Arama

Hikayeler ve Öyküler -2- - Sayfa 148

Güncelleme: 17 Şubat 2016 Gösterim: 589.867 Cevap: 1.812
nünü - avatarı
nünü
Ziyaretçi
30 Aralık 2007       Mesaj #1471
nünü - avatarı
Ziyaretçi
HERCAİ

Sponsorlu Bağlantılar
Her şeyi nihayete erdirmeye yarım saatlik yol kaldı. Yağmur, bardaktan boşanırcasına yağıyor. Ağaçlarla çevrili yolda bir adım önümü göremeden yürüyorum.
Yağmur, biraz sonra nihayete erdireceğim yüklerden beni hafifletircesine, tepeden tırnağa yıkamakta.
Hava, puslu ve mistik bir ortam yaratmakta. Çevremde bulunan her cismi var olduklarından başka başka şekle bürümekte.

Nihayet göle ulaştım. Bir zamanlar tam da bulunduğum noktada camlardan yapılma bir göl evi hayal ederken mutlu, huzurlu, şimdi tamda hayallerimi başlattığım noktada her şeye son vermeye geldim. Huzurlu olmak için.

Kulağıma gelen huzur saçmakta olan bir melodi, yapmakta olduğum işe ara vermek zorunda bıraktı beni. Sol tarafımda, birkaç metre uzağımda bir karartı, net göremiyorum.

Yaklaşırken, ayaklarını suya sokmuş, göğüsleri saçlarıyla örtük, üstsüz yalnız başına oturan bir kadın olduğunu fark ettim. Teni, buharalı tüccarların kadifesinden de narin, hercailer kadar pürüzsüz dokunulası güzellikte. Puslu hava bile görüntüsünü değiştiremiyor, kendisi mistik ama bir o kadar da karşımda varlığıyla duruyor.

Üzgün, benim gibi final kurgulamakta diye düşünürken, bir an göz göze geldik. Bakıştık, kıpırdamadan uzun bir süre öyle kaldık. Ceketimi sırtına geçirerek yanına oturdum, yaptığı gibi ayaklarımı soya soktum. Varlığı, beni derinden etkileyen bir sükûnet timsali ve huzur saçan bir deniz fenerini andırıyordu gözleri. Melodisine devam etmesini istedim. Fakat susuyor, gözlerimin içine bakıyordu. Sanki ruhumu okumak istiyordu. Beni derinden etkileyen kokusunu alamıyor olsaydım gerçek değil de rüya gördüğüme kanaat getirecektim.

Öylesine mahzun, öylesine sade, duru bir güzelliğe sahipti ki etkilenmemek, böylesi bir güzellikle yaşama isteği duymamak ve hatta her şeyi nihayete erdirmeye karar vermişken, tekrar sil baştan arzularımı paylaşarak, yaşama isteğinden alı koymak kendimi, aptallık olacağına karar verdim. Beni, yapmam gereken işten alıkoyacak kadar vazgeçirten o huzuru, acaba ben ona yansıtabilmiş miydim?

Nasıl söyleyebilirim, yüreğinin yaralarını gördüğümü, benim kininde farksız olduğunu. Söyleyecek o kadar çok şeyim varken anlatamamak. Çorak toprak suya hasret gibiyken, durma, yağ gönlüme, yağ ki sil pasını diyememek ne zor. Daha neden burada oturduğunu dahi bilemeden. Ama bir şeyler de yapmam gerektiğinden emindim artık.

"Şans kapıyı çalınca durma, aç kapıyı ardına dek derlerdi hep." Karşımda durmakta olan bir şanstı. Varlığından bile huzur bulduğum, gözleri, yolumu aydınlatan bir deniz feneri. O da aç huzura, enkaza çevrildiği sevdaların yıkıntısını onarmasına yardımcı olacak biri gerek diyordu üzgün hali. Bunları düşünürken yapmaya geldiğim işten tümden vazgeçmiştim. Tam o sırada benim gördüklerimi o da görmüş ve beni anlamış olmalı ki,

"Şelale gibi asi gönlüme atlamaya, çiçekler kadar narin olan gönlüme arı gibi konabilir misin?" dedi.

Soğuk kış gecelerinde, yüzüne açılan kapının tebessümünü yayan dilenci çocuk gibi gülümseyerek,

"Konarım. Sen, her biri kırık cam batması gibi beni sızlatan sevdaların yaralarına merhem olabilecek misin? Keklik olan gönlüm, uçtu kayadan sevdalara, düşürdüler kanadı kırık. Kan damlar gagasından, varıp bir yol derman olur musun, öpebilir misin yarasından?"dedim.

Deniz feneri olan gözleri daha da ışıldayarak,

"Öperim. Ya sen? Susmuş, ötmeyen, kanadını çırpamayan keklik gönlüme, varıp bir yol yoldaş olabilir misin? Kabuk bağlamış yorgun yüreğime sırdaş olup, bin bir gece masalları anlatarak kabuklarını soyabilir misin? Her gece yenileyerek çıkarabilir misin sabaha?" dedi.

Aynı dertten muzdarip iki arkadaşın yıllardan sonra tesadüfen karşılaşmış, hasret gidermelerine andıran sohbetimiz devam ediyordu.

"Çıkarırım. Ya sen? Sen bilir misin tanıdık biri ve ses, aşina olduğun görüntülerin olmamasının kederini, varlığını anlamlandıran tüm nesnelerin yokluğuyla, yaşamanın yalnızlığını büyüten yüreğime varıp rehber olabilir misin?" dedim.

"Olurum. İhanetlere uğrandı yüreğim. Yusuf misali çöllerde dipsiz kuyulara terk edildi. Yüreğimin çöllerinde umut olabilecek misin?" dedi.

"Benim adım umut." Dedim.

