Arama

Hikayeler ve Öyküler -2- - Sayfa 39

Güncelleme: 17 Şubat 2016 Gösterim: 548.862 Cevap: 1.812
tikkymelike - avatarı
tikkymelike
Ziyaretçi
13 Mart 2007       Mesaj #381
tikkymelike - avatarı
Ziyaretçi
İnce Kalpli Dondurmacı

Sponsorlu Bağlantılar
Arkadaşım Gayle dört yıldan bu yana kansere karşı yaşam mücadelesi veriyordu.
Diğerr arkadaşlarımla birlikte onu ziyarete gittiğim bir gün çocukluk düşlerimizden söz ediyorduk.Gayle başını pencereye doğru çevirdi.Gözleri çok uzaklarda sesi sitem dolu.
"Ben kumandalı,kırmızı bir oyuncak arabamın olmasını isterdim hep,ama doğum günümde ne istediğimi söylersem;dileğimin gerçekleşmeyeceği korkusuyla hiç kimseye söyleyememiştim bunu.Bu nedenle de asla radyolu,kırmızı bir oyuncak arabam olmadı."dedi.
Gayle'i ziyaretimden bir kaç gün sonraydı.Çok sevdiğim dondurmayı almak için sırada beklerken birden dondurmacının vitrinindeki kırmızı arabayı gördüm.
Yanına da bir not iliştirilmişti:
"Dondurmanızı alırken vereceğimiz kuponu unutmayın,belki de çekiliş sonunda bu kumandalı araba sizin olabilir."
Hemen Gayle'nin sözleri geldi aklıma.Bir kaç hafta boyunca sürekli dondurma alıp,verdikleri kuponları doldurdum.Hiç bir çekilişte de kazanamadım.Bu kırmızı arabayı mutlaka Gayle'ye almalıydım.
Dördüncü haftanın sonunda artık çekilişte kazanmaktan ümidimi yitirmiştim.Dükkan sahibiyle konuşarak bana bu arabalardan bir tanesini satmasını rica ettim.
Dükkan sahibi dört haftadır dondurma alıp,kuponları doldurduktan sonra büyük bir heyeceanla çekiliş sonuçlarına baktığımın gözünden kaçmadığını söyledi.
Ardın da gözlerimin içine bakarak:
"Söyler misiniz,neden bu kadar çok istiyorsunuz bu arabayı?"diye sordu.
Gözlerimden süzülen yaşlara aldırmadan ona arkadaşımdan söz ettim.Çok etkilenmişti.
"İstediğiniz oyuncak arabayı adrese göndereceğim"dedi
Yazdığım çeki masanın üstüne bırakarak ,büyük bir mutlulukla evime geldim.
Ertesi gün Gayle'i ziyarete gittiğimde gözleri ışıl ışıldı.Elindeki kırmızı oyuncak arabayı göstererek küçük bir çocuk heyecanıyla:
"Bak"dedi."Bunca yıl bekledim ama nhayet dileğim gerçekleşti,hem de tam istediğim gibi"
Ertesi gün postacı bir zarf uzattı elime.Açıp okumaya başladım:
"Sevgili Bonnie,annem ve babam da kanserdi ve ikisini de altı ay gibi kısa bir sürede kaybettim.İkisi içinde çok çabaladım ama doğrusu dostlarımın sevgisi ve cömertliği olmasaydı hiç bir şey yapamazdım.Gerçek dostlarım olduğu için kendimi hep şanslı hissettim.Gayle'de senin gibi bir dostu olduğu için çok şanslı.En iyi dileklerimle.Norma"
Dondurma dükkanının sahibiydi mektubu yazan.Benim masasının üzerine bıraktığım çek de zarfın içindeyi...

Bonita L.Antıcola


Nephthys - avatarı
Nephthys
Ziyaretçi
13 Mart 2007       Mesaj #382
Nephthys - avatarı
Ziyaretçi
Köprüleri Yakmak.......

