Arama

Hikayeler ve Öyküler -2- - Sayfa 160

Güncelleme: 17 Şubat 2016 Gösterim: 589.634 Cevap: 1.812
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
14 Mayıs 2008       Mesaj #1591
arwen - avatarı
Ziyaretçi
SenSizLik bir $arkı oLup cıktıqında ve sen dü$tüqündE akLıma, keLimeLerim sana ko$tu sevqiLi..

Sponsorlu Bağlantılar


qözLerimdeki hayaLin qitqide siLinirken yar, yok ediyorum kendi eLLerimde senin yüreqimdeki yerini qeceLerin birinde..

Bakma $imdi böyLe söyLediqime, kıyamıyorum önceLeri sana..
AnıLarımı siLemiyorum hafızamdan hızLıca..UsuL usuL hatırLıyorum önce..
HatırLadıkça ince bir sızı doLuyor içime de ona inat;
ben, uzun uzun bakıyorum sana son kez baktıqımı biLerek ve hıçkırıkLarı boqazımda hapsederek karanLıqın en acımasız oLduqu vakitLerde,zamansızLıqın hüküm sürdüqü anLarda......

qeceLerini birinde,asLında bu qece..

Bir voLkan patLıyor,tam da seni katLetmek istediqim anLardan birinde..

Saat qecenin dördü ve ben,
bu sefer senin aradıqın vakitLer oLduqunu fark edip özLedim seniLeri qönderiyorum yıLdızLarın korumaLıqında dü$Lerine..

Yüreqimdeki voLkanın LavLarı eritiyor qitqide bendeki seni..
Sendeki beni hatırLıyorum derken ve derken LaL oLuyor diLim....

Sus (oL)uyorum......

Yava$ yava$ erirken sen, benLiqime hakim oLan yanqınLarın içinde; bir damLa ya$ oLup akıyorsun qözLerimden..
Tek bir damLa oLup süzüLüyorsun dudakLarımın kurumu$ yanLarına..
ÇöLde kaLmı$ bir qezqinin qördüqü serap sonucu sevinçLe ko$ması qibi,
dudakLarım kana kana içiyor seni tekrar tekrar ve qördüqü serabın hayaL kırıkLıqıyLa yıqıLıyor yastıqına ba$ım..

Kaç qece böyLe qeçti bir biLsen ve bir biLsem kaç qece daha böyLe qeçecek sevdiqim..

YaqmurLar yaqıyor yar;
Sen farkında oLmadan dü$tüqün vakitLerde dü$Lerime, sensizLiqin $ehrini zaptediyor zorLa buLutLarın hüznü..

SensizLiqin $ehri dedim ya sanma ki İstanbuL’un sokakLarı yıkanıyor qecenin bir vakti..

Hüküm sürdüqün yüreqimin en qizLi kö$eLeri esir dü$üyor çünkü yaqmurLara,çünkü sensizLiqin $ehri yüreqimde sakLı da, kimsecikLer biLmiyor onun varLıqını benden ba$ka..
Yüreqimin en qizLi kö$esinde...
Evet yar,yüreqimin en qizLi kö$esinde hüküm sürdüqün kraLLık bir anda buLutLarLa kapLanıyor;
tıpkı qeLi$inde açan qüne$ qibi, qidi$inLe sonbahar hüküm sürüyor benLiqime......

Ve ben yine; her zamanki qibi, sadece susuyorum bu zoraki hükmedi$e......

YaqmurLarım fırtınaya dönü$üyor sevdiqim; hiç durmuyor ya, bir de üstüne sert rüzqarLar esiyor..

Ü$üyorum!
Ah biLemezsin ki ne çok ü$üyorum......
Ben yar,ben sensiz çok ü$üyorum..

SoruLar qeLiyor akLıma, diLimin ucunda tıkanıyor ve darma duman ediyor sen dü$tüqün vakitLerde dü$Lerimi..
SoruLarLa birLikte sen kayboLuyor, yüreqimdeki esintiLerin içinde..
Ve ben,kayboLduqunu anLadıqım anda seni aramaya koyuLuyorum yeniden;
sert rüzqarLara inat hiç söndürmeden eLimdeki bitmek üzere oLan (u)mu(du)mu..
Oysa çok deqiL,daha biraz önce yok etmeye karar vermi$tim seni....
Çok deqiL az önce,anıLarıma son kez bakayım demeden önce vazqeçmi$tim senLi qeLecekten ve idamına karar vermi$tim senLi qeçmi$imin..

Seni arıyorum sevqiLi,yine o qeceLerden birinde dü$(ü$)Lerimin orta yerinde;
birkaç eskimi$ anının dostLuqunda seni arıyorum, kaLbimin karanLık koridorLarında..
Ayak sesLerini izLiyorum sen farkında oLmadan..
Adım attıqın yerLeri tekrar tekrar doLa$ıyorum beLki qörürüm seni diye..
Ve beLki duyumsarım diye kokunu, beLki hani sesin qeLir diye kuLaqıma dikkat kesiLiyorum qecenin bir vakti......

Ben seni arıyorum........
BiLmiyorsun sevqiLi,
Hiç biLmedin ve hiç biLmeyeceksin..
İçimdeki sızıyı biLe umursamadan;yaqmurLara esir dü$erken qözLerim, senLi rüyaLara nasıL da uzanıyorum usuLca..
Sen farkında oLmadan, beLki beni hiç umursamadan ya$arken hayatına, ben evet ben;
nasıL da yüreqimi avuçLarıma aLıyorum ve içindeki seni öpüyorum defaLarca meseLa..
MeseLa defaLarca beni dü$ünmeni diLiyorum o anLarda da ; nasıL qözLerim nemLi daLıyorum uykuya..
Dedim ya biLmiyorsun......
qeçmi$te de biLmedin asLında ve qeLecekte asLa biLmeyeceksin oysa......

HatırLıyorum da ne qüzeL qeLmi$tin yanıma yar!
Ne umutLar ekmi$tin yüreqime, qözLerinin ı$ıLtısıyLa nasıL da ısıtmı$tın benLiqimi..
qeçmi$ zaman,çok uzak deqiL asLında ama bir asır qeçmi$ kadar da tüketici insan ömrünü..
Ne oLursa oLsun qeçmi$ zaman!
Qeçmesini hiç istemediqim zaman......


Unuttun mu yoksa sen o vakitLeri......

HatırLıyorum da, hani bakarken bana nasıL da erirdi yüreqim huzurLa...

Sana söyLerken titreyen sözLerim vardı hatırLadın mı?
SözLerimi qeç, bir zamanLar baktıqın qözLerim siLindi mi yoksa o zeytin karası qözLerinden?
SöyLesene bir anLıkta oLsa dü$müyor muyum dü$Lerine?

BiLsen yar,
BiLsen ne çok soru var böyLe zihnimde doLa$an ve cevapsızLık içinde kıvrandıran benLiqimi..
BiLsen seni qördüqünde susan diLim, yaLnızLıqım dikiLdiqinde kar$ıma nasıLda soruLarLa öLdürüyor kendini..

Zamana yenik dü$meyecekti hani sevdamız diye haykırırken buLuyorum meseLa kendimi, Hani...
Hani, zamansızLıkta biLe buLacaktık da birbirimizi yoLLar enqeLLemeyecekti unutmamıza birbirimizi..
Ne oLursa oLsun yanımdaydın yada......
HatırLıyor musun; qözLerimin içine bakarken; her ne oLursa oLsun arayacaqın ki$i oLmaLıyım, sen çok deqerLisin diyi$ini?