Bu son sözlerimin içtenliği ve böyle bir karşılaşmanın, konuşmanın, yıllardır özlem ateşinin bittiğinden tüm kâinat şahitti, doğduğum ilk gün ki gibi arı, temizdim şimdi. Altında ezilmekte olduğum gam, tasa ihanet ve keder'den eser kalmamıştı bende.

" Umutlarımı aşılayacağım sana. Tüm denizler bizim olacak. Sen bana geldiğin dünyayı bense sana benim kini armağan edeceğim." Dedi.

Mutluluktan mıdır nedir ayağa kalkmaya yeltendim kalkamadım. Karşımda gülerek, bacaklarıma bakmaktaydı. Bende gülerek eğilip bacaklarıma baktım. Balık adamdım.

İdris Kenç

KaRaYeL61 - avatarı
KaRaYeL61
Ziyaretçi
3 Ocak 2008       Mesaj #1472
KaRaYeL61 - avatarı
Ziyaretçi
Dumanı Üstünde Aşk

Sponsorlu Bağlantılar

Rüzgâr ters yönde hep! Ben hep rüzgârın karşısında… Sabah olmasına olacak ama can çekişmeye devam ediyor gece. Karanlığın içine rüzgâr sinmiş, ben sıcak bir yer arıyorum!

İçeri giriyorum sabaha yakın! Taş fırından gelen o yeni pişmiş hamur kokuları yüzüme vuruyor. Ceplerimde soğuklarla giriyorum içeri! Kapıyı kapatmaya bile mecalim yok, ellerim üşüyor!

Beğendiğim bir yere oturuyorum. Benden önce gelip masalara kurulmuş gözler, beni süzüyor.
—Fırından yeni simit çıktı, derken kadın; inceliyorum göz ucuyla. Öylece ortaya atıyor lafı. Geceyi burada geçirmek zorunda olduklarını bildiği için fazla da umursamıyor. Sabahın tüm aksiliğine karşın, kadın tüm enerjisiyle çalışıyor…

Sen yoksun!

Haberini duyunca hiçbir şey yemek istemedim. Siparişlerimi bekletmelerini söyledim yaşlı kadına! Kadın gülümsüyor, hep gülümsüyor ama!

—Tabi, diyor! Teşekkür ettikten sonra telefonumla oyalanmaya başlıyorum. Bu saatte kesin uyuyordur diye içimden geçiriyorum. Uykusundan olmamamsı için tekrar cebime koyuyorum telefonu…


Sabırsızlık iyice büyüyor her açılan kapıda. Ben girdikten sonra ne olurdu şu kapıya kilidi vursalar… Açık kalınca soğuk giriyor içeri, üşüyorum!
Zaman geçiyor…

‘Ellerim üşüyor sensiz! Sırf senin için geldim. Bunu bile bile yoksun işte!’’ diye geçiriyorum
içimden… Beklemeyi bırakıp gidebilirim ama beklemeyi yeğliyorum!
—Buyurun, diyor yaşlı kadın, bunları düşünürken. Yüzüm gülüyor, hiç görmemişçesine elime alıyorum. Sabırsızlanıyorum da şeker atmadan yudumluyorum çayımdan! Her zamanki gibi acısın ve ancak benim sayemde tatlılaşabiliyorsun! İçine iki şeker atınca yumuşayıveriyor tadın!

Teşekkür ediyorum yaşlı kadına. İçimi ısıtan o sıcacık çay için!

gönülçelen - avatarı
gönülçelen
Ziyaretçi
4 Ocak 2008       Mesaj #1473
gönülçelen - avatarı
Ziyaretçi
ŞİMDİLİK
5 ay önce bugün...
evimden çıktım, aceleci bi tavırla sakin görünmeye çalıştım...
yürüdüm... yolun sonunda, ay'ın altında sen vardın...
gözlerinle başbaşa kaldım önce, sonra hayallerimle karşılaştım.
onlarda benim gibi yorulmuşlardı, ama hala bir umut vardı...
yitip gittiğim bir şehrin alaycı kalabalığında göz göze geldiğim hüzün,
ya da acı veren bir sonbahar rüzgarıydı yüzüme seni vuran...
belki de sadece senden kalan bir alışkanlıktı yaktığım sigara.
hatırladıklarım senden ibaret...
defalarca tökezlediğim merdivenler bile artık sıkmıyor canımı...
beni haklı terkedişlerin bahane olmuştu intiharlara...
her defasında "Bu son" desem de, her defasında gayret etsem de sensizliğe
bilmediğin şehirlerde yaşıyorum seninle...
ayrılığa tesadüf eden sigaram, ben ve ihtiyar gözyaşları...
üstünden o kadar çok zaman geçti ki...
ne o sigaranın külleri, ne gözyaşları, ne de ben unuttum...
1 ay önce bugün...
başladığım satırlar yine aynı...
sırıtan hüzün, saklı anılarım ve sen...
aşkını bıraktığın gibi yaşıyorum, tükenmeden, tüketmeden...
şimdilik... Msn Wiltedrose
ChinaDoll - avatarı
ChinaDoll
Ziyaretçi
5 Ocak 2008       Mesaj #1474
ChinaDoll - avatarı
Ziyaretçi


KÜÇÜĞÜM...

Ayni sokakta oturuyorduk
Her gün bir kizla geliyordu eve
Adi ESRARENGIZDI
Herkes onun hakkinda
Farkli seyler söylerdi.
Fakat kimse gerçegi bilmezdi
Kirli sakallari vardi.
Yesil gözlü esmerdi
Mahallenin kizlari hayrandi ona
Bense nefret ederdim
Hiç kimseyle konusmaz
Sadace gelir geçerdi
Birgün onunla yolda karsilastik
Çok güzel bir yüzü vardi
Bana gülümsedi
Sasirdim
Ama yinede onu sevmiyordum.
Fakat o çok farkliydi
Gece boyunca lambasi yanardi
Uyumak yerine onun evini seyrediyordum,
Onu sevmedigim halde her seyiyle ilgileniyordum.
Yavas yavas onu gözlemeye basladim
O an anladim ki
Hep kendimi kandirmisim
Ona karsi hissetigim sey sevgiymis
Artik o eve gelmeden uyuyamiyorum.