Sponsorlu Bağlantılar
Zordur köprüleri yakmak... Sıradan sabahların mahmurluğuna alışmışlar için, bir şafak vakti aniden geçmişinden ve bugününden vazgeçmek ve içinde her nasılsa saklanmayı başarmış bir yarın heyecanının kanadına tutunarak havalan mak cesaret ister. Kurulu düzen öylesine rahat, öylesine huzur doludur ki, ruhuna gömülü çocuğu, yıllarca kınında beklemiş keskin bir kılıç gibi uyandırıp dörtnala ileri atılmak, yaman bir karara dönüşür.
Zordur insanın onca zaman, bunca emekle kurduğu ne varsa hiçe sayıp, mağlup ama mağrur bir komutan edasıyla yeni seferlere niyetlenmesi... Bugüne yenik düşenler, yarını sadece hoş bir hayal olarak düşleyip, dünde yaşarlar. Bedel ödemeyi göze alanlar ise, yelkenleri atlastan gemilerle, arkalarında külden köprüler bırakarak meçhul bir istikbale doğru dümen kırarlar...
Yakılan sırat köprüsüdür. Geçer ve orada kalırsınız: cennetse cennet, cehennemse cehennem... dönüşü yoktur...


Clint Eastwood'un son filmi 'Madison Kasabasının Köprüleri' çoğumuza bir kez daha ruhumuzun derinliklerinde saklanan o yakılası köprüleri hatırlattı. Hayatı, sohbetsiz sofralara yemek hazırlamaktan ibaret, kendi halinde bir ev kadınının günün birinde kapıyı çalıveren bir yabancıyla yaşadığı 4 günlük 'yasak ilişki', içimizdeki şeytanın kapılarını çaldı. 40 yıl kendini, kendinden bile saklamış bir kadının, 4 gün içinde kendisiyle tanışması ve 40 yıldır ıskaladığı bir mutluluğu bir 'yabancı'da yakalaması, dünyanın dört bir yanındaki izleyicilere pek tanıdık bir duygu gibi geldi.
Sinema çıkışında ellerindeki küçük mendilleri gizli gizli göz pınarlarına bastıran hanımlarla, yaşlı gözlerini kara gözlüklerinin ardına saklamaya çalışan beyler, yasak bir
İlişkiye gözyaşlarıyla onay veriyorlardı adeta...
Yolboyu eşler birbirlerini yokladı, ihmal edilmiş heyecanlar çıkarıldı naftalinli sandıklar dan... Kimi, köprüleri yeniden kurmanın yollarını aradı, kimi yakma vaktinin gelip de geçtiğini düşünürken...

* * *

Lakin zordur köprüleri yakmak...
Meçhul bir istikbal uğruna bugününden vazgeçmek korkutur insanları... Mazinin hatıraları taze, dostluklar sıcak, kurulu düzen güvenlidir. Nitekim filmin kadın kahramanı da kendi köprülerini yakmaktan son anda vazgeçer. Ruhu nun köprüleri yerine, cesedini ateşe vererek, bir imkansız aşkı, küllerin buluştuğu öbür dünyaya erteler.
Köprüleri yakmak cesaret ister... ama siz kararsızlanırken köprünün karşısından ışıl ışıl yeni bir hayat umudu inatla gülümser insana... Bir elle bugünün yerleşikliğine tutunurken, öbürüyle yarın macerasına uzanmaya çalışır, arada çırpınır durursunuz.
Belki orayı bilmemek, bilmekten iyidir. Bilip de gidememek en beteridir çünkü...

* * *


Sinema çıkışında izleyicilerin düşünce balonlarında köprüler sallanıyordu. Eşler yol boyu birlikteliklerinin muhasebesini yaptılar, kimileri işi cesur bir hesaplaşmaya dönüştürerek, kimi kaygılarını dillendirmeye çekinerek...
Kimi evlerde eski aşklar tazelendi ve yeni köprüler kuruldu, ihmal edilmiş diyaloglardan... Kimi evlerde ise yeni den sohbetsiz sofralara dönüldü... Rahat oturma odalarının kurulu düzenlerine sarılanlar, heyecan dolu bir aşkı beyinlerinde büyüterek kaşıkladılar yemeklerini..
...ve ertelediler, ruhlarının köprülerini kavuracak bir heyecan ateşini; o ateşin ancak cesaretlerini yakacağı güne kadar...

