Arama

Hikayeler ve Öyküler -2- - Sayfa 142

Güncelleme: 17 Şubat 2016 Gösterim: 590.409 Cevap: 1.812
nünü - avatarı
nünü
Ziyaretçi
13 Kasım 2007       Mesaj #1411
nünü - avatarı
Ziyaretçi
Yasadiklarimizi bi film seridi gibi gözlerimin önünden gecirdim.
Ne güzel günler gecirmisiz biz seninle
Sponsorlu Bağlantılar
Aci günlerimiz de olmus elbette ama
Gözlerimizden fazla yas akmamis o zamanlar
Keske simdi de ayni seyleri söyliyebilsem sana...
Senden ayrildigim gün dogmaz oldu günes günüme..
Sordum kendime, onsuz bi hayatta mutlu olabilecek ve yasiyabilecekmisin??
Sonra birden beni öptügün o yagmurlu gece geldi aklima...
Masum masum öpücükler, o simsicak bakismalar, sonra ellerin tutusmasi...
Hersey nasil da cabuk gelip gecti bak !
Seninle ilgili olan herseyi mih gibi aklima cakmisim
Simdi de unutamiyorum hic biseyi...
Hani günes dogmak icin bekler ya gündüzü..
Hani bi mahkum o dört duvar arasindan bekler ya kurtulmayi..
Hani bi gül yapraklarini acmak icin bekler ya ilk bahari..
iste bende seni öyle beklemistim biliyormusun??
Ama bu beklenti bana acidan baska bisey vermedi ki...
Her gece senin icin yanmis,senin icin aglamistim!
Cünkü sonucta sana kavusmak vardi..
Ve ne olursa olsun herseyi ezip gecebilirdi benim sevdam..
Ucunda ölüm bile olsa yine vazgecmezdi inan...
Ben seni sadece bu dünyalik sevmedim
Ben seni sonsuz ve hatta ölümsüz sevdim.
Gel gör ki hislerimi anlatip tercüme edemedim sana...
Neden bu kadar zorlandim inan ben kendimde bilmiyorum !
O kadar aci dolu ve hüzünlü geceler gecirdim ki
Simdi bedenim sanki bi ölü gibi yasamakta...
Yoruldum, gücüm hic biseye yetmiyor artik..

Cünkü ben bütün gücümü hasretine yenik düsmemek icin harcamistim!!!
Simdi nasil hersey bosuna olur??
Senin yoklugundan öldügüm o günleri geri getir desem getirebilecekmisin??

Senin icin canima kiymayi düsündügüm o günlerin hepsi bosmuydu sence??
İcimde büyük bi yangin var, gel onu söndür desem söndürebilecekmisin gülüm?? Yaniyorum,inan ki alev alev yaniyorum...
Bu alev, bu yangin da acilardan olusuyor,dertlerden olusuyor!!
Kimseye yanmadim,
Kimseye bakmadim,
Kimseye konusmadim,
Kimseyi sevip ümit vermedim askimdan...
Bunlarin hepsi senin icindi be gülüm..
Ama bakiyorum da sen bu ask icin hic varolmamissin ki !
Suan kendim icin degil senin icin üzülmekteyim
Kiymet bilmedigin icin!
Kiymetimi bilmen icin illa ki gitmem mi gerekiyordu??
Ask senin bildigin masallardan degildir, anlaman gerekiyor...

H€L€N - avatarı
H€L€N
Ziyaretçi
13 Kasım 2007       Mesaj #1412
H€L€N - avatarı
Ziyaretçi
Sevmeyi Ögrenelim
Hayati guzel ve cekici kilan korkunun oldugunu ,hayati degereli ve ozel kilanin ise ölum oldugunu bana bir kez daha hatirlatan ak sakalli ,kafasinda kulahi,uzun ceketiyle ve her seyde gecmisten bir parca tanidik bir parca kendisinden ariyan yasli bir amcayla tanistim gecenlerde ,
Sponsorlu Bağlantılar

Onu hep carsida kahvede yada ara sokaklarda aniden karsimda gorunce,bazen bu sehrin sahibi oldugunu gulerekte olsa dusunurdum.
Meragima yenilip mutlaka bu yasli dedeyle konusma firsati kollarken bir tas kahveile masasina gidip kahve ikram edip masasinda oturmak icin musade aldim.
Tabiki bir gencin bu sekilde kendisine yakinlasmasi ilgilenmesi o yasli yuzunde ki derin cizgileri nasirlasmis goz bebeklerinde kucuk sevinc damlaciklari olustugunu gordgumde benide mutlu etti.
Bahsettigim yasli dede aslinda turkler arasinda en eski ve en yanliz olan ali dede yani ali cakir idi.
Kendisi 1933 dogumlu ve 1962 den beride hollandaya gelenlerden ilk turklerden biri,
Ve hatta brabant bolgesinin onun degimiyle ilk turk insani .
Sohbetimizin arasinda bazen kolay olarak dusunup gececegim cumleler olsada ,dusunuldugu zaman hicte basit olmuyan bir omurun kisatilmis anilarla hafizadan nasil silindigine sahit olmaksa bir baska ic buruklugu yasatti bende,
Dede zamanin nasil geciyor memnunmusun hayatindan? Diye sordugumda ilginc bir cevap almistim ali dededen.
“bak ogul dedi ben brabant bolgesine ilk gelen turk yabancidim yanlizdim sonra burasi doldu simdi 3 yada 4 bin turk yasiyor ve aradan 45 yil gecti yine yanlizim “ dediginde koltuguna yaslandi usulca bir ah cekerek arkadaslarinin zaman icinde tek tek nasil olup gittigini ve eskilerin arasinda yanliz nasil kaldigini anlatti uzunca,
bir yil calisma icin geldigi yerde bir omuru nasil tukttigini anlatiyordu ,
27 yil bir is yerinde calisip emekli olmus ali dede .
ilk is tecrubesi belcikada bir maden ocaginda olmus ama orda is kazasinda arkadasinin olumune sahit oldugundan o is yerinde fazla calisamadan illegal hollandaya gelmis ,
zamaninda, dedenin soylemiyle fakir ve cok geri hollandadadki isci eksikliginden dolayi oturumu calisma suresini bir gunde hic elini oynatmadana is yeri sayesinde aldigini anlatiyordu.

