Arama

Hikayeler ve Öyküler -2- - Sayfa 162

Güncelleme: 17 Şubat 2016 Gösterim: 589.671 Cevap: 1.812
Sedef 21 - avatarı
Sedef 21
Ziyaretçi
31 Mayıs 2008       Mesaj #1611
Sedef 21 - avatarı
Ziyaretçi
Bir DAĞ Masalı

Sponsorlu Bağlantılar
Binlerce renk renk çiçeğin açtığı, bitkilerin bittiği, sürü sürü kuşların geçtiği, pırıl pırıl suların aktığı, çeşit çeşit hayvanların barındığı bir dağın yamacında güzeller güzeli Dilara adında bir kız yaşarmış. Her sabah kalkar huzur ve esenlik içinde türküler, şarkılar söylermiş… Kiraz dudaklarından tane tane mutluluk dökülürmüş yamaçlara…

Dilara her sabah uyandığında dağlara bakıp yüreğini bin çeşit renkle nakış nakış işler, güneşin rengiyle sevgisini, umudun mavisiyle umudunu süsler, çağlayan sulara, esen rüzgarlara bakıp bakıp sevinç pırıltılarını serpermiş gözlerinden…

Henüz bakir doğası insanlar tarafından kirletilmemiş, bozulmamış; yalanın, dolanın, kokuşmuşluğun hiç uğramadığı bir yermiş burası... Dilara’nın sevgisi yeryüzündeki çiçeklerin renkleri gibiymiş… Baharın sevgilisi, nisanın ilk aşkı, masumluğun sultanı, suların saflığıymış Dilara’nın güzelliği…

Nisanın ilk gözağrısıymış Dilara… Baharın ilk öpücükleri değdimi narin kirpiklerine, uyanıverirmiş tüm çim – çiçek, börtü - böcek..

Hoyrat rüzgarlar inzivaya çekildiğinde, bahar rengi ılık ılık meltemler sararmış ince belini Dilara’nın, incecikmiş yüreği de tıpkı beli gibi… İpekten teni varmış, gün ışıdımı pırıltılar dans edermiş saçlarında, pırıl pırıl suların üzerine vuran güneş ışıkları gibi…

Dilara her sabah erkenden kalkar çiçeklerle koklaşır, laleleri okşar, kuşlarla, kelebeklerle konuşur, dağ tepe demeden güneşe gülümseyerek mutlu bir şekilde kuzularının peşinde dolaşır dururmuş... Her seher bereket tohumları ekilirmiş dağların doruklarına, umut umut yeşerip halaya dururmuş çiçekler her bahar Dilara’nın güzelliğinde...

Bir gün hiç beklemediği bir anda karşısına genç bir adam çıkıvermiş, şiirler okumuş ay ışığında, şarkılar söylemiş, masallar anlatmış Dilara’ya. Sık sık buluşmuşlar... Sevdalanmış sonra Dilara, bırakmış kendini kollarına genç adamın hiç bir kötülük düşünmeden, başlamış rüyalarda, masallarda yaşamaya...

Çiçekleri, kuşları, kelebekleri bırakıp gece gündüz genç adamın hayaliyle yaşamaya başlamış... Sevdası yeryüzüyle, gökyüzünün sevdası kadar büyük; suyla, çiçeğin aşkı kadar da masum ve temizmiş... Sonra sevdasını açmış büyüklerine Dilara, hoş karşılamışlar kızlarının sevdasını, evlenmelerine izin vermişler... Davul zurna eşliğinde üç gün üç gece düğün olmuş, halaylar çekilmiş, inlemiş dağ taş...

Bir seher vakti uyandığında canından bir parça eksilmiş gibi irkilmiş Dilara. o canı gibi sevip bağlandığı adam buralardan sıkıldığını, kendisini unutmasını isteyip bir kağıt parçası bırakarak çıkıp gitmiş... Oysa aynı adam her sabah uyanır uyanmaz “sen dünyanın en güzel varlığısın, seni ölümüne seviyorum”diye övgüler dizermiş Dilara’nın gözlerinin içine bakarak... O zaman bütün yeryüzü, gökyüzü Dilara’nın olurmuş...

Çünkü dünyada ki; tek güzel Dilara değilmiş, her yerde kandırılacak dünya güzeli yüzlerce Dilara bulunurmuş yüzsüzler, yalancılar, sahtekarlar için...

O gün ilk kez ağlamış Dilara, mavi mavi pınarlar akmış gözlerinden. Ceylan gözleri o gün ilk kez üzgün bakmış dağlara... Aylarca belki döner umuduyla uçan kuştan, esen yelden haber beklemiş, dalgın dalgın bakmış sulara... Ama ne gelen olmuş ne de giden...

Huzuru ile beraber mutluluğu, sevinci de parçalanmış. Daraldıkça çıkıp bir dağ başına yankılı kayalara haykırmış içindeki ateşi... Bazen sessizce solumuş bir hazan yaprağı gibi, içi kanamış her baktığında dağların doruklarına... Gözpınarlarından akan damlalar bir nehir gibi süzülerek Munzur suyunun esrarengizliğine karışmış.... Kanadı kırılmış yavru bir kuş gibi uçmak istemiş masmavi gökyüzüne ama uçamamış...

Uçuşan düşlerini önüne katıp götürmüş yüreğindeki fırtına, geride bir kırık ömür, yorgun gecelere asılı birkaç tebessüm kalmış yalnızca.

Bir hazan çiçeği gibi solmuş günden güne Dilara. Derin okyanuslar dökülmüş yapraklarından her ağladığında.. Sevdanın kor yangını düşmüş yüreğine bir kez…

Bir zamanlar tan kızıllığı yamaçlara vurduğunda rüzgarın şarkısını söylermiş, dağlar, pınarlar, kayalar Dilara’nın yüreğinde. Bir dağ çiçeği gibi yaprağına sığınırmış üşümemek için Dilara... Ama artık suskunmuş dağlar…

Yağmurun gözyaşlarına karıştığı bir gece dönmüş yüzünü ve bırakmış kendini kayalardan aşağı ölmek istemiş Dilara...

Yalancıların, sahtekarların, acıların var olduğu bir dünyada yaşamak istememiş...