CAN DÜNDAR
Nephthys - avatarı
Nephthys
Ziyaretçi
13 Mart 2007       Mesaj #383
Nephthys - avatarı
Ziyaretçi
Temmuz ayıydı günlerden Cuma
Sana veda etmiş eve dönüyorum
Güneş inatla kanımı donduruyor
Gözlerim kararıyor,başım çatlıyordu
Soluk almak için bir banka oturdum
Tam o sırada çingeneye rasladım
Elinde bir avuç tohum vardı
Yanıma oturdu. Bana bu tohumlardan almamı istedi
Çiçeğin adını sordum
– Neye yakıştırırsan o dedi
Kokusunu sordum
- nasıl kokmasını istersen öyle kokar dedi
Rengini sordum
-Rengi sahibinin yüreğine benzer dedi
Nerede büyütebilirim dedim
-En uzun yaşadığın odada dedi
Neyle büyür bu çiçek dedim
-Toprağına deyen her şeyle dedi
Çantamda ne kadar para varsa çingeneye verdim
Tohumları avucumda saklayıp devam ettim
Tüm bu olanlar bir yıl önceydi
Bugün ayrılığımızın yıldönümü
Her zamankinden erken uyandım
Sana bir çicek hediye ediyorum
Adı [ ölüm çiçeği ]
Kokladığında kan kokusundan miğden bulanacak
Rengi kapkara,ona baktığında için kararacak
Evin karanlık köşesine götür onu,sana benim hayalimi anlatacak
Dikenleri eline battığında,ellerin simsiyah kana bulanacak
Sakın sulama onu! O gözyaşlarına ve içki damlacıklarına alışıktır
Sakın şaşırma! Sana senin eserini yolluyorum
Koparıp parçalasanda,ogün aynı saatte aynı çiçeği yollayacağım
Şimdi git iki kadeh al eline
Biri kendine biri ölüm çiçeğine
Bende kadehimi kaldırıyorum
AYRILIĞIN ŞEREFİNE BİRDE ÖLÜM ÇİÇEĞİNE! .....

*ALINTIDIR*
Pollyanna - avatarı
Pollyanna
Ziyaretçi
14 Mart 2007       Mesaj #384
Pollyanna - avatarı
Ziyaretçi
BAHAR
Brooklyn köprüsünde, bir bahar günü , kör bir adam dilencilik yapıyormuş. Dizlerinin dibine bir tabela koymuş. Üzerinde "DOĞUŞTAN KÖR" yazılıymış.
Herkes dilencinin önünden geçip gidiyormuş. Bir REKLAMCI bunu görmüş. Tabelayı almış arkasına bir şeyler yazmış, olduğu yere tekrar bırakmış.
Ne olduysa olmuş..... Gelip geçen ve bu tabeladaki yeni yazıyı okuyan herkes, başlamış dilencinin önündeki şapkaya, habire para atmaya....
Bir cümle yetmiş onca kişiyi etkilemeye ve dilencinin şapkasının kısa sürede ağzına kadar parayla dolup taşmasına...
GÜZEL BİR BAHAR GÜNÜ... AMA BEN BAHARI GÖRMÜYORUM...
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
14 Mart 2007       Mesaj #385
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Sadece hissetmekti amacı sevgini...


Tek dileğiydi mutlu olmak,
hayatı boyunca dışlanmışlığın gölgesinde yaşadı,
çocuk yaşta annesini, kendini tanımaya başladığı yıllarda
ise babası onu bırakıp gitti...

Annesi cennet bahçelerinde, babası ise sadece ihtiyaçlarını
karşılamak dışında ne arıyordu nede soruyordu...

Aydan aya üç kuruş parasını yollayıp bir başına, 14-15
yaşında terk etmişti onu..
Tek başına okudu, hayata tutunabilmek için gitar çalıp şarkı söyledi
parasını kendi kazandı, hastalığı için hastahane masraflarını bile
kendisi çalışarak kazandı daha küçücük bir kız çocuğuyken..

Tabi bizim anlamamız güç, bizler annesi ve babasının yanında büyümüş
çocuklardık, halen olmasada en azından yetişkinliğe adımlarımızı
atarken onlar vardı şimdilerde olmasalarda...

Anne diye arkadaşlarının annelerini sever, baba diyince
yine etrafındaki arkadaşlarının babalarını düşünürdü,
kendi babası ile kıyaslardı... Onlarda kendi babası gibimiydi ? ...

Arkadaşlarının babalarıda çocuklarını bırakıp gidiyormuydu ?

Yıllarca hep ağladı,
Öyle ki yastığında göz yaşıyla sulanan papatyalar filizleniyordu,
gündüzleri güneş doğunca solan,
geceleri karanlıkta gözyaşlarıyla sulanan papatyaları...

