Arama

Babil İmparatorluğu

Güncelleme: 27 Şubat 2018 Gösterim: 73.195 Cevap: 13
TheGrudge - avatarı
TheGrudge
Ziyaretçi
14 Eylül 2006       Mesaj #1
TheGrudge - avatarı
Ziyaretçi

Babil uygarlığı

Ad:  Babil_İmparatorluğu.JPG
Gösterim: 4254
Boyut:  55.0 KB

Fırat ve Dicle ırmakları arasındaki Güneydoğu Mezopotamya topraklarında (bugün Bağdat dolaylarından İran Körfezine kadar olan Güney Irak bölgesi) yayılmış olan antik kültür.
Sponsorlu Bağlantılar

Babil yüzyıllar boyunca bu bölgenin başkenti olduğundan, Babil uygarlığı terimi bölgedeki ilk yerleşimlerden (İÖ y. 4000) başlayarak yörede gelişen bütün kültürleri kapsar. Bununla birlikte Babil’in siyasal öneminin artmasından önce (İÖ y. 1850) bölge güneydoğuda Sümerler, kuzeybatıda Akadlar olmak üzere iki ülkeye bölünmüştü.

Sümer ve Akadların tarihi sürekli bir savaş tarihidir. Sümer kent devletlerinin denetimi ele geçirmek için birbirleriyle dövüşmeleri bölgeyi Akadlarm ve doğu komşuları Elam’ın istilasına elverişli bir hale getirdi. Ama tarihlerine damgasını vuran siyasal bunalımlara karşın Sümerler ve Akadlar zengin bir kültür yarattılar. İlk yazı sistemi olan çivi yazısının ve bilinen ilk hukuk kurallarını bulanlar, kent devletlerini geliştirenler, çömlekçi çarkını, yelkenli tekneyi ve sabanı icat edenler, bütün Batı uygarlığını etkileyen edebi, müzikal ve mimari biçimleri yaratanlar Sümerlerdi.

Bu kültürel miras Sümerler ve Akadların ardılları olan ve İÖ y. 1900’de tüm Mezopotamya’yı ellerine geçirmiş bulunan Batılı Sami kabilesi Amorilercede benimsendi. Amorilerin İÖ y. 1600’e değin süren yönetimleri altında Babil kenti Dicle-Fırat bölgesinin siyasal ve ticari merkezi haline geldi. Babil de Güney Mezopotamya’nın tümünü ve kuzeyde Asur ülkesinin bir bölümünü elinde tutan büyük bir imparatorluk oldu. Bu gelişmede en büyük pay sahibi olan hükümdar, ilk Babil (Amori) hanedanının altıncı kralı Hammurabi’ydi (hd İÖ 1792- 1750). Hammurabi, ayrı kent devletleri arasında birlik sağladı; bilim ve tekniği ilerletti ve ünlü yasalarını yürürlüğe koydu. Babil İmparatorluğu Hammurabi’nin ölümünden sonra girdiği çöküş süreci Hitit kralı I. Murşili’nin Babil kralı Samsuditana’yı İÖ 1595’te tahtından indirmesine değin sürdü. Bundan sonra Babil’in doğusundaki dağlardan gelen Kassitlerin 400 yıl sürecek olan saltanatları başladı.

Kassit egemenliğinin son yüzyıllarında Bahirde din ve edebiyat canlandı. Dönemin en önemli edebi yapıtı Babil yaratılış efsanesi olan Enuma Eliftir. Aynı dönemde Asur Krallığı Babil İmparatorluğu’nun denetiminden çıktı ve bağımsız bir imparatorluk haline gelerek Babil’deki Kassit hanedanını tehdit etmeye başladı; birkaç kez de bölgeyi geçici olarak denetimi altına aldı. Elam Devleti de güç kazandı ve sonunda Kassit hanedanını yıkarak Babil uygarlığının büyük bir bölümünü eline geçirdi.

Bir dizi savaş sonunda, yeni bir Babil kralları sülalesi olarak İsin kentinin 2. hanedanı başa geçti. Hanedanın en ünlü kralı I. Nabukadnezar (hd İÖ y. 1124-1103) Elamlıları yendi ve Asur saldırılarına yıllarca başarıyla karşı koydu. I. Nabukadnezar’ın saltanatını izleyen birkaç yüzyıl boyunca Asurlarla Arami ve Kaideli (Keldani) kabileler arasında Bahirin denetimini ele. geçirmek için üçlü bir mücadele başladı. İO 9. yüzyıldan Asur İmparatorluğunun son bulduğu İÖ. 7. yüzyılın sonlarına değin çoğunlukla Asur kralları Babil’i egemenlikleri altında tuttular ve atadıkları kendilerine bağımlı yöresel krallarla yönettiler. Sonuncu Asur kralı Asurbanipal çıkan iç savaşta, Babil krallığına atamış olduğu kardeşiyle çarpıştı ve sonunda kenti ve halkını kılıçtan geçirdi.

Asurbanipal’in ölümü üzerine, Kaideli önderlerden Nabopolassar Babil’i başkent ilan etti ve Babil uygarlığının sonuncu ve en parlak dönemini başlattı. Oğlu II. Nabukad- nezar (hd İÖ 605-562) Suriye ve Filistin’i fethetti; İÖ 587’de Yahuda ve Kudüs’ü yerle bir etmesiyle ve ardından Yahudileri Babil esareti altına almasıyla tarihe geçti. II. Nabukadnezar görkemli asma bahçler kurup Marduk Tapmağı (Esagila) ile yanındaki zigguratı yeniden inşa ederek Babil’i canlandırdı.

İÖ 539’da Büyük Kyros’un komutası altındaki Persler Babil’i Nabukadnezar’ın son ardılı olan Nabunaid’in (Nabonidus) elinden aldılar. Bu tarihten sonra Babil bir daha bağımsızlığına kavuşamadı; en sonunda, İÖ 331’de Büyük İskender’in eline geçti. Bahiri imparatorluğunun başkenti yapmayı tasarlayan İskender, Nabukadnezar’ın sarayında öldü. Onun ölümünden sonra Selevkoslar zamanla Babil’i terk ettiler. Böylece tarihin en büyük imparatorluklarından biri son buldu.

Kaynak: Ana Britannica

Son düzenleyen Safi; 27 Şubat 2018 00:53
maXXam - avatarı
maXXam
Ziyaretçi
19 Eylül 2007       Mesaj #2
maXXam - avatarı
Ziyaretçi
Babil, Mezopotamya'da, adını aldığı Babil kenti etrafında kurulmuş eski bir imparatorluktur. Babil'in merkezi bugünkü Irak'ın El Hilla kasabası üzerinde yer almaktadır. Kuzey Babil Devleti ise, Şırnak ilinin İdil ilçesi güneyinde Babil köyünde kurulmuştur.
Batıda bilinen adı Babylon, Akadcadaki Babilu kelimesinin Yunanca varyantıdır. Kuran-ı Kerim'de şehrin ismi Babil olarak geçer.
Sponsorlu Bağlantılar
Eski Ahitte Babil sözcüğü Babel şeklindedir. Bu sözcük Eski Ahit'te "kargaşa, karışıklık" şeklinde açıklanır. Akadca bāb-ilû sözcüğü Tanrı'nın kapısı demektir. Sümerce'de aynı anlama gelen sözcük Kadingirra'dır.

Tarihçe

Akadlar
ve Sümerler'in toprakları üzerinde kurulmuş Babil, Sümerler'in Uruk kentinde başlangıçta sarayda hizmetçi olan Akad kökenli Kral Sargon'un, M.Ö. 23. yüzyılda sarayda iktidarı ele geçirmesi ile ortaya çıkmıştır. En ünlü kralları Hammurabi'dir.
Zamanla imparatorluğun kuzey topraklarında yaşayan Akadlar, imparatorluğun son dönemlerine kadar kendi kültürlerini koruyabilmişken, Sami kökenli olmayan Sümerler tarih sahnesinden silinmişlerdir.

Din
Babilliler,eski halkların çoğu gibi birden fazla tanrıya taparlar, tanrıları üzerine kuşaklar boyu anıtılan düşsel öykülere inanırlardı. Bunların çoğu Sümer kaynaklıydı. Evrenin ve insanların yaratılışını konu alan Sümer destanının kahramanı Gılgamış, ölümsüzlük otunu bulmak için yola çıkar ve bu arayış sırasında bin bir güçlükle karşılaşır. Serüven dolu yolculuğunun sonunda bulduğu otu, suların dibinden sinsice gelen bir yılan kayığından çalar. Bu öyküdeki ilginç yanlardan biri de Nuh Tufanı'nı anımsatan bir sel felaketinden söz etmesidir.
Sümer tanrılarının en büyüğü, Uruk kentinin tanrısı Anu, Babilliler'in en büyük tanrısı ise babil kentinin tanrısı Marduk idi. Babil efsanelerinde Marduk ejderha Tiamat ile dövüşüp onu yener. Yeri, göğü ve insanoğlunu yarattığına inanılan Marduk'un yeryüzündeki temsilcisi kraldı. Marduk dışında toprak, su, gökyüzü Güneş ve Ay tanrıları gibi tanrılara tapılırdı. Asurlular da büyük ölçüde Sümerler'in ve Babilliler'in dinleriyle tanrılarını paylaşıyorlardı. Ama, en büyük tanrıları adını imparatorluğun başkentine verdikleri Asur'du. Hem Babilliler hem de Asurlar'ın baş tanrıçası ise Eski Yunanlılar'ın aşk tanrıçası Afrodit'e çok benzeyen Iştar'dı.

Yazı ve Bilim
Sümer yazısı en eski yazıdı. Kil tabletleri, üstüne yazı yazdıktan sonra pişirirlerdi. Arkeolojik kazılar sırasında, bazıları 5000 yıllık olan binlerce tablet bulunmuştur. Ilk yazının işaretlerini resimler oluşturuyordu. Bu resimler yavaş yavaş, Babilliler'in ve Asurlular'ın kullandıkları çiviyazısına dönüştü. Bu yazı biçiminde, kavramları belirtmek için köşeli simgeler kullanılırdı. Bulunan tabletlerin üzerindeki yazılar din, matematik, yasalar, bilim ve başka konularla ilişkindir.

Babil Kulesi
"Ve Yahova 'Bunların hepsi tek kavim' dedi. Konuştukları dil aynı, giriştikleri işi yarıda bırakacağa benzemiyorlar. Gelin de toprağa inelim, dillerini ayıralım şunların; birbirlerini anlayamaz olsunlar." Ve ademoğulları kentlerini kuramadılar. Oraya Bâbil dendi. Bâbil, yani karışıklık." (Tevrat; Bu Ülke, 75.)

Tevrat'a göre, Tufan'dan sonra hepsi aynı dili konuşan yeryüzündeki insanlar Babil ülkesindeki Şinar Ovası'na geldiler. Burada kuracakları kentte çok yüksek bir kule yapmaya giriştiler.


Babil'in Asma Bahçeleri
Babil'in Asma Bahçeleri, Dünyanın Yedi Harikası'ndan biridir.