Bütün çiçekler kendi dillerince konuşmuş, üzüntülerini haykırmış dağlara… Ağlamış rüzgarlar; Bir tek laleler boyun büküp susmuş Munzur’da… Yüreğini açıp ses vermemişler… Suskunluğunda saklamışlar sırlarını, sevgileri söyleyemeyecekleri kadar çok şey anlatmış dağlara… Bu yüzdendir ki; Munzur’da bütün laleler boynu büküktür… Hep narin, ince, suskun ve asil durur…

Sonra zaman geçmiş, gözyaşları betonlaşmış, çiçekler kokusunu yitirmiş, o güzelim dağlar kötülüklere esir düşmüş... Kayalar ağlamaya başlamış her gece... Ay ve yıldızlar doğmamış bir daha o kayaların üstüne, kuşlar uçmamış, her gece rüzgar esmiş çığlık çığlığa. O gün bu gündür ‘Çığlık kayası’ olarak kalmış ismi...

O günden bu güne sevginin, masumluğum, temizliğin timsali olarak hala onun sevgisi konuşulur oralarda. Kimi kez onu “Çığlık kaya”nın başında sevgilisini seslerken geyiklerin içinde görüldüğünü söylerler, kimileri bir pınarın başında geyiklere su içirirken.

Herkes yok olmuş, yalan olmuş, masal olmuş ama o hep var olmuş, dünya döndükçe de var olacak dağlar kızı Dilara...

İşte böyle olmuş, böyle anlatılmış yıllar yıllı bu dağ masalı...


Bir dağ başıydı sevdası/ sevdalanmıştı bir kez Dilara / kardelenler kadar aktı sevdası / kar kadar masum ve temiz / ve de, / sevmişti bir kez delicesine...

Ve sonunda terk edildi / sevgi bilmezlerce / bir sevda sözü geride kaldı / bir de dağ gibi sevdası / bakamadı kimsenin yüzüne Dilara / vefâ sözü, sevdâ sözü yalan oldu / hergün çıkıp yükseklere / gidenin yoluna baktı / belki gelir diye / bir soluk resim elinde / gelenden geçenden / sual etti sevdiğini / sonunda, tükendi umudu / dayayıp rüzgarlara başını / ateşlere bağrını verip / bıraktı kendini kayalardan aşağı...

kara haber çabuk ulaştı obalara / dağlara kor düştü / ölüm vurdu hançerini / kutsal aşkın yüreğine

Sevgisi efsane oldu / sevgisi destan oldu / dolaştı dilden dile

Yıllar yılları kovaladı / mevsimler mevsimleri / herkes unutuldu / bir dilara unutulmadı / bir de sevdası...


Nuri Geyik



LaDymm - avatarı
LaDymm
Ziyaretçi
1 Haziran 2008       Mesaj #1612
LaDymm - avatarı
Ziyaretçi
GÜL MASALI; Bir zamanlar uzak diyarlarda küçük bir kasabada dürüst ve çalışkan bir genç yaşarmış. Tüm gün ustasından öğrendiği gibi demir döver kasabanın tüm ihtiyaçlarını giderirmiş. Sutean adındaki bu genç adam herkes tarafından sevilen sayılan biriymiş.Bir gün dükkanına eski bir tencereyi tamir ettirmek isteyen hizmetçisi ile birlikte Rosa adında çok çok güzel bir kız gelmiş.. Sutean görür görmez bu kıza aşık olmuş, ama kız ona fazla yüz vermemiş. Tencereyi bırakıp dükkandan çıkmış. Güzel kızın ayrılması ile birlikte sanki dükkandaki ateş sönmüş; demirci Sutean'in kalbini buz gibi bir şey kaplamış. Güzel kızın kalbini kazanabilmek için bir çare aramaya başlamış. Ocağının başına oturmuş düşünürken bir parça demir almış ve onu şekillendirmeye başlamış. Çalıştıkça çalışmış ve ortaya çıkan şey şimdiye kadar yaptığı hiçbir şeye benzememiş. Eşi benzeri görülmemiş bir çiçek yapmış demirden... incecik yaprakları birbiri etrafında kapanan dünyanın en güzel çiçeğini... Sabah tencereyi almaya sadece hizmetçi kız gelmiş. Demirci Sutean üzülse de güzel kızı göremediği için tüm umudunu çiçeğine yüklemiş ve aşkının elçisi olarak göndermiş hizmetçiyle...güzel kız çiçeği görünce büyülenmiş, kalbi yumuşamış ve Sutean'in aşkına karşılık vermiş... Sutean güzeller güzeli kız ile evlenmek için kızın babasından izin almak üzere yaşadıkları şatoya gitmiş.Güzel kızın babası bir büyücüymüş, ve kızının sıradan bir adama, bir demirciye aşık olmasına çok öfkelenmiş. Bu ilişkiye hemen bir son vermeye yemin etmiş. Hemen orada Sutean'i öldürecek bir lanet okumaya başlamış ki, kızı dizlerine kapanıp onu engellemiş.bunun üzerine büyücü kurnazlığa başvurmuş; Sutean eğer sabaha dek şatonun etrafını demir bir çit ile çevirirse kızı ile evlenmesine izin verecek eğer başaramazsa güneş doğarken Sutean taşa dönecekmiş. Eğer korkuyorsa bir daha dönmemek üzere şatoyu terk edebileceğini söylemiş demirciye.. Demirci korkup da sevdiğini terk edebilecek biri değilmiş. Hemen işe başlamış, durup dinlenmeden çubuklar, teller hazırlayıp onları diziyormuş. Sabaha karşı büyücü demircinin çiti yetiştireceğini anlamış, ve onu engellemek için aklına bir kurnazlık daha gelmiş... kızının kılığına bürünmüş ve şarkı söylemeye başlamış. Şarkı öyle derin öyle güzelmiş ki... demirci çekicini bırakıp dinlemeye başlamış...Büyücü güneş doğana dek söylemiş. Güneş ışıkları penceresine vurduğunda güzel kız uyanmış, hemen pencereye koşmuş; çitin yarısı duruyormuş... demirciyi uyarıp güneş ışığından kaçırmak istemiş, ama geç kalmış.. Gün ışığı üzerine değer değmez genç adam taşa dönüşmüş...büyücü neredeyse mutluluktan uçmak üzereymiş. Babasının oynadığı oyunu gören kız çok üzülmüş, ve elinde demircinin hediyesi olan demir çiçek ile taşa dönüşmüş olan sevgilisinin yanına koşmuş. Ağlamış, ağlamış, ağlamış... göz yaşları taşı eritememiş, ama demirden çiçeği canlandırmış. Gözyaşları ile beslenen çiçek büyümüş, serpilmiş, tüm şatonun etrafını çevrelemiş. Demircinin tamamlayamadığı çiti çiçeği tamamlamış. Bu güzel çiçeği görüp beğenenler alıp başka yerlere de ekmişler ve böylece tüm dünyaya yayılmış. Güzeller güzeli Rosa'nin (Gül) anısına her yerde onun adı ile anılır olmuş.

