir. (4)
Bu arada sütcülük alanında büyük bir otorite sayılan değerli müellif Fleisch-mann'da yoğurdun kımız ve kefirle birlikte Asya'nın bazı bölgelerinde yüzlerce, hatta binlerce yıl önce tanındığını işaret etmektedir.

Yoğurdun Avrupa'da en fazla tanınmasına sebep Rus alimi E. Metschnikoff'un Paris'te Pastör Enstitüsündeki çalışmaları olmuştur ve zamanla yoğurdun tanınmasına yayılmasına ve büyük rağbet görmesine sebep olmuştur. Nitekim yoğurt bunun üzerine Almanya'ya da sıçramıştır.

Yoğurt, süt şekerinin maya dediğimiz süt asidi bakterileri ile reaksiyonu sonucunda meydana gelen bir süt mamülüdür. Yoğurt yapmak üzere pişirilen ve muayyen bir dereceye kadar soğutulan süte aşılanan maya dediğimiz şey bu sütte bazı değişmelere sebebiyet vererek onu yoğurt haline getirir. Aslında yoğurdun oluş şekli çok karışık ve girift bir hâdisedir. Her yaratılışa bir sebep koyan Kudreti Sonsuz azami tasarruf prensibiyle çok lüzumsuz addettiğimiz şeyleri dahi vazifelendirerek insanlar için hayatı ehemmiyete haiz bir gıda yaratıyor ve görülen esbab perdesi arkasında Kudret Eli'ni hissettiriyor.

Yoğurt, gerek bileşimindeki maddelerin çeşidi ve gerek bunların durumu yüzünden büyük bir ehemmiyet kazanmıştır. Demir ve bakır madeni hariç vücut için lazım olan diğer maddelerin hemen hepsine havidir. Aynı zamanda bunlar kolaylıkla hazmedilecek ve vücuda sinebilecek şekildedir. İhtiva ettiği süt asidi ve süt şekeri, süt tuzlarının ve buradaki kirecin bağırsaklarda kolayca istifade edilebilecek bir hale gelmesine yardım eder. Böylece vücutta D vitamini tasarrufuna imkân verir. Yapılması sırasında B ve C gibi bazı sıcağa dayanamayan vitaminler azalsa da aşılanan mayadaki mikroorganizma bilhassa B gurubundan olan vitaminleri çoğaltır. Böylece yoğurt sinir ve hazım sistemi üzerinde faydalı tesirler yapar. Sağlamlar için olduğu kadar bilhassa mide ve bağırsak hastalıkları bulunanlara da çok faydalıdır. Mideleri zayıf olan bazı kimseler süt içemezler halbuki yoğurdu kolaylıkla hazmederler. Çünkü yoğurdun proteinleri kısmen pepton - albümoz ve amino asitler halinde parçalanmıştır. Böylelikle hazmı kolaylaştırır. Yoğurt,mideye geldiği zaman sütte olduğu gibi pıhtılaşmaz. Çünkü daha önce yapılırken, pıhtılaşmış ve hazıma hazır hale gelmiştir. Yapılan bir denemede sütün 3 saatte hazımlanmasına karşılık bundan elde edilen yoğurdun 1 saatte hazmedildiği görülmüştür.

Yoğurt, içindeki karbonhidratlarla proteinler uygun nisbetlerde bulunduklarından şişmanlatmaz ve bağırsak faaliyetini yavaşlatarak gıda tasarrufuna imkân verir. İnsanlar için şamil olan "yiyiniz — içiniz — israf etmeyiniz" serlevhasını o şuursuz bünyelerinde tam şuurlu bir şekilde yerine getiren yoğurt terkibi, acaba arkasında Kudret—i Sonsuz bir şuuru göstermiyor mu..!

Yoğurdun sağlık bakımından müsbet tesirleri, içindeki maddeler ve bilhassa süt şekeri ile süt asidinden ileri gelmektedir. Dolayısıyla herhangi bir besinde bu türlü maddelerin artışı onların sağlık bakımından iyi tesirlerini de arttırır. Süt şekeri midede değil bağırsaklarda parçalanır ve süt asidi haline gelir. Bağırsakların böylece asit reaksiyonu alması birçok korkutucu bakterilerin gelişmesine imkân bırakmaz. Aynı zamanda madeni maddelerin ve meselâ kirecin vücutta sindirilmesi kolaylaşır. Böylece süt şekeri veya asidi D vitamini tasarrufuna imkân verir. Yoğurdun iyi geldiği arızalar arasında bakırla zehirlenme, bağırsak ve mide bozuklukları sayılabilir. Tuzlu ayran da güneş çarpmalarına karşı başarı ile kullanılır. Ülser ve mide iltihabı gibi arızalarda da kullanılır. Bileşimindeki süt şekeri ve süt asidi kokutucu ve bilhassa asitliği düşük vasatlarda iyi gelişen bakterilerin üremesine mani olur. Bilindiği gibi kokutucu bakteriler proteinlerden indol, fenol, skatol ve benzeri maddeler hasıl ederler ki, bunlar insan için zehirlidir ve sinir sistemine tesir ederek vakitsiz ihtiyarlığa sebebiyet verir. Yoğurt yemek insanlar için faydalı bir bakteri olan Lactobacillus acidophilus'un gelişmesini kolaylaştırır. Bunların bağırsaklarda sayısını artırır ve bu bakterinin çıkardığı asitte, zararlı bakterilerin gelişmesine imkân bırakmaz. Baş ağrısı, dermansızlık, adale ağrısı, atalet vs. gibi birçok arazı yok eder. Umumiyetle karaciğer hastalıklarına da iyi geldiği belirlenen yoğurt çocuk beslenmesi için de çok elverişlidir.