HatırLamıyorsun......
HatırLasaydın yazar mıydım bunLarı?
HatırLasaydın qecenin bir yarısı infazına karar verip sonra da kayboLduqunu qörünce aramaya koyuLur muydum eLimde kaLan son umut parçacıkLarıyLa seni..

SöyLesene sevqiLi, duysana sesimi!
Hadi susmayıp versene cevap varsa birazcık yüreqin......
Ve qeçmi$ zamanda da oLsa vardıysa yüreqinde yüreqim......

Hani sözLer yetersiz kaLacaktı da sevdamıza, sadece sessizLik anLatacaktı bizi dört bir yana......
SöyLesene nerdesin o haLde $imdi?
$imdi nerede o söz ettiqin sevqi?
SöyLesene sen,
Sen neredesin sevqiLi?

Kaç ömür tükettim qidi$inin ardından biLemezsin ya, sen kaç kez soruLarLa yatıp cevapsız kaLdıqımı dü$ünemezsin ya hani..
Ne söyLemeLi diLim yada nasıL yok etmeLiyim yüreqimde bıraktıqın o ince ama mahvedici sızıyı?
SusmaLı mıyım yoksa hiç durmadan tüm içimdekiLeri kusmaLı mı fırtınaLarın ortasında...
SöyLesene!

Sahi, unuttun mu beni?
Yar, unuttun mu söyLediqin o içimi ok$ayan sözLerini......
HatırLamıyor musun sahi?
HatırLamıyorsun......
BiLiyorum söyLediqim hiçbir $ey canLanmıyor zihninde sevqiLi..
Ve hiç canLanmayacak ne kadar konu$ursa konu$sun diLim......
OLsun ben yine karanLıkLarın içine biraz da benim siyahımdan karı$tırıyorum......
Dedim ya qözLerimdeki hayaLin qitqide siLiniyor ve ben qeceLerin birinde,asLında bu qece, karar veriyorum seni siLmeye...
KararsızLık içinde çırpınırken çi$eLeyen yaqmur damLaLarına sıqınıp, biten (u)mu(du)mu bırakıp herhanqi bir yerde uzakLa$ıyorum $imdi senden..
Tam da bu qece, bitiriyorum seni, bitiremeyeceqimi biLe biLe söz veriyorum kendime......

İnfazını onayLayan eLim kırıyor kaLemini..

Kokunu qömüyorum sevqiLi ,toprak kokusuyLa birLikte karı$ıyorsun qeçmi$in siLik anıLarına..
Dü$ününce hatırLıyorum ya, zamanLa siLinecek biLiyorum o da......
BiLiyorum ki sadece toprak kokusu kaLacak bana ve beLki yaqmur yaqdıqında, ince ince süzüLeceksin dı$arıya......

Ama çok qeç oLacak o anda......
Zaman çok qeçmi$ oLacak bizim için ve ya$Lı bir yürekte küçük bir tebessüm oLup unutuLacaksın çok qeçmeden üzerinden..

$imdi eLLerimi yıkıyorum bak!
Hiç yıkamadıqım kadar çok yıkıyorum onLarı bu qece, eLLerime dokunan eLLerini çıkarmak istiyorum umarsızca..
Tenime deqen teninin izLerini atıyorum kor ate$Lere bu qece;
bıçakLa sıyırıp attıqım son kırıntıLarını da qöz ya$Ları içinde yakıyorum i$te $imdi,tam da bu qece......

qeceLerden birinde söz verdim ya hani kendime ,öLdürmek için seni!
$imdi canım yansa da yok ediyorum yüreqini ve senLi qeçmi$imi......

Bakma böyLe söyLediqime, zor oLdu benim için......
İnan çok zor oLdu bu qece qerçekLe$tirdiqim infazına karar vermeye..

Kaç qece qeçti biLmiyorum inan,
Kaç qece kıyamadım yüreqimdeki sana ve kaç qece akLımda beLirdin, karanLık çöktüqü anLarda dünyama..

O yüzden bakma $imdi böyLe savurduquma keLimeLerimi rüzqarLarLa sonsuzLuqa,
bunu yaparken, senden önce kendimi öLdürüyorum biL sevqiLi......

BiL ki, senin infazına karar veren yüreqim ve kaLemimi kıran eLLerim; kendi intiharını qerçekLe$tiriyor $imdi......
qeceLerin birinde önce seni katLediyor ve sensizLiqin orta yerinde intihar ediyor yüreqim......
Evet qeceLerin birinde ,asLında tam da bu qece......

Bu qece, sensizLiqin $ehrinde soquk rüzqarLar esiyor yar......
Yer qök kırmızı!
$arap kızıLLıqında akıyor kan damarLarımdan......
Ve eLLerim önce senLi qeçmi$i katLediyor, ardından sensiz qünLere qebe bir qeceye yenik dü$üp kapatıyor qözLerini......
Ve bir dü$(ü$)ün içinde intihar ediyor aqır aqır......

Tüm bunLarı yaparken ise......
LaL oLuyor diLim......
Yüreqim susuyor......
Sadece susuyor......
Ve qeLeceqe emanet bir sessizLik kaLıyor benden......
SessizLiqin nedeni sen oLuyor,
Bizden kaLan ise $arap kızıLLıqında yenik bir sevda qeride......

qeceLerin birinde,
AsLında,$imdi......
Yani bu qece........
qözLerimdeki hayaLin qitqide siLinirken , yok ediyorum kendi eLLerimde senin yüreqimdeki yerini......
Ve intiharım qerçekLe$iyor bu qece......

Yar......
Yar, bu qece her $eyi bitiyorum yüreqimde......
Ve ben......
Ben artık qidiyorum....
Tam da bu qece!



mevSimLerden neydi ok$adıqında yüreqimi..
ne zaman ekmi$tin sevda tohumLarını yüreqime.. ?
ve hanqi vakid, erozyona uqratdın bir anda benLiqimi..
kac zaman oLdu sevdiqim..
söyLeSene..


veda edemez oLdu yüreqim.. ama bu kez, eLveda..


qeL bana ey yüCe a$kı öqreten..
qeL kavu$aLım qöZ qöZe yenidEn..
benim sevdam, ba$kaSına haram.. qeL, ömrümün seBeBi..

arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
14 Mayıs 2008       Mesaj #1592
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Bir gün Lokman’ın Efendisine hediye olarak bir karpuz getirdiler. Hizmetçiye “ git, oğlum Lokman’ı çağır” dedi Lokman gelince Efendisi, karpuzu kesip ona bir dilim verdi.

Sponsorlu Bağlantılar
Lokman o dilimi bal gibi, şeker gibi yedi. Hem de öyle lezzetle yedi ki Lokman’ın efendisi, ikinci dilimi de kesip sundu. Böyle, böyle karpuzu tekmil yedi; Yalnız bir dilim kaldı.

Efendisi “ Bunu da ben yiyeyim; bir bakayım, nasıl şey, herhalde tatlı bir karpuz” dedi .

Çünkü Lokman, öyle lezzetle, öyle zevkle, öyle iştahlı yiyordu ki görenlerin de iştahı geliyordu.
Efendisi o dilimi yer yemez karpuzun acılığından ağzını bir ateştir sardı, dili uçukladı, boğazı yandı. Bir eyyam acılığından adeta kendisini kaybetti. Sonra Efendisi:

-A benim Cânım, böyle bir zehri nasıl oldu da tatlı tatlı yedin,

Böyle bir kahrı nasıl oldu da lütuf saydın?

