Arama

Sağlıklı Beslenme ve Gıdalar - Sayfa 3

Güncelleme: 7 Eylül 2017 Gösterim: 177.001 Cevap: 49
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
17 Ağustos 2006       Mesaj #21
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Ad:  aşure.jpg
Gösterim: 538
Boyut:  27.9 KB

Vitamin ve mineral deposu: Aşure


Türk mutfağının vitamin ve enerji bakımından en sağlıklı ve besleyici tatlısı aşuredir.
Sponsorlu Bağlantılar

Türk ve İslam mutfağının geleneksel yemek kültüründe yer alan ve bazı özel günlerde hazırlanan aşurenin, içinde bulunan vitaminler, mineraller ve protein nedeniyle özellikle çocuklar için önemli bir besin kaynağı olduğu bildirildi.

Gıda Mühendisleri Odası Konya Şube Başkanı Ramazan Çelebi, yaptığı açıklamada, Hicri takvime göre Muharrem ayının onuncu gününe denk gelen Aşure Günü'nde evlerde hazırlanan aşure çorbasının, Türk mutfağının önemli damak tatları arasında yer aldığını söyledi.

Aşure günlerinde birçok ev kadınının aşure hazırlayarak, komşu ve dostlarına ikram ettiğini belirten Çelebi, şöyle dedi:

"Aşure gününde birçok peygamberin hayatında önemli ve olumlu olaylar olduğuna inanılır. Bu günde, peygamberlerin ve onlara inananların çok büyük sıkıntılardan, zulümlerden, baskılardan kurtulduğuna inanılır. Bu nedenle de aşure günlerinde her mutfakta sabahın erken saatlerinde aşure çorbası hazırlanmaya başlanır."

Çelebi, aşure yapma ve dağıtma geleneğinin her yıl sürdürüldüğünü ifade ederek, şunları kaydetti:

"Aşurenin yapılış şekli bölgeye göre değişiyor. Ancak genel olarak, buğday, nohut, fasulye, kuru üzüm, kayısı, badem ve ceviz gibi 10'a yakın baklagil, meyve ve sert kabuklu yiyecekler katılıyor. Bunun dışında bazı bölgelerde haşhaş, susam, nar, kenevir, kuru elma ve portakal gibi malzemeler de eklenebiliyor. Türk mutfağının vitamin ve enerji bakımından en sağlıklı ve besleyici tatlısı aşuredir. Tahıl ve kuru baklagiller birlikte kullanıldığı için protein, kuru meyveler kullanıldığı için de yoğun vitamin barındırır."

Aşure çorbasının içinde sadece bitkisel yağlar olduğu için de kolesterolün bulunmadığını bildiren Çelebi, katılan tüm besleyici malzemeler sayesinde aşurede B2, B1, C, A vitamininin yanı sıra bol miktarda demir, çinko, fosfor, kalsiyum ve sodyum içerdiğini belirtti.

Tüm bu vitamin değerleri nedeniyle aşurenin sağlık için daha sık tüketilmesi gerektiğini vurgulayan Çelebi, şunları söyledi:

"Aşure, özellikle çocuklar için büyük bir enerji kaynağıdır. Tatlı olarak çocukların kolaylıkla tüketmesi sağlanabilecek aşure, vücut direncini artıracaktır. Vitamin ve mineral deposu olan aşure, vücudun daha dirençsiz kalabildiği bu dönemlerde mutlaka tüketilmelidir. Kış aylarında soğuk ve hastalıklara karşı gerekli olan enerji, vitamin ve minerallerin önemli kısmı aşurede bulunuyor."

Son düzenleyen Safi; 24 Mayıs 2016 05:11
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
26 Ağustos 2006       Mesaj #22
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi

Gıda Zehirlenmelerine Karşı Uyarıyoruz


Gıda zehirlenmeleri konusu çok sık gündeme gelen bir konu. Gıda zehirlenmeleri sizi korkutmasın, bu konuda bazı basit kurallara dikkat etmeniz ve uymanız yeterli olacaktır. Birçok kez gıda zehirlenmelerinde sorumlu bakteri ve virüsler sadece hafif bir mide ağrısına neden olurlar. Patogen adı verilen bu virüsler genellikle et ve tavuk eti, yumurta, yumurta ürünleri (mayonez gibi) kabuklu deniz ürünleri, pirinç ve yumuşak peynirlerde bulunur. Gıdalar hazırlanış sürecinin herhangi bir bölümünde bozulabilir. Kesim yerine, depolarda, nakliye sırasında, satış yerlerinde ya da evde… Gıdaların nerede bozulduğunu anlamak bazen mümkün değildir. Gıdalardan tüm patogenleri ortadan kaldırmak için 70 derecede ısıtmak gerekmektedir. Ancak ısıtma işlemi herçeşit gıda için geçerli olmaz. Bunun için bir takım tedbirleri önceden almakta yarar vardır. Biraz dikkat ve takiple aldığınız her türlü yiyeceğin evinize taze olarak girmesini sağlayabilirsiniz. Alışveriş yaptığınız yerde ilk dikkat etmeniz gereken nokta personel yapısına ve ağına sahip olmayan işletmenlerin, kaliteli mal ya da hizmet sunabilmeleri beklenemez. İşte size aileniz için alışveriş yaparken birtakım kurallar ve ipuçları…
Ad:  Gıda-Zehirlenmesine-Karşı-Tedbirler-2-785x600.jpg
Gösterim: 461
Boyut:  28.7 KB

Sponsorlu Bağlantılar

Süpermarketlerde Dikkat Edeceğimiz Konular;

  • Alacağınız ürünlerin son kullanma tarihlerine mutlaka bakın, son kullanma tarihi geçmiş ürünleri almayın ve satıcıyı da bu konuda uyarın.
  • Üreticisi ve markası belli olmayan ürünleri kesinlikle tercih etmeyin. Ayrıca gıda maddeleri üreticisinin Sağlık Bakanlığı onaylı olmasına özen gösterin.
  • Ürün çeşidinin bol ve sürümünün fazla olduğu yerleri tercih etmeye çalışın, bu sizin taze yiyecek bulma olasılığınızı arttıracaktır.
Satıcılar
  • Giysileriniz temiz olmalıdır.
  • Yiyecek ile doğrudan temas edilen bölümlerde el yıkama yerleri bulunmalı, yiyecekleri paketlerken hijyen kurallarına uyulmalıdır.
  • Bulaşıcı bir hastalık söz konusu olmamalıdır.
Çevre
  • Raflar, yerler, kasalar temiz olmalıdır.
  • Kapalı raflardaki yiyecekler böceklerden koruma için paketlenmiş olmalıdır.
  • Marketteki ışıklandırma, ısıtma ve soğutma sistemi yeterli düzeyde olmalıdır.

Şarküteri’de Dikkat Etmemiz Gerekenler


Tazelik
  • Şarküterilerde paketlenmemiş halde satılan ürünlerde son kullanma tarihleri bulunmaktadır. Bu tür yiyeceklerin ne zaman hazırlandığını satıcılara sormadan almayın.
  • Üzerleri kurumuş, posa tutmuş yiyecekleri almayın.
  • Alacağınız besin maddesinin genellikle parlak va canlı görünümlü olmasına dikkat edin.
Saklama Koşulları
  • Şarküteri ürünleri ambalajlı olmadığından mutlaka kapalı ve soğutuculu dolaplarda saklanıyor olmalıdır
  • Kokulu gıda maddeleri (sucuk, salam, sosis, pastırma vb.) ayrı bir soğutuculu dolapta salanıyor olmalıdır.
  • Ürünlerin saklandığı dolaplarda fazla ısı veren ışıklandırma sisteminin olmaması gerekmektedir.
  • Satılan tüm ürünlerin üzeri kapalı olmalıdır.
Satıcılar
  • Koruyucu önlük giymeli ve temiz olmalıdır. Satıcının saçı uzun ise arkadan bağlanmış veya koruyucu kullanıyor olmalıdır.
  • Plastik eldiven kullanılmalı ve yiyecekleri verirken temiz aletler kullanılmalıdır.
  • Pişirilmiş ya da çiğ yiyecekler için ayrı ambalaj kapları kullanılmalıdır.
  • Et ve peynir ayrı bıçaklar ile kesilmelidir.

Kasap’ta Dikkat Etmemiz Gereken Konular


  • Et ve et ürünlerinin üzerinde son kullanma tarihi yoktur, bu yüzden etin ne zaman kesildiğini sorun.
  • Soğutucu dolapta saklanmayan eti kesinlikle satın almayın, kasabın tezgahının, kasap dükkanının, dolaplarının, yerlerinin mutlaka temiz olmasına dikkat edin.

Balıkçı’da Dikkat Etmemiz Gereken Konular


  • Unutmayın ki taze balık kesinlikle kokmaz.
  • Balığın yüzgeçleri ve gözleri parlak, eti sıkı ve yumuşak olmalıdır kabuklu deniz ürünlerini balıkçıya geldiği gün alınız taze balık, buz ve etrafın temiz olmasına dikkat edin. Balık temizlendikten sonra hemen çevre temizliği yapılmalıdır.

Mutfakta Alınması Gereken Önlemler


Mutfağunızda basit bir takım kurallara uymanız ve dikkat etmeniz evdeki gıda zehirlenmelerinin önlenmesinde büyük önem taşımaktadır.
Buzdolabı
Dereceyi kontrol edin. Buzdolabı 2-5, dondurucu ise –18 derece olmalıdır. Et ve tavuğu alt raflarda saklayın, akan su ve diğer ürünlerin bozulmasına neden olabilir. Donmuş ürünleri buzdolabmda çözün, tavuk etini pişirmeden önce iyice çözünmüş olmasına özen gösterin. Çözündürdüğünüz et, sebze gibi gıdaları ikinci kez buzluğa koymayın. Yeni aldığınız ürünü hemen buzdolabına yerleştirin. Çalıştığınız tezgahı ve aletleri kullanım sonrasında hemen temizleyin. Pişen yemek hemen yenmeyecekse soğutun ve buzdolabında saklayın. Yemekleri bir defadan fazla ısıtmayın. Çiğ yenecek tüm sebze ve meyveleri soğuk su ile yıkayın. Marul, maydonoz, roka, tere gibi sebzeleri bir yıkamadan sonra sirkeli suda bir sure bekletin ve sonra tekrar yıkayın. Sirkeli su bu sebzelerdeki mikropların yok olmasını sağlayacaktır.

Genel Kurallar
Evinizde kedi ve köpek besliyorsanız mutfaktan uzak tutun, sizin tabağınızdan yemesine izin vermeyin. Tezgahları daima temiz, çöp kutusunu kapalı tutun. Mutfakta kullanılan bezleri sık sık değiştirin.

