Arama

Hikayeler ve Öyküler -2- - Sayfa 29

Güncelleme: 17 Şubat 2016 Gösterim: 589.501 Cevap: 1.812
NiliM - avatarı
NiliM
Ziyaretçi
28 Şubat 2007       Mesaj #281
NiliM - avatarı
Ziyaretçi
Dönüş Çilesi

Sponsorlu Bağlantılar
Memleketlerine dönmüşlerdi ama evlerine bir türlü giremiyorlardı. Çünkü sürgüne gönderilir gönderilmez kamuoyundan sürgünü gizleyebilmek için evlerine Ruslar, Kuzey Osetinler, Avarlar, Darginler ve Ukraynalılar getirilerek yerleştirilmişti. Herkes evine en yakın bir alan çadır kurmuştu.
Bir zamanlar zorla çıkarıldıkları evlerine birleri yerleştirilmişti ve şimdi de giremiyorlardı. Kimse ne yapacağını bilmiyordu.
Salman’da baba yadigârı evini bulmuş fakat içinde bir Rus ailesi oturduğu için yerleşememiş ve bahçelerine küçük nir baraka yapmıştı. “Nasılsın?” diye soranlara: “Buna da şükür, inşallah bir gün evlerimize de yerleşiriz” diyordu.
Ruslan ise yaşadıklarından yorulmuş: “Şimdi birde bunlarla mücadele edemem” diyerek bir dağ köyüne gidip oraya yerleşmişti.
Grozni’de her sokakta iki üç tane çadır kurulmuştu. Her gün Grozni’nin asıl sahipleri ile onların evlerine yerleştirilen milletler arasında kavgalar olmaya başlamıştı.
Gerginlik hat safhaya ulaşmıştı. Konut sıkıntısı, yer sıkıntısı, sahiplenme sıkıntısı, asimile sıkıntısı derken sıkıntılar katlanarak devam edip gidiyordu. Herkes bir çözüm yolu arıyordu ama nasıl? Her gün kafa yormalarına rağmen bir yol bulamıyorlardı.
Güzellikle çözüme kavuşmayan problemlerin yerini bu sefer kaba kuvvet almıştı. Her geçen gün yeni bir kavga, yeni bir çatışma ve yeni bir ölüm haberi duyulu olmuştu gazete bültenlerinde. Çile, çile, çile ve çileydi hayat… Salman, eşine dönerek: “Buna dönüş çilesi denir hanım” dedi ve ekledi: “İnşallah bir gün bu sıkıntıların da sona ermesi yakındır” dedi.

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
28 Şubat 2007       Mesaj #282
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Sana butun gercekleri
Sana butun gercekleri anlatacagim. Nasil ve neden bu duruma dösecegimi anlatacagim. Istersen en bastan baslayayim. Bilitorum lafi uzatip seni sikmayacagim. Önce sevgisiz bir cocukluk yasadim yani hep kendimi birilerine kanitlamak pesinde kostum. Bir de baktim ki yine denizde yolunu kaybetmis bir tekne gibi basibos bir sekilde dolasiyordum. Sonra is aradim bir de baktim ki universite okumadan bir is yok universitede okudum. Asil sorun bundan sonra basladi. Is beklentin gittikce artmis ama kisa sure önce yasanan ekonomik kriz herseyi altust etmsiti. Yine kendimi denizde bir sandal gibi hissetmeye basladim. Beni taniyorsun icki icmem, sigara kullanmam, kari kiz ayagimda yoktur. Ve hata bir cok pismanliklarim da var mesela hic arabayi kullanmadim. Gercek anlamda sevecegim bir esle karsilasmadim. Yani yas 30'a geldigi halde bos bir hayat yasadim. Benim en kötu özelligimi biliyorsun cok fazla hayal kurar calisma zamani gelince de hep bir mazaret bulur calismayi erteldim. Aslinda gercek anlamda bir arkadas cevremin olduguda söylenemez. Nedense kiminle biraz ahbap olsan hep sonunda bir tartisma olur ve kuserim. Biliyorum bu hikayeleri sana binlerce kere anlattim. Bir cok kerelerde yazamaya calistigim halde insan en zor kendine beynine laf geciriyor. Is arayislarimda bir cok basarisiz gelisme yasadim. Tanidigim herkesle aram biraz limoni. su anda zamani israf ediyorum. Iyi bir topcu olamacagim kesin.
Sponsorlu Bağlantılar
NiliM - avatarı
NiliM
Ziyaretçi
28 Şubat 2007       Mesaj #283
NiliM - avatarı
Ziyaretçi
3 Heykel