Sponsorlu Bağlantılar
nünü - avatarı
nünü
Ziyaretçi
2 Haziran 2008       Mesaj #1613
nünü - avatarı
Ziyaretçi
Çocukken geceleri yıldızlara bakardım... Başımı gökyüzüne kaldırır heyecanla yıldızları sayardım; kaçında aşk vardı, kaçından böyle görünürdü gökyüzü, kaçında denizler bu kadar güzel ve kaçında aşk maviydi... Yıllar sonra senin gözlerinde gördüm yıldızları... Gözlerinde o çocukluk heyecanımı yaşadım yeniden. Mavi denizleri, mavi gökyüzünü, mavi aşkı gördüm... Belki de onun için sen gözlerini kapattığında sönüyor yıldızlarım.. .Gözlerinden bir yol çizdim kendime, yıldızlara tutunarak ulaştım aşka... Aşk maviydi; gözlerinde aşka bulandım... Şimdi belki de bu yüzden; gözlerin ikapadığında yolumu kaybedişim..
Şimdilerde gözlerine bakarak şiirler okuyorum içimden, sen duymuyorsun...Gözlerinin buğusuna adımı yazıyorum, yanına da mavi aşkımı; yani seni... Kapasan gözlerini, buğusu silinecek, adım silinecek gözlerinden, aşk silinecek... Şimdi gözlerini kaparsan; gözlerindeki yıldızlar sönecek... Şimdi gözlerini kaparsan; maviler çok üşüyecek...

uzakmavi...
MYDMR - avatarı
MYDMR
Ziyaretçi
2 Haziran 2008       Mesaj #1614
MYDMR - avatarı
Ziyaretçi
Adam avucunu açarak karşısında oturan kadının elini yavaşça serbest bıraktı. Gözlerini eskimiş masa örtüsünün üzerinden ağır, ağır kaldırdı. Bakışları genç kadının gözlerine takıldı. İki damla yaşın yuvarlanarak dudak kıvrımlarına takılıp kaldığını gördü. O anda sevdiği kadının kendisi kadar mutlu olduğunu anladı. Hızlı, hızlı soluk alıp vermeye başladı. Bir daha bu mutluluğu tadıp tadamayacağını bilmiyordu.
Birbirlerini hiç görmeden seslerini duymadan aylarca mesajlaşarak tanımışlardı. İlk zamanlardaki korkuları yavaş, yavaş güven ve sevgi ile yer değiştirdi. Birisi bilgisayarından diğeri oturdukları sokağın
köşesindeki net kafeteryadan kamerayı açarak ilk defa birbirlerini gördüler. İkisinin de önlerinde yeni bir dünya açılmıştı. Daha çok mutlu idiler. Kadın ‘ çok mutluyum’ diyordu. ‘ Beni yaşama döndürdün. Senin kulun kölen olmaya razıyım’. Adam hemen itiraz ediyordu. ‘ Hayır sen değil ben sana kul köle olmalıyım. Huzuru ve mutluluğu bunca yıl sonra sende buldum’.
Aylar sonra buluşmaya karar verdiler. Kadın ‘ Ben senin yanına geleceğim’ dedi. Adam ‘ Hayır ben geleceğim’ dedi yanına. Sevdiği kadının yaşadığı şehre gitmek için otobüse binerken, yeniden dünyaya geldiğini sandı. Kalbini gömdüğü mezardan çıkardı ve yerine koydu. Otobüsün basamağına adımını atarken içten gelen bir duyguyla ‘ Bismillah’ dedi. Kendine ayrılmış koltuğa oturarak arkasına yaslandı. Hayatı gözlerinden bir film şeridi gibi akarak gelmeye başladı. Hareket ettiler. Bütün gece süren bir yolculuk sonrasında, Kadının bulunduğu şehre yaklaşırken, yüreği daha bir değişik atmaya
başladı.‘ Kaldıramayacağım‘ dedi kendi kendine ‘kaldıramayacağım’.
Güneşin doğuşunu seyretti Arabanın camından. Ağaçların hızla geriye gidişini, güneşin yükselişini, kısacık bir zaman süreci içinde mutluluğu ve hüznü yaşadı. Otobüs sevdiği kadının varlığı ile onurlandırdığı şehrin garajına girdi ve bağlı bulunduğu perona yanaştı. İçinde esen fırtınanın şiddetine engel olamıyordu. Bir sene tam üç yüz altmış beş gün sadece kameradan görüp sesini duyduğu ama sonsuz bir aşkla sevdiği kadına az sonra kavuşacaktı. Otobüs durdu kapılar açıldı. Yerinden yavaşça kalktı kapıya yöneldi. İki basamağı ağır, ağır indi kaldırıma ayak bastı. İçini tarifsiz bir korkunun kapladığını hissetti. Başını kaldırınca aylardır bakmaya doyamadığı gözlerle karşılaştı. O anda tanrının sevgili kulu olduğunu anladı. Hayatının akışını değiştiren kadınla karşı karşıyaydı. Yürüdü aralarında bir adımlık mesafe kalıncaya kadar, bakıştılar. Bakışları o kadar çok şey anlatıyordu ki konuşmaya gerek dahi görmediler. Aynı anda sarılıp tek bir vücut oldular. Kadın ilk defa sarıldığı bir adam için mutluluktan ağlıyordu. Adam ise şaşkınlıktan karşısındakinin gerçek mi hayal mi olduğuna karar veremediği için donup kalmıştı. Konuşan kadın oldu.
_ Geldin aşkım nihayet kavuştuk.
Adem geri çekilmeden kadının kendine has kokusunu içine çekti. San ki bu kokuyu senelerdir tanıyordu, ve kendi evine geri dönen bir erkek gibi hissetti. Kısık ve genizden gelen bir sesle cevap verdi.
_Geldim aşkım nihayet hayallerimiz gerçek oldu.
El ele tutuştular karşılarına çıkan ilk kafeteryadan içeri girip kuytu bir masaya oturdular. Adam kendine bir çay kadına da bir Türk kahvesi söyledi. Birbirlerini engellenemez bir açlıkla seyretmeye başladılar. Konuşamıyorlardı. Aslında konuşmaya da ihtiyaçları yoktu, bu bakışlar o
kadar çok şey anlatıyordu ki. Zamanın nasıl gelip gittiğini anlayamadılar.Adam birden avucunu açarak kadının ellerini serbest bıraktı. Ve kendinin dahi alışamadığı kuru bir sesle
_ Vakit geldi aşkım otobüsüm biraz sonra perondan hareket edecek.
Kadın,
_ Biliyorum aşkım yüreğim dayanmıyor kim bilir bir daha ne zaman buluşacağız.
_ Bilmiyorum aşkım hani bir zamanlar sormuştun beni neden sevdin diye. O zamanda bilmiyorum demiştim ama o bilmiyorum kelimesinin bana neler ifade ettiğini çok iyi biliyordum.
Sonra birden adam kadına gülerek neşe içinde sözlerine devam etti.
_ Biliyor musun aşkım ? Hayatta sevdiğim, değer verdiğim üç şey var. İlki sensin.
Kadın sordu
_ Ya ikincisi!
Adam cevap verdi.
_ Yağmur.Yağmuru da yağmurda yürümeyi de severim.
O anda şiddetli bir gök gürültüsü ve ardından yağmurun yağmaya başladığını duydular. Kadın şaşkınlıkla ve hayretler içinde adama baktı. Bu sanki yaşanması gereken bir mucizeydi böyle güneşli bir günde hiç te hesapta olmayan bir yağmur. Kadın aceleyle sordu.
_ Ya, Ya üçüncüsü!
Adam hiç bekletmeden cevap verdi.
_ Beşiktaş.
Dedi. ‘Koyu bir Beşiktaşlıyım oda dün kazandı’.
Otobüsün yanına kadar yürüdüler. Aralarında derin bir sessizlik oluştu. Hiç ayrılmayacakmış gibi sarıldılar. Adam kadının kulağına fısıldadı. ‘Beni hiç unutma aşkım.’
Kadından ayrıldı otobüsün kapısına doğru yürürken gözlerinden akan yaşlar yağmur damlalarına karışıp bir oluyorlardı. Biliyordu kiarkasında kalan kadında kendisi için ağlıyordu. Yerine oturduğunda, aşkının yağmurun altında kıpırdamadan durduğunu gördü. Otobüs hareket ederken kadının dudaklarından ne söylemeye çalıştığını okumaya uğraşıyordu. Ama aslında oda biliyordu. Aşkım gitme kal seni çok seviyorum dediğini. ..
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
2 Haziran 2008       Mesaj #1615
arwen - avatarı
Ziyaretçi
AŞK KAĞIDA DÖKÜLMÜYOR

