Arama

Hikayeler ve Öyküler -2- - Sayfa 9

Güncelleme: 17 Şubat 2016 Gösterim: 547.595 Cevap: 1.812
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
10 Ocak 2007       Mesaj #81
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Ebrulî

Sponsorlu Bağlantılar
- Sen, nasıl bu mektubun muhattabı olursun? Nasıl başka birinin mektubu cebinde gezer ha! Ben, ben neyim? Bana izah etmek zorundasın... Canım yanıyorsa, söylemek!



Sesini çıkaramadı... Bildiğini söylemek acıtacak, yalan kendini acıtacaktı! Acı'yı seçti... İnkâr'ı yaşayan bedeninin, ona biçtiği infaz, itiraftan zordu! Yalnız bildiği; kollarında taşıdığı sevginin bir başka aşk olduğuydu...



Ayıp, belki de onun devasa yanı! Hani olmazsa olmazı... Alışkanlık, sırta giyilen kürke benzemez bazen, öyle bir hırstır ki, yokeder gelmişini...

- dur... seninle hesabımız var, önce ben tatmin olmalıyım...



Belki de akrep sokmasıdır türeyeninden ötürü!

-Şimdi cevap bekliyorum, neden?

Ya da git! Gitmelisin, alışkanlığın ya da her ne ise, beni ırgalamaz...



Gül ve gülünü al git!

Sahilin tozunu alamazsın... Adımlarımın eşkali, sende kalmışlığım kadar değil!

Seyrek uz'da, k'ANamalı hastayım...





Zinhar! Bunun ucu yakılmış bir tarz'ı vardı... Sel'e verme, yele verme, sana verme... !!!



Kim? Kim almalı; kırmızı şarabın aroma tadını...





Zâr'ın perdesi yırtılmış, k'AN kokmuş etraf! İçre sessizliğin, zahiri karanlığı maruf!
Dur! Adım atma sakın, orada quantum var... Zerrelerine ayrılır, kendine olursun ağraf!




Dar vakitlerin sükûtu bu üstümdeki elbise! Çokta sıkıştım sensizliğin perdesine sanma, üstümü örtüyorsun ya!

Grift görünen beyazlığını, aydınlığım diye tanıdım... Mermer gibi yüreğine sor...



arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
10 Ocak 2007       Mesaj #82
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Biliyor musun benden bir şeyleri anlatmamı istediler ve ben de seni anlatmaya karar verdim. Bakalım beğenecek misin. Ne olur bana kızsan bile çıkıp gitme hayatımdan. Biliyorsun beni, sensiz olmuyor. Şimdi ise sadece dinle...
Herkes bu güne kadar onu anlatmaya çalıştı ama nedense kelimeleri yarı yolda kaza yaptı. Çünkü hep yolun yanlı tarafından başladılar yolculuğa bu düşsel dünyada.
Sponsorlu Bağlantılar
Aslında ben de nerden başlayacağımı bilemiyorum ama sanırım en doğrusu şu kelimelerle olur...
O hiç beklenmedik bir anda çıkar karşınıza. O kadar ani yakalar ki sizi neye uğradığınızı şaşırısınız. Ne kadar kaçsanız da o sizi kovalar durur. Sonbaharda dökülen bir yaprağın parça parça olmasıdır bazen, elinizden sadece ağlamak gelir onun rüzgarda sürüklenişini izlerken.
Bir mucizenin başlangıcı oluverir. Damarlarınızda dolaşan kan gibi hayat verir size en umutsuz anınızda ama belki de sonradan, verdiği canı fazlası ile alır gider uzaklara, karışır karanlığa, bul bulablirsen...
Ama hayatınıza girdi mi bir kere, onsuz olmaz bir daha. Ne kadar acıtsa da batmamaya başlar bir süre sonra. Alışırsınız varlığına,kopamazsınız. Bir bakmışsınız vazgeçilmeziniz olmuş...
Ve yanlızlığın ta kendisidir o aynı zamanda da yanlızlığınızı paylaşandır. Nedense onun adı aşktır...


duygu tuncel
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
11 Ocak 2007       Mesaj #83
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Gölgeler Geçiyor Gerçeğiyle




yaşamdan geçen kesitler
ömrün dalgalarının vurgununda
uzanırken kırık bir dal gibi
umutla
yitiklerde büyür bir sancı
duyar mısın sesini
kendi sesinle


Özgürlüğü kalın demir parmaklarla kapatılmiş bu Salona girdiğimde; hep dışarıdaki insanlardan daha hür olduğumu düşünürüm.
Odanın içinde bulunan masaların etrafında oturan yüzlerde; ne hüzün ne de sevinç gizli. Hissizce bakan gözler ... Yanlarına yaklaşıp gözlerinin içine baktığınmda çok şey görüyorum gizlenmiş...

Karşı köşede, camın yanında ki masada oturup kalemlerine dalgın bakışlarla bakan, Hakim Sabri bey.
Şimdi sakin göründüğüne bakmayın siz birazdan "adalet istiyorum" diye bağırarak önünde bulunan kalemlerden birini alıp kıracak. Sanki kendi ölüm kararını vermiş gibi...

O`nun bir metre kadar uzağında oturan, otuz, otuz beş yaşlarında genç bir arkadaşımız. En ufak bir gürültüde "kefal var kefal taze taze " diye avazı çıktığı kadar bağırmaya başlayan Hüsamettin...
Salonun tam orta yerinde yerde oturmuş, ayaklarının üstüne koyduğu yastıkta bez bebeğini uyutan Hatice teyze...

