Arama

Hikayeler ve Öyküler -2- - Sayfa 144

Güncelleme: 17 Şubat 2016 Gösterim: 590.169 Cevap: 1.812
diabloazul - avatarı
diabloazul
Kayıtlı Üye
14 Kasım 2007       Mesaj #1431
diabloazul - avatarı
Kayıtlı Üye
Bir nisan sabahı

O sabah alışıla gelmiş diğer nisan sabahlarından daha berrak bir gökyüzü ve sıcak bir güneşle uyanmıştı. Eşi ile kahvaltıyı dışarıda yemeyi kararlaştırmışlardı. Bunun için üzerlerine rahat ama yinede bohem tarzı elbiselerini giyip yola çıkmışlardı. Gün o kadar güzel başlamış ve gelişmekteydi ve ulusal bayram olması nedeniyle az yoğunlukta trafik olması da ayrı bir nisan süpriziydi. İstanbul’un Anadolu yakasında oturmalarına rağmen köprü trafiğini geçip yıldız parkına gelmeleri onbeş dakikalık bir zamanı almıştı. Evet İstanbul bu sabah başka bir yüzle çıkmıştı karşılarına.
Sponsorlu Bağlantılar
Malta köşküne geldiklerinde bahçesindeki masalarının servise hazır ve birkaç insanın bahçede oturup çay yada kahvelerini huzur ve neşe içinde içtiklerini gördüklerinde bahçede kahvaltı etmeyi daha uygun bulup köşede duran bir masada yerlerini aldılar. Eşi tolga önceden birer fincan çay teklif edip yanlarına gelen garsona siparişleri verdi ve ilave etti. Bir de günlük gazete.
Nil çayların hemen arkasından komi gencin getirdiği gazeteyi alıp okumaya başladı. Siyaset içeren manşetleri okumadı bile. Zaten etrafındaki insanlar o kadar çok siyaset ile ilgiliydiler ki onların konuşmalarından gündemi istemeden de yakın takip ediyordu. Magazin sayfalarına göz gezdirmeye başladı.’’ Sosyetenin genç playboyu gözde clupların birinde geçen yılın güzeli şımarık aknenle sabahlara kadar eğlenmiş clup çıkışında da paparazzilere mankenin eteğini hafifçe kaldırıp scandala yol açmış’’ diğer bir haberde genç şarkıcının yeni albümünün clip çekimleri için taylanda gittiği yazıyordu. Nil konservatuar eğitimini bitirince daha aktif bir ajans seçse idi beklide böyle bir haberde adının geçeceğini düşündü.
Bu arada kahvaltı servisi başlamıştı. Tolga ile göz göze eldi. Tolga işinin borsa brokeri olmasından dolayı ekonomi ve siyasi gündemin yakın takipçisiydi ve isterik gözlerle nile gazeteyi almak için bakıyordu. Nil gazeteyi uzatıp çayından bir yudum aldı. Gözlerini çevrede gezdirirken anıları canlanıyordu ağaçların gölgelerinde. Yıllar önce buraya üniversite arkadaşlarıylada gelirdi. Birde o eski arkadaşı. Zaman hiç değiştirmemişti yıldız parkını ve malta köşkünü, yine huzur doluydu. Daha o yıllarda bile geleceğe miras olduğunu haykırıyordu doğallığıyla. Çarpık yapılaşma ve kontrolsüz büyümeden eser yoktu bünyesinde. Hala ağaçlardaki sincaplar özgürce ve etrafına umursamaz bir heyecanla koşuşturuyorlardı dallar arasında. Hafifçe dinlenen o türk müziği ayrı bir tebessüm oluşturuyordu insana. Biraz aşağıda makyajlarını eksiksiz yapmış birkaç bayan spor kıyafetlerini giymişler orta tempoda yürüyüşe çıkmışlardı. Muhtemelen eşleri tolganın müşterisi olabilir diye düşünerek tolgaya gözlerini çevirmişti. Tolga kahvaltısını yerken gözlerini gazeteden ayırmıyor ve çevrenin tüm ihtişamına karşı kayıtsız kalıyordu. Hiç konuşmamışlardı geldiklerinden buyana geçen süre içinde. Şu anda ayrı dünyalarda dolaşıyorlardı. Nil alışık olduğu bu durum karşısında alıngan olmayı bırakmıştı uzun bir süredir. oysaki eski arkadaşı ile geldiklerinde saatlerce konuşur hayaller kurarlardı malta köşkünün ihtişamına yakışır. Ayrılmayacaklardı ve mutlu olacaklardı. Nereden geldi aklımadiye düşündü nil. Beklide yaşının otuzlarda olması yada buranın havası canlandırdı eski anıları.
Nil okulu bitirince branş öğretmenliği yapmış ve oturduğu çevreden arkadaş gurubu içinde tolgayla tanışmıştı. Orta düzeyde denilecek birliktelik ve evlilik kararının sonrasında öğretmenliği bırakmıştı. Şimdi boş vakitlerinde piyanosu ve kemanıyla yada alışveriş mekanlarında zaman geçiriyordu. Tüm maddi yada gelecek planlarını tolgaya bırakmıştı, Ne de olsa iş buydu.
Kahvaltı muhteşem lezzetliydi. Hele Osmanlı mutfağının bu leziz saray böreği tartışılmazdı. Bir parça böreği çatalıyla ağzına götürürken gazetede bir haber ilişmişti.’’ Bir türk gemisi battı’’. Nil bu haberi uzakta olsa gazetenin alt köşesinde kalın puntolarla yazılmış olmasından dolayı kolayca okumuştu. Vücudunda uzun zamandır hissetmediği bir endişe dalgası oluşmuştu. Uzun zamandır hissetmiyordu, babası eski bir kaptandı ve uzun zaman haber alamadığı zaman böyle bir haber alınca aynı duyguya kapılırdı. Sessiz sedasız sevdiği insanı kaybetme endişesiydi. Babası emekli olmuş ve bu duyguda bu güne kadar beyninin gizemli bir yerinde saklı kalmıştı.
Gazeteyi tekrar istemedi ancak kahvaltının büyüsü yok olmuş o denizcilerin endişesini ve yaşadıklaıı mücadele ile ilgili silik düşünceler karıncalandırıyordu vücudunu. Soğuk ve sessiz maviliklerde kaybolmak, korkunç olmalı diye düşündü.
Tolga gazeteden tüm bilgileri almış olduğunu ifade eden bir edayla arkasına yaslandı. Yeni getirilmiş olan fincandan çayını yudumlayıp aromalı purosunu içmeye koyuldu. Puronun aroması kesif bir şekilde etrafa yayılırken dumanlarının mavi soluk rengi Nil’i tekrar hatıralarının ve az önce hissetmeye başladığı endişe arasında met cezir duygularla boğuşmasını daha da tetikliyordu.
devam edecek...