Yanina gelen kizlari kiskanirdim
Herkes onun kötü oldugunu söyleyince
Hep onu savunurdum,
Onunla karsilasmak için kapida dururdum...
Onu yine yolda gördüm
Bana göz kirpti
Yanimdan geçerken onu cagirdim
Acelem var KÜÇÜGÜM dedi
Bana aramizdaki yas farkini hatirlatmisti
Eve gidip aglamistim.
Karar verdim ona askimi ilan edecektim
Yolunu gözledim
Bir gün onu gelirken gördüm
Pesine düstüm o eve girdi
Biraz bekleyip kapiyi çaldim
Açtı ne var KÜÇÜGÜM dedi
SENI SEVIYORUM dedim
Gülümsedi
EE dedi
Ne eededim konusmadi
Kosarak disari çiktim
Bir ay boyunca evden çikmadim
Bir gün kizlarla konusurken
Ambulans geldi onun evine girdi
Sedyeyle onu disari çikardilar
Önümüzden geçerken
Bende seni KÜÇÜGÜM dedi ve gözlerini yumdu.
Kipkirmizi oldum herkes bana bakiyordu
Aglayarak kosmaya basladim
Aksama kadar sokakta gezdim
Gözyaslarim durmadan akiyordu
Sonra eve geldim
Annemler ondan bahsediyorlardi
Sevdigi bir kiz varmis
Ailesi evlenmesine izin vermeyince
Kiz evden kaçmis
Sokak serserileri onu öldürmüs
Eve getirdigi kizlar evi olmayan kizlarmis
Kimi sevdiyse ölmüs
Çok sevip aci çekmis
Intihar edip hastaneyi aramis
Polisler evin duvarinda KÜÇÜGÜM yazisini bulmus
KÜÇÜGÜM sende ölme yaziyormus, ve hemen altında;
Bende seni sevdim
Sevdiklerim gibi sende ölme diye ben öldüm KÜÇÜGÜM!...



Msn CryMsn CryMsn CryMsn CryMsn CryMsn CryMsn CryMsn Cry
nünü - avatarı
nünü
Ziyaretçi
8 Ocak 2008       Mesaj #1475
nünü - avatarı
Ziyaretçi
Belkide bu hayatta yanlış olan benim, fazla olan eksik olan ne varsa hepsi de benim, yaşam bu, bişeyler dönüp duruyor, dünyanın dönmesi ile alakalı değil bunlar. Kendimdeki yanlışlıkları çözmeye çalşıyorum, biliyorum bende bir çocuğun yüreği ve bir yetişkinin bedeni var, bunları tam olarak tanımıyorum ama içlerinde yaşıyorum. Ne gariptir ki kendimi keşif yolculuğunda son demleri yaşayan bir kaşif gibi görmeye başladım, dışarıdaki yaşama karşın iç dünyamdaki yolculuk daha zorlu geçmeye başladı. Her şeye kapıyorum gözlerimi ve yaşamımı, sadece dostlarıma kapatamıyorum yüreğimi, dost elim benimle, sevgiyi tutan yüreğim şu anda nerede bilemiyorum. Ama bu sevgisiz yaşama gözlerimi kapayarak devam ediyorsam, benim yerime tahammül göstermesi gereken o olmalı, yüreğim sahip çıkmalı artık yaşamın tüm zorluğuna. Farklı bir yaşamı hayal etmiyordum, sadece elimdeki yaşamın sevgiyle yaşanır olmasını bekliyordum, elimizde bulunan yaşama gerçekten ellerimin uzanmasını istiyordum. Hep konuşan, beni sevgiye çağıran yüreğimi derin bir sessizliğe itmek istemiyorum, insan herşeyden önce bir dostunu kaybettiğini düşündüğünde kırılıyor, ya yüreğim, yüreğimi neden kaybediyorum bilemiyorum. İnsanlar öyle bencil ve alıcı rolleri kapmışlarki bişey diyemiyorsun, değişiklik yapamıyorsun, sen arkadaşsan arkadaşlık var, sen özveride bulunursan özveri var, sen seversen sevmek var, her şeyin karşılıklı olduğu bir dünyada peki nerede bu duyguların karşılığı. Bende değişmek istiyorum diye haykırıyorum ama yapamıyorum, buradaki yaşamımı, harfleri sardığım fırça darbeleri ile sevgiye boyarken birdenbire şımarmak isteyen küçük bir çocuk oluveriyorum, sonra insanların arasına karışınca birden büyüyorum yeniden. Sevgi duygularım kabarınca nasıl da çıkıp geliyor içimdeki küçük çılgın çocuk, saklandığı yerden, alıp götürüyor beni riyaraklıklardan hüzünlerden, kim ne derse desin ben küçüğüm hiç büyümek istemeyen bir küçüğüm.
yaso5 - avatarı
yaso5
Ziyaretçi
9 Ocak 2008       Mesaj #1476
yaso5 - avatarı
Ziyaretçi
KURDELA