Salon kapısının sol tarafında ki masada ise birbirine zıt kişilikli üç kişi oturmus, Hemşire`nin okey takımlarını getirmesini bekliyorlar ...

Göğsüme bastırmış olduğum kenarları artık yırtılmaya başlamış rengi solmuş resmimle karşıda ki kalın demirlerle kapanmış camın önündeki masama giderken burada bulduğum huzuru da beraberimde götürüyordum...

Tam masama otuyordum ki sandalyeyi çekerken çıkan ses, Hatice teyzenin daha yeni uyuttuğu İbrahim bebeği uyandırdı.
İbrahim; Hatice teyzenin seneler önce, ana cadde de gençlerin araba yarışları yaptıkları bir gecede; yoldan geçerken, arabalardan birinin sürücüsünün direksiyon hakimiyetini kaybedip ona çarpmasıyla ölen bir tanecik oğluymus. O günden beri İbrahim bebeği, ayağında sallayarak uyuturmuş.

Sanki oda da bulunanlar sandalye gıcırtısını bekliyorlarmış gibi bir anda dünyalarına döndüler. Köşedeki camın kenarında oturan Sabri bey, Kalemleri alarak ardı ardına durmadan kırmaya ve "adalet istiyorum" diye bağırmaya başladı...
Sabri bey , eski hakimlerden di senelerce bu mesleği yapmış olan, verdiği ve yahut vermek mecburiyetinde kaldığı yanlış kararlardan dolayı bir gün vicdanının baskısına uğramış. O gün bugündür kalem kırıp kendini cezalandırıyor.

Sabri beyin, sesine, Hüsamettin`in " Kefal var Kefal ablalar, canlı canlı, denizden yeni çıktı, Kefal var Kefal " cağrışları karıştı. Üniversite bitirdiği halde hiç bir yerde iş bulamayınca balıkçılığa başlamış.
Balıkçılıkla geçinirken kendisinden devamlı balık alan bir kıza aşık olmuş fakat parasızlık yüzünden sevdiği kıza aşkını anlatamamış ve güzel kız bir başkasıyla evlenmiş.

O sırada Hemşire kapının sol tarafında oturan üç arkadaşa okey takımlarını getirince, taşların masaya çarparcasına konulan sesleri de odayı kapladı. Taşları masaya vurdukça sanki yaşadıkları hayat sıkıntısını, özlemlerini, yapamadıklarının hırslarını alıyorlar gibiydiler...
Bense hala sanki bu gürültüden korumak istercesine göğsüme sımsıkı tutmuş olduğum resmi daha da sıkı bastırıyordum.

Hatice teyze ise bulunduğu yerde İbrahim bebeğin uyanmasından duyduğu huzursuzlukla etrafına hüzünlü gözlerle bakarak bebeğini uyutmaya çalışıyordu...

"yuvada yavru kus ninniii
erkenden uyumus ninniii
yuuum sen de güzel gözlerini niiinniii
biricik yavruuum niiinniiii"

Hatice teyze, ninnisini söylerken seslerde yavaş yavaş kesilmeye başladı etraftakiler İbrahim bebeği uyandırdıklarını anlamışçasına kendi acılarını unutup, Hatice teyzenin, yürek yakan sesine sanki kendi acılarını da eklemişler gibi susmaya başlamışlardı . Okey taşları bile artık masaya çarpılmıyor sessizce masaya konuyordu...

Ninninin verdiği rahatlık ve huzurla resmi masanın üstüne koydum. İyice eskimiş ve sararmıştı artık. Gözlerim, resimde ki bir daha hiç karşılaşamıyacağım gözlerde dolaştı, tutamayacağım elleri sevdi...

Burada öyle rahatım ki; istediğim kadar "seni seviyorum" diye bağırabiliyorum, ismini haykırabiliyorum. En güzeli, kimselere hesap vermeden ağlayabiliyorum. Seni istediğim gibi yaşayabiliyorum. Demir parmaklı pencerenin ardında kalan “özgür dünyada” sakladığım bütün hisleri dilediğimce yaşamakta serbestim.

Sadece geceler zor Ah! yatma saatinde, ışığı söndürdükleri an yok mu? Aydınlıkla birlikte sen de yok oluyorsun. İşte o zaman burada söylendiği gibi paranoya krizine giriyorum. Yüzünü göremiyor, gözlerine bakamıyor, ellerini tutamıyorum ya. O zaman çığlıklarım geceyi yırtıyor. Seni görebilmek, dokunabilmek için yakamadığım ışığa lanetler yağdırıyorum . Her zamanki normal düşüncelerime ancak sabah hemşirenin elinde şırıngayla içeri girmesiyle geçebiliyorum. Ah! karanlık seni hiç sevmiyorum

Kalın demirlere kaplı camın arkasındaki insanlara, siz özgürmüsünüz?diye bağırmak; sizler, kaleminizi kırmadan özgürce karar verebiliyor musunuz? diye sormak gecti icimden...

Açık olan pencereden kuş cıvıltıları ile birlikte, hafif de bir rüzgar esiyordu. Yüzümü, ılık nefesin gibi okşadığını ve bütün bedenimde dolaştığını; seni ne kadar özlediğimi hissettim bir an. Hayir! Unutmalıydım...

Siz dedim siz! Üniversite bitirip iş bulup sevdiğiniz kızla evlenebiliyor musunuz?düşüncelerinizi söyleyebiliyor musunuz benim gibi...Şu üç arkadaş gibi hiç bir sıkıntınız olmadan huzur içinde taşları masaya vurabiliyor musunuz?