İki komşu ülkenin hükümdarları birbirleri ile savaşmazlar, ama her fırsatta birbirlerini rahatsız ederlerdi. Doğum günlerinde, bayramlarda ilginç armağan göndererek birbirlerine zeka gösterisi yaparlardı.
Hükümdarlardan biri, günün birinde ülkesinin en ünlü heykeltraşını huzuruna çağırdı. İstediği; birer karış yüksekliğinde, altından, birbirinin tıpatıp aynısı üç insan heykeli yapmasıydı. Aralarında bir fark olacak ama bu farkı sadece ikisi bilecekti.
Heykeller hazırlandı ve doğum gününde komşu ülke hükümdarına gönderildi. Heykellerin yanına bir de mektup konmuştu.
Şöyle diyordu heykelleri yaptıran hükümdar:
"Doğum gününü bu üç altın heykelle kutluyorum. Bu üç heykel birbirinin tıpatıp aynısı gibi görünebilir. Ama içlerinden biri diğer ikisinden çok daha değerlidir. O heykeli bulunca bana haber ver"
Hediyeleri alan hükümdar önce heykelleri tarttırdı. Üç altın heykel gramına kadar eşitti. Ülkesinden sanattan anlayan ne kadar insan varsa çağırttı. Hepsi de heykelleri büyük bir dikkatle incelediler ama aralarında bir fark göremediler.
Günler geçti. Bütün ülke, hükümdarın sıkıntısını duymuştu ve kimse çözüm bulamıyordu. Sonunda hükümdara. kendisine fazlaca isyankar olduğu için zindana attırdığı bir genç haber gönderdi. İyi okumuş, akıllı ve zeki olan bu genç, hükümdarın bazı isteklerine karşı çıktığı için zindana atılmıştı.
Başka çaresi olmayan hükümdar bu genci çağırttı. Genç heykelleri önce sıkı sıkıya inceledi, sonra çok ince bir tel getirilmesini istedi.
Teli birinci heykelciğin kulağından soktu, tel heykelin ağzından çıktı.
İkinci heykele de aynı işlemi yaptı, tel bu kez diğer kulaktan çıktı.
Üçüncü heykelde tel kulaktan girdi ama hiç bir yerden dışarı çıkmadı. Ancak telin sığabileceği bir kanal kalp hizasına kadar iniyor, oradan öteye gitmiyordu.
Hükümdar, heykelleri gönderen komşu hükümdara cevabını yazdı:
"Kulağından gireni ağzından çıkaran insan makbul değildir."
"Bir kulağından giren diğer kulağından çıkıyorsa, o insan da makbul değildir."
"En değerli insan, kulağından gireni yüreğine gömen insandır. Bu değerli hediyen için çok teşekkür ederim."
€c€m - avatarı
€c€m
Ziyaretçi
28 Şubat 2007       Mesaj #284
€c€m - avatarı
Ziyaretçi
*♥*ҳ̸Ҳ̸ҳ(__☆.·´¯◈..........◈¯`·.☆__)ҳ̸Ҳ̸ҳ*♥*


bfcpink945b0482 bfcpink

fαякιи∂αℓιк

Farkında oLmakLa başLar herşey.Önce farkına varırsın o,herneyse.ßir ßaşLangıçtır farkındaLık.

Belki biridir o farkına vardığın, belki bir olgu, bir kavram, belki de yüzyılların gerçekliğidir. Ne olursa olsun farkına vararak başlarsın ona.

O, her neyse.

Farkına varmak için çok çaba harcarsın fakat ne gariptir ki bu çabaların hiç farkında olmazsın.

roos rose 23

Uğraşır,düşünür,debelenir,acı çekersin.

Bu gibi zorlu bir sürecin sonunda elindeki farkındalıktır.Ama değer.Farkında olmak bir

kazançtır.

Yani birşeylere ihtiyacın olduğuna karar verirsin.İşte o zaman başlar yeniler,yeni şeyler.

ßu yüzden farkındalık başlangıçtır.

Farkındalık iyi birşeyler için ilk adımdır.



glitteryellowrose8exanihabib9iiglitteryellowrose8ex



¢αи уü¢єℓdєи


Bağlanmayacaksın öyle birşeye,körü körüne.O olmazsa yaşayamam demeyeceksin.
Demeyeceksin işte.Yaşarsın çünkü.ÖyLe beyLik LafLar etmeye gerek yok ki.
Çok sevmeyeceksin mesela.O daha az severse kırılırsın.
Ve genellikle zaten o daha az sever seni,Senin o'nu sevdiğinden.
Çok sevmezsen çok acımazsın.Çok sahiplenmeyince,
glitteryellowrose8ex
Çokta ait olmazsın hem.
Çalıştığın binayı,masanı,telefonu,kartvizitini..
Hatta elini ayağını bile çok sahiplenmeyeceksin.Senin değillermiş gibi davranacaksın.
Hem hiçbirşein olmazsa kaybetmektende korkmazsın.Onlarsızda yaşayabilirmişsin gibi davranacaksın.
çok eşyan olmayacak mesela evinde.Paldır küldür yürüyebileceksin.
İllede birşeyleri sahipleneceksen,Çatıların gökyüzüyle birleştiği yeri sahipleneceksin,
Gökyüzünü sahipleneceksin.
glitteryellowrose8ex.
Güneşi ayı yıldızları..
Mesela kuzey yıldızı,senin yıldızın olacak."O benim" diyeceksin.
Mutlaka sana ait olmasını istiyorsan birşeylerin...Mesela gökkuşağı senin olacak.
İllede birşeye ait olcaksan renklere ait olacaksın.Mesela turuncuya,ya da pembeye
Ya da cennete ait olacaksın. Çok sahiplenmeden,
Çok ait olmadan yaşayacaksın
Hem heran avuçlarından akıp gidecekmiş gibi,
Hemde senin kalacakmış gibi hayat.
ilişik yaşayacaksın
Ucundan tutarak.. glitteryellowrose8ex


pinkflowersgb3jpinkflowersgb3



Söyleyecek sözüm yok.Kalbim yüksek sesle konuşuyor.