New York'ta yasayan bir öğretmen, Lise son sınıfındaki öğrencilerinin "diğer insanlardan farklı özelliklerini" vurgulayarak onurlandırmaya karar vermiştir. California Del Mar'dan Helice Bridges tarafından geliştirilmiş süreci kullanarak, her bir öğrencisini teker teker tahtaya kaldırdı. İlk önce öğrencilere sınıf ve kendisi için ne kadar özel ne kadar özel olduklarını belirtti. Sonra her birine üzerinde altın harflerle "Siz çok önemlisiniz" yazılı birer mavi kurdele verdi.Daha sonra kabul görmenin toplum üzerinde ne gibi etkileri olacağını anlayabilmek amacıyla sınıfına bir proje yaptırmaya karar verdi.
Her bir öğrencisine üçer tane daha kurdele verip, onlardan bu töreni gerçek dünyada devam ettirmelerini istedi. Öğrenciler, daha sonra sonuçları takip edecek, kimin kimi onurlandırdığını tespit edecek ve bir hafta boyunca sınıfa bilgi vereceklerdi.Çocuklardan biri, gelecekteki kariyer çalışmaları için kendisine yardımcı olan yakınlarındaki bir şirketin üst düzey görevlisini onurlandırmış, adamın yakasına mavi kurdeleyi iliştirmişti. Ardından, iki tane daha kurdele vermiş ve ; "Sınıfça bu konuda bir projemiz var. Sizden onurlandırmanız için birini bulmanızı istiyoruz. Onurlandırdığınız insanlara ekstra kurdele de verin. Böylece onlarda bu projenin devam etmesi için başkalarını bulabilirler. Daha sonra, lütfen bana ne olduğu konusunda bilgi verin" diye rica etti.
O gün üst yönetici, suratsız biri olarak bilinen patronunun yanına gitmeye karar verdi. Patronun odasına girdi ve onun "iş dünyasında bir deha olduğundan ötürü" onu takdir edip örnek aldığını söyledi. Bu mavi kurdeleyi yakasına takması için izin verip vermeyeceğini sordu? Şaşkına dönen patron ; " Tabi ki " şeklinde cevap verdi.Yönetici de mavi kurdeleyi, patronun tam kalbinin üstüne, ceketine iliştirdi.Ekstra kurdeleyi verirken de ; "Bana bir iyilik yapar misiniz?... Siz de bu kurdeleyi onurlandırmak istediğiniz birine verir misiniz?...Bunu bana veren çocuk, okulda bir proje yaptıklarını söyledi. Bu kabul görme töreninin devam etmesi gerekiyormuş. Böylece "bunun, insanları nasıl etkilediğini belirleyeceklermiş..." Dedi...
O gece patron evine geldiğinde, on dört yaşındaki oğlunun yanına oturdu. "Bugün inanılmaz bir şey oldu" dedi."Ofisteydim. Üst düzey yöneticilerimden biri içeri geldi, bana hayran olduğunu söyleyip, "iş dünyasında bu kadar başarılı olduğum için" göğsüme bu kurdeleyi iliştirdi...Bir hayal etmeğe çalış... Benim bir dahi olduğumu düşünüyor..."Siz çok önemlisiniz" yazılı bu kurdeleyi tam göğsümün üstüne takti.Bana ekstra bir kurdele verdi ve onurlandıracak başka birini bulmamı istedi. Arabayla eve gelirken, bu mavi kurdeleyle kimi onurlandırabileceğimi düşündüm ve aklıma sen geldin...Ben "seni" onurlandırmak istiyorum. Günlerim aşırı yorucu geçiyor. Eve gelince sana pek ilgi gösteremiyorum. Bazen derslerden aldığın notları beğenmeyince veya odanı toparlamayınca sana bağırıp çağırıyorum... Oysa bu gece bir şekilde buraya oturup, sana benim için ne kadar farklı ve özel olduğunu söylemek istedim. Annen gibi sen de benim hayatımdaki en önemli insansın. Sen mükemmel bir çocuksun."Seni seviyorum" diye devam etti... Şaşkına dönen çocuk simdi ağlamaya başlamıştı...Bütün vücudu titriyordu...Başını kaldırdı, gözleri yas içinde olarak babasına baktı, ve : "Yarın intihar edecektim" baba, dedi..."Baba, ben senin... çünkü ben senin... beni hiç sevmediğini... beni hiç önemsemediğini düşünüyordum... Ama artık her şey çok farklı.Sen baba, şu an... oğlunun hayatını kurtardın!..."

Belki bir hayat kurtaramayacaksınız, belki terlenceksiniz ama kaybettiğiniz mi? daha fazla olcak yoksa kazandığınız mı?

Sizin de sevginizi duymak, hissetmek isteyen insanların var olduğunu sakın unutmayın...

HEPİNİZE YETECEK KADAR KURDELE VAR. SİZLER BULUNMAZ ARKADAŞLARSINIZ.


mavikurdelasdwa8
yaremce - avatarı
yaremce
Ziyaretçi
9 Ocak 2008       Mesaj #1477
yaremce - avatarı
Ziyaretçi
Askerde tanışan iki arkadaş askerlik bittikden sonrada
görüşmeye dewam etmişler biri İstanbullu biride
Mardinliymiş.ZAmanla arkadaşlıkları büyük bidostluğa