Ahh! Sen hep yanımdaydın ne kadar kaçmak istesem de düşünmek istemesemde bir o kadar da bendeydin...
Birden hava değişti. Ani bir fırtına bahçedeki ağacları yerlere kadar eğmeye başladı . Kuşlar sustu ve yağan yağmurun sesi seni anlatmaya başladı bana. Seni benden alıp götürmek istiyordu...Gidin dedim gidin. Bırakın beni ...Siz şu demir parmaklı camın arkasında yaşayan akıllı insanlar, siz aklınızı kullanabiliyor musunuz?...Yoksa siz de benim gibi kaçamıyor musunuz kendinizden ?
Birazdan krizim tutacak hissediyorum. Adını sayıklamaya başlayacağım. Sayısız seni sevdiğimi haykıracağım boşluğa...
Sen yoksun, ellerin yok; ben yokum...

Düşüncelerimden Hatice teyzenin söylediği ninnisiyle dünyaya döndüm.
Etrafıma bakındım Sabri bey, sakinleşmişti. Hüsamettin, balık satmaktan vazgeçmişti... Masaya vurulan taşlar bile susmuş, yüreği yaralı anneyi dinliyorlardı...

"Rüzgârlar fısıldar ninniiii
gözünde uyku var ninniiii
yuuum sende güzel gözlerini niiinniii
biricik yavruuum niiinniiii"

............................................................
Biz sakindik biz susmuştuk.... Kalın Demir parmaklı pencerenin ardında ise fırtına kopuyordu
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
11 Ocak 2007       Mesaj #84
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Kadınım/sılık

“kadınca” dergisi, tüm alt beynimi yerinden hortlattı. Derdest edip kıyıya köşeye sokuşturduğum ne kadar öfkem varsa ceviz büyüklüğünde dolu taneleri halinde kafatasımın içinde squach oynuyor. Hayır çarpıp geri dönmese bari zonkluyor değdiği yerler!


Ülkemizde de artık “Pipili Kadınlar” azımsanmayacak kadar çoğaldı. Dış mihraklı psikologların az gelişmiş ülkelere transfer ettiği sokma fikirlerle(!) 15 yaş birden atlayıp, barlardan araklama seks saatleri yaşar olduk çok şükür. Seksim geldi diyor hatun kişi, sıkılmıyor da bunu derken artık, çünkü özgür kız imajımız da “cuk” oturdu kucağımıza. Her anahtar, her kilidi açar oldu.

“Şekerim zaten düzeyli bir ilişkim var! Şu an olan bir elektrik, sevgilimle uzun süredir olamayan bir frekans yakaladım. Boşa mı harcayayım bu frekansı. Şimşekler çaksın ayol içimizde… hahaha”




Gül sen anacım gül tabii. Gülmekte yakışıyor, silikonize fikirlerine. Angelina Jolie’den bile daha patlak dudakların kalemin büyüsüyle!

Bu kariyer sahibi hanımefendi(!)nin evlendiğini düşündüm birden. Düzeyli birlikteliğini de, hamilelikle evliliğe taşınmak zorunda kalsın. Anne olsun bakalım nasıl olur diye hayal ettim. Edemem mi, bal gibi ederim. Bakalım şimdi neler oluyor, hani hep suçladığımız erkek cinsinden bir de hatun doğum yapsın! Yapsın valla, yakışır çiçeğime bir böcek… ) Hem de oğlan olsun, olsun hatrım kalır yoksa, darılırım billah…



<< Çocuk doğar kırmızı ojeli ellerin kollarına verilir. Memeler sarkacağından emzirmez! En sıhhatli mama alınır eczaneden, dayatılır çocuğun ağzına yine silikon emzikli biberonla. Zaten odasıda hazırdır. Silikon kafa anne, çocuğu işi dışında kalan zamanlarda büyütür. Çok bilmiş edası, sit com dizilerinin birbirine benzer veletlerinin püryan bakışlarında sabitlenir. (Peeh arada edebiyatta yaptım ya şurda kızarken, helal bana)

Ev ahalisi iki yönlü çalışarak hoş yaşamlarını sürdüre dursunlar, fırlama evlat komşu teyzenin etek altını bilmediğinden, direkt pc pornolarına dalıverir. Ordan öğrendiği takdikli bilgiler, kampusün kafeteryası yahut bahçesinde veya tatil beldelerinde, arkadaş evlerinde süren uygulamalarla pekişir. Bu arada hakkını yemeyelim oğlan iyi bir okul okur ve bitirir ama dalgındır bu aralar. Anne reddettiği tüm kontrol kurallarını itiverip, oğlunun pc sini merak eder. Veeeeeee dınınınınnnnnnnnnnnn… Görür ki oğlan hiçte masum sularda gezinmiyor. Resmen yaptığı jet-sky ) Yeter mi, yetmez salınım. Msn sine girer ve darmadağın olur. Konuşmalar yatak odası fantezisinin üstü ötesi bir durum içermektedir. Hem de en sinir olduğu kadının kızıyla değil mi?

Boyun damarları kabarsa da, mahrem yerlerde dolaşmanın kırmızılığı ile oğlunu karşısına alıp bin dereden su getirerek anlatmaya başlar..