Bu ne sabır? Neden böyle sabrettin?

Sanki canına kastın var? Niye bir şey söylemedin, niye biraz sabret şimdi yiyemem demedin?” dedi.

Lokman dedi ki:


“ Senin nimetler bağışlayan elinden o kadar rızıklandım ki utancımdan adeta iki kat olmuşumdur.

Ey marifet sahibi! Elinle sunduğun bir şeye “bu acıdır” demeğe utandım.

Çünkü vücudumun bütün cüzleri senin nimetlerinden meydana geldi.

Ben senin dânene, tuzağına gark olmuştum;

Bu kadarcık bir acıya dayanamaz, feryad edersem vücudumun bütün cüzleri hak ile yeksan olsun!

Şekerler bağışlayan elinin lezzeti bu karpuzdaki acılığı hiç bırakır mı?


Sevgiden bakırlar altın kesilir.

Sevgiden tortulu, bulanık sular arı duru bir hale gelir, sevgiden dertler şifa bulur.

Sevgiden ölü dirilir, sevgiden padişahlar kul olur.

Mesnevi’den
kerberosss - avatarı
kerberosss
Ziyaretçi
15 Mayıs 2008       Mesaj #1593
kerberosss - avatarı
Ziyaretçi
Üniversiteli delikanlı Kolejli kıza bir voleybol maçında rastladı.Okul salonundaydı maç. Tribünsüz, minik bir salon.. Seyircilerle, oyuncular arasında, sahanın çizgisi vardı sadece.. O kadar yakındılar..



Delikanlı, bu tatlı, bu güzel, bu dünyalar şirini kızı ilk defa görüyordu takımda.. Hoşlandığını, fena halde hoşlandığını hissetti. Az sonra bir şeyi daha hissetti. Uzun zamandan beri maçı değil, o güzel kızı izlediğini.. Kız servis atarken hemen önünden geçti. Göz göze geldiler.. Kız gülümsedi.. Delikanlı, çok popülerdi o yıllarda..Kız onu tanımış olmalıydı. Kim bilir, belki kız da ondan hoşlanmıştı.. Belki de delikanlı öyle olmasını istediği için ona öyle gelmişti.. Set değişip, takım karşıya gidince, delikanlıda yerini değiştirdi, o da karşıya gitti.. Üçüncü sette tekrar eski yerine döndü.. Kızda gidiş gelişleri fark etmişti galiba.. Bir defa daha gülümsedi. Manidar..


"Anladım" der gibi bir gülümseyişti bu.. Delikanlı o hafta boyu hep bu dünyalar şirini kızı düşündü.. Pazar günü, sabahın köründe kalktı, erkenden oynanacak maçı, ne maçı canım, o dünyalar şirini kızı görmek için.. Delikanlı artık kızın hiçbir maçını kaçırmıyordu.


Dahası..Ankara Koleji'nin her dağılış saatinde, okul civarında oluyordu, onu bir kez daha görmek için.. Karşılaştıklarında, hafif çok hafif bir gülümseme, çok minik bir baş eğmesi ile selamlaşır olmuşlardı..Bir defasında, yaptığına sonra kendisi de günlerce güldü.. O gün gene tesadüfmüş gibi, okul dağılımı kızın karşısına çıkmış, gülümseyerek selamlamış, sonra arka sokaklara dalıp, yıldırım gibi koşarak, bir blok ötede gene karşısına çıkmıştı.. Kız bu defa, iyice gülmüştü.. Karşısında, sözüm ona ağır ağır yürüyen, ama nefes nefese delikanlıyı görünce..


Delikanlı, voleybol takımının kaptanını iyi tanıyordu. Arkadaştılar.Sonunda bütün cesaretini topladı, kaptana açıldı.. O kızdan fena halde hoşlanıyordu. Galiba kız da ona karşı boş değildi. Bir yerde,bir şekilde tanışmaları gerekiyordu.. O zamanlar, bu işler böyle oluyordu çünkü.. Kaptan: "Tabii" dedi.. "Bu hafta sonu güzel bir konser var. Biz onunla gitmeye karar vermiştik zaten. Sen de gel. Hem konseri birlikte izleriz, hem de tanışırsınız.."


"Mutluluk işte bu olmalı" diye düşündü delikanlı. "Mutluluk işte bu.." Ve konser gününe kadar geceleri hiç uyuyamadı.. Konser gününü de hiç ama hiç unutmadı..O ne heyecandı öyle.. Konserin verildiği sinemanın kapısında tanıştılar.. El sıkıştılar.. O güzel ele dokunduğu anı da hiç unutmadı delikanlı.. Kaptan, salona girdiklerinde, ustaca bir manevra daha yaptı. Delikanlı ile dünyalar şirini kız yan yana düştüler. İnanamıyordu delikanlı.. Onunla nihayet yan yana oturduğuna, onun sıcaklığını hissettiğine, onun nefesini duyduğuna inanamıyordu.. Biraz önce tanışırken tuttuğu el, bir karış ötesinde öylesine duruyor, delikanlı, sahnede dünyanın en romantik şarkısı söylenirken ki, o an dünyanın bütün şarkıları dünyanın en romantik şarkısıydı ya, o eli tutmak için öylesine büyük bir arzu duyuyordu ki içinde.. Ama uzatamıyordu işte elini.. Her şey böyle iyi giderken, yanlış bir hareketle, onu ürkütebileceğinden, incitebileceğinden öylesine korkuyordu ki.. Sonunda dayanamadı, sanki kolu uyuşmuş gibi, uzandı.. Kolunu kızın koltuğunun arkasına koydu.. Kızın omzuna değil.. Koltuğun üzerine.. Sonra kız arkaya yaslandı.. Birkaç saç teli, delikanlının elinin üzerine dokundu..

Kalbi yerinden fırlayacak gibi atıyordu artık genç adamın.. Dünyalar şirini kızın saçları eline dokunuyordu çünkü..Konserden çıkarken, kız, şakalaştı.. "Sizi her maçımızda görüyoruz. Alıştık nerdeyse.. Yarın Adana'da maçımız var.. Gözlerimiz sizi arayacak.."


Hayır, aramayacaktı..Delikanlı o anda kararını vermişti çünkü.. Cebinde onu otobüsle Adana'ya götürüp getirecek, hatta öğle yemeğinde bir de Adana kebap yedirecek kadar para vardı.. Gece yarısı kalkan otobüse bindi..


Sabah erkenden Adana'ya indi. Maç saatine kadar başı boş dolaştı. Salona erkenden girdi, en ön sıraya tam servis köşesine en yakın yere oturdu.. Takımlar sahaya çıkarken, salondaki en heyecanlı seyirci oydu. Maç falan değildi sebep tabii.. İlk sette kız farkında bile değildi onun.. Nerden olsundu ki.. İkinci sette öbür tarafa gittiler.. Döndüklerinde, üçüncü sette kız fark etti delikanlıyı..Yüzünde çok ama çok şaşkın bir ifade, biraz mutluluk, biraz da gurur vardı sanki.. Ankara'nın hele Kolej'de çok popüler bu delikanlısının onun için ta oralara geldiğini bilmenin gururu..

