Arama

Hikayeler ve Öyküler -2- - Sayfa 19

Güncelleme: 17 Şubat 2016 Gösterim: 546.976 Cevap: 1.812
Nephthys - avatarı
Nephthys
Ziyaretçi
17 Şubat 2007       Mesaj #181
Nephthys - avatarı
Ziyaretçi
mazinin kumsalına yazılmış isimler......

Yeni cep telefonuma eskisinin rehberini geçiriyordum dün...
Sponsorlu Bağlantılar
Baktım, bazı isimlerin numaraları duruyor; kendileri yok...
Bir deprem sonrasının hazin sınıf yoklaması gibi:
"- Cem Karaca?"
"- Yok!"
"- Barış Manço?"
"- Yok!"
"- Erol Mutlu?"
"- Yok!".
"- Melih Kibar?"
"- Yok!"

* * *


Sanki mazinin kumsalına yazılmış isimler... Eninde sonunda geleceğini adımız gibi bildiğimiz halde hiç gelmez zannettiğimiz bir dalga geliyor ve yıllar yılı özene bezene sahile işlediğimiz o güzelim yazıları bir darbede siliyor. Kum gibi dağıtıp ummana sürüklüyor. Sonrası boşluk... Sonsuz bir boşluk...


* * *


Yitik dostların, tanışların ekrandaki isimleri üzerinde geziniyor parmağım... "Sileyim mi" diye soruyor telefon...
Başparmağın ucunda bir ömür...
Can, bir tuş mesafesinde...
"Sil" komutuna elim varmıyor.
"Sil"mek ihanet gibi geliyor.


* * *

Rehberim isim dolu... Kimi canlı, kimi ölü... "Sil"meye kıyılamamış nice isim, yaşayanlarla birlikte duruyor orada... "Yaşayanlar" dediğim, sırasını bekleyenler... Kim bilir hangisi, hangisinin ardı sıra... "Ha 3 gün önce, ha 5 gün sonra..."
Kimi vakitli, kimi apansız, bir anda...
Rasgele arıyorum yitenlerden birini...
Gençten bir kadın sesi yanıtlıyor:
"Aradığınız numaraya şu an ulaşılamıyor."
Gelecekte ulaşılması da mümkün görünmüyor. "Daha sonra tekrar deneyiniz" tavsiyesine gülüyorum.
Denemeye söz veriyorum.
Ölmüş de hafızadan silinmemiş dostlar, ölmeden silinenlerden daha uzun yaşıyor bu rehberde...


* * *


Hep merak ederim:
Nereye gider bu bilgisayarların, cep telefonlarının posta kutularından silinen mesajlar, mektuplar, yazılar...
Onca harf, cümle, satır?.. Sanal âlemin görünmez kablolarına tutunup bir ekrandan yüreklere ulaşan haykırışlar, özlemle tuşlanmış, mesaj kutularında saklanmış aşklar... ne olur silinince?..
Uzay boşluğunda dağılır mı?
Yoksa bir yerlerde saklanır mı?
Bir gün yeniden toplanır mı?
Silinmiş yazılar diyarında...
Bir pişmanlık kurultayında...
Ya ölenler?
Onlar hangi keşfedilmemiş ülkeye gider?..


* * *


Galiba hayattan kayıt sildirdikten sonra ilkin gelip sevenlerinin hafızasına kaydoluyorlar.
Bilgisayar gibi değil insan hafızası...
Bir tuşluk "sil" komutuyla silmiyor sevdiğini... silemiyor.
Emir, ferman dinlemiyor.
Hatıralara sarıp saklıyor orada... anıyor, yâd ediyor, "yaşatıyor".
Belki hiç unutmuyor ve yanına gidene dek orada koruyor. Belki -5-10 yıl
sonra- bir gün "hafızası doluyor", onu silip yerine bir başka ismi yazıyor.
İşte insan asıl o zaman "sil"iniyor.
Sözün özü, demem o ki; Unutmazsak yaşatırız!

Can Dundar



001239cc0
Nephthys - avatarı
Nephthys
Ziyaretçi
17 Şubat 2007       Mesaj #182
Nephthys - avatarı
Ziyaretçi
ÖYLESİNE İÇİMDESİN Kİ........

Sponsorlu Bağlantılar
Öyle içimdesin ki. Yanağımda dolaşan rüzgardan daha gerçek dokunuşların. Küçük, ürkek, kesik dokunuşlarınla, belki de her zamankinden daha yanımdasın. Yani öylesine, o kadar bensin ki. Ah nasıl anlatsam. Boşuna bu çabalarım, doğru kelimeleri aramalarım. Ne kitaplar yazıyor, ne de sözlüklerde karşılığı var.
Yalnızca hissediyor insan, yaşıyor. Kelimeler eksik, kelimeler yaralı. Kelimeler cılız.