Oradan girer, buradan çıkar ve konuyu deliye döndüğü konuşmalara bağlar. Tüm sevimlilik akan gülümsemelerine rağmen, gözleri çakmak çakmak sonunda şu cümleyi kurar;

“Ne işin var o şıllıkla? Bu kadar ucuz musun sen, hı sana söylüyorum Berk, bu kadar ucuz musun? O kız önüne gelenle birlikte oluyor oğlum… Bilmiyor musun bunu? Bak Berk sana söylüyorum, aklını başına al, o kızdan sana kadın olmaz!” >>


Hoppalaaaaaaaa, kimlik bunalımına mı girdi şimdi bu hatun yoksa yıllar değişiklik mi yaptı vücut kimyasında! İkisi de değil, efendiler ikisi de değil… Kadın; anne kimliğinde, özgür kız kimliğini yaladı yuttu, gurk sesinden sonrada, sindirdi ve def-i hacetini yaptı, üstüne de sifonu çekti.

Konu nerdeeeeeeeeeen nereye geldi değil mi? Ne işin var lan senin salak beyninle, uyumsuz, huysuz, geçimsiz kişiliğinle nostaljik dergi sayısı okuyorsun. Koyun falan say, hayal kur, en güzeli uyu be uyu! Yüz yıllardır yaptığı gibi tüm kadınların, kimlik manyağı seni… Eeee, eeee, eeee e!

Kör gözüme kör parmak değdi, böyle oldu bu seferlik yazı…

KaRaYeL61 - avatarı
KaRaYeL61
Ziyaretçi
11 Ocak 2007       Mesaj #85
KaRaYeL61 - avatarı
Ziyaretçi
Su Kuyusu

Bir su kuyusuna atılmış rüyalarımı yorumlama umuduyla bekliyordum,kölelik kağıdım yanı başımda.Umut çaresizlikler girişinden sızan yasak aşklar olmalıydı.
Derken kuyuda bir ses yankılanı verdi. Tüm karanlıkları bir anda yok edivermişti o parlak ses. Kuyunun dışarısına çıkarıldığımda bir peri beni bekliyordu.Sonra ona sevgi elbisesini hediye ettim. Kızgın çölde yürümeye başladık. Yanıyordu ayaklarımız yanıyordu tenimiz. Ama ayak parmaklarımızın arasında ki sıcak kumullar bile kalbimizden ateşli değillerdi. Susuyorduk,susuyorduk. Dudaklarımız kuruyordu sıcaktan ve hiç konuşmuyorduk. Belki de göreceli aşklardan kaçıyorduk.
Peri geldiğimiz söyledi. Şaşırmıştım çünkü bir yere gelmeye çalıştığımızı bile bilmiyordum. Bir piramitin önüne gelmiştik. Önünde iki mermer sütun vardı. Birinin üzerinde mars heykeli vardı ön yüzü kırmızı arka yüzü siyahtı. Diğerinde ise venüs heykeli vardı, ön yüzü beyaz ve arka yüzü yeşildi. Heykelleri sorduğumda sadece göreceksin dedi...
Piramitin içine girdiğimizde her yerin karanlık olacağını sandım ama içeriye yerleştirilen aynalar her yeri apaydınlık yapmıştı. İçeride hafif bir çilek kokusu hakimdi. İnsanın içine tamamıyla işliyordu. Biz ilerledikçe aydınlık artıyordu. Çevreye bakamaz bir hal alıyordum. Peri gözlerimi bağlayacağını söyledi ve hiç karşı koymadım. Bağladıktan sonra ilerlememi söyledi. Yavaş yavaş yürüdüm. Ve bir boşluğa geldim!
Gözlerimi açtığımda bir su kuyusuna düşmüştüm. Peri anlatmaya başladı.
“Gördüğün heykeller; biri acılı hayatların gezegeni mars. Ön yüzü acı hayatların çektiği azap olan kırmızı. İşte bu senin yaşadığındı. Arkası gerçek olan karanlık senin görmen gerekendi. Diğer heykel ise aşkın gezegeni venüs. Ön yüzü saflığın ve temizliğin rengi beyaz senin yaşadığındı. Saf bir aşk. Görmen gereken arka yüzünde güvenin rengi olan yeşildi. Ben bir aşk perisiyim ve yaşamam için taze aşklar bulmalıydım. Seni sevmiştim dedi ve kölelik kağıdımı bana fırlattı…
Bir su kuyusuna atılmış rüyalarımı yorumlama umuduyla beklerken, kölelik kağıdım yanı başıma atılmıştı. Umut çaresizlikler girişinden sızan yasak aşklar olmalıydı. Kölelik kağıdım bana kalmıştı. Artık özgürdüm.

_________________________________

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
11 Ocak 2007       Mesaj #86
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
dokundum...taştı...

Dokunduğum kalemde bıraktığım hüzün

beni yaz diyor..

Dilimde acı tütün tadı/

Koynumda sür-git bir ihtilal

Taşralı bir çocuk gülümseyişi yüzümde asılı

düştü düşecek

çocukluğum;yonca yaprakları arasından gözlerimi kamaştıran o ışık..

ikindi vakitlerine ayarlı;o kırılgan duruşlar..

dokunsan ağlardım ya..

binlerce çocuk-gözyaşlarıyla..

birikmezdi bunca hüzün ağlama kanallarımda..

İnsan çocukluktan artakalan hüznü yaşar

hayatının geri kalanında

ömrün patikasında büyür..

çamurlanır paçaları..

ama o hüzün hep çocuktur..

annesini çağırır ağrısına

artık altmışında baston-lu bir ihtiyar bile olsa..

ilk annesini..

hep şefkate muhtaç o aciz savunmasız çocuk..

Dokunduğum yerde bir hüzün beni yaz diyor..

kırılgan bir kalp-tim ben..

kanadına dokunsan,ansızın düşüp ölecek bir kelebek..

bahçemde armut,bahçemde kiraz

gider adımı yazardım yadigar bir çakıyla..

gövdesine karnına bir ağacın..

hüznü yazardım..hüzün yazardım..