Ayrıca tifüs, kolera, kanlı basur ve cilt hastalıkları yanında saç dökülmesini de önler ve sinir hastalıklarını yok ederek şişmanlığa mani olur.

İnsanla yoğurt arasındaki bu çok ehemmiyetli alakayı kuran kim? Basit gibi görünen yoğurdun muhteviyatındaki, insanlara çok faydalı olan hususiyetler, bize bu işin boşuna olmayıp ve son derece plânlı bir şekilde Rahmeti Sonsuz bir Zât tarafından yapıldığını göstermiyor mu? Bu kadar kuvvetli alakanın kör tabiata ve sağır esbaba verilmesi mümkün mü?.!
Son düzenleyen Safi; 24 Mayıs 2016 05:06
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
9 Ağustos 2006       Mesaj #17
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi

Ekmek Nasıl Yenmeli


Dr. Kenan DİLDAR

Her mevzuda tabiî olmaya, fıtratın kanunlarına uymaya gayret göstermemiz gerekmektedir. Çünkü fıtrî olmayanı fıtrat reddeder. Bünyenin yabancı maddeleri atması gibi, yapısına uymayan tutumlara karşı infiâli çok şiddetlidir. Bu bakımdan yaratılış ve fıtratın kanunlarına uygun hareket eden, fıtrîlikten ayrılmayan Mukaddes Rehberimizin "beslenme" mevzuundaki tavsiyelerine de kulak vermek, hatta araştırmalar yapmak ruh ve beden sıhhatimiz bakımından çok ehemmiyetlidir.

Tahıl tüketimi başlıca un şeklinde olur. Un denilince buğday unu anlaşılır. Un, umumiyetle değirmen veya fabrikalarda tahıl tanelerinin öğütülmesiyle elde edilir. Basit değirmenlerde altta sabit, üstte dönen iki taş arasından geçirilen tahıl tanesi, bir defada un haline getirilmiş olur. Buna "tam buğday unu" denir. Köylerde umumiyetle bu un kullanılır. Bir buğday tanesi ortalama % 84 endosperm, % 14 kepek, % 2 çekirdek ihtiva eder. Modern bir un fabrikasında kepek mümkün mertebe elenmeye çalışılır. Kepek tabakasının vitamin, mineral ve protein muhtevası endosperminkinden fazla olduğundan fabrikalarda öğütülen unlar, değirmenlerde öğütülenlere göre bu elementler yönünden fakirdir. Bilhassa % 60–70 randımanlı unlar bu keyfiyettedir.
Ad:  yulafmiksb.jpg
Gösterim: 746
Boyut:  45.0 KB

Ekmek, ortalama olarak % 8,5 gr. protein ihtiva eder. Bu durumuyla ekmek protein ihtiyacına bir ölçüde katkıda bulunur. Buğday proteininin % 2,5'ini lizin aminoasidi oluşturur. Protein miktarında olduğu gibi lizin miktarı da buğdayın dış tabakalarına doğru yükselmektedir. Yani, kabuk kısmında protein miktarı, buğdayın endosperm (öz) bölümünden fazladır. Bilindiği üzere buğday, kabuk, çekirdek ve endosperm bölümlerinden meydana gelmiştir. Kuru ağırlık esas olmak üzere (1 - a) yufka stok beyaz unda protein değeri % 13,8 dir. Net diyet protein değeri 8,2'dir. (2 - b) Bazlama stok-kepekli unun protein değeri % 19,3'dür. Bu demektir ki, kepekli unun protein açısından, beyaz una üstünlüğü vardır.

Kabuk kısmında selüloz ve hemiselüloz gibi sindirilemeyen karbonhidratlar vardır. Bunun kabızlığı önleyici hususiyeti bulunmaktadır. Kepek kısmı aynı zamanda maden ve vitamin açısından da, endosperm kısmına nazaran oldukça zengindir. Bu kısım taneyi koruma görevini yapar. Endospermin kabuğa yakın tasımlan protein, iç kısımları ise daha çok nişasta ihtiva eder.

Ekmek, insanlar için elzem olan bazı B kompleks vitaminlerini ihtiva etmektedir. Kepek miktarı arttıkça B vitaminlerinin nisbeti de yükselmektedir. En çok bulunan B vitamini çeşitleri ise B vitamini ve niasindir.

100 gr. kepekli ekmekte :
  • 0,12 mg. riboflavin,
  • 0,57 mg. tiamin,
  • 4,5 mg. niasin,
  • 350 mg. vitamin B6,
  • 30 mg. folik asit,
  • 1,1 mg. pantotenik asit bulunmaktadır.
100 gr. kepeksiz ekmekte ise :
  • 0,04 mg. riboflavin,
  • 0,10 mg. tiamin,
  • 1 mg. niasin,
  • 45 mg. vitamin B6,
  • 15 mg. folik asit,
  • 0,3 mg. pantotenik asit bulunmaktadır.
Bu durumda kepekli ve kepeksiz ekmek kıyaslanırsa kepeksiz ekmek yiyenlerin ne kadar zararda olduğu anlaşılacaktır. Vitamin kaynakları açısından buğday kabuğunun önemli yeri vardır. Buğday kabuğunun elenmesi tiamin kaybına sebeb olur. İnsanda tiamin yetersizliğinin belirtileri, sinir ve sindirim sistemi bozuklukları şeklinde görünür. Tiamin yetersizliğinin hafif belirtileri iştah, azalması, yorgunluk ve sindirim sistemi bozukluklarıdır. Aşın tiamin yetersizliğinde "beriberi hastalığı" olur. Ekmekte ayrıca sodyum, potasyum, kalsiyum, fosfor, demir gibi mineral maddeler de bulunmaktadır. Mineral maddelerin nisbeti de ekmeğin kepek miktarının artmasıyla yükselmektedir.
Griswold ve arkadaşları kepekli ve kepeksiz ekmekten mineral nisbetiyle ilgili araştırmalarında, kepekli ekmeğin kepek-size nazaran çok üstün olduğunu ispatlamışlardır.