103 guldene bir hafta calisiyormus.
Ali dede yasadiklarini anlatirken heycenlaniyor bazen bir cocuk gibi gulumsemelere kapilirken bazende zor gunlerin nasil asildigini yuzundeki o kati sonuk mimikleri ogle belirgin oluyorduki bir insanin uzakta yaslanmasina vatanindan uzaklarda yaslanmasina birazda olsa icim burkuluyordu dogrusu.
Hollandadan memnun. geldiginede ,burda bu kadar yasadigina ragmen hic pisman olmuyan yasli dede benim ikinci yurdum hollnda diye biliyor. .
Ama bu soruyu burda dogmus cogu yabanci genclere sordugumda nedense cok sert ve net hollnadayi ret edebiliyorlardi .
Gencler arasindaki bu kutuplasmanin mutlaka kultur ve uyum sorunundan kaynaklandigini biliyoruz ama ali dede ben bu uyum ve kultur sorununu 45 yil once astim diyerek aslinda olayin cok basit oldugunu .kendisine gore sorunu cozmustu.
Cunku ali dede nin en guzel yontemi belkide en dogru olanidi .cunku o yasadigi yeri seviyordu .
Evet sevgi belkide cogumuzda eksik olan bu ¡
Uysmamadaki ,integredeki kulturel uzlasmadaki inanctaki idolojideki en buyuk engel buydu ,,sevgi ..
Yasadigi yeri sevmek yasadigi ulkenin insanini sevmek .
havayi sagugu aciyi guzeli ve emegi sevmek yani hayati sevmek.
Hepimizdeki bu sevgi eksikligi bizi kavgaya kirginliga kutuplasmaya kamplasmaya bazende icimizden bazilarini olume goturdu ,
Ama her dilde sevgi ayni heyecan degilmidir .
Sevgi her dilde ve dinde ayni cosku mutluluk degilmidir?
oturup geri yaslaninldiginda dedenin soyledigi gibi seveceksin yontemiyle olaylari cozmenin mumkun oldugunu gorebiliyorum .
Belkide cok humanist bir yaklasim ama zaten amac mutluluksa toplumda,sevmek icin gec kalmadik demektir,.....
Sevmeyi ogrenelim


H€L€N - avatarı
H€L€N
Ziyaretçi
13 Kasım 2007       Mesaj #1413
H€L€N - avatarı
Ziyaretçi
Birak Sevgi Seni buLsun

Iyi kalpli, yalniz bir adam, bir gün bir koza bulur. Kozanin icinde kücük
bir tirtil vardir. Adam çok sever bu tirtili, onunla tüm yalnizligini, tüm
sevgisini paylasir.

Gel zaman git zaman tirtil büyür, güzel bir kelebek olur. Adam, kelebegine
hayran... birakamaz bir türlü... Aslinda kelebegin aklinda daglar, kirlar,
çiçekler vardir da; kiyamaz bir türlü adama ve sevgisine, yalniz birakamaz
onu... Üç günlük ömrünü sevildigi ve sevdigi yerde geçirmeye hazirdir...

Ama adam bilir ki; "Sevmek bazen vazgeçmeyi de bilmektir" ... Kelebegine
son kez bakar ve onu saliverir özgürlügüne, kirlarina, çiçeklerine
dogru...

Kelebek mutlu olmasina mutlu olur ama hiç bir meltem, hiç bir çiçek
yapragi adamin avucunun sicakligini andirmaz... Aklinda adam, o çiçek
senin bu çiçek benim dolasir saatlerce... Adam bir kelebege sevdali, bakip
durur bosluguna. Kelebekse hala konacak sicak bir avuç aramakta...

Böylece kelebek sunu anlar: BAZEN AIT OLDUGUMUZ YER ORASIDIR; SICAK BIR
AVUCTUR BILIRIZ AMA O YERIN BIZE AIT OLMA IHTIMALI BIR HIÇTIR ...
Böylece adam sunu anlar: HIÇ BIR SEVDAYI YALNIZCA SEVGIYLE YASATAMAZSINIZ
...

O günden sonra kelebek, adama duydugu özlemi gömecek bir dag aramaya
baslar, ama gücü tükenene dek arayis da bulamayinca anlar ki; HIÇ BIR DAG
BIR ÖZLEMI GÖMEBILECEGINIZ KADAR BÜYÜK DEGILDIR ...

Adamsa sevdasini koyar simsicak avuçlarina; kelebegin yerine...

Sevgili dostum; Herkes bir seyler yasar; iyi ya da kötü, dogru ya da
yanlis... Yasadiklarindan bir çikarim yaparak hayatina bir yol verir; ayni
zamanda düsüncelerine de...

Birak SEVGI seni bulsun...