Susturmanın imkanı yok.Sesi çığlıklarımı bastırıyor.

Tam anlamıyla bana zıt,tenime karşı,Kafesini kırıyor.

Duyguların eşliğinde.ßir havuz ki kaynıyor.

Söylediği ya da benim anladığım.



pinkflowersgb3Gözlerinde ölüyorum.

Dokunuşların yakıyor ama üşüyorum.Kaçsam sensiz bu garip nefes alamıyor.

Sesi aklımı başımdan alıyor.Kalbim haykırışlarla,çıldırıyor.

Tenim kibrit çöpü sigaramı yakan,Ruhum dumanı gibi yükselip gidiyor.



dyn006 original 183 289 gif 2519296 caorg7nsjpg16ydyn006 original 183 289 gif 2519296



dyn006 original 183 289 gif 2519296

Sakın kendisine verdiğin kıymeti sana vermeyenle arkadaş olma."



***

EY YOLCU AKLINI BAŞINA AL.SEFERİN NEREYE?HANGİ DİYARA GİTMEK İSTİYORSUN?

NEREYE GİDERSEN GİT.SEN BİZİM GÖNLÜMÜZDESİN..

DENİZDEN UZAK DÜŞMÜŞ BİR BALIK GİBİ.ODENİZİN GAMINI DAHA NE KADAR

ÇEKECEKSİN?

KUPKURU KALMIŞ DUDAKLARIN NE ZAMANA KADAR DENİZE HASRET VE AYRILIKTAN

ŞİKAYET İNCİLERİNİ ALEME SAÇAÇAK?

dyn006 original 183 289 gif 2519296

HZ.MEVLANA

"yAgmurlar dınmeden gel tükenmeden dermanım

sen gelirsen çiçeklenir dört bir yanım

rüzgarlar dönmeden gel,yazılmadan fermanım

yıllardır hasretinle tutusur kanım"