Cildiyeciler Akne Rosae denilen cilt hastalığı tedavisinde özellikle kepekli ekmek yenmesini tavsiye etmektedir. Bu hastalık daha ziyade 40 - 50 yaşlarında görülür. Halk bu hastalığa "Gülleme" demektedir. Sleisenger "Gastrointestinal disease" isimli kitabında Amerika ve Avrupa'da barsak kanserlerinin ülkemiz dahil İslâm ülkelerine nazaran daha fazla görüldüğünü ifade etmektedir.

Bunu ise şöyle izah eder:
Avrupa'da ekmek fazla yenmemektedir. Böylece kepek fazla kullanılmamış oluyor. Posa bırakan yiyecekler kabızlığı önlemektedir. Kabızlık müzmin tahrişe sebep olarak barsak kanserlerine yol açmaktadır. Böylece kepekli ekmek yiyen ülkelerde barsak kanseri az meydana gelmektedir.

14 asır önce Peygamberimiz (SAV), buğdayın elenmeden, kepekli yenmesini tavsiye etmiştir. Günümüzde, fen, bu sözün hikmetini çeşitli kimyevi analizlerle ortaya koymuştur.
Son düzenleyen Safi; 24 Mayıs 2016 05:07
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
9 Ağustos 2006       Mesaj #18
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
Ad:  beslenme4.jpg
Gösterim: 1120
Boyut:  73.7 KB

Dünya Gıda Gününün Düşündürdükleri


Mehmet ŞEHRİYAR

Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Teşkilâtı (FAO), 1979 yılında Roma'da toplanarak 147 ülkenin ortak kararı ile "16 Ekim gününün "Dünya Gıda Günü" olarak her yıl kutlanmasını kararlaştırmıştır.

Dünya milletlerinin birçok maddî ve manevî problemlerinin arasında endişe ile baktıkları ve duydukları "açlık tehlikesine" karşı alınabilecek tedbirler manzumesini oluşturan Roma Konferansı'nın ana gayesi, "gıdaların istihsalinden tüketimine kadar her safhada israf edilmemesi ve yarım, bugünden düşünmenin insanî ve vicdanî bir unsur olduğu" görüşünü açıklamaktadır. Bu mevzu ile ilgili olarak Avrupa Parlementosu'nun bir üyesi olan Victor Michel de şöyle demektedir:

"Bu mesele hayatî bir meseledir. Ne bir milletin ve ne de bir devletin meselesidir. Bu şüphesiz oldukça çok yaygın bir problemdir. Zengin ülkeler GSMH'sının belli bir nisbetini (105/1.000.000) fakir ülkelere vermelidirler." (1)

FAO, sanayileşmiş ülkelerin her yıl fakir ülkeler için kararlaştırdıkları 10 milyon ton gıda yardımının 1985 yılına kadar 18 milyon tona çıkarılmasını hesaplamaktadır.

Aynı konular ülkemizde de zaman zaman tertiplenen ülke ve bölge seviyesindeki gıda konferanslarında ve toplantılarında tartışılmakta ve gıdalarımızın istihsali, dağıtımı ve tüketimi ile ilgili bir dizi tedbirler alınmaktadır. Bu mevzuda da tüketim ekonomisinden istihsal ekonomisine doğru bir eğilimi millet ve fert olarak göstermek zorundayız.

Dünyada gıda bakımından kendine yeten nadir ülkelerden biri olan Türkiye'nin yıllık gıda istihsali 60 milyon ton civarındadır. Yapılan araştırmalara göre gıda istihsalini 2 misline çıkarmanın mümkün olduğu belirtilmektedir. Aynı zamanda Türkiye'de fert başına isabet eden yıllık 1000 kg civarındaki besin ve yiyecek günlük kalori tutarı Avrupa ortalamasının üstündedir. (2) Fakat beslenme dengesi bakımından bu fevkalâde tatminkâr değildir. Nüfus başına düşen 3200 kalori tetkik edildiğinde, bunun %80'inin ekmek (karbonhidrat) olarak alındığı tesbit edilmektedir. Önemli olan dengeli ve yeterli beslenmedir.

Diğer taraftan ana gıda maddelerimizi tüketirken, her gün tonlarcasının heba edildiğini görürüz. Meselâ ülkemizde yıllık buğday istihsali 17,5 milyon tondur. İstihsal edilen bu miktarın büyük bir kısmını tüketmekteyiz. Bir kuruluşumuzca yapılan etüde göre, Türk halkı ortalama nüfus başına yılda 170 kg. buğday karşılığı ekmek yiyor ve bunu yerken 4–5 kilo buğday karşılığı ekmek israf oluyor. Bu fert başına düşen net israfı nüfusta çarptığımız zaman 12,5 milyar TL. bir maliyet çıkıyor. Bu orta büyüklükte birkaç fabrikanın kuruluş giderlerine denktir.