Nasıl bir yazgıydı bu, yazanı yazdıranı belli olmayan? Hangi kader çizgisiydi yollarını kesiştiren? Hangi rüzgarlardı o güzel kadını, onun sakin küçük dünyasına getiren? Onu sakin denizlerden sürükleyip fırtınalı okyanuslara atan? Sırası mıydı bu aşkın, o ununu elemiş eleğini asmış, tüm sevdaları sürgünlere göndermişken?

Hangi acımasız yazgıydı, onu yeniden aynalara baktıran. O aynalar ki, hiç yalan söylemeyi bilmezlerdi. Geçen yılların bırktığı izleri insanın yüzüne acımasızca vururlardı. Azaltamazdı ki kalan saçlarındaki akları, yüzündeki çizgileri. Küçülüp, eriyordu, o güzel kadının belleğine kazınmış resminin yanında. Utanıyordu sevdasından, aşkından. Ona giden yollardaki uçurumlar, engeller büyüyordu. O, giderek uzak ve erişilmez bir tanrıça oluyordu. Kâr etmiyordu hiçbir şey; bilge teselliler, kitaplarda okudukları.

İster itiraf etsin, ister etmesin, düştüğü durumun bir tek tanımı vardı ve o da aşktı, sevdaydı. Ve o ömrümde hiç böyle sevdalanmamıştı. Bu sevda, platonik, romantik gibi klişelere sığmayan bir sevginin ürünüydü. Sözcüklerle tanımlanamayan, gece gündüz her saat, her an onu düşündüren, ona özge bir sevdaydı. Ah, bu yürek değil miydi onu yakan, bu onulmaz sevdalara düşüren. Sevginin o mütiş gücünü bu sevda ile öğrenmişti yeniden. Sevdiğiyle sadece aynı mekanlarda olabilmenin bile ne büyük bir mutluluk olduğunu, onun sadece telefondan duyulan sesinin bile tüm gökyüzünü maviye çevirebileceğini, karanlıkları aydınlatabileceğini bu sevda ile yaşamıştı. Ve aşkın insana çılgınlıklar yaptırabileceğini yeniden ta kanında hissediyordu.

Aşık olduğu kadınla olan en kısa ayrılıklar bile ona dayanılmaz geliyordu. Şimdi o yine uzaklardaydı. Ve ona olan hasreti aralarındaki mesafeler artıkça artıyordu. Üstelik günlerdir ondan haber alamamak kendisini deli ediyordu. Ona merhaba diyebilmek, bir tek sözcük de olsa sesini duyabilmek için her yolu deniyordu. Ama tüm çabaları sonuçsuz kalıyordu. Gece gündüz, her an onu düşünüp ona ulaşamamak, korkunç bir ızdıraptı. Kahrolmaktan başka hiçbir şey gelmiyordu, elinden. Bu griler grisi, mavi yoksunu gökyüzünün altında çıldırasıya özlüyordu o kadını, onun gözlerini, gözlerinin rengini, gülüşünü.

Ayrılık acısıydı bu, kolay değildi üstesinden gelmek. Haykırsaydı sevgisini pencerelerden, bağırsaydı adını sokalara, diner miydi acıları? Yılın son günde yağan karın beyazına dökseydi karanlıklarını, aydınlanır mıydı içi? Batmakta olan güneşin kızıllığına, sütmavisi kesilen gökyüzüne çizseydi aşkını, azalır mıydı o kadına olan özlemi? Kalemini kanına batırıp ak kağıtlara yazsa bu aşkı, biter miydi hasret?

Bu son ayrılık, onu genç kadına olan sevgisini sorgulamaya zorluyordu. Aklı, bu sevdanın, hiçbir gerçekliğinin ve geleceğinin olmadığını söylüyor; kendisi için hiçbir şey ifade etmediğin, senin sevdana gereksinimi olmayan o kadını neden seviyorsun? diye soruyordu. O ve kalbi akılına karşı inatla direniyorlardı. "Evet, değer", diyordu, "yüz kere, bin kere değer!". Çünkü o kadın yaşamından çıktığında kendisini tekrar ölü hayatların, mavisi ve güneşi olmayan günlerin beklediğini biliyordu. "Değer" diyordu, "herşeye değer! Uğruna ölmeye, çılgınlıklar yapmaya, deli divane olmaya, Kerem gibi yanmaya değer!"

Niçin mi? Sadece o kadını görebilmek için, sadece sesini duyabilmek için, sadece güzel gözlerine bakabilmek için, o sıcak, o çocuksu gülüşünü yaşayabilmek için. Onu görünce heycanlanmak, onunla konuşurken toy bir delikanlı gibi ne söyleyeceğini, ne diyeceğini şaşırmak için. Onunla birlikteyken, onu düşünürken tüm dünyayı, tüm kaygıları unutabilmek için.