Gözlerinin içinde bir umuttu hep annesinin yanına geleceği ona
sarılacağı günü görmek...

HEp bekledi,

Annesini diledi geceler boyunca,
her kadir gecesinde onun için dua etti,
her gece annesini düşleyerek koydu başını yastığına,
belki rüyasında onu görmek ümidiyle,
Her sabah gözlerini açtığında baş ucunda yıllar önce annesinin
oturup ona masallar okuduğu sandalyeye bakıyordu heyecanla,
yine sabah uyandığında onu izleyen annesini görme umuduyla.

...

Yıllarca hep bekledi, hep bekledi,

...

SEnden istediği sadece şevkatli bir MERHABA idi...

Beni bu kadar severken,, seninde ona MERHABA demen...

Elinin sıcaklığında belkide annesini hissetmekti içinden geçen,
saf, duru temiz duygularıyla gözlerinin içine bakarak sana merhaba demekti ...

Katil doğmuş sevgileri,

Yalan sevişleri,

bırakıp gidişleri artık hayatın bir gerçeği gibi görüyordu,

yanılmadığını görmek istedi sende,

ama sen onu anlayamadın, kırdın, bir kez daha sevgi denen birşey yokmuş gibi hissettirdin...

Oysaki sadece gözlerinin içindeki sıcacık gülüşü görmekti dileği...


Offff, neden böyle yaptın ki....

O seni seviyordu, şevkatini istiyordu,

TEK İSTEĞİ SICAK BİR MERHABANDI...

ANLAYAMADIN , SEBEPSİZ YERSİZ VE DİNLEMEDEN YARGILADIN...

BELKİDE ŞİMDİ AĞLIYORDUR, BİR ANNENİN SICAKLIĞINI HİSSEDEMEDİĞİ İÇİN...

PAPATYALARINI SULUYORDUR BELKİ ŞİMDİ ;



... BOŞVERSENE...

Nephthys - avatarı
Nephthys
Ziyaretçi
14 Mart 2007       Mesaj #386
Nephthys - avatarı
Ziyaretçi
ÇOCUKSUN.....


Çocuksun

Dünyanın dışına atılmış bir adımdın sen Ömrümüzse karşılıksız sorulardı hepsi bu Şu samanyolu hani avuçlarından dökülen Kum taneleri var ya onlardan birindeyim Yeni bir yolculuğa çıkıyorum kar yağıyor Bir aşk tipiye tutuluyor daha ilk dönemeçte Çocuksun sen sesindeki tipiye tutulduğum Dönüşen ve suya dönüşen sorular soruyorsun Sesin bir çağlayan olup dolduruyor uçurumlarımı Kötü bir anlatıcıyım oysa ben ve ne zaman Birisi adres sorsa önce silaha davranıyorum Kekemeyim en az kasabalı aşklar kadar mahçup Ve üzgün kentler arıyorum ayrılıklar için Bir yanlışlığım bu dünyada en az senin kadar Ve sen kendi küllerini savuruyorsun dağa taşa Bir daha doğmamak için doğmak diyorsun Ölümlülerin işi bir de mutlu olanların Onların hep bir öyküsü olur ve yaşarlar Bırakıp gidemezler alıştıkları ne varsa Çocuksun sen her ayrılıkta imlası bozulan Susan bir çocuktan daha büyük bir tehdit Ne olabilir, sorumun karşılığını bilmiyor kimse Kötü bir anlatıcıyım oysa ben ve ne zaman Bir kaza olsa adı aşk oluyor artık Aşksa dünyanın çoktan unuttuğu bir tansık Seni bekliyorum orda, o kirlenen ütopyada Kirpiklerime düşüyorsun bir çiy damlası olarak Yumuyorum gözlerimi gözkapaklarımın içindesin Sonsuz bir uykuya dalıyorum sonra ve sen Hiç büyümüyorsun artık iyi ki büyümüyorsun Adınla başlıyorum her şiire ve her mısrada Esirgeyensin bağışlayansın, biad ediyorum. Çocuksun sen ve bu dünya sana göre değil Çocuksun sen sesinin çağlayanına düştüm Bir çiçeğe tutundum düşerken, ordayım hâlâ Sallanıp durmaktayım bir saatin sarkacı Nasıl gidip geliyor gidip geliyorsa öyle Zaman benim işte, nesneleşiyor tüm anlar Dursam ölürüm paramparça olur dünya Çocuksun sen sesinin çağlayanına düştüğüm Uçurum diyordun bir aşk uçurum özlemidir Bırakıyorum öyleyse kendimi sesinin boşluğuna Tutunabileceğim tüm umutları görmiyeyim için Gözlerimi bağlıyorum geceyi mendil yaparak (Gözlerim bir yerlerde daha bağlanmıştı, bunu Unutmuyorum unutmuyorum unutmuyorum hiç) Bir rüzgâr esse ellerin fesleğen kokuyor Kırlangıçlar konuyor alnına akşamüstleri Bu yüzden bir kanat sesiyim yamaçlarda Üzgün bir erguvan ağacıyla konuşuyorum Ayrılığın zorlaştığı yerdeyim ve dalgınlığım Bir mülteci hüznüne dönüyor artık bu kentte Çocuksun sen alnına kırlangıçlar konan Bir bulutun peşine takılıp gittiğimiz yer Okyanus diyelim istersen ya da sen söyle Batık bir gemiyim orda, seni bekliyorum Upuzun bir sessizliğim fırtınalar patlarken Gövdem köle tacirlerinin barut yanıkları içinde Ve gittikçe acıtıyor yaralarımı tuzlu su Çocuksun sen, büyümek yakışmazdı hiç Gülüşünün kokusuyla yeşerdi bu elma ağacı (Soluğunun elma kokması bundandı belki) Bir elma kokusuna tutundum düşerken Sallanıp durmaktayım bir saatin sarkacı Nasıl gidip geliyor gidip geliyorsa öyle Çocuksun sen, çocuğumsun