dönüşmüş vebigün İstanbulda kalan adam Mardinli arayıp
Mardine tatile geleceğini sölemiş,
Mardinli olanda buna cok sewindiğini söyleyip
onu ewine misafir olarak kabul etmiş...
Mardinli istanbullu arkadaşına Mardini gezdirirmiş
bigün MardinliniN işleri yoğun olduğundan dolayı İstanbullu
cıkıp tek başına dolaşmış.Akşam ewe gelir gelmez
Mardinli arkadaşına bikıza aşık olduğunu sölemiş
kızda isterse burda ewlenmek we kızı alıp
İstanbula gitmek istediğini söylemiş...
Mardinli arkadaşı yardımcı olmuş istanbulu
Mardinde ewlenmiş we İstanbula gitmişler
aradan bikac sene gecmış Mardinli olanın
işleri kötüye gidiyormuş we direk aklına
İstanbullu zengin DOSTU gelmiş
wurmuş İstanbula gitmiş....!
İstanbullu arkadaşının iş yerinde kapıda
bekleyen görewliye arkadaşının onu
tanıdığını içeri girmek istediğini söylemiş
görewli olan bayan aramış ama o öğle
birini tanımadığını söylemiş çok zor
durumda olduğunu belirtmiş ama
İstanbullu ısrarla öle birini tanımıyorum
demiş...Mardinli perişan bihalde iş yerinin
yakınıdaki parka gidip oturmuş...
Kara kara düşünmeye başlamış okadar
birbirimizi sewiyorduk dosttuk hepsi
yalanmıydı...yanına yaşlı biadam yaklasmış
ve derdini sormuş Mardinli hepsini birbir
anlatmış.Yaşlı adam üzülmemesini zaten yaşlı
olduğundan şirketlerini malını mülkünü
birine bırakmak istediğini söyler we Mardinliye
werir.Aradan bikac yıl gectıkden sonra
Mardinli we İstanbullu bi ihalede karsı karşıya gelMİŞLER
ihaleyi Mardinli alMIŞ tam salondan çıkarken
Mardinli İstanbulluya yıllar önce kapısına gelip
kovulduğunu söylMİŞ...İstanbulluda ona
o parka oyaşlı adamı yolladığını söylEMİŞ
sırf gururun incinmesin diye kendi ellerimle
para wermedim deMİŞ...İstanbulluda Mardinlinin
gözlerinin içine bakarak deMİŞKİ
"hani Mardine gelip gördüğün bikız wardı aşık oldun
sana orda düğün yaptık işde okız varya oda benim sewğimdi "
deMİŞ...!
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
10 Ocak 2008       Mesaj #1478
arwen - avatarı
Ziyaretçi
.........O gün beş yaşındaki Açelya annesi ve babası bir de yirmi yaşlarındaki
misafir Ayşegül Hanım'la birlikte sofradalar...Açelya'nın tabağında beş köfte vardı,üçünü yemişti ve doymuştu. Annesinin yüzünde gözleri kalmıştı.Keşke:
'Bitir şu tabağındakileri,demese! 'Kusmak istiyor ve yemek istemiyordu.Ay-
şegül anlamıştı, sevimli Açelya'da bir huzursuzluk olduğunu sezmişti:
-Doydun mu Açelya,neden yemiyorsun?
-Ama...
-Ama ne?
-Ben doyduğumu bilmem ki...
Ayşegül tabağındaki son köfteyi çatalına iliştirirken nasıl doyduğunu bilmez, garip bir şey var. Oysa çocuk bal gibi de yemek istemiyor,diye düşündü.
Açelya:
-Ama annem tabağında artık kalmasın, bitir diyo.
Ayşegül düşündü,Açelya'nın doyduğuna Açelya'nın vücudu karar veriyor. Mide diyor:
-Ben istemiyorum...Karaciğer:
-Ben de...Barsaklar:
-Ben de!
Ama Açelya'nın annesi bu, bakar mı Ayşegül'ün organlarının isyanına. O daha doymadın dedi mi,gökten ay da kopup gelip yalvarsa olmaz.Çünkü Açelya onun çocuğudur.O gerçekte bilinçaltında kölesi sanıyor:
-Seni ben doğurdum,benimsin,ben ne dersem o olacak!
Açelya bir köfteyi daha zar zor çiğniyor isteksizce:
-Anne ben doydum mu?
-Konuşma kızım bitir tabağındakini!
-Baaaak! annem ne demek istiyor? Demek ki ben doymamışım.
................

.....Sevgili dostlar bunu Sevgili Profesör Doğan Cüceloğlu'nun kitabındaki bir anlatım okumuştum.Diyalog şekline ben getirdim.Kahramanları ben oluşturdum. Prof. Doğan Cüceloğlu'nu okumanızı tavsiye ederim.Çünkü Türk
toplumunu çok iyi tanımış.Amerika ve Kanada gibi ülkeleri gezmiş orada ki insanların yaşamı,gelenekleri ve düşünüşü ile bizi karşılaştırmış. Psikolojiyi herkesin anlayacağı şekle indirgemiş.
........Bir konferansında bulundum.orada iki şey çok can alıcıydı.Sizinle payla şacağım. Sonra da kahramanım Açelya'ya döneceğim.Açelya büyüdüğü zaman nasıl bir insan olacak? Birey olabilecek mi olamayacak mı? Görüşlerimi yazacağım. Prof.Doğan Bey'e dönelim:

.........Bir şirket, çalışanları için Prof.Doğan Cüceloğlu'nu davet eder.Doğan Bey anlatımını yapar.Herkes salonu terkederken kendisine haber gelir.Bir adam kafasını duvarlara çarpıyor,ağlıyor,gelir misiniz? Bir süre dövünmesini devam ettiren adam sonunda Doğan Bey'in karşısında olduğunu farkeder:
-Buraya çok isteksiz geldim.Şirket zorunlu tutmasaydı gelmeyecektim.Ama anlatımlarınızdan sonra kahroluyorum.17 yaşında bir kızım vardı.Bir de şimdi ilkokula giden oğlum.Oğlum olmasa kafamı duvarlara çarpıp ölmek istiyorum
Kızım öldü,hem de benim yüzümden:
-Kızım lise son sınıfa gelmişti.Bir gün sinirli şekilde üniversiteyi kazanmaz
san GÖZÜME GÖZÜKME dedim.
....Kızımın zorlandığını farkediyordum.Ama öyle demekle mutlaka üniversiteyi kazanacağını sanıyordum.Bir gün dersaneye bir profesör eğitimci gelir:
-Arkadaşlar üniversiteye her 10 kişiden ikisi girecek,sekizi giremeyecek, ona göre çalışın.Kızımın dersanede de durumu iyi değildi ki ümidini kesiyor artık ben kazanamam diye..Dersane çıkışı yaşamına son veriyor.
.....Doğan Bey sizi dinlediğim ana kadar dershaneyi,annesini,öğretmenlerini herkesi ama herkesi suçladım. Bir tek kendimi suçlamamıştım. Oysa kızıma:
-Üniversiteyi kazanmazsan GÖZÜME GÖZÜKME diyen bendim.O da gözü me hiç gözükmemecesine göçüp gitti. Kızımı ben öldürmüşüm Doğan Bey daha ne olsun?

