Ziyaretçi
HERCAİ
Her şeyi nihayete erdirmeye yarım saatlik yol kaldı. Yağmur, bardaktan boşanırcasına yağıyor. Ağaçlarla çevrili yolda bir adım önümü göremeden yürüyorum.
Yağmur, biraz sonra nihayete erdireceğim yüklerden beni hafifletircesine, tepeden tırnağa yıkamakta.
Hava, puslu ve mistik bir ortam yaratmakta. Çevremde bulunan her cismi var olduklarından başka başka şekle bürümekte.
Nihayet göle ulaştım. Bir zamanlar tam da bulunduğum noktada camlardan yapılma bir göl evi hayal ederken mutlu, huzurlu, şimdi tamda hayallerimi başlattığım noktada her şeye son vermeye geldim. Huzurlu olmak için.
Kulağıma gelen huzur saçmakta olan bir melodi, yapmakta olduğum işe ara vermek zorunda bıraktı beni. Sol tarafımda, birkaç metre uzağımda bir karartı, net göremiyorum.
Yaklaşırken, ayaklarını suya sokmuş, göğüsleri saçlarıyla örtük, üstsüz yalnız başına oturan bir kadın olduğunu fark ettim. Teni, buharalı tüccarların kadifesinden de narin, hercailer kadar pürüzsüz dokunulası güzellikte. Puslu hava bile görüntüsünü değiştiremiyor, kendisi mistik ama bir o kadar da karşımda varlığıyla duruyor.
Üzgün, benim gibi final kurgulamakta diye düşünürken, bir an göz göze geldik. Bakıştık, kıpırdamadan uzun bir süre öyle kaldık. Ceketimi sırtına geçirerek yanına oturdum, yaptığı gibi ayaklarımı soya soktum. Varlığı, beni derinden etkileyen bir sükûnet timsali ve huzur saçan bir deniz fenerini andırıyordu gözleri. Melodisine devam etmesini istedim. Fakat susuyor, gözlerimin içine bakıyordu. Sanki ruhumu okumak istiyordu. Beni derinden etkileyen kokusunu alamıyor olsaydım gerçek değil de rüya gördüğüme kanaat getirecektim.
Öylesine mahzun, öylesine sade, duru bir güzelliğe sahipti ki etkilenmemek, böylesi bir güzellikle yaşama isteği duymamak ve hatta her şeyi nihayete erdirmeye karar vermişken, tekrar sil baştan arzularımı paylaşarak, yaşama isteğinden alı koymak kendimi, aptallık olacağına karar verdim. Beni, yapmam gereken işten alıkoyacak kadar vazgeçirten o huzuru, acaba ben ona yansıtabilmiş miydim?
Nasıl söyleyebilirim, yüreğinin yaralarını gördüğümü, benim kininde farksız olduğunu. Söyleyecek o kadar çok şeyim varken anlatamamak. Çorak toprak suya hasret gibiyken, durma, yağ gönlüme, yağ ki sil pasını diyememek ne zor. Daha neden burada oturduğunu dahi bilemeden. Ama bir şeyler de yapmam gerektiğinden emindim artık.
"Şans kapıyı çalınca durma, aç kapıyı ardına dek derlerdi hep." Karşımda durmakta olan bir şanstı. Varlığından bile huzur bulduğum, gözleri, yolumu aydınlatan bir deniz feneri. O da aç huzura, enkaza çevrildiği sevdaların yıkıntısını onarmasına yardımcı olacak biri gerek diyordu üzgün hali. Bunları düşünürken yapmaya geldiğim işten tümden vazgeçmiştim. Tam o sırada benim gördüklerimi o da görmüş ve beni anlamış olmalı ki,
"Şelale gibi asi gönlüme atlamaya, çiçekler kadar narin olan gönlüme arı gibi konabilir misin?" dedi.
Soğuk kış gecelerinde, yüzüne açılan kapının tebessümünü yayan dilenci çocuk gibi gülümseyerek,
"Konarım. Sen, her biri kırık cam batması gibi beni sızlatan sevdaların yaralarına merhem olabilecek misin? Keklik olan gönlüm, uçtu kayadan sevdalara, düşürdüler kanadı kırık. Kan damlar gagasından, varıp bir yol derman olur musun, öpebilir misin yarasından?"dedim.