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
15 Kasım 2007       Mesaj #1432
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Ay GülümKapımızda nöbet tutuyor ölüm

Sponsorlu Bağlantılar
Diyecektim ki; gülüm,
Mevsim hazan mevsimi, mevsim gözyaşı mevsimi... Mevsim ayrılık mevsimi. Tarifsiz bir hüznün sarmalındayız. Anlatılması zor, ifadesi güç. Fikirler tel tel, şehra şehra düşünceler, duygular buruk buruk....
Bir yanı bahardır kıyılarımızın bir yanı cehennem.
Durmadan gözyaşı dökülüyor yüreğimizin üstüne. Acıdan, ayrılıktan haritalar ekleniyor alnımızın çizgilerine...

Sararan yapraklar tutunamıyor artık dallarda gülüm, rüzgar estikçe savrulup gidiyor her biri bir yana. Katar katar turnalar göçüp gidiyor üstümüzden...

Diyecektim ki; gülüm,
mevsim hazan mevsimi, mevsim hüzün mevsimi, har düşmüş bağlara, bahçelere. Yapraklar üşüyor, yapraklar düşüyor dalından. Turna göçü gibi yapraklarında göçü başladı gülüm...

Diyecektim ki; gülüm,
mevsim hazan mevsimi, mevsim kıran mevsimi. Her taraf ölümlerle acılarla dolu. Kan gölüne döndü dünya. Dört bir tarafta barut kokuları geliyor. Her tarafta savaş, kan gözyaşı var. Her tarafta bir kaos sürüyor... Bu yüzden karalar giydik gülüm. Utandık insanlığımızdan.
Bacakları kopan çocukların feryatları doluyor yüreklerimize. Çığlıkları, çocukları ölen anaların. Hiç bu kadar sahipsiz, hiç bu kadar umutsuz, bu kadar çaresiz kalmamıştı yüreğimiz. Kan ve barut kokan ağır bir hava hüküm sürüyor gecelerde Havaya karışan iniltiler feryatlar ağıtlar.