Tektaraflı sevdaların seveni acılara boğabileceğini ta başından biliyordu ve o acıları ak kağıtlara dökerek, şiirleştirip, öyküleştirerek yenebileceğini düşünmüştü. Ama bunun olanaksız olduğunu kısa zamanda anlamıştı: Gerçek aşk kendini yazdırmıyor, kağıda dökülemiyordu. Ve o aşka tutsak, aşık olduğu kadın ona yasak olsa da, aşka ihanet etmemek için; insanı insan yapan o yüce duygudan yana olmak için; belki de sadece "onu seviyorum, o halde yaşıyorum!", diyebilmek için, sonuna kadar direnecekti.
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
5 Haziran 2008       Mesaj #1616
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Dönüp dolaşıp ölüme çıkıyor yollar...
Ölüm...
Ayrılık...
Annem gelip başucumdaki sandalyeye oturuyor.Sıcacık elleriyle ellerimi tutuyor.
"-Ellerim soğuyuncaya dek ellerinde kalabilir mi anneciğim?" diyeceğim; ağlayacak...
Yine üzeceğim onu...
Buna hakkım yok...
Gözleri..
Ya şu yeşilinden yeşiller çaldığım gözleri..
Ardımdan ne kadar ağlayabilir ki?
Üç gün...Üç hafta...Üç ay...
Ya sonrası...
Benim için akıtılacak yaş bulunur mu gözpınarlarında? Bir damla..Bir damlacık daha...
Öldüğüm gün acılarımın bittiği gündür.Tıpkı şu serumun damarımdan çekilmesi gibi..Bir anda ağrı sızı kalmaz olur..Belki acı da unutulur.

Üzerine atılan ilk toprak sonrası son bir bakış gökyüzüne...Yürekten yukarı çıkamayan son çığlık..
mezarı çabuk çabuk terkede, nihayetinde geri dönmek üzere giden insanlardaki telaş ve korku...Adımlarının güçlü akisleri...
Bomboş mezarlıkta yeni komşu...
Annemin gözyaşları ise damardan akan kan gibi gitgide yavaşlar,pıhtılaşır.Damardaki yara iyileşir.Kan içeride akmaya başlar bu sefer..Dışarı taşmadan...
Sevgimi, sevgini içinde taşı anneciğim..
N'olur ağlama..
Sen de babacığım, sen de...
Sevdiklerimle beraber olmak hayal mi ne?Beraber olmak için beraber ölmek..
Yalnızlık problemini çözebilir mi bu denklem?..
Yok yok..
Öylesine rahatım ki..
Öylesine hafif...Ağrı sızı yok..Kış ortasında yaz havası gibi.
Yaz havası...
Ama kış ortasında!Kış ortasında..
Kapı gıcırdamıyor fakat biri giriyor içeri..Ama kim?..
Bana yaklaşıyor...
Neden önce annemle babamla konuşmuyor da dosdoğru bana geliyor.
Hacer ablanın yatağının köşesine oturuyor.Yüzü ne kadar nurlu ve tatlı.Baktıkça içim ısınıyor.
Utanıyorum..
Boynumu büküp yüzümü çeviriyorum.
Annem hâlâ elimi tutuyor ve babamla konuşuyor.
Kulaklarım!..
Kulaklarım duymuyor..
Hayıır! Olamaz!..
Duyamıyorum, duyamıyorum.
El kol hareketlerine,ağızlarının hareketlerine bakıyorum.Konuşuyorlar.
Duyamıyorum...
Neler oluyor <IMG alt=ALLAH border=0>'ım? Neler oluyor?
Genç delikanlı hâlâ tebessüm ederek yanımda oturmakta.
-Tanımadın mı beni Derya? diye soruyor.
Duyuyorum.Evet şimdi duyuyorum...
-Derya! diyor tatlı, sımsıcak sesiyle..
Korkuyla:
-Hayır! diyorum.
Duyuyorum ve konuşabiliyorum.
-Ben senin ağabeyi Ayhan!...
Neee?
Deli mi bu?..
Öyle olmalı!..
Sessiz sedasız odaya gir.Annemi babamı hiçe sayıp gel başucuma otur, ondan sonra "ağabeyinim" de.Olacak iş mi bu?...Oysa ağabeyim daha dokuz aylıkken ölmüş.Hastalıktan.Bir sabah ölü bulmuşlar onu yatakta..
O sahne gözümün önüne geliyor.
Annemin genç yüzü.Tıpkı o döneme ait fotoğraflardaki gibi.
Şüphe dolu gözlerle yatağa yaklaşıyor.Çocuğun neden hiç ağlamadığını düşünüyor olmalı.Şefkatli kollarına alıp öpüyor.Bir de bakıyor ki o minicik eller soğumuş..Tıpkı şu anda benim ayaklarımın soğuduğu gibi..
bir çığlık kaplıyor ortalığı:
-Kemal yetiş...Kemaal...Ayhaann..Yavrum...
Benim için de böyle ağlayacak.. Sanki "iyice bak ben oyum" diyor bakışlarıyla..
Resimlerine ne kadar da çok benziyor.Resimlerin biraz büyümüş hali.Yüzü ne kadar nurlu ve bebek safiyetinde..
İnanıyorum bu o...
-Ama aramıza toprak girmişti? diyorum. Annemle babama bakıyor.
Onlarla konuşamadığına üzülüyor besbelli..
-"Sana bir müjde getirdim diyor."Sefer Vakti Derya.." Sen anlarsın ne demek istediğimi..Aylardır düşündğün, ruhunu şu çürümüş bedenden kurtarmanın tek yolu..Ben şimdi gidiyorum.Birazdan yine geleceğim.Anneme söyle temiz şeyler giydirsin, temiz çarşaflar sersin..Abdestini tazeleyip Kur'an okusun başında..Sonra helalleş.Diyeceğin varsa de...Babama da söyle bu Cuma namazını İzmitte kılacak..Her zamanki camii'de..."
Bana dönüp baka baka çıkıyor odadan...
Annem ve babam hâlâ konuşuyorlar.Ziyaretçimin gelişinden ve gidişinden hiç haberleri olmadı anlaşılan..
Konuştuklarını hâlâ duyamıyorum.Ya bir de konuşamazsam?.
Denemeliyim..
-Anne! diyorum
Annem alel acele bana dönüyor.
-Buyur yavrum
-Anne diyorum.Gelip öpün beni..Son kez..Baba sen de..
Anlamıyorlar beni..
Galiba saçmaladığımı düşünüyorlar..Yine de kırmıyorlar..
"Son Kez" deyince birbirlerine neden öyle baktılar acı acı..
-Az önce Ayhan ağabeyim geldi...
Yine birbirlerine bakıyorlar.Saçmalamıyorum ama!.
-Anne ayaklarımı tut.Eğer gerçekten soğumaya başladılarsa anlattıklarım tümüyle gerçek..
Kalkıp ayaklarıma dokunuyor babam.Yine annemle gözgöze geliyorlar..
Gerçek..Evet gerçek.
-Bana bir haber getirmiş..Annenlerle arana toprak girecek helalleş dedi..Üstünü de çarşafını da annem değiştirsin dedi.Sonra abdest alıp başucunda Kur'an okusun dedi.Bir de babama söyle, bu Cuma namazını İzmitte kılacak dedi.
Babam saatine bakıyor..
Yanılmıyorsam zaman oldukça daralıyor..
Şu an yola çıksa bile yetişemeyeceğini düşünüyor olmalı
Annem kurulmuş robot gibi dediklerimi yapıyor alel acele..Üstüm başım değiştiriliyor..Tertemiz, mis gibi yeşil gecelik..Ak çarşaf..Benimle helalleşiliyor bir bir..
Hacer abla kalkıp başucuma geliyor.
-İyi değilsin hadi uyu biraz.Ben hakkımı helal ettim,sen de et, diyor.
-Herkese helal olsun diyorum.Herkese..Son zerresine kadar.
Annem oturup Kur'an-ı Kerim okumaya başlıyor başucumda..Ne tatlı sesi var..
Başımda herkes ağşaıken ben gülüyorum, tebessüm ediyorum.Ne güzel hem acılarımdan kurtulacağım hem de annemlerin zindan hayatı bitecek.
Onları özlesem de yalnızlık çekmeyeceğim..Ağabeyimle gideceğim. O yoldaşım olacak..
-Anne, benden herkese selam söyle..Herkese hakkımı helal ettim.Onlar da helal etsin, diyorum.
Kur'an-ı :Kerim'i okumaya devam edirken bir iç çekiyor.Eli elimde, çok sıcak ama sıcaklığı elime geçmiyor nedense...