Lokantada Yemek
Bir lokantanın sağlığa uygun hizmet verip vermediğini bazı basit ayrıntılardan anlamanız mümkün. Masa örtüleri, peçeteler, servisler temiz olmalı, pişirilmiş yemekler bunun için tasarlanmış ısıtıcılarda saklanmalı. Yemeklerin saklandığı ortam ılık olmamalıdır, zira ılık ortam bakterilerin üremesi için uygun ortamdır. Servis yapan garsonlar ve diğer görevliler temiz olmalıdır.
Ayrıca en büyük özellik mutfağın düzenli ve temizlik koşullarına uygun olmasıdır. Gıda zehirlenmeleri ile karşı karşıya kalmamak ve sağlıklı beslenebilmek için satıcılarda bütün bu özelliklere sahip olamlı. Alışveriş için bu özelliklere sahip olmayan uygunsuz koşullarda satış yapan satıcılardan uzak durmalı, onları uyarmalıyız. Uyarılarınız dikkate alınkıyorsa İl Sağlık Müdürlüklerine şikayetlerinizi bildiriniz.
Son düzenleyen Safi; 24 Mayıs 2016 05:12
kompetankedi - avatarı
kompetankedi
VIP Bir Dünyalı
27 Ağustos 2006       Mesaj #23
kompetankedi - avatarı
VIP Bir Dünyalı

SALATALIK MUCİZESİ..



Karaciğeri ve böbrekleri çalıştırarak bol idrar söktüren salatalığın idrarla birlikte vücuttaki üre asidi ve ürat tuzlarını eritip dışarı attığı belirtildi.
Karaciğeri ve böbrekleri çalıştırarak bol idrar söktüren salatalığın idrarla birlikte vücuttaki üre asidi ve ürat tuzlarını eritip dışarı attığı belirtildi.
Tüketici Hakları Derneği Samsun Şubesi Başkanı ve Halk Sağlığı Uzmanı Dr. M. Emin Dinççağ, salatalığın kanı temizlediğini, karaciğeri ve böbrekleri çalıştırarak bol idrar söktürdüğünü ifade ederek, idrarla birlikte vücuttaki üre asidi ve ürat tuzlarını eritip dışarı attığını söyledi. İçeriğindeki bol kükürtle kanı temizleyen salatalığın ciltteki ter bezlerini de çalıştırdığını kaydeden Dr. Dinççağ, "Salatalık bol vitamin ve madeni madde verdiği için cildin taze ve pürüzsüz olmasını sağlıyor. Cildi bir tonik kadar temizliyor. Et yemeklerinin verdiği susuzluğu kesiyor. Sıcak bir havada, iç ısısı dış ısıdan 20 derece daha düşük olduğundan serinletici özelliğe sahip. Kabızlığı önlediği gibi, böbrek ve kalp hastalıklarında vücutta biriken suyun atılmasına yardımcı oluyor. Kalp hastalıkları ve enfeksiyonlara karşı etkili olan salatalık, vücudun enfeksiyonlara karşı dayanıklılığını artırarak kolesterolü düşürüyor" diye konuştu.
Son düzenleyen Safi; 23 Mayıs 2016 23:08
BuckLes - avatarı
BuckLes
Ziyaretçi
1 Eylül 2006       Mesaj #24
BuckLes - avatarı
Ziyaretçi

ÜZÜM ÇEKIRDEĞI


Üzüm Çekirdeği Avrupa'da ilaç niyetine satılıyor. Mucizevî çekirdek ödemden,nezleye kadar bir çok hastalığın tedavisinde kullanılıyor. Üzümün çok faydalı olduğu bilinir. Özelliklede zihin açıcı yönü ile sınavlardan önce kuru üzüm tavsiye edilir. Ama birçoğumuz üzümü yerken çekirdeğinden muzdarip oluruz. Onu tüketmez, atarız. Hatta marketlerde en çok çekirdeksiz üzümler rağbet görür. Halbuki üzümün çekirdeği bugün birçok Avrupa ülkesinde ilaç niyetine, tabletler halinde satılıyor. Yavaş yavaş Türkiye'de de yaygınlaşmaya başlayan üzüm çekirdeği, yakında bütün eczanelerdeki yerini alacak gibi. Bu çekirdeğin en önemli faydası kan damarı onarıcısı olması.
Ad:  üzüm-cekirdegi.jpg
Gösterim: 484
Boyut:  32.4 KB

Kan damarları insan için hayati önem taşıyor. Başınızdan ayak uçlarınıza kadar her doku kanla beslenir. İncecik kılcal damarlardan, geniş atardamarlara kadar, karmaşık kan damarları ağı sizin yaşam hattımızdır. Eğer kan damarları yaşlanır, hastalanır, zayıflar, incelir ve kan sızdırırsa, sağlığınız tehlikede demektir. Eğer oksijeni taşıyan kan düzgün bir biçimde akmıyorsa kalp kasınız hasar görebilir. İşte üzüm çekirdeği, zayıflamış kan damarlarını güçlendirip normal sağlıklarına döndürebilen, dolaşım bozukluklarının düzeltebilen ve önleyebilen bir yapıya sahip.
Özelliği ise tamamen doğal olması... Çekirdek, damar hastalıklarını tedavi ediyor. Zayıflamış kan damarlarının yapısını güçlendiriyor. Ayrıca üzüm çekirdeği bilinen en güçlü antioksidan... Yapılan bazı testlerde, E vitamininden 50 kat daha güçlü olduğu ortaya çıkmış. İlk Fransa'da keşfedildi Üzüm çekirdeği 40 yıldır Avrupa'da, özellikle üzüm
bağlarının çokluğu ile bilinen Fransa'da etkili bir biçimde kullanılıyor.

Üzüm çekirdeği 1947 yılında Bordeaux Üniversitesi'nden emekli tıp profesörü, Fransız Kimyacı Jack Masquelier tarafından keşfedilmiş. Çekirdek ilk olarak hamileliğinden dolayı aşırı ödemi olan fakültenin dekanının eşine, dekan tarafından verilmiş.
Masquelier o günü şöyle anlatıyor;
"Kadın, şişmiş bacakları ile o kadar yorgun görünüyordu ki, güçlükle yürüyebiliyordu. Yüzünden, çektiği acıları okumak mümkündü. Ne yapabilirim de bu kadının acılarını dindirebilirim diye düşündüm. Sonra dekanın eşine çekirdek verdiğini gördüm. Dekanın eşi 48 saat içinde iyileşti. O halde, ben üzüm çekirdeğinde özel bir şeyler olabileceğini düşündüm.

"1950'de üzüm çekirdeği Resivit olarak bilinen ve Fransa'da satılan ilk damar koruyucu ilaç olmuş. Doktor Masquelier ve meslektaşları, üzüm çekirdeğinin varis üzerindeki etkisini doğrulayan dokuz deney yapmışlar. Bununla birlikte çekirdek, göz
kamaşması, gece körlüğü, maküler dejenerasyon gibi göz sorunlarının, "Eğer düzenli olarak üzüm çekirdeği alırsanız, damar duvarlarınız güçlenecektir." diyor Dr. Masquelier. Diş eti kanayanlar kullanmalı. Peki üzüm çekirdeğine ihtiyacınız olup olmadığını nasıl öğreneceksiniz? Doktor Masquelier'in konu ile ilgili görüşleri şu şekilde:
"Sabahleyin dişlerinizi fırçalarsınız ve diş etlerinizin kanadığını görürsünüz. Ya da göz korneasında bir kan lekesi fark edersiniz. Veya geceleri kendinizi yorgun hissedersiniz, baldırlarınız şişer, ödem olduğunu fark edersiniz. Bu durumda damar zayıflığından muzdaripsinizdir ve üzüm çekirdeği tüm bu patolojik mekanizmalarla mücadele eder.

"1995 yılında İtalya'da yapılan bir araştırmada 150 miligramlık üzüm çekirdeğinin ağrıyı, yanma karıncalanma hissini ve atardamarların şişme derecesini azaltmada, yaygın olarak kullanılan bir eczacılık ilacından daha hızlı ve üzün sureli etkili olduğu bulunmuş. 1985 yılında da Fransa'da 92 hasta üzerinde yapılan kur kontrollü deney, 28 gün boyunca 300 miligram
üzüm çekirdeği almanın, ağrıyı, karıncalanma geceleyin giren bacak kramplarını ve şişkinliği yüzde 50'den daha fazla azalttığını göstermiş. Üzüm çekirdeğini diğer bir faydası ise gözlere... Gece görüşünde önemli olan parlak ısıların neden olduğu göz kamaşmasını geçirmeye yardımcı oluyor.

Yine Fransa'da 100 denek üzerinde yapılan iki ayrı araştırmada 5 hafta boyunca günde 200 miligram üzüm çekirdeği almanın parlak ısılara maruz kaldıktan sonra görme keskinliğine yeniden kavuşma durumunu artırdığı ortaya çıkmış. Ayrıca testlerde üzüm çekirdeği ürünün bir bilgisayar ekrani karşısında çalışmanın neden olduğu göz gerilimini geçirdiği ve miyop kişilerde retinanın işlevini ve duyarlılığını düzelttiği görülmüş.

Üzüm çekirdeğinin tansiyonu ve onun sonuçlarını düzenlemeye yardımcı olabileceği de belirtiliyor. Araştırmaların gösterdiğine göre, yüksek tansiyonlu insanlar genellikle çok geçirgen olan, zayıf kılcal damarlara sahipler. Bu da onların kılcal damar kanaması geçirme ve göz retinasındaki kan damarlarının yırtılma olasılıklarını artırıyor. Dr. Miklos Gabor'un yaptığı araştırmada üzüm çekirdeği yüksek tansiyonlu deneklerde kılcal damarları güçlendirmiş.

Anti-Aging etkisi Üzüm çekirdeği damarları yenilediği için ayrıca anti-aging etkisine sahip. Yenilenen damarlar yaşlılığı geciktiriyor. Böylelikle cildinizdeki yaşlanma belirtileri azalıyor. Uluslararası sertifikalı Organik Üzüm Çekirdeği Ekstraktinin içerdiği Proantosiyanidin, bilinen en güçlü etkisi antioksidant. Üzüm çekirdeğinin antioksidant etkisi vitamin E'den
50,vitamin C'den 20 kat daha fazla.
Antioksidantlar, vucudumuzdaki kimyasal reaksiyonlar sonucu oluşan veya dışarıdan sigara, alkol, kirli hava v.s. ile alınan zararlı maddeleri etkisiz hale getiriyor.

Uzmanlara göre vücudun antioksidant üretimi 25 yaşından sonra yavaşlamaktadır. Bu yavaşlamanın yol açtığı deformasyonları yok etmek için bilinen en kuvvetli antioksidant ise organik üzüm çekirdeği ekstraktıdı olduğu belirtiliyor.