Taşımıyor, anlatmıyor, tanımlamıyor bu duyguyu. Ben de. Çok başka bir şey. Sevginin ortasında, derin acılar hisseder mi insan? Aydınlık gülümsemelerin içine, hüznü yerleştirir mi durup dururken? Gözlerine buğu, diline sitem, yüreğine burukluk, çöreklenir kalır mı asırlarca?


Gelmeyeceğini bildiği mektup için, posta kutusunu hep aynı heyecanla açar mı? Dedim ya, başka bir şey bu. Ne kadar yalnızsam, o kadar seninleyim şu günlerde. Belki de en başta, tutup seni en derinlere koydum diye oldu bunlar. Kimseler ulaşmasın diye, kimselerin bilmediği, bulamayacağı yollara götürdüm seni. En derinlerde tuttum. Bana sakladım. Derine, hep daha derine.


Seni yapayalnız, bir tek bana bıraktım. Paylaşamadım yanlış yaptım. Sana ulaşan yolları kaybettim diye bütün bu şaşkınlıklar. Kendimi oradan oraya vurmam. Sağımda, solumda, ne zaman dikildiğini bilmediğim duvarlara çarpmam, hiç görmediğim çukurlarla boğuşmam. Denizlerin, gürültüyle gelip vurduğu dehlizlerin, acılı duvarları gibiyim.


Duvarlarım yosunlu, duvarlarım kaygan, duvarlarımdan hiç tükenmeyen sular sızıyor. Tutunamıyorum. Renklerim, gün içinde değişiyor. Soluyorum, soğuyorum. Güneş ulaşmıyor içerilerime. Küfleniyorum, yaşlanıyorum. Yalnızlıklar peşimde. Dokunduğum her ıslak duvardan, pis kokulu bir yalnızlık bulaşıyor üstüme. Biliyorum, bütün bunlar, hep benim suçum.


Seni sakladığım yere ulaşamaz oldum. Yollar, gitgide uzadı ve karıştı. Ümidimi ısıtacak, parlatacak, kımıldatacak bir şeylere ihtiyacım var. Ah onun ne olduğunu biliyorum. Sonu sana geliyor her cümlenin. Her şeyin başında içinde ve sonundasın. Bu değişmiyor. Öyle içimdesin ki. Birden aklıma geldi, tuttum sana bir mektup yazdım dün.


Çok mutluydum. Gün içinde neler yaptığımı, nelere kızıp, nelerle mutlu olduğumu, tek tek anlattım. Mevsimlerin ve insanların nasıl karışık ve beklenmedik olduklarını yazdım.


"Yine zamansız yağmurlar" dedim, "Daha önce, hiç bu kadar zayıf değildi güneş ışınları" dedim, "Gerçekten buradaki şarkıları hiç öğrenmeyecek, bilmeyecek, söylemeyecek misin?" dedim. Çok uzun bir mektup oldu. Başından sonuna kadar okudum.


Neler yazmışım diye merakımdan.


Sonra çekmecemden bir zarf çıkarıp, adını yazdım. Büyük harflerle, yalnızca adını. Adresini bilsem gönderir miydim, bilmiyorum. Mektup cebimde. Cebim yüreğime yakın. Yüreğim sende. Sen yüreğime yakın. Öyleyse mektup sende.

Can Dündar

33609o8771bo0

Nephthys - avatarı
Nephthys
Ziyaretçi
17 Şubat 2007       Mesaj #183
Nephthys - avatarı
Ziyaretçi
Bir gün daha yaşandı ve bitti.Yeni bir güne tekrar açtım gözlerimi farkı yoktu aylardır uyandığım sabahlardan.Değişen tek şey takvim yaprağındaki rakam oldu.Yakalandığım hastalıktan kurtulmaya çabalıyordum ve her seferinde daha derine batıyordum. İlacımın zaman olduğu söylendi. Zaman denilen ilacı vaktini geçirmeden aldım ama hiçbir etkisi olmadı. Ne bir yan etki nede bir olumlu etki. Sonuç negatif. Antibiyotik olarak aldığım miller her yudumda içerimde oluşmuş yaraları tuz basarcasına yakarak geçti. Alev alev yaktı.



Ben daldığım ufuktaki hayalinle beraberken anlayamıyordum artık yanımda konuşulanları.


Bazen nerde olduğumu bile kavrayamıyordum nasıl bir illetse öyle sarmıştı bedenimi benliğimi.


Etrafımda ki insanlara aldırmadan kendi içimde büyüttüğüm yalnızlığımla beraber oturup seninle geçen günlerimi düşünerek gitmendeki mantığı bulmaya çalışıyorum.Sana göre insan doyduğu yerde mutluydu. Bense bu doğduğum, doyduğum, aşığı olduğum şehirde mutlu değildim. İnsan sevdiği yanında olmazsa neresi olursa olsun mutlu olamıyormuş.