Millet olarak ekmek israfını mümkün olduğu kadar Önlemeye çalışmak büyük bir millî ve ahlâki vazifemizdir. Fırıncıların iyi kaliteli, pişkin ve standart ekmek imâl etmeleri, ekmek satan ve dağıtan bakkalların temiz ambalaj kullanmaları; bilhassa kurşun oksitlenmesinden korunmak için gazete kâğıdı kullanmamaları ve herkesin ihtiyacı kadar ekmek alması gibi prensiblere uyulduğunda, ekmek israfı dolayısıyla uğradığımız kayıplar azalacaktır.

Bütün tedbirlere rağmen yine ekmek israfı yapılıyorsa, bu ekmekler belli merkezlerde toplanarak (bu belediyelerce olabilir), fırınlarda peksimet haline getirilerek Birleşmiş Milletler vasıtasıyla fakir ülkelere gönderilebilir. Aslında bunlar da büyük rakamlar ortaya koyacaktır. Yapılan bir araştırmada orta büyüklükteki bir lokantada günlük artık olarak atılan ekmek ortalama 10 kg.dır Büyük bir şehirdeki 1000 lokantadan toplanabilecek ekmek miktarı günlük 10 tondur.

Bizim basit gördüğümüz ve farkına varamadığımız bazı hususlar hem maddî ve hem manevî kayıplara sebep olur. Bir Alman generali şöyle diyor: "Siz Türkler muazzam işler yaparsınız, fakat küçük işleri ihmal edersiniz."

Bütün dünya ve millet olarak gıdalarımızı israf etmeden tüketip; onları bize vereni düşünebiliyorsak, o zaman gerçek ve şerefli bir insan olacağız.
Son düzenleyen Safi; 24 Mayıs 2016 05:08
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
15 Ağustos 2006       Mesaj #19
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi

Sarımsağı Niçin Tüketmeliyiz?


M. Ali KAŞLIOĞLU

Ad:  sarimsak.jpg
Gösterim: 635
Boyut:  5.7 KB
Sarımsak bitkisinin gövdesi, yeşilimtırak; çiçekleri beyaz veya pembedir. Otsu kültür bitkilerinden olan sarımsağın Lâtince ismi Allium sativum L.dir. Otuz santimetre kadar büyüyebilen sarımsak bitkisi, nadiren tohum bağladığından, soğancıklarıyla üretilir.

Sarımsağın Kırgızistan bozkırlarından dünyanın diğer ülkelerine yayıldığı kabul edilmektedir. Mısır’da piramitlerin inşasında çalıştırılan kölelere hastalanmamaları için sarımsak yedirildiğine dâir belgeler bulunmuştur. Sarımsak, Haçlı seferleri sırasında Avrupa ülkelerine taşınmış ve bugün dünyanın her tarafında yetiştirilmektedir.

Sarımsak geçmişte gıda olarak tüketilmesinin yanında, enfeksiyonlara karşı antibiyotik olarak da kullanılmıştı. Günümüzde de AIDS ve kanser hastalıklarının tedavisinde bitki kaynaklı yeni ilâçlar bulma çalışmalarında sarımsaktaki aktif bileşikler incelenmektedir. Son araştırmalar, sarımsağın içindeki bazı kimyevî bileşiklerin sıtma ve kansere karşı koruyucu rol oynadığını göstermektedir. Bazı bilim adamları sarımsağı, önümüzdeki yılların mu’cizevî bitkisi olarak tarif etmektedir.

Kimyevî terkibi:


Gıda olarak tüketilen sarımsak yumrusunda, şekerlerden sakkaroz ve glikoz; vitaminlerinden A, B, C, ve E; eterik uçucu yağlardan alliin, allicin, ve ajoen depo edilmiştir. 100 g sarımsağın, 136 kcal enerji, 6,1 g protein, 0,1 g yağ, 38 mg kalsiyum, 134 mg fosfor, 1,4 mg demir, 0,2 mg B1, 0,08 mg B2, 0,6 mg niasin ve 14 mg C vitamini ihtiva ettiği bulunmuştur. Sarımsakta bulunan alliin, allicin, thiosulfinatlar, gama-glutamylcysteine peptitleri gibi çeşitli kükürt bileşikleri, insan metabolizması için önemlidir. Sarımsağın kokusunu yukarıda belirtilen kükürtlü (sülfürlü) uçucu yağ asitleri vermektedir. Bazı kükürt bileşikleri, sarımsağın kullanıma hazırlanması sırasında uygulanan ezme, kesme, doğrama gibi işlemler neticesinde sentez edilir. Sarımsak içinde fıtrî olarak sentezlettirilen alliin molekülü, hücre içerisindeki vakuollerde bulunan allicinase enzimi vasıtasıyla (sarımsağın ezilmesi neticesinde) allicine dönüştürülür. Allicin, sarımsağın biyolojik faydalarının oluşmasında vazife alan kimyevî moleküllerden biridir. Bu açıdan alliin, sarımsağın tabiî kimyevî bileşenlerinden iken, allicin sarımsağın mekanik olarak ezilmesi neticesi üretilen kimyevî bileşiktir.

Antimikrobiyal özelliği:


Araştırmalar, sarımsaktaki kimyevî bileşiklerin çeşitli mikroorganizmalara karşı antimikrobiyal tesire sahip kılındığını ortaya koymuştur. Meselâ uçucu yağlardan olan alliin ve onun enzimatik reaksiyonla parçalanması neticesi meydana gelen allicin mikroorganizmaları öldürücü hususiyetlerle donatılmıştır. Bu madde pek çok bakteri ve mantarın çoğalmasının engellenmesinde vazifelidir. Bir başka uçucu yağ olan ajoen de, mantar öldürücü veya çoğalmalarını engelleyici tesirlerle donatılmıştır. Kükürt ihtiva eden bu maddelere aynı zamanda anti-tümör hususiyeti de verilmiştir.