Çekirdek, bağ dokularını güçlendirerek cilt sarkmasına engel oluyor. Cildin elastik, yumuşak ve düzgün olmasını sağlıyor. Üzüm çekirdeğinde tavsiye edilen miktar günde 150 ile 300 miligram.

Damar sağlığını korumak için gerekli doz ise günde 5-10 gram. Üzüm çekirdeğinin insanlar üzerinde her hangi bir yan etkisi görülmemiş. Prof. Peter Rohdewald tarafından laboratuar fareleri, Hint domuzları ve köpekler üzerinde yapılan araştırmada doğal çekirdeğin, toksik, mutajenik, karsinojenik olmadığı tespit edilmiş.

Kimler kullanmalı?


  • Kan damarlarının yardıma ihtiyaç duyduğunu düşünenler.
  • Cildindeki kırışıklıklar günden güne fazlalaşanlar
  • Cildi cansız ve solgun görünenler
  • Cinsel yaşantısında kendini yetersiz hissedenler
  • Kalple ilgili sorunları olanlar
  • Ani kalp krizi riski olanlar
  • Görme gücünde yaşlanmaya bağlı bozulma olanlar
  • Şişlikler ve ödem alerjilerinde
  • Yüksek tansiyonda
  • Kolayca kanama ve morarma eğilimi olanlar
  • Daha önce kanamaya bağlı felç geçirenler
  • Şeker hastalığı olanlar
  • Varis ve hemoroit gibi soruları olanlar
Sunu belirtmek gerekiyor ki; yukarıda bahsettiğimiz faydaların birçoğu çekirdeğin damarları onarıcı özelliğinden kaynaklanıyor. Çünkü damarlar, insan bedenini ayakta tutan ana mekanizmalar. Onların bozukluğu insan bünyesinde birçok hastalığa neden oluyor. Damarları onaran çekirdek, böylelikle diğer hastalıkların iyileşmesinde de önemli bir etkiye sahip oluyor. Dünya bir ayna gibidir; siz onu gülümseyerek karşılarsanız, o da size gülümser.

Kara üzüm çekirdeğinin faydalarını bilin


Antioksidan olan üzüm çekirdeği vücudu, kendi içinde oluşan ya da dış kaynaklı serbest oksijen radikallerinden ve diğer radikallerden korur. Üzüm çekirdeğinin antioksidan özellikleri çok tanınmış antioksidan vitaminler olan C vitamininden 20 kat, E vitamininden ise 50 kat daha üstündür. Prof. Dr Ahmet Aydın'ın Buğday Dergisi'ndeki yazıya göre doğal yolla üre(til)miş meyveler, sebzeler ve otlar sağlığımız için son derece yararlıdır.

Üzüm çekirdeği de bunlardan biridir. Fakat beslenme bir bütündür. Sadece üzüm çekirdeği, yeşil çay, kuş burnu gibi iki üç gıdayı yemek, buna karşılık beslenmenin diğer unsurlarına dikkat etmemek ile kendinizi kurtaramazsınız. Sağlıklı bir yaşam için her mevsimin meyve, sebze ve otunu dönüşümlü olarak yiyin, un ve şekerden mamul gıdaları diğer rafine ya da paketlenmiş yiyecekleri iyice azaltın; suni yemle beslenmemiş hayvanların et, süt ve yumurtasını tüketin.

Üzüm çekirdeği hülasası (özütü) nedir?


Kara üzüm çekirdeğinden elde edilir. Üzüm çekirdeği hülasası flavonoid denilen vitamin benzeri grubun içine girer; oligomerik protoantosiyanidin kompleksleri içerir. Üzüm çekirdeğinin temel görevi antioksidan olmasıdır. Vücudu, kendi içinde oluşan ya da dış kaynaklı serbest oksijen radikallerinden ve diğer radikallerden korur. Üzüm çekirdeğinin antioksidan özellikleri çok tanınmış antioksidan vitaminler olan C vitamininden 20 kat ve E vitamininden ise 50 kat daha üstündür.

Üzüm çekirdeğinin faydaları nelerdir?


Üzüm çekirdeği damar yozlaşmasını önler ve damarlarınızı sağlamlaştırır. Hipertansiyon, kalp krizi ve felç olasılığını minimale indirir. Diabetli ve varisli kişilere son derece yararlıdır. Gözü maküler dejenerasyon ve kataraktan korur. Üzüm çekirdeği sürekli bilgisayarın başında olan kişilerin göz sağlığının korunmasında da önemlidir. Üzüm çekirdeği DNA hasarını azaltarak kanser oluşum riskini de minimale indirir.

Üzüm çekirdeği cildin bağdokusunda bulunan kollajeni sağlamlaştırır. Deriyi dinçleştirdiği için kozmetik sanayinde merhem olarak da kullanılır

Üzüm çekirdeği damarların kollajen dokusunu da sağlamlaştırdığı için damar sertliği ve damar sertliği ile ilgili çok sayıda hastalığı önler.

Üzüm çekirdeği histamin salgısını azaltarak alerjiyi önler. Üzüm çekirdeği iltihabi prostaglandinlerin sentezini azaltarak romatizmal hastalıklar, ağrı ve endometrioz gibi durumlarda yararlı olurlar.

Ne kadar üzüm çekirdeği ekstresi kullanılmalı?


Üzüm çekirdeği ekstresinin 100 mg'lık kapsülleri mevcut. Hastalıklardan korunmak için günde 1-2 kapsül yutunuz. Bir hastalığınız varsa dozu iki katına çıkartın. Şimdiye kadar üzüm çekirdeği ekstresinin fazla alınması ile ilgili bir yan etki bildirilmemiştir.

Kapsül yerine 1 avuç ya da fincan kara üzüm kurusu da yiyebilirsiniz. Piyasada kilosu 6-8 milyona satılıyor. Ayrıca aktarlarda kilosu 30 YTL'den üzüm çekirdeği de satılmakta.

Kara üzümü ya da kurusunu yerken çekirdeklerini çiğneyiniz, böylece etkisi de artmış olacaktır. Üzüm çekirdeği gibi kabuğu da proanthosiyanidin içerir. Yaban mersini (çay üzümü, çoban üzümü) ve şarap da proantosiyanidin bakımından zengindir.

ÜZÜM ENERJİ VE ŞİFA KAYNAGI


Herkes günlük olarak 5-6 tane üzüm tüketse, enerji ihtiyacını karşılar.
Üzümün yaş veya kuru şekilde yenmesinin, vücuda önemli ölçüde yarar sağlar.
Üzüm içersindeki şeker, sodyum, demir, potasyum, kalsiyum gibi maddelerin yanı sıra A, B1, B2 ve C vitaminleri sayesinde,
üzümlerimiz adeta şifa kaynağı durumundadır. Üzümlerin yaş olarak yenilmesi, rejim yapanlar için iksirdir. Aynı zamanda dişlerin temizliğinde de önemli rol oynamaktadır. Üzümler, enerji kaynağıdır. Yaşı ve kurusu, kan yapıcı özelliği bulunmaktadır.

Üzümler, günlük olarak yenildiğinde sindirim sisteminin düzenli olarak çalışmasını sağlar. Yaş ve kuru üzüm de, aynı zamanda çocukların zekalarının gelişmesinde önemli bir faktördür. Kalp krizi riskini azaltmaktadır. Karaciğer hastalıklarıyla kansızlığa iyi gelmektedir. Üzümlerimizin, aynı zamanda yüksek tansiyonu da dengede tuttuğu tıbben bilinmektedir. Kanımızın temizlenmesinde etkinlik sağlamaktadır. Üzüm sayesinde, doğum kontrol haplarının yan etkileri azalmaktadır.

Özellikle kış aylarında kuru üzümün yenmesi halinde, vücuttaki ısının yükseldiği ve enerji verdiğini için Öğrencilerimiz, sınavlardan önce 5-6 tane kuru üzüm yediklerinde, vücutlarındaki kan şekeri yükselir ve sınav heyecanını kaybolur. Ülkemizde, binlerce dekarlık alan üzerinde üzüm yetiştirilmesine rağmen, ülke olarak üzüm tüketiminde Avrupa'nın gerisindeyiz.

Bunlar Üzümün Faydalarından Bir Kaçıydı
Son düzenleyen Safi; 24 Mayıs 2016 05:14
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
1 Eylül 2006       Mesaj #25
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi

Fakirlik ve Kötü Beslenme İle Savaş

Ad:  Fakirlik ve Kötü Beslenme İle Savaş.jpg
Gösterim: 579
Boyut:  20.3 KB

Kötü / yetersiz beslenmeyi elimine etmek için ne gerelidir?

Küreselleşme, dünya ekonomisinin daha fazla entegrasyonu, fakirliği azaltmada en önemli kuvvet kabul edilmektedir. Ancak uluslar arası entegrasyon daha çok gelişmiş ülkeler için fırsatlar yaratmaktadır. Fakat beraberinde artan eşitsizlik, kuvvet dengelerinin kayması, kültürel uniformluk gibi bir takım kaygı/riskleri taşımaktadır. Küreselleşme, büyüme ve fakirlik azaltma ilişkisi; mal, hizmet, insan, kapital ve bilgi akışının Dünya Ekonomisinde artışıyla yani artan ekonomik entegrasyonla sağlanması beklenmektedir. Ancak küreselleşmenin fakirler için yarattığı riskler, sağladığı fırsatları geçememiştir. Dezavantajlı fakir ülkeler küreselleşmeden sağlık, beslenme, eşitlik ve nüfus planlama programlarından arzu ettikleri/yeterli faydayı henüz sağlayamamışlardır.
Küresel beslenme sorunu son onlarca yıldır gelişmektedir, fakat bu yavaş ve düzensiz olmaktadır. Dünya çapında, 180 milyondan fazla beş yaş altı çocuğun – hemen hemen üç çocuktan biri- büyümesi durmuş/bodur kalmaktadır. Gelişmekte olan ülkelerde çocukların %30’dan fazlası mikro beslenme eksikliğinden zarar görmektedir. Beslenme çocuk ölümlerinin yarısında önemli hastalık ve gelişim azlığının en önemli sebeplerindendir. Gelişmekte olan ülkelerde 1 milyar insan olması gereken kilonun/ağırlığın altındadır ve 1.6 milyar ergen ise anemiktir. Bunlar enfeksiyonlara daha az dirençlidir, çalışma kapasiteleri azdır ve ekonomik üretkenlikleri azalmıştır. Kötü beslenme çocuklukta yaşamı, gelişmeyi ve büyümeyi tehdit etmekte ve kronik hastalık risklerini sonraki hayatta artırmaktadır. Kötü beslenme aynı zamanda HIV/AIDS’inde artışına sebep olabilmektedir. Gelişmiş ülkelerde ise diğer bir beslenme problemi olan şişmanlık ve dietlerle ilgili hastalıklar hızla yayılmaktadır. Milenyum Gelişme Amaçları (MGA) kötü beslenme elimine edilmeden başarılamaz.
Kötü beslenmenin eliminasyonu Dünya Bankası ve UNİCEF katkılarıyla başarılmaya çalışılmaktadır.
Ancak:
  • Beslenme bazı bölgelerde yavaş bir şekilde gelişse de birçok bölgede durgundur.
  • Beslenme fakirliğin yok edilme ajandasında yan bir dal olup, sağlık, ruhi gelişme ve verimliliğin gelişmesi için potansiyeldir.
  • Birkaç büyük ölçek/çaplı programlar sıkı şekilde takip edilip değerlendirilmelidir.
  • Kötü beslenmeyle uğraşmak için yetersiz kapasite fakirliği azaltmada ana sınırlayıcı faktördür.
  • Beslenmeye verilen kişi başı harcama genellikle düşüktür.
Kötü beslenmeyi yenmede toplumdan, ulusal ve uluslar arası seviyelere sosyo-politik gelişme sağlanmalıdır. Beslenme sorunu küresel çaba ile çözülebilecek bir sorundur. Kötü beslenmeyi azaltmak demek fakirliği azaltmak demektir.