Şimdi tek merakım yine sensin. Doyduğun o şehirde cidden mutlu musun,yada hiç anıyor musun ismimi, bir sigara yakarken böcüğüm olsa sigarayı şöyle içerdi, miller’ına limon katmadan içmezdi, patates kızartması onun vazgeçilmeziydi diyor musun? Ben de saçmalıyorum işte adımı anacak olsaydın gitmezdin zaten di mi. Ben adını nefes aldığım her saniye andım ve ben gitmedim. Artık hastayım belki de yasta bilmiyorum ama ben seni beklemekten hiç vazgeçmedim. Bu aşığı olduğum şehirde sensizde olsam yaşamaya devam ettim.


Ve bugün anlamsız bir istekle sana bu ilk ve son olan mektubu yazdım.İster oku ister at.Bu senin sorunun. Bugün her şey son bulacaktı. Ardından çektiğim acı,yazdığım şiir,dinlediğim hüzün şarkıları ve en önemlisi aylardır arkan sıra döktüğüm gözyaşı bugün son kez akacak gözümden ve yanaklarım bugün son kez ıslanacak.


İşte böyle sevgili dedim ya artık hastayım yada yasta ben bile bilmiyorum.Tek bildiğim mutluluğun artık dudaklarımda acı ve sahte bir tebessüm olduğu.


Ben biz olmaktan vazgeçtim sevgili.Ve son kez başka bir şehirden ELVEDA…

BOCUUX
tikkymelike - avatarı
tikkymelike
Ziyaretçi
17 Şubat 2007       Mesaj #184
tikkymelike - avatarı
Ziyaretçi
BENİ BEKLEME BENDEN İSTE

Niçin herşeyi benden bekliyorsun dostum?Susmalarıma son vermemi,konuşmamı,yaşamamı,cesaretli olmamı...vs.Peki ya sen neredesin?Niçin herşeyi benim düşünmemi bekliyorsun?Bu ben de senden birşeyler istiyorum anlamında değil.Demek istediğim dost,benden birşeyler bekleme,benden iste.
İste vereyim,iste yapayım,iste seveyim.Ama bana bırakma,bana bırakıp seni arayıp bulmamı bekleme sakın.Beklersen ulaşamam sana.Ama istersen yakın olabilirim.İstesen seni sana verebilirim.Beni bekleme,benden iste! Benden istersen yaparım.Beni beklersen ne yapmam gerektiğini,benden istediğini bilemem.Sen iste ki olayım!Ben AŞKIM.Aşk tek bir şeyle tanımlanamaz dostum.Ne istersen o olurum.Gereğinde yaranı saran kardeşin,gereinde başını omuzuna dayadığın bir sevgili olurum.Dertleştiğn dostun olurum yanında yürüdüğün.
İstersen dizinde yattığın annen olurum senin.Şefkatle ve fedakarca yaşadığım...Yeter ki sen iste...
Çünki ben AŞKIM!!!

İsmail ACARKAN
"ÖLÜMÜ ÖZLEMEYEN AŞKI ANLAYAMAZ" adlı kitabından


Nephthys - avatarı
Nephthys
Ziyaretçi
18 Şubat 2007       Mesaj #185
Nephthys - avatarı
Ziyaretçi


Bir tür ölümdür Aşk kendi kendine ölümlenme hali. Sürekli bir doğurganlıkta hep kendini saklar. Uçuç böceği kanadında vişnenin çürüğünde dokunulmayan el çalınmayan kapıda girilmeyen sokakta hep ama hep o vardır. köşeyi döndüğünüzde yapayalnız dolaşan bir yol, kendini aşan bir dağ, sırılsıklam bir çöl görürseniz dikkat edin. Yuvarlak değil köşelidir çünkü aşk.
Ve ona gidilmez GELİNİR.
Hiçbir resmi toplantıya katılmaz, kravat takmaz. İllegal yaşar toplu halde ölür. Resmi yapılabilir ama fotoğrafı çekilemez. Şiiri yazılabilir ama dersi işlenemez. Elleri yoktur parmak izi alınamaz. Daha çok kendisiyle sarılır kendine kolları yoktur. Kanatları yoktur uçar, bacakları yoktur koşar, renk taşımaz, koku sürünmez. Hem erkektir hem dişi, döller, döllenir. Ağlatır, ağlamaz. Ama onun ipiyle kuyuya inilir.
Aşk insana özel addır. Büyük harfle yazılır. Aşkta virgül kullanılmaz, çoğunlukla tırnak içindedir ama ele avuca sığmaz
Ferhat la dağ deler, sık dokur ince eler. Paramparça karanfillerdir ayak izleri jop sızısı ve mor.
Müebbettir aşk.
Güneşi özler
Dışarı çıkmaz.
Ziyaretçisini bekler...



"tüm bekleyenler için......"
nisan_yagmuru - avatarı
nisan_yagmuru
Ziyaretçi
18 Şubat 2007       Mesaj #186
nisan_yagmuru - avatarı
Ziyaretçi
ÖLÜMSÜZ KIRMIZI GÜLLER....