Hanging Gardens of Babylon

Babil Kralları
  • Sumu-abum (M.Ö.1894-M.Ö.1881)
  • Sumu-la-El (M.Ö.1880-M.Ö.1845)
  • Sabium (M.Ö.1844-M.Ö.1831)
  • Apil-Sîn (M.Ö.1830-M.Ö.1813)
  • Sin-muballit (M.Ö.1812-M.Ö.1793)
  • Hammurabi (M.Ö.1792-M.Ö.1750)
Hammurabi (d. M.Ö. 1810? - ö. M.Ö. 1750) Babilin altıncı kralıydı. Hammurabi, Sümer ve Akkadları fethederek, Babil İmparatorluğu'nun ilk kralı olmuştur. Böylece Babillerin Mezopotamya üzerinde hegemonyasını kurmuştur.
Günümüzün Irak sınırlarında bulunan bölgede, Fırat ırmağının kıyısında kurulu Babil'in o dönemdeki kent devletinin altıncı kralı olan Hammurabi, ülkesini M.Ö. 1792 ila M.Ö. 1750 yılları arasında yönetti. M.Ö. 1770 yılında kurduğu Babil İmparatorluğu Fırat ve Dicle ırmaklarının arasında kuzeyde de Ninova'ya kadar ulaştı.
Komşuları Larsa, Mari, ve Asur ile 30 yıl boyunca savaştı ve İran körfezinden Diyarbakır'a ve Zagros'dan Batı çöllerine kadar uzanan bir imparatorluk yarattı. Hakimiyetindeki toprakları merkezi bir sistemle yönetti. Resmi yazışma düzenini kurdu. İktidarı süresince kendini tanrılaştırdı ve "kralların tanrısı" olarak ilan etti. Erkeklerin varis olabileceği mutlak monarşi kurdu, ve bu dönemde Babil ülkesinin tanrısı Marduk Sümer-Akkad topluluklarının yüksek tanrılarından biri oldu.
Yürürlükteki yasaları sisteme bağlamasıyla Hammurabi Kanunları Dünya tarihinin yasalarını temsil etti. 282 madde halinde taş sütunlara yazılan bu yazıtlar, Osmanlı İmparatorluğu'nun çökme dönemine girmesiyle 1901-1902 yıllarında Fransız araştırmacılar tarafından keşfedilmiş ve Louvre müzesine taşınmıştır. Bu kanunlara göre; köleler ve hür insanlar arasındaki farklılıklar belirtilmiş, hür insan olmayanlara kısas kanunu (hırsızlık yaparsa elinin kesilmesi vb.) da başta olmak üzere evlilik gibi konularda günümüzde hala bazı toplumlarda uygulanan kanunlar bu dönemde ortaya çıkmıştır.

Hammurabi bas relief in the US House of Representatives chamber

  • Samsu-Iluna (M.Ö.1749-M.Ö.1712)
  • Abi-Eshuh (M.Ö.1711-M.Ö.1684)
  • Ammi-Ditanab (M.Ö.1683-M.Ö.1647)
  • Ammi-Saduqa (M.Ö.1646-M.Ö.1626)
  • Samsu-Ditana (M.Ö.1625-M.Ö.1595)




BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 30 Aralık 2015 01:10
Daisy-BT - avatarı
Daisy-BT
Ziyaretçi
15 Haziran 2010       Mesaj #3
Daisy-BT - avatarı
Ziyaretçi

Babiller:

  • Hammurabi kanunlarını uygula­mışlardır. (Kısasa Kısas)
  • Sümer kanunlarını bir araya getirmişlerdir (Anayasal Nitelikte)
  • Ay'ın hareketine göre ilk takvi­mi bulmuşlardır.
  • Babil Kulesi'ni yapmışlardır. (Babil'in Asma bahçeleri yedi harikadan biridir.)
  • Burçları bulmuşlardır.
Son düzenleyen Baturalp; 4 Aralık 2016 19:35
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
2 Nisan 2011       Mesaj #4
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
Ad:  Babil_İmparatorluğu3.JPG
Gösterim: 3126
Boyut:  35.9 KB
Antik dünyanın en büyük kentlerinden biri. Fırat kıyısında ve bugünkü Bağdat'ın 100 km. kadar güneyindeydi. Kentin önem kazanması İ.Ö. 2000 yıllarına rastlar. İ.Ö. 1800-1500 yılları arasında Hammurabi'nin kurduğu I. Babil Devleti'nin başkenti oldu. Nabupolassar ve oğlu II. Nabukadnezar zamanında (İ.Ö. 6. yüzyıl) altın çağını yaşadı. Özellikle Nabukadnezar'ın hükümdarlığı sırasında genişletilip güzelleştirildi. Nabukadnezar'ın Babil'i, Fırat'ın ikiye böldüğü büyük bir dörtgen plana göre kuruluydu. Bronz kapıları olan kent 16,5 km. uzunluğunda, mavi tuğlalarla örülmüş iki surla çevriliydi. Eski Çağ'ın en görkemli tapınaklarından bazıları Babil'deydi. Bunların en ünlüleri, Babil'in Baştanrısı Bel Marduk adına yapılmış tapınakla, bazı bilginlerin Babil Kulesi ile özdeşleştirdiği Zigurat'tır. Zigurat'ın yakınında "Babil'in Asma Bahçeleri" yer alıyordu. İ.Ö. 539'da II. Keyhüsrev tarafından ele geçirilen Babil, Persler zamanında da büyük bir kent olarak ayakta kaldı. İ.Ö. 4. yüzyıldan itibaren zamanla unutularak yıkılıp gitti. Babil, 1899-1917 yıllarında Robert Koldewey başkanlığındaki Alman arkeologlarınca gün ışığına çıkarıldı.

Babil kenti merkez olmak üzere Mezopotamya'da kurulan iki devlet. Birinci Babil Devleti: Bu devlet İ.Ö. 1830-1530 yılları arasında yaşadı. I. Babil Devleti'nin en ünlü hükümdarı Hammurabi'dir. Hammurabi zamanında Babil Devleti her bakımdan büyük ve iyi örgütlenmiş bir devlet oldu. Hammurabi, kendinden önceki yasaları bir araya toplattı. Birinci Babil Devleti'ne İ.Ö. 1530'da Hititler son verdi. Her ne kadar Hititler Anadolu'ya geri döndülerse de Babilliler bir daha kendilerini toparlayamadılar. İkinci Babil Devleti: Birinci Babil Devleti yıkıldıktan sonra Babilliler çeşitli devletlere, bu arada Asurlulara bağlı olarak yaşadılar. Ancak İ.Ö. 612'de Babilliler, Medler ile birleşip Asur Devleti'ni yıkarak İkinci Babil Devleti'ni kurmayı başardılar. İkinci Babil Devleti ancak yetmiş yıl yaşayabildi. Bu dönemin en ünlü hükümdarı II. Nabukadnezar'dır. Nabukadnezar, Akdeniz'e kadar olan tüm ülkeleri ele geçirdi. Yahudileri Babil'e sürdü. İkinci Babil Devleti İ.Ö. 539'da, II. Keyhüsrev'in komutası altındaki Persler tarafından ortadan kaldırıldı.

Morpa Genel Kültür Ansiklopedisi & MsXLabs
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 2 üye beğendi.
Son düzenleyen Baturalp; 4 Aralık 2016 19:54 Sebep: sayfa düzeni
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
mhmmdcngz - avatarı
mhmmdcngz
Ziyaretçi
2 Eylül 2012       Mesaj #5
mhmmdcngz - avatarı
Ziyaretçi

Babiller Hakkında Bilgi

Ad:  Babil_İmparatorluğu1.JPG
Gösterim: 2149
Boyut:  24.0 KB

Mezopotamya’nın güneydoğusunda, Fırat ve Dicle Irmakları arasında kalan bölgede, bugünkü Irak’ın güneyinde uzanan, antik döneme ait eski bir uygarlık. M.Ö. 2000 ile M.Ö. 1000 yılları arasında etkin olan Babil uygarlığının başkenti, aynı adı taşıyan Babil kentiydi. Babil uygarlığı, M.Ö. 4000 yıllarından başlayarak gelişen tüm kültürlerin özelliklerini taşıyordu.

Mezopotamya bölgesi, M.Ö. 1850 yılında bir kısmı Sümerlere ve bir kısmı da Akadlara ait olmak üzere ikiye bölünmüştü. Bu dönemde Sümerler ve Akadlar, bölgede zengin bir kültür yarattılar. Sümerler, ilk yazı sistemi olan çivi yazısını icat ettiler ve bilinen ilk hukuk kurallarını oluşturdular. Bunun yanında, çömlekçi çarkını, yelkenli tekneyi ve sabanı icat ettiler. Bütün batı uygarlığını etkileyen edebî, müzikal ve mimarî eserleri yaratanlar da Sümerlerdi.

Sümerler ve Akadlardan sonra bölgeye hâkim olan Amoriler de bu kültür mirasını sahiplendi ve Babil kenti Dicle-Fırat bölgesinin siyasî ve ticarî merkezi konumuna geldi. Ardından, Güney Mezopotamya ve Asur ülkesini içine alan büyük Babil İmparatorluğu oluştu. İlk Babil hanedanının krallarından biri olan Hammurabi, kent devletleri arasında birlik sağladı, ünlü yasalarını uygulamaya koydu, bilim ve teknolojide ilerleme kaydedilmesini sağladı.

Hammurabi öldükten sonra, Babil uygarlığı gücünü yitirmeye başladı. Babil uygarlığı kısa sürede, Hitit, Asur, Elâm gibi birçok krallığın egemenliği altına girdi. Sürekli el değiştiren Babil, Kaldeli önderlerinden Nabopolassar tarafından başkent ilân edildi. Nabopolassar’ın oğlu II. Nabukadnezar, Babil’de görkemli asma bahçeler kurup Marduk tapınağıyla Zigguratı yeniden inşa ederek, Babil’e yaşam verdi. Babil, M.Ö. 539 yılında Persler tarafından işgal edildi ve bu işgalin ardından bir daha bağımsızlığına kavuşamadı.

Babil, M.Ö. 331 yılında Büyük İskender’in yönetimine geçti. İskender, Babil’i başkent yapmayı düşünüyordu; ama bu düşüncesini gerçekleştiremeden öldü. İskender’in ölümünden sonra Babil İmparatorluğu da sona erdi. Böylece, tarihin en büyük imparatorluklarından biri olan Babil İmparatorluğu devri kapanmış oldu. Babil’liler, çeşitli sülâlelerin idaresi altında Mezopotamyanın bu bölgesinde egemen olmuşlardır. Kaynaklara göre Babilde 31 kral sülâlesi gelmiştir. Bunlardan en önemlileri, içinde Hamubinin bulunduğu sülâlesi ile Kas hanedanı denilen III. Babil sülâlesi ve Yeni Babil sülâlesidir.

Ad:  Babil_İmparatorluğu2.JPG
Gösterim: 2910
Boyut:  43.6 KB
Birinci Babil sülâlesinin kurduğu birinci Babil devleti, M.Ö. 2105 – 1806 yıllarında Babil devleti, M.Ö. 2105 – 1806 yıllarında Babil ve çevresinde egemen olmuştur. Sülâlenin kurucusu Samu Abum (Zin Mobolit) dur. En kudretli hükümdarı Hammurabidir. Altıncı hükümdar olan Hammurabi zamanında Birinci Babil devleti çok kuvvetlenmiş ve en parlak zamanlarını yaşamıştır. Hammurabi; Kaide şehirlerini, Elâmı, kuzeydeki Asur ülkelerini egemenliği altına almış, Mezopotamyada siyasî bir birlik kurmağa muvaffak olmuştur. Hammurabi, zapt ettiği şehirlere güvendiği valiler yerleştirerek iyi bir idareci olduğunu göstermiş, kurduğu sağlam temellerle Birinci Babil devletinin ölümünden sonra yüz yıl daha devam etmesini sağlamıştır. Hammurabi, aynı zamanda Sümer ve Akadların kullandığı töre ve yasaları, eski fermanları toplayarak, zamanının ihtiyaçlarına göre düzenlenmiş, meydana getirdiği “Hammurabi Kanunları” ile ilk kanun kurucusu olarak ün salmıştır.
Hammurabinin ölümünden sonra Birinci Babil devleti yavaş yavaş kudretten düşmüş ve 1806 yılında Doğu Anadoludan inen Hititlerin akınları altında bu sülâle son bulmuştur.