Atiden yarım bir tebessüm..ama dokunan içe..--------

sızar bir hüzün kenarından ipince.

adım bir ağaç gövdesinde büyür müydü ben büyüdüğümde de..



yıllar birer yaprak gibi döküldü sonra dallarımdan..

Zaman kamçılamış atlarını..

geçmişim,geçilecek köprülerden..

Sur kapılarından,pamuk ovalarından,kıyısında ölümün saklandığı geçitlerden..

zaman ağlamış beni..

Zaman susmuş beni..

emzirmiş beni zaman,anne gibi..aşk gibi .sıcak bir yuva gibi :

sarmış beni..

geçmişim..

köprüden taşlar düşmüş..

sular akmış diplerden..kudurmuş coşkudan kimileyin,

çatlamış sabrın taşları,yontula yontula unufak..

sarı bir toprak,humus..

kimileyin sönmüş bu volkan sanmışım..

yanılmışım..

küçük kanlı bir kıvılcımda harlanmışım..

Köprü altında çocuk oyunları,

sevinç içinde koştuğum kırlar..

köprü altında kanayan zaman..

Esrar ve bilmece...

Söyleyin kim böler uykularımı..

kimindir bu omzumdaki el..

düşümdeki perde..kim..

uyan der bu bir masal der..bitmeli..

masalmış...

bilmiyordum sanki masal olduğunu..

gerçek hangisidir,hayal ne yandadır..

bilmiyor muydum,

ağlamaları kesik,

gülüşleri yarım

bu uyduruk senaryoda kendime bir yer bulmayı..

bilmiyor muydum sanki..

Yanıldınız hiç uyanmadım..

Hiç bir el alıkoymadı beni bu masaldan..

Seviyorum ben bu masalı..

Biliyorum gidip dokunsam şu çınara

ağla! diyecek

içimdeki hüznü yaz diyecek..

susmuş bir çığlığım ben..

Kerbela da Hüseyin im..

beni yaz diyecek..

Ki unutmasın seleflerim

İhanetin çemberinde kalbime saplanmış bu hançeri..

unutmasınlar..

unutmasınlar belanın göğsümde açtığı oyuklara baktığımda

Yaram!

kanıyorsun

derinsin..ama benimsin..

Yeryüzünde insan bedeninde açılmış en kutlu kanlı çukursun...

seni nasıl sevmem ki..

haydi ak şimdi

ak akabildiğince...

canımdan..

kanımla ak beni..

Ki bilsin çağımın ardında duran o soylu neslin çocukları..

Adalet!Adalet!

bir bayrak gibi dalgalanacak hep çağın burçlarında..



öyleyse ey bela

gel nereden gelirsen..

dalgalan sende ey kanlı sancak ne yandan dalgalanırsan..

şimdi anladın mı

ey suskunluğumun dalgın voltaları..

bastıramadığım isyan..

kıpırdayan siyah perde..

nehrin içinde yüzen herhangi bir balıkken

ya da gökte uçan herhangi bir kuşken

bela mermisinin neden hep yüreğime saplandığını

Köprü-altından geçip gitti kanlı nehirler..

kana bulanmış oyuncaklar..

içi sırla dolu; ağzı mühürlü küpler...

geçip gitti..

Gidip çocukluğuma sığındım..

uzak bir coğrafyada kalmış

sessiz ve lirik bir kasaba..

sokakları taştı...

duvarlarla örülmüştü evler..

ve tahtadan kapılar..

numara 14 tü..

çaldım kapıyı..

belki annem çıkardı ya...

ellerim küçük,pabuçlarım eski,yüzüm çocuk olsaydı ya..

Açlıdı kapı...

yüzü, yüzün olsaydı annem!

orta-yaşlı yabancı bir kadın...

duraksadım..

ben ben ben...

bu çocukluğumun evidir..

girebilir miyim..

Dolaşmama izniniz var mı bahçede..

---Tabii ki elbette

Kurumuş nar,kurumuş kiraz.

elma hastaydı buraları terkettiğimde

Dokundum gövdesine.

yarıklar..

Uzak-gurbetlerde geçirdiğim upuzun yıllar..

baktım bir yarık,beş harf o yadigar çakımla kazdığım...

Bin çocuk yılı evvel..

Dokundum..

zaman...

dokundum....

hüzün...

dokundum..

çarmıh...

çıldırdım.

Taştı hüznüm,gözlerimden;

ırmak olup..

Beni yaz dedi..

Ben de yazdım..

arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
12 Ocak 2007       Mesaj #87
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Çok sevdim, çok sevildim, ama kendi adıma sevmeyi bilmeden sevmişim yani beklentili sevmişim, peki ya sizler?
- Neredeyse akşam oldu, hala ne bir telefon ne de bir mesaj çekti bak yine unuttu gitti beni.
- Bu yılda doğum günümü hatırlamayacak eminim. En iyi ihtimal mutlaka yine ortak tanıdıklara soracak'' Doğum günü ne zaman diye? ''
- Şu an kim bilir nerede kiminle ne yapıyordur? Seni seviyorum sözleri yalan mıydı acaba?
Bunca yıl inandım ona, Allah bilir başka bir kadın, Allah bilir başka bir adam vardır eminim aldatıyordur beni vs. vs. diye..