Ağabeyim giriyor içeri..Elinde iki valiz...Biri daha büyük diğerinden..Büyüğü yeşil, küçüğü kara..Kapı dibinde beni bekliyor..
Annemlere bakıyorum yine farketmiyorlar..Yine görmüyorlar onu..
-Valizler de nereden çıktı, diye soruyorum.
-Senin,diyor.Çok mu dünyadan iki valiz götürmüşsün.
Küçük siyah çantaya eliyle dokunuyor.Anlıyorum ki içi göründüğü gibi dolu değil..
-Şükret, diyor.Şükret ki bu valizin dolu değil.Şu haliyle bile kolumu ağrıtıyor. Yeşil valize can kurban.Ne kaday ağır olsa da taşıması kolaydır onu..
Anlamıyorum.
Anlıyor.Küçük siyah valizi göstererek:
-İçinde günahların var..Burada, vücudunda yanıp eridi bir çoğu..Onun ateşiydi seni yakan..Kalk artık sefer vakti...
Kalkayım; ama nasıl?
Duvardan tutunarak kalkabilir miyim acaba?
Duvarlar..Çimen kaplanmış..Menekşelerle..O da mis gibi kokuyor..
Şimdiye dek neden görmedim tüm bunları..
Deniyorum kalkmayı..Olmuyor..
Ağabeyim gülümsüyor..
-"La ilahe illALLAH..MUHAMMEDürrasulullah" dersen kalkarsın.Yalnız son bir kez daha bak bunu söylemeden önce dünyaya.

Az sonra öleceğim..
Ruhum kalkacak yataktan..
Elveda anam babam...
Elveda elim ayağım, gözüm kulağım...
Elveda maskesini düşüremediğim dünya..
Elveda can çekişen kalbim, aylar öncesinden ölen midem.
Elveda üç aydır beni bağrına gömen yatak...Unut beni..
Elveda biraz sonra haberimi alacak kardeşlerim..Bir kez daha göremediğim ablalarım, tatlı yüzlerinden, tombul yanaklarından öpemediğim yeğenlerim..
Elveda bir saat sonra cenazemde toplaşıp ağlaşacak kalabalık..
"Kapatmayı unutarak gideceğim gözlerime bakıp da ağlamayın sakın..
Kıpırdayamasa da bedenim, çarpmasa da kalbim, gözlerim sizi görecek...Tâ ki toprağın kapısından içeri girene dek..."
Sedef 21 - avatarı
Sedef 21
Ziyaretçi
6 Haziran 2008       Mesaj #1617
Sedef 21 - avatarı
Ziyaretçi
Kelebeğin Hikayesi


Bir gün, kırlarda gezintiye çıkan bir adam, kenara oturduğu otlardan birinin dalında , küçük bir kozanın varlığını fark etti. Koza ha açıldı ha açılacak gibiydi.


Adam , bunun bir kelebek kozası olduğunu tahmin ediyordu. Böyle bir fırsat bir daha ele geçmez diye düşündü; ve bir kelebeğin dünya yüzü gördüğü ilk dakikalara şahit olmak istedi.


Dakikalar dakikaları kovaladı , saatler geçmeye başladı , ama henüz kelebeğin küçük bedeni o delikten çıkmadı. Sanki , kelebeğin dışarı çıkmak için çaba harcamaktan vazgeçmiş olabileceğini düşündü.


Sanki kelebek elinden gelen her şeyi yapmış da , artık yapabileceği bir şey kalmamış gibi geldi ona. Bu yüzden , kelebeğe yardımcı olmaya karar verdi: cebindeki küçük çakıyı çıkarıp kozadaki deliği bir cerrah titizliğiyle büyütmeye başladı.


Böylece , bir-iki dakika içinde kelebek kolayca dışarı çıkıverdi. Fakat bedeni kuru ve küçücük , kanatları buruş buruştu. Adam kelebeği izlemeye devam etti; çünkü kanatlarının her an açılıp genişleyeceğini ve narin bedenini taşıyacak kadar güçleneceğini umuyordu.


Ama bunlardan hiçbiri olmadı. Kelebek , hayatinin geri kalanını , kurumuş bir beden ve buruşmuş kanatlarla yerde sürünerek geçirdi. Ne kadar denese de , asla uçamadı.