ZERD@
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
14 Mart 2007       Mesaj #387
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
hikaye10074


Büyükler, çocukların konuşmalarını yarım yamalak
dinlediklerinden, onların sözlerinde gizli derin anlamları kaçırırlar.

Bizim eve, karıma elbiselerin, örtülerin, çarşafların
söküklerinin dikilmesinde yardım eden bir terzi kadın gelir.
Bu kadın bize geldiği zaman küçük oğlunu da beraberinde
getirir. İşte ben, kalıcı ve derin imanın anlamını bu küçük çocuktan
öğrendim. Onunla uzun zamandan beri arkadaş olduğumdan,
bizim eve geldiğinde biraz sohbet etmeyi ihmal etmem.

Geçenlerde bana yakında güzel bir futbol tuopu alacağını söyledi.
Onu tekrar görüşümde futbol topunu alıp almadığını sordum.
Çocuk cevap verdi: "Hayır efendim, annem şimdilik
topa ayıracak paramız olmadığını söyledi."

Onun bu sözleri, durumlarının yakında düzeleceğine dair
derin inancını gösteriyordu. Bilhassa, kullandığı 'şimdilik'
kelimesinde kuvetli bir güvenin izi seziliyordu.

Bu çocuğun söyledikleri beni uzun uzun düşündürdü. Onu
uzun bir süre görmedim. Günün birinde tekrar rastladım.
Çocuk, bahçede oturmuş, bir karınca yuvasını seyrediyordu.

Yavaşça yanına sokuldum.
Onu konuşturmak için babasından bahis açtım:
"Eve gidince yemekten sonra babanla oynayacak mısın?
Yoksa yemekten sonra hemen yatacak mısın?" diye sordum.
Çocuk ciddiyetle yüzüme baktı ve:
"Babam bir kaza geçirdiğinden hastanede. Şimdilik
babamla oynayamayacağım!" dedi.

Geçen gün yolum, oturdukları mahalleye düştü.
Çocuğu kaldırımda aceleyle yürürken gördüm. Üzerinde temiz
koyu renk bir elbise vardı. "Heyy" diye seslendim.
"Neden bayramlık elbiselerini giydin?
Herhalde hastaneye babanı görmeye gidiyorsun."
Çocuk gülümseyerek başını salladı. Bundan sonra
söylediği sözler, dünyayı içinde yaşamaya değer bir hale getiren,
ölümden sonraki hayata olan imanın bir insan için neler
yapabileceğini anlamama sebep olan sözlerdi.

Çocuğun soruma verdiği cevap şu olmuştu:
"Hayır efendim, hastaneye babamı görmeye gitmiyorum.
Babam geçen hafta öldüğünden, onu şimdilik göremeyeceğim."