Kan rengi, kıpkırmızı güllere bayılırdı. Zaten onlarla
adaştı da. Rose... Gül... Kocasının sevgili Rose'u... Her yıl
Sevgililer Günü'nü kapının önünde bulduğu enfes fiyonklarla
süslü kucak dolusu kırmızı güllerle kutlardı. Hiç aksamadan.
Hatta, eşini kaybettiği yıl dahi kapısı çalınmış, gülleri kucağına
bırakılmıştı..Tıpkı geçmişte olduğu gibi, küçük bir kartla birlikte..
Her yıl güllere iliştirdiği karta aynı cümleleri yazardı:
"Seni, geçen sene bugünkünden, daha çok seviyorum..."
Birden, bunların son gülleri olduğunu düşündü.. Önceden
ısmarlanmış olmalıydı.. Öleceğini nasıl bilebilirdi?..
Zaten her seyi önceden planlamayı ve yapmayı severdi,
yumurta kapıya gelmeden...

Gülleri özenle içeri taşıdı..saplarını kesti, vazoya yerleştirdi..
Vazoyu da konsolun üzerine, eşinin kendisine gülümseyen
fotoğrafının yanına koydu. Orada kocasının koltuğunda
oturup saatlerce güller ve fotoğrafı seyretti sessizce.. Bitmek
bilmeyen bir yıl geçti.. Yapayalnız ve hüzün dolu bir yıl..
Sonra bir sabah kapı çalındı.. Tıpkı eski günlerde olduğu gibi..
Kırmızı gülleri, üzerinde küçük kartıyla birlikte eşikteydi..
Sevgililer Günü'nü kutluyordu. Gülleri içeri aldı. Şaşkınlık
içinde doğru telefona gitti. Çiçekçi dükkanını aradı...
Onu bu kadar üzmeye kimin hakkı vardı ?

"Biliyorum" dedi, çiçekçi.. " Eşinizi geçen yıl kaybettiniz..
Telefon edeceğinizi de biliyordum.. Bugün size yolladığım gülleri
çok önceden ısmarlamış, parasını da ödemisti.. Hep öyle
yapardı zaten, hiç şansa bırakmazdı. Dosyamda talimat var.
Bu çiçekleri size her yıl yollayacağım. Bir de özel kart vardı,
kendi el yazısıyla. Bilmeniz gerek diye düşünüyorum..
Ölümünden sonra çiçeklere iliştirmemi istediği kart..."
Rose hıçkırıklar arasında teşekkür ederek telefonu kapattı.
Parmakları titreyerek zarfı açtı..

" Merhaba gülüm" diye başlıyordu, kart.. " Bir yıldır ayrıyız.
Umarım senin için çok zor olmamıştır. Yalnızlığınıı ve acılarını
hissedebiliyorum. Giden sen, kalan ben olsaydım neler çekerdim
kimbilir? Sevgi paylaşıldığında yaşamın tadına doyum olmuyor.
Seni kelimelerle anlatılmayacak kadar çok sevdim. Harika
bir eştin dostum, sevgilim benim... Sadece bir yıldır ayrıyız.
Kendini bırakma. Ağlarken bile mutlu olmanı istiyorum.
Onun için bundan sonraki yıllarda güller hep kapımızda olacak.
Onları kucağına aldığında paylaştığımız mutluluğu ve
kutsandığımızı düşün. Seni hep sevdim.. Her zaman da
seveceğim. Ama yaşamalısın. Devam etmelisin... Lütfen..
Mutluluğu yeniden yakalamaya çalış. Kolay değil,
biliyorum ama bir yolunu bulacağına eminim....

Güller, senin kapıyı açmadığın güne dek gelmeye devam
edecek. O gün çiçekçi beş ayrı zamanda gelip kapıyı çalacak,
eve dönüp dönmediğini kontrol edecek. Beşinciden sonra
emin olarak gülleri ona verdiğim yeni adrese getirip
seninle yeniden ve ebediyyen kavuştuğumuz yere bırakacak..
SENİ SEVİYORUM GÜLÜM..."

alinti-



TUZLU KAHVE

Kıza bir partide rastlamıştı.. Harika birşeydi. O gün peşinde o kadar

delikanlı vardı ki... Partinin sonunda kızı kahve içmeye davet etti.
Kız parti boyu dikkatini çekmeyen oğlanın davetine şaşırdı ama tam bir
kibarlık gösterisi yaparak kabul etti. Hemen köşedeki şirin kafeye oturdular.
Delikanlı öyle heyecanlıydı ki, kalbinin çarpmasından konuşamıyordu.
Onun bu hali kızın da huzurunu kaçırdı...

“Ben artık gideyim” demeye hazırlanırken, delikanlı birden garsonu çağırdı.

“Bana biraz tuz getirir misiniz” dedi. “Kahveme koymak için.”

Yan masalardan bile şaşkın yüzler delikanlıya baktı. Kahveye tuz! Delikanlı
kıpkırmızı oldu utançtan ama tuzu kahvesine döktü ve içmeye başladı.