Sarımsak ve kan yağları:


Kanda kolesterol ve trigliserid seviyelerinin yüksek seyretmesi, damar tıkanıklığına bağlı hastalıklar için önemli risk faktörlerinden biridir. Damar tıkanıklarının pek çok kişide yürürken veya koşarken ağrılara ve kramplara yol açtığı bilinmektedir. Araştırmalar sarımsağın kandaki kolesterol ve trigliserid miktarının düşürülmesinde rol oynadığını göstermektedir. Düzenli olarak belirli miktarlarda tüketilen sarımsağın faydalı kolesterol olarak bilinen HDL seviyesinin yükselmesine, serum LDL kolesterol ve trigliserid seviyesinin düşmesine vesile olduğu rapor edilmiştir. HDL kolesterol, vücuttaki kolesterolün karaciğere taşınmasına yardımcı olan kargo molekülü olup, kalb-damar hastalıkları riskinin azaltılmasında rol oynar. Kandaki serbest radikaller, zararlı kolesterol olarak bilinen LDL’yi oksitleyerek LDL’nin damarların iç yüzeyine yapışmasına sebep olurlar. Bu durum, sonunda damar sertliğine ve daralmasına yol açar. Sarımsağın kimyevî terkibinde bulunan allicin, diallildisulfid ve dialliltrisulfid gibi bileşikler, antioksidan enzimler olan glutatyon-peroksidazı ve glutathio-disulfidreduktaz enzimlerinin aktivasyonuna sebep olurlar. Neticede kandaki serbest radikaller, zararsız hâle getirilir. Vücudumuzdaki antioksidan enzim sistemlerini uyarıcı bileşiklerin depolandığı sarımsak, kalb-damar hastalıklarından bizleri korumaya vesile olan tabiat eczahanesindeki önemli fıtrî ilâçlardandır. Sarımsağın içinde depolanan bazı kimyevî maddelerin, kan pıhtılarının damar çeperine yapışmasında ve kanın pıhtılaşmasında rol alan fibrin teşekkülünü engellediği tahmin edilmektedir. Ayrıca sarımsağın kolesterolün karaciğerde parçalanmasında vazifeli kimyevî reaksiyonlara da müdahil olduğu ve karaciğerde kolesterol sentezinin azaltılmasında da rol oynadığı tahmin edilmektedir.

Son 20 yıldır dünya çapında önemli üniversite klinikleri tarafından sarımsak üzerinde takriben 2.500 araştırma ve tedavi denemesi yapılmıştır. Meselâ 32 değişik araştırmada allicin miktarı standart sarımsak tozu tabletlerinden günde 1-2 tane olmak üzere 16 hafta süre ile deneklere verilmiş; sarımsağın kolesterol ve trigliseridleri düşürücü tesiri araştırılmıştır. Çalışma sonunda deneklerin kolesterol seviyesinde % 6-21, trigliserid seviyelerinde ise % 11-24 arasında düşüş kaydedilmiştir. Birçok çalışmada da benzer neticeler alınması, sarımsağın kanda HDL seviyesinin artmasına ve LDL seviyesinin de düşmesine vesile olduğu kanaatini güçlendirmiştir.

Sarımsak kanser ve bağışıklık sistemi: Kanserin teşekkülünde ve tedavisinde bağışıklık sistemine önemli rol verildiğine dâir binlerce delil vardır. Bağışıklık sistemi, vücuda zarar verebilecek mikroorganizmalara veya herhangi bir faktöre karşı, vücudumuza yerleştirilmiş ve biz farkında olmadan işletilen bir müdafaa sistemidir. Bağışıklık sisteminde birçok hücre vazife almasına rağmen, bunlardan fagositler ve lenfositler en önemlilerindendir. Fagositler, vücudun kendisinden olmayan, yabancı olarak gördükleri her şeye saldırır. Fagositlerin erleri olarak tabir edilen nötrofiller, kan içinde çok hızlı hareket ederek düşmanı gördükleri zaman amip gibi kollar uzatıp etrafını sarar ve kimyevî silâh gibi iş gören sindirim enzimlerini üzerine salgılarlar. Bağışıklık sisteminin herhangi bir sebeple zayıflaması durumunda, kanser hücrelerinin fark edilip, imha edilmesinde problemler yaşanmaya başlar. Bunun neticesinde kanser hücreleri hızla artar. Bu yüzden birçok araştırmacı, kanseri, bağışıklık sisteminin zayıflamasının yol açtığı bir hastalık olarak görmektedir.