Hititlerin Babil üzerindeki bu egemenliği fazla devam etmemiş, Kaşların kurduğu üçüncü Babil sülâlesi Babilde beş yüzyıldan fazla bir zaman (M.Ö. 1750 – 1174) egemen olmuştur. Ön-Asya tarihinde silik kalan bu sülâle, Asurluların saldırısı karşısında son bulmuştur.
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Baturalp; 4 Aralık 2016 19:56 Sebep: başlık ve sayfa düzeni
sade - avatarı
sade
VIP hazan
2 Aralık 2012       Mesaj #6
sade - avatarı
VIP hazan
Birinci Babil Devletinin ömrü uzun sürmedi. Hammurabi’nin ölümünden sonra yer yer isyanlar çıktı. Dışardan da komşu kavimlerin taarruzları başladı. İsyanlar neticesinde güneydeki kıyı eyaletleri Babil’den ayrıldı. Kuzeyden, doğudan ve batıdan gelen istila dalgaları, devletin büsbütün sarsılmasına yol açtı. Nihayet Anadolu’da büyük bir devlet kurmuş olan Hititler M.Ö. 1595 tarihinde Fırat boylarından güneye inerek Babil şehrini hakimiyetleri altına aldılar. M. Ö. 1570’de ise şehrin idaresi Kassitlerin eline geçti. Bu istilalar kısa bir müddet içinde sona ermesine rağmen, Babil Devleti uzun süre toparlanamadı. Ancak 1000 sene sonra İkinci Babil Devleti adı ile tarih sahnesine tekrar çıkacaklardır. Babilliler, Sami dili konuşur ve çivi yazısı kullanırlardı.

II. Babil Devleti: İran’da bir devlet kurmuş olan Medler, Asurluların üzerine şiddetli hücumlarda bulunuyorlardı. Bunu fırsat bilen Babilliler, Medlerle birleştiler ve Asur Devletini yıktılar. Yerine yeni Babil Devletini kurdular (M. Ö. 625).

İkinci Babil Krallığının en ünlü hükamdarı olan Nabukednazar daha babası zamanında Mısır ordusunu Kadeş’te yenmiş, Suriye ve Filistin’i Babillilerin yönetimi altına sokmuştu. En büyük gayesi Kudüs’ü ele geçirmek olan kral, maksadına ulaşmak için yerli halkı ayaklandırmak istedi. Buna karşı çıkan Kudüs Kralı, Babil’e vermekte olduğu yıllık vergiyi kesti. Bunun üzerine Nabukednazar, Kudüs üzerine bir sefer düzenledi ve Filistin ile Kudüs’ü ele geçirdi. Yahudi alimlerini ve bu arada zamanın Peygamberi Danyal aleyhisselamı esir etti. Esirlik 70 sene sürdü. Suriye ve Mısır’ı da çöllere kadar aldı. Dini literatürde ismi Buhtunnasar olarak geçmekte olan Nabukednazar, yeryüzüne hakim olan dört kişiden biridir. Nitekim bir hadis-i şerifte:

“İsmini duyduğunuz kimselerden yeryüzüne dört kişi malik oldu. İkisi mü’min ikisi de kafir idi. Mü’min olan iki kişi, Zülkarneyn ile Süleyman (aleyhisselam) idi. Kafir olan ikisi de, Nemrud ve Buhtunnasar idi. Beşinci olarak yeryüzüne benim evladımdan biri, yani Mehdi de malik olacaktır.” buyuruldu.

Burada zikredilen Buhtunnasar, Yeni Babil Devletinin en meşhur kralı Nabukednazar’dır. Kendisi ateşe tapardı. Zamanında Babil, büyük bir ticaret merkezi haline geldi.

Nabukednazar’dan sonra Babil Devleti çökmeye başladı. Bu çöküş, Marduk rahiplerinin düşman olduğu Kral Nabo-Nedo devrinde hızlandı. İran’da Medlerin yerine geçen Perslerin büyük hükümdarı Kiros (Kurus) tarafından Babil şehri alınınca, Babillilerin bağımsızlıkları sona erdi ve ülke Pers İmparatorluğunun bir eyaleti haline geldi (M.Ö. 539).
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 3 üye beğendi.
Son düzenleyen Baturalp; 4 Aralık 2016 21:03


_EKSELANS_ - avatarı
_EKSELANS_
Kayıtlı Üye
12 Eylül 2013       Mesaj #7
_EKSELANS_ - avatarı
Kayıtlı Üye
Bir Medeniyetin İbretli Sonu : Babil
MsXLabs.org

Tarihî bir şehir olarak Tevrat, İncil ve Kur'an'da da geçen Bâbil şehrinin, ismi kadar hakkında anlatılanlar da yüzyıllardır insanları meşgul ediyor. Günahkarlığın, refahın en üst seviyede olduğu şehir olarak adlandırılan, Bâbil'in asma bahçeleri veya Bâbil kulesi, tarihe geçen kavramlar olarak biliniyor.

Bir zamanlar en ihtişamlı dönemini yaşayan şehir, Yeremiah peygamber'in şu ikazıyla gelişme çizgisini kaybediyordu. "Bâbilde bundan sonra çöl hayvanları ve yabanî köpekler iskan edecek, sokaklarında ve şehirde artık hiç kimse oturamayacak."

Gerçekten de Tevrat'ta anlatılan bu durum, aynen gerçekleşiyor ve tarihin karanlıklarına gömülen şehir. İlk defa arkeolog Robert Koldevey tarafından bulununca kazılmaya başlanıyor. Şehir, kazıldığı döneme kadar toprak altında kaybolmuş haldeydi. Bâbil'in yakınında, bu şehrin kalıntılarıyla inşâ edilmiş birkaç yerleşim yeri bulunurken, Bâbil şehri çıplak gözle görülemediği gibi, yerin yirmi metre altındaydı. Arkeologlarca da merak edilen, bir zamanlar bir milyon kişinin yaşadığı rivayet edilen böyle bir merkezin nasıl yok olduğuydu. Şehrin gelişiminde esas rol oynayan âmil, o dönemde "Puratta" denilen bugünkü Fırat ve Fırat'a paralel akan Dicle nehirleri bu bölgede insanlığın ilk medeniyetleri kurmasına sebep olmuştu. Çok bereketli ve verimli olan bu topraklar "Mezopotamya" yani iki nehir arasında manasına geliyordu. Ancak Fırat nehri o dönemde, bugünkü gibi, Ren ve Tuna nehirleriyle kıyaslanacak durumda değildi. Fırat, bazı bölgelerde, bugünkü nehirlerden farklı olarak, çeşitli kollara ayrılıyor, daha sonra tekrar aynı kollar, nehrin akış yönü boyunca birleşiyordu. İşte Fırat'ın bu kollarının bulunduğu noktalarda ilk kavimler yerleşmeye başladı. Bunların arasında Sümerler ve daha sonraki Sami toplulukları en tanınmışlarıdır. Bâbil şehrinin adı ilk defa, Bâbila olarak bir Sümer yazılı belgesinde ortaya çıkarken, şehrin pek de büyük olmadığı biliniyor. Mesela M.Ö 6000'1i yıllara dayanan Ninova şehri, veya bugün dünyanın en eski şehri olarak bilinen Yeriho, M.Ö onbinli yıllara tarihleniyor. Bâbil bu şehirlerle kıyaslanırsa orta büyüklükteki bir yerleşim merkezi olarak tarif edilebilir. Ancak Bâbil'in neden bu kadar meşhur olduğu sorusu sahip olduğu bazı özelliklerle açıklanabilir. Bâbil ilk defa Amurri kralı Sumusbum tarafından alınarak, tarihî uykusundan uyandırılıyor ve başkent haline getiriliyordu. Amurriler, tarihte daha sonra Germenler'in Roma İmparatorluğu'nda yaptıkları gibi, yağmacı göçebe bir kavimdi. Bâbil'in yeni hâkimleri kente "Babilum" yani Sâmi dillerinde "Tanrı'nın kapısı" adını verdiler. Sonraki yıllarda Bâbil Amurrilerin idaresinde daha büyük önem kazanmaya başladı. Tâ ki M.Ö 1894-1830 sırasında Hammurabi adında biri, tahta çıkıp birbirine rakip kabîleleri, birleştirinceye kadar. 38 yıllık saltanatı süresince Bâbil, Hammurabi'nin güney Mezopotamya'ya hâkim olmasıyla tapınaklar, resmî binalar, tahkim edilmiş sokaklar, süslü taçkapılar ve kalın şehir surlarıyla çevriliyordu.

Şehir, askerî gücü yanında coğrafî olarak, Fırat ve Dicle'nin birleştiği su yollarıyla önemli bir ticaret noktasında bulunuyordu. Ortadoğu'nun en önemli ticaret yolları da Bâbil'in yakınında kesişiyordu. Ancak tarihin bir cilvesi olarak, Hammurabi kendi adıyla anılan kanunnameleriyle tanınırken, Mezopotamya'da birçok yerde kazı yapan arkeologlar, mahkeme kayıtlarını da ihtiva eden çivi yazısı tabletleri buldukları halde, Hammurabi kanunlarından hiç bahsetmemekteler. Bâbil şehrinden ve Hammurabi döneminden, Fırat nehrinin yataklarını devamlı değiştirmesi sebebiyle, pek bir kalıntı kalmadı. O tarihteki çağdaş krallıklarda olduğu gibi, Hammurabi'nin hanedanlığı ortalama üçyüzyıl sürdü. Daha sonra sırasıyla Hititler, Kasitler, Elamiler ve Bâbil'de yaşayanlarla akraba olan Asurlular bölgeye hakem oldular. Bütün bu istilalar süresince, Bâbil kuşatılıp, tahrip ediliyor, tekrar îmar edildikten sonra bir başka istilacı kavim tarafından yerle bir ediliyordu.

Bâbil şehrinde, İştar, Ereşkigal, Marduk (Baal) Nabu, Hadad ve Tammuz gibi putlara da tapılıyordu. Şehir M.Ö 16. yüzyıldan itibaren bin yıllık bir süre içinde çöküş dönemine girmişti. M.Ö 6. yüzyıla doğru, tarihin ünlü asma bahçelerinin ve Bâbil kulesinin ortaya çıktığı sanılıyor. Antik dönemde 612 tarihinde, adı Nabukadnezar olan bir Kaldeli kral, Ninova adlı şehri bir daha yeniden kurulmayacak şekilde tahrip ediyordu. Ninova ile birlikte bütün Asur devleti tarihten siliniyordu. Kendisinden sonra tahta geçen ve 43 yıl devletin başında kalan 2. Nabukadnezar, Tevrat'ta Tanrı'nın kırbacı olarak isimlendiriliyordu. Bahsedilen kral, M.Ö 587 yılında, Kudüs'ü yıktırdığı gibi, Yahudileri sürgüne gönderdi.