H€L€N - avatarı
H€L€N
Ziyaretçi
13 Kasım 2007       Mesaj #1414
H€L€N - avatarı
Ziyaretçi
Bilgisayar Başında Saatlerdir bilgisayrin basinda oturuyordu, hala bekledigi mail gelmemisti. Silkindi. Kac saat olmustu bilgisayar basina oturali? Iki saatten fazla olmus, koskaca iki saat. Arkadaslari yemege davet etmisti, Sinan sinemaya, oda arkadaslari iste fal partisine... Hicbirini kabul etmemisti. Simdi bu ucra internet cafede gelecek o maili bekliyordu. Daha ne kadar surecekti? Kim bilir belki bugun hesabina bile girmemisti, girmeyecekti. Girse bile yazacagi daha onemli insalar vardi belki... Belki de onun ona onem verdigi gibi o ona onem vermiyordu? Yok canim! O da en az Sevgi kadar deger veriyordu Sevgi´ye, yazdigi her mesajin karsiligi ertesi gune geliyor, hadi ertesi gun olmadi birkac gun icinde gecikmenin ozrunu de iceren mail hesabinda bekliyordu Sevgi´yi.
Aylar olmustu yazismaya baslayali, bir kez bile aksamamisti mailler. Ta ki bu haftaya kadar. Hafta basindan beri tek bir satir gelmemisti ondan. Tuhaf! Oysa kendisi yazacak bir sey bulamasa ki bu da ayda yilda bir olurdu! Forward edilmis mesajlar gonderirdi, guzel sozler, fikralar ya da ufacik bir e-kart.
Ucuncu gun dayanamamis, onu merak ettigini soyledigi bir mail gondermisti:
-Heeeeeey, oldun mu kaldin mi? Haber verseneeeeeeeeeeee! diye sakalasmisti ustelik.
Ses seda yoktu yine karsi tarafta, besini gun iyiden iyiye meraklanir olmustu hatta bir sapigin onun hesabina girip gelen mesajlari ondan once okuyup sildigini bile dusunmustu. Iyisi mi oturup butun gun bekleyecekti bilgisayar basinda, hem icinde de bir suphe kalmayacakti boylece.
Bugun sekizinci gun de bitmisti. Yine en ufak bir yazi bile gelmemisti. Unuttu beni diye gecirdi icinden.
- Tabii, ne bekliyordun ki! diye kizdi kendi kendine.
Alay etti bir sure bu cocukluguyla. Hic gormedi, sadece yazilariyla, siirleriyle tanidigi biriydi kasidaki ve hep oyle uzakta oyle bilinmez kalacakti. ne bekliyordu ki? Kendisi de bilmiyordu. Hayalinde bu yazilari yazan kisiyi bir turlu canlandiramiyordu. Ne zaman gozlerini kapasa sadece bir cift el goruyordu, klavyenin tuslarina dokunan guzel parmaklar... Bu elin kime ait oldugunu gormeye calisiyor didiniyor ama hayali bir anda dagilan sis gibi yok oluyordu.
Ertesi gun solugu yine bilgisayar basinda aldi. Bekledi, bekledi. Birkac arkadasindan gelen mailleri yanitladi hemencecik. Aslinda boyle beklemek fena da olmuyordu hani. Zaten tatildeydi yapacak baska bir isi yoktu, arkadaslarindan cogu eve donmustu kalanla ise onu cagirsa da o pek istemiyordu. Bu dusuncelere dalmisken yeni bir mesaj geldi/ Hayret adres pek yabanciydi ona. Biraz tereddut etttikten sonra yuregi korku icinde acti.
Mail
-"Merhaba ben Akin´in cok yakin arkadasiyim. Kendisini trafik kazasinda kaybettik, telefon defterinin arasinda sizin mail adresinizi bulduk ve haber vermeyi uygun gorduk. Basimiz sag olsun"
Diyor ve devam ediyordu ama mailin devami onu ilgilendirmiyordu artik. Okuyacagini okumustu zaten. Kacinci olum haberiydi bu, bu kacinci deger verdigi insandi yitirip giden? Bazen butun ugursuzlugun kendinde oldugunu dusunuyordu. Sonra sacma geliyordu dusundukleri, ama ne fark ederdi ki iste cok sevdigi, her gun yazdiklariyla onun gunune renk katan o kisi artik yoktu. Kou bir saka olamaz miydi? Ne yapacakti simdi? Bekledigi mail gelmis miydi? Ne yani kalkip gidecek ve bir daha gelemeyecek miydi? Bir daha o guzel mesajlari goremeyecek bir daha o elleri hayal edememenin uzuntusuyle dogruldu.
"Cebinden size henuz yollamadi, yollamak icin dogum gununuzu bekledigi bir siir bulduk. Tipki sahibine ulasmamis bir mektup gibi duruyordu oracikta. Asagida onun size icin yazdigi son siiri bulacaksiniz."
Var misin?
Biliyorum sasiracaksin,
Son sozler gibi gelecek kulagina,
Yooo yanilmiyorsun, son sozler bunlar
Bu uzaligi kaldirmak icin ortadan sadece bir ufacik bir histik
Sen bana ben sana iki satir laf iki misralik siirdik,
Bur gulucuktuk, bir soru isareti,
Anla artik! sozle var ama satirlar yetersiz,
Dusunceler var ama sayfalar yetersiz,
Anla artik, biliyorum bir sen var bir de ben,
Uzak uak yerlerde ayri ayri sehirlerde
Ama desem ki sana, biz demeye var misin?
Desem ki ne sen olsun ne de ben
Bir biz olalim
Var misin?
Akin Yildiz
Sasirmisti, istemezdi etraftakilerin gozu onunde aglasin. Hic adeti degildi ne de olsa. Oysa Akin hep:
-"Nasil hissediyorsan oyle ol baskalarini bos ver" derdi.
Iste her zamanki gibi yine dinlemisti onun sozunu. Demek o da ayni seyleri hissetmis, o da artik bu uzakligi kaldirmak istemisti. Dogum gunu gecmisti. Hem de yine bilgisayar basinda. Yeni bir yasa daha girmisti iste, yepyeni bir yas, yepyeni umutlar, acilar, mutluluklar. Her yas olgunlastirirmis bira daha insani, belki de en cok bu yasa girdiginde olgunlastigini anlayacakti yillar sonar arkasina donup baktiginda kim bilir.
Akin! Kahretsin, seni simdiden ozledim diyerek hickiriklara gomuldu.
Neden sonra eli yanita gitt. Akina´ a gec kalmis bir yanitti bu.
Sadece tek bir sozcuk yazdi:
VARIM!...
lal_21 - avatarı
lal_21
Ziyaretçi
13 Kasım 2007       Mesaj #1415
lal_21 - avatarı
Ziyaretçi
SARMAŞIK VE GÜNEBAKAN


Bir bahçede yaşayan günebakan,güneşe aşıkmış.Her gün sabahı sabah eder, sevdiğinin yüzünü görmek için büyük özlem duyarmış.Güneş de ona aşıkmış.Ama uzaktan uzağaymış sevgileri,birbirlerine açılamadan,bakışmalarla duygularını ifade ediyorlarmış.Bu bile yetiyormuş onlara.
Güneş her sabah sevdiğini görmek için en mutlu,en parlak,en sıcak ışıklarını saçarmış.Günebakanın da sevgisi o kadar güçlüymüş ki,güneş ne tarafa gitse yüzünü o yöne çevirir,akşam güneş gittiğinde ise,büyük bir kederle başını öne eğer,tekrar sabahın olmasını beklermiş.
Tüm sevda hikayelerinde bir arabozan olur ya?Aynı bahçede yaşayan sarmaşık da günebakana aşık olmuş.İçten içe onu seviyormuş,sevgisi o kadar büyükmüş ki,günebakanın başka bir yere bile bakmasına dayanamıyormuş.onun güneşe olan tutkusu çıldırtıyor, kıskançlıktan çatlıyormuş.Onu kendime nasıl çevirebilirim düşüncesindeymiş.Sonunda onu sürekli kendime çevirebilirsem belki bana aşık olur,benden başkasını gözü görmez,güneşi göremezse onu unutur diyerek, her şeyi göze almış ve günebakanın vücuduna sımsıkı sarılmış.
Günebakan güneşe bakmak için çabaladıkça sarmaşık sımsıkı kollarıyla onu kendine çevirmiş.Zavallı günebakan ne yaparsa yapsın boşunaymış.Sarmaşık onu çok sıkıyormuş, derdini bir türlü anlatamamış,aslında güneşe aşık olduğunu,sarmaşığı sevmediğini söyleyememiş.Güneş de kahroluyormuş,ama o kadar uzaktaymış ki bir türlü sevdiğine yardım edemiyormuş.
Sarmaşık karşılıksız da olsa günebakana yakın olmanın,ona sarılabilmenin mutluluğunu yaşıyormuş.Ama onu ne kadar incittiğinin,ne kadar kederlere ittiğinin,ne kadar zayıflattığının farkında bile değilmiş.”Olsun,zamanla beni sever”diyormuş.Bir sabah güneş doğmuş yine,ama günebakanın başı yere eğikmiş,saatler geçmiş,hala günebakan hareketsiz başı önündeymiş.Sarmaşık güçlü kollarıyla sarsmış onu,ama günebakan hareket etmiyormuş. Günlerdir sarmaşığın sımsıkı sarılı kolları, onu nefessiz bırakmış,bir şey yapamamanın çaresizliği,onun yaşama olan bağlılığını koparmış,hayattan zevk alamaz olmanın haliyle günebakan ölmüş.
Sarmaşık o zaman anlamış yaptığı yanlışlığı,onu çok sıktığını,aslında buna hiç hakkı olmadığını anlamış anlamasına ama iş işten geçmiş.Onu ebediyen kaybetmiş.
Eskiler der ki;
“Her zaman aramızda sarmaşıklar bulunur.Hiç hoşlanmadığımız halde bizi kendilerine zorla bağlamak isterler.Bizim onu istemediğimizi anlamaz ve bizleri sıkarlar. Bazı insanlar onu kırmamak için, onu istemediklerini söyleyemez,ama yaşadığı sıkıntıyı da içine atarlar,zararı kendilerine olur.Bazısı da direkt olarak söyler onu hiç sevmediğini,onun bu sıkma huyundan hoşlanmadığını,bu defa sarmaşık kırılır”
Uzun lafın kısası her zaman güneş,günebakan ve sarmaşığın hikayesi yaşar ve yaşamaya devam eder ,nesilden nesile anlatılır.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
13 Kasım 2007       Mesaj #1416
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Cin Fikirli MahkumAmerika'da, müebbet hapis cezasına çarptırılan bi adam, sabah akşam hapishaneden kaçmanın yollarını düşünüyormuş. Bi gün bahçede volta atarken gardiyanların bi tabutu cenaze arabasına yüklediğini görünce nihayet aylardır aradığı fikri oracıkta bulmuş. Burası büyük bi cezaevi olduğu için her hafta mutlaka 2-3 kişi Tanrı'nın rahmetine kavuşuyormuş. Mahkum, gardiyanlardan birine, cenaze olduğu bi gün tabuta konularak kaçırılması karşılığında epey yüklüce para teklif etmiş. Gardiyan korktuğundan başta biraz mızırdanmış ama sonra paranın cazibesine kapılıp kabul etmiş. Gardiyan adama, gece cenazelerin bekletildiği yerin anahtarından yaptırıp vermiş. İlk cenazede adam tabutun içine girecekmiş. Cenaze defnedildikten sonra da, gece gardiyan gelip adamı mezardan çıkaracakmış.