Kız, merakla “Garip bir ağız tadınız var.” dedi.. Delikanlı anlattı: “Çocukken
deniz kenarında yaşardık. Hep deniz kenarında ve denizde oynardım.
Denizin tuzlu suyunun tadı ağzımdan hiç eksilmedi. Bu tatla büyüdüm ben.
Bu tadı çok sevdim. Kahveme tuz koymam bundan. Ne zaman o tuzlu tadı
dilimde hissetsem, çocukluğumu, deniz kenarındaki evimizi ve mutlu
ailemi hatırlıyorum... Annemle babam hala o deniz kenarında oturuyorlar.
Onları ve evimi öyle özlüyorum ki...”

Bunları söylerken gözleri nemlenmişti delikanlının... Kız dinlediklerinden
çok duygulanmıştı. İçini bu kadar samimi döken, evini, ailesini bu kadar
özleyen bir adam, evi, aileyi seven biri olmalıydı. Evini düşünen, evini
arayan, evini sakınan biri... Ev duyusu olan biri... Kız da konuşmaya
başladı. Onun da evi uzaklardaydı. Çocukluğu gibi...

O da ailesini anlattı. Çok şirin bir sohbet olmuştu... Tatlı ve sıcak.
Ve de bu sohbet öykümüzün harikulade güzel başlangıcı olmuştu tabii...
Buluşmaya devam ettiler ve her güzel öyküde olduğu gibi, prenses,
prensle evlendi. Ve de sonuna kadar çok mutlu yaşadılar. Prenses
ne zaman kahve yapsa prensine içine bir kaşık tuz koydu, hayat boyu...
Onun böyle sevdiğini biliyordu çünkü...

40 yıl sonra, adam dünyaya veda etti. “Ölümümden sonra aç” diye
bir mektup bırakmıştı sevgili karısına. Şöyle diyordu, satırlarında: “Sevgilim,
bir tanem. Lütfen beni affet. Bütün hayatımızı bir yalan üzerine kurduğum
için beni affet. Sana hayatımda bir tek kere yalan söyledim.. Tuzlu kahvede.

İlk buluştuğumuz günü hatırlıyor musun? Öyle heyecanlı ve gergindim ki,
şeker diyecekken ‘Tuz’ çıktı ağzımdan. Sen ve herkes bana bakarken,
değiştirmeye o kadar utandım ki, yalanla devam ettim. Bu yalanın bizim
ilişkimizin temeli olacağı hiç aklıma gelmemişti. Sana gerçeği anlatmayı
defalarca düşündüm. Ama her defasında korkudan vazgeçtim.
Şimdi ölüyorum ve artık korkmam için hiçbir sebep yok...

İşte gerçek: Ben tuzlu kahve sevmem! O garip ve rezil bir tat.
Ama seni tanıdığım andan itibaren bu rezil kahveyi içtim.
Hem de zerre pişmanlık duymadan. Seninle olmak hayatımın
en büyük mutluluğu idi ve ben bu mutluluğu tuzlu kahveye borçluydum.
Dünyaya bir daha gelsem, herşeyi yeniden yaşamak, seni yeniden
tanımak ve bütün hayatımı yeniden seninle geçirmek isterim,
ikinci bir hayat boyu daha tuzlu kahve içmek zorunda kalsam da...”

Yaşlı kadının gözyaşları mektubu sırılsıklam ıslattı. Lafı açıldığında
birgün biri, kadına “Tuzlu kahve nasıl bir şey?” diye soracak oldu..

Gözleri nemlendi kadının...
Çok tatlı!.. dedi...

alinti-

Son düzenleyen nisan_yagmuru; 18 Şubat 2007 02:07 Sebep: Mesajlar Otomatik Olarak Birleştirildi
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
18 Şubat 2007       Mesaj #187
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Tragedya

Uçurumlardan Atamadığım Kalbim´e

Yaşam yanıbaşımdan akıp gidiyor ve ben bir türlü yetişemiyorum. Yüreğimde buruk bir acıyla bakakalıyorum ardından.
Anılardan kırıntılar var hatırımda, anlamsız ucuz zamanlara dair. Oysa anlamı olan bir şeyler arıyorum geçmişimde... Anlamı olan bir şeyler girsin istiyorum hayatıma...

Hayatın bir yerinde bir fotoğrafa girmeye zorluyorum kendimi. Ama hep kenarda kalıyorum. Ben mi seçiyorum orayı hep? Yoksa onlar mı bana uygun görüyor, kestiremiyorum? Hep orada, yalanın, üçkağıdın, ikiyüzlülüğün, yalakacılığın olmadığı yerde kalıyorum. Hep kenarı uygun görüyorlar bana. Ortaları yalancılar, yağcılar, onursuzlar, üçkağıtçılar kapıyor...

Gözlerime bakıpta asıl utanması gerekenler utanmıyor ey hayat, ben utanıyorum onların yerine, utanmazlıklarından ruhum daralıyor, yüreğim inciniyor. Bazen çevremden, her şeyden kaçıp kurtulmak istiyorum. Hayatın bu kirli sahnesinde insanın iğrençliği tiksindiriyor beni.