Gerçeklerle hayallerin karıştığı, rüyalar şehri İstanbul da bombalar patlıyor durmadan. Özlemler, hayaller ıstırap veriyor artık... Her ah çekişte içimiz titriyor... Derin bir ah gibi sızlıyor yüreğimiz... Yüreğimiz parça.parça..
Güvercinlerin öldürüldüğü, defnelerin sessizce ağladığı günlerdeyiz gülüm...

Diyecektim ki; gülüm,
Çiçektir çocuklar: Bakım ister, özen, özveri, güven ve sabır ister, açmak için çiçeklerini bahara... Hepsinden önemlisi şefkat, sabır ve sevgi ister... Sulanmak ister sevgi pınarlarıyla ... Tomurcuk tomurcuk açmak için dünyaya çiçeklerini ... Sevgisizlikle solmamak için yaprak yaprak ...

Diyecektim ki; gülüm,
Bahçedir çocuklar:. Tohumdur ekilir, sürer filiz filiz.. Umudu besler bağrında. Emek ister, bakım ister... Büyür, olgunlaşır , sevgi meyvesi verir, karşılık beklenmez... Verdiğini alırsın...

Diyecektim ki; gülüm,
Yüreklerimizi yıllardır sıcak ve hillesiz bir sevgiye kilitleyip, umutla ,özlemle geleceğe dair apak düşler kurduk. Güneşli, aydınlık, güzel günlerin özlemini çektik. Belki biraz yorgun, belki durgun, ama yine de umutlu, yine de mutlu, sevgiyi işleyip mavilere, bütün yollara, dallara, dağlara gül yazdık.
Sevgiyi, umudu, güveni, dostluğu, barışı, özgürlüğü, mutluluğu ve bunların getireceği güzellikleri bekledik ölümüne...

Diyecektim ki; gülüm,
Geleceksin diye bütün yollara gül döktük. Güvercinler uçurduk mavilere.
Sevgiyi,dostluğu, barışı, baharı, sevinci getireceksin diye dağlara, ovalara, denizlere . Bunca çirkinliklerin içinde güzelliği, saflığı, temizliği getireceksin diye kirlenmiş hayatımıza, yıldızlara haber saldık...


Diyecektim ki; gülüm,
Yaşamak güzel... Yaşamak bir çiçek gibi, dört mevsim güzel kokular saçıyor üzerimize... Sevgiyle bakıyor herkes biribirine, sevgiyle sarılıyor... Kinler, düşmanlıklar, kötülükler kafdağının ötesine sürülmüş...

Diyecektim ki; gülüm, gel.
Yorulduk yollarına gül döküp beklemekten. Ey ömrümüzün taze gülü, ey gözleri öksüzümüz, her hazan bir gül getirip yüreğimize bırak ki, sevdamızın ateşiyle yakalım saçlarını yeryüzünün...

Diyecektim ki; gülüm,
Herşeye rağmen yüreğinde bin umut taşıyor çocuklar gelecek baharlara...
Dünyanın dört bir tarafında barış ve umut şarkıları söylüyor... Özgürlük ve mutluluk şarkıları söylüyor çocuklar, diyecektim...

Ama diyemedim, diyemedik gülüm...
Kapımızda nöbet tutuyor ölüm...
Nuri Can

tarkanikizler - avatarı
tarkanikizler
Ziyaretçi
18 Kasım 2007       Mesaj #1433
tarkanikizler - avatarı
Ziyaretçi
Burada yazılanların altında imzamın bulunmasına inanın çok üzüldüm, tek kelimesi bile bana ait değil... Bu yazıyı koyan kişiden ve site yöneticilerinden bu yazının altından imzamın çıkarılması talep ediyorum... Bu yazıyı buraya koyan arkadaş başka biriyle karıştırmış olabilir, başka bir yerde de bu şekilde kullanılmışsa oradan aynen kopyalamış olabilir ama bu yazı benim değil. Lütfen gereğinin yapılmasını rica ediyorum...