Deniz feneri olan gözleri daha da ışıldayarak,
"Öperim. Ya sen? Susmuş, ötmeyen, kanadını çırpamayan keklik gönlüme, varıp bir yol yoldaş olabilir misin? Kabuk bağlamış yorgun yüreğime sırdaş olup, bin bir gece masalları anlatarak kabuklarını soyabilir misin? Her gece yenileyerek çıkarabilir misin sabaha?" dedi.
Aynı dertten muzdarip iki arkadaşın yıllardan sonra tesadüfen karşılaşmış, hasret gidermelerine andıran sohbetimiz devam ediyordu.
"Çıkarırım. Ya sen? Sen bilir misin tanıdık biri ve ses, aşina olduğun görüntülerin olmamasının kederini, varlığını anlamlandıran tüm nesnelerin yokluğuyla, yaşamanın yalnızlığını büyüten yüreğime varıp rehber olabilir misin?" dedim.
"Olurum. İhanetlere uğrandı yüreğim. Yusuf misali çöllerde dipsiz kuyulara terk edildi. Yüreğimin çöllerinde umut olabilecek misin?" dedi.
"Benim adım umut." Dedim.
Bu son sözlerimin içtenliği ve böyle bir karşılaşmanın, konuşmanın, yıllardır özlem ateşinin bittiğinden tüm kâinat şahitti, doğduğum ilk gün ki gibi arı, temizdim şimdi. Altında ezilmekte olduğum gam, tasa ihanet ve keder'den eser kalmamıştı bende.
" Umutlarımı aşılayacağım sana. Tüm denizler bizim olacak. Sen bana geldiğin dünyayı bense sana benim kini armağan edeceğim." Dedi.
Mutluluktan mıdır nedir ayağa kalkmaya yeltendim kalkamadım. Karşımda gülerek, bacaklarıma bakmaktaydı. Bende gülerek eğilip bacaklarıma baktım. Balık adamdım.
İdris Kenç
Sponsorlu Bağlantılar
Yağmur, biraz sonra nihayete erdireceğim yüklerden beni hafifletircesine, tepeden tırnağa yıkamakta.
Hava, puslu ve mistik bir ortam yaratmakta. Çevremde bulunan her cismi var olduklarından başka başka şekle bürümekte.
Nihayet göle ulaştım. Bir zamanlar tam da bulunduğum noktada camlardan yapılma bir göl evi hayal ederken mutlu, huzurlu, şimdi tamda hayallerimi başlattığım noktada her şeye son vermeye geldim. Huzurlu olmak için.
Kulağıma gelen huzur saçmakta olan bir melodi, yapmakta olduğum işe ara vermek zorunda bıraktı beni. Sol tarafımda, birkaç metre uzağımda bir karartı, net göremiyorum.
Yaklaşırken, ayaklarını suya sokmuş, göğüsleri saçlarıyla örtük, üstsüz yalnız başına oturan bir kadın olduğunu fark ettim. Teni, buharalı tüccarların kadifesinden de narin, hercailer kadar pürüzsüz dokunulası güzellikte. Puslu hava bile görüntüsünü değiştiremiyor, kendisi mistik ama bir o kadar da karşımda varlığıyla duruyor.
Üzgün, benim gibi final kurgulamakta diye düşünürken, bir an göz göze geldik. Bakıştık, kıpırdamadan uzun bir süre öyle kaldık. Ceketimi sırtına geçirerek yanına oturdum, yaptığı gibi ayaklarımı soya soktum. Varlığı, beni derinden etkileyen bir sükûnet timsali ve huzur saçan bir deniz fenerini andırıyordu gözleri. Melodisine devam etmesini istedim. Fakat susuyor, gözlerimin içine bakıyordu. Sanki ruhumu okumak istiyordu. Beni derinden etkileyen kokusunu alamıyor olsaydım gerçek değil de rüya gördüğüme kanaat getirecektim.