Biliyorum ben iyi bir oyuncu değilim, kıvıramıyorum, kavrayamıyorum senaryoyu. Hayat yalancıyı,onursuzu, kıvıranı seviyor neylersin. Oyunun içinde aşağılık rolünü iyi oynayanı seviyor. Yüreğiyle değil, beyniyle oynayanı seviyor.

Oyunun adını bulmaya çalışıyorum, anlamaya çabalıyorum senaryosunu. Sevdiklerimin gözlerine bakıyorum, sevmediklerimin. Beni seviyor görünenlerin gözlerine bakıyorum, sevmeyenlerin. (Keşfettiklerim) bulduklarım, anladıklarım ürkütüyor beni. Ürküyorum hayattan ve hayatın rölünü iyi oynayan utanmaz haytalardan...
Çevremdekilere bakıyorum mertlik, dürüstlük denen kavramlar çoğuna yakışmıyor. Küçücük çıkarlar uğruna böyle ucuz duygusuz yaşayabiliyorlar. Bazen baban, kardeşlerin bile ucuz çıkarlar için insanı satabiliyor... Olsun, ilk kez yaşamıyorum hayal kırıklığını, ilk kez yaşamıyorum ihaneti. Çocukluğumdan biliyorum ki, uzak dağbaşlarında yaralara merhem yerine tütün basarak ayakta durabiliyor çobanlar...

Ey yüksek uçurumlardan atamadığım kalbim, kanayan ve hiç kapanmayan bir yaraydı bıraktığın ömrüme. Bu yüzden acıyıp dururyor yüreğim, ömrümün susuz kalmış çiçeklerine... Uzlaşmasız kopuyor ilişkiler, parçalanan bulutlar gibi dumanlanıyor gözlerim. Anılar üşüşüyor belleğime, hüzünleniyorum, efkarlanıyorum, üzülüyorum...

Ne çok kırıldım, ne çok şey yaşadım hayatın bu kirli sahnesinde. Sancılarla örülmüş bir ömürden geliyorum ey hayat, acılarla örülmüş bir ömürden... Kırgınlıklar kolay iyileşmeyen yaralardır biliyorum... Kalbime batan hançerin sapını tutan el önemli değil artık! Nasılsa insan en büyük darbeyi yakınlarından yer.
Bir gün akşam olur elbet biter ömür, sızılar kalır geride. Bir de yüreğimde şiir kırıkları.
Anladım ki, iki kere iki dört etmiyor her zaman.

ah! kalbim
ah! duyarlı yanım
ortak oynanan bir oyunmu hayat?
herkesin kendisini oynadığı
yalnız bir tragedyayım ben
maskesiz, seyircisiz
her gece uykuya yatmış bir dağ gibi kederli

kirpiklerini sulara dökmüş bir çiçeğim
silahsızım kuşları vurulmuş bir gökyüzünde
bir kar çölü ıssızlığıyım, durgun bir gölün sessisliği
her gece bir ateşdağına tırmanıyorum
bir kahır dağına
hiç bir yol çıkmıyor umuda
kalbimi iki buzdağının arasına koyup uyuyorum
bir başka bahara açmak için çiçeklerimi

gel yürek sıcağı bir ezgiyle ört üstümü gülüm
‘ örtki ölem’

*’Erzincan ağzı’


Nephthys - avatarı
Nephthys
Ziyaretçi
18 Şubat 2007       Mesaj #188
Nephthys - avatarı
Ziyaretçi
SABAH OLDU.....

Kutsal katında sıkkındı Tanrı...Dev aynasının karşısında oturmuş elindeki taşlarla oynuyordu. Yine böyle sıkıntılı bir anında yarattığı insanoğlu, başlıbaşına sıkıntı vesilesi haline gelmişti. Kulları aşağıda yoksul, yalnız ve mutsuzdu. Acı çekiyor, kan döküyor, eziyor, öldürüyorlardı. Sevgiden ziyade nefret kusuyor, sevaba değil günaha sarılıyorlardı. Şeytan, zulmün bayrağını dikmişti yerküreye...


"Bıktım" diye mırıldandı Kainatın Efendisi, "...yoruldum asırlardır aynı filmi görmekten! Bilseniz kaç nesilde böyle kaç savaş, kaç yangın izledim ben".

Kederle avucunda çevirdiği taşları, yerküreye doğru attı. Taşlar, karanlıkta alevli ışıklar saçarak süzüldü aşağı...



* * *



Aşağıda umutla pencerelere üşüştü biçare Ademoğulları... Kainatın ışıkla dansı başlamıştı. Bu ışıltılı "yıldız yağmuru"na türlü çeşit manalar vehmettiler. Toprağa yan yana uzanıp gözlerini gökyüzüne diktiler ve kayan her yıldız için ayrı dilek tuttular:

"Sevdiğime kavuşayım" dedi biri, "Yoksulluktan kurtulayım" diye yalvardı öteki... Gökyüzünün "taş yağmuru"nu, yeryüzü "dilek yağmuru" ile yanıtladı sanki: "Acı çekmeyeyim", "Yalnız kalmayayım", "Mutsuz olmayayım".