John Golden
Nephthys - avatarı
Nephthys
Ziyaretçi
14 Mart 2007       Mesaj #388
Nephthys - avatarı
Ziyaretçi
Hamalsan iki şey önemli oluyor senin için:

Yük ve yol...

Ancak sırtına aldığın yükle bu mesafeyi aşabilirsen, ücret mevzu bahis oluyor. Aksi olursa, cereme çekiyorsun!

Bunu düşünüyordum. Yanımdaki hamalla yola çıktık. İhtiyardı. Kendinden büyük bir yük almıştı. Benim sırtımda ise birkaç bavul vardı sadece, onunkinin çeyreği... Diyordum ki içimden 'Çok gitmeden kıvrılırsa titreyen bacakları, yüklenirim sırtındaki yükün yarısını! ..'

Nitekim, çok geçmeden dedi ki: 'Mola vakti. Gel biraz dinlenelim! ...
'Ne molası, dedim ona hayretle. Ben daha terlemedim! ..'

Sözüme aldırmadı. Durdu. Çöktü. Salarken yükünün ipini 'Sen de dinlen hadi' dedi. Benim canım sıkılmıştı bu işe. Genç olduğumu, ondan kuvvetli olduğumu, bunun gibi bir bunakla yola çıkmamın ne büyük hata olduğunu düşünüyordum. O ihtiyar, bir bacağını azıcık uzatmış halde sessizce dinleniyorken, ben huzursuz bir şekilde ayakta dolanıyordum. Bir saat kadar sonra yine durdu,
oturdu, dinlendi. Ben kızgınlıkla dolandım etrafında...

'Yükünü indirip sen de dinlen', demesine aldırmadım, ona daha çok kızdım...
Sonra yine durdu. Bana da 'dinlenmemi' söyledi yine ama dinlenmedim. Yarım saat sonra 'dinlenelim mi' diye sordu, aksi aksi başımı salladım...
Kaçıncı molasıydı hatırlamıyorum, birden bire dizlerimin bağı çözüldü.
Kafamın içinde uçuşan kara kara sinekler sustu, çöküp kaldım. Kayış kolumdan çıktı, sırtımdaki bavullar kaydı. Ne kadar zaman geçtiğini fark etmedim.
Uyumuştum da uyandım mı, yoksa bayılmıştım da ayıldım mı anlamadım...
Baktım kendi kocaman yükünün üzerine benim bavullarımı da bağlamıştı. Küçük tasına birazcık su koyup dudağıma dayadı, içtim. Sonra koluma girerek;
'Hadi kalk, dedi. Bana yaslan. Ağır ağır gider ve bir süre sonra gene dinleniriz.'
Dediğini yaptım. Omzundan güç aldım, ama asıl anlattıkları iyi geldi bana.
'Ben yılların hamalıyım, dedi. Nice pehlivan yapılı adamlar gördüm. Çoğu, dinlenmek istemediklerinden yükleriyle birlikte kendilerini de toprağa serdi sonunda... Yolda gördüğümüz saçılmış kuru kemiklerin çoğu, anlattığım bu insanlara ait...
Halbuki bir yükü 'taşımak' bizim işimiz, 'altında ezilmek' değil! .. Unutma ki bir yük taşıdıkça ağırlaşır. Dinlenerek sen yükünü hafifletiyorsun! Belki günün birinde hamallığın şekli değişir. Belki o günleri ben göremem.
Ama sen kavuşursan o zamanlara, aman ha, kafanın içinde de sakın yük taşıma...
Akşamları bırak ve hafifle...
Sabah dinlenmiş olarak yeniden tekrar taşırsın yükünü.
Bizim işimiz, bugünü yarına taşımak, bugünün altında yok olmak değil. Çünkü yarınlarda bizi bekleyenler var, taşıdıklarımızı bekleyenler var...

*ALINTIDIR*
Nephthys - avatarı
Nephthys
Ziyaretçi
14 Mart 2007       Mesaj #389
Nephthys - avatarı
Ziyaretçi
Meçhule Mektuplar-1

Çok zamandır aynı idi değişmezdi gecelerimiz. Son günlerde, o sarsıla, sarsıla ağlardın ben sigâralar içerdim peş peşe ağlardı , fakat bilmezdin göz yaşlarının, tümü kaderin deki yazının kelimesini bırak harfine dahi silmeyeceğimi.