Plan aynen uygulamaya konmuş. Kaçma ateşiyle yanıp kavrulan mahkum ölüye aldırmadan ***** tepiş tabutun içine girmiş. Sabah da gardiyanlar tabutu cenaze arabasına yüklemişler ve mezarlığa götürüp laf olsun diye yapılan bir dini törenle gömmüşler.

Mahkum tabutun içinde sabırsızlanarak gardiyanın gelip onu çıkarmasını bekliyormuş. Epey vakit geçtiği halde gelen giden olmayınca biraz biraz endişelenmeye başlamış. Bayağı bi zaman geçip de hala gelen olmayınca bizimki hafiften tırsmaya başlamış. "Acaba kendim çıkabilir miyim?" diyerek etrafı araştırmak istemiş. Cebinden zar zor çakmağını çıkarıp yakmış. Tabutun üstünü incelerken gözü bi an yanındaki ölüye takılmış. Ve o an donup kalmış! Yanındaki ceset anlaşmayı yaptığı gardiyanmış!

i.k
H€L€N - avatarı
H€L€N
Ziyaretçi
13 Kasım 2007       Mesaj #1417
H€L€N - avatarı
Ziyaretçi
Bir Ask masali

Binlerce renk renk çiçeğin açtığı, bitkilerin bittiği, sürü sürü kuşların geçtiği, pırıl pırıl suların aktığı, çeşit çeşit hayvanların barındığı bir dağın yamacında güzeller güzeli Dilara adında bir kız yaşarmış.

Dilara her sabah uyandığında dağlara bakıp yüreğini bin çeşit renkle nakış nakış işler, güneşin rengiyle sevgisini, umudun mavisiyle umudunu süsler, çağlayan sulara, esen rüzgarlara türküler söylermiş...

Henüz bakir doğası insanlar tarafından kirletilmemiş, bozulmamış; yalanın, dolanın, kokuşmuşluğun hiç uğramadığı bir yermiş burası...

Dilara her sabah erkenden kalkar çiçeklerle koklaşır, kuşlarla, kelebeklerle konuşur, dağ tepe demeden güneşe gülümseyerek mutlu bir şekilde kuzularının peşinde dolaşır dururmuş... Her seher bereket tohumları ekilirmiş dağların doruklarına, umut umut yeşerip halaya dururmuş çiçekler her bahar...

Bir gün hiç beklemediği bir anda karşısına genç bir adam çıkıvermiş, şiirler okumuş ay ışığında, şarkılar söylemiş, masallar anlatmış Dilara’ya. Sık sık buluşmuşlar... Sevdalanmış sonra Dilara, bırakmış kendini kollarına genç adamın hiç bir kötülük düşünmeden, başlamış rüyalarda, masallarda yaşamaya...

Çiçekleri, kuşları, kelebekleri bırakıp gece gündüz genç adamın hayaliyle yaşamaya başlamış... Sevdası yeryüzüyle, gökyüzünün sevdası kadar büyük; suyla, çiçeğin aşkı kadar da masum ve temizmiş... Sonra sevdasını açmış büyüklerine Dilara, hoş karşılamışlar kızlarının sevdasını, evlenmelerine izin vermişler... Davul zurna eşliğinde üç gün üç gece düğün olmuş, halaylar çekilmiş, inlemiş dağ taş...

Bir sabah uyandığında canından bir parça eksilmiş gibi irkilmiş Dilara, o çok sevdiği adam buralarda sıkıldığını, kendisini unutmasını isteyip bir kağıt parçası bırakarak çıkıp gitmiş... Oysa her sabah uyanır uyanmaz “sen dünyanın en güzel varlığısın, seni ölümüne seviyorum”diye övgüler dizermiş...

Çünkü dünyada ki; tek güzel Dilara değilmiş, her yerde kandırılacak dünya güzeli yüzlerce Dilara bulunurmuş yalancılar, sahtekarlar için...

O gün ilk kez ağlamış Dilara, mavi mavi pınarlar akmış gözlerinden. Ceylan gözleri o gün ilk kez üzgün bakmış dağlara... Aylarca belki döner umuduyla uçan kuştan, esen yelden haber beklemiş, dalgın dalgın bakmış sulara... Ama ne gelen olmuş ne de giden...
Daraldıkça çıkıp bir dağ başına haykırmış içindeki ateşi yankılı kayalara... Bazen sessizce solumuş bir hazan yaprağı gibi, içi kanamış her baktığında dağların doruklarına... Gözpınarlarından akan damlalar bir nehir gibi süzülerek munzur suyunun esrarengizliğine karışmış.... Kanadı kırılmış yavru bir kuş gibi uçmak istemiş masmavi gökyüzüne ama uçamamış...

Yağmurun gözyaşlarına karıştığı bir gece dönmüş yüzünü ve bırakmış kendini kayalardan aşağı ölmek istemiş...

Yalancıların, sahtekarların, acıların var olduğu bir dünyada yaşamak istememiş...