Sizler de benim gibi kuruntuların şüphelerin koluna girip öyle mi sevdiniz sevdiğinizi, kendinize ve ona yaşadığınızı sandığınız sevgiyi böyle mi cehenneme çevirdiniz?
(Aferin bizlere, neden mi? Çünkü kırmızı kart hepimize)
- O bir insan!
Benim tapulu malım değil deyip, onun da kendine ait bir dünyası var deyip veya onunda kendine göre yaşamak en doğal hakkıdır dedik mi hiç?
- Peki ya, onu bir bayan arkadaşıyla veya bir beyefendi arkadaşıyla tesadüfen görmüşsek ya da birileri bize gelip senin eşini, sevgilini, aşkını vs.ni partnerini falanca yerde fişmanca ile gördük dediğinde küplere binip, ağız dalaşına seyahate çıktınız mı sevdiğinizle? Doğruyu söyleyenler el kaldırsın!
Ben söyleyeyim şu kıçıkırık dünyayı seksen kere devri alem yaptım ve yaptırdım.. Hemde sülale boyu, işte bu yüzden yine bana kırmızı kart ama bu defa koyu kırmızı..
Gülmeyin lütfen! Bak gülmeyin dedim küslük ederimMsn Sad

Kendimin bile dürüst cevap veremediği bu sorulara sizlerin cevap vermesini beklemem hiç doğru olmaz biliyorum.
Laf olsun torba dolsun konulu sorulara devam ediyorum yüksek izninizle..
Soruyorum şimdi hepimize, karşımızdakini yerli yersiz kıskançlıklarımızla üzerken, onu da kendimizi de on yaş birden yıpratıp ihtiyarlattık mı?
İşte bu yüzden yirmi beş yaşında değil de neden 46 yaşımda gösteriyorum şimdi ben, anladınız değil mi?

Hiç birimiz sağlıklı düşünemedik severken dostlar, acaba diyorum sevgi gözlerimizi mi kör etti yoksa düşünen insanlığımızı mı?
Zaten bu ilişki biterse bitecektir bizler bunu değiştiremeyiz deyip, neden akıllı aklımızla sevemedik biz?
- Sahi hiç düşündük mü?
- Tabi ki düşünmüşüzdür..
Cevapların hepsi sınıfta kaldı adım gibi eminim(sabiş) ..
- Kim cevap verecek?
- Yine ben mi?
Ah benim şapşal aklım nasıl düşünemedim ki ben sevgimin arkasına geçip bunca akılsız davranışlarımın, düşüncesiz hareketlerimin benden de sevgimden de nefret ettireceğini illallah dedirteceğini bardağın dolup taşacağını, yaa oh olsun işte bana..

- Ahh be, şimdi bana bir telefon etse, '' Aç kapıyı ben geldim dese''
- Ruhum yedi düvel dolanır valla. Sonra mı? Hangi bencil duygu ve kıskançlık krizi tutar ki sevincimin tavana vurmasını, işte biz sevdiğini sanan sevenler, meğer bizler eksik sevmişiz arkadaşlar..

Karşı tarafın özgürlüğünü elinden almaya çalışarak sever gibi yapmışız açıkçası hırlaşmışız..
Ne onu ne onun sevgisini başkalarıyla paylaşmayı öğrenmeden, bilmeden sevmişiz, yani

'' Yarım sevmişiz ”

Bu durumda tabi ki yine aferin bize..
- Şimdi elde ne var?
- SIFIR!
Oysa hepimiz biliyoruz ya,
Sevgi paylaştıkça tad bulur, sonra damağa oturur, o tadı da ömrü hayatımızda başka hiç bir şeyde bu-la-ma-yız..

Var mısınız şimdi, daha fazla hırlaşıp gürleşmeden önce kendimize sonra sevdiğimize yazık etmeden şu kısacık hayatı huzurlu geçirip ve sağlıklı sevmeye yani eksik sevmemeye anlayacağımız sevginin hasına TAMAM demeye…

'' Allah kullarını yaratırken kimsenin tapusunu kimseye vermedi! ''

A! Yarım seven bizler, bunu hiç aklımızdan çıkarmayalım emi..


sabiha rana
Kreacher - avatarı
Kreacher
Ziyaretçi
12 Ocak 2007       Mesaj #88
Kreacher - avatarı
Ziyaretçi
TIKANDI BABA

Sultan Mahmut kılık kıyafetini değiştirip dolaşmaya başlamış.
Dolaşırken bir kahvehaneye girmiş oturmuş. Herkes bir şeyler istiyor.