* * *



Acı acı güldü Tanrı yukarıda... "Ah kullarım" dedi, "Buradan ne kadar da zavallı görünüyorsunuz. Göktaşları, gözyaşlarını dindirir mi sanıyorsunuz. Bu mu onca asırda yaratabildiğiniz uygarlık? Yağanın taş olduğunu biliyor, ama hala o taşlardan medet umuyorsunuz. Derdinizin devasını onlarda arıyorsunuz. Oysa attığım taşlardan duvarlar ören sizsiniz. Birbirinin önüne setler çeken siz...

Alçakgönüllülük istedim sizlerden; gönülsüz davrandınız, geriye kala kala sadece alçaklık kaldı". "Ah zavallı ümmetim" diye dertlendi Tanrı, "Yıldızlara baktığınız kadar, birbirlerinize baksanız çok daha mutlu olacaksınız. Benimle konuştuğunuz kadar birbirlerinizle konuşsanız, hiç de böyle yalnız kalmayacaksınız. Gökyüzünde arayıp durduğunuz çareyi kendinizde, birbirinizde bulacaksınız".



* * *



Sonra efkarla dev aynasına çevirdi yüzünü... Yalnızlığını savmak için onunla dertleşmeye başladı: "Onca kalabalıkta kendilerini yalnız sanıyorlar. Asıl ebedi yalnızlığa mahkum olan benim, bilmiyorlar" diye iç geçirdi. Aynada kendini süzdü uzun uzadıya...< Sonra aşağıya baktı. Yeryüzünde çaresiz gözbebeklerinden uçsuz bucaksız bir samanyolu vardı. Milyonlarca çift göz, yalnızlığından kurtulmak için umutla kendisine çevrilmiş bakıyordu.

Aniden aynasını çevirip dünyaya tuttu. Milyonlarca ışıltılı gözbebeği yansıdı göğün yüzünden... İnsanlar, gökkubbenin aynasında kendi gözbebeklerinin ışığını görüp, takımyıldızı sandılar. "Tanrım, bu ne mucizevi güzellik, keşke biz de yıldızların gibi ışıldayabilsek" diyerek hayran hayran dilek tutup duaya daldılar. Bulutlandı Tanrı'nın yüzü...

Tuvalindeki resme kızan bir ressam gibi; çevirdi aynasını geri...
Söndü gökkubbenin ışıkları...
Sabah oldu...
114184741743348uf4
€c€m - avatarı
€c€m
Ziyaretçi
18 Şubat 2007       Mesaj #189
€c€m - avatarı
Ziyaretçi
Öğrendim;İnsanlara kendimi zorla sevdiremeyeceğimi öğrendim.Yapabileceğin tek şey sevilebilecek biri olmak.Gerisi onlara kalmış...İnsanları ne kadar düşünürsen düşün ,onların seni o kadar düşünmediklerini öğrendim...Güven elde edebilmek için aradan yılların geçmesi gerektiğini,ama yok etmek için saniyelerin yettiğini öğrendim.Önemli olanın hayattaki eşyaların değil. Hayattaki kişilerin olduğunu öğrendim..İnsanın ancak 15 dk çekici olabileceğini Ondan sonra alışıldığını öğrendim..
Hikayeler ve Öyküler -2- Kendimi karşılaştırmak için başkalarının en iyi yaptıklarını değil,Kendimin en iyi yaptıklarını ölçüt almam gerektiğini öğrendim..İnsanlar için olayların değil onların daha önemli olduklarını öğrendim..Hayatta hiç bir şey için acele etmemem gerektiğini öğrendim..Ne kadar ince kesersen kes,Kestiğinin her zaman iki yüzü olacağını öğrendim..
Her ne kadar onu çok düşünsen de,Yinede gidebileceğini öğrendim..Kahramanların yapılması gerekenleri, ne pahasınaolursa olsun yapanlar oldğunu öğrendim..

İnsanların seni hep hesapsız sevdiklerini,ama bunu nasıl göstereceklerini bilemediklerini
öğrendim..Sinirlendiğimde gerçekten buna değse bile ,asla acımasız olmamam gerektiğini öğrendim..Aramızda uzak mesafeler olsa bile gerçek dostluğun ,aşkın büyüklüğünü öğrendim. Birisinin seni istediğin gibi sevmemesinin,onun seni tüm benliğiyle sevmediği anlamına gelmediğini
öğrendim.Bir arkadaşın ne kadar iyi olursa olsun seniüzebileceğini ve senin yine de onu affetmen
gerektiğini öğrendim.Bazen başkalrı tarafındaaffedilmenin yetmediğini öğrendim.Kendinide affetmeyi
öğrenmelisin.Kalbin ne kadar kırılmış olursa olsun,Dünyanın senin acıların yüzünden durmayacağını
öğrendim..Geçmişmiz ve durumumuzun kişiliğimizietkilediğini,ama olmamız gerekene karşı sorumlu
olduğumuzu öğrendim.