Beslenme için Uluslarası Amaçlar Birleşmiş Milletlerin (BM) 2000 yılı Milenyum Gelişme Zirvesine göre: İlk amaç fakirlik ve açlığı kökten yok etmektir Açlık gören insanların sayısının yarıya indirilmesi ana hedeflerden olup, bu beş yaş altı olması gerekenden zayıf çocukların sayısına bakarak değerlendirilmektedir. Çocuk beslenmesinin iyileştirilmesi çocuk ölümlerini azaltacaktır. Zorunlu ilk eğitim çocuk beslenmesini artıracaktır. Tüm çocuklara emin, sağlıklı bir hayat başlangıcı kötü beslenme ve kötü sağlık şartlarını azaltacaktır. Bu amaçlara ulaşmak için gerekli stratejiler şunlar olmalıdır:
  • İlk altı ay anne sütü ile beslenmenin desteklenmesi, özendirilmesi ve sağlanması gerekmektedir.
  • İki yaşına kadar anne sütü ile beslenmenin yanında ek besleme (mama) önerilmelidir. Bundan sonra çocuk uygun beslenmesi sağlanmalıdır.
  • Anne, genç çocuk ve erişkinlerin beslenmesinin temel sosyal hizmetlerce hane halkı besin emniyeti sağlanmalı ve geliştirilmelidir.
  • 2005’e kadar iyot eksikliği/bozukluğu, 2010’a kadar A vitamini ve demir eksikliğinin eliminasyonu hedeflenmiştir.
  • Mikro beslenme eksikliği azaltımının hızlandırılması için diet çeşitlendirmesi, besin kuvvetlendirmesi ve ilavesi yapılmalıdır.
Beslenme göstergeleri ülkenin fakirlik azaltma stratejilerinin gelişiminin en kolay ölçüsünü gösterir. Beslenme verilerinin toplanması ucuz, güvenilir, hassas ve karar vericilere yön vermede kullanılabilir. Toplumlarda çocukların büyümesi fakirlik eğiliminin göstergesi olarak kullanılır. Beslenmenin izlenmesi fakirlik azaltma stratejilerinin en önemli köşe taşıdır. Maalesef az gelişmiş/gelişmekte olan ülkeler temel sosyal hizmetlere, milli gelirlerin %20’si ayırması gerekirken bu yapamamaktadırlar. Buralarda bağış yapanların katkısı da yeterli olamamaktadır. Bazı ülkelerde topluma besin yardımı yapılsa da kafi olmamaktadır. Bir çok ülkede sağlık ve beslenmeye gelirden harcanan pay çok az olmaktadır.

Milenyum Gelişme Amaçlarına göre UNİCEF ve Dünya Bankası dünyadaki kötü/eksik beslenmeyi elimine etmek için önemli mücadeleler vermektedir. Çocuk ve anne sağlığı, büyümesi, gelişimi, yaşamı önem kazanmaktadır. UNICEF anne sütü ile beslenme ve mikro beslenmeyi ön plana çıkarmaktadır. Dünya Bankası ise entegre toplum tabanlı programlarla mikro beslenmeyi ve çocukların daha iyi beslenme ve bakımını ön plana çıkarmaktadır. Ancak her iki kurumunda beslenme konusundaki kaynakları dünyadaki beslenme sorunu çözmeye yeterli gelememektedir. UNİCEF ülke programlarını desteklemektedir. Dünya Bankası ise makro seyiye de ülke politikalarını projeler geliştirme bazında analitik olarak desteklemektedir.
Ülkelerin gelişmesinin merkezinde beslenme sorunu vardır. Bunun çözümü de büyük ölçekte eylemlerle başarılabilir. Kalıcı kötü beslenme dünyanın en önemli sağlık problemlerinden biri olup, dünyada çocuk ölümlerinde en önemli etkenlerden biridir.

Sonuç olarak dünyada olan çarpık küreselleşme sonucunda fakir olanlar; hasta, daha az bakım gören, karnı doymayan, ilaçını alamayan yani hep kaybeden olmaya devam etmektedir. Uluslararası kuruluşların insani yardımları dünyada var olan kötü beslenme sorununu çözmede çok önemli rol oynasa da yeterli olamamaktadır. Dünyada açlıktan ölenlerin sayısı terörizmden ölenlerin sayısını gölgede bırakmaktadır. Geçen sene terörden 625 kişi ölürken, 10 milyon kişi açlıktan ölmüştür. Her 5 saniyede bir kişi dünyada açlıktan ölmektedir. Her gün ise 25 bin kişi açlıktan ölmektedir. Kötü beslenme ve açlıkla savaşa Dünyada daha fazla önem verilmek ve kaynak ayırmak zorundayız.
Son düzenleyen Safi; 24 Mayıs 2016 06:00
BuckLes - avatarı
BuckLes
Ziyaretçi
3 Eylül 2006       Mesaj #26
BuckLes - avatarı
Ziyaretçi

Kanser sirküleri


1. Mikrodalgaya plastik kap konmayacak.
2. Dondurucuya plastik su şişesi konmayacak.
3. Mikrodalgaya plastik ambalaj konmayacak.
Johns Hopkins bunu kanser sirkülerine yeni göndermiştir. Bu bilgi, Walter
Reed Ordu Tıp Merkezi'nde dolaşmaktadır.

Diyoksin (Dioxin) maddesi kanser sebep olmaktadır, özellikle de göğüs kanserine.
Diyoksinler, vücudumuzdaki hücreler için yüksek derecede zehirlidir.
Plastik şişelerinizi içlerinde su varken dondurmayın; çünkü bu plastikten diyoksinlerin açığa çıkmasına sebep olmaktadır.
Yakın zamanda, Dr. Edward Fujimoto, Castle Hastanesi İyileştirme Programı Yöneticisi, bu sağlık tehlikesini anlatmak üzere televizyondaydı.
Diyoksinlerden ve bizim için ne kadar kötü olduklarından bahsetti.
Dediğine göre, yemeklerimizi mikrodalga fırında plastik kaplar içinde ısıtmamalıyız. Bu yağ içeren yemekler için geçerli. Dr. Fujimoto, yağ, yüksek ısı ve plastik bileşiminin yemek içinde diyoksin açığa çıkardığını ve en son noktada bunun vücut hücrelerimize vardığını söyledi.

Bunun yerine, yemeklerimizi ısıtmak için cam ya da seramik kaplar kullanmamızı öneriyor. Aynı sonucu elde ediyorsunuz, sadece diyoksin olmadan. Bu yüzden, hazır yemek, dışarıdan alınan hızlı yemekler (hamburger, tavuk kanatları, vs.) ucuza mal edilen plastik ve benzeri kaplarından çıkartılıp cam ya da seramik kap içinde ısıtılmalı.
Kağıt/karton kaplar kötü diye bir bilgi yok; fakat kağıdın içinde ne var bilemezsiniz. Cam ya da seramik kap kullanmak daha güvenli.

Yakın zaman içinde hızlı yemek restoranlarının (McDonald's, Burger King) köpük ve benzeri plastik alaşımlı kaplardan kağıt kaplara geçtiklerini hatırlattı. Diyoksin problemi bu değişimin sebeplerinden biri.

PVDC olarak da bilinen ve yemeğin tadını, dokusunu ve kalitesini koruma görevini en uzun süre devam ettirdiği için yaygın olarak kullanılan Saran Poliviniliden Klorid (Saran Polyvinylidene Chloride) veya Saran reçine ve zarları 50 yıldan beri en yaygın ambalaj malzemesi. Dr. Fujimoto, Saran ambalajların (PVDC) da mikrodalgada ısıtılan yemeklerin üzerinde olmasının
aynı derecede tehlikeli olduğunu belirtti. Yemek nükleer bir yolla ısıtıldığından, ısı bu ambalajlardan zehirli toksinlerin eriyerek açığa çıkmasına ve yemeğe damlamasına sebep oluyor. Bu işlem nemle beraber gerçekleştiğinden farkına varamıyoruz.

Bunun yerine, yemeği kağıt havlu ile sarın.
Son düzenleyen Safi; 23 Mayıs 2016 23:19
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
3 Eylül 2006       Mesaj #27
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
Ad:  Шоколад.jpg
Gösterim: 441
Boyut:  25.7 KB

Çikolata Yemek


Tadına doyum olmaz, bu nedenle de yemekten asla vazgeçmeyiz. Ama hep bir sıkıntı duyarız: Çünkü bize “Çikolata sağlığa zararlıdır” diye öğretmişlerdir. Oysa bilim adamlarının yaptığı son araştırmalar, tam tersi sonuçları ortaya koyuyor. Çikolata neredeyse her derde deva. İnanması zor ama, dişleri de çürütmüyor, tam tersi çürümesini bile önleyebiliyor. Sorun yalnızca hangi tür çikolata yiyeceğimizi bilmiyoruz.

Beyin mutlu oluyor


Middlesex Üniversitesi uzmanlarından Dr. Neil Martin’in yaptığı araştırma sonuçlarına göre, çikolatanın kokusu bile insanı baştan çıkartıyor. Çikolata, beyni rahatlatıp gevşetiyor, mutluluk veriyor. Çikolata, beynin “Endorfin” salgılamasına neden oluyor. Bu salgı, mutluluk duygusu duymamızı sağlıyor.

Fazlası uyuşturuyor


Eğer bir oturuşta bir kilo çikolatayı bitiririm diyenlerdenseniz, uyuşturucu madde almaya hazır olun. Çünkü bu miktarda çikolatanın içindeki maddeler, insanda marijuana içmiş gibi bir etki yapıyor.

Kalsiyum ve demir


Çikolata aynı zamanda çok besleyici. İçinde büyük oranlarda magnezyum, demir ve kalsiyum var. Küçük bir parça çikolata, almamız gereken bu maddelerin en az 5’te birini içeriyor.