Sonra geçmiş zaman, gözyaşları betonlaşmış, çiçekler kokusunu yitirmiş, o güzelim dağlar kötülüklere esir düşmüş... Kayalar ağlamaya başlamış her gece... Ay ve yıldızlar doğmamış bir daha o kayaların üstüne, kuşlar uçmamış, her gece rüzgar esmiş çığlık çığlığa. O gün bu gündür ‘Çığlık kayası’ olarak kalmış ismi...

O günden bu güne sevginin, masumluğum,
temizliğin timsali olarak hala onun sevgisi konuşulur oralarda. Kimi kez onu “Çığlık kaya”nın başında sevgilisini seslerken geyiklerin içinde görüldüğünü söylerler, kimileri bir pınarın başında geyiklere su içirirken.

Herkes yok olmuş, yalan olmuş, masal olmuş ama o hep var olmuş, dünya döndükçe de var olacak dağlar kızı Dilara...
İşte böyle olmuş, böyle anlatılmış yıllar yıllı bu dağ masalı...

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
13 Kasım 2007       Mesaj #1418
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Kantin Yolu- Oğlum kalk işe geç kalacaksın.

Serkan annesinin bu sözleri ile uyandı. Saat sabahın altısı idi. Bu saatte kalkmak ona kış günü buz gibi soğuk suyla yıkanmak kadar zor geliyordu. Zaten izlediği filmden dolayı gece ikide yatmıştı. 4 saatlik uyku harbi zulümdü onun için. 10 dakikaya ancak kendine gelebildi , sanki sarhoştu da yeni ayılıyor gibiydi. Kendine geldiğinde yataktan yavaşcça kalktı , elleriyle yorgun uykulu gözlerini ovdu. Öyle bir ovuşu vardı ki gören gözlerini çıkartıyor sanırdı. Zaten bir gün amcasının 4 yaşında küçümen kızı onu o halde görünce “Serkan abi ne yapıyorsun gözünü çıkartıyorsun” diye avaz avaz bağırmıştı. Serkan’da gülümsemişti gülememişti kızın şok haline. Aklına bunlar geldiğinde gülümsedi olanlara. Belki amcası bugün getirirdi minik Bahanur’u. Oyun oynardı onunla belki saklambaç falan. Bu düşünce ile gideceği aklına gelmişti hareketlendi hemen. Hazırlanmaya başladı. Peki neydi işi , Serkan hazırlanırken ben de size kısaca anlatayım.

Serkan bir ilköğretim okulunda kantinci idi. Üniversiteyi bitirmesine rağmen bir kantinci idi. Bazen bunu düşününce oldukça üzülürdü. 18 sene okumasına rağmen ancak kantinci olabilmişti. Peki nasıl olmuştu bu. Üniversiteyi bitirdikten sonra birkaç işe girmişti. Evet gerçekten de birkaç işe girmişti. İlkinden yediği patron kazığından sonra başka işlere girişmişti. İki işe birden başlamıştı birisi bir müzik şirketinin arşiv kayıtlarının internet databaselerini oluşturmaktı yani fazla uzun süreli bir iş değildi. Diğer işi de yarı günlük bir gece işiydi. Mal sayımı yapıyordu. İki işte hoşuna gidiyordu garip olmalarına rağmen. Özellikle bulduğu ilk iş olan dersane öğretmenliğinde bir hafta içinde öğretmenlik niyetine yaptığı broşür dağıtımından sonra (ki bu yüzden işten toplu halde çıkmışlardı ) bu işler çok güzel geliyordu. Sonuçta işleri kendisi bulmuştu ve işlerden birisi gezmelik bir işti diğeri de sevdiği ortam olan Kadıköyde idi. Hayatından memnundu ta ki babası bir okul ! kantini alana kadar. Babası bu okul kantinini sen işleteceksin diyince babasına olan saygısından ses çıkartamadı ve kabul etti. Girdiği işlerden çıktı istemeden çıkmıştı ama çıkmıştı. Bir ayda başlayacağı dördüncü iş olacaktı bu ; 4. garip iş. İşe başladığında sevmediği bir ortama girdiğinden dolayı somurtkandı. Zaten çocukları da sevmezdi. Özellikle ilkokul çocuklarını. Kendisine göre şımarıktı onlar hiçbir özellikleri yoktu. Sadece oyun oynarlar derslere girerler sahte sevgiler gösterirlerdi. O yüzden ilk günlerde yüzü pek gülmedi. Patates kokusunun da üstüne işlemesi( Kantinde patates yapmanın sorunuydu bu patates kokusunun insan üstüne nefsetmesi) iyice sinirli hale sokmuştu. Teneffüslerde bu sinirle öğrencilere bağırır hale gelmişti. Günler geçtikçe sinirleri azalmaya ortama biraz da olsa alışmaya başladı. Öğrencilere daha da yumuşak davranıyordu. Onun için inanılmaz bir şey oldu öğrenciler onu sevmeye başlamıştı. Bu onun için oldukça hoş bir şeydi. Sevilmek , biri tara! fından sevilmek , birileri tarafından sevilmek. Ne hoş bir şeydi bu. Herkes “Serkan abi bir tost” , “Serkan abi bir patates” , “ Serkan abi nasılsın” dedikçe öğrencilere karşı bir garip olmuştu. Çünkü diğer elemanların adını bile bilmiyordu öğrenciler sadece ona adı ile hitap ediyorlardı. Bu da ne kadar sevildiğinin göstergesi idi.Sevmediği kişiler tarafından seviliyordu. Zamanla o da onları sevmeye başladı. Çocukları sevmeyen Serkan artık yolda şirin bir çocuk görse sevesi geliyor bazılarını da başlıyordu sevmeye. Sevmediği bir işten böyle güzel şeyler öğrenebilmek Serkan için belki de hayatın anlamıydı. Artık kantini seviyordu , çocukları seviyordu. Bugün de kantine gidecekti. O gün de güzel olacaktı , bunu hissedebiliyordu. Güzel olmasa da umurunda değildi aslında varsın kötü olsundu. Belki anlatacak bişeyler çıkartabilirdi.Biraz uzun sürdü ama işi böyleydi Serkan’ın.

Serkan hazırlanmıştı , son rütüşları da yapıyordu. Saçına jöleyi sürmekle meşguldü. Hafif uzundu saçları. Uzatmaya karar vermişti , değişikliğin kendisi için iyi olacağını düşünmüştü. Babası:

-Serkan hazırmısın çabuk ol geç kalacaksın işe.
-Geldim baba.