Ancak Nabukadnezar bu icraatı yanında, Bâbil'i yeniden îmar ettirmesiyle de meşhur. Ünlü tarihçi Herodot, bu tarihten yüzyıl kadar sonra Bâbil için, "yeryüzündeki en güzel şehir" ifadesini kullanıyordu. Dünyanın o dönemde en önemli merkezlerini gezen birisi olan Herodot'un bu ifadesi şehrin önemini daha da arttırıyor. Nabukadnezar'ın Bâbil şehri, arkeologların bilgilerine göre, 8,5 km karelik bir alanı kaplarken, kesin olmasa da yine tarihçilere göre, şehirde yarım milyon insanın yaşadığı aktarılıyor. Her yükselişin bir zevali olur kaidesine bağlı olarak, diğer ünlü şehir merkezleri gibi, İncil'in "ilhamlar"ında: "dünya fâhişelerinin ve iğrençliklerinin anası" olarak isimlendirilen Bâbil'in ve Allah'ın insanlara bildirdiği yolun dışına çıkanların fecî sonu bu şehirde de ibret sahnesi halinde yaşandı. Roma Pompei, Lut gölü civarı, Sodom, Gomore ve Bâbil en ileri derecede iskân edilirken, putperestliğin her çeşidi de tevhîdin yerini almaya çalışıyordu. Bu duruma en iyi örnek bir zamanların Mekke'sindeki 360 put gibi, Bâbil'de de çeşitli hayali tanrılar adına 53 ayrı tapınak bulunuyordu. Bu tapınakların dışında Tanrı Marduk adına kurulmuş 55 kurban yeri mevcutken, diğer çeşitli putlar adına 1300 sunak vardı. Kur'ân-ı Kerim'de açıklanan "Biz hiçbir kavme bir uyarıcı (Peygamber) göndermedikçe onlara azap etmeyiz" âyeti burada da tahakkuk ediyordu. Bâbil'in en geliştiği dönemde dört ayrı kalın duvarla düşmanlara karşı korunduğu şehir surları içinde de 24 ayrı sokağın varlığı biliniyor. Fırat'ın iki kıyısında kurulan Bâbil, antik dönemin ilk taş köprüsüne sahip şehir olma vasfını da kazanıyordu.

Kendilerine gönderilen peygamberleri alaya alan, önceki vahşi ve insanlık dışı hayatlarını sürdürmekte ısrarlı olan diğer kavimler gibi Bâbil halkı da Tevrat, İncil ve en son ilahî kaynak Kur'ân-ı Kerim'de anlatılan putperest kavimler gibi, yerle bir olup tarihin karanlıklarında yok oluyorlardı.

Arkeologlar açısından enteresan olan nokta, antik dönemin bu şehrinin bütün ayrıntılarının fazlasıyla bilinmesiydi. Kazılardan çıkarılan çivi yazılı kil tabletler, şehir hakkında o kadar detaylı bilgiler veriyordu ki arkeologlar, bu şehrin planını dahi çıkarabildiler. Şehre kuzey istikametinden gelen ziyaretçilere Bâbil, bütün mimarisiyle tesir ediyordu. Ziyaretçilerin bir kısmını oluşturan tüccar ve tapınak müdavimlerinin gözüne ilk çarpan bina, surların içinden yükselen İştar kapısıydı. Saddam'ın aynı büyüklükte bir benzerini yaptırdığı İştar kapısı şehrin sekiz ana giriş kapısından birini teşkil ediyordu. Şehrin koruyucu tanrıları adına 575 adet boğa ve ejderha tasvirleri, kapıyı boydan boya süslüyordu. Alman arkeolog Robert Koldevey harabe halindeki Bâbil'in kalıntıları içinde bozulmamış haldeki İştar kapısını ilk bulan kişiydi. Irak hükümeti bugün bu kapının kendilerine ait olduğunu açıklasa da, dünyanın diğer tarihi merkezlerinden kaçırılan antik eserler gibi, İştar kapısı da taş taş sökülerek, Berlin müzesine kaçırıldı. Bu kapı bugün geçmişin putperestlik karanlığını hatırlatan sessiz şahitlerden biri olarak, Berlin müzesinde ziyaretçileri hayrete düşürüyor. Şehrin ikinci dikkat çeken binası ise tarihte çok bilinen meşhur Bâbil kulesiydi. Kule 91 m. yükseklikte olduğu gibi, Herodot'un anlattığına göre, sekiz katlıydı. Aslında bugünkü arkeolojik bilgilere göre, kulenin yedi katlı olduğu tesbit edilmiştir. 1875'de bulunan bir çivi yazısı tabletine göre. "Ziggurat" adı verilen bu kulenin bütün ölçüleri biliniyor. Kulenin temel kısmı 90x90 m boyutlarındaydı. Şehrin îmarında kullanılan ağaç malzemenin Lübnan'dan getirilen sedir olması ayrı bir özellik. Binalarda kullanılan güneşte pişirilmiş tuğlaların, daha sonra çevredeki yerleşim merkezlerinde kullanıldığı tesbit edilmiş. Bâbil terkedildikten sonra milyonlarca kerpiç civarda oturanlar tarafından yeni kurulan evler ve binalar için taşınmış. Bugün Bağdat şehrinde bile bu kerpiçlerden bazıları tesbit edilmiştir. Bir ara Persler'in hakimiyetine geçen Bâbil, daha sonra Büyük İskender'in Persleri nihai yenilgiye uğratmasıyla ikinci defa el değiştiriyordu. Bâbil halkı İskender'i II. Nabukadnezar ilan ederken, şehrin yeni hakimi, o güne kadar dünyanın neredeyse yarısını ele geçirmiş olduğu halde, Bâbil'de yakalandığı sıtma hastalığından ölüyordu. Bu olaydan sonra şehrin günleri sayılıydı. Halkın çoğu diğer şehirlere nakledilirken, Marduk kültü (Put) önemini kaybediyordu. Yunan coğrafyacı Strabon'a göre, Bâbil birinci asrın sonunda artık hiç kimsenin yaşamadığı terkedilmiş bir şehirdi. İçinde yaşayanların binbir türlü günahı irtikap ettikleri Bâbil böylece tarihin karanlıklarına gömülürken, Kur'ân-ı Kerim'deki şu âyetler tarihin bu karanlık cephesine yeni bir ışık getiriyor: "Yeryüzünü gezin ve Allah'ı inkar eden kâfirlerin âkıbetinin ne olduğunu görün, o şehirlerden geriye kalanları, sizin geçtiğiniz yollar üzerindedir." Aslında keşke, her harabeye, yıkılan her şehre bu gözle bakabilsek, geçmişte yaşananlardan ibret alabilsek, bugün aynı hatalar belki de hiç yaşanmazdı. Oysa asrımızda öylesine bir hayat sürdürenler var ki Bâbil veya Roma halkı onları görse utanırlardı.

Kaynak: sizinti.com
_Yağmur_ - avatarı
_Yağmur_
VIP VIP Üye
7 Mart 2016       Mesaj #8
_Yağmur_ - avatarı
VIP VIP Üye
Babil İmparatorluğu
MsXLabs.org

Babil İmparatorluğu; ilkçağda Mezopotamya’da kurulmuş devlettir. Başlangıcı konusunda pek fazla bilgi yoksa da büyük bir olasılıkla bir Sümer temeli üzerine kurulduğu sanılır. Bu nedenle Babil’in adı Sümerce “Tanrı Kapısı” anlamına gelir. Daha sonraki metinlerde kentin adı “Tanrıların Kapısı” diye adlandırıldı. Akkat Kralı Sargon kenti yakıp yıktı. Sümer kralları Babil’i valiler aracılığıyla yönettiler. İÖ 1894’te Ammurrulu Sumuabum (lÖ 1894-1881) kendisini Babil kralı ilan etti. Saltanatının üçüncü yılında Kiş Kenti’ni ele geçirdi. Larsah Sumuel, Kiş Kenti’ni İÖ 1885’te yendiyse de Babil’in yayılmacılığını önleyemedi ve 1883’te kenti tümüyle aldı. Aynı yıl Larsa saldırıya geçti. Bu nedenle Larsa kralı İÖ 1874′ te Kazullu Kenti’ni geri aldı. Larsa Babil’in güneye doğru yayılma isteğini önlemişti. Sumulael (İÖ 1880-1845) yine müstahkem mevkiler ve kaleler yaptırdı ve kanallar açtırdı. Eski Babil döneminden önce görülen hanedanlar, İsin, Larsa kralları birbirleriyle sürekli çatışırken Babil’de Sumuabum’un başlattığı hanedan mensupları, Hammurabi dönemine kadar Babil Kenti’nin başarı grafiğini yücelten orta büyüklükteki başarıyla bilinirler.

Babil hanedanının altıncı kralı olan Hammurabi (İÖ 1792-1750) döneminde Babil, aynı adı taşıyan ülkenin başkenti oldu. Hammurabi’nin tahta geçmesiyle, Babil çevresinde küçük kentçikleri (Kış, Kazallu, Marad) almış görünürse de gerçekte ülke eski sınırının ötesine geçmiyordu. Hammurabi uzun krallığı süresince zamanının büyük bir bölümünü içişlere ayırmasına karşın 31. saltanat yılında Larsa Kralı RimSin’i devirip kendisini Sümer ve Akkat’ın da kralı ilan etti. İki yıl sonra Mari Kralı Zimrilim yenildi. Eşnunna’ nın ele geçirilmesi ise ancak saltanatının 38. yılında gerçekleşti. Böylece sınırları kuzeyde Ninive’ye kadar genişledi. Hammurabi, kendi koyduğu “Hammurabi Yasaları”nın önsözünde Sümer’in büyük Tanrıları Anu ve Enlil ile Babil Tanrısı Marduk’un kendisine nasıl büyük bir üstünlük sağladıklarını ve onu ülkede adaleti yerleştirmekle görevlendirdiklerini, zenginin yoksulu, güçlünün zayıfı ezmesine engel olmasını istediklerini yazarken, elde ettiği zaferler ve kendisine bağlı kıldığı devletler arasında şunları sayar: Nippur, Eridu, Ur, Sippar, Larsa, Uruk, İsin, Borsippa, Dilbat, Lagaş, Girsu, Kiş ve Adab; Orta Fırat Bölgesi’nde Mari, Eşnunna ve Ninive. Bu listede Elam ve Asur yer almaz. Saltanatının son yıllarına doğru kuzeydoğuda güçlüklerle karşılaşmasına karşın ülkeyi III. Ur kralları döneminden sonra ilk kez bir birlik altında toplayabildi. Hammurabi dönemi, Sargon döneminin izleyicisi olmaktan çok Sümerliliğin mirasını yaşatmaya yönelik bir tutum gösterdi. Sümer yazı sanatının merkezi olan, Kiş, Sippar ve İsin’de yapılan kazılarda pek çok Sümerce belge ele geçti. Sümercenin konuşulmadığı dönemlerde birçok metnin bu dille yazılmış olması, eskinin yaşatılması çabasından öte, Sümercenin dinsel metinleri yazılmasına elverişli yapısından kaynaklanıyordu. Sümercenin Eski Babil dönemindeki önemi ve kullanılış alanı ne olursa olsun, Hammurabi ve onu izleyen krallar döneminde pek çok edebiyat eseri Babilce yazıldı. Sümerce yazılmış pek çok önemli destan ve ilahi de Babilceye çevrildi.