yazının altındaki cevapla linkine basıp gerekli yere cevap yazılmasını istediğim halde cevabım başka bir alana kaydoldu. bir önceki bahsettiğim yazının linki aşağıdadır... Hikayeler ve Öyküler -2-
Son düzenleyen tarkanikizler; 18 Kasım 2007 04:07 Sebep: Mesajlar Otomatik Olarak Birleştirildi
nünü - avatarı
nünü
Ziyaretçi
19 Kasım 2007       Mesaj #1434
nünü - avatarı
Ziyaretçi
Kadın adamı çok seviyordu...
Yemyeşil ovalarını verdi adama
Yaşam fışkıran.
Beni seviyor musun?
Evet, dedi adam...
Güneşini, ayını verdi kadın
Yıldızları taktı bir bir adamın omuzlarına...
Beni seviyor musun?
Tabi, dedi adam...
Kadın çağladı
Gürül gürül akan pınarını verdi adama.
Beni seviyor musun?
Elbette, dedi adam...
Kadın bağlandı
Yaşam ipini adama verdi.
Bir oldular tek oldular adamla.
Beni seviyor musun?
Biliyorsun, dedi adam...
Kadın dağlarını verdi adama
Tırmandılar doruklara.
Beni seviyor musun?
Aşağılara baktı adam zirveden.
Başkalarını gördü
Sustu adam...
Ağladı kadın...
Gözyaşını verdi adama
Almadı adam...
Kadın onurunu verdi adama
Şaşırdı adam...
Sordu yine usulca kadın
Beni mi seviyorsun?
Onu da seviyorum seni de, dedi adam...
Sustu kadın...
Verecek bir şeyi kalmadığında...
Senin yüreğine ihtiyacım var, dedi adam
Başkasını sevebilmek için...
Çıkarıp yüreğini verdi kadın.
Korktu adam...
Beni sevmiyor musun, dedi adam.
Sesi yoktu kadının söyleyemezdi.
Gözleri yoktu kadının ağlayamazdı.
Kalbi yoktu kadının sevemezdi.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
19 Kasım 2007       Mesaj #1435
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Ders Alınacak Bir ÖyküEwan 22 yasina o sene basmisti, kendinden emin çok zeki ve çok çekici bir genç adam olmanin asaletini tasiyordu. 10 gün sonra Kore'deki bir savasa katilmak üzere Ingiltere'den ayrilacakti, hiç birseyden korkmuyordu ama duygusalligi nedeniyle, ülkesinden ayrilma fikri zor geliyordu ona.
"Holly'den olumlu cevap geldi ve mektuplar ardi arkasina yazilmaya baslandi.
Her yeni mektupta birbirlerinden biraz daha etkileniyor, yüreklerini birbirlerine biraz daha açiyorlardi. 2 sene bu sekilde geçip gitti. Ewan ve Holly birbirlerine belki binlerce mektup yazmis, her mektuptan ayri tatlar almislardi.
Ewan'in ülkeye geri dönme zamani gelmisti, son mektubunda Holly'i görmek istedigini yazdi. "Ancak seni taniyabilmem için bana bir resmini gönder lütfen" diye ekledi. Holly bulusmayi kabul etti fakat resmi göndermedi. "Resmin ne önemi var ki? Bizi ilgilendiren kalplerimiz degil mi? Yakama kirmizi bir çiçek takacagim." dedi.
Günler birbirini kovaladi ve Ewan ülkeye döndü. Trenden indigi ilk anda gözleri Holly'i aradi. Bir müddet bakindi, sonra kalabaligin arasindan simdiye dek gördügü en güzel kadin belirdi. Uzunboylu, çok güzel vücutlu, uzun sari saçli, masmavi iri gözleri ve mavi elbisesiyle muhtesem bir kadindi. Kadina dogru bir adim atti, ama yakasinda hiç birsey yoktu. Kadin gözlerine bakti ve "Merhaba denizci, benimle gelmek ister misin?" diye sordu.
Tam o sirada güzel kadinin omuzunun üzerinden, yakasinda kirmizi çiçek olan kadini gördü. Kisa boylu, sisman sayilacak kiloda, gri kisa saçli, tozlu uzun pardisesü ve kalin bilekleriyle öylece duruyordu. Ewan saskindi, az önce hayatinda gördügü en güzel kadindan bir teklif almisti ancak karsisinda da yüregine asik oldugu kadin duruyordu. Kendini toparladi ve yanindan geçen dünyalar güzeli kadina aldirmadan ilerledi. Elinde Holly'le birbirlerini tanimalarini saglayan kitap vardi. Elini uzatti, "Merhaba Holly" dedi gözlerinin içi gülerek. "Pardon" dedi kadin."Ben Holly degilim. Az önce buradan geçen sari saçli mavi elbiseli bayan yakama bu çiçegi takti ve bunun hayatinin sinavi oldugunu söyledi. Sizi garin çikisindaki cafe'de bekliyormuş.