Tıkandı baba, çay getir

Tıkandı baba, oralet getir. Vb

Bu durum Sultan Mahmut'un dikkatini çekmiş.
Hele baba anlat bakalım, nedir bu Tıkandı baba meselesi?
Uzun mesele evlat, demiş Tıkandı baba
Anlat baba anlat merak ettim deyip çekmiş sandalyeyi. Tıkandı baba da peki deyip başlamış anlatmaya;
Bir gece rüyamda birçok insan gördüm ve her birinin bir çeşmesi vardı ve hepsi de akıyordu. Benimki de akıyordu ama az akıyordu.
"Benimki de onlarınki kadar aksın" diye içimden geçirdim. Bir çomak aldım ve oluğu açmaya çalıştım. Ben uğraşırken çomak kırıldı ve akan su damlamaya başladı. Bu sefer içimden "
Onlarınki kadar akmasada olur, yeter ki eskisi kadar aksın" dedim ve uğraşırken oluk tamamen tıkandı ve hiç akmamaya başladı. Ben yine açmak için uğraşırken Cebrail göründü ve Tıkandı baba, tıkandı. Uğraşma artık, dedi. O gün bu gün adım "Tıkandı baba" ya çıktı ve hangi işe elimi attıysam olmadı.
Şimdide burada çaycılık yapıp geçinmeye çalışıyoruz.
Tıkandı baba'nın anlattıkları Sultan Mahmut'un dikkatini çekmiş. Çayını içtikten sonra dışarı çıkmış ve adamlarına ;
Hergün bu adama bir tepsi baklava getireceksiniz. Her dilimin altında bir altın koyacaksınız ve bir ay boyunca buna devam edeceksiniz.
Sultan Mahmut'un adamları peki demişler ve ertesi akşam bir tepsi baklavayı getirmişler. Tıkandı baba'ya baklavaları vermişler.
Tıkandı baba baklavayı almış , bakmış baklava nefis. " Uzun zamandır tatlı da yiyememiştik. Şöyle ağız tadıyla bir güzel yiyelim" diye içinden geçirmiş. Baklava tepsisini almış evin yolunu tutmuş. Yolda giderken "Ben en iyisi bu baklavayı satayım evin ihtiyaçlarını gidereyim" demiş ve işlek bir yol kenarına geçip başlamış bağırmaya
Taze baklava, güzel baklava ! Bu esnada oradan geçen bir Yahudi baklavaları beğenmiş. Üç aşağı beş yukarı anlaşmışlar ve Tıkandı baba baklavayı satıp elde ettiği para ile evin ihtiyaçlarının bir kısmını karşılamış. Yahudi baklavayı alıp evine gitmiş. Bir dilim baklava almış yerken ağzına bir şey gelmiş. Bir bakmış ki altın. Şaşırmış, diğer dilim diğer dilim derken bir bakmış her dilimin altında altın. Ertesi akşam Yahudi acaba yine gelirmi diye aynı yere geçip başlamış beklemeye.
Sultanın adamları ertesi akşam yine bir tepsi baklavayı
getirmişler. Tıkandı baba yine baklavayı satıp evin diğer
ihtiyaçlarını karşılamak için aynı yere gitmiş. Yahudi hiçbir şey olmamış gibi Baba baklavan güzeldi. Biraz indirim yaparsan her akşam senden alırım, demiş. Tıkandı baba da
Peki, demiş ve anlaşmışlar. Tıkandı babaya her akşam baklavalar gelmiş ve Yahudi de her akşam Tıkandı baba'dan baklavaları satın almış. Aradan bir ay geçince Sultan Mahmut ;
Bizim Tıkandı baba'ya bir bakalım, deyip Tıkandı baba'nın yanına gitmiş. Bu sefer padişah kıyafetleri ile içeri girmiş. Girmiş girmesine ama birde ne görsün bizim tıkandı baba eskisi gibi darmadağın. Sultan;
Tıkandı baba sana baklavalar gelmedi? mi, demiş
Geldi sultanım
Peki ne yaptın sen o kadar baklavayı?
Efendim satıp evin ihtiyaçlarını giderdim, sağolasınız,
duacınızım.
Sultan şöyle bir tebessüm etmiş.
Anlaşıldı Tıkandı baba anlaşıldı, hadi benle gel, deyip almış ve Devletin hazine odasına götürmüş.
Baba şuradan küreği al ve hazinenin içine daldır küreğine ne kadar gelirse hepsi senindir, demiş. Tıkandı baba o heyecanla küreği tersten hazinenin içine bir daldırıp çıkarmış ama bir tane altın küreğin ucunda düştü düşecek. Sultan demiş;
Baba senin buradan da nasibin yok. Sen bizim şu askerlerle beraber git onlar sana ne yapacağını anlatırlar demiş ve askerlerden birini çağırmış
Alın bu adamı Üsküdar'ın en güzel yerine götürün ve bir tane taş beğensin. O taşı ne kadar uzağa atarsa o mesafe arasını ona verin demiş. Padişahın adamları "peki" deyip adamı alıp Üsküdar'a götürmüşler.
Baba hele şuradan bir taş beğen bakalım, demişler. Baba,
Niçin, demiş. Askerler
Hele sen bir beğen bakalım demişler. Baba şu yamuk, bu küçük, derken kocaman bir kayayı beğenip almış eline
Ne olacak şimdi, demiş
Baba sen bu taşı atacaksın ne kadar uzağa giderse o mesafe
arasını padişahımız sana bağışladı.demiş. adam taşı
kaldırmış tam atacakken taş elinden kayıp başına düşmüş.
Adamcağız oracıkta ölmüş. Askerler bu durumu Padişaha haber vermişler. İşte o zaman Sultan Mahmut o meşhur sözünü söylemiş;

"VERMEYİNCE MABUD, NEYLESİN SULTAN MAHMUT"

DEsssT16 - avatarı
DEsssT16
Ziyaretçi
12 Ocak 2007       Mesaj #89
DEsssT16 - avatarı
Ziyaretçi
papatya ve kelebek


hikaye10073 ciceksagGünlerden bir gün, evrenin bir noktasında, küçük bir tırtıl gözlerini
hayata açmış. Doğal içgüdüleri ile hemen beslenmeye başlamış.
Ne bulursa yemiş. Bir süre sonra, yeterince büyüdüğünde,
kendine güvenli bir yer bulup, bir koza örmeye başlamış.
Bu kozanın içinde geçirdiği uzunca bir sürenin sonunda da,
rengarenk kanatlı bir kelebek olup çıkmış.