Eski Babil döneminin en büyük kralı olan Hammurabi’nin en önemli eseri, kendi adını taşıyan yasalarıdır. Hammurabi Yasaları, 2.25 m yüksekliğindeki siyah bir taştan (diyorit) yapılnuş olan bu dikilitaşta yasa metni 49 yazı sütununda yazılmıştır. Dikilitaşın tepesinde Hammurabi, Güneş Tanrısı Şamaş’ın önünde saygılı bir biçimde durur. Akkatça yazılmış ola yasa metni, 282 maddeyi içerir. Toplumsal ilişkilere ışık tutan maddeler, tarım ve tarımla ilgili çeşitli konular, borç, tarla ve arazi kiralama konulan, iş ve ticaretle ilgili konular, aile ve miras, çeşitli meslek grupları, zina, hırsızlık, itaatsizlik vb maddeler arka arkaya sıralanmıştır. Bu önemli eser günümüzde Paris’teki Louvre Müzesi’nde sergilenmektedir. Hammurabi dönemi Mezopotamya tarihinde bir dönüm noktasıdır. Onu izleyen krallar Samsuiluna (lÖ 1749-1712), Abi-Esuh (İÖ 1711-1684), Ammiditana (İÖ 1683-1647), Ammizaduga (İÖ 1646-1626) ve son kral Samsuditana (İÖ 1625-1595) dönemlerinde köklü bir değişiklik görülmez. Samsuditana’nın son günlerine doğru Babil’in güney kesiminden bir bölüm, Deniz Kavimleri’nce alınmış görünüyorsa da Hitit Kralı I. Murşili güneye Fırat kıyılarına uzanarak Babil’i talan edip tanrılarını Anadolu’ya taşıdı. Bu olayla Mezopotamya tarihini yeniden karanlık döneme girdiği, yazılı kaynakların birdenbire kesildiği görülür. Bilinen tek gerçek, Samsuditana ile Birinci Babil Hanedam’nın tarihten silindiğidir. Samsuditana’nın son yıla olan 1595’ten tarihi bilinen ancak adı bilinmeyen bir Kasit kralı arasında yüzyıllık bir boşluk vardır. Bu sıralarda Babil’i yavaş yavaş ele geçiren ve Babil geleneğiyle kültürüne alışmak için can atan Kasitler, Bağdat yakınlarında Dur-Kurigalzu’da yeni bir başkent yarattılarsa da Babil Kenti’ni sürekli olarak ülkenin başkenti olarak gördüler. Saltanat sürdükleri 4 yüzyıl boyunca Deniz Kavimleri’ne kaptırılan Babil’in bazı kesimlerini geri almayı başardılar. Ancak kendilerini asıl uğraştıran Elam ve Asur orduları oldu. Sınırlarını bu nedenle hiçbir zaman Güney Irak’ın verimli topraklarma kadar uzatabildikleri söylenemez.

350 yıllık bir zaman diliminde Babil topraklarında hüküm süren 33 hanedanın ardından Yeni Babil döneminde Babillilerin altın çağı bir kez daha yaşandı. Pulu adıyla Babil’de bir yıl hüküm süren Asur kralları Tipletpileser ve Ululayu adıyla 4 yıl (İÖ 726-722) Babil’i elinde bulunduran V. Salmanasar’dan sonra sırasıyla Sargon, Sanharib, Asarhaddon ve Asurbanipal dönemlerinde Babil, Asur denetiminde kaldı, Asurluların son dönemlerinde Nabupolasar (İÖ 625-605), yeniden Babil egemenliğini başlattı. Nabupolasar, bağımsızlıklarını elde etmek için vermiş olduğu mücadele sırasında, Hammurabi hanedanından bu yana güneyin sürekli başkenti olan Babil’i düzeltmek için zaman bulamamıştı. Onun Asur ve Mısır ile olan çatışmaları Babil’e eski saygınlığını kazandırmakla birlikte Babil’in yeniden ele alınması, yerine geçen oğlu II. Nabukednesar’a (İÖ 604-562) kaldı. Kral, Mısır ile olan sürtüşmeleri nedeniyle ancak Filistin ve Fenike seferlerinden sonra ülkeyi düzeltme fırsatı buldu. Babil’i dünyanın en görkemli ve şanlı kenti yapmak amacıyla harekete geçen Nabukadneser, çifte korumalı duvarları, tapınakları, sarayları ve asma bahçeleriyle kenti bir bakıma yeniden kurdu. Dünyanın yedi harikasından biri olan Babil’in Asma Bahçelerini, doğudaki tepelerden birinden gelen ve yurt özlemi duyan bir prenses olan eşi Semiramis için yaptırdı. Tümüyle pişmiş tuğladan yapılmış olan kent duvarları aslan, boğa ve ejderhalarla süslenmişti. Üç kapıdan girilen kentin geçit yolu snlı tuğlalarla yapılmıştı. Kentin bu derece değerli malzemeyle yapılması, taş sıkmtısı çeken Arapların kent kalıntılarının yüzyıllarca taş ocağı olarak kullanılmasına ve temellerinin bir bir yok olmasına yol açtı. Nabukadnesar ölünce tahta geçen oğlu Evil-Merodah’ın (İÖ 561-560) bir iki yıllık başarısız yönetiminden sonra kayınbiraderi Nergal-Şar-Usur (Nereglisar) tahta geçti. Yeni kral ülkeyi üç yıl yönettikten (İÖ 559-556) sonra ölümü üzerine yerine geçen oğlu Labaşi-Marduk yalnızca birkaç ay tahtta kalabildi. Bilinmeyen bir nedenle taht Nabu-Naid (Nabonaid) adlı bir devlet adamının eline geçti. Saltanatının ilk günlerinde Pers ve Medlerle (İÖ 585) barış girişimleri olduysa da hırslı bir savaşçı olmadığı kısa zamanda ortaya çıktı. Bıraktığı yazıtlardan Nabonaid’in Sümer ve Akkat kutsal alanlarının onarımıyla uğraştığı anlaşılmaktadır. Nabonaid’in Harran’da bir tapınak yaptırma girişimleri kimi Babillilerin hoşuna gitmedi, saltanatının altıncı yılında tahtını oğlu Belsazar’a bırakarak 10 yıl çölün ortasında bir vahada derviş yaşamı sürdürdü. Sonunda Babil’e döndüğünde Pers Kralı Kyros tarafından yakalanıp tahtından indirildi (ÎÖ 539). Kyros’ un Nabonaid’i ve Babil’i ele geçirmesiyle Mezopotamya tarihinde çok önemli bir rol oynamış olan Babil İmparatorluğu tarihe karıştıysa da Pers imparatorları, Makedonya yöneticileri ve Seleukoslar döneminde çiviyazısı ve Babil dilinin kullanılması bir dönem daha sürdü.

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
"İnşallah"derse Yakaran..."İnşa" eder YARADAN.
_Yağmur_ - avatarı
_Yağmur_
VIP VIP Üye
7 Mart 2016       Mesaj #9
_Yağmur_ - avatarı
VIP VIP Üye
Babil Devleti Kültür ve Medeniyet
MsXLabs.org

Babil’in zenginliği iki can damarı olan tarım ve ticarete dayanırdı. Asurluların tersine savaşçı bir ulus olmadıkları için refah ekonomileri dış yağmalara bağımlı değildi. Tarımları kanallar yoluyla oluşturulan karmaşık bir sulama sistemine dayanırdı. Kentlerin zaman zaman yükselip gerilemesinde akarsu yataklarının açılması ya da tıkanması büyük rol oynardı. Kent yaşamı ayrıca Babil’in iç ve dış ticaretine de büyük ölçüde bağımlıydı. Alışveriş genel olarak takas yöntemiyle yapılmasına karşın, 3. bin yıldan başlayarak altın, gümüş ve bakır da kullanım alanına girdi. 2. bin yıldan başlayarak Babil, Doğu’nun ticaret merkezi ve Hindistan, İran ve Akdeniz ‘den uzanan yolların kavşak noktası oldu. Sonraki dönemde arpa, buğday, susam, hurma ve dokumalar Babil’in başlıca dışsatım mallarıydı.

Hukuk: Hammurabi Yasaları İÖ 18. yüzyılda tüm imparatorlukta yürürlüğe girdi. Üstünde yasanın kopyası yazılı bir dikilitaş 1902’de Susa’da bulundu. Genelinde Babillilerin günlük yaşamını düzenleyen bir yasaydı. Özel toprak sahibi olunmasına izin verilirken, orduya asker ya da zorunlu işgücü sağlamak gibi gerekli derebeylik yükümlülükleri yerine getirilmediği takdirde sahibinin elinden alınıp satılabilirdi. Evlilikler kız satın alma yoluyla düzenlenmesine karşın, yasanın bir ölçüde özgürlük güvencesi sağladığı kadınların o zamana kadar olmadık yetkileri vardı. Yasal tüm çocuklar eşit oranda miras payı alırlardı.

Bilim: Babilliler astronomi ve matematik alanlarında çok ileriydiler. Yıldızlarla gezegenlerin durumlarını ayrıntılı olarak yazdıkları gibi, devirli yinelenmelerini gözleyerek de ay ve güneş tutulmalarını önceden saptayabiliyorlardı. Ancak gözlemlerini astronomi yoluyla gaipten haber verme amacına yönelik kullanırlardı ve bu da onlar için çok önemli bir uğraştı. Babillilerin gözlemlerini daha bilimsel amaçlar uğrunda kullanmak, sonraki dönem insanlarına, özellikle Yunanlılara kaldı. Matematiği de aynı biçimde para hesaplamak, yer ölçümü vb gibi konularda olan yararlığı açısından kullanıldılar. Yine de, “yer değeri”nin tanındığı bir rakamlar ve işaretler sistemi geliştirdiler. Buna göre bir işaretin değeri öteki işaretlerle olan ilişki derecesi oranında bulunduğu konuma bağımlıydı. Bu sistem kesirler için de geçerlidi. Böylece, önceki dönemlere oranla çok daha karmaşık hesapların içinden çıkabiliyorlardı. Geometri alanında yüz ölçümlerini ve hacimleri hesaplayabildikleri gibi, daha ileri geometrik ilişkileri de bilirlerdi.

Din: Babillerin dini, Mezopotamya’nın öteki halklarının inanışlarından pek değişik değildi. Samiler, Sümer geleneklerini izlediler ve gerek Babil gerekse Asur mitleri Sümer kökenliydi. Asurlular gibi Babilliler de iki büyük üçlü birliğe taparlardı: Anu (gök), Enlil (hava), Enki (yer). Öteki üçlü birlik güçlü bir Sami etkisi temeline dayalı olarak yıldızlarla ilgiliydi: Şamas (Güneş), Sin (Ay) ve İştar (Venüs), Yeraltı tanrıları da Sümer kökenliydiler. Başlangıçta Babil’in yerel tanrısı olan Marduk, zamanla gelişip en büyük tanrıya dönüştükten sonra Babil mitolojisinin başlıca ölüm ve dirilme tanrısı oldu. Babil’in en güçlü olduğu dönemde, Marduk çevresinde birleşme yolunda tektanrıcılık eğilimi başgösterdi. Marduk, Yaratüış (Enuma Eliş) adlı şiirin Babilce çevirisinde kutsaldır. Bu şiir her yıl Babil’de Yeni Yıl Günü şenliğinde büyük halk kitleleri önünde okunurdu. Babil dininin önemli bir özelliği de kadercilik olduğu için, ya astronomi yoluyla ya da kurbanlık hayvanların iç organlarını inceleyerek geleceği önceden haber vermenin doğal olarak büyük rolü vardı. Dolayısıyla falcı rahipler sınıfı doğup yüceldi. Ayrıca, büyük ölçüde bu “büyü” uygulamaları temeline dayanan karmaşık bir ilaç ve tedavi sistemi de vardı. Ancak, özellikle sonraki dönemlerde daha bilimsel bir ilaç anlayışı doğrultusunda birtakım girişimlerde bulunuldu. Öte yandan, şifalı otlar ve minerallerle iyileştirme konusunda da hayli bilgi sahibiydiler. Ülkede yetki açısından kraldan sonra ruhban sınıfı gelirdi.

Edebiyat: Genelinde tarihsel ya da yarı tarihsel yazıtlardan oluşan Babil Edebiyatı çiviyazısıyla yazılırdı. Sümerceden çevrilmiş ilahiler, mitler, vb. Bunlar Gılgamış Destanı ve Yaratılış Destanı gibi Sümer kökenli öyküler içeren ya da onlara katkıda bulunan Babilce metinlerle kehanetler, ayinler, büyük çeşitlemelerinin tam bir cin kovalama ve büyü törenleri edebiyatına dönüştürdüğü derlemelerdi.