Maç bitti. Kız soyunma odasına, delikanlı garajlara gitti. Tek kelime konuşmadan.. Konuşmaya gelmemişti ki..Kız "Keşke orada olsaydın" demişti. O da olmuştu işte.. Hepsi o..


Ona o kadar çok şey söylemek istiyordu ki aslında..Bir gün üniversite kantininde gazete okurken, iç sayfalarda bir şiire rastladı. Daha doğrusu bir şiirden alınmış bir dörtlüğe.. Söylemek istediği her şey bu dört satırda vardı sanki..Bembeyaz bir karta yazdı o dört satırı.. Öğleden sonrayı zor etti, Kolejin önüne gitmek için.. Kızın karşıdan geldiğini gördü. Koşarak yanına gitti. "Bu sana" diye kartı eline tutuşturdu ve kayboldu ortadan, kız, dizeleri okurken..

"Ne hasta beklerdi sabahı
Ne taze ölüyü mezar
Ne de şeytan bir günahı
Seni beklediğim kadar!.."


Ertesi gün öğleden sonra, tarif edilemez heyecanlar içinde Kolej'in önündeydi gene.. Kız karşıdan geliyordu.. Bu defa yanında arkadaşları yoktu. Yalnızdı..Yaklaştığında işaret etti delikanlıya.. Gözlerine inanamadı genç adam.. Onu yanına mı çağırıyordu yoksa.. Evet, çağırıyordu işte.. Kalbinin duracağını sandı yaklaşırken.. "Sana bir şeyler söylemek istiyorum" dedi kız.. O da heyecanlıydı, belli..


"Bak iyi dinle.. Dünkü satırlar için çok teşekkürler.. Herhalde hissettin, ben de senden hoşlanıyorum. Ama senden evvel tanıdığım birisi daha var. Ondan da hoşlanıyorum ve henüz karar veremedim, hanginizden daha çok hoşlandığıma.. Ve de şu anda, onu terk etmem için bir sebep yok."


"O zaman karar verdiğinde ve de eğer seçtiğin ben olursam, hayatında başka kimse olmazsa, ara beni" dedi delikanlı ikiletmeden.. Ayrıldı kızın yanından.. Bir daha voleybol maçına gitmeden, bir daha okul yolunda önüne çıkmadan.. Bir daha onu hiç görmeden..


Yıllarca sonra Levent'in söyleyeceği şarkıdaki Sezen'in sözlerini o, o zaman biliyordu sanki. Aşk onurlu olmalıydı.. Günlerce, haftalarca, aylarca bekledi.. Tıpkı, kıza verdiği o dörtlükteki gibi bekledi.. Hastanın sabahı, seytanın günahı beklediği gibi bekledi.. Heyecanla bekledi. Hırsla, arzuyla bekledi. Umutla, umutsuzlukla bekledi. Bazen öfkeyle bekledi.. Ama bekledi.. Başka hiç kimseye bakmadan, başka hiç kimseyi bulmadan bekledi.


Bir gün bir şiir antolojisinde şiirin tamamını buldu.. İki dörtlüktü şiir aslında.. İlki kıza verdiği.. Bir ikinci dörtlük daha vardı o kadar.. O dörtlüğü de bir kartın arkasına dikkatle yazdı.. Cebine koydu..


Bekleyiş sürüyor, sürüyordu..Okullar kapandı, açıldı.. Aylar, aylar geçti.. Bir gün delikanlı kızı aniden karşısında gördü.. "Günlerdir seni arıyorum" dedi kız.


"Günlerdir seni arıyorum. İşte sana haber.. Artık hayatımda hiç kimse yok!.."


"Yaa" dedi delikanlı.. "Yaa" dedi sadece..Kalbi heyecandan ölesiye çarparken, aylardır ölesiye beklediği an gelip çatmışken, ağzından sadece bu ses çıkmıştı..


"Yaaa!.."

Cebinde artık iyice eskimiş kartı uzattı kıza.. "Sana bir şiirin ilk dörtlüğünü vermiştim ya bir gün" dedi.. "Bu da ikinci ve son dörtlüğü onun.."


Sonra yürüdü gitti, arkasına bile bakmadan.. Kız dizelere bakarken..

"Geçti istemem gelmeni
Yokluğunda buldum seni.
Bırak vehmimde gölgeni
Gelme artık neye yarar!.."


Aradan yıllar, çok ama çok uzun yıllar geçti. Delikanlı bugün hâlâ düşünüyor..O uzun, çok uzun bekleyiş aşkını öldürmüş müydü, acaba?.

Ya da beklerken, ölesiye beklerken hayalinde öylesine bir sevgili yaratmıştı ki, artık yaşayan hiç kimse bu hayali dolduramazdı.. O sevgilinin kendisi bile.. Hayalindekini yaşatmak için mi, yaşayanı silmişti yani?.. Yokluğunda bulmak bu mu demek oluyordu?..


Ya da.. Ya da..

Bir şiirin romantizmine mi kapılmış, bir delikanlılık jesti uğruna, mutluluğunun üzerinden öylece yürüyüp gitmişti, acaba? Delikanlı bu soruların yanıtını bugün hâlâ bilmiyor..Bilmediğini de en iyi ben biliyorum.. Çünkü, delikanlı bendim!..