Şimdi ikinci anlatım:

......Bir üniversitenin mühendislik fakültesinin mezuniyet töreni. Birinci,ikinci ve üçüncü mezunlarına ödülleri veriliyor.Tören bitiyor üçüncülük elde eden
mühendis genç hüngür hüngür ağlıyormuş.Doğan Bey yanına gider,niye ağla dığını sorar:
-Hayatımın ikinci hapishanesine gireceğim.
-Neden?
-Babamın döküm atölyesi vardı.Bana dediki:'Bu atölyenin devam etmesi için sen hukuk (Muhtemelen hukuk) okuma sen mühendis ol,işinin başına geç.' Üniversiteyi bitirene kadar bana hapishane olan fakülteyi bitirdim.Hayatımın ikinci hapishanesine yine babam sayesinde bu defa hiç değişmemecesine gireceğim!

.....Sevgili dostlar ne yapıp ne edin Prof.Doğan Cüceloğlu'nun hiç olmazsa bir kitabını okuyun. Gerisine siz karar verin.Ben onuncu kitabına başladım.

Geçelim yukarıdaki üç olayın değerlendirmesine.
1. Birincide minik Açelya doyduğunu bildiği halde annesi ona zorla yediriyor.
Artık yeme ya da doyma seçimini Açelya ya bırakmıyor.Kendi metabolizma sına bile yabancı oluyor bu çocuk ruhuna,kişiliğine yabancı olmaz mı? Bir ömür boyu neyi seçip ne seçemediğini,neyi sevip neyi sevemediğini, nereye gidip nereye gidemeyeceğini,hangi sosyal kulübe üye olacağını, han gi toplum ortamlarına girebileceğini,hangi mesleği seçeceğini,hangi erkekle evleneceğini,hangi partiye oy vereceğini seçebilir mi? Anne o seçimi kızının elinden almıştır.Anne ölse dahi Açelya kendine daha nice anneler bulacaktır. Bir lider,bir baş,bir şeyh,bir aşiret lideri arayacaktır.

......Bugün hangimiz güçlü örgütü, kuvvetli bir parti tasavvur ederiz.Hep lider kim olacak,padişah arar gibi tek kişi aradık. İşte aradığımız kurtarıcı bilinç al tımızda bize tercih yaptırmayan,SEN ÇOCUKSUN SEÇEMEZSİN damga sını vurup bizi ömür boyu çocuk yapan anne ve babadır. Bir çocuk doğur onun elini,kolunu bağla zavallı,tercih yapmaktan,kendini geliştirmekten,han gi kitabı okuyacağından,hangi gruba gireceğinden,hangi partiye oy verece ğinden,onu yoksun bırak öl,git.
........Bu dünyada zavallı,beş yaşında takılıp kalmış bünyesi büyük ama olay lar ve hayat mücadelesi karşısında,insan ilişkilerinde hep çocuk kalmak. Ve doğru nedir,ben bilmem ki deyip yığınlara katılıp ayıplanmamak, suçlanma mak için sürekli sürü kurallarına göre silik yaşayıp ya da hiç yaşayamayıp bir de çocuklarını beş yaşına kadar ruhsal çağda bırakıp göçmek.

.....İkinci ve üçüncü olaylar kimin yüzünden yaşanmıştır. Beş yaşındaki baba ların yüzünden. Ben burada yazdığımdan beri kendimi yıprattığım tek şey 'Bİ
REY' olabilmenin mücadelesidir ki kendimi sorguluyorum:
-Acaba 'Birey olmayı başaracak mıyım? Hepimiz beş yaşına takılmış kalmı şız,hepimiz.
......Şunu unutmayın şimdi.Bu benim görüşüm.Toplum hep beş yaşındaki yetişkjinlerden oluşuyorsa.(Bu benim iddiam.) O zaman politikacılarından çoğu beş yaşındadır. Doktorlarından, mühendislerinden, öğretmenlerin den,işçisinden,memurundan.....çoğu beş yaşındadır.Çocukluğuna takılıp kalan politikacıları, doktorları,mühendisleri,öğretmenleri velhasıl komşuları hepsini yaşayarak zaten görüyoruz. Bizler de beş yaşına takılıp kalmışız ama iletişimlerimizde bu çocukluğu çok yaşıyoruz.Bu çocukluğun garipliklerini yaşarız.

.......Bazen bu beş yaşındaki kocaman cisimdeki büyük çocuklar aşılmaz olur. Yaşamımızı çekilmez yaparlar.Söz gelimi evinizin temelini atacaksı nız,ya da dükkan açacaksınız hiç bir eksiğiniz yok ama ilgili memur dire niyor,rüşvet istemese bile:
-Hey arkadaş burada bostan korkuluğu yok ben basit biri değilim,öyle beni aşmak kolay değildir! mesajını vermeye çalışırken hala ben çocuğum, büyüye medim nasıl olsa da büydüğüme inanabilsem!

.....Burada beş yaşındaki çocuklardan özür diliyorum.Eğer onlara baraj olma sa büyükleri, elbette büyüyecekler.Yok baraj gibi önlerine dikilen olursa yandı
gülüm keten helva.Yarının yöneticileri,doktorları,mühendisleri,öğretmenleri...
yine beş yaşındaki büyük bedenli çocuk olacaklardır.

......Yaşanan şu gerçek olayla kapatıyorum konuyu.