aniredroses2 aniredroses2
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
28 Şubat 2007       Mesaj #285
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Çok Özel Bir Hikaye
Kendini bildi bileli mor menekşeyi çok severdi. Çocukluğunun geçtiği ikikatlı evin bahçesinde bahar geldiğinde mor mor açar, mis gibi kokarlardı..Annesi mor menekşeleri hep duvar kenarına dikerdi..
gölgeyi sever menekşelerderdi..Oysa ögretmeni bitkilerin güneş ışınları ile fotosentez yaptığını anlatmıştı onlara .Bitkiler güneş ışığına muhtaçtı.Mor menekşeler ne tuhaf bitkilerdi , her bitki güneşi severken,onlar nedengölgeyi tercih ediyorlar diye düşündü durdu Hande...Küçük, ufacık aklı ile aslında menekşelerin diğer çiçeklerden farklı olduğunu keşfetmişti, işte belki de menekşeler
bu yüzden bu kadar güzeldi.Herkesden farklı olursan, bu hayatta değerli olursun yargısına varmıştı.Daha o yıllarda farklı olmak için uğras vermeye başladı. ilk olarak, okulda kimsenin yanına oturmak istemediği Hacer'in yanına oturmak istiyorum ögretmenim diyerek başladı farklılıklarla süren hayatı. Hacer bile şaşırmış şaşkın şaşkın bakıyordu onun yüzüne. Hacer çok dağınık, biraz anlama zorlukları olan problemli bir ailenin kızı idi. Hande ise mühendis Kamil Beyin biricik kızı. Ögretmen pek oturtmak istemedi önce Hacer'in yanına Hande' yi. Daha sonra bir tatsızlık çıkmasın
diye öğretmen Hande'nin annesini çağırdı.
Annesi eve geldiklerinde Hande'ye sordu :
- Neden yavrum Hacer in yanına oturmak istiyorsun?
Hande cevap verdi :
- Geçen baharda menekşeler ekiyorduk hani anne, o gün sen bana menekşeler
güneşi sevmez demiştin, oysa her bitki güneşi sever. Menekseler farklı, belki de
bu yüzden bu kadar güzeller. Hacer'in yanına kimse oturmak istemiyor. Ben farklı olmak istiyorum. Belki Hacer de güzeldir, onu fark etmek istiyorum, dedi.
Annesinin ağzı açık kalmıştı. İlkokul 4.sınıf öğrencisi kızının olgunluğuna hayran kalarak
- peki kızım kimin yanında istersen oturabilirsin, " dedi.
Pazartesi Hande Hacer'in yanında oturmaya başladı. Hem Hande tedirgindi, hem Hacer.Birbirleri ile hiç konuşmuyorlardı. Diğer kızlarda soğumuştu Hande'den. Nasıl Hacer gibidağınık, bir şeyi, iki kere anlatınca anlayan fakir bir kızın yanına oturmayı istemişti.En çok alınan doktor Cemal Beyin kızı Esin'di. Anne babaları her hafta sonu görüşüyorlar,
Hande ve Esin birlikte oynuyorlardı. Nasıl olur da kendi yerine Hacer'i seçerdi. Çok gururu kırılmıştı Esin'in. Hande ile konuşmuyordu.Birgün Hande ve ailesi Esinlerle dağ köylerinden birinde gerçekleştirilecek bir panayıra katılmak için sözleştiler. Hande gene Esin'in somurtacağını bildiği için gitmek istemiyordu.İçin için de Hacer'e kızmaya başlamıştı arkadaşları ile arasının bozulmasına sebep olmuştu.Neden sanki bu kadar dağınıktı, neden her şeyi iki kerede anlıyordu? Yoksa aptal mıydı?Sonra menekşeleri hatırladı hemen düşüncelerinden utandı. Hacer farklı diye yargılamaması gerekiyordu. Hacer'in, kimsenin bilmediği güzelliklerini keşfedecekti. Buna tüm gücü ile inandı. Panayıra gittiklerinde Esin somurtarak karşısında oturuyordu, Hande ile konusmuyordu.
Hande canı sıkıldığından biraz dolaşmak için annesinden izin aldı. Köy yolunda yürümeye başladı. Hava iyice soğumuş ve ayaz iyice artmıştı, kar atıştırmaya başlamıştı. Hande karı çok seviyordu, yürüdü, yürüdü. Köye gelmişti. Bir evin önünde durdu. Evin penceresinde ki saksıya gözü
ilişti. Gözlerine inanamıyordu, bunlar mor menekşelerdi. Ama kıştı ve menekşeler soğuğu hiç
sevmezlerdi eve dogru bir adım attı. Kapıda beliren gölgeyi çok sonra fark etti bu Hacerdi.
Hande'ye gülümsüyordu.
- Hoşgeldin Hande buyurmaz mısın?, dedi.
Biraz ürkek, şaşkınlıkla kapıya doğru ilerledi Hande ve içeri girdi. Oda sıcacıktı odun sobası
her yeri ısıtmıştı. Menekşeler diyebildi sadece Hande...
- Bu soğukta ?
Hacer gülümsedi ;
- Onlar annem için, annem onları çok sever.
Sonra yatakta yatan kadını fark etti Hande.
"Annen hasta mı?" dedi.
"Evet 2 sene önce felç oldu ona ben bakıyorum, bizim kimsemiz yok, birtek ineğimiz var onunla
geçiniyoruz. Ama tüm işler bana baktığı için derslere çalışacak pek vaktim olmuyor, dedi Hacer
utanarak. Bir de bizim köyden şehre araç yok, bu yolu her gün yürüyorum o yüzden de çok yorgun
okula geliyorum dersleri anlamakta güçlük çekiyorum. Hande'nin gözleri dolmuştu. Dışarıdan gelen ses ile kendine geldi. Annesi onu arıyordu. Çok merak etmiş olmalıydı. Dışarıya koştu ve annesine sarıldı, ağlıyordu. Bir müddet sonra anne bu Hacer diye tanıştırdı sıra arkadaşını. Hacer'in yaptığı sıcak çorbadan içtiler birlikte. Hande annesine anlattı Hacer'in hayatını, ağlayarak.
"Bir şeyler yapalım anne" dedi.
O hafta annesi ve Hande, Hacerlere gidip annesi ve Hacer'i kendi evlerine taşıdılar. Hacer artık Handeler den okula gidip geliyordu, ne dağınıktı, ne de aptal. Sınıfın en iyi öğrencisi olmuştu. Seneler geçti Hacer ve Hande bir arkadaş değil, iki kız kardeşlerdi artık. Mor menekşeler Hande'ye Hacer'i armağan etmişti. Hacer'e ise hem Hande'yi, hem hayatı. Seneler sonra ikisi de evlendi. Hacer şimdi bir doktor. Hande'den vicdanın ne kadar önemli olduğunu öğrendi, hastalarına vicdanıyla birlikte şifa dağıtıyor. Hande ise bir ögretmen. Çocuklara farklı olan şeyleri sevmeyi de ögretiyor. Bir kızı var
adı, Hacer Menekşe. Hayatta en çok sevdiği iki şeye birini daha ekledi Hande.
LÜTFEN SEVGiNiZE ÖNYARGI KOYMAYIN.
HERŞEY SEVİNCEYE KADAR FARKLIDIR
SEVDİKTEN SONRA İSE SEVGİNİN DİLİ HEP AYNIDIR
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
1 Mart 2007       Mesaj #286
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Bir Çiçek Sapı