Antioksidan maddeler


Son araştırmalar, çikolatanın farklı bir özelliğini daha ortaya çıkarttı. Kaliforniya Üniversitesi’nin yaptığı araştırmaya göre 50 gramlık bir çikolata ya da iki kaşık şekerle karıştırılmış bir bardak kakao, bir kadeh kırmızı şarap içinde bulunan antioksidanlara eşdeğerde kimyasal madde içeriyor. Bir başka deyişle çikolata kalp krizi ya da beyin kanamasını önlüyor.

İnsan ömrünü uzatıyor


Harvard Üniversitesi’nde 8 bin erkek üzerinde yapılan araştırma, çikolatanın ömrü uzattığını da ortaya koydu. Çikolata yiyenlerin ömürlerinin en az bir yıl uzadığını belirten uzmanlar, bunu içindeki antioksidan maddelere bağlıyor.

Kalbe faydalı yağ


Çikolatanın içindeki yağ, üç kaynaktan geliyor. Kakao yağı, bitki yağları ve süt içindeki yağlar. Kakaonun içindeki “stearic asit” içeren yağ bir çeşit doymamış yağ. Doymamış yağların da sağlığa ve özellikle kalbe zararlı olduğu bilinir. Ancak kakao içindeki stearic asit, vücuda girince “oleic asite” dönüşüyor. Aynı zeytinyağı içindeki oleic asit gibi. Bu yağ türü de kalbe çok faydalı.

Migrenliler dikkat


Migren hastalarına çikolata pek yararlı değil. Çünkü migren hastaları “phenolsuphotransferase” adlı bir enzim yetersizliği nedeniyle ağrılar içinde kıvranırlar. Çikolata ise, damarları açarak bu enzimin daha çok tüketilmesine yol açar. Çikolata normal insanlara çok yararlıdır ama migrenliler kesinlikle uzak durmalı.

Dişleri çürütmez


Çikolatanın dişleri çürüttüğü önyargısı vardır. Oysa araştırmalar tam tersini gösteriyor. Kakao içinde bulunan bir bileşim, diş çürümesini engelliyor. Kakao içindeki bu bileşim dişi kaplıyor ve dışarıdan gelecek bakterileri engelliyor. ABD’li bilim adamlarının yaptığı araştırmalar çikolatanın kalp hastalıklarına karşı koruma görevi gören maddeler içerdiğini ortaya koydu. ABD’de bulunan California Üniversitesi doktorları çikolatadan başka meyve ve sebzelerde de bulunan “procyanidin” maddesinin koroner kalp rahatsızlıklarına karşı koruyucu bir görevi olduğunu belirtti. Araştırma için on sağlıklı deneğe değişik zamanlarda içinde hem yüksek hem de düşük oranda “procyanidin” bulunan birkaç türde çikolatalar yedirildi. Çikolotayı yedikten iki saat sonra deneklerin metabolizmaların yapılan araştırmalar “procyanidin” maddesinin 20 kattan daha fazla olduğunu ortaya çıkardı.

Araştırma, çikolatayı yiyen kişilerin kanlarında serum leukotriene maddesinde ciddi bir düşük olduğunu da gösteriyor. Böylece kanda bulunan plaketler yapışarak kan pıhtılaşmasını da önlüyor.
Uzmanlar, kalp hastalıklarından korunmak isteyenlerin, düzenli olarak belli bir miktarda çikolata tüketmelerini öneriyor.

Çikolata seyyar bir eczane gibi...


Çikolata, insanların yerken beslenme değerini düşürmedikleri nadir gıda maddelerinden biri. Çok basit anlamda “sevildiği” için yenen çikolata aynı zamanda hediye özelliği de taşıyor. Yapılan birçok incelemede çikolatanın sayısız faydalarının bulunduğunu ortaya koyuyor.
İnsanlar kendi sevdikleri kadar, sevdiklerine de ikram etmek isterler çikolatayı. Dolayısıyla psikolojik özelliklerinin yanısıra tadı ve lezzeti de çikolatayı fazlaca tüketilen bir gıda haline getiriyor. Özellikle öğünler arasında atıştırıldığından bu durum, çikolatayla fazla kilolar arasında doğrudan bir bağlantı olduğu kanaatini oluşturuyor. İngiliz Ulusal Gıda Araştırmaları ve New Grubb’un 1996’da İskoçya’da yaşayan kadınların çikolata tüketim sıklıkları ve fazla kiloları gösteren BMI değerler arasındaki ilişkiyi belirlemek amacıyla yaptıkları çalışmada bu iki değer arasında belirgin bir fark olmadığı saptanıyor. Aynı araştırma 10-15 yaş arası kız ve erkek çocuklar üzerinde de gerçekleştiriliyor ve sonucun yine aynı doğrultuda olduğu belirleniyor.

Hastalıklara karşı kalkan


Canınız durmadan çikolata yemek istiyorsa, beyniniz sizi bir konuda uyarmak istiyor demektir. Araştırmalar, tatlı yiyeceklerin depresyonu giderici özellikler taşıdıklarını göstermekte. İngiltere’de Middlesex Üniversitesi’nde nöropsikolog olan Dr. Neil Martin, “Bir çikolata, seyyar bir eczane gibidir. Adını bile bilmediğiniz bazı önemli kimyasal maddeler içerir. Çikolatayı koklamak bile insanı rahatlatır” diyor.

Dr. Martin, başka yiyeceklerin kokuları üzerinde deney yaptıklarını fakat hiçbir kokunun insanı çikolata kokusu kadar etkilemediğini de belirtiyor. California Üniversitesi’nde de araştırmacıların çikolata konusunda yaptıkları araştırmalardan ilginç sonuçlar almışlar.
Bilim adamlarına göre çikolatada bulunan ve “catechin” adıyla bilinen antioksidanlar kansere ve kalp hastalıklarına karşı korunmayı sağlıyor. Antioksidan maddeler aynı zamanda da çayda da bulunuyor. Dolayısıyla sağlığımızı korumak için bol çikolatalı pastayla bir fincan çaya ihtiyacımız olacak.

Ulusal Halk ve Çevre Sağlığı Enstitüsü tarafından yapılan ve Avrupa Birliği tarafından desteklenen araştırmalarda, bu maddenin çikolatada çayınkinden dört kat daha fazla olduğu, en fazla da siyah çikolatada bulunduğu belirtiliyor.

Üretimde ileri teknoloji


Çikolatanın gıda maddeleri içinde ve özel bir yerinin olmamasının sebeplerinden biri, elde tutulduğunda, yani vücut sıcaklığında erimeden dayanabilmesi ve ağıza alındığında hemen eriyerek, o sevilen ve ferahlatıcı tadı vermesi.

Çikolata diş çürümelerini engelleyebilir mi?


Japon araştırmacılar, çikolatanın diş çürümelerini engelleyebileceği ve dişte oyukların açılmasının önüne geçilebileceğini belirtti. New Scientist dergisinde yayınlanan araştırmada, çikolata karışımının ana maddesi olan kakao tohumunun bazı kısımlarının ağızdaki bakterilerle mücadele ettiği bildirildi. Diş plağındaki bakterilerin şekeri, diş yüzeyini eriten asitlere dönüştürmesi, dişlerde oyukların meydana gelmesine neden oluyor.

Japonya’nın Osaka Üniversitesi’nden Takashi Ooshima ve araştırma ekibi, (çikolata üretiminde genellikle kullanılmayan) kakao tohumu kabuğunun (CBH) güçlü bir anti-bakteriyel kaynak olduğunu ortaya çıkardı. Ooshima, dergiye yaptığı açıklamada, “Gargara ve diş macunlarında CBH özünü kullanmak mümkün olabilir” dedi. Ooshima, bu tohum kabuğunun, çikolatanın dişler için faydalı hale getirilmesine yönelik kullanılabileceğini kaydetti. Japon araştırmacılar, sularına CBH ekleyen kobay farelerin dişlerinin daha sağlıklı olduğunu belirterek, elde ettikleri bulguları insan dişinde denemeyi planladıklarını bildirdi.

Londra’daki King’s and St. Thomas Diş Enstitüsü’nden David Beighton, kakao tohumunda bulunan aktif maddelerin diğer bazı bitkilerde de bulunduğunu kaydetti.

Çikolata hakkında bilmediklerimiz

  • Bir dilim çikolata kalsiyum ihtiyacını karşılıyor.
  • Çikolata da sigara veya alkol gibi alışkanlık yapıyor, ancak bu alışkanlığın kalori dışında bir zararı yok.
  • İçinde bulunan kakao, beyinde bulunan bazı kimyasal maddeleri harekete geçiriyor.
  • Bazı çalışmalar çikolatanın, cildi güzelleştirdiğini göstermiştir.
  • Çikolata, vücudun bağışıklık sistemini harekete geçirir. Vücudu sakinleştirici özelliğinden dolayı hormonların ve enzimlerin düzgün çalışması, bağışıklık sistemine de yararlı olmaktadır. İşe gitmeden önce çikolata koklayın. Bu sizi rahatlatacak miktarda mutluluk hormonu, seratonin ve noradrenalin salgılamanızı sağlayacaktır.

Dondurma ve Diyet


Çoğumuz yemekte tereddüt ederiz, kilo almaktan korkarız, bizi hasta edeceğini düşünürüz. Ama biz diyetisyenlere göre diğer tatlılardan daha hafiftir, bunun yanında besin değeri de daha üstündür. Her şeyden önce kalsiyum içeriği yüksektir. İçeriğindeki sütün bütün besleyiciliği onda da vardır; fosfor, çinko, magnezyum gibi mineraller, A, B2, B12, ve E vitaminlerini de içerir. Hayatta hiçbir besin tek başına kilo aldırmaz, sonuçta yaktığınız enerjiden daha fazla alıyor olmanız size kilo aldırır. Dondurmayı hamur tatlısı vb. besinlere tercih ederiz. Kıyasla besin örüntüsü de daha kalitelidir ve onlara göre kalorisi daha düşüktür. Çocukların severek tükettiği bir besindir. Özellikle süt içmeyen, peynir, yoğurt vb. besinlerin tüketiminde problem olan çocuklarda hoş bir besin alternatifi olabilir.
Aslında sadece yaz aylarında değil tüm mevsimlerde rahat tüketilebilecek bir besindir. Sanılanın aksine kişinin hasta olmasını sağlamaz, yani soğuk algınlığı ve gribe yakalanmayı ya da boğaz ağrına sebebiyeti yoktur. Yalnız astım, alerjik rinit vb. kronik problemi olan çocuklarda ateş ve boğaz enfeksiyonlarına yol açabilir. Ama bademcik ameliyatı sonrası çocuğa verdiğimiz ilk besindir.