....Otuz yıllık yaşlıca müfettiş ilkokul birinci sınıflara teftişe girmiştir.Kasımın 20 si.Öğretmenin öğrencilerinin çok az bir kısmı okumaya geçmemiştir. Müfettiş sınıfı Türkçe dersinden teftiş etmiş ve adeta uçuyor. Teneffüste idarecilerle görüşür:
-Müthiş bir sınıf gördüm.Türkçeden o kadar iyiydiler ki...
İkinci ders yine gelecektir müfettiş...Kapı açıktır. Karşıdan müfettiş görünür. En önde oturan sınıf yaşının olgunluğunda daha olmayan daha okumaya ge çememiş Hakan derki:

-Aha gene geldi.

Sınıf sessiz olduğu için müfettiş duyar.İçeri girer.Çantasını masanın üstüne koyar ve yedi yaşındaki çocuklara bağırır:
-Niye? Beni neden istemiyorsunuz? Ben size ne yaptım ki beni istemiyorsu nuz? (Dikkat edin beş yaşındaki çocuğun yedi yaşındaki çocuğa sitem edişi gibi,tıpkı.) Bağırır çağırır.Bu küçücük çocukları bir korku alır.Öğretmen çocuklarının korkmaması için, olumsuz etkilenmemesi için hem müfettişin karşısında ezik olmamak(Çocukların gözünde en büyüktür öğretmen ezilirse çocuklar hayal kırıklığı yaşar.) onları duygusal korumak ama müfettişi de üzmemek,darıltmamak için çaba sarfeder.
.......Kızgın müfettiş matematik dersinden teftişe başlar.ilk 18 kişi hiç bir yanıt vermez.Çünkü sınıfın duygusal iklimi bozuktur. Öğretmen müsterihtir sınıfın dan.Öğretmenin çocuğu da o sınıftadır.Sıra ile sorulan sorulardan bir mate matik sorusu ona da sorulmuştur.Çocuk cesurca yanıtlamıştır.Ardında tam 27 kişi de takır takır yanıtlamıştır.28 doğru yanıt 18 ürkek ve yanlış yanıt. Müfettiş öğretmene döner:
-Bu çocukları grupladın mı bu taraf neden zayıf?
-hayır bu tarafta aynı,hepsi başarılı.
-Neden böyle oldu?
-Siz bağırınca çocuklar duygusal yoğunluğu kaldıramadılar.

.....Çantasını alan müfettiş bir türlü yakıştıramaz.Kendi üstüne almaz bunu.
Birinci derste idareye övdüğü sınıfı:
-Matematikte başarısızdı,deyip çekip gidecektir. Öğretmenin ilk işi çocuklarına yapılan durumun travmaya dönüşmemesidir.Gerekli sağaltıma
gider.Müfettiş raporundan 87 alan öğretmen vicdanından 100 almıştır duygusal doyum ve mutluluk da cabasıdır. Asıl müfettişi düşünmüştür,
Öğretmen.
Bu olaydan sonra çocukları olumsuzluktan kurtarmış.Onlar da mutlu öğret men de...
Ya müfettiş? Onu kim teselli etti.Asıl ona kim yardım edecekti? Öğretmen
hep onu düşündü,durdu.


halit mehdigil
mavigezegenx - avatarı
mavigezegenx
Ziyaretçi
10 Ocak 2008       Mesaj #1479
mavigezegenx - avatarı
Ziyaretçi
en beş yaşında idim
Babaannem rahmetli,pirinç ayıklıyordu. Bir tane yere
düştü.Babaannem eğildi,aramaya
başladı. Sağa bakıyor, sola bakıyor, bulmaya
çalışıyor. Çocukluk iste,'aman babaanne dedim. Bir
pirinç tanesi için bu kadar caba harcamaya,yorulmaya
değer mi?' Rahmetli ilk defa sertleşti bana karşı,
öfkeyle doğruldu. 'Sen oturduğun yerden ahkâm
kesiyorsun, ' dedi. 'Hiç pirinç üretilirken gördün
mü?
İnsanlar ne kadar zorluk çekiyorlar. Bir pirinç
tanesinde kaç insanin göz nuru, alın teri, emeği,
çilesi var biliyor musun?'
Utancımdan kıpkırmızı olmuştum.

*Aradan yıllar geçti. Hukuk Fakültesinde öğrenciyim.
Alain'in proposlarini okuyorum. Birden irkildim.
Babaannemi hatırladım. Alain, bir insan yerde bir
iğne görüp de eğilip almazsa,bütün uygarlığa karşı
ihanet etmiş olur diyordu. İlave ediyordu. Bir
iğnenin
üretiminde binlerce insanin alın teri, göz nuru, el
emeği vardır diyordu.

*On dokuz yıl evveldi.**
Stockholm'e gitmiştim. Bir otele indim. Geceydi.
Sabahleyin, traş olmak için lavaboya
gittiğimde, aynanın yanında ilginç bir not gördüm.
Lütfen diyordu, traştan sonra jiletinizi çöpe
atmayın.
Yanda bir kutu var,oraya bırakın. Bir tek jiletle
dahi olsa, İsveç çelik sanayisine yardımcı
olun.Doğrusu hayretler içinde kaldım. Çocukluğumdan
beri çelik eşya
denince akla İsveç çeliği gelir. Birçok eşya
üzerinde'
İsveç çeliğinden yapılmıştır' diye yazardı. İste o
ülke, kullanılmış bir tek ufacık jiletin bile çöpe
gitmesini istemiyor, ona sahip çıkıyor,gelen
turistlere rica yollu uyarıda bulunuyordu. *