Çocuk parkındaki bankta, yorgun gözlerle etrafına bakınıyor dul kadın. İri gözlüğünün camlarından biri çatlamıştı. Bakışlarında geleceğini tümüyle yitirmiş bir umutsuzluğun resmi vardı sanki. Kendisini izlerken, bana ait olmayan bir mektubu okuduğunu düşündüm birden.
Yanına gittim, “Nasılsın teyzeciğim?” dedim, şaşırdı. Hemen toparladı kendini. “ İyiyim evladım” dedi. Birbirimize gülüştük. Kısık bir lambayı aydınlattım sanki. Derin bir sohbete koyulduk. Eski zaman hikayelerinden şimdiki zaman zulmüne uzanan bir yolculukta kaldık.
“Bizim güzelliklerimizi faytonlar çekerdi evladım. Biz çiçek zenginiydik, sevda bereketiydik” dedi. Gerçekleri sağır uykusundan uyandırmak istemişti belki, sesi biraz yüksek çıktı. Etrafındaki meraklı gözlerin üzerimizde gezindiğin gördüm.
Kadının içindeki define sandığında bütün gözlükler duruyordu da, sevdasız balkonlardaki çiçekler kuruyordu galiba. Ayrı mevsimlerin kapısında doğmuştuk da, aynı dili konuşuyorduk. “Elmaya kurt girdi” dedi, eski günlere taşındı usulca …
Atatürk’ün öldüğü günü nasıl ağladığını anlattı. Ölüm hayatın süsü ama bizleri yaşarken öldürmek isteyenler için, bizler süs eşyası bile değiliz. Derin bir iç çekti. “ Bu insanlar göz göre göre kandırılıyor” diyerek başındaki şalı gösterdi. “Yıllardır başımdan bunu çıkartmadım. Ama onlar kardeşliği yoldan çıkarttılar. Komşuyu komşuya düşman ettiler. Görmüş geçirmiş bir kadın, dişini aydınlığa geçirenleri işaret ediyordu. Beti benzi kaçtı birden. Ağzının kuruduğunu hissettim. Su satan çocuğa işaret ettim., koşarak geldi. “ Buyur ağabey” dedi. “Bir bardak su lütfen” dedim. Suyu içirdim yaşlı teyzeye.
Derin bir nefes aldı. “Villalar aldılar, lüks daireler yaptılar. Benim oğlum çalışarak evine ancak kuru ekmek getirebiliyor” dedi. Gözlerimin girdabında birden Anadolu’nun kadınları canlandı. Onların halk sözleri içten sevgileri avuçlarıma doldu sanki. Halide Edip Adıvar, Nene Hatun konuşuyordu karşımda sanki. Konuştukları karşısında utandım. Utanması gerekenlerin yerinede utandım. “Herkes yüreğinden yola çıkmalı” dedi yaşlı kadın “Yoksa çok yakında bütün ışıklar kesilecek.” Elini uzattı bana
Elleri çatlamış incir gibiydi. “Benden geriye bir çiçek sapı kaldı” dedi. Gözlerini gözlerimin içine mıhladı. “Ama çocukları kurtarmalıyız” dedi ve usulca kalkıp yüzümü bir anne edasıyla okşayarak gitti.
O kalkıp gittikten sonra bankta beş dakika oturarak, bu kadar hayatı özümsemiş, üstündeki giysileri, konuşurken bir kale gibi duruşu ondaki asaleti sergiliyordu. Ben öyle hülyalara dalmışken geri dönüp “evladım yoksa bir sevdiğin mi var neden böyle düşüncelisin”? dedi. İçimi okumuştu sanki. Gözlerindeki bakış aşkın göreneğindeki kilimi dokuyordu. Unutamayacağım bir şey oldu. Yunus Emre’nin şu dizelerin mırıldamasın mı: “Ben giderim yane yane/ Aşk boyadı beni kane/ Ne akilem ne divane/ Gel gör beni aşk neyledi. O anda dilim dolandı, yaşlı teyzenin yüzüne bir süre bakakaldım. İçim ısınmıştı bir anne sıcaklığıyla yanına sokuldum. Sevgilim hakkında kısa bir bilgi verince bu sefer susmamı gerektirecek şu sözü söyledi. “Benim gönlüm saniyeyle sedefte senin gönlün dana ile gedekte”. Ben artık hiçbir şey söylemeden yanında uzaklaşmak istedim. Dost canlısı bu kültür bahçesi yaşlı kadını tanımakla hayata bakış tarzım değişti sanki. Herkesin giderek birbirine benzediği bir ülkede, otuz yıl önce karşıma çıkan yaşlı kadın bir deniz feneriydi aslında bana üniversite olmuştu. O günden beri ufkumda bana inatla öğretmen oldu.

Turan KAYIKÇI
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
1 Mart 2007       Mesaj #287
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Sen uzaksın bana ve bir o kadar da yakın. kabullenmek istemediğim, hissetmekten korktuğum bir duygu var içimde sana karşı günden güne büyüyen. o duygunun vücudumu sarmasını istemiyorum. eğer ufacık da olsa bir yer verirsem ona bu zamanla beni kahreder ve ben kendimi asla affetmem.gözlerimi gözlerinden kaçırmamın, seni görünce, seninle konuşunca heyecanlanmamın, seni düşünmekten büyük bir keyif almamın, seninle birlikte olduğumda
elini tutmak isteyişimin, dudağına bir buse kondurmak isteyişimin, bunların hepsinin bir nedeni olmalı.ve bunların ötesinde ne hissedersem hissedeyim, sadece bu hissettiklerimin bende gizli kalacağını, ne olursa olsun senin bunları
asla öğrenmemen gerektiğinin bilincindeyim.bu yazıyı oturmuş sana yazıyorum işte. belki bir gün olurda bir tesadüf eseri eline geçer bu yazı ve sen bunu okurken yazarına takılır gözlerin, şaşırırsın benim adımı orda görünce ve belki merak edersin bunun kime yazıldığını. bilemezsin ki o yazının senin için
yazıldığını. her mısrasında, her kelimesinde senin olduğunu.
bilseydin ne hissederdin ki, bunu bilmeyi isterdim. ufacıkta olsa yüreğinde benim için ne hissettiğini, zaman zaman beni düşünüp düşünmediğini, hepsini bilmek isterdim. ama bunları senden duymak istemezdim. isterdim ki martılar fısıldasın beni sevdiğini, denizler senfoni orkestrası kursunlar senin bana sevgini anlatacak, yıldızlar kayarken beni sevdiğini çizsinler gökyüzüne. yada gözlerin
gözlerimdeyken seni seviyorum de içinden, ben onu hissederim.
imkansızlıklar kahrediyor beni. ama yinede şikayetçi değilim. zaten istesek de seninle iki çılgın aşık olamayacağımızın farkındayım.
bu duygu beni korkutuyor ve rahatsız ediyor çünkü doğru değil. ne doğru ki hayatta zaten...sana yazıldığını bilmediğin ve belki hiç haberin bile olmayacak bir yazı bırakıyorum. şuan beni duymasan da, ve bunu hiç bir zaman bilmeyecek ve anlamayacak olsan da ilk ve son kez söylüyorum bunu ''seni seviyorum her şeye rağmen''