İşe annesi ile babası bırakıyorlardı. Onlar da başka bir kantine gidiyorlardı. Gitmişken de Serkan’ı bırakıyorlardı. Kendi işleri erken başladığından Serkan her zaman işe erken gitmek zorunda kalıyordu. 1,5 aydır gidiyordu işe ama minibüs ya da otobüsle işe nasıl gidileceğini hala öğrenememişti. Lazım olmazdı herhalde ama öğrenmesi gerekliydi belki bir gün ihtiyacı olabilirdi. En iyisi bu gün işten bir süreliğine ayrılıp yolu öğrenmeliydi. Merdivenden inerken bu hesapları yapıyordu. Arabalarını bıraktıkları otoparkın arka kapısından girdiler. Arabalarına doğru giderken ilginç bir şey gördüler otoparkın ön kapısı bir minibüs tarafından kapanmıştı. Arka kapısı ancak yayaların girebileceği kadar dar olan otoparktan araba ile çıkmanın tek yolu olan ön kapı artık kapalıydı. Otopark bekçisi ile yaptıkları konuşmada park halindeki minibüsün fren sisteminin bozulmasından dolayı hafif yokuş olan otoparkta kayması ve tam yokuş olan çıkış kapısına doğru düşerek orayı çarprazlamasına ka! patması idi. Apartmanlar arası yapılmış olan bu otoparkın girişi de doğal olarak dardı bu yüzden bir minibüsün çarprazlama olarak bu girişi tıkaması girişin açılmasını oldukça geciktirecekti. Yokuş aşağı çarprazlama kaymış olan minibüsü otopark görevlileri çıkartmaya çalışıyorlardı. O sırada Serkan’da arabalarında bir umutla minibüsün yoldan çıkmasını bekliyordu. Babası da adamların yanındaydı. Görevliler arabayı çalıştırmışlar geri geri çıkmaya çalışıyorlar tekerleri devamlı sağa sola döndürüyorlardı. Bu sayede minibüs oturduğu yuvadan kurtulabilirdi ama minibüs geri gidemiyordu devamlı patinaj yapıyordu. Bunun nedeninin ön tarafın fazla ağır olduğuna kanaat getiren görevliler minibüsün arka tarafına Serkan ile babasını oturttular ve bir iki deneme daha yaptılar ama sonuç gene başarısızdı. Serkan işe geç kalacaktı bu gidişle. Babasına işe minibüsle gitmesi gerektiğini söyledi. Babası da tek çare minibüs olacağından kabul etti.Bu konuşmadan kısa bir süre sonra babası bir ark! adaşı ile bir telefon görüşmesi yaparak onun arabasını o günlük ödünç aldı. Arkadaşının işyeri yakındı oraya giderek arabayı alacaktı. Hep beraber yola koyuldular. Beş dakika kadar yürüdüler iş yerine geldiklerinde Serkan onlara hayırlı yolculuklar diyerek gitti. Şimdi hangi minibüse gitmesine karar vermeliydi. Gideceği yer Yenibosnaydı oturduğu yer de Şirinevlerdi. İki minibüs vardı oraya giden acaba hangisi geçerdi. Minibüs durağına geldiğinde ilk Yenibosna arabasına atladı.

-Merhaba Sultan Abdül okulundan geçer mi?
-Hangi okul?
-Sultan Abdül okulu.
-Valla bilmiyorum. Bir okulun önünden geçiyoruz ama onun da adını bilmiyorum.
- Siz şimdi E-5 ten Yenibosnaya girdikten sonra cami yolundan geçmiyor musunuz? -Evet? -Tamam o zaman o okuldan da geçersiniz o zaman. Borcum ne kadar dı? -750,000 -Buyrun.

Ne adamlar var diye düşündü Serkan.Geçtikleri yolu tanımayan minibüs şoförleri ha ilginç. Tebessümlüydü bu olay üzerine. Bari yanlış minibüse binmiş olmasındı. Minibüs hareket etti tamda tahmin ettiği gibi E-5 ten cami yoluna girdi ama hesaba katmadığı bir şey oldu minibüs cami yolu + dereyolu yapmıştı. İşte bu olmamalıydı. Hemen orada inmesi gerekti ama inmedi belki ileride tekrar cami rotasına döner diye düşündü ama her düşünülen şeyin olmadığı gibi bu da olmadı. Minibüs gittikçe gitti ta bilmediği yerlere geldi. Daha sonra bir sol yaparak gitmek istediği rotaya paralel hale geldi. Neyse dedi belki ileride bir yerde bildiğim bir yer vardır diye düşündü beklemede kaldı. Araç gidiyordu ama gittiği yerleri hiç çıkartamıyordu. Tam telaş olmuştu. Kesin kaybetmişti yolu ama tam o sırada tanıdık bir dükkan gördü. Akşam iş dönüşü eve gelirken fark ettiği bir dükkandı. İşyeri fazla uzak olamazdı oraya. Minibüs bir süre daha gittiğinde bir okul gördü kendi okulu değildi ama inmesi g! erekti. Zaten kaybolmuştu artık yolu bulabilmesi tüm ipuçlarını birleştirebilmesi gerekti. Birincisi tanıdık gelen dükkandan fazla uzaklaşmamışı bu da okula fazla uzak olmadığı anlamına geliyordu. İkincisi de bir okulun önünde inmişti minibüsten. Bunu bilerek yapmıştı nedeni de basitti. Emekli öğretmen babasından öğrendiği bişey vardı “Okulun olduğu yerde başka okullar da vardır” . O yüzden burada inmişti okul buralarda bir yerde olmalıydı ama nerede. Caddeden karşıya geçti ve ilk sokaklardan birisine daldı. Kendi okulunun olduğunu tahmin ettiği yere doğru yürümeye başladı. İlk gördüğü kişiye Sultan Abdül okulunun nerede olduğunu soracaktı. Bir bayan gördü ileride;

-Afedersiniz Sultan Abdül ilköğretim okulu nerede biliyor musunuz acaba? -Neresi? -Sultan Abdül? -Hayır bildiğim kadarı ile buralarda öyle bir okul yok. -Hmm. Teşekkür ederim yinede sağolun.

Strese girmişti şimdi okula da geç kalmıştı artı kaybolmuştu ve cep telefonunun şarjı da bitmişti. Herkes merak edecekti onu. Kantinin anahtarı da sadece kendisinde idi. Bu düşünce iyice gerginleştirmişti onu.Ayrıca kadının okulu tanımaması da cabası idi nasıl bilmezdi okulu? Acaba yanlış bir semte mi gelmişti? Bilemiyordu. Bir kişiye daha soracaktı biraz daha yürüdü. Bu arada bir okulun yanından daha geçti. Babasının okul yanında okul tezi doğru gibiydi. O okulu da geçtikten sonra bir kişi daha gördü.

-Merhaba Sultan Abdül ilköğretim okulu ne tarafta acaba biliyor musunuz?
-Sultan Abdul mü?
-Evet.
-Bildiğim kadarı ile buralarda öyle bir okul yok
-Allah Allah olması lazım ama.
-Belki olabilir ama ben bilmiyorum da duymadım da öyle bir okul.
-Neyse gene de sağolun.