Sadece dikkat edilmesi gereken güvenilir bir marka veya yerden alınmasıdır. Aksi takdirde besin zehirlenmesi riskiyle karşı kaşıya kalabiliriz. En başata sütün alındığı ortam; sağılma şekli ve sağan kişinin sağlıklı olması ve kullanılan kapların ya da büyük endüstrilerde sağımda kullanılan aletlerin temizliği herhangi bir bulaşmayı engellemek için önemli. Süt pişirildikten sonra saklama koşulları ve ısısı uygun değilse bozulma riski yüksek bir besindir. Dolayısıyla sağlıksız bir koşulda üretilmiş dondurma besin zehirlenmesine yol açabilir. Pastörize sütle yapılan dondurmadan salmonella bulaşma şansı ortadan kalkar. Bir de gıda boyaları ve katkı maddelerinin güvenilir koşullarda eklendiğinden emin olunmalıdır. Sağlığı tehdit eden boyutlarda olmamalıdır.

Her yaş grubu için günlük kalsiyum ihtiyacı 800 - 1200 mg, büyüme - gelişme çağındaki çocuklarda, menopoz dönemindeki kadınlarda ve yaşlılarda ise daha da fazladır. Yaklaşık 100 gr sade dondurma yendiğinde yaklaşık 1 büyük su bardağı sütün içerdiği kalsiyumu sağlamaktadır. Ancak dondurmanın şeker içeriği daha yüksektir. Parça çikolatalı olanları daha da kalorilidir. Bir de üzerine eklenen soslar, fındık veya toz fıstık kaloriye biraz daha katkı sağlar. Kilo sorunumuz varsa daha çok sade ve meyve parçalı alıp soslardan uzak durmalıyız.

Yalnız tüketileceği süreç önem kazanmakta; yemeklerden hemen önce yenilen dondurma çocukta iştahı kapatacaktır. Geç saatlerde yendiğinde bir de hareketsiz kaldığımız saatlerse aldığımız enerjiyi fazla yakmamamıza ve kilo alma eğilimine bu koşulda yol açar. Şeker içeriği nedeniyle; tüketildikten sonra dişlerin iyi fırçalanmaması diş çürüklerine zemin hazırlar. Kilo problemimiz yoksa istenildiğinde yenebilir. Ama kilolu isek haftada en fazla 2 kez yenebilir. Günün hareketli olduğumuz saatlerinde yaz aylarının serin tadı olabilir.

ÇİKOLATA VE SAĞLIK


Çikolata sadece muhteşem lezzetli bir yiyecek değil, aynı zamanda yararlı da. Çikolatanın kanseri önlemede, kalp hastalıklarını engellemede, bağışıklık sistemini kuvvetlendirmede rol oynadığı belirtiliyor. Aynı zamanda duygusal anlamda da kendimizi iyi hissetmemizi sağlıyor.
Yıllarca bir çok tartışmaya konu olan çikolatanın yararları artık bilim adamları tarafından birer birer kanıtlanıyor.
  • Çikolata ve Akne: Geçtiğimiz yirmi yılda yapılan araştırmalar ortaya koymuştur ki çikolata ne akneye yol açar ne de mevcut akneyi azdırır.
  • Çikolata ve Kafein Normal miktarlarda çikolata yiyen insanlarda yapılan kafein ölçümleri bu insanlardaki kafein oranının kafeinsiz kahve içen kişilerdeki kadar olduğunu ortaya koymuştur.
  • Çikolata ve Diş Hastalıkları İçinde mayalanabilir karbonhidratlar bulunan besinlerin diş çürümelerine neden olduğu bilinen bir gerçektir. Çikolatada da mayalanabilir karbonhidratlar mevcuttur ama yapılan araştırmalar çikolatanın çürüyen dişlerden sanıldığı kadar sorumlu tutulamayacağını ortaya koymuştur.
  • Çikolata ve Kilo Problemi Sanıldığının aksine kilolu insanlar fazla yemekten -özellikle de tatlı yemekten- değil hareketsizlikten dolayı kilo alırlar. Bir kalıp çikolatadaki kalori (Kcal) miktarı aslında sadece 210'dur. Bu da, çikolatanın düşük kalorili diyetlerle çelişmeyen bir besin olduğunu ortaya koyar.
  • Çikolata, Kakao ve Kolestrol Araştırmalar, kakao yağının kandaki "mevcut" kolestrol düzeyinin yükselmesine neden olmadığı ispatlamıştır. Bunun da nedeni içerdiği yüksek stearik asit (içyağı asidi) içeriğidir. Kolesterol'ün hayvan hücresinde bulunan bir madde olduğundan habersiz birçok insanın bizzat çukulatanın kolesterol ihtiva ettiğini düşünmesi ise bu konudaki en yaygın yanlış bilgilerden biridir.
  • Öksürüğe Karşı Çikolata 23 Kasım 2004 İngiltere'deki Imperial College'e mensup bilim adamları, çikolatadaki theobromine adlı maddenin uzun süre iyileşmeyen öksürük vakalarına iyi geldiğini öne sürdü.
  • Sıkı bir zeka için sütlü çikolata: Zeka düzeyinizi artırmak istiyorsanız sütlü çikolatadan vazgeçmeyin. ABD'deki Wheeling Jesuit Üniversitesi'nde yapılan bir çalışmaya göre, çikolatanın içinde bulunan bazı maddeler beyni uyarıcı etkiye sahiptir.
  • Siyah çikolata damarlar için faydalı: İsviçreli bilim adamlarının yaptığı araştırma, siyah çikolatanın damarlar için faydalı olduğunu ortaya koydu. Beyaz çikolata yiyenlerin damarlarında, pıhtı oluşumunda ve kandaki antioksidan oranında hiçbir değişikliğe rastlanmazken, aynı marka siyah çikolata yiyenlerin kan dolaşımının, çikolatayı yedikten 2 saat sonra daha iyi olduğu, bu olumlu etkinin 8 saat devam ettiği ve kandaki mevcut antioksidan oranının arttığı gözlendi.
Son düzenleyen Safi; 24 Mayıs 2016 05:15
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
4 Eylül 2006       Mesaj #28
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi

SIKINTILI ZAMANLARDA DAHA MI ÇOK YİYORSUNUZ?

Ad:  yemek-bozukluklari-nelerdir.jpg
Gösterim: 538
Boyut:  37.3 KB

Hiç düşündünüz mü ? Üzüntülü ve duygusal açıdan zayıf zamanlarda daha çok mu yiyorsunuz? Yedikleriniz aslında gerçekten sevdiğiniz şeyler olmasa da yediğiniz oluyor mu ? Ya da açlık hissetmeseniz bile yiyor musunuz? Bütün bunlardan sonra, "Niye yedim ki" diye pişmanlık duyuyor musunuz? Bilinen bir problem bu. Bazı kişiler, ruhsal açıdan dengelerini kaybet- tikleri zaman kendilerini "yemek yiyerek" rahatlatmaya çalışmakta- dırlar. Ancak, bu da başka bir probleme yani kilo fazlalığına yol açmakta. Problem katlanarak artmaktadır.

Bu alışkanlığınızı ancak, yiyecekleri, kendi mutsuzluğunuz ve kötü duygularınızı yoketmek için kullandığınızı farkettiğiniz zaman yokede- ceksiniz. Mesela, kendinizi mutsuz hissettiğinizde yiyecek bir şeyler öi arıyorsunuz? Olayın bu türlü geliştiğini farkettiğinizde kendinize sormanız gereken soru "Gerçekten ne istiyorum" olmalıdır. Gerçekten karnınız aç ya da yemek istediğiniz şey sevdiğiniz bir şey mi? Yedikleriniz gerçekten sizi rahatlatıyor mu yoksa, hala aynı sıkıntınız sürüyor mu ?
Kendinize bu soruları sorarasanız, yemek yeme ihtiyacınızın nedenini daha iyi anlayabilirsiniz. Bir şeyler yemek yerini tutacak ve moralinizi yükseltecek başka bir şey bulun. Düşünün, neleri yapmak sizi mutlu ediyor.
Bazı insanlar müzik dinledikleri zaman kendilerini daha iyi hisseder- ler. Araştırmalar göstermiştir ki, yumuşak fiziksel aktiviteler morali yükseltmektedir. Bu ikisini birleştirebilir, oturma odanızda müzik eşliğinde hafif sportif hareketler yapabilir ya da dans edebilirsiniz. Ya da işinizde moraliniz bozuldu ise eve geldiğinizde bir komedi filmi seyredebilirsiniz.
Kendinizi, yemek yemeden de rahatlatmanın bir çok yolu var. Moraliniz bozuk iken, kendinizi mutlu edecek birşeyler yapın. Pahalı olması gerekmiyor ama normal zamanlarda "zamanınız olmadığı" ya da başka bir nedenle yapmadığınız birşeyler olmalı.

Mesela, küvette köpüklü bir banyo alabilir, bir yandan da müzik dinlerken, şarabınızı yudumlayabilirsiniz. Ya da kendinize bir buket çicek alabilir, ya da beyninizi yormayacak, basit, dedikodu roman ve dergileri okuyabilirsiniz.
Bu methodların size uygun olmadığını düşünüyorsanız. Ya da uygun olmadıklarına dair uzunca bir neden listeniz varsa. Anlamanız gereken bir konu var. Siz aslında, kendinize iyi davranmayarak kendi diyetinizi sabote ediyorsunuz.
Perhiz - Diyet yapmak zordur. Son yapılan araştırmalardan birisi, diyet yapanların, yemek yeme süresi hariç kendilerine iyi davranmadıklarını göstermiştir. Bu bir nevi savunmadır.
Şimdi,
1. Yemek zamanlarınızı planlayın.
2. Kendinize iyi davranmayı öğrenin.
3. Hoşunuza giden, yapmayı istediğiniz bazı aktivitelere zaman ayırın.

Böyle yaparsanız, moral durumunuz yüksek olacak, diyet programınızı sürdürme isteğiniz artacak ve yemek yeme aceleniz azalacaktır.
Son düzenleyen Safi; 24 Mayıs 2016 05:17
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
5 Eylül 2006       Mesaj #29
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi

Et Yemenin Tehlikeleri Nelerdir?