Minik kelebek, uçabiliyor olmanın da verdiği mutlulukla uçmaya
başlamış. Dağlar tepeler aşmış, ormanın her yerini dolaşmış.
Derken bir vadiye gelmiş. Rengarenk çiçeklerin bulunduğu bir vadiye.
Etrafına şaşkın şaşkın bakarken, vadinin öbür ucunda bir papatya
görmüş. Bir anda afallamış. Ne düşüneceğini, ne yapacağını
bilememiş. içinden "Ne muhteşem bir çiçek" diye geçirmiş.
Ve vakit kaybetmeden yüzlerce renkli, hoş kokulu çiçeğin
üzerinden geçip doğruca onun yanında almış soluğu.

"Merhaba" demiş papatyaya, "sizi uzaktan gördüm ve yanınıza
gelmek istedim.". Nazlı papatya şöyle bir bakmış konuğuna ve
"Merhaba" demiş, "ben de yalnızlıktan sıkılmıştım zaten."
Ve konuşmaya başlamışlar. Kelebek ona hayat hikayesini,
nerede dünyaya geldiğini, geçtiği ormanı, tepeleri anlatmış.

Papatya da ona kendinden bahsetmiş. Birbirlerinden gerçekten
hoşlanmışlar. Kelebek bütün zamanını papatyayla geçirmiş.
Gece olunca beraber yıldızları ve ateş böceklerinin danslarını
seyretmişler. Gündüz olunca kelebek, kanatlarıyla papatyayı
güneşin yakıcı ışınlarından korumuş. Minik kelebek papatyayı çok
sevmiş. O kadar çok sevmiş ki, bir türlü onun yanından ayrılamamış.
Papatyanın da onu sevip sevmediğini merak ediyormuş. Ama cesaret
edip de bunu papatyaya söyleyememiş bir türlü. Onu kırmaktan,
incitmekten, bu yüzden kaybetmekten korkmuş. Papatya da
kelebeği çok sevmiş ama o da bir türlü söyleyememiş sevgisini.
Duygularının karşılığının olmayacağından, bu yüzden kelebeği
kaybedeceğinden korkmuş. Böylece iki sevgili yan yana
ama sevgilerini paylaşmadan sürekli sohbet etmişler.

Böylece saatler saatleri kovalamış. Günler geçip de, kelebek
artık zamanı kalmadığını, gücünün tükendiğini anlayınca, papatyaya
dönmüş ve; "Üzgünüm ama senden ayrılmam gerekecek" demiş.
Papatya buna bir anlam verememiş. "Neden" demiş. "Yoksa
benim yanımda mutsuz musun?". "Hayır" demiş kelebek. "Bilakis,
sen benim hayatıma anlam kattın. Fakat biz kelebeklerin ömrü
sadece üç gündür. Ve ben de ömrümü tamamladım. Artık
kelebeklerin hiç ölmediği bir yere gitmeliyim."

Papatya bu duruma çok üzülmüş ama yapacak bir şey yokmuş zaten.
Kelebek artık hiç gücünün kalmadığını, daha fazla tutunamayacağını
fark ettiğinde, son bir gayretle papatyaya "Sevi seviyorum"
diyebilmiş ancak. Papatya donakalmış. Sadece "Bende..."
diyebilmiş kelebeğin arkasından. Ardından da gözyaşlarına boğulmuş.

İçinden "Keşke onun da beni sevdiğini bilseydim.
Keşke onu sevdiğimi söyleyebilseydim." diye geçirmiş.
Papatya, sevdiğinin onu sevdiğini bilmeden geçirdiği günlerin
acısına dayanamamış. Bir süre sonra yaprakları önce solmuş,
sonra da dökülmeye başlamış.
Her düşen yaprakta papatya, "seviyormuş" diye geçirmiş içinden.

İşte o günden beri, bunu bilen aşıklar,
sevgililerine soramadıklarını hep papatyalara sormuş:
"Seviyor mu, sevmiyor mu?"...

Kreacher - avatarı
Kreacher
Ziyaretçi
12 Ocak 2007       Mesaj #90
Kreacher - avatarı
Ziyaretçi
DILEK

Günün birinde üc adam ormanda yürürlerken karsilarina büyük ve vahsi bir nehir cikti. Ama nehrin karsi kiyisina mutlaka gecmeleri gerekiyordü. Peki bunu nasil basaracaklardi?
Birinci adam, dizlerinin üstüne coktü ve Tanriya dua etti: "Tanrim, lütfen nehrin karsi kiyisina gecebilmem icin bana güc ver!"
Tanri ona uzun kollar ve güclü bacaklar verdi. Böylece nehrin karsi kiyisina geçebildi. Ancak bunun icin 2 saat boyunca dalgalarla bogustu ve neredeyse 3-4 kez bogulma tehlikesi gecirdi. Ama, basarmisti!!!!
Bunu gören ikinci adam da Tanriya dua etti: "Tanrim lütfen nehrin karsi kiyisina gecebilmem icin bana güc ve gerekli araci ver!"
Tanri ona bir tekne verdi ve o da nehrin karsi kiyisina gecmeyi basardi, ancak birkac kez teknenin alabora olma tehlikesiyle karsilasti...
Tüm bü olan bitenleri izleyen ücüncü adam, dizlerinin üstüne coktü ve Tanriya yalvardi: "Tanrim, lütfen nehrin karsi kiyisina geçebilmem icin bana güç, arac ve zekayi ver!"
Tanri adami bir kadina dönüstürdü... Kadin haritaya bakti.... Nehrin biraz yukarisina dogru yürüdü ve köprüden karsiya gecti...
Banana

Benzer Konular

3 Aralık 2006 / Misafir Genel Mesajlar
16 Mayıs 2014 / NihLe Müslümanlık/İslamiyet
11 Haziran 2013 / Misafir Forum Oyunları
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar
20 Haziran 2012 / ThinkerBeLL Edebiyat