Sarımsak; vücudumuzu, kanser dahil, bütün yabancı saldırılardan korumada vazifelendirilmiş, bağışıklık sisteminin de güçlenmesine destek olan bileşiklerle donatılmıştır. Yapılan son çalışmalar sarımsak özünün kanserin gelişmesinin baskılanmasında rol aldığını ortaya koymaktadır. Meselâ sarımsak özütünün, doza bağlı olarak farelerde sarkom (yumuşak doku tümörü) hücrelerinin gelişmesini ve sarkom hücre metastazını inhibe ettiği (durdurduğu) gösterilmiştir. Sarımsakta bulunan ajoenin, lösemili (kan kanseri) hastalarda, kanserli hücrelerin ölümünü uyardığı ve hızlandırdığı ortaya konulmuştur. Sarımsağın akyuvarlarda sitokin üretimini baskıladığına ve iltihabî kemik hastalıklarında tedavi edici olarak kullanılabileceğine dâir çalışmalar vardır. Sarımsak, lifli bir ürün olduğundan kanseri tetikleyici nitrozamin gibi N-nitrozo bileşiklerinin oluşumunu azaltıcı rol oynar. Sarımsağın, yemek borusu, mesane, mide ve bağırsak kanserini önleyici tesirleri olduğuna dâir araştırmalar vardır. Bir çalışmada fazla sarımsak yemenin, bağırsak kanserine yakalanma riskini % 35 düşürdüğü bulunmuştur. Dünyada sarımsağın en fazla tüketildiği ülke Bulgaristan’dır. Bu ülkede kanser ve damar sertliğinden ölenlerin sayısı, Avrupa’ya nazaran 6-7; ABD’ye nazaran 10 misli daha düşüktür. İsveç hükümeti çocuk felcine karşı koruyucu özelliği olduğu için, okula giden çocuklara yıllardır sarımsak yedirme gayreti içindedir.

Sarımsağın gerek antioksidan enzimleri uyarıcı özelliği, gerekse de sinir hücrelerini tahrip edici kaspaz-3 enzimlerinin aktivasyonunu durdurucu bileşiklere sahip olması, sinir hücrelerinin ölümlerinin engellenmesinde rol oynayabilir. Nitekim alzhemir gibi önemli derecede nöron kaybının görüldüğü sinir sistemi hastalıklarında, sarımsak olumlu neticeler vermiştir.

Kullanma şekli:


Sarımsak taze veya kurutulmuş olarak kullanılabileceği gibi, kokusuz sarımsak tableti olarak da kullanılabilir. Sarımsaktan âzamî istifade yolunun çiğnenerek yenmesi olduğu noktasında bilim adamları hemfikirdir. İnsanların çoğu, kokusu yüzünden sarımsağı tüketmekten çekinmektedir. Batı’da bilim adamları kokusu azaltılmış sarımsak tabletleri geliştirerek sarımsağı bir ilâç olarak tüketime sunmuş ve Batı insanı bunu kabullenmiştir. Kokusuz sarımsak tabletinin üretimi kokuyu veren sülfür bileşiklerinin klorofille maskelenmesi neticesinde gerçekleştirilmiştir. Sarımsağın nahoş kokusundan çekinenlere sarımsağı, tablet şeklinde almaları tavsiye edilmektedir. Her gün sarımsak yemek mecburiyetini ortadan kaldıran tabletler, bağırsaklarda eridiği için de ağıza ve nefese koku vermez. Tamamlayıcı tıp açısından kalb sağlığını koruyucu tavsiye listesinin ilk başlarına Almanlar, sarımsak tabletlerini koymaktadır. 25 mg’lık kokusuz sarımsak tabletleri, bir diş sarımsağa eşdeğerdir. Yemeklerle beraber günde bir veya iki defa iki tabletin çiğnenmeden su ile birlikte alınması, koruyucu hekimlik açısından tavsiye edilmektedir.

Kurutulmuş sarımsağın üç veya dört dişini soyup, ince ince kıydıktan sonra bir bardak su ile alınması durumunda, faydası, tablete kıyasen daha fazla olmaktadır. Zîrâ sarımsağın bu şekilde tüketimi, bağırsaklardaki zararlı bakteri ve mantarları da yok etmeye vesile olur. Sarımsak çiğnenerek yenildiği taktirde, içindeki müessir (etkin) maddelerin tesiri en üst seviyede olduğundan, kanser riskini azaltıcı rolü daha belirgin hâle gelmektedir. Pişirilmiş sarımsakta allicin bozulduğundan, sarımsağın antibiyotik özelliği kaybolmaktadır. Sarımsağın bu kadar faydalı özelliklerini öğrendikten sonra, aşırı tüketecek olursanız, bazı yan tesirlerine mârûz kalabilirsiniz. Meselâ çok fazla çiğ sarımsak tüketimi, sindirim sırasında bağırsak gazlarına ve bağırsak mukozasındaki normal floranın zarar görmesine yol açabilir. Pişen yemeklere sarımsak atıldığında, yemek buharı ile nahoş kokuyu veren bileşikler kaybolmaktadır.
Son düzenleyen Safi; 23 Mayıs 2016 23:00
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
17 Ağustos 2006       Mesaj #20
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi

Brokoli Gıda mı Şifa mı?


Dr. Musa SARAÇOĞLU

Beyaz lâhana, karnabahar ve Brüksel lâhanası gibi sebzelerin de içerisinde yer aldığı “Cruciferae” ailesinin bir üyesi olan brokoli “Brassica oleracea var italica”, son yıllarda tıbbî araştırmalara konu olması ve çeşitli hastalıkların tedavisi ve önlenmesinde rol oynadığının gösterilmesi sebebiyle adından sıkça bahsettiren bir bitkidir. Bilhassa İtalya ve Fransa gibi Kuzey Akdeniz ülkelerinde yetiştirilir. Amerika Birleşik Devletleri’nde brokoli tüketiminin son 25 yıl içerisinde % 940 oranında arttığı bildirilmektedir. Ülkemizde ise, son yıllarda tanınmaya başlanmış olup üretim ve tüketimi giderek artmaktadır. İnsan sağlığına olan katkıları anlaşıldıkça brokoliye olan talebin daha da artması beklenmektedir.
Daha çok ılıman iklimlerde yetişen brokoli, ülkemizde en fazla Ege Bölgesi’nde yetiştirilmekte olup hasadı Ekim–Nisan ayları arasında yapılmaktadır. Bir yılda üç–dört defaya kadar ürün verir. Tarım Bakanlığı istatistiklerine göre yıllık 5 tonluk üretimi ile ülkemizde en az üretilen bitkilerden birisidir.
Şimdi brokoli bünyesinde bulunan maddelere ve bunların insan vücudundaki görevlerine göz atalım.