Hıncal Uluç
kerberosss - avatarı
kerberosss
Ziyaretçi
15 Mayıs 2008       Mesaj #1594
kerberosss - avatarı
Ziyaretçi
Bir otobüs durağında karşılaşmışlardı ilk kez. Biri tıpta okuyordu, öbürü mimarlıkta. O ilk karşılaşmadan sonra, bir kere, bir kere, bir kere daha karşılaşabilmek için, hep aynı saatte, aynı duraktan, aynı otobüse bindiler. Gençtiler, çok genç... Birbirileriyle konuşacak cesareti bulmaları biraz zaman aldı ama sonunda başrdılar. İkisi de her sabah otobüse bindikleri semtte oturmuyorlardı aslında. Delikanlı arkadaşında kaldığı için o duraktan binmişti otobüse, kız ise ablasında.... Sırf birbirilerini görebilmek için, her sabah erkenden evlerinden çıkıp, şehrin öbür ucundaki o durağa, onların durağına geldiklerini, gülerek itiraf ettiler bir süre sonra... Okullarını bitirince hemen evlendiler. Mutluydular hem de çok mutlu... Bazen işsiz, bazen parasız kaldılar ama öylesine sıkı kenetlenmişti ki yürekleri ve elleri hiçbir şeyi umursamadılar. Ayın sonunu zor getirdikleri günlerde de ünlü bir doktor ve ünlü bir mimar olduklarında da hep mutluydular. Zaman aşımına uğrayan, alışkanlıklara yenik düşen, banka hesabında para kalmadığı için ya da tam tersine o hesabı daha da kabarık hale getirmek uğuruna bitip tükeniveren sevgilerden değildi onlarınki. Günler günleri, yıllar yılları kovaladıkça sevgileri de büyüdü, büyüdü... Tek eksikleri çocuklarının olmamasıydı. Zorlu bir tedavi sürecine rağman çocuk sahibi olmayınca, "bütün mutlulukların bizim olmasını beklemek, bencillik olur" diyerek devam ettiler hayatlarına. Çocuk yerine, sevgilerini büyüttüler... "Senin için ölürüm" derdi kadın, sımsıkı sarılıp adama ve adma "Hayır, ben senin için ölürüm" diye yanıt verirdi hep... Bazen eve geldiğinde, aynanın üzerinde bir not görürdü kadın, "Bir tanem, kütüphanenin ikinci rafına bak. "Kütüphanenin ikinci rafında başka bir not olurdu, "Mutfaktaki masanın üzerine bak ve seni çok sevdiğimi sakın unutma" Mutfaktaki masadan, salondaki dolaba sevgi dolu notları okuya okuya koşturan kadın, sonunda kimi zaman bir demet çiçek, kimi zaman en sevdiği çikolatalar, kimi zaman da pahalı armağanlarla karşılaşırdı. Aldığı hediyenin ne olduğu önemli değildi zaten.... Hayat ne kadar hızlı akarsa aksın, işleri ne kadar yoğun olursa olsun hep birbirlerine ayıracak zaman buluyorlardı bulmasına ama kırklı yaşların ortalarına geldiklerinde, daha az çalışmaya karar verdiler. Adam, hastaneden ayrıldı ve muayenehanesinde hasta kabul etmeye başladı. Kadın da mimarlık bürosunu kapadı ve sadece özel projelerde görev aldı. Artık daha fazla beraber olabiliyorlardı. Bir gün sahilde dolaşırken, harap durumda bir ev gördü kadın, üzerinde "satılık" levhası asılı olan. "Ne dersin, bu evi alalım mı?" dedi adama. "Bu viraneyi yıktırır, harika bir ev yaparız. Projeyi kafamda çizdim bile. Kocaman terası olan, martıları kahvaltıya davet edeceğimiz bir deniz evi yapalım burayı. "Sen istersin de ben hiç hayır diyebilir miyim?" diye yanıt verdi adam. "Amerika'daki tıp kongresinden döner dönmez ararım emlakçıyı. Kaç para olursa olsun, burası bizimdir artık. " Sadece bir hafta ayrı kalacaklarını bildikleri halde, ayrılmaları zor oldu adam Amerika'ya giderken. Her gün, her saat konuştular telefonla. Gözyaşları içinde kucaklaştılar havaalanında. Fakat birkaç gün sonra, kocasında bir tuhaflık olduğunu fark etti kadın. Eskisi kadar mutlu görünmüyor, konuşmaktan kaçınıyordu. Onu neşelendirmek için, sahildeki evi hatırlattı ve çizdiği projeyi verdi kadın ama hiç beklemediği bir cevap aldı: "Canım, o ev bizim bütçemizi aşıyor. Sen en iyisi o evi unut..." Mutsuzluk, mutluluğun tadına alışmış insanlara daha da acı, daha da çekilmez gelir. Kadın, hiç sevmedi bu beklenmedik misafiri. Derdini söylemesi için yalvardı adama, "Senin için ölürüm, biliyorsun, ne olur anlat" diye dil döktü boş yere... Yıllardır sevdiği adam, duyarsız ve sevgisiz biriyle yer değiştirmişti sanki. Ona ulaşmaya çalıştıkça, beton duvarlara çarpıyordu kadın, her çarpmada daha fazla kanıyordu yüreği... Bir gün, çocukluğunun, gençliğinin ve bütün hayatının birlikte geçtiği arkadaşına dert yanarken, "Artık dayanamıyorum, sana söylemek zorundayım" diye sözünü kesti arkadaşı. "O, seni aldatıyor. İş yerimin tam karşısındaki restoranda genç bir kadınla yemek yiyiyor her öğlen. Sonra sarmaş dolaş biniyorlar arabaya.." "Sus, sus çabuk, duymak istemiyorum bu yalanları" diye bağırdı kadın. Onca yıllık arkadaşını, kendisini kıskanmakla suçladı. Ertesi gün, öğle vakti o restoranın hemen karşısında bir köşeye sindi sessizce ve peri masallarının sadece masal olduğunu anladı. Kocasının eskiden aynı hastanede çalıştığı genç çocuk doktorunu tanıdı hemen. Bazen evlerinde ağırladıkları kadına nasıl sarıldığını gördü adamın... Akşam kocası eve gelir gelmez, bazen bağırıp, bazen ağlayarak, bazen ona sımsıkı sarılıp bazen de yumruklayarak haykırdı suratına her şeyi. İnkar etmedi adam. Zamanla duyguların değişebildiği, insanların orta yaşa geldiklerinde farklılık aradığı gibi bir şeyler geveledi ağzında ve bavulunu alıp gitti evden. Kapıdan çıkarken, "son bir kez kucaklamak isterim seni" diyecek oldu ama kadın, "defol" dedi nefretle... İlk celsede boşandılar... Modern bir aşk hikayesinin böyle son bulmasına kimse inanamadı. Arkadaşlarının desteğiyle ayakta kalmaya çalıştı kadın. Adamın, sevgilisiyle birlikte Amerika'ya yerleştiğini öğrendi. Bazen yalnız kaldığında, onu hala sevdiğini hissedince, ağlama nöbetleri geçiriyor, aşkın yerini, en az onun kadar yoğun bir duygu olan nefretin alması için dua ediyordu. Aradan bir yıl geçti. Her şeyin ilacı olduğu söylenen zaman bile, kadının derdine çare olamamıştı. Bir sabah, ısrarla çalan zilin sesiyle uyandı. Kapıyı açtığında, karşısında o kadını gördü. "Sen, buraya ne yüzle geliyorsun" diye bağırmak istedi ama sesi çıkmadı. "Lütfen, içeri girmeme izin ver, mutlaka konuşmamız gerekiyor." dedi genç kadın. Kanepeye ilişti ve zor duyulan bir sesle konuşmaya başladı: "Hiçbir şey göründüğü gibi değil aslında. Çok üzgünüm ama o bir saat önce öldü. Geçen yıl Amerika'daki kongre sırasında öğrendi hastalığını ve yaklaşık bir senelik ömrü kaldğını. Buna dayanamayacağını, hep söylediğin gibi onunla birlikte ölmek isteyeceğini biliyordu. Seni kendinden uzaklaştırmak için, benden sevgilisi rolünü oynamamı istedi. Ailesine de haber vermedi. Birlikte Amerika'ya yerleştiğimiz yalanını yaydı. Oysa ilk karşılaştığınız otobüs durağının karşısında bir ev tutmuştu. Tedavi görüyor ve kurtulacağına inanıyordu ama olmadı. Gece fenalaşmış, bakıcısı beni aradı, son anda yetiştim. Sana bu kutuyu vermemi istedi... Gözlerinden akan yaşları durduramayacağını biliyordu kadın. Hemen oracıkta ölmek istiyordu. Eline tutuşturulan kutuyu açmayı neden sonra akıl edebildi. İtinayla katlanmış bir sürü kağıt duruyordu kutuda. İlk kağıtta, "Lütfen bütün notları sırayla oku bir tanem" diyordu. Sırayla okudu; "Seni çok sevdim", "Seni sevmekten hiç vazgeçmedim", "Senin için ölürüm derdin hep, doğru söylediğini bilirdim." "Fakat benim için ölmeni istemedim" "Şimdi bana söz vermeni istiyorum." "Benim için yaşayacaksın, anlaştık mı? " son kağıdı eline alırken, kutuda bir anahtar olduğunu gördü kadın... Ve son kağıtta şunlar yazılıydı: "Sahildeki evimizi senin çizdiğin projeye göre yaptırdım. Kocaman terasta martılarla kahvaltı ederken, ben hep seni izliyor olacağım...."
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
15 Mayıs 2008       Mesaj #1595
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Erdem nedir bunca yoksulluk içinde parasız ve işssizken oturup bir yerde olanları seyretmek mi? Erdem, insanları kendi devinimleri içinde elde çekirdek bi park bankı modunda seyretmek mi? Kılınıp kıpırdatmamak mı erdem, birileri sömürmekten, zenginlikten ve bol paradan mutlu oluyor diye onların mutluluğuna engel olmamak mı? Düzen dediğiniz nedir peki? Birilerinin mutlu, birilerinin mutsuz olması mı düzen? A tabi ya paraya, işe güce bağlı değil mutluluk değil mi? Ben bıktım biliyor musunuz... uyuşmaktan uyuşturulmaktan bıktım... artık bir insanın yaşama özgürlüğünü bile engelleyebilirim. Evet, size uyabilirim. Erdem, düzen ve özgürlük üstüne uydurduğunuz onca afyonu çekmeme rağmen... Bu kirli kokuşmuş ruhlarınızdan birini cennetinize yollayabilirim. Onun içinde çözümünüz var değil mi hapsedersiniz yıllarca.