Eskimoların yaşamları ortalama 27,5 yıldır. Çünkü genellikle et ve yağlı besinler tüketirler. Aynı şeyi Kırgızlar için de söylemek mümkündür. Nadiren 40 yaşını geçerler. Bunun yanında etle beslenmeyen Otomi kabileleri (Mexico yerlileri), Amerika yerlileri, Pakistan’daki Hunzalar üzerinde yapılan araştırmalar sonucunda bunların uzun yaşadıkları ve sağlıklı oldukları belgelenmiştir. Dünya sağlık istatistikleri, en çok et tüketen toplumların en yüksek kalp-damar hastalıkları ve kanser hastalıkları oranına sahip olduklarını gösterirken, bunun yanında vejetaryenlerde ise hastalık oranının çok düşük olduğunu açıklamıştır.
Ad:  et.jpg
Gösterim: 468
Boyut:  48.9 KB

Zehirlenme


Kesim öncesinde ve kesim sırasında ölüm korkusundan dolayı ürkmüş hayvanın biyokimyasal yapısı derin değişikliğe uğrar. Böylece açığa çıkan toksik ürünler tüm bedene yayılarak hayvanın bedenini zehirli hale getirir.
Şiddetli öfke veya korku gibi değişik duygulanımların hormonal değişmeler yarattığı bilinmektedir. İnsanda meydana gelen bu biyokimyasal değişimlerin aynısı hayvanlarda da rastlanır. Kesimevinde hayvanın diğer hayvanların öldürülmesine tanık olması snucunda adrenalin hormonunun artmasına neden olur. Salgılanan bu hormon hayvanın bedeninde kalır ve besin olarak kullanıldığında insanın dokularını ve zihnini olumsuz etkiler. Amerika Beslenme enstitüsüne göre “Hayvan eti toksik kan ve öteki atık yan ürünlerle yüklüdür.”.

Kanser


Yapılan incelemeler, vejetaryenler (50.000 vejetaryen incelenmiş) arasında her tür kanser vakasına çok düşük oranda rastlanmış. Kalifornia’da Mormonlar üzerinde yapılan araştırmalar sonucunda Mormonların %50 oranında daha az kansere yakalandığı gözlenmiş. Çünkü Mormonlar, çok az et yerler.
Et yiyenlerin kansere yakalanma riskinin yüksek olmasının sebebi, kesimden bir kaç gün sonra hayvan eti gri-yeşil bir renge dönüşür. Et endüstrisi nitritler, nitratlar ve benzer koruyucular kullanarak bu renklenmeyi maskelerler. Bu maddeler eti kırmızı renkli ve taze gösterir ama bu maddelerin çoğu kanserojendir.
Amerikan ve İngiliz bilim adamları et yiyenlerle vejetaryenlerin bağırsak bakterileri arasında belirgin farklar bulmuşlar. Et yiyenlerin bağırsağındaki bakteriler, sindirim salgıları ile reaksiyona girerek kansere sebep olan kimyasal maddeler üretir. Buna örnek, Hindistan gibi vejetaryen ülkelerde bağırsak kanserine çok az rastlanırken Kuzey Amerika ve Batı Avrupa gibi çok et yenen yerlerde çok rastlanmasıdır. İngiltere ortalamasının %20 üzerinde et tüketen İskoçya, dünyanın bağırsak kanseri oranının en yüksek görüldüğü yerlerinden biridir.

Kimyasal Diyet


Doğada uzun bir beslenme zinciri vardır. Et, besin zincirinin en üst noktası olarak tanımlanmıştır. Bitkiler hava, güneş ışığı ve su ile beslenirler. Hayvanlar bitkilerle, büyük hayvanlar ve insanlar ise daha küçük hayvanlarla beslenirler. Bütün dünya, günümüzde zehirli kimyasal gübreler ve ilaçlarla doludur. Bu zehirler, bitkileri yiyen hayvan ve insanların vücuduna geçer. Hayvanların otlardan aldıkları zehirler ve ilaçlar, vücutlarına yerleşir. Böcek öldürücü olarak kullanılan kimyasal bir madde olan DDT de bu zehirlerden biridir. DDT çok kullanılan, çok zehirli bir maddedir. Kısırlık, kanser ve ciddi karaciğer hastalıklarına sebep olur. DDT ve benzeri ilaçlar hayvanların yağ dokularına yerleşir ve bu ilaçların parçalanarak bedenden atılması çok zordur. Böylece hayvanların otlardan aldıkları bu kimyasal maddeler atılmayarak vücutlarına yerleşir. Bu hayvanlar yenildiğinde de aynı madde yiyenin vücuduna da geçer. Besin zincirinin en son halkasını oluşturan insan da bu durumdan fazlasıyla payını alır. Iowa State Unıversity’de yapılan deneylerde, insan bedenindeki DDT’nin önemli bir kısmının etten geldiği anlaşılmış. Çünkü, vejetaryenlerin vücudundaki DDT yoğunluğu et ile beslenenlerinkinin yarısından az olduğu saptanmıştır.
Eti için beslenen hayvanların gelişmelerini hızlandırmak için hayvanlar zorla beslenmekte, hormon enjekte edilmekte, iştah açıcılar verilmekte, antibiyotikler, sedatifler ve kimyasal besin karışımları yedirilmektedir. The New York Times, “Tüketicilerin sağlıklarını tehdit eden daha büyük potansiyel tehditler vardır. Bunlar salmonella tipi bakteriler, pestisit, nitrat, nitrit, hormon, antibiyotik ve diğer izinsiz ve gizlice kullanılan kimyasal madde artıklarıdır” (18 Temmuz 1971) diye yazmıştır. Bunların çoğunun kanser yapıcı maddeler olduğu bulunmuştur. Araştırmalar, ette bulunan bu kimyasal maddelerin sonuç olarak hamile kadınlara, anne karnındaki bebeklere ve küçük çocuklara büyük zararlar verdiğini göstermiştir. Bu nedenle hamile kadınlar, yeni doğacak çocuklarının zihinsel ve fiziksel sağlıklarını korumak için beslenmelerine özellikle dikkat etmelidirler.

Hayvan Hastalıkları


Hayvan üreten çiftliklerin, hayvan fabrikalarına dönüşmesiyle, birçok hayvan gün ışığını göremez olmuş ve yaşamlarını acımasız çevre şartlarında, ızdırap içinde ve vahşice geçirmeye başlamıştır. Chicago Tribune’nun bir makalesinde, yüksek ürün veren bir tavuk çiftliği anlatılmıştır. Tavuklar, ilaçlarla uyarılarak zorla beslenmiştir. Küçük kafeslerde doymak bilmez bir şekilde yer, asla hareket edemez ve temiz hava alamazlardı. Büyüdükçe hareket etmeye başlarlar ve her seferinde bir kat aşağıya inerlerdi. En alt kata ulaştıklarında da kesilirlerdi. Böyle bir doğa dışı uygulama, tavukların biyokimyasını bozuyor, doğal alışkanlıklarını da yok etmektedir. Bu yaşam şekli hayvanlarda habis tümörlerinin gelişmesine ve diğer şekil bozukluklarına neden olmaktadır.
Hayvan kanserli ya da bedeninin herhangi bir yerinde tümör olsa bile çoğu kez kanser olan kısım kesilerek, bedenin diğer kısımları toksinler ve hastalıklarla dolu olduğu halde et olarak satılmaktadır. Amerika’da kesilmiş hayvanların rutin olarak kontrol edildiği bir yerde göz kanseri olan 25.000 sığırın biftek olarak satıldığı saptanmış. Bilim adamları hastalıklı bir hayvanın ciğerinin balıkların beslenmesinde kullanıldığında balıkların da kansere yakalandığını kanıtlamışlardır. Et uzmanlarından başka hiç kimse kesilen hayvanlarda ne kadar ciddi hastalıkların bulunduğunu bilemez.

Kalp Hastalığı


Kalp rahatsızlıklarına, ABD, Kanada, Batı Avrupa ve Avustralya gibi yüksek oranda et tüketilen toplumlarda oldukça yaygınken, et tüketiminin çok düşük olduğu toplumlarda bu hastalığa daha az rastlanmıştır.
Eti dolaşım sistemi için bu derece zararlı yapan sebep nedir? Hayvan etindeki kolesterol gibi yağlar, insan bedeninde tamamıyle çözülemez ve kan damarlarının iç duvarında birikmeye başlar. Sürekli birikim sonunda damarların içi giderek daralır, kanın rahat hareketi zorlaşır. Bu tehlikeli duruma “Damar sertliği – arteriosklerosis” denir. Kanın tıkanmış, sertleşmiş ve daralmış damarlardan pompalanabilmesi için daha çok güç sarfeden kalbe ağır bir yük biner. Sonuç olarak yüksek tansiyon, çarpıntı ve kalp krizleri meydana gelir.

Kokuşma


Hayvan kesildiğinde bedenindeki proteinler pıhtılaşmaya başlar ve kendini bozan enzimler açığa çıkar. Hayvanın ölümünden kısa bir süre sonra “ptomain” gibi doğa dışı maddeler belirir. Bu maddeler nedeniyle hayvan eti, balık eti, tavuk eti ve yumurta çok hızlı bir biçimde parçalanır ve kokuşur. İnsanın sindirim sistemi eti tam olarak sindirebilecek şekilde evrimleşememiştir. Etin insan vücudunu terk etmesi 5 gün sürer (Vejetaryen besinler için bu süre 1,5 gündür). Bu sırada çürüyen et, sindirim organları ile sürekli temas halindedir. Bu durumda et ile beslenme, kalın bağırsakda zehirli bir ortam yaratarak bağırsak bölgesini vaktinden önce eskitir.

Böbrek Hastalığı, Gut, Artrit


Et yiyen kişilerin bedenine yüklediği en belli başlı atık madde (nitrojen bileşikleri olan) üre ve ürik asittir. Araştırmalar, et yiyenlerin böbreklerinin etten aldıkları nitrojen bileşiklerinin zehirlerini gidermek için vejetaryenlerinkinden üç kat daha fazla çalıştığını göstermiştir. İnsan yaşlandıkça bu ürik asit bedende birikmeye başlar ve gut, romatizma, artrit gibi acı verici rahatsızlıklar çıkar. Ürik asit sinirlerde birikirse sinir iltihabı ve siyatik meydana gelir. Son zamanlarda birçok doktor, hastalarına et yemeyi tamamen kesmelerini ya da azaltmalarını tavsiye etmektedirler. Öte yandan kuruyemiş, fasulye, tohumlar ve süt ürünlerinden sağlanan proteinler, ete kıyasla daha saftır.