Ali Pars
Tiglon - avatarı
Tiglon
Ziyaretçi
19 Kasım 2007       Mesaj #1436
Tiglon - avatarı
Ziyaretçi
yazıanlarda ne oldugu bellı degıl ben roman özetlerı ıstıyorum ornegın gorıot baba baslıgı olacak bırde özetı
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
19 Kasım 2007       Mesaj #1437
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Meçhule Mektuplar-1


Çok zamandır aynı idi değişmezdi gecelerimiz. Son günlerde, o sarsıla, sarsıla ağlardın ben sigâralar içerdim peş peşe ağlardı , fakat bilmezdin göz yaşlarının, tümü kaderin deki yazının kelimesini bırak harfine dahi silmeyeceğimi.



Dedim Ya : hep aynıydı gecelerimiz. Buğulu camın ardındaki sokak lambasında teselli bulurduk. Sanki kar,yağarken kimilerine göre garip bir alışkanlıktır belki kim bilir : Bağzanda sobanın üzerinde ki çaydanlığın gizemli cızırtılarını dinlerdik. Hiç konuşmadan : bir çocuğun annesinden ninni dinlediğimiz gibi.


Ben ona ağlarken katılmazdım. Gerçi niçin ağladığını bilmezdim Çoğu zaman çoğu zaman bahaneler bulurdu kendince; Sudan bahaneler…En ufak bir tartışmada sığınırdı göz yaşlarının ardına . Belki yüreğimin katı olduğunu düşünürdü: neden yalan söyleyip çıkıp ta şimdi yağan karın altında aramak gelmiyor içimden onu
Çünkü giderken açık bıraktığı gönlümdeki kapı hala açık …
Yine soba üzerindeki çaydanlığın cızırtılarını dinliyorum. Pencereden sokak lambasının altındaki yağan kara bakarak bir musiki gibi ama farklı bir şey var.
Ben ağlıyorum………

Ama inkâr edemem. gece gibi karanlık saçlarını ve ay gibi parlak yüzünü özlediğimi. Hoyrat bir rüzgâr esiyor sanki. Yağmur damlaları gibi yuvarlanan göz yaşlarımı üşütüyor; boğazıma bir şeyler düğümleniyor taş gibi. Sonra o taş gibi şeyi yutuyorum. Sanki nefes alsam seni kaybedeceğim açsam gözlerimi hayalin silinecek gözlerimden, bilirsin duygular davetsiz misafir gibidir. Giderken açık bıraktığın gönül kapılarımdan girdiler.
Ve işte açmıyorum gözlerimi.



Ömer Arslan
diabloazul - avatarı
diabloazul
Kayıtlı Üye
19 Kasım 2007       Mesaj #1438
diabloazul - avatarı
Kayıtlı Üye
Alıntı
diabloazul adlı kullanıcıdan alıntı