İki kişinin tartışmasının,birbirlerini sevmedikleri anlamına gelmediğini
öğrendim..Ve tartışmadıkları zamanda sevdiklerianlamına gelmediğini öğrendim..Bazen kişiliğini
eylemlerinin önüne koyman gerektiğini öğrendim.İki kişinin tamamen aynı olan bir şeye baktıklarında
bile,Farklı şeyler görebildiklerini öğrendim..Hayatlarında hep dürüst bir şekilde daha ileriye
gitmek isteyen kişilerin.Sonuçları önemsemedikleriniöğrendim.Seni doğru dürüst tanımayan kişilerin,
Hayatını bir kaç saat içinde değiştirebilecekeriniöğrendim..Verebileceğin birşey kalmadığında bile
bir arkadaşın ağladığında,ona yardım edebilecekgücü bulabileceğini öğrendim.

Yazmanın, konuşmak kadar duygusal çaba gerektirdiğini öğrendim..En fazla önemsediğin kşilerin, bendenhep uzalaştırıldıklarını öğrendim..İnsanları üzmeden ve duyarlı olarak kendi fikirlerini
söylemenin çok zor olduğunu öğrendim..Sevmeyi Ve Sevilmeyi öğrendim.....Öğrendim.....


...:::YA$AMIN YANKISI :::...




teoman1ew1cw3kl02bf

Bir adam ve oğlu ormanda yürüyüş yapıyorlar.Birden genç takılıp düşüyor ve canı yandığı için "ah!"diye haykırıyor.İleriki dağın tepesinden "ah!" diye bir ses duyuluyor ve şaşırıyor.Merak ediyor ve "sen kimsin?" diye bağırıyor.Aldığı cevap "sen kimsin?" oluyor.Aldığı cevap "sen kimsin?" oluyor.Dağdan gelen ses "sen bir korkaksın" diye cevap veriyor. Bunun üzerine genç babasına dönüp "baba ne oluyor böyle ?" diye soruyor. "oğlum" der adam dinle ve öğren! Dağa dönüp "sana hayranım" diye bağırıyor.Gelen cevap " sana hayranım " oluyor. Baba tekrar bağırıyor, "sen muhteşemsin!" oluyor. Oğlan çok şaşırıyor ama halen ne olduğunu anlamıyor.Baba açıklamasını yapıyorMsn Surprisedğlum insanlar buna "Yankı" derler, ama aslında bu "Yaşamdır." Yaşam daima sana senin verdiklerini geri verir, yaşam yaptığımız davranışların aynasıdır. Daha fazla sevgi istediğin zaman daha çok sev! Daha fazla şefkat istediğin zaman daha şefkatli ol! Saygı istiyorsan insanlara daha çok saygı duy. İnsanların sabırlı olmasını istiyorsan sen de daha sabırlı olmayı öğren! Bu kural yasamımızın bir parçasıdır, herkes için geçerlidir. Yasam bir tesadüf değil, yaptıklarınızın aynada yansımasıdır ..

Son düzenleyen €c€m; 18 Şubat 2007 19:34 Sebep: Mesajlar Otomatik Olarak Birleştirildi
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
18 Şubat 2007       Mesaj #190
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
."Mevlana ve bir öğrencisi, dostluğun ve arkadaşlığın konu edildiği bir söyleşiden çıkmışlar, yolda birlikte yürüyorlardı. Biraz ileride yolun
kenarında, iki köpeğin koyun koyuna sokulmuşlar, birlikte uyumakta olduklarını gördüler. Öğrencisi, biraz önceki söyleşinin de etkisi altında
kalarak, bu görüntü karşısında çok duygulandı ve bu duygusunu Mevlana ile paylaşmak istedi:

"Efendim şu manzaraya bakın" dedi. "Ne denli yüce bir ders alınacak dostluk örneği, değil mi?"

Mevlana, öğrencisinin bu heyecanı karşısında hafifçe gülümsedi ve kişisel çıkarların nice dostlukları yakıp kül ettiğini anımsattıktan sonra ona, unutamayacağı bir ders verdi:

"Evlat, sen onların arasına bir kemik atıver de, bak o zaman gör dostluklarını" dedi.

"Bir dostluk, kişisel çıkar karşısında unutulmayacak denli sağlamsa, ancak o
durumda bir değer ifade eder ve ancak o zaman onun adına 'gerçek dostluk' denilir

Benzer Konular

3 Aralık 2006 / Misafir Genel Mesajlar
16 Mayıs 2014 / NihLe Müslümanlık/İslamiyet
11 Haziran 2013 / Misafir Forum Oyunları
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar
20 Haziran 2012 / ThinkerBeLL Edebiyat