sevda turan
NiliM - avatarı
NiliM
Ziyaretçi
1 Mart 2007       Mesaj #288
NiliM - avatarı
Ziyaretçi
Dost Acısı


Hani deler ya “dost zor bulunur”… zordur… bulunamazda…

İçime çektiğim boğaz havası dostumun konusuyla doluydu… acıyordum… dostumdu… bulmuştum… bulunması zor olan dostu ben bulmuştum. Zor olmamıştı hani… fark bile etmemiştim… anlamadan bir dostom olmuştu… bir anda baktım ki dostluk duygusunu hissetmeye başlamışım... anlamaya çalıştım bu hissin ne olduğunu… anladığımda da bir süre hissedemedim… bir yanıma güneşin son çığlıklarının duyulduğu sarı ışıklar vuruyor… yüzüme vuran ışığı ben göremiyordum, dostumun yüzene vuran ışığın benim yüzümde de olduğun biliyordum ama… ara sıra kısa bir gölgelik oluşuyordu… martılar güneşin acı kokan ışığını engelliyordu bize karşı… elimdeki kalemin gölgesin de ki acıyı hissediyordum… kulağımda martıların hasret dolu sesleri… ama martı sesinden çok dost sesiydi duyduğum… kulağım değildi o sesi duyan… yüreğimdi…

İşte o bulunması zor olan dost karşımdaydı… anlatıyordu… acıyı anlatıyordu… aşkı anlatıyordu…

Güneşte hafiften beyaz bayrağı çekiyordu… yeniliyordu oda bizim gibi...

Oooooooooofffffffffffffffffffffffff ooooooooooffffffffffffffffffffffffffffffff

Acıyor… acı çekiyorum… kendimin acısını değil… onun acısını çekiyorum… dostumun acısını çekiyorum… o çekiyor… ben çekiyorum…

İlk defa tavukekmekle ayranın bu kadar uyumlu olduğunu fark ettim… dost ayranı… dost tavukekmeği… dostun ısmarladığı su bile bir başka oluyormuş…

Ohhhhhh… ne de güzelmiş dost sigarası… ne de güzelmiş Cüneyt sigarası… ama ben sigara içmiyordum ki… ben dost içiyordum… Cüneyt içiyordum… her nefeste biraz Cüneyt varmış… yeni anladım… sanki dostluk fabrikasında işlenmiş bir dosttu…bir cüneytti bir dosttu… bitmesin diye çekmiyordum içime… biraz daha uzun sürsün diye öylece tütüyordu… her duman tütüşünde biraz hüzün vardı… her dumanın içinde ki biraz üzüntüydü… içindekileri dışarıya fırlatırmışçasına bir dumandı… anlatamadım işte… kısacası duman onu anlatıyordu… duman dostu anlatıyordu… cüneyti anlatıyordu… sonsuza gidiyordu… belirsizliğe doğru yol alıp bir süre sonra kayboluyordu… umutları gibi… az önce hüzün dolu duman, kaybolan umut oluyordu… Kaybolan umutlar… güneş gibi kaybolmuştu… gökyüzüne çöken karanlık bize hissettirmeden içimizi de kaplamıştı… onun sesini duyuyorduk… o aramıştı… bizi bu hallere getiren kadın aramıştı… yine o hırçın, ama aşk kokan sesti duyduğumuz… aşk dolu olduğu kadar da hüzünlü sesi…hüzünlü olduğu kadar da umut dolu sesi duyuyorduk… yine duyduk… yine aradık… yine duyduk… yine doldu gözlerimiz… ama dönemeyeceğimiz bir yemin etmiştik… gözlerimiz için savaşacaktık… tüm yeminler ağlamamak içindi… ağlamayacaktık… özgür kalmayacaktı gözyaşlarımız… birbirlerimize gözyaşlarımızı göstermeyecektik… göstermedik de… yenilmedik… bozmadık yeminlerimizi… ağlamadık… o hırçın sesi duyduktan sonra bir süre konuşamadık… yüreğimiz yetmedi… dilimiz tutulmuştu… belki de o anı anlatacak sözcük bulamıyorduk… susuyorduk… birbirlerimizin gözlerine bakarak ilk kelimeyi söyletmek için yalvarıyorduk… ne ben söyleyecek bir şeyler buldum… ne dostum buldu… ben sustum… Cüneyt sustu... dost sustu… bu suskunluğu çaycı bozdu… “çay alır mıydınız?”… yine gözler birleşti… dolu gözler… içimize anlayamadığımız bir serinlik çöktü… söyleyecek söz de kalmamıştı… gönlümüzde acılar… gözlerimizde mahkumlar… ellerimizde hissiz umutlar… içimizde anlayamadığımız duygular… kafamız da tahmin edemeyeceğimiz kadar çok soru işareti… suskunluğumuz bozulmamıştı… suskunluğumuzu bozacak ne bir sorumuz vardı, ne de o soruyu sormaya cesaretimiz vardı… geri kalan tek şey vardı… kalkıp öylesine sonu belli olmayan yollara gitmek… o kalktı… kankam kalktı… dostum kalktı… ve gitti… bende kalktım… bende gittim…