Bir nisan sabahı



O sabah alışıla gelmiş diğer nisan sabahlarından daha berrak bir gökyüzü ve sıcak bir güneşle uyanmıştı. Eşi ile kahvaltıyı dışarıda yemeyi kararlaştırmışlardı. Bunun için üzerlerine rahat ama yinede bohem tarzı elbiselerini giyip yola çıkmışlardı. Gün o kadar güzel başlamış ve gelişmekteydi ve ulusal bayram olması nedeniyle az yoğunlukta trafik olması da ayrı bir nisan süpriziydi. İstanbul’un Anadolu yakasında oturmalarına rağmen köprü trafiğini geçip yıldız parkına gelmeleri onbeş dakikalık bir zamanı almıştı. Evet İstanbul bu sabah başka bir yüzle çıkmıştı karşılarına.
Malta köşküne geldiklerinde bahçesindeki masalarının servise hazır ve birkaç insanın bahçede oturup çay yada kahvelerini huzur ve neşe içinde içtiklerini gördüklerinde bahçede kahvaltı etmeyi daha uygun bulup köşede duran bir masada yerlerini aldılar. Eşi tolga önceden birer fincan çay teklif edip yanlarına gelen garsona siparişleri verdi ve ilave etti. Bir de günlük gazete.
Nil çayların hemen arkasından komi gencin getirdiği gazeteyi alıp okumaya başladı. Siyaset içeren manşetleri okumadı bile. Zaten etrafındaki insanlar o kadar çok siyaset ile ilgiliydiler ki onların konuşmalarından gündemi istemeden de yakın takip ediyordu. Magazin sayfalarına göz gezdirmeye başladı.’’ Sosyetenin genç playboyu gözde clupların birinde geçen yılın güzeli şımarık aknenle sabahlara kadar eğlenmiş clup çıkışında da paparazzilere mankenin eteğini hafifçe kaldırıp scandala yol açmış’’ diğer bir haberde genç şarkıcının yeni albümünün clip çekimleri için taylanda gittiği yazıyordu. Nil konservatuar eğitimini bitirince daha aktif bir ajans seçse idi beklide böyle bir haberde adının geçeceğini düşündü.
Bu arada kahvaltı servisi başlamıştı. Tolga ile göz göze eldi. Tolga işinin borsa brokeri olmasından dolayı ekonomi ve siyasi gündemin yakın takipçisiydi ve isterik gözlerle nile gazeteyi almak için bakıyordu. Nil gazeteyi uzatıp çayından bir yudum aldı. Gözlerini çevrede gezdirirken anıları canlanıyordu ağaçların gölgelerinde. Yıllar önce buraya üniversite arkadaşlarıylada gelirdi. Birde o eski arkadaşı. Zaman hiç değiştirmemişti yıldız parkını ve malta köşkünü, yine huzur doluydu. Daha o yıllarda bile geleceğe miras olduğunu haykırıyordu doğallığıyla. Çarpık yapılaşma ve kontrolsüz büyümeden eser yoktu bünyesinde. Hala ağaçlardaki sincaplar özgürce ve etrafına umursamaz bir heyecanla koşuşturuyorlardı dallar arasında. Hafifçe dinlenen o türk müziği ayrı bir tebessüm oluşturuyordu insana. Biraz aşağıda makyajlarını eksiksiz yapmış birkaç bayan spor kıyafetlerini giymişler orta tempoda yürüyüşe çıkmışlardı. Muhtemelen eşleri tolganın müşterisi olabilir diye düşünerek tolgaya gözlerini çevirmişti. Tolga kahvaltısını yerken gözlerini gazeteden ayırmıyor ve çevrenin tüm ihtişamına karşı kayıtsız kalıyordu. Hiç konuşmamışlardı geldiklerinden buyana geçen süre içinde. Şu anda ayrı dünyalarda dolaşıyorlardı. Nil alışık olduğu bu durum karşısında alıngan olmayı bırakmıştı uzun bir süredir. oysaki eski arkadaşı ile geldiklerinde saatlerce konuşur hayaller kurarlardı malta köşkünün ihtişamına yakışır. Ayrılmayacaklardı ve mutlu olacaklardı. Nereden geldi aklımadiye düşündü nil. Beklide yaşının otuzlarda olması yada buranın havası canlandırdı eski anıları.
Nil okulu bitirince branş öğretmenliği yapmış ve oturduğu çevreden arkadaş gurubu içinde tolgayla tanışmıştı. Orta düzeyde denilecek birliktelik ve evlilik kararının sonrasında öğretmenliği bırakmıştı. Şimdi boş vakitlerinde piyanosu ve kemanıyla yada alışveriş mekanlarında zaman geçiriyordu. Tüm maddi yada gelecek planlarını tolgaya bırakmıştı, Ne de olsa iş buydu.
Kahvaltı muhteşem lezzetliydi. Hele Osmanlı mutfağının bu leziz saray böreği tartışılmazdı. Bir parça böreği çatalıyla ağzına götürürken gazetede bir haber ilişmişti.’’ Bir türk gemisi battı’’. Nil bu haberi uzakta olsa gazetenin alt köşesinde kalın puntolarla yazılmış olmasından dolayı kolayca okumuştu. Vücudunda uzun zamandır hissetmediği bir endişe dalgası oluşmuştu. Uzun zamandır hissetmiyordu, babası eski bir kaptandı ve uzun zaman haber alamadığı zaman böyle bir haber alınca aynı duyguya kapılırdı. Sessiz sedasız sevdiği insanı kaybetme endişesiydi. Babası emekli olmuş ve bu duyguda bu güne kadar beyninin gizemli bir yerinde saklı kalmıştı.
Gazeteyi tekrar istemedi ancak kahvaltının büyüsü yok olmuş o denizcilerin endişesini ve yaşadıklaıı mücadele ile ilgili silik düşünceler karıncalandırıyordu vücudunu. Soğuk ve sessiz maviliklerde kaybolmak, korkunç olmalı diye düşündü.
Tolga gazeteden tüm bilgileri almış olduğunu ifade eden bir edayla arkasına yaslandı. Yeni getirilmiş olan fincandan çayını yudumlayıp aromalı purosunu içmeye koyuldu. Puronun aroması kesif bir şekilde etrafa yayılırken dumanlarının mavi soluk rengi Nil’i tekrar hatıralarının ve az önce hissetmeye başladığı endişe arasında met cezir duygularla boğuşmasını daha da tetikliyordu.