Glukozinolatlar:

Ad:  Broccoli_bunches.jpg
Gösterim: 755
Boyut:  30.9 KB

Bitki hücresinin vakuol denilen bölümlerinde bulunan bu maddeler hücre içerisindeki mirozinaz enzimi ile etkileşerek içerisinde indoller ve izotiyosiyanatların bulunduğu bir grup maddeye dönüşürler. Glukozinolatların özellikle karaciğer kanserinin gelişmesine engel olduğu bildirilmektedir.

İndoller:


Bitkisel hormonlardır. İnsan vücudunda hormon dengesinin düzenlenmesinde rol oynayabilmektedirler. Özellikle tümör oluşumunda rol oynayan bir çeşit östrojen hormonunun oluşumuna engel olmaktadırlar. Bu grup içerisinden tesirleri incelenen indol–3–karbinol maddesinin özellikle meme kanserinin oluşmasını engellediği ileri sürülmektedir.

Sülforafen:


Bağışıklık sistemi üzerinde tesirleri olan bir maddedir. Çimlendirilmiş brokoli tohumlarında brokoli sebzesine göre 50 kat daha fazla bulunmaktadır. En önemli özelliklerinden birisi vücutta kanser ile savaşan enzimlerin yapımını artırmasıdır.

C vitamini:


Brokoli yüksek oranda C vitamini ihtiva eden bir bitkidir. C vitaminin vücuttaki önemli görevleri arasında bağışıklık sistemini güçlendirmesi, oksidasyondan koruması, kolesterol düzeyini kontrol etmesi, demir emilimini artırması, bağ dokusunu güçlendirmesi, çeşitli hastalıkların iyileşmesini hızlandırması sayılabilir.

Beta–karoten:


Brokoli bünyesinde bol bulunan maddelerden birisi olan beta–karoten; bağışıklık sistemini güçlü tutar, üreme fonksiyonu, doğurganlık ve emzirme üzerine tesirleri vardır, protein sentezi için gereklidir, bazı kanserlerin oluşumunu engelleyebilmektedir, göz sağlığının düzenlenmesinde rol almaktadır, kemik oluşumu ve büyümesi için gereklidir ve oksidasyonun zararlı tesirlerinden korumaktadır.

Selenyum:


Glutatyon peroksidaz denilen bir enzimin yapısına girer. Çok güçlü bir antioksidandır. Hücre duvarını ve kırmızı kan hücrelerini oksidasyonun vereceği zararlardan korur. Bağışıklık sistemini güçlendirir.

Ditiyoltiyonlar:


Karnabaharımsı bitkilerde bulunan ve kanserin oluşumunun engellenmesinde rol aldığı düşünülen maddelerden birisidir.
Karotenoidler: A vitamini ile ilgili bir grup maddedir. Bu grubun en tanınmış üyesi beta–karotendir.

Quersetin:


Antioksidan özellikli bir biyoflavonoiddir. Kansere yol açan çeşitli maddeleri engelleyici bir özelliği vardır. İnsan vücudundaki bazı tümörlerde apopitozis denilen programlanmış hücre ölümünü uyardığı gösterilmiştir.

Lutein:


Beta karotene benzer bir maddedir. Yeşil yapraklı bitkilerde bulunur ve antioksidan tesir gösterir. Özellikle mavi, yeşil ve ela gözlü insanlarda gözü güneşin zararlı tesirlerinden korur.

E vitamini:


Güçlü bir antioksidandır. Kolesterolün zararlı tesirlerinden kalbi korur. Doğal olarak kanı sulandırıcı tesirleri vardır.

Brokolinin özel selülozik yapısı:


Brokolinin kendine özgü bir lif yapısı vardır. Bu yapı bağırsaklardaki zehirli maddeleri ve ağır metalleri uzaklaştırarak koruyucu tesir gösterir.

Brokolinin beslenme açısından iyi bir besin olduğu ve sofralarımızdan eksik edilmemesi gerektiği aşikâr bir durumdur. Ancak hastalıkların önlenmesi ve tedavisi için kullanılması konusunda başlıca iki yaklaşım söz konusudur.
Birinci yaklaşım Prof. Dr. İ. Adnan Saraçoğlu tarafından önerilen doğal kullanım şeklidir. Bu araştırmacı brokolinin basit bir yöntemle günlük olarak hazırlanan kullanım şeklini önermektedir. Hastalıklardan koruyucu ve tedavi edici tesirinin en üst düzeyde olması için brokolinin taze ve bütün olarak kullanılmasını önermektedir. Brokoliden elde edilecek maddelerin ilâç hâline getirilmesine ve bir ticarî meta hâline dönüştürülmesine karşı çıkmaktadır. Özellikle iyi huylu prostat büyümesi ve prostat iltihabına karşı önerdiği kullanım şekli internetteki kişisel web sayfasından öğrenilebilir.
İkinci yaklaşım şekli ise özellikle Prof. Dr. P. Talalay tarafından önerilmekte olan aktif madde kullanımıdır. Bu kullanım şekli brokoli içerisindeki aktif maddelerin ayrıştırılmasına, bunların sentetik yollardan çok miktarda üretilmesini ve ilâç şekline getirilerek piyasaya sürülmesini öngörmektedir.
Bu iki kullanım şeklinin de avantajları ve dezavantajları zamanla daha da belirginleşecektir. Biz şimdi de brokoli ile yapılmış çok sayıda deney ve klinik çalışmasına göz atalım.