Durum ilginçleşiyordu. Neden kimse bilmiyordu okulun adını Yenibosna değil miydi burası nereye gelmişti? Bir terslik vardı ama neydi. Biraz daha yürüdükten sonra bir kişi daha gördü adama sanki son umuduymuş gibi baktı ve gene o okulu sordu.

-Sultan Abdul mü?
Gene aynı cevabı almıştı.
-Bildiğim kadarıyla Yenibosna da böyle bir okul yok.
Şaşırmıştı iyice kendisini resmen farklı bir yerde zannederken doğru yere gelmiş olduğunu fark etti. Kayıp değildi aslında onu anlamıştı. Sadece kaybolduğunu farzediyordu ama neredeydi bu lanet okul neden kimse adını bilmiyordu sanki bir kabusta gibiydi birisi onu cimdiklemeliydi. Acaba adama onu cimdiklemesini söylese adam yanlış anlar mıydı. Attı hemen bu düşünceyi kafasından kesin uyanık olduğuna karar vermişti nedenini bilmese de.
-Olması lazım ama. Ben orada çalışıyorumda yanlış minibüse binmişim yanlış yerde indim ve işe geç kaldım oraya ulaşmam lazım. -Ne yalan söyleyeyim bu çevrede hiç böyle bir okul yok. Yalnız bir okul var iki isimli Muratpaşa diye. Diğer ismini bilmiyorum belki o okul olabilir aradığın okul.
-Belki olabilir. Ne tarafta bu okul? Adam tarif etti Serkan da teşekkür ederek oradan uzaklaştı. Kendi okulunun iki ismi var mıydı bilmiyordu hiç dikkat etmemişti. O okul olmasını umuyordu sadece. Adamın tarif ettiği yolu izlerken buraları daha önce gördüğü hissine kapıldı garipti bu his. Daha sonra bu hissin gerçek oluğuna kanaat getirdi burası okulunun çevresi idi. En sonunda bulmuştu okulu acele etmeye başladı. Okula yeterince geç kalmıştı zaten. Okul yokuşunu çıkarken babası ile işte beraber çalıştığı amcasını gördü. Onu aradıkları belliydi.

-Oğlum nerelerdeydin?
Sinirliydi.
-Sadece kayboldum.
-Bir ara baktım arkama yoktun ne zaman gittin. Niye gittin. Amcası da merakla olayları izliyordu o da telaş olmuştu.
-Sen demedin mi minibüsle git diye baba.
-Tamam dedim de arkadaşımın arabasını ödünç aldım aklına gelmedi mi araba varsa minibüse ne gerek var diye.
-Peki ne zaman gittin?
-Siz arabayı almaya dönünce hayırlı yolculuklar dedim ve gittim.
-Dedin mi?
-Evet duymadınız mı?
-Hayır duymadık. İşler çığırından çıkıyordu acayip şeyler olmaktaydı oldukça ilginç bir güne başlamıştı ve devam ediyordu. -Tam arabaya binecektik ki sen yoktun.Bu arada telefonun niye kapalı idi?
-Şarjım bitmişti. Babası da pes etmişti artık. Hep beraber kantini açmaya gittiler. Elemanlar bile merak etmişlerdi. Hepsi dışarıda onu bekliyorlardı. Elemanlarla neredeyse yaşıt olduğundan patron işçi ilişkisi yoktu genelde arkadaşlık varı o yüzden rahat konuşuyorlardı.

-Serkan nerelerdin?
-Sormayın kayboldum.

Derken gülmeye başladı haline bunun üzerine elemanlarda gülmeye başladılar.babası amcası falan dışarıda olduğundan elemanlara kısaca her şeyi alattı. Kimsenin okulun adını bilememesini okulu resmen tesadüfler sonucu bulmasını falan anlattı. Bu arada amcasının kızı Bahanur’u gördü.

-Merhaba Seekan abi.
R leri söyleyemiyordu küçük Bahanur. Bu da onu daha bir şeker yapıyordu. İlgilendi biraz çocukla. Babasının gitmesini bekledi biraz da azar işitti beklerken. Hem kaybolmuş hem de azar işitmişti. Babası gittikten sonra okulun bahçesinde biraz oturmaya karar verdi. Otururken okulun adamın dediği gibi iki adı var mı diye kontrol edeyim dedi. Züğürt Paşa yazıyordu sadece. Evet Züğürt Paşa yazıyordu. İnanılmaz ama gerçekti herkese annesi ile babasının çalıştığı okulun adını vermişti. Bir değil iki değil herkese.

Şok geçirmekteydi. Kaybolmasının tek nedenini bulmuştu.kendi kendisine sordu.
-Peki ben neden herkese Sultan Abdülü sordum?


Not : Okul isimleri herhangi bir sorun çıkmaması için uydurulmuştur. Msn Happy
Emre Şeyda
H€L€N - avatarı
H€L€N
Ziyaretçi
13 Kasım 2007       Mesaj #1419
H€L€N - avatarı
Ziyaretçi
BIRAKIPTA GIDENE