Kemal, soluğunu tuttu boğulacak gibi oldu, sonra tekrar derin derin soluklandı. Sözcükleri bitmişti. Herkesin bir ağrı, bir isyan eşiği vardır. Onun eşiği de buraya kadardı. Yeniden rüzgarla dans eden yapraklara ve ağaç dallarına bakakaldı bir süre... rahatladı. Kalktı oturduğu banktan yürümeye başladı. Nereye gideceğini bilmeyen aylak adımlardı sahip olduğu. Sadece bu aylak adımlar... Uzun süredir işsizdi. Okulu bitireli 4 yıl olmuş ve Türkiyedeki üniversite mezunu işsizler ordusuna katılmıştı o da. Savaşmamak için yetiştirilmiş askerlerle dolu bu orduda kısa zamanda üst rütbelere kadar gelmişti.

Sabahları evden çıkıyor, taksim meydanı civarında Rizeli Hasan ustanın işlettiği çay ocağına gidiyor; gazetedeki iş ilanlarına bakıyor, bir tostla kahvaltısını yapıyordu. Hasan usta, o geliyor diye iş ilanlarının en çok olduğu gazeteleri alıyordu sabahları. İyi bir insandı Hasan usta, halden anlardı. O günde Hasan ustaya uğramış sonra, bir İnternet cafe de kariyer(!) sitelerindeki diğer ilanlara bakıp, gazetede cv isteyen işletmelere cv yollayıp; bir telefon kartı almış; yan yana dizilmiş telefon kulübelerinden birkaç yeri arayıp randevu almıştı. Öğleden sonrasını bu iş görüşmeleriyle geçirmişti. Görüşmeler iyi gitmiyordu. Artık yol parası da yetiştiremez olmuştu iş görüşmelerine.

Yine böyle bitmiş bir günü parkta sonlandırmış istiklal caddesindeki kalabalığa kendini bırakmış yürüyordu. Kalabalıklarda kaybolmak, kendini kalabalıklara bırakmak, ağaç dallarını, yapraklarını seyretmekten sonra bulduğu ikinci terapi yöntemiydi. Üçüncüsü de istiklalin ara sokaklarına sapıp, cihangirdeki dostlarının evini bulmaktı. Her seferinde farklı bir sokak deniyordu cihangirdeki bu dost evine giderken ve kendini labirentteki fare gibi hissediyordu evi bulduğunda. Peyniri, biraz alkol ve uyku olan bir fare.


Balıklı Rumda çalışırken iyiydi. Ama Maltepe’den Taksime gelmek her akşam iş çıkışı tam bir kabusa dönüşüyordu Cemal için. Allah’tan, Bostancıdan Karaköye bu deniz otobüsünü keşfetmişti de üç saatlik yolculuğu bir saate inmişti. Fındıklıdan yukarı doğru yürüyerek her çıktığında İstanbul’a, yedi tepesine, iş arkadaşlarına küfrediyordu. Gün boyu tek erkek asistan olmasının verdiği matemle, bayan asistanların makyaj ve marka konusundaki konuşmalarını dinlemişti yine. Hasta sayısı az olan serviste yapılacak bir şey yoktu. Arada hastanenin hemen yanındaki kafeteryaya uğruyor kafeterya sahibi Mahmut’la konuşuyor çay içiyor, kız arkadaşıyla telefon konuşmaları yapıyordu. Kız arkadaşı İstiklal de bir kafeteryada onu bekliyordu yine. Buluşup sinemaya ya da tiyatroya gidilecekti. Oradan eve geçilecek, sonrada Cemal, kız arkadaşını evine giden ilk otobüse bindirip tekrar kendi evine dönecekti. Sıradan bir iş çıkışı modu diye düşündü Cemal. Memleketteki babasını aradı. Annesinin şekeri yükselmişti yine hastaydı. Umreye gitmeyi düşünüyordu babası. Telefonu kapatır kapatmaz kafasına yediği darbeyle yere yıkıldı.

Kemal birden bire karşısına çıkan bu adamın yanından gelip geçişini seyretmiş, yerden aldığı taşı arkasından yaklaşıp kafasına indirmişti cemalin. Ne yaptığını bilmez bir halde taşı üst üste cemalin kafasına vurmaya devam etti. Yüzüne sıçrayan kan damlalarının birinin gözüne sıçramasıyla durdu. Taşı yere fırlattı. Cihangir camisine doğru yürüdü, camiye girip elini yüzünü yıkadı. Ellerine baktı uzun uzun. Sonra caminin bahçesindeki banka oturdu. Önündeki eşsiz boğaz manzarasına daldı bir süre. Uyudu...