ABD Tarım Bakanlığı Tarım Araştırmaları Servisi’nden J. W. Finley ve arkadaşları brokoli ile ilgili olarak bir seri araştırma yapmışlardır. Yayınladıkları ilk iki makalede farelerde brokolinin kalın bağırsak kanserinin oluşumuna karşı engelleyici bir tesir gösterdiğini bildirmişlerdir. Ayrıca meme kanseri oluşumunu engelleyebileceği konusunda ipuçları elde etmişlerdir. Bu tesirin brokolideki yüksek selenyum miktarına bağlı olabileceğini düşünerek yaptıkları başka bir çalışmada, tuz şeklinde alınan selenyum ile brokoli yapısındaki selenyumun tesirini karşılaştırmışlardır. Bu çalışma sonucunda da tuz şeklinde alınan selenyumun bağırsaklardan hızla emilip hızlı bir şekilde idrara geçtiğini; brokoli yapısındaki selenyumun ise çok az emilerek brokoli lifleri içerisinde kalarak kalın bağırsaklara kadar ilerlediğini gözlemişlerdir. Bu gözlemlerine dayanarak brokoli yapısındaki yüksek selenyum oranlarının kalın bağırsak kanserine karşı koruyucu tesir gösterdiğini ileri sürmüşlerdir.
ABD’deki Johns Hopkins Üniversitesi’nde P. Talalay ve ekibi uzun yıllardan beri brokoli üzerinde çalışmalar yapmaktadır. Bu ekip brokolinin kanser önleyici tesirinin brokolideki sulforafen denilen maddelere bağlı olduğunu düşünmektedir. Bu maddelerin çimlendirilmiş brokoli filizlerinde çok yüksek oranda bulunmaları nedeniyle çalışmalarında çoğunlukla bu filizlerden hazırladıkları tabletleri kullanmışlardır. Fareler üzerinde yaptıkları çalışmalarda brokolinin başta meme ve kalın bağırsak kanseri olmak üzere çeşitli kanserlerin oluşumunu önleyici tesire sahip olduğunu göstermişlerdir. Brokolinin kimyevî yapısını detaylı bir şekilde incelemişler ve ayrıca sağlıklı gönüllüler üzerindeki tesirlerini de araştırmışlardır. Bu çalışmaları ile hastalar üzerinde yapılabilecek çalışmalara ışık tutacak bilgiler sağlamışlardır.

Danimarka’daki Roskilde Üniversitesi’nden O. Vang ve ekibi brokolinin fareler üzerindeki tesirlerini inceleyerek özellikle hangi maddenin tesirli olduğunu anlamaya yönelik araştırmalar yapmışlardır Brokolinin değişik hazırlanış ve kullanım şekillerinin farklı tesirler gösterdiğine dikkat çekmişlerdir.
Brokolinin insanlar üzerindeki kullanımı ile ilgili ilk önemli çalışmalardan birisi Kaliforniya Üniversitesi’nde yapılmıştır. Bu çalışmada endoskopik incelemelerinde kalın bağırsak polibi (iyi huylu tümör) bulunan 459 hasta ve 507 sağlıklı kişi incelenmiştir. Hasta ve sağlıklıların bir kısmına brokoli verilirken bir kısmı hiçbir şekilde brokoli tüketmemiştir. Brokoli kullanan kişilerde kalın bağırsak kanseri gelişme oranı brokoli kullanmayanlara göre anlamlı olarak daha düşük bulunmuştur.
Almanya, Belçika, İtalya ve İngiltere gibi ülkelerde de brokoli ile ilgili çeşitli çalışmalar yapılmakta ve sonuçları yayınlanmaktadır. Genel olarak brokolinin faydası üzerinde fikir birliği vardır. Ancak hangi kullanım şeklinin daha faydalı olacağı ve hangi mekanizmalarla vücutta tesir gösterdiğini açıklayabilmek için daha çok çalışmaya ihtiyaç vardır.
Brokolinin bizi en çok ilgilendiren yönü iyi bir gıda olmasıdır. Tarım Bakanlığı ihtiyaç fazlası ürün veren fındık, tütün ve şeker pancarı alanlarında sınırlandırmaya gidilmesini ve bu ürünlere alternatif ürünlerin ekiminin yapılmasını tavsiye etmektedir. Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi tütün alanlarında alternatif ürün olarak brokoli tarımı yapılması konusunda bir çalışma yapmıştır. Eşme İlçesi’nde gerçekleştirilen bu çalışma brokoli tarımının çok kârlı bir alternatif olduğunu göstermiştir. Öyle görülüyor ki yıllardır insanları zehirleyerek çeşitli hastalıklara yol açan tütün gibi zararlı bir bitkinin yetiştirilme alanları bu kez de insanlığın faydası için çok çeşitli özellikler gösteren brokoli ile tanışacaktır.
Son düzenleyen Safi; 24 Mayıs 2016 05:09

Benzer Konular

8 Eylül 2020 / fikrican Edebiyat
7 Mart 2016 / Ziyaretçi Cevaplanmış
28 Nisan 2007 / Misafir Sağlıklı Yaşam
2 Mart 2013 / Misafir Sağlıklı Yaşam