devam edecek...


Tolga Nil’deki bu karışık duygu yükünü fark etmişti. Ancak Nil bir açıklama yapar umuduyla ortam ve malta köşkü ile bir iki söz etse de Nil’deki dikkat zayıflığını fark edip sustu. Oysaki bu sabah onun içinde iyi başlamış ve halen de iyi gitmekteydi. Birazdan bunu sonuçlandırmak zorundaydı çünkü iş arkadaşlarından buğra gelip onu alacaktı. Buğraya gelirken yıldızda olacaklarını söylemişti. Bir gün önce kararlaştırdıkları gibi eski arkadaşlar buluşup birlikte zaman geçireceklerdi. Net bir program yoktu ve Nil sıkılacağını söyleyip daha dün akşamdan tolgaya gelmeyeceğini belirtmişti. Sabahda Nil’in arabasıyla gelmişlerdi bu yüzden.
Yine belli belirsiz konulardan bahsederlerken aşağıdan gelen koyu renkli bmw marka ve yüksek segmentte arabayı tolga fark etti.
Buğra tolganın üniversiteden arkadaşı ve aynı zamanda ortağıydı. O da tolga gibi dış görünüşte gösterişe önem verir ve bunu da yaptıkları brokerliğin gerekçesi olarak kabul ederdi. Yanlarına geldiğinde her ikiside nazikçe ayağı kalkarak yarı resmi selamlaştılar. Bugra zayıf ve uzun boylu bıraktığı hafif kirli sakala uygun gravatsız olarak krem rengi takım elbise giymişti.peltek aksanına rağmen oldukça ciddi konuşan bir tipti. Aslında sıkıcı sayılmazdı ancak ilk izlenimde fazla bir yakınlık gösteremez zamana bağlı olarak neşelenir ve odak haline gelmeyi başarırdı. Tolga ile tam zıt kutup sayılırlardı. Tolga başlangıçta oldukça heyecanlı olur ve daha sonra kenara çekilir ortamı izler ona göre hareketini belirlerdi. Her ikiside tipik borsacıydı.

Birer fincan daha çay içtikten sonra masadan kalktılar. Nil tolganın kendisine evlilik yıl dönümünde almış olduğu Chraysler marka Jeep’ine doğru yönelmeden her ikisiylede vedalaştı. Motoru çalıştırıp ağır ağır çınar akasya ve selvilerle çevrili yoldan ağır ağır aşağıya doğru giderken aklında deniz, malta köşkü, fırtına ve batan gemi haberleriyle bağlantılı karmakarışık duygularla boğuşuyordu. Kendisinin de anlam veremediği bu karışık duygu fırtınası yormuştu onu. Bu arada İstanbul trafiği alışılmış yoğunluğuna gelmişti. Eve gitmeye karar vermişti: ancak beşiktaşa geldiğinde Barbaros bulvarına değil de akaretlere ve daha sonra yıllarca okuduğu konservatuarın yanından geçip Maçka da bir otoparka arabasını park etti. Beklide biraz yürüyüş yada alışveriş iyi gelir diye düşünmüştü. Otoparktan ağır ağır yürüyerek çıkıp Teşvikiye yönüne doğru yol almaya başladı. Sağlı sollu büyük ve gösterişli mağaza vitrinlerini inceledi duraksamadan. Saray muhallebicisine yaklaşınca bir kahve içmek için içeriye girdi. İçerisi oldukça kalabalıktı ve dışarıdaki masalarda doluydu. En köşede servis kapısına yakın ve iki kişilik bir masaya oturdu. Üzerindeki ceketi çıkartıp etrafı incelemeye koyuldu. Kafasını bulandıran tüm düşüncelerden uzaklaşmak istiyordu.
-bir tane kafe moka dedi yanına gelen garsona
Nil otuzüç yaşlarında olmasına rağmen 1.70 boylarında açık tenli balıketi denilecek dolgun bir vücuduyla daha genç gösteriyordu. Kumral saçlarını sarı tonlarda boyamayı severdi. Açık tenine rağmen çukulata tonlarında koyu renkli ruj ve abartısı olmayan hafif renkli makyajıyla her zaman ilgiyi çeken bir kadındı. Makyaj alışkanlığı yada kadınsı giyinmeyi senelerce yani tarzını hiç değiştirmemişti.
Garson kahveyi masaya bıraktıktan sonra başka bir isteği olup olmadığını sordu.
-birde günlük gazete lütfen
Nil de bu isteğine şaşırdı.