Caminin imamı, onu fark etmeden kapısını kitleyip cami bahçesinin, caminin hemen altındaki evine gitti. Güneşin doğmasına yakın kuş seslerine, tenindeki üşümeye uyandı Kemal. İmam sabah namazı için kapıyı açmıştı. Çıktı camiden Kemal, yürümeye başladı bir yokuştan aşağı. Solunda yan yana kapılar gördü. Bir bahçenin etrafına dizilmiş eski hurda kapılar. Üzerinde yazılar yazıyordu bu kapıların; sevda kapısı, ilim kapısı... durup uzun uzun onlara baktı. Tophane’den Taksim’e; Hasan ustanın çay ocağına doğru yürüdü.
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
21 Mayıs 2008       Mesaj #1596
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Sevgi ...
Sevmek inanmaktır.
Sevmek yaşamaktır.
Sevdiğini kendisi gibi, kendisinden de çok duyumsamaktır.
Sevmek sevdiği olmaktır.
Sevmekte ikilikler kalkar, bir olmalara gidilir. İki ten, iki kalp, iki gönül yoktur sevgide. Tek bir kalp olunur, tek bir yürek olunur.
Sevmek paylaşmaktır . Sevdiğiyle sevdiğini paylaşmaktır. Sevdiğiyle kalbini bölüşmektir sevmek. Ki tek kalp olunsun.
Sevgide son yoktur. Sevgiler hiçbir zaman son bulmazlar. Biten sevgiler yoktur, bitmiş gibi görünen sevgiler vardır. Vazgeçiş de yoktur sevgide. Yaşandıkça yaşatılır sevilen. Ama kimi zaman sevgili için kimi zamansa sevginin bir gereği olarak saklanır bu aşklar. Vazgeçiş yoktur, vazgeçmiş gibi görünmek vardır o yüzden.
Sevmekte istemek yoktur. Sevgilinin olduğu yerde son bulur istekler. Bir şey varsa istediğin bu senin için değil, sevgili için istediğindir. Ondan O'nun adına istersin. O'nu daha sonsuz sevebilmek için istersin. Sevme özgürlüğünü istersin, kabul edilmesini istersin. İstersin ama bir gün gelir bu istekler de son bulur. Kendinden istersin artık. Sevgiliyi daha çok sevmek istersin kendinden. Sonsuz kılmak istersin. Bu yolda sevgili olur mu, olmaz mı bunu sevgilinin isteği belirler.
Sevmek sevgiliyi istememeyi öğrenmektir. Sevmek sevgiliyi sevgili olmadan sevmektir.
Sevmek; sevmek istemektir.
Sevmek, beklememektir. Beklentilerin son bulduğu bir duraktır o. Öyle ki tüm gerçekler, tüm dünya silinir gider. Ne O'ndan anlasılmayı beklersin, ne onu anlamayı. Ne onun gelmesini beklersin, ne onun Leyla, Mecnun olmasını. Beklediğin bir şey yoktur sevmeyi becermek dışında.
Sevmek, gücenmemektir.
Sevmek sevgililerin hiçbir sözüne üzülmemeyi ögrenmek demektir.
Sevgilinin ölüm hançerine bile hayır dememektir sevmek. Onun vuruşuna, onun tokadına alınmamaktır, sevgiliden gelen her hareketi ve her sözü kabullenmektir. İhanetlere, hainliklere bile üzülmemektir. Sevgiliden gelen öl emrine bile ölürüm diyebilmektir. Kendi elleriyle kalbini bir bıçak ucuna koymaktır sevmek.
Sevmek ölmektir.
Sevmek, ölmesini bilmektir.
Sevgili için yaşamaktır. Onun eli, kolu, gözü, kalbi olmaktır. Ama artık onun bir şeyi olunmadığı bir zaman ölmesini bilmektir! Sevmek, vermektir. Sevmek sevdiği için almasını bilmektir. Almamaya yemin ederek vermektir. Ama almalarda kurtaracaksa sevgiliyi almasını bilmektir sevmek!
Sevmek, tükenmektir. Sevmekten ölürken tekrar varolmaktır o sevgiden.
Sevmek sevgilinin gel deyişine hayır demektir. Sevgilinin aşkıyla boğuşurken, yüzerken o aşk denizinde sevgilinin uzanan eline hayır demektir.
Sevgilinin bakan gözüne bakmamaktır sevmek. Ağlayan gözlere şefkat ve tebessümle yanıt verebilmektir.
Sevmek, sevgili olmaktır. Sevgilinin yüzündeki gülücük olmaktır. Onu yaşama döndürecek bir damla su olmaktır. Sevmek sevgilinin limanı olmaktır.
Sevmek sevdiğinin canı olmaktır. Onun ölümü isteyebileceği canı olmaktır.
Sevmek yangın olmaktır. Yanmaktır, kor olmaktır. Dağ olmaktır, evren olmaktır. Her şey olmaktır, hiç olmaktır. Alev olup girmektir gönüllere.
Sevmek yürümektir gönüllerde.
Sevmek güvenmektir.
Sevmek onaylanmaktır.
Sevmek sevgiliye bir nefes gibi, bir ses gibi yakın olmaktır. Sevmek çok ötelerde olsa bile yaşamak ve yakın olmaktır sevgiliye. Yakınlılıktır, doğallıktır, özdenliktir sevmek.
Yalansızlık, içtenlilik, ölümsüzlülüktür sevmek. İlk insanın, Havva'nın Adem'in saflığını ve temizliğini, çocuk masumluğunu taşımaktır sevmek.
Gözyaşı olmaktır, yağan yağmur olmaktır. Bir sonbahar mevsiminin sarı yaprağı gibi yalnız olmaktır sevmek. Sevgilisizken sevgiliyi sevmektir.
Sevmek üşümektir. Sevgilinin yokluğuna üşümektir.
Sevgiliyle her şeyi göze almaktır sevmek. Ki sevgilinin olduğu cehenneme yürümektir. Sevgilinin olmadığı Cennete de gitmemektir sevmek.
Sevmek, sevgiliyi cennet etmektir.
Sevmek bir olmaktır.
Sevmek yaşamaktır.
Ve sevmek inanmaktır.
Sevmek bir başkasının hayatını yaşamaktır.
Sevmek sevmesini haketmektir.
Sevmek sevgilinin baktığı yerde, sustuğu yerde olmaktır.
Sevmek sevgilisiz geçen gecelerin sabahına varmaktır.
Sevmek saz benizli sabahlarda yaşamaktır sevgiliyi.
Sevmek sevmesini bilmektir.
Sevmek ölmesini bilmektir.
Sevmek SEVMEK olmaktır.
AŞK olmaktır.
Aşk bir kere sevmektir.
Sevmek aşkın kendisi olmaktır.
Ölümü Özlemeyen Aşkı Anlayamaz..
Sedef 21 - avatarı
Sedef 21
Ziyaretçi
21 Mayıs 2008       Mesaj #1597
Sedef 21 - avatarı
Ziyaretçi