Adamın bütün iyi niyetine ve yardımseverliğine rağmen anlayamadığı şey , kozanın kisitlayiciliginin ve buna karşılık kelebeğin daracık bir delikten dışarı çıkmak için gereken çabanın , Allah’ın kelebeğin bedenindeki sıvıyı onun kanatlarına göndermek ve bu sayede kozanın kisitlayiciligindan kurtulduğu anda onun uçmasını sağlamak için seçtiği bir yol olduğuydu.

Bu gerçeği öğrendiğinde , hayat boyu unutamayacağı bir şey de öğrenmişti: Bazen , hayatta tam olarak ihtiyaç duyduğumuz şey , çabalardır. Eğer Allah , hayatta herhangi bir çaba olmadan ilerlememize izin verseydi , o zaman , bir anlamda sakat kalırdık . Olabileceğimiz kadar güçlenemezdik o zaman . Ve asla uçamazdık..


arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
6 Haziran 2008       Mesaj #1618
arwen - avatarı
Ziyaretçi
65 yıldır evli olan yaşlı çift, evlilik yaşamları boyunca hiç birbirlerini kırmamışlar ve hiç kavga etmemişler. Tabii ki hiçbir mutluluk tablosu sonsuza kadar sürecek değil. Kadın, iyileşmesi mümkün olmayan kötü bir hastalığa tutulmuş. Doktorlar sadece birkaç gününün kaldığını üzülerek belirtmişler. Adam panik içinde ne yapacağını düşünürken, karısı ona mutluluklarının bir sırrının olduğunu söylemiş: 'Bak, dolapta eski bir ayakkabı kutusu bulacaksın, onu al ve yanıma gel…' Dolabı açan adam eski ayakkabı kutusunu bulmuş ve merakla açmış. İçinde bir çift oyuncak bebek ve tam 95.000 dolar para varmış. Heyecanla karısına götürmüş kutuyu. Karısı anlatmış:
'Evlenirken annem bana bir nasihat verdi. Sakın ola ki kocana kötü bir söz söyleme,
o seni kırsa bile yüzünden gülümsemeyi eksik etme. Sadece bir oyuncak bebek al ve o seni her kırdığında bir oyuncak bebek koy biryerlere !' Adam, gözyaşlarına boğulmuş… 65 yıl ve sadece 2 bebek. Kendiyle gurur duymuş.
Ama bir yandan da merakını yenememiş:
'Peki karıcığım, o iki bebeği anladım, ama 95.000 dolar ne oluyor ?'
Karısı yüzünde vahşi bir gülümsemeyle yanıtlamış:
'Biliyorsun o sadece eski bir ayakkabı kutusu, içine alsa alsa iki-üç bebek alır.
O bahsettiğin 95.000 dolar kutuya sığmadığı için sattığım bebeklerin parası…'
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
7 Haziran 2008       Mesaj #1619
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Genç adam, gazete almak için yolunu uzatmış ve işe gitmek için ilk defa geldiği bir otobüs durağında beklemeye başlamıştı. Havada bir bahar kokusu içinde sebepsiz bir neşe ile şarkılar mırıldanıyordu.

Birden gözü, yeşil kazaklı, uzun saçlı kıza takılmıştı. Ne kadar güzel olduğunu düşündü. O anda genç kız gökyüzüne bakarken –aklından ne geçtiyse- tatlı tatlı gülümsemişti. Genç adam; “Gamzeleri ne çok yakışıyor, ne güzel gülümsüyor” dedi kendi kendine.

Güzel kız, gamzeli gülüşü ile gökyüzüne bakarken, genç adamın kendisine baktığını fark etti, utandı. Başını başka tarafa çevirdi. Fakat başını çevirirken, genç adamın da utanıp, telaşlandığını fark etmişti. “Bu devirde utangaç erkek ha!..” diye tekrar gülümsedi. Merak etmişti işte, dayanamadı, yavaşça bakışlarını delikanlıya çevirdi. Delikanlı, hâlâ utanmış vaziyette, başka taraflara bakmaya çalışıyordu. Bir genç kızı rahatsız etmiş hissediyordu kendini. Oysa genç kız, güzelliği nedeniyle çok rahatsız edilmiş ve kendisini bakışlarıyla dahi rahatsız etmeye çekinen bir delikanlıyla karşılaşmak çok hoşuna gitmişti.

Delikanlı yüzü kızarmış halde çekinerek tekrar kıza baktı, kız o harika gamzesiyle bu kez ona doğru gülümsüyordu. Ne olduğunu anlamadı, eli-ayağı dolaştı, elinden gazete yere düştü. Genç kızın, kendisine bakması daha da utandırmıştı.

Genç kız, bu gülümseyerek bakışı karşısında, delikanlının kendisiyle konuşmaya cesaret edebileceğini bile düşünmüştü ama delikanlının telaşlanıp, sakarlaşması içine, şefkatle karışık bir sevgi yayılmasına yol açtı. “Bu devirde utangaç, hatta kendisine gülümseyen bir kızı bile rahatsız etmeyen biri zor bulunur” diye düşündü.

Genç kız, elindeki gazeteyi elinden eline değiştirip duran delikanlıya doğru yürüdü, utangaç delikanlı fırça yiyeceğini düşünerek, kaderine razı beklemeye başladı. Genç kız delikanlıya gülümseyerek devam etti, gazeteciden delikanlının okuduğu gazetenin aynısından aldı.

Gazetenin üzerine bir şeyler yazdıktan sonra yine delikanlının yanından geçmeye çalıştı ama çarpıştılar. İkisinin de gazeteleri ellerinden düşmüştü. Asıl çarpan genç kız olduğu halde delikanlı özür dileyip duruyordu. Genç kız, telaşlı, sakar haldeki delikanlıdan önce davranıp gazeteleri yerden aldı ve sakinleştirmek ister gibi yumuşak bir sesle; “-Asıl ben özür dilerim, ben size çarptım.” diye gülümseyerek gazeteyi uzattı. Delikanlı hiçbir şey söyleyemedi, dili tutulmuştu sanki.

Genç kız duraktaki eski yerine geçti. Duraktaki diğer insanlar, iki genç arasında başlayan fırtınadan habersizce gelecek otobüsün yoluna bakıyordu sadece.

Genç adam, içinde büyük bir heyecanla kıpırdayıp duruyor, kendi kendine konuşuyordu; “-Ölüm mü var yahu, gidip konuşsam, tanışsam. Sanki o da bana gülümsedi gibi…” diye içi içini yiyordu. Cesaretini bir türlü toplayamıyordu.

Her iki gencin otobüsü aynı anda geldi, öndeki otobüse genç kız binip uzaklaşırken, yüzündeki gamzeli gülüş yerini hüzne bırakmıştı.

