Nakşeden İzler 61
Hani daha önce sizlere, satırlarımda bahsetmiş olduğum, lakabı kara Mehmet olan, can dostum bir arkadaşım vardı ya hatırladınız mı, ilahiyat fakültesi mezunuydu, şu sıralar Erzurum’un Oltu ilçesinde müftülük yapıyor.
İşte bu hal ehli arkadaşım Mehmet bir zamanlar bana demişti ki, Mustafa gardaş, sana bir şey şöyleyim de kızma sakın, olmaz mı demişti, estağfurullah Mehmet’im ne demek kızmak, haddime mi demiştim ve gözlerime bakarak, seninle bu dünyada geçinen bir hanım, mutlaka cennete girer demişti.
Tabi ki kızmam demiştim fakat, doğrusunu isterseniz içimden biraz da bozulmuştum, kendisine belli etmeden, neden diyerek duramadım sordum, bana dedi ki: sen her şeyin adil olmasını istiyorsun ve hemen sinirleniyorsun ve tahammülün çok az demişti, beklide haklıydı, ama bana göre;
Her insan sorumluluğunu bilmeli, haksızlığa, yalana, ihanete hiç tahammülüm yoktu, bunu da elimde olmadan ve istemeden yüz hatlarımdan belli ediyordum.
Belki biraz duygularımı gizleyerek, biraz tahammül göstererek ve bir müddet zamana bırakarak, böyle davranma yolunu tercih etsem, belki birilerinden daha çok kabul göreceğim.
Fakat böyle bir erdem ve fazilet benim becerebildiğim bir iş değildi, bazen böyle yapabilmeyi becersem, diyerek hayıflandığım olmuştur.
İşte askerden dağıtım iznine gelirken, merakımın temel nedeni, annemlerin bana karşı tavrıydı, sevgili babamın masum olan, fakat annemin dolduruşuyla asık duran yüzü, benim en önemli kaygı nedenlerimdi.
Eşimi babasının evinden alarak, bizim eve getireceğim, durum nasıl olacak acaba diye, kaygılanıyordum tabi olarak.
Evliliğimin birinci yılı dahi dolmadan, biran önce geleceğimi düşünmek sebebiyle, çocuklarımın her zaman başın da bulunmak için, işimi kalıcı yapmak kaydıyla ve tüm bunları şekillendirmek niyetiyle askere gitme gereğini duymuştum.
İsmini yirmi bir gündür koymayı geciktirdiğim, biricik ve tek göz ağrım çocuğuma nihayet kavuşacaktım, tabi çocuğumun annesi sevgili eşime de.
Kolay mı evlendikten sonra, eşimden ilk defa ayrı kalıyordum, yirmi dört yaşıma kadar hiçbir kadına yakın olmamıştım, uzuvlarımın haysiyetini ve onurunu korumuştum, her ikimiz de ilk defa karşıt cinslerimize yakın olmuştuk.
Asker ocağın da eğitim yaparken, güneşin altın da yanmıştık, ilk defa asker elbisesiyle eşim beni görecekti.
Asker olmamın yanın da, cazip olan hiçbir tarafım bulunmuyordu, zira harçlığımız az olduğu için, maalesef bir asker hediyesi dahi alamamıştım.
Nihayet evimize gelmiştim, her zaman olduğu gibi annem açmıştı kapıyı, umduğumdan daha iyi karşıladı, canım annem işi rast gelsin, hemen babama seslendi, İsmail efendi bak oğlun geldi diyerek, babam da sevinerek geldi ve hemen ellerini öptüm, sarıldık hal, hatır sual ederek biraz sohbet ettik.
Babasına emanet olarak bıraktığım, ehlim ve çocuğumu almak için, müsaade isteyerek evimizden ayrıldım, kayın pederimin evinin yolunu tuttum, nihayet evlerine ulaşarak, orada da hoş beş yaptıktan sonra, izin isteyip kendi evimizin yolunu tuttuk.
Kızımı maşallah nur topu gibi buldum, fevkalade sağlıklı ve bir o kadar da güzel mi güzeldi, masum bir yüzle etrafına bakınıyordu, yanaklarını nazik bir şekilde okşadım ve ilk defa kendi parçamı öptüm.
İsminin ne olacağının kararını vermiştim, anlam itibarı ile namusunu, iffetini muhafaza eden, haya sahibi manasına gelen ve ayrıca Hz.Fatma ve Hz.Asiye annelerimizin, halk tarafından konmuş sıfatları olması sebebiyle.
Çevremde duymadığım, bizim sülalemiz de hiç kimsede bulunmayan, Betül ismini çocuğuma isim olarak, sağ kulağına ezan, sol kulağına kamet getirerek, usulüne uygun bir şekilde koydum.
Nihayet bir asker çocuğu olarak dünyaya gelen, yirmi bir gün isimsiz kalarak bekleyen, sevgili kızıma kavuşma bahtiyarlığına bulmuştum Allaha hamt olsun.
Şöyle bir üşünüyorum, haya ve edep timsali hayat arkadaşımın, çok utanacağından, asla sesini dahi çıkaramayacağını, ağrıdan, sancıdan dişlerini kitlenmiş gibi sıkacağını, en son noktaya gelene kadar, annesine dahi durumunu söylemeyeceğini, tahmin ediyordum.
Kuytu bir köşe çekilerek, her bir kimseden kaçınacağını, en çok ihtiyaç duyacağı anlarda dahi, yanında bulunamadığım, o ızdırap dolu günleri hatırladığımda, hala bir sıkıntı çekerim.
İtiraf etmeliyim ki, hiçbir zaman eşim kadar duyarlı olamadım, belki benim bu özrüm sevginin, şefkatin izinli olduğu, bir aile ortamında yetişmemden kaynaklandığını, bazen düşünmüyor değilim.
Tabi bayanların yaratılış itibarı ile, biraz daha duygusal olduklarını, geleceğin annelerinin sevgi ve şefkatte, fedakar olmalarının kaçınılamazlığı, ayrıca unutulmamalıdır.
Kayın pederim, saygın, hafız ve bir imamken, bir çok çocuğun ismini koymuşken, kendi evinde bir emanet ve misafir olarak kalan, kendi öz kızının çocuğuna, kendi torununa bir isim koyamamak durumunda bırakılması, tahmin ediyorum ki, çok üzülmüş ve canını da sıkmıştır, bende üzülüyorum lakin!
Belki böyle katı kararlar almak durumunda kalmamın tek nedeni, ömür boyu güvenebileceğim ve bir yastığa baş koyduğum, iyi ve kötü günlerde tereddüde, kuşkuya kapılmadan bir güven ortamında, her şeyimi paylaşacağım, sevgili ehlimin tavrını daha yakından tanımam adına gerekliydi.
Vermiş olduğum talimatlara bağlılığını, yokluğumda sadakatini, kendi annesi babası dahi olsa, tercihlerindeki duyarlılığını mutlaka bilmeliydim.
Efendisinden aldığı talimatların, her zaman önceliğini koruyacağını, bilmesi ve bunu tereddütsüz uygulaması, benim için kaçınılmaz bir gözlem olmuştu.
Şükürler olsun Allah’a ki, sevgili eşim bu süreçten de, alnının akıyla çıkmıştır, kendisine gıyabında teşekkür ediyorum.