Öylesine mahzun, öylesine sade, duru bir güzelliğe sahipti ki etkilenmemek, böylesi bir güzellikle yaşama isteği duymamak ve hatta her şeyi nihayete erdirmeye karar vermişken, tekrar sil baştan arzularımı paylaşarak, yaşama isteğinden alı koymak kendimi, aptallık olacağına karar verdim. Beni, yapmam gereken işten alıkoyacak kadar vazgeçirten o huzuru, acaba ben ona yansıtabilmiş miydim?
Nasıl söyleyebilirim, yüreğinin yaralarını gördüğümü, benim kininde farksız olduğunu. Söyleyecek o kadar çok şeyim varken anlatamamak. Çorak toprak suya hasret gibiyken, durma, yağ gönlüme, yağ ki sil pasını diyememek ne zor. Daha neden burada oturduğunu dahi bilemeden. Ama bir şeyler de yapmam gerektiğinden emindim artık.
"Şans kapıyı çalınca durma, aç kapıyı ardına dek derlerdi hep." Karşımda durmakta olan bir şanstı. Varlığından bile huzur bulduğum, gözleri, yolumu aydınlatan bir deniz feneri. O da aç huzura, enkaza çevrildiği sevdaların yıkıntısını onarmasına yardımcı olacak biri gerek diyordu üzgün hali. Bunları düşünürken yapmaya geldiğim işten tümden vazgeçmiştim. Tam o sırada benim gördüklerimi o da görmüş ve beni anlamış olmalı ki,
"Şelale gibi asi gönlüme atlamaya, çiçekler kadar narin olan gönlüme arı gibi konabilir misin?" dedi.
Soğuk kış gecelerinde, yüzüne açılan kapının tebessümünü yayan dilenci çocuk gibi gülümseyerek,
"Konarım. Sen, her biri kırık cam batması gibi beni sızlatan sevdaların yaralarına merhem olabilecek misin? Keklik olan gönlüm, uçtu kayadan sevdalara, düşürdüler kanadı kırık. Kan damlar gagasından, varıp bir yol derman olur musun, öpebilir misin yarasından?"dedim.
Deniz feneri olan gözleri daha da ışıldayarak,
"Öperim. Ya sen? Susmuş, ötmeyen, kanadını çırpamayan keklik gönlüme, varıp bir yol yoldaş olabilir misin? Kabuk bağlamış yorgun yüreğime sırdaş olup, bin bir gece masalları anlatarak kabuklarını soyabilir misin? Her gece yenileyerek çıkarabilir misin sabaha?" dedi.
Aynı dertten muzdarip iki arkadaşın yıllardan sonra tesadüfen karşılaşmış, hasret gidermelerine andıran sohbetimiz devam ediyordu.
"Çıkarırım. Ya sen? Sen bilir misin tanıdık biri ve ses, aşina olduğun görüntülerin olmamasının kederini, varlığını anlamlandıran tüm nesnelerin yokluğuyla, yaşamanın yalnızlığını büyüten yüreğime varıp rehber olabilir misin?" dedim.
"Olurum. İhanetlere uğrandı yüreğim. Yusuf misali çöllerde dipsiz kuyulara terk edildi. Yüreğimin çöllerinde umut olabilecek misin?" dedi.
"Benim adım umut." Dedim.
Bu son sözlerimin içtenliği ve böyle bir karşılaşmanın, konuşmanın, yıllardır özlem ateşinin bittiğinden tüm kâinat şahitti, doğduğum ilk gün ki gibi arı, temizdim şimdi. Altında ezilmekte olduğum gam, tasa ihanet ve keder'den eser kalmamıştı bende.
" Umutlarımı aşılayacağım sana. Tüm denizler bizim olacak. Sen bana geldiğin dünyayı bense sana benim kini armağan edeceğim." Dedi.
Mutluluktan mıdır nedir ayağa kalkmaya yeltendim kalkamadım. Karşımda gülerek, bacaklarıma bakmaktaydı. Bende gülerek eğilip bacaklarıma baktım. Balık adamdım.
İdris Kenç

Hikayeler ve Öyküler -2-