Burnu bir karış havada, gözü yükseklerdeydi ben onu sevdiğimde.
Hele hele benim aşkımı yerden yere vurup, nasıl kırmıştı kalbimi zalim.
Dudaklarından dökülen acı sözleri; öyle ki, bugün bile unutamadım.
Ne tebessümdü o, zehirden beter.
Her olayda içim paramparça, gözlerim ağlamaktan kıpkırmızı olurdu.
Yorgun düşerdim onsuz geçen, onunla dolu, koyu siyah gecelerden.
Pişmanlıktan kendime lanetler eder,
Sevgimi söylediğim günü düşündükçe,
Kaleme sarılıp yazardım ona nefretin aşkla kucaklaştığı o uzun mısralarımı.
Derdim ki; alın yazımdı, onbeşimin çocuksu aşkıydı.
Nasıl da gülerdi canı istedi mi...
En anlamlı bakışlarıyla önce ümitlendirir,
Ardından bir uçurumun kenarına yapayalnız bırakır giderdi.
Ben çaresiz, ben yorgun, ben bıkkın bu sevdadan.
Ah bilirdi o insafsız, diri diri yanardım o böyle yaptıkça...
Şubatın buz gibi kasvetli soğuğunda; onda ne bulduğumu bugün bile bilemem.
Ama o günlerde hayatımın amacı, varolma gibi gelirdi bana.
Çocukluk mu, yoksa gençliğimin safça tutkusu muydu bu kölesiye bağlanış,
İçten içe kopan fırtınalar, bu delice yakarış?
Kimbilir, belki de sevilmeye muhtaç bir kalbin bitmek bilmeyen kaprisi...
Ondan hiçbir şey istememiştim.
Sadece sevgi...
Evet, şimdi yıllar sonra ben, onu düşünüyorum ilk defa kucağımda resimler, hatıralarla.
Hava yine soğuk, yine kasvetli gözleri gözlerimde yine sevgi, derin yüreğimde.
Unuttum sanırdım, meğer aldanmışım, ağladım saatlerce.
Bu onun "ölüm yıldönümü"dür.
17'sinde toprakla kucaklaşan, o zalimin hikayesidir anlatılan.
Bir melodidir kırık, umutsuz...
Doldururken sensizlik o an odayı gönlüm hala boş, kafam yine dumanlı.
Bir feryat yankılanmıştı acı dolu tam 15 yıl önce bugün bomboş kırlarda.
Deli gibi koştum sınıfa, sırası boştu.
Benim kadar çaresizdi her köşe.
Kendi kendime konuşarak yaklaştım sırasına;
"Sen ölemezsin; canımsın, sevgimsin, emelimsin...
Dileğince nefret et, alay et duygularımla ..
Kızmam sana ...
Ama ne olur bir yalan olsun, acı bir şaka.
Evet, evet beni üzmek için yapıyorsun.
Herşeyini özledim...
Allahım son defa göreyim yeter bana"
Bu sensiz yakarış defalarca sürmüştü...
ta ki, ölümün o sinsi kokusunu içimde duyana kadar.
Hıçkıra hıçkıra ağladım, sıraya kazıdığın ismini öptüm.
Sonra, ona ait birşeyler bulmak için aradım her köşeyi...
Yalnızca buruşturulmuş bir sayfa, rengi solmuş.
Yazı, onun yazısı.
Bir mektuptu, özenilerek yazılmış, belki de çok emek verilmiş her satırına...
Çok şaşırdım, mektup bana hitabendi.
Korkakça, kaybolmasından korkarak,
Acıyla okudum her cümleyi kalbimde büyüyen bir özlemle...
Hele hele o ilk satırı...
Öyle ki, bugün bile unutamam, okudukça ağlarım.
"İnsan sevdiğini yerden yere vururmuş bir tanem, AFFET BENİ !!!..."
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
13 Kasım 2007       Mesaj #1420
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
BilyelerKaranlıktı ve uyandığında altını ıslattığını fark etti.Yağmur yağıyordu, gök gürültüsü, yırtıyordu sessizliği, çakan şimşekler ürkütüyordu. Sığınabileceği, yağmura, korkuya, yokluğa karşı durabileceği sıcak bir kucağı yoktu.
Camı kıracakmış gibi vuran damlalara gözyaşlarıyla meydan okuyordu. Korkuyordu. Güçsüzdü, titriyordu ayakları ranzasının merdivenlerinden inerken. Karanlıktı ama o her şeyin yerini ezberlemişti. Sürekli burada yalnız başına kalıp hayaller kurmayı severdi.
Tuvalete doğru ilerlemeye başladı, korkudan istemeden ağlıyordu. Neden onu seçmişti bilmiyordu. Koridorun sonu sonsuz bir karanlık gibi görünüyordu. Amonyaklı ıslaklık, ayak izlerini belirgin kılıyordu soğuk betonda. Tuvaletin kapısına gelmişti. İçeri girdi, hıçkırıklarına engel olamıyordu, gözyaşları çatlak bulmuş kaynak suyu gibi fışkırıyordu adeta. Bir an tuvalette yalnız olmadığını fark etti. Kapalı kapının ardında onun ayakları görünüyordu ve birini daha seçmişti. Korkudan derin bir sessizliğe büründü. Artık ne ağlıyor, ne de hıçkırıyordu. Küçücük yüreği bile ses çıkarmamak için atmıyordu sanki. Tuvaleti kaplayan sessizliği, cama vuran damlalar ve küçük bir çocuk iniltisi bozuyordu.
Bir an annesini düşündü. Annesini doğarken o öldürmüştü. Hiç görmediği annesine nasıl derin bir sevgiyle bağlı olduğunu hissetti. Annesini öldürmeseydi belki, seçilmeyecekti. Babası onu bırakıp gitmeyecekti. Babasına olan öfkesi midesini bulandırdı. Kusmak istiyordu ama sessizliği bozmama adına yuttu kusmuklarını. Neden seçildiğini düşündü. Bunları hak etmek için hiçbir şey yapmamıştı.




Köşedeki tabureyi hırsız sessizliğiyle kaldırıp aynanın önüne koydu. Aynaya baktı, ağlamaktan gözbebekleri küçülmüş, kırmızılık arasında küçücük bir nokta gibi kalmıştı. Yarım kalmış çocukluğuydu aynada görünen. Onu annesi ak undan yumuşak elli yavrum deyip sevmemişti, hiçbir bayramda sevinmemişti. Tek oyuncağı yanından hiç ayırmadığı bilyeleriydi. Bilyelerini eline aldı. Onlara baktı, her bilyede kendi yüzünü gördü, hepsi ağlıyordu, çirkindi. Pencerenin önüne geldi, sokağa baktı, sokak lambaları yanmıyordu. Sanki bu çirkinliğe suç ortaklığı yapmak , bu pisliği gizlemek için her yer karanlığa bürünmüştü. Yağmur damlaları garip şekiller oluşturuyordu camda. Nefesiyle buğulanan cama ismini yazdı, sonra isminin camın buğusuyla kaybolduğunu gördü.
Onu da saklayabilir miydi karanlık..?
Döşeğini ıslattığı için ertesi gün yiyeceği dayağın korkusunu yaşıyordu. Bir an köşede duran, tıkanan tuvaletleri açmak için kullanılan demire gözü takıldı.
Seçme hakkı ona mı verilmişti..?
Demiri hınçla eline alıp, tuvaletin kapısını büyük bir hızla açtı, kendisini hiç bu kadar güçlü hissetmemişti. Demiri adamın böğrüne sapladı, acı bir çığlık yankılandı. Sonra bir daha, yine, yeniden. Çocuk şaşırmıştı, hemen toparlandı. Ona bakarken gözlerini bile kırpmıyordu. Çocuğa bilyelerini verdi ve kafasıyla gitmesini işaret etti.
Büyüdüğünü hissetti…
Çocuk, koşar adım gitti. İşte istediğini yapmıştı. Bu annesinden sonra ikinci cinayetiydi. Adamın kanlı bedenine baktı. Cesedi sürükleyerek ortaya getirdi. Ellerine bulaşmış kanı fark etti, ellerini yıkadı. Aynada yüzünü gördü. Göz bebekleri büyümüştü. Adamın ağzını açtı, ve içindeki bütün pisliğini ağzına boşalttı. Camın önüne geldi, sokak lambaları yanıyordu. Her yer aydınlanmıştı. Nefesiyle buğulanan camda ismini gördü. Ağlayarak, ranzasına koştu.


Sinan Özçaylak

Benzer Konular

3 Aralık 2006 / Misafir Genel Mesajlar
16 Mayıs 2014 / NihLe Müslümanlık/İslamiyet
11 Haziran 2013 / Misafir Forum Oyunları
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar
20 Haziran 2012 / ThinkerBeLL Edebiyat