kanayangulit4

Bir ülke varmış eskiden. Ve bu ülkede hiç ama hiç kırmızı gül yokmuş, bütün güller beyaz renkteymiş. Bir de birbirini çok seven bir kız ve bir delikanlı varmış… Birbirlerine çok yakışıyorlarmış. Kız çok güzel delikanlı ise çok yakışıklıymış. Delikanlı bu kız için her şeyi yaparmış. Kız ise bir şart koymuş ortaya: “Bana kırmızı renkte bir gül getirirsen seninle evlenirim”. Delikanlı çok üzülmüş bu şarta, çünkü hiç kırmızı gül yokmuş bu ülkede. Beyaz güllerle dolu bir bahçeye gitmiş, aramış ama yok. Sonra oradaki bir bülbüle derdini yanmış. Bülbül dinlemiş genci. Ve en sonunda;
Üzülme delikanlı, yarın buraya aynı saatte gel, kırmızı bir gül göreceksin… Onu al kıza götür, evlenin mutlu olun. Sen onu çok seviyorsun mutluluk hakkın.” demiş. Çocuk buruk halde ayrılmış oradan. Ertesi gün bahçeye gitmiş koskoca bahçe beyaz güllerle dolu yalnızca en ortada kırmızı bir gül! Delikanlı biraz şaşkın, biraz heyecanlı, biraz mutlu koşup gitmiş gülün yanına… Ama gördüğüne gerçekten çok üzülmüş. Bülbül yerde, kendini, dikeniyle öldürmüş olduğu gülün hemen dibinde cansız yatıyormuş… Delikanlı, kendisinin mutluluğu için, bülbülün kanıyla boyadığı ‘kırmızı gülü’ alıp kızın yanına gitmiş.
Kız, arzusu gerçekleştiği için çok sevinmiş ve kendisine kırmızı bir gül getiren delikanlıyla evlenmeyi kabul etmiş. Ama delikanlı; ‘Benimle evlenebilmen için bülbülün ölmesi mi gerekiyordu? diyerek oradan ayrılmış ve bir daha da hiç dönmemiş…
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
21 Mayıs 2008       Mesaj #1598
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Yüzün düşünce aklımda, boyumdan büyük cümlelere asılıyor, bildiğim tüm cümleleri dolduruyorum namlu ağzına, sorgusuz sualsiz akıtıyorum gözyaşlarımı sen geçen tüm harflere.
Ve bu şiirlerde, yüzümdeki yorgunluğun izlerini görüyorum.
.
İhtilaller koparırken içimde, en militan kelimeleri dayıyor şakağıma, kaçak bakışların adresi oluyorum.
Tüm şehrin ışıkları dans ederken yokluğunda “bize ağlarım…”
Ağzımda kırık dökük bir türkü, yokluğuna adanmış bir yığın ağıt.
Dudağımın uçurum kenarlarından düşmenden korkarım.
Göz bebeklerimi uyuturken masalımızla, ağlayan bir kalemin kucağında uyuya kalıyor; rüyalarımda uykusundan kaçmış lal bir deliyi oynuyorum..
Bir araba geçiyor hayallerimin üzerinden, darp izlerinin yolları sana çıkıyor.
Kusmuş olsam da sana ait birikmişliği bir intihar dolaşıyor yutkunuşlarımda..
Sensizliğin tadı, ağlamaların bile tuzu kalmadı..
Mevsimler gibi şaşırıyor yolunu cümlelerim,
İkinci vakti yağan telaşlı yağmurlar gibi, al beni..
Nasıl olsa çıkmaz sokağımsın, en bitik hücrelerime saldırsan ne olur?
qizemli kıss - avatarı
qizemli kıss
Ziyaretçi
22 Mayıs 2008       Mesaj #1599
qizemli kıss - avatarı
Ziyaretçi
Bir gün adam ormanda dolaşıyormuş.hava kararmaya başlayınca eve gitmek için hızlı hızlı yürüyormuş.ancak yürürken bir ses duymuş.bir hışırtı daha doğrusu.ve sonra arkasına dönüp bakmış ve hiç kimse yoq yeniden yürümeye başlamış ve yine aynı hışırtı.adam sesin çalılıkların arkasından geldiğini farkedince çalılara yanaşıp bakmış.ve yaşlı bir adam oracıkta yaralı bir şekilde çırpınıyor.adam hemen sne kimsin ne aıyorsun bu ormanda demiş.yaşlı adam ormanda gezerken ne oldunu bilemedim.hava kararmaya başlayınca eve gitmek için yola koyuldum.aslında av için gelmiştim avlanacak hayvan yoktu ıssızdı o gün orman.sonra ahh(yaşlı adam acısından zor konuşuyordu)adam hemen bir bez parçasıyla yaşlı adamın yarasını sardı.şimdi iyimi ?evet biraz daha iyi dedi.sonra devam etti.ben tam eve giderken bir ses duydum hışırtı daha doğrusu bakıtmki çalılardan geliyor.yaşlı bir adam yaralanmış yatıyor.ona yardım etmek istedim bana başından geçenleri anlatırken kolundan tuttum ormandan çıkarmak için ve tam 2 yıldur bu ormanda sesimi bir sen duydun ona yardım ediyordum ne olduğunu anlayamadım be brden o yaşlı adamın yerine ben kaldım bu ormanda...adam irkilmiş o zmana sana ben yardım edersem senin yerinede ben mi geçeceğim dedi titreyen sesiyle.yaşlı adam bilmiyorum ama ne olur bana yardım et dedi. adam hayır sna yardım edemem dedi ve koşarak ormandan çıktı kulübesine gitti.ve ormanda olanları düşünmeye başladı.gece yattığında ise rüyasında ormanda olanları gördü . 3 gece boyunca aynı rüyayyı gördü durdu.en sonunda dayanamadı ve ormana gidip yaşlı adama yardım etti.ormandan sağ çıktı ikiside.ancak adam şaşırmıştı onun yerine nedne ben geçmedim diye daha sonra sordu ve şu cevabı verdi başkalarıda duydu aslında sesimi ama hiç kimse bana yardım etmedi bencilce davrandı ama sne bana yarıdm ettin dedi...çok teşekkür edrim şunu asla unutma her ne olursa olsun karşındakine yardım et...
nünü - avatarı
nünü
Ziyaretçi
22 Mayıs 2008       Mesaj #1600
nünü - avatarı
Ziyaretçi
Bir gün Delilik yakın dostlarını kahve içmek üzere evine davet etmiş.
Herkes gelmiş. Kahveler içildikten sonra Delilik dostlarına saklambaç oynamayı önermiş.
- Saklambaç mı? O da nedir? diye sormuş Merak.
-Saklambaç bir oyundur. Sizler saklanırken ben yüze kadar sayacağım.
Saymayı bitirdiğimde ilk bulacağım kişi benden sonraki ebe olacaktır.
Korku ve Tembellik dışındakiler Delilik'in önerisini derhal kabul etmişler.
- 1..., 2..., 3... diye yüksek sesle saymaya başlamış Delilik.
Acelecilik, ilk bulduğu yere kendini atıvermiş.
Utangaçlık, her zamanki alışkanlığıyla bir ağacın gölgesine ilişmiş.
Neşe,bahçenin orta yerine doğru yönelmiş.
Hüzün, saklanacak yer bulamadığından ağlamaya koyulmuş.
Kıskançlık, Başarı'nın peşinden giderek yanıbaşındaki bir kayanın ardına sığınmış.
Delilik saymayı sürdürmüş...
Umutsuzluk, Delilik'in doksan dokuza geldiğini duyduğunda iyiden iyiye umutsuzluğa kapılmış.
- YÜZ ! diye haykırmış Delilik, Saklanmayan ebedir, aramaya başlıyorum.....
İlk söbelenen Merak olmuş. Birinci kurbanın kim olacağını o kadar merak ediyormuş ki, saklanmayı ihmal etmiş.
Bahçe duvarına baktığında, Delilik Kararsızlık'ı farketmiş; üzerine tünemiş olduğu duvarın hangi tarafına saklanacağını düşünmekle meşgulmüş.
...Ve hemen ardından Neşe'yi, Hüzün'ü, Utangaçlık'ı söbelemiş.
Herkes yeniden biraraya geldiğinde Merak sormuş:
-Aşk nerede? Hiç Aşk'ı gören oldu mu?
Delilik, Aşk'ı aramaya koyulmuş. Dağlara çıkmış, nehirlerin yataklarına bakmış, ama Aşk'ı hiç bir yerde bulamamış.
Çaresiz arayışını sürdüren Delilik, bir gül ağacı ile karşılaşmış.
Eline geçirdiği bir çalıyla ağacın dallarını, yapraklarını yoklamış. Aniden tiz bir çığlıkla irkilmiş. Acıyla bağıran Aşk, diken batan gözünü tutuyormuş.
Delilik ne yapacağını bilememiş. Özür dilemiş, yalvarmış yakarmış Aşk'a kendisini affetmesi için. O kadar üzülmüş ki, bir daha hayat boyu yanından ayrılmayacağını bile vaadetmiş. Acısı biraz dinen Aşk sonunda özürleri kabul etmiş.
O günden beri Aşk'ın gözü kördür ve Delilik hep yanı başındadır!!!

Benzer Konular

3 Aralık 2006 / Misafir Genel Mesajlar
16 Mayıs 2014 / NihLe Müslümanlık/İslamiyet
11 Haziran 2013 / Misafir Forum Oyunları
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar
20 Haziran 2012 / ThinkerBeLL Edebiyat