Sanat: Babil mimarlığı, Asurluların taş kullanımı dışında Mezopotamya’ nın geriye kalanından köklü bir ayrım göstermezdi. Ancak, saraylar ve ziguratlar gibi önemli yapılarda görüldüğü gibi anıtsal biçime belirli bir tutku vardı. Ziguratlar tepelerde tuğla döşenmiş tapınaklarıyla, yukarı doğru giderek daralan tuğla işi basamaklı piramitlere benzerlerdi. Babilliler, en gözde renkler mavi ve sarı olmak üzere sırlı tuğla işi kabartma heykelleri çok kullanmışlardır. Çeşitli zamanlarda yapılan kazılardan sonra Alman Robert Koldewey 1899-1917 arasında kesintisiz olarak Babil Kenti’ni kazdı. Bu kazılar sonucunda, Babilce çivi yazılı metinler, kabartmalar, heykeller, silindir mühürler, keramikler ve çeşitli eşyalar açığa çıkarıldı. Daha sonra yapılan kazılarda, ünlü İştar Kapısı ve saray kompleksinin kalıntıları bulundu.


BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
"İnşallah"derse Yakaran..."İnşa" eder YARADAN.
Baturalp - avatarı
Baturalp
Ziyaretçi
4 Aralık 2016       Mesaj #10
Baturalp - avatarı
Ziyaretçi

BABİL İMPARATORLUĞU İLK DEVLETLER ve İLK VE SON BABİL DEVLETİ


Eski Orta Doğu Mezopotamya imparatorluğu olup MÖ. 4000 ilâ 500 yıllarına kadar sürmüş olan, merkezi bugün kü Irak’ın Bağdat şehrinin güneyine düşen bir yerde kurulmuş muhteşem ve efsanevî bir Krallığın adıdır. Kurul duğu devirlerde bu krallık iki kısımdan ibaretti: Kuzey memleketlerine AKKAT ve Güney memleketlerine Sümer adı veriliyordu.

Tarih Öncesi Kültürü

Ad:  Babil.İmparatorluğu.JPG
Gösterim: 4200
Boyut:  45.0 KB

Tarih öncesi kültürü itibarıyla ilk kültür ERİDU kültürü olup (MÖ. 4000), sulama ve ziraat ile iştigal eden bu kültür sonraları yerini UBAİD kültürüne (MÖ. 3900-3500) bırakmış olup, Kutsal Kitaplardaki Tufan hadisesi lokal olmakla birlikte bu devire rastlar. UBAİD kültüründen sonra URUK veya ERECH kültürü ortaya çıkmış ve bu devirde mozaik kaplı sütunlu mabetler ve bilhassa ZİGGURAT denilen tipik Sümer mabetleri inşa edilmiştir. Yine bu devirde çivi yazısı icat edilmiştir. (MÖ. 3000-2700)

İlk Sülale Devri(MÖ. 2700-2350)


İlk sülâle devrini üç kısma ayırabiliriz:

İlk Devir (Sümer Devri)


Tarihçi ve yazar H. G. Wells'e göre her Sümer sitesi kendine has tanrısı ve rahipleri ile kardeş sitelerden ayrı bir site/devlet görünümündeydi. Baş tanrı olarak ANU veya sonradan MARDUK, doğuş ve yaradılış tanrısı ARURU, Güneş Tanrısı SHAMASH (Arapların ŞEMS), toprak tanrıçası AN, su tanrıçası ENLİL, yeşillik tanrısı TAMMUZ, İSTHAR, ERİDU vs. vs. Zamanla bir site diğerleri üzerinde bir hegemonya tesis etti. İlk Sümer İmparatorluğu ERECH Site/Devletinin genişlemesiyle ortaya çıktı. Meşhur Sümer efsanesi GILGAMESH ilk devirde yazılmıştır.

İkinci Devir


Bu devrede ENSİ isimli efsanevî bir vali Site/Devlet şekline yeni bir yön verdi. Şehirdeki tüm emlâk ve emtiayı tanrıların mülkü ilân ederek kendisini de bu toplanan Tanrı mallarının nazırı, veziri bekçisi ilân ediyor. Tarihte ilk açıkgöz azınlık sınıfı ortaya çıkıyordu.

Üçüncü ve Son Devir


ENSİ’nin bu hareketini model olarak ele alan diğer site/devletlerdeki açıkgözler bu defa bu rahat ve kolay idare işini sülâle, hanedanlık şekline dönüştürerek kendi nesillerini garanti altına almışlardır. Bu açıkgöz sülâleden en meşhuru LAGASH Sülâlesidir. Bu sülâle yedi idareci / yönetici arka arkaya hükümran etmiştir.Ancak zamanla bu istismarcı zümreye karşı baş kaldırmalar başlamış halkta bilinçlenme meydana gelmiştir. İsyanlar sonucu üstün çıkan idareci kendi hükümranlığını ilân etmiş ve Sümer dilinde Büyük Adam manasına gelen LUGAL yani kral adını almıştır. Meselâ, URUK sülâlesinden üçüncü kral LUGALBANDA hem tanrı vasfını haiz ve hem aynı zamanda çoban, meşhur GILGAMESH'in hamisi olan kraldır. Ayrıca en meşhur olan krallardan ANGAL ZAGES OFUMA (MÖ. 2375-2351) oldukça despot bir kişi olup LAGASH şehir / devletini işgal ederek ilk sülâleyi kuranlar arasındadır.

Akkad Sülalesi Devri (MÖ. 2350-2150)


İlk sülâle devrinin sonlarına doğru SÜMER krallığı içine muhtelif Semitik kavimler sızmış ve kendi kültürlerini yayarak KİSH ve MARİ şehirlerini kurmuşlardır. KİSH şehir / devletinin valisi S ARGON1 tarafından kurulan bu despot sülâle zaferlerin getirdiği sıkıntı ve enflâsyon nedenleriyle ancak iki asır sürebilmiş ve sonunda dağlı kavimlerden Barbar GUTİ'ler tarafından ortadan kaldırılmıştır.

Guti Sülalesi Devri (MÖ. 2150-2100)


Bu devir bilhassa kan dökücülüğü ile tarihe geçmiştir, en meşhur kralı GUDEA'dır. Sümer ve Akkad İmparatorluğu bu devrede en geniş siyasi hudutlarına erişmiştir. Ancak her temelsiz ve adaletsiz müesseseler gibi bu krallık da elli yıl içinde çökmüştür.

Üçüncü Ur Sülalesi Devri(MÖ. 2100-1960)


Erek şehrinden bir kumandan son Guti kralını tahtından indirerek bu sülâleyi kurmuş ise de kendisi de UUR MAMMU adlı bir vali tarafından iş başından uzaklaştırılmış ve 3. ERECH/UR Sülâlesi kurulmuştur. (MÖ. 1060)

Isınlarsa Sülalesi Devri (MÖ. 1960-1830)


Yine karışıklıklar yüzünden bir vali ISINLARSA hükümet darbesi yaparak üçüncü UR sülâlesini ortadan kaldırmıştır.

İlk Babil Sülalesi (MÖ. 1830-1530)


Batılı Samit kavimlerden Amoriler durumlarını kuvvetlendirirler ve MARİ şehrini kurarlar bunu yukarıda görmüştük. Tarih bu MARİ şehir/devletinin büyük bir diplomasi üstadı olduğunu kaydeder.
En meşhur kralı HAMMURABİ (MÖ. 1728-1686) zamanında bu şehrin yıldızı parlamaya başlar. Hammurabi, Babil şehrini inşa eder. Babil şehrinde kültürel, teknik, hukuki sahalarda büyük atılımlar, aşamalar görülür.

Kassit Sülalesi Devri (MÖ. 1530-1150)


HAMMURABİ'nin haleflerinden SAMSUİLUNA (MÖ.1685-1648) döneminde durum karışır. Bazı batılı kavimler bilhassa KASSİTler baş kaldırır ve MÖ. 1531'de Babil'i işgal ve talan ederler ve yerleşip hanedan kurarlar ise de bu arada HİTİT kralı MÜRSİL 'in akınlarına maruz kalırlar, bu sefer Hititler Babil'i işgal edip talan eder ve çekip giderler. Durum son derece vahim bir haldedir.

İkinci Isın Sülalesi Devri (M..Ö. 1150 - 1050)


Son Kassit Kralı TİKULTİ - NİNURA bir suikast neticesinde hayatını kaybeder, ortaya çıkan karışıklık üzerine General NEBUCHADNEZZARI (M.Ö. 1128 - 1050) duruma hakim olur. Kassit sülâlesini ortadan kaldırıp kendi sülâlesini kurar.

Asur Hakimiyeti (M.Ö. 1050 - 626)


Asur Kralı ASHUR NASIRPAL11 (M.Ö. 884 -859) Babil ile çatışmaya başlar. Asur Devleti daha sonraları bir fırsatını bularak Babil Kralı MARDUK'u Asur Kralı SHALMANAZER - 3 (M.Ö. 959 - 824) zamanında Asur boyunduruğu altına sokar ve vassal devlet haline getirir. Asur devleti M.Ö. (782-746) yılları arasında en zayıf devrini yaşamıştır. Bu arada Babil İmparatorluğu (bir vassal krallık şeklindedir) içindeki KALDE ve AREMEAN devletleri bağımsızlıkları için mücadeleye başlarlar. Ancak bu devrede Asur'un ünlü kralı TİGLATH PİLESER-3 (M.Ö. 745 - 727) büyük bir enerji ile Babil İmparatorluğunda sükûneti sağlamış ve bu yere mahalli valilerden NABONASSAR'ı getirmiştir.

Bu dönemde işler biraz yoluna girer gibi olmuşsa da ölümü üzerine işler bir daha karışınca TİGLAT PİLESER-3 tekrar ordunun başına geçerek Babili zaptetmiş ve tahta kendisi geçmiştir. (M.Ö. 729). TİGLAT bundan böyle rahat etmek için Kaide ve Aremean kavimlerini İmparatorluğun muhtelif yerlerine sürmüş adeta kavimler arasında bir amalgam meydana getirerek tarihte ilk defa "parçala ve idare et" sistemini kurmuştur. TİGLAT öldüğünde Asur Kralı SENNACHERİP (M.Ö. 706 - 681), Babil tahtına yine bir mahalli vali getirmiş ise de çıkan karışıklıklar yüzünden tıpkı TİGLAT gibi yeniden Babile girmiş fakat bu defa şehri Asur krallığına katmış ve kendini aynı zamanda Babil kralı olarak ilân etmiştir. (M.Ö. 698)

SENNACHERİB'in ölümü üzerine halefi ESARHADDON, (M.Ö. 680 - 669) sağlığında imparatorluğu iki oğlu arasında pay etmek ister ve oğlu ASHUR BANİPAL'a (kendisine Grekler SARDANAPALUS) derler. (M.Ö. 669 - 626) ASUR Krallığını ve diğer oğlu SHAMASHSHUM-UKİN'e (M.Ö. 668 -648) Babil krallığını verir. Babalarının ölümünden sonra bir müddet iyi geçinen kardeşler nihayet bozuşurlar ve SHAMASSHUM-UKİN ağabeyi ASHURBANİPAL'a baş kaldırır, ordularını harekete geçirir. Üç sene kadar süren iç harp neticesinde ASHURBANIPAL Babili ele geçirir (kuşatma zaten üç yıl sürmüştür.) (M.Ö. 648) SHAMASSHUMUKİN kendisini öldürür.