Genç adam da otobüsüne binmiş, kendini teselli ediyordu; “-Yarın cesaretimi toplayacağım, mutlaka konuşacağım” diye düşündü, içine güvenden kaynaklanan bir huzur ve gülümseyiş yayıldı.

Genç kız, yanlış otobüse binip yarı yolda indiği için ilk ve son defa geldiği durağa ağlamaklı gözlerle baktı. “-Beni beğenseydi, en azından peşimden bu otobüse gelirdi” bakışlarını, delikanlının başka yola sapan otobüsüne çevirdi. “-Neyse, en azından telefonumu yazdığım gazete ile onunkini değiştirmem iyi oldu.” Gülümsedi; “-Beğendi beni, bakışları yalan söylemez, beğendi beni, gazeteye yazdığım telefonumu görünce mutlaka arayacak”. Gülümsemesi yine gamzelerle süslenerek düşündü; “-İmza olarak –duraktaki kız- yazmam iyi mi oldu acaba”.

Delikanlı, genç kızın uzaklaşan otobüsünü köşeden kaybolana kadar izledi, “-Yarın mutlaka.. mutlaka konuşacağım” dedi. Otobüsten indiğinde gazeteyi oturduğu yerde unuttuğunu fark etti ama gazete filan umrunda değildi, gamzeli bir gülüş gözlerinden gitmiyor, başka bir şey düşünemiyordu zaten…
Sedef 21 - avatarı
Sedef 21
Ziyaretçi
7 Haziran 2008       Mesaj #1620
Sedef 21 - avatarı
Ziyaretçi
HERKES İÇİN BİRAZ MUTLULUK

Jerry, çevresindekilerin çok sevdiği insanlardan biriydi.
Keyfi her zaman yerindeydi. Her zaman söyleyecek olumlu
bir şey bulurdu. Hatta bazen etrafındakileri çıldırtırdı bile.

Bu adam, bu halde bile nasıl iyimser olabiliyor? Birisi nasıl
olduğunu sorsa; “Bomba gibiyim” diye yanıt verirdi hep..
“Bomba gibiyim.” Jerry bir doğal motivasyoncuydu...

Yanında çalışanlardan biri, o gün, kötü bir günündeyse,
Jerry yanına koşar, duruma nasıl olumlu bakılacağını anlatırdı.

Bu tarzı fena halde düşündürüyordu beni... Bir gün Jerry’ye
gittim. Anlayamıyorum dedim.. Nasıl olur da, her zaman,
her koşulda bu kadar olumlu bir insan olabiliyorsun...
Nasıl başarıyorsun bunu?

Her sabah kalktığımda kendi kendime Jerry bugün iki
seçimin var: Havan ya iyi olacak, ya kötü.. derim.
Havamın iyi olmasını seçerim. Kötü bir şey olduğunda gene iki
seçimim var: Kurban olmak, ya da ders almak.

Ben başıma gelen kötü şeylerden ders almayı seçerim.
Birisi bana bir şeyden şikayete geldiğinde, gene iki seçimim var..
Şikayetini kabul etmek ya da ona hayatın olumlu yanlarını
göstermek. Ben hayatın olumlu yanlarını seçerim.

Yok yahu, diye protesto ettim. Bu kadar kolay yani?
Evet.. Kolay dedi Jerry.. Hayat seçimlerden ibarettir.
Her durumda bir seçim vardır. Sen her durumda nasıl
davranacağını seçersin. Sen insanların senin tavrından nasıl
etkileneceklerini seçersin. Sen havanın, tavrının
iyi ya da kötü olmasını seçersin...
Yani sen, hayatını nasıl yaşayacağını seçersin!..

Jerry’nin sözleri beni oldukça etkiledi. Onu, uzun yıllar
görmedim. Ama, hayatımdaki talihsiz olaylara dövünmek
yerine, seçim yapmayı tercih ettiğimde hep onu hatırladım.

Yıllar sonra, Jerry’nin başına çok tatsız bir şey geldi. Soygun
için gelen hırsızlar, paniğe kapılıp, Jerry’yi delik deşik etmişler...
Ameliyatı 18 saat sürmüş, haftalarca yoğun bakımda kalmış.
Taburcu edildiğinde, kurşunların bazıları hala vücudundaymış.

Ben onu, olaydan altı ay sonra gördüm.
Nasılsın? diye sorduğumda, Bomba gibiyim dedi
Bomba gibi. Olay sırasında neler hissettin Jerry dedim.
Yerde yatarken, iki seçimim var diye düşündüm..
Ya yaşamayı seçecektim, ya ölümü.. Ben yaşamayı seçtim.

Korkmadın mı, şuurunu kaybetmedin mi !..
Ambülansla gelen sağlık görevlileri harika insanlardı.
Bana hep İyileşeceksin merak etme dediler.
Ama acil servisin koridorlarında sedyemi hızla
sürerlerken, doktorların ve hemşirelerin yüzündeki
ifadeyi görünce ilk defa korktum.Bu gözler
bana; Bana adam ölmüş diyordu. Bir şeyler yapmazsam,
biraz sonra ölü bir adam olacaktım gerçekten..

Ne yaptın? diye merakla sordum..
Kocaman bir hemşire yanıma yaklaştı ve bağırarak
herhangi bir şeye alerjim olup olmadığını sordu..
Evet diye yanıt verdim.. Var.. Doktorlar ve hemşireler
merakla sustular.. Derin bir nefes alarak kendimi
toparladım ve bağırdım: Benim kurşunlara alerjim var !..

Doktorlar ve hemşireler gülmeye başladılar. Tekrar bağırdım..
Ben yaşamayı seçtim. Beni bir canlı gibi ameliyat edin.
Otopsi yapar gibi değil..

Jerry, sadece doktorların büyük ustalıkları
sayesinde değil, kendi olumlu tavrının büyük
katkısı ile yaşadı. Yaşaması bana yeni ders oldu.

Hergün, hayatımızı dolu dolu yaşamayı seçme şansımız
ve hakkımız olduğunu ondan öğrendim..
Ve her şeyin kendi seçimimize bağlı olduğunu..


Bu yazıyı okudunuz. Şimdi iki seçiminiz var:

1. Unutup gitmek.
2. Kesip saklamak,
fotokopisini çıkarıp, dostlarınıza dağıtmak..

Ben, ikincisini seçip bunu sizlerle paylaşmayı tercih ettim.

Francie Baltazar-Schartz

Benzer Konular

3 Aralık 2006 / Misafir Genel Mesajlar
16 Mayıs 2014 / NihLe Müslümanlık/İslamiyet
11 Haziran 2013 / Misafir Forum Oyunları
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar
20 Haziran 2012 / ThinkerBeLL Edebiyat