Belli olmayan sonsuzluğa beraber kalktık… beraber gittik…
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
1 Mart 2007       Mesaj #289
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Bir, Çok, Yalnız


Dolanıp durmaktan yorulunca kanepeye uzanıverdi. Tam o noktada kesilmişti iflahı. Yoksa mutfağa gitse, masaya kurulup bir de sigara yaksa daha iyiydi... de hali kalmamıştı.

Sıkılacağım kadar sıkıldım, diye söylendi. Üç gündür evin içinde hafakanlar iyice bassın diye yeterince beklemişti zaten. Düşüncelerini takip etmekten vazgeçip iki dakikalığına sukunet içinde kaybolsa yeterdi tekrar ayaklanmasına. Öyle yaptı.

Bu iki, beş, on dakikalık soluklanmalarla sınırlardan döndüğü çok olmuştu. Allah'tan... diye gülümsedi, salmıyorum kendimi. Yoksa... tımarhaneler filan hiç bana göre değil. Ayrıca herşeyimi kaybedeyim ama aklım kalsın. Teker meker idare ediyor işte.

Yine sigara geçti aklından. Mutfağa yöneldi, zira salonda sigara içemezdin bu evde. Duvarlar kararır, perdeler kokardı. Ya mutfakta insan gibi oturup içerdin, ya da bu ayazda balkon çıkıp bir köşeye büzülerek. Neyse, dedi. Şimdi bunu düşünecek değilim.

Düşündü ama yine de. Bir de midesi vardı. Hafif bulanıyor gibiydi. En son ne zaman birşeyler yediğini hatırlayamadı. Bu mideye de sigara içilmez ki. Birşeyler yemeli önce, sigara altı yapmalı. Hay Allah! Şimdi bir de yemekle uğraşmak çıktı. Oysa başka şeyler planlamak istemişti. Belki şu arkadaşının gönderdiği kitabı okurdu. Yaşama Sarıl gibi birşeydi adı. Evde bir ton vardı onlardan, kendine yardım et ve geliş zırvaları. Çok yardımcı şeyler canım, süper. "Hiç yoktan iyi kitapları" aslında daha doğru bir isim. Neyse.

Dolapta peynir, zeytin, şokella, yumurta, domates, biber, iki salatalık, maydonoz, iki küçük saklama kabında dünden kalmış olması muhtemel ama ne olduğu üzerindeki naylonumsu şeyden anlaşılmayan yemekler, çiğ sebzeler, sirke, ketçap ve süt buldu. Bakışları hepsinin üzerinde tek tek dolaştı. Seçeneklerini tarttı. Düşündü. Bir karara varamadı.

Harika, dedi alayla. Bari oturayım da enerjim bitmesin. Toplantı uzun sürecek.

O arada sigara da içemezdi, çünkü bunun doğru olamayacağına karar vermişti. Kesin karar değişmezdi, yüzyıl geçse geçerliydi. Sigara içme kararının önüne geçen bir karar olması bile yeterli değildi. Sonuçta o sigara içilecekti. Ama yemekten sonra. Yemekten önce ise ne yiyeceğine karar vermeliydi. Asıl mesele de burdaydı işte.

Bir saati geçmiş olmalıydı. Artık düşünemiyordu. Açlık hissetmiyor, canı birşey çekmiyor ama sigarasını içebilmek için yemesi, yemesi için de ne yiyeceğine karar vermesi gerekiyordu. Tıkanmış, ağlayacak hale gelmişti. İçinde birşeyin kafasını kaldırdığını, umutla yukarı baktığını ve harekete geçmek üzere olduğunu hissediyordu. Bu yenilgi demekti. Herşeyin bitmesi demekti. Bunca zamandır büyük gayretle sürdürdüğü mücadelesinin sonu demekti. Herkesin haklı çıkması demekti.

YE! diye bağırdı. YE!
AYAĞA KALK ALLAH’IN BELASI!
YE!

Yavaş çekimdeymişçesine kalktı. Başı dönüyordu. Alnında biriken teri sildi koluyla. Dolaba baktı. Tekrar oturmak istiyordu. Adeta sandalyeye çekiliyordu gerisin geri. Direndi. İki adım daha atınca dolabın önüne geldi. Kapıyı açtı, yine midesi bulandı. Başa dönmüştü. Bunu bir daha yapma fikri dayanılmaz geldi ona. Sadece oturmak ve rahat rahat çıldırmak istiyordu.
Kötü değildi ki bu. Bütün sıkıntılar bitecekti işte.