Yeni Babil İmparatorluğu (M.Ö. 626 - 539)


ASHURBANİPAL'ın ölümü üzerine (M.Ö. 626) merkezi idare bozulmaya yüz tuttu. Kaide valilerinden NAPOPOLAS-SAR İmparatorluğu ele geçirmek için MED ve İSKİTLER ile anlaştı. M.Ö. 612'de Asur Devletine saldırdı ve NİNOVA'yı ele geçirerek Asur Devletini tarihten sildi.

Asur'un yardımına koşan Mısır ordusu M.Ö. 605'te CARCHE-EEMISH (Karkamış) mevkiinde NABOPOLASSARIN oğlu NEBUCHADNEZZAR-2 tarafından imha edildi. Böylece, Suriye ve Filistin Yeni Babil İmparatorluğuna katılmış oldu. Bilâhare Babil İmparatoru olan NABUCHADNEZZAR-2 zaferlerine devam ederek M.Ö. 597 ve 586 tarihlerinde iki kez Kudüs'ü zapt etmiştir. İsrael oğullarını Kudüs'ten alıp, Babil'e esarete götüren bu kişidir.
Yeni Babil İmparatorluğu döneminde Babil en parlak devrini yaşamıştır. Büyük imar hareketlerine başlanmıştır. Uzun süren saltanat, israf, eğlence, zevk ve sefahat ve iğrenç yaşantı sonunda bu son imparatorluk PERS KRALI KURUŞ (CYRUS) tarafından M.Ö. 547 yılında başlayan savaşların neticesinde nihayet düşmüş ve Pers İmparatorluğuna katılmıştır. (M.Ö. 539) Bundan sonra bir Pers Satraplığı şeklinde idare edilen Babil, sonradan sırasıyla Büyük İskender, Selekitler, Partlar, Arablar, Türklerin eline geçti. Son olarak 1918 tarihinden sonra Irak devleti hudutları içinde kaldı.

Babil Kulesi

Ad:  babil_kulesi.JPG
Gösterim: 3084
Boyut:  48.8 KB

Babil Kulesi adına ilk kez Kutsal Kitaplarda Tevrat'ın tekvin kısmının ll inci bölümünde rastlarız.
"Ve bütün dünyanın dili bir ve sözü birdi. Ve vaki oldu ki, Doğuya göçtükleri zaman Şinar Diyarında (SÜMER) bir ova buldular. Ve birbirlerine dediler: Gelin, kerpic yapalım ve onları iyice pişirelim ve onların taş yerine kerpicleri ve harç yerine ziftleri vardı. Ve dediler: Bütün yeryüzü üzerine dağıtmayalım diye gelin kendimize bir şehir ve başı göklere erişecek bir kule inşa edelim ve kendimize nam yapalım."

Tarihte kaydı geçmemekle birlikte ancak halk efsanelerinde nesilden nesile aktarılana göre Babil Şehri meşhur avcı NİMROT'un "NEMRUT" Krallığını kurmuş olduğu bir yerdir. Müslüman geleneklerine göre Peygamber İbrahim ile uğraşan ve onu ateşe fırlatıp öldürmek isteyen hain ve müstebit kral budur. Kutsal Kitabın 11inci ve sonraki fasıllarında anlatılmış olduğu üzere Babil adı dillerdeki karışıklığın simgesidir.

Kutsal Kitaba göre Kule tuğla ve katran (Bitüm) dan yapıldı. Babil kelimesinin İbrani'ce kökü BALAL olup karışıklık demektir. Eski AKKAT diline göre ise BABEL, BABİLİ, Tanrı Kapısı, Tanrı Şehri demektir. Anlatıldığına göre bu Kule eski Şhinar (Sümer) diyarında kavimlerin bir araya gelerek inşa ettikleri ve insanoğlunun tanrıları bulmak için gök yüzüne çıkmak iddiası içinde bir nevi merdiven, sütun inşası amacını taşır. Kutsal kitaba göre bu küstahlığa kızan Tanrı, birlik halinde olan, tek dili konuşan ve aralarında anlaşan bu meraklı kullarının dil birliğini bozmuş,aralarına nifak ve bölücülüğü sokmuştur.

Kutsal Kitaptaki bu kulenin aslında bir Sümer ZİGGURAT'ı olduğu genel olarak kabul edilmiştir. Arkeolog/ Sümerolog Benjamen de Tudala bu kulenin bugün Irak'ta bulunan BORSİPPA şehri (şimdiki adı HİLLAL) yakınında bulunan BİRS NİMROT harabelerinin kendisi olduğunu söyler. Diğer bir bilgin Niccolo de Conti bu kulenin Bağdat yakınında AQUARQUF denilen bir yerde bulunan dev bir Ziggurat'ın kendisi olduğunu iddia eder. İngilizce'de BABEL ve BABBLE tabirleri phonetic yönden aşağı yukarı aynıdır, hem Babil Şehrini, Babil Kulesini, Yüksek Vina, Ana baba günü mânâsına karışıklık günü, kargaşalık mânâsına gelebileceği gibi ikinci bir mânâ da zevzeklik, boş lâf, gevezelik demektir.

Babil Esareti


Tarih kitaplarında meşhur Babil Esareti denilen olaya gelince. Bu olay genel olarak bilindiği gibi tek bir defaya mahsus bir sürgün olayı gibi gözükür. Aslında İsrail Oğulları bir çok kereler yapmış oldukları savaşların neticesinde yerlerinden yurtlarından olmuşlardır.

Birinci Olay


Kuzey İsrael Devleti Kralı ACHAZ kendi krallığı içinde Semitik kavimler tarafından başlatılan bir isyanı bastırmak için Asur Kralı TİGLAT PİLESER-3 ü yardıma çağırdı. İsyan İsrael kısmındaki Samariye krallığına Suriye kralının bir yakını olan RESON'un getirilmesini bahane eden İsrael ve Aramaen kavimlerinin protestoları üzerine başlamıştı. ACHAZ, TİGLAT PLESER-3 e rüşvet olarak ayrıca sarayında bulunan bir çok tarihi kıymetli eşyayı da hediye etti. TİGLAT'ın kumandanları isyanı bastırdılar, ancak Kuzey İsrael Devleti de ister istemez Asur Kralının himayesini mecburen kabullenmiş oldu. Samariye devletindeki ileri gelen aileler ve sanat ve zanaat erbabı, cengâverler M.Ö. 734'te TİGLAT tarafından bir tedbir olarak Suriye yakınlarında bulunan HAMAT, HERMON ve SIPRAİM diyarına sürgün edildiler. Daha önce de yukarıda bahsetmiş olduğum parçala ve yönet politikası gereğince.

İkinci Olay


TİGLAT PİLESER-3 M.Ö. 727'de öldü. Kuzey İsrael Krallığının başında bulunan OSEE, ASUR Devletinin bu iç karışıklığından istifade etmek istedi. Mısır Firavunu SABE ile gizlice anlaştı ve elinden çıkmış olan yerleri geri almak için harekete geçti. Ancak uzun süren savaşlar sonunda TÎGLAT'ın oğlu SARGON-2'ye yenildi (M.Ö. 722) kadın, çocuklar dahil olmak üzere 20,000 kadar Samariyeli İsraelli Asurun genel politikasına göre HARRAN, HABDUR ve GAZZE diyarlarına sürüldüler. Arkeolog SİNAİSCHİFFER'e göre bu yerlerde yapılan kazılarda günlük ticari yaşantıya ait kil tabletler bulunmuştur. M.Ö. 692 ile 612 yıllarına ait olan bu tabletlerde NEDABYAHU, EÜYAHOU, NERİYAHOU gibi Yahvist menşeli isimler yanında SAUL, HANINA, ABİDANHU, AHİRAM, NABOT, PEKAH, USİ, OSEE, MENAHEM, AMRAM, AHİRAM, ABİRAM gibi İbrani köklü isimlere rastlanmıştır. Bu kişiler o devirlerde kâtip, tacir, vekili harç, kuyumcu, sarraf vs. gibi gözde mesleklerin başındaymışlar.

Üçüncü Olay


Güney İsrael Devleti veya JUDA KRALLIĞI Kralı ACHAZ M.Ö.720 de öldü. Yerine oğlu EZECHİAS geçti ve babasının izlediği uzlaştırıcı ve sulhçu politikanın aksine hareketle ASUR boyunduruğundan kurtulmak istedi. (Hatırlanacağı üzere JUDA Krallığı M.Ö. 734 ilâ 609'a kadar süren bir yasal devlet halinde idi.) Asur Kralı SARGON-2'nin o tarihlerde en çekindiği rakibi Kaide Prensi MERODAK BALADAN idi. Bu prens ASUR devletine karşı bir isyan tertipledi, buna Elam Kralı HAMAD ve Firavun SEBE de gönülden katıldılar. JUDA Kralı EZECHİAS da verilmiş olan sadakat yeminini bozarak bu koalisyona katıldı. SARGON teker teker isyanı bastırırken öldü yerine SENNACHERİB geçti ve isyanı bastırarak Kudüs önlerine geldi ve şehri kuşattı. Ancak ya veba hastalığı veya tarihçi Herodot'un dediğine bakılırsa fare sürülerinin Asur ordusunun ok yaylarının kirişlerini kemirmeleri üzerine ve bu arada yeni bir Mısır ordusunun güneyden kuşatma hareketinin başlaması haberinin gelmesiyle kuşatma kaldırıldı.

JUDA Kralı EZECHİAS'ın bunu Yahvenin bir yardımı olduğu düşüncesi, inancı ve sevinci çok sürmedi, SENNACHERİBİN oğlu NABUCHADNEZZAR-2 güneyden gelen Mısır ordusunu Karkamış (Kadeş)'te imha etti ve yeniden Kudüs önlerine geldiğinde JUDA Krallığı tahtında üç aylık Kral YEHOYAKİN'i buldu. Kendisi dahil, anası, karıları, çoluk çocuğu, ileri gelen asker ve mülkî erkânı, ustalar, silâhçılar ile seçkin sınıf ile birlikte Babil'e götürüldü. Bu tedbirin şimdilik yeterli olduğuna kanaat getiren NEBUKO, JUDA Krallığının başına YEHO-YAKİN'in ihtiyar amcası ZEDEKİAS'ı getirdi.

İradesi zayıf bir kişi olan bu kişi önceleri NABUKOYA sadakat vaat etmekle birlikte, Elam Krallığının yeniden Babil'e karşı ayaklanması üzerine ve başta rahiplerin teşviki ile EDOM, MOAB, AMMON, TİR ve SİDON Kralları ile birlikte yeni bir iç savaşa katıldı.

NABUKO idaresindeki ordu bu defa kararlı olarak Ocak 587'de Kudüs'ü kuşattı ve M.Ö. Temmuz 586 'da Kudüs'e girdi. Başta din adamları olmak üzere 80 kişi kadar idam edildi. ZEDEKİAS kör edilmeden önce bütün oğulları gözlerinin önünde boğazlandı, kendisi de zincire vurularak Babil'e götürüldü. Juda Krallığı işgal edildi, surları, Süleyman Mabedi, kaleleri yakılıp yıkıldı ve bir siyasî cemaat olarak tarihten silindi. Bundan böyle gerek Kuzey ve gerek Güney İsrael devletleri tarihe karışmış oldu, sadece bir cemaat, Sinagog / Klise şeklinde kaldılar.