Yetersiz Boşaltım


Et yiyenlerin ortak şikayeti, yetersiz boşaltımdır. Çünkü sindirim sistemimiz etle beslenmeye göre yapılanmamıştır. Et insanın sindirim sisteminden, tohumlar ve vejetaryen besinlerden dört kat daha yavaş geçer. Bu nedenle et ile beslenenlerde kronik kabızlık genel bir rahatsızlıktır.
Araştırmalar, sağlıklı bir boşaltım için hacim ve liflerin sadece düzenli bir vejetaryen diyet ile sağlanabildiğini göstermiştir. Çünkü et, lifler açısından çok zayıftır. Sebzeler, tohumlar ve meyveler, etin tersine nemlilik sağlar ve kolay geçiş için hacim oluşturur. Vejetaryenler, beslenmelerinde doğal besin liflerini bol bol alır ve bu maddelerin hastalıktan koruyucu özelliklerinden yararlanırlar. Son araştırmalara göre doğal lifler apandisit, divertikulit, kalın bağırsak kanseri, kalp hastalıkları ve aşırı şişmanlığı belirli oranda önleyebilir.
Son düzenleyen Safi; 24 Mayıs 2016 05:18
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
19 Eylül 2006       Mesaj #30
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
Ad:  yaz.jpg
Gösterim: 412
Boyut:  36.6 KB

Yazın Sağlıklı Beslenme


Yaz mevsiminin etkisini iyice göstermeye başladığı şu günlerde hava sıcaklığının artmasıyla birlikte bol sıvı alınması yönündeki öneriler sıklıkla gündeme gelmektedir. Vücuttan fazla miktarda su kaybedilmesi sonucu; bayılma hissi, bulantı, baş dönmesi gibi sağlık problemleri görülebilir. Sıvı ihtiyacını karşılamak için süt, ayran, soda, taze sıkılmış meyve suları, bitki ve meyve çayları tercih edilebilir. Öte yandan en iyi çözücü, saf, doğal ve katkısız olan içecek sudur. Dünya Sağlık Örgütü kadınların günde 10, erkeklerin 14 bardak su içmesi gerektiğini belirtmektedir. Bebek ve çocuklar sıvı kayıplarını ifade edemeyecekleri için, ebeveynlerin bu konuda daha dikkatli olmaları gerekmektedir.

Havaların ısınması ile birlikte ev dışında daha uzun süre kalınmaktadır. Özellikle hipertansiyon, diyabet, kalp - damar hastalığı gibi kronik rahatsızlığı olan bireylerin güneş ışınlarının çok dik geldiği 11:00 - 17:00 saatleri arasında gerekmedikçe dışarı çıkmamaları gerekmektedir. Özellikle bu tür rahatsızlığı olan bireylerin öğün atlamamaları, 3 ana öğünün yanı sıra 3 küçük ara öğün almaları önerilmektedir. Böylelikle bir sonraki öğünde hem yavaş hem de az yemek yenilmesi söz konusu olmaktadır.
Yaz mevsiminde günlerin uzun olması nedeniyle daha çok yemek yenilmekte, özellikle geç saatlere kadar süren akşam yemeği sırasında alkol alınması, yağlı ve ağır yemekler yenmesi vücut dengesini zorlayabilmektedir. Katı yağların kalp krizi riskini artırdığını artık herkes biliyor. Kalp krizi yaz döneminde daha fazla görülmektedir. Bu nedenle yemeklerde sıvı yağlar tercih edilmelidir. Et, süt, yoğurt, peynir, yumurta ve yağlı tohumların içerisinde de yağ bulunmaktadır. Burada dikkat edilmesi gereken nokta; ekmeğe yağ sürmemek, zeytinyağı bile olsa aşırı miktarda kullanmamaktır. Kızartma ve kavurma işlemlerinden kaçınmalı; haşlama, ızgara, buğulama veya fırında pişirme yöntemleri tercih edilmelidir. Sonuçta 1 gram yağ 9 kkal. enerji vermektedir.

Şeker açısından durumu değerlendirirsek; bazı şekerler besinlerde doğal olarak bulunurlar (meyvelerdeki fruktoz, sütteki laktoz, tahıllardaki nişasta gibi). Bazıları ise sonradan ilave edilirler (çay şekeri ve şeker içeren besinler). Dengeli beslenme çerçevesinde şeker ihtiyacı besinlerden doğal olarak karşılanmaktadır. O halde tatlı tüketiminden kaçınmak, yenildiği taktirde tüketim sıklığına ve miktarına dikkat etmek, lokma ve tulumba gibi ağır tatlılar yerine; sütlü ve meyveli tatlıları tercih etmek daha sağlıklı olacaktır (örnek: Dondurma, puding, sütlaç, komposto, meyve jölesi).
Hızla ve tamamen kana karışan, rafine şeker içeren besinler kan şekerinde ani bir dalgalanmaya neden olur, böylelikle tekrar tatlı yeme isteği doğurarak bir kısır döngüye yol açarlar. Şeker tadından vazgeçemeyen, iştahını baskılayamayan, formuna önem veren bireyler ve aileleri için çok iyi bir alternatif olan yapay tatlandırıcıların şeker yerine kullanılması daha uygun görülmektedir. Tatlıların yapımında güvenle ve rahatlıkla kullanılabilecek olan bu yapay tatlandırıcıların enerji değeri yok veya göz ardı edilecek kadar düşüktür. Kan şekeri üzerinde de olumsuz etki yaratmamaları nedeniyle rafine şeker yerine tercih edilmeleri daha sağlıklı olmaktadır.

Yazın öğünlerin sadece meyve ile geçiştirilmesi oldukça yanlıştır. Meyvenin ana yemek yerine, yemekten sonra yenmesi gerekir. Mesela sadece karpuz ile öğün geçiştirmek yanlıştır, fazla meyve de kilo artışına neden olmaktadır.
Şeker, kolesterol ve kan basıncı üzerine olumlu etkileri, kabızlığı önlemesi ve tok tutma özelliğinden ötürü lifli (posalı) besinlere önem vermek gerekmektedir. Bu bağlamda kış mevsiminin vazgeçilmez yiyeceklerinden kuru baklagillerin yazın da haftada 2 - 3 kere tüketilmesi önerilmektedir. Kepekli tahılların (esmer ekmek, bulgur, kepekli makarna / pirinç / erişte / un) ve sebze - meyvelerin tüketimine ağırlık verilmelidir.

Yaz aylarında artan sebze ve meyve çeşitlerinden yararlanmak gerekir. Sebze ve meyve tüketimi ile kalp - damar hastalıkları, bazı kanser türleri, inme, diyabet, Alzheimer hastalığı, katarakt ve yaşla ilintili fonksiyonel kayıp riskinin azalması arasında kuvvetli bir ilişki vardır. Bu etkilerin sebze ve meyvelerin içerdiği diyet posası, folat, potasyum ve Beta - karoten, C vitamini, E vitamini gibi antioksidan etkinlik gösteren biyoaktif fitokimyasal bileşenlerden kaynaklandığı vurgulanmaktadır. Bu nedenle Dünya Sağlık Örgütü günde 5 - 9 porsiyon sebze ve meyve tüketilmesini önermektedir.
Tüm bu ilkelere ilave olarak mutlaka egzersiz yapılmalıdır. Dünya Sağlık Örgütü en çok tempolu yürümeyi önermektedir. Bunun dışında; jogging, bisiklete binme, yüzme, tenis, dans, aerobik, jimnastik tarzı kalbi çalıştıran sporlar da uygun görülmektedir. Haftanın 4 - 5 günü 40 - 50 dakika kadar egzersiz yapılması yeterli olacaktır. Amaç; metabolizma hızını düşürmemek, ve en önemlisi sağlıklı yaşama adım atmaktır.

Yazın Sıvı Tüketimi ve Önemi


Ad:  su.jpg
Gösterim: 393
Boyut:  31.1 KB
Su, insan yaşamı için oksijenden sonra gelen en önemli öğedir. İnsan yemek yemeden haftalarca canlılığını devam ettirebilirken susuz ancak birkaç gün yaşayabilir. Kanın %92’si, kemiklerin %22’si, beynin ve kasların %75’i sudur. Hücrelerin yaşamsal faaliyetleri, vücut fonksiyonlarının yerine getirilmesi vücudun su dengesinin korunması ile mümkündür.

Vücuttaki su oranının yeterli düzeyde tutulması hayati önem taşıdığından vücuttan kaybolan miktarlarda su alınması zorunludur. İnsan vücudunun su içeriği yaş, cinsiyet, boy uzunluğu, vücut ağırlığı ve fiziksel aktiviteye göre değişmektedir. Özellikle içinde bulunduğumuz yaz mevsiminde sıvı tüketimi ayrı bir önem kazanmaktadır.
Yapılan egzersize bağlı olarak sıvı tüketimi arttırılmalıdır. Vücutta egzersiz sırasında kaybedilen sıvının yerine konulması ve tekrar vücut su dengesinin sağlanması için yeterli sıvı tüketimi şarttır. Yaz mevsiminde sıcakların da etkisiyle vücutta suyla beraber sodyum, potasyum gibi minerallerin de atılması sonucunda bayılma hissi, yorgunluk, bulantı, baş dönmesi, nabız düşüklüğü, dolaşım bozukluğu gibi sağlık problemleri görülebilir. Özellikle terleme ile artan sıvı kaybını karşılamak amacıyla günde 2.5-3 lt. su içilmelidir. Yaz aylarında egzersiz yapılırken kışa göre daha fazla sıvı kaybı yaşanacağı için egzersize başlamadan 15 dakika önce 1-1.5 bardak, egzersiz sırasında ise 10-15 dakikada bir yarım bardak su içilmesini tavsiye edilmektedir.

Suyun; yemek yenildikten sonra alınan besinlerin sindiriminden, metabolik atıklarının dışarı atılmasına kadar her aşamada çok önemli görevleri vardır. Su, kabızlığa en iyi çaredir. Yeterli su tüketildiği takdirde bağırsakların çalışması normal seyrinde olur ve kabızlık önlenir. Vücutta özellikle el, ayak ve bacaklarda oluşan ödemi engellemek için alınan ilaçlar, bitkisel ürünler geçici bir yöntemdir. En iyi çözüm; yine su tüketmektir. Ayrıca su, kasların dengesini sağlar, cilt kuruluklarını önler ve kilo kaybından sonra gelişen sarkmaları engelleyerek cildin esnekliğini devam ettirir.
Kilo kaybetmek, kilo korumak ve fazla besin alımını engellemek için bol sıvı tüketilmesi gerekir. Peki ama günlük su tüketimi ne kadar olmalıdır? Sağlıklı bir kadının günde 10 bardak, erkeğin ise 14 bardak su içmesi önerilmektedir. Kilo fazlası olan kişilerin bu miktardan daha fazlasını tüketmeleri gerekmektedir.
İçilen çay, kahve, kola gibi içecekler diüretik oldukları için asla suyu yerini tutmamakta, vücuttan su atımını arttırmaktadır. En iyi çözücü, saf, katkısız ve doğal olan içecek su olduğu için günlük sıvı ihtiyacının 3/4’ü su olarak tercih edilmelidir. Özellikle içinde bulunduğumuz yaz döneminde su ve sulu besinlere daha bir önem vermek gerekir. Maden suyu, ayran ve meyve suları çok iyi birer alternatiftir.
Son düzenleyen Safi; 24 Mayıs 2016 05:19

Benzer Konular

8 Eylül 2020 / fikrican Edebiyat
7 Mart 2016 / Ziyaretçi Cevaplanmış
28 Nisan 2007 / Misafir Sağlıklı Yaşam
2 Mart 2013 / Misafir Sağlıklı Yaşam