Dedim Ya : hep aynıydı gecelerimiz. Buğulu camın ardındaki sokak lambasında teselli bulurduk. Sanki kar,yağarken kimilerine göre garip bir alışkanlıktır belki kim bilir : Bağzanda sobanın üzerinde ki çaydanlığın gizemli cızırtılarını dinlerdik. Hiç konuşmadan : bir çocuğun annesinden ninni dinlediğimiz gibi.
Ben ona ağlarken katılmazdım. Gerçi niçin ağladığını bilmezdim Çoğu zaman çoğu zaman bahaneler bulurdu kendince; Sudan bahaneler…En ufak bir tartışmada sığınırdı göz yaşlarının ardına . Belki yüreğimin katı olduğunu düşünürdü: neden yalan söyleyip çıkıp ta şimdi yağan karın altında aramak gelmiyor içimden onu
Çünkü giderken açık bıraktığı gönlümdeki kapı hala açık …
Yine soba üzerindeki çaydanlığın cızırtılarını dinliyorum. Pencereden sokak lambasının altındaki yağan kara bakarak bir musiki gibi ama farklı bir şey var.
Ben ağlıyorum………

Ama inkâr edemem. gece gibi karanlık saçlarını ve ay gibi parlak yüzünü özlediğimi. Hoyrat bir rüzgâr esiyor sanki. Yağmur damlaları gibi yuvarlanan göz yaşlarımı üşütüyor; boğazıma bir şeyler düğümleniyor taş gibi. Sonra o taş gibi şeyi yutuyorum. Sanki nefes alsam seni kaybedeceğim açsam gözlerimi hayalin silinecek gözlerimden, bilirsin duygular davetsiz misafir gibidir. Giderken açık bıraktığın gönül kapılarımdan girdiler.
Ve işte açmıyorum gözlerimi.

*ALINTIDIR*
Nephthys - avatarı
Nephthys
Ziyaretçi
14 Mart 2007       Mesaj #390
Nephthys - avatarı
Ziyaretçi
Meçhule Mektuplar II


Bu benim ona yazdığım eline geçmeyen, göndermediğim veyahut gönderemediğim bilmem kaçıncı mektubum;her ne hikmetse bilmiyorum ama beynimdeki düşünceler iki noktada birleşiyor.Birincisi mektupları hep gece yazarım camın önünde sokak lambasına bakarak, yarasalar mı ilham getirir sokak lambamsımı bilmiyorum ikincisi gece insan daha cesur oluyor geceleri düşündüklerimi sabah ilk iş yapmak olacak diyorum ama yapamıyorum.
Bazen kendi kendime sorular soruyorum acaba diyorum ona olan duylularım körelmiş midir sonra kendi sorularıma kendim cevaplar buluyorum eğer duygularım körelmiş olsa diyorum ona bu mektupları yazarıyım ve bir sanat eseri gibi saklar mıyım .Bir hisse senedi gibi, değerli bir tablo gibi.
Tabi bu soruların gerçek cevaplarını bende bilemiyorum.omuzlarımın taşımayacağı yükleri taşıyamamaktan mı korkuyorum onu da bilmiyorum .
Zamanla duygularıma gem vuramadığım için şimdi tutup ta zamanı suçlamanın bir anlamı yok suçlamıyorum işte bende zamanı buna hakkımda yok zaten.
Şimdi yüklendiğim sorumlulukları bir hamalın sırtındaki yükü devenin sırtındaki kamburu taşımaya mecbur olduğu gibi bende bu sorumlulukları taşımaya mecbur hissediyorum kendimi.
Ve işte zaman ilerledi sırf bize inat olsun diye saatin akrebiyle yel kovanı on ikide buluştular.zoraki gözlerimi kapatmak istiyorum ve dahası uyumak .Uyumak öyle kolay iş değil insanın uyuması için kendisiyle barışık olması gerek ben nasıl barışırım kendimle ben benliğimi ona verdim ve o yok işte.
Beklenen gün gelir ve beklenen gelmezse intiharın eşiğine gelmişin demektir.


*ALINTIDIR*

Benzer Konular

3 Aralık 2006 / Misafir Genel Mesajlar
16 Mayıs 2014 / NihLe Müslümanlık/İslamiyet
11 Haziran 2013 / Misafir Forum Oyunları
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar
20 Haziran 2012 / ThinkerBeLL Edebiyat