devam edecek
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
19 Kasım 2007       Mesaj #1439
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Bekleme Salonu

Anladım sevmek yalan,
Bağlanmak boşa,
Her gün yazarım diyordun bana.
Yazacağın mektuplar,
Gelmedi hala.
Belki bahara,
Belki de öteki kışa.
Bekleyeceğim sevgilim
Bekleyeceğim
Yazarsın diye sabırla...


i.k
miss_didem - avatarı
miss_didem
Ziyaretçi
21 Kasım 2007       Mesaj #1440
miss_didem - avatarı
Ziyaretçi
ADA

Bir zamanlar,bütün duyguların
üzerinde yaşadığı bir ada varmış:
Mutluluk,Üzüntü,Bilgi ve
tüm diğerleri,Aşk dahil.
Birgün adanın batmakta olduğu,
duygulara haber verilmiş.
Bunun üzerine hepsi,
adayı terk etmek için
sandallarını hazırlamışlar.
Aşk,adada kalan en son duygu olmuş.
Çünki mümkün olan en son ana
kadar beklemek istemiş.
Ada neredeyse battığı zaman,
Aşk,yardım istemeye karar vermiş.
Zenginlik,
çok büyük bir teknenin içinde geçmekyeymiş.
Aşk,
" Zenginlik,beni de yanına alır mısın?"
diye sormuş.
Zenginlik,
"Hayır,alamam.Teknemde çok fazla altın
ve gümüş var,senin için yer yok demiş"
Aşk,çok güzel bir yelkenlinin içindeki
Kibir'den yardım istemiş.
"Kibir lütfen bana yardım et"
"Sana yardım edemem Aşk.
Sırılsıklamsın
ve yelkenimi mahvedebilirsin"
diy cevap vermiş Kibir.
Üzüntü yakınlardaymış
ve Aşk yardım istemiş:
"Üzüntü,seninle geleyim...."
"Off,Aşk,o kadar üzgünüm ki,
yalnız kalmaya ihtiyacım var."
Mutluluk da Aşk'ın yanından geçmiş
ama o kadar mutluymuş ki,
Aşk'ın çağrısını duymamış
Aşk,birden bir ses duymuş:
"Gel Aşk seni yanıma alacağım..."
Bu Aşk'dan daha yaşlıca birisiymiş.
Aşk, o kadar şanslı ve
mutlu hissetmiş ki kendini
onu yanına lanı kim olduğunu
öğrenmeyi akıl edememiş.
Yeni bir kara parçasına vardıklarında,
Aşk'a yardım eden,yoluna devam etmiş.
Ona ne kadar borçlu olduğunu
fark eden Aşk,Bilgi'ye sormuş:
"Bana yardım eden kimdi?"
"O Zaman dı"diye cevap vermiş Bilgi.
"Zaman mı?
Neden bana yardım etti ki?"
diye sormuş Aşk.
Bilgi,gülümsemiş:

"Çünki sadece Zaman Aşk'ın ne kadar büyük
olduğunu anlayabilir..."
............................
Alıntıdır



Benzer Konular

3 Aralık 2006 / Misafir Genel Mesajlar
16 Mayıs 2014 / NihLe Müslümanlık/İslamiyet
11 Haziran 2013 / Misafir Forum Oyunları
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar
20 Haziran 2012 / ThinkerBeLL Edebiyat