HAYIR!
YE! BIKTIM ARTIK! YİYECEKSİN!

Nefesi tıkandı. Boynundaki damarlar atmaya başlamıştı. Kaybedeceğini hissediyordu artık. Bu sefer bağırarak emir vemek işe yaramamıştı. Keşke başka yöntemler bilseydim, diye düşündü. Belki başka yolları da vardır. Ne düşünüyordum ki? Evden çıkmamam izin vereklerini mi? Belki giderdim bir doktora ha? Sorardım neyim var, ne yapmalıyım? Ama kapı üstüne kilitliyken ancak Örümcek Adam duvarlardan kayarak çıkabilir dışarı.

Saçmalama, sen deli değilsin sinirlerin bozuk. Geçen tatilde öyle yapmasaydın seni yine amcanlara gönderirdik. Ama cezanı çek. Artık çocuk değilsin hareketlerine dikkat et biraz. Rezil ediyorsun bizi.

Geçen seferki kısa nutuk böyleydi galiba, hım? Rezil ediyorum onları. Deliyim ya? Ama hani değildim, sadece sinirlerim bozuktu?

Babasının yüzü peynire dönüştü. Hayır peynir yiyemezdi. Midesi...
HAYIR!

Kusmak üzereydi. Geliyordu işte. O gelecek ve kendisi gidecekti. Dizlerinin üzerine çöktü. Gözleri bulanıyordu. Çabalamaktan kıpkırmızı kesilmişti yüzü. Gırtlağına kadar gelen safrayı engelleyemedi. Arkasını dolabın kapısına yaslayıp bekledi.


Anahtarın kilitte dönüşü, ayak sesleri. Poşet hışırtısı. Bir çift ayak.

Ah ama ya! Kim temizleyecek şimdi burayı? Tabağa koyup da yesen olmaz mıydı? Hem ne yiyorsun sen bakayım? Hahahahaha. Karnabahar ama bu ya, hem de çiğ. Bravo doğrusu, hakikaten aştın bu defa. Ama yağma yok. İstediğin olmayacak. Sinirlenmeyeceğim. Şimdi lütfen kalk ve elini yüzünü yıka. Ve biraz düşün, ne zamana kadar böyle davranmaya devam edeceksin. Çaba göster, inan bana istesen başaramayacağın şey yoktur.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
1 Mart 2007       Mesaj #290
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
adi toprak olacak
Lise 2. siniftaydim onu kucuklugumden beri taniyordum ama buyudukce icimde ona karsi farkli duygular beslemeye basladim o da anladi zaten bakislarimdan ona nasil baktigimi gördu ve anlasilmamasi imkansizdi zaten o kadar buyuk bir hayranlikla bakiyordum ona.Ortak bi arkadasimiz benim ondan hoslandigimi söylemis bebekime (birbirimize böyle hitap ediyoruz)numarami istemis arkadasimda vermis.Aradi cok sasirdim sevincten nutkum tutuldu diyebilirim uzun bir sure telefonla görustuk sadece zaten ayni yerde oturuyorduk yoldan gelip gecerken göruyorduk birbirimizi hergun ben okula gidiyordum o da calisiyordu zaten okul disinda bir yere cikmamada izin vermiyordu ailem.2 ay sonra okulun piknigi vardi bebekmide cagirdim ilk o zaman bulustuk inanamiyordum o kadar begendigim,hoslandigim ama beni görmeyen insan yani basimdaydi beni öpuyor sariliyordu iste o zaman anladim gercek aski buldugumu...
Zamanla ailem ögrendi kesinlikle olmaz dediler annem cok uzuldu zaten hayatta ondan ve bebekmden baska kimsem yoktu bi secim yapmak zorunda kalmistim icim yana yana "annem" dedim.Geceler boyu yastiklara dislerimi gecirerek agladim annem duyupta uzulmesin diye bebekmde mahvoldu cok uzuldu beklemiyordu nemden bunu söz vermistim seni hic birakmiycam diye ama noldu bi msjla bitirdim herseyi cok fazla dayanamadim onsuzluga bir gece gizli numaradan arayip sesini dinledim cok ihtiyacim vardi sadece alo demesi nefesini duymam yeterliydi benim oldugumu anlamis aradi baristik.Bu barisip ayrilmalar surekli devam etti yine ayriydik 2 sene önce universite icin disariya gittim oda askere bu 2 yil icindede ayriydik ama simdi beraberiz bebekimle evlilige dogru ilerliyoruz herkese kabul ettirdik askimizi savastik ve basardik.Ilk defa birlikte hayaller kuruyoruz cocugumuz olucak ve ismide TOPRAK olucak sonra toprak bi kardes isterse yani biz istiyoruzda onada sormak lazim dimi Msn Happy onunda adi belli KUZEY...
YANI BEBEKM BEN TOPRAK VE KUZEY
Size tavsiyem askiniz icin savasin yenilmeyin herkes eninde sonunda kabulleniyor siz her ne kadar imkansiz oldugunuzu sanarsaniz sanin...


Yazar: hayal

Benzer Konular

3 Aralık 2006 / Misafir Genel Mesajlar
16 Mayıs 2014 / NihLe Müslümanlık/İslamiyet
11 Haziran 2013 / Misafir Forum Oyunları
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar
20 Haziran 2012 / ThinkerBeLL Edebiyat