Babil Esareti ve Önemli Sonucu


Aslında uzun ve ayrı bir çalışmaya konu teşkil edebilecek olan bu bölümü kısaca özetlemek gerekirse şunlar söylenebilir: Babil esareti ile onu takip eden olaylar insanlık tarihinde büyük fikri aşamalara sebebiyet vermiştir. Tarihçi Wells biraz aşırıya kaçarak "Babil esaretinden evvel Yahudiler pek o kadar kültürlü ve bir kavim olarak hukuki bir beraberlik içinde değildi, pek azı okur yazardı, ilk tarihleri hakkında dokümanter kaynakları yoktu, ilk kutsal kitaptan bahis Kıral Josias'tan başlar. Babil esareti onları hem eğitti ve hem birleştirdi" der. İddia biraz katı olmakla birlikte hakikat payı da vardır, gerçekten Babil esaretinden önce Tevrat sadece Musa'nın Beş Kitabından ibaret idi (PENTATEUCH) (TEKVİN/GENESİS), ÇIKIŞ/EXODUS), LEVİLİLER/LEVİTİCUS), SAYILAR/NOMBRES), (TESNİYE/DEUTEURENOME). Tarihler (Chronicles), Mezmurlar (Psalms), Süleyman'ın Meselleri (Proverbes) ve diğer yazılar Babil esaretinden sonra kaleme alınmıştır. İŞAYA, YERAMİAH, HEZAKİEM, DANİEL, HOŞEA, YOEL, AMOS, OBEDYA, MİKA, NAHUM, HABAKKUK, HAGGAİ, ZEKARYA, EYÜB, ESTHER EZRA vs. gibi.

Saymış olduğumuz bu kişilerin bazısı meselâ JEREMİAH, İŞAYA, HAGGAİ, DANİEL, EZRA ve MİKAH gibilerine Büyük Peygamberler / Nebiler, MALAKİ, AMOS, HOŞEA, NAHUM gibilerine Küçük Nebiler denmiştir. Daha doğrusu Eski Ahit kitabında 12 Büyük Peygamberler arasına giren ve girmeyen meselesi vardır. Bu büyük filozoflar her zaman Tanrının birer direkt habercisi olduklarını iddia ederler, kitleler karşısında söze başlarken alışılagelmişin dışında hiçbir takdime ve merasime yer vermeden "Şimdi bana Rabbin sözü vaki oldu" diye başlarlardı. Yani Tanrı ile doğrudan doğruya temas halinde olduklarını ima ederken dış kült ve ritüellerin lüzumsuzluğuna işaret ederlerdi. Bu kişiler siyasi ve sosyal reform taraftarı idiler bu sebeple bir çoğu ya idam edilmiş ya da sürgünlerde sefalet içinde ölmüştür. Müşterek konuları tek bir tanrı emri altında bütün insanlığın bir araya gelmesi" hümanizma ideali" dir. Bu büyük filozoflar insanın öncelikle insan olmak sebebiyle bir moral değer ve haysiyeti olduğunu savunmuşlardır, feyişler, batıni ve karanlık fikirlerden arınmak bu büyük adamların başlıca hedeflerindendir. Meselâ Zekeriya Peygamber İnsanoğlunu kurtaracak bir Savioo / Sauveur / Soter / Kurtarıcı fikrini ortaya atmıştır. Bu fikir önceleri Kuruş, sonra Zerubabbel, sonra Simon Bar Kobba, ve Hz. İsaya kadar gelir ve sonsuza doğru gider. Peygamber EZEKİEL insanın adil olduğu nispette ikinci bir ruhsal hayata hak kazanacağına işaret eder.

MALAKİ, Tanrı ağzından şu ahlâk kaidelerini hatırlatır:
“Çalınmış olanı, topalı ve hasta olanı takdime için getiriyorsunuz ve sürüde erkek hayvanı varken adak adayıp Rabbe kusurlu olanı kurban edene lanet olsun...diyor ve sizleri düşman kılıcına vereceğim..” gibi.

Bu peygamberler tanrının birer habercisi olduklarını söylerlerken milli Tanrı fikrinden uzaklaşmışlardır. Çünkü işgal edilip Süleyman Mabedi arkada bırakılıp Babil’de esaret hayatına başlanınca halk periyodik mabet ziyaretlerini yapamaz oldu, daha doğrusu Süleyman Mabedinde ibadet etmek imkânsız hale gelince bu duruma bir çare bulmak gerekti. Peygamberler ve bilhassa NEMENİAH Babil’lilere yazdığı mektuplarla Tanrının ritüel ve mabet ayinleriyle ilgisinin şart olmadığını bunun insanın kendi içinde teşekkül edebileceğine dair sayısız telkinlerde bulundular. Mabetlerinden ayrı düşmüş olan İsrail çocuklarının Mâbed’de kurban ve takdime vermeden de Tanrının lütfuna mazhar olabilecekleri ve gelecekte Tanrı Jahvenin İsrail Kavmi ile yeni bir ahite girişeceği ve bu günlerin çok yakın olduğu fikrini git gide yaydılar. Yukarıda söylediğim Kurtarıcı / Soter / Mesih fikrinin doğması bu devirlerde yavaş yavaş şekillenmeye başlar. Böylece bu büyük nebilerin tesiriyle insanlık tarihinde çok ilginç bir yer tutan PROFETİZM (PEYGAMBERLİK) müessesesi çok köklü bir değişikliğe uğramaktadır. Bundan böyle Nebilik Hz. DANİEL örneği bir falcılık, rüya tabirciliği, remilcilik, ekmek parası kazandıran bir uğraş olmaktan çıkıp, yalın bir felsefî ekol şekline dönüşmektedir. Bir gün AMOS'a bir fal bakmasını söylediklerinde verdiği cevap şu olur "Ben ne peygamber ne de peygamber oğluyum". Bu cevabıyla günlük yaşam derdinden uzak olarak sadece tanrısal düşüncelerle ilgili bir kişi olduğunu ima etmektedir.

Bu yeni Nebi sınıfı, düşünce ve fikirlerini semboller, alegoriler, paraboller ile izah etmişlerdir. RENAN dahil bir çok yazarlarca bir extaz, psikopatolojik bir hal olarak izah edilmek istenen bu garipsi haller, aslında bu kişilerin cahil kitlelere, sansür ve terör rejimleri zamanında en etkin şekilde hitap edebilme imkânlarını gösterir. Meselâ Nebi NEHEMİAH bir gün halk içinde dolaşırken Babil için bir beddua yazıp Fırat nehrine atar. Bunun sembolik mânâsı Babil’in yakında batacağına işarettir. İŞAYA Peygamber, sokaklarda tamamen çıplak dolaşır. Bunun mânâsı İsrael devleti eğer Mısır ve Amori Devletleri ile ASUR Devletine karşı geldiği takdirde kendisine benzeyeceğini imadır. Unutmadan ilâve edelim bütün nebilerin benzer vasıfları sulh taraftarı olmalarıdır. Bu yüzden vatan hainliği ile suçlanmışlardır.

Bu peygamberler, yaşadıkları dönemde BABİL Devletinin veya yerine göre ASUR Devletinin kendi küçük Krallıklarını eninde sonunda yok edeceklerini çok iyi biliyorlar ve bunun İsrael Tanrısı YAHVE'nin arzusu ile olacağını bildiriyorlardı. Zamanına göre bir vatan hainliği sayılabilecek bu denli pervasızca fikir yürütme aynı zamanda Milli Din inanışlarına da ters düşmekteydi. JAHVE gibi İsrael oğullarının milli tanrısı onu yücelteceği yerde düşmanları ile bir olup onu yok etmek istesin, bu o zamanlar için akıl almaz bir durumdu.

İbrahim ve Musa Peygamberler zamanından kalma bir ahit ile var olan statükoya ters düşen bu duruma yeni Peygamber nesli şöyle bir izah tarzı bulmuşlardır : Tanrı Yahve sadece İsraelin Tanrısı değil, evrenlerin ve bütün insanlığın tek Tanrısıdır, bütün kavimlerin hükümdarı, hakimi ve mutlak yargılayıcısıdır. NEHEMİAH şöyle der (13/23):
"Ve eğer yüreğinde niçin bunlar başıma geldi dersen fesadının çokluğundan, eteklerinin açılmasındandır."
İŞAYA (45/22) Evrensel bir Tanrı için şöyle der:
"Ey dünya kavimleri, hepiniz bana yönelin de kurtulun. Çünkü Rab benim ve benden başkası yoktur."
AMOS (9/7):
"İsraeli Mısır diyarından, kurtardığım gibi Filistinlileri Keftordan, Suriyelileri Kırdan ben çıkarmadım mı?"
Babil Kulesinin mimarı ve akıbeti konumuz dışıdır. (Mimar Peleğ olup Nuh Peygamberin Shem kolundan gelen 5inci oğludur). İbrahim Peygamberin de atasıdır.

Kutsal Kitaptaki söz konusu Babil Kulesi olayını salt bir efsane saymak safdillik olur. Bizlere bir işaret verilmiş bir şeyler ima edilmiştir. GİLGAMESH efsanesinde lokal dahi olsa bir Tufan hadisesinin mevcudiyetini biliyoruz. Ayrıca Tekvin X 1.1.deki "Ve bütün dünyanın dili ve sözü birdi" cümlesi biraz şairane gibi görünür. Zira o tarihlerde Sümer, Kaide, Elam, Akkat, Mısır Kavimlerinin kendilerine has yazı ve dilleri zaten mevcut idi. Babil Kulesine dair olay URARTU, HİTİT VE NİNOVA Tabletlerinde yoktur. Olay tamamıyla İbranî kaynaklıdır. Bitüm yani katran ile harç kullanılarak tuğla ile yapılan inşaat tarzı oldukça yeni devirlere rastlar. John T. LAWRENCE, ahlâki bir hikâyeyi yansıtan bu İbranî menşeli olay ile eski Yunan / Minos Medeniyeti Mitolojideki Devlerle Olimpus Tanrılarının mücadelesi efsanesi ile bir paralellik görür. Mitolojideki Devlerin, Olimpus Dağındaki Tanrılarla boy ölçüşmeye kalkmaları gibi, Tevrattaki, insanoğlunun kibir ve küstahlığı neticesinde perişanlığa uğramış ve yıkılmıştır.

SEMBOLİK İZAH


İddialı insanoğlu, toprağa bağlı olduğu oranda faniliği hiçbir zaman yenemeyecek, ölümsüzlüğe kavuşamayacaktır (GİLGAMESCH). Aksi takdirde ilâhi adalet bozulacak ve karışıklıklar doğacaktır. Kutsal Kitabedeki olay tarihi ve sosyolojik gelişmenin, büyük imparatorlukların, büyük beldelerin, büyük dinlerin tedrici genişlemelerini anlatır.

Babil Kulesi efsanesinde, rasist ve şoven iddia ve cereyanların toplumu ne denli dağıttığını ve tahrip ettiğini ima eder. Bir sınıf veya zümrenin dayandığı kolektif, oligarşik baskı ve zulüm, sonunda kitleler arasında dağılmalara, bölünmelere yol açar.

Kutsal Kitaplardaki Tanrının (Yahve) yer yüzüne inip duruma göz atması ve sonra insanların dilini karıştırıp onları kargaşalığa sürüklemesi, sembolik olarak insan oğlunun, totaliter baskıya karşı uyanan adalet ve karşı koyma hissinin doğmasından, hür fikir ve düşüncelerin filizlenmesinden başka bir şey değildir.

Hazırlayan Bülent ISKIR 28.12.2001
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Baturalp; 4 Aralık 2016 20:58

Benzer Konular

29 Aralık 2016 / Misafir Tarih
9 Mayıs 2011 / ThinkerBeLL Taslak Konular
7 Mart 2016 / KisukE UraharA Cevaplanmış
6 Ekim 2008 / Bia Mitoloji