*İsviçre'de zaman zaman, belli periyotlarda,
radyolar,
televizyonlar, bir haberi duyurur.
Şu tarihte, su saatte, adamlarımız gelecek. Siz
lütfen
hazırlığınızı yapın.**
Okumadığınız,ilgilenmediğ iniz, kullanmadığınız ne
kadar kitap,dergi, gazete varsa, kâğıt, ambalaj,kutu
varsa, velev ki, bir ilaç prospektüsü dahi olsa,
kapının önüne koyun.
İsviçre'nin kalkınmasına yardımcı olun. Fazla ağaç
ziyanına engel olun. *

*Japonlar son derece sade, basit,yalın mütevazı
yasayan insanlardır. Evlerini mobilya ile eşya ile
dolduranlar Japonlara göre ruhen tekamül edememiş ,
hayatın manasını anlayamamış , zavallı kimselerdir.
Böyleleri ile, zavallı, evini mezat salonuna
çevirmiş
diye eğlenirler.
Bir insanin gösteriş için eşyanın esiri olması ne
kadar acıdır. Vaktiyle Japon ekonomisi bir
darboğazdan geçiyor. İç borçlar,dış borçlar
gırtlağı
aşıyor. Zamanın başbakanı meclisi
toplar. Kürsüye çıkar. Durumu olanca açıklığı ve
tehlikeleri ile anlatır ve su andan itibaren der,
Tanrı şahidim olsun ki, Japonların iç ve dış
borçları
son kuruşuna kadar ödenmeden, pirinçten başka bir
şey
yemeyeceğim. Su üstümdeki elbiseden başka elbise
giymeyeceğim. Dediklerini yapar, en üstten en alta
bir
israftan kaçınma kampanyası açılır. Japonya bütün
borçlarını öder. Bu durumun toplumun bütün
kesimlerini, tek istisna olmadan kapsadığını
söylemeye
gerek yok. Geçenlerde Japon imparatorunun sarayını
gördüm. Yarabbim, ne kadar sade, ne kadar mütevazı,
ne
kadar gösterişten uzak...

*Gerekmediği halde elektriği yakmakla, Suyu
kapamadan bos yere akıtmakta, Gece çamurlu
ayakkabılarımızı temizlemeden yatmakla, Yemek
yediğimiz kapları yıkamadan bırakmakla biz de
zalimler sınıfına geçmiyor muyuz?

*Hayat çok ince, akil almaz incelikte ipliklerle
örülmüştür. Her şey o kadar birbirine bağlıdır ki,
İlkokul okuma kitabımızdaki bir sözü hiç unutmadım.

Bir mıh bir nalı kurtarır. Bir nal bir atı,bir at
bir
komutanı, bir komutan bir orduyu,

bir ordu bir ülkeyi kurtarır diyordu..

Maddi durumumuz ne olursa olsun, ister zengin
olalım,
ister fakir, hepimiz çok dikkatli olmak
zorundayız. Bunda parayı da, maddiyatı da aşan
büyük
bir edep ve incelik vardır.

nünü - avatarı
nünü
Ziyaretçi
10 Ocak 2008       Mesaj #1480
nünü - avatarı
Ziyaretçi
Çok uzak bir adada yaşayan güzeller güzeli ahtapot ve çok yakışıklı bir akrep birbirlerine aşık olmuşlar. Fakat ikisi de birbirinden korkuyormuş. Ahtapot akrepden onu zehirli iğnesiyle sokar diye , akrep ise ahtapotun uzun kolları onu boğar diye…Fakat daha fazla dayanamayarak ikiside birbirlerine kollarını uzatmışlar. Ahtapot “en kötü ihtimalle bir kolumu veririm, nasıl olsa yerine yenisi gelir” diye düşünmüş. Akrep ise “Onun için kendimi feda edebilirim” demiş. Birbirlerini çok seviyorlarmış. O kadar mutlularmış ki bütün hayvanlar çok kıskanıyormuş onları...
Zamanla akrepden sıkılmaya başlamış ahtapot, aklında açık denizler varmış hep. Oralara gidip başka hayvanlarla tanışmanın hayalini kuruyormuş. Güzelliğini bu şekilde geçirmemek için okyanuslara doğru yüzmeye başlamış. Terk edilen akrep günlerce sahilde onun dönmesini beklemiş. Ardından çok ağlamış fakat göz pınarları olmadığı için, hep içine akmış göz yaşları. Okyanusların en güzel sularında süzülen ahtapot yeni yerler gördükçe işte gerçek mutluluk diye düşünüyormuş içinden. Akrebi çoktan unutmuş. Derken birden bir balıkçı ağına dolanmış olarak bulmuş kendisini. Kurtulmaya çalıştıkca daha çok dolanıyormuş. Onu gemiye çekmişler. Balıkçılar ahtapotun kollarını kesip geri denize atmışlar. Kesilen kollarıysa içki masalarında meze olarak kullanılmak üzere bir restorana satılacakmış. Canı çok yanan ve ne yapacağını bilemeyen ahtapot eski aşkı akrebe dönmeye karar vermiş fakat kolları olmadığı için yüzemiyormuş artık. Terk edilen akrepse onsuz olmaktansa ölmeyi tercih etmiş ve zehirli iğnesiyle kendisini sokmuş. Diğer hayvanlardan yardım isteyen ahtapot akrebe ulaşmak üzereymiş. Akrebin yanına vardığında ise akrebi ölmek üzereyken yakalamış. Akrep son nefesini verirken “evet işte ben bu güzellik için kendimi feda ettim” demiş içinden. Gerçek aşkının akrep olduğu anlamış ahtapot. Ama artık ne ahtapotun onu saracak kolları kalmış , ne de akrebin onu tekrar sevebilecek kalbi...
Herşey zamanında yaşandığında güzeldir...

Benzer Konular

3 Aralık 2006 / Misafir Genel Mesajlar
16 Mayıs 2014 / NihLe Müslümanlık/İslamiyet
11 Haziran 2013 / Misafir Forum Oyunları
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar
20 Haziran 2012 / ThinkerBeLL Edebiyat