Arama

Hikayeler ve Öyküler -2- - Sayfa 77

Güncelleme: 17 Şubat 2016 Gösterim: 590.275 Cevap: 1.812
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
23 Nisan 2007       Mesaj #761
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
BİR KARDELEN MASALI...

Bir varmış bir yokmuş ,uzak ülkelerin birinde, dağların doruklarında güzeller güzeli Dağ Fulyası yaşarmış.Baharın ilk belirtileriyle uzun kar uykusundan uyanır, güneş sıcaklığını iyice hissettirmeye başladığı günlerde tomurcuklanır, yaz boyunca da çiçekleriyle çevresine binbir renkler saçar, kokusu ile, güzelliği ile, güzelliğinden çok o
Sponsorlu Bağlantılar
mahçup saf duruşu ile herkesi kendine hayran bırakırmış. Doğa ananın da en sevgili yavrusu, herşeylerden sakınıp gözettiği en nadide çiçeği imiş bu Dağ Fulyası. En yakın arkadaşı Nergis
'le sıcak yaz günleri boyunca gülüşürler, oynaşırlar, bütün doğayı neşeyle donatırlarmış. Fulyacık Nergis'ini çok sever bir dediğini iki etmezmiş. Elinden gelse tüm dünyasını Nergis'le paylaşmak istermiş. Nergis de çok güzelmiş ama Fulya'nın saflığına karşı son derece kurnaz, işveli, cilveli, bir kızmış. Fulya'yı çok sever, onunla arkadaşlığını sürdürmek için kendini ona benzetmeye çalışır, ama içten içe de Fulya'nın herkes tarafından sevilmesine tahammül edemez, herkes kendini daha çok sevsin istermiş. Fulya'nın tüm çiçekleri sabırla dinleyip, hepsine yardım etmek istemesine, herkese çözüm getirmeye çalışmasına hayret edermiş. Çünkü, Nergis çiçek için doğadaki en önemli şey kendisiymiş, kendi duyguları kendi düşünceleri , herkesin, herşeyin üstünde imiş. Fakat Fulya'ya özel bir değer verir, onun hayranı olduğu saflığını korumak için olası tüm kötülüklerden sakınmak istermiş. Fulya ise hep tebessümle karşılarmış Nergis'i zira, Doğa annesinin de aynı koruyucu kollayıcı davranışlarına alışık olduğu için Nergis'e ayrıca çok güvenir, inanırmış. Bu arada aşağılarda , dağların, vadilerin ötesindekiovalarda ise Bahar Rüzgârı yaşarmış...
Bu rüzgârın en sevdiği iş, ovanın tüm çiçeklerine gezip
gördüğü yerleri anlatarak onlara yeni heyecanlar, yeni ufuklar göstermek ve onların hayranlığını, sevgisinikazanmakmış. Birbirinden değişik ilginç öykülerle çiçeklerin gönlünü çelip en masum görüntüsünü takınıren hoş sesiyle onlara birbirinden güzel şarkılar söyler,eğlendirirmiş. Çiçekler kendilerinden geçip, hayranlıklaonu dinlerken, o fark ettirmeden çiçek tozlarını alıp koynunda gizlediği kutusuna atarmış. Bahar Rüzgârı, bu çiçek tozlarını karıştırıp bir gün kendine en güzel kokulu, en güzel renkli çiçeğini oluşturacağını hayal eder yüreği bu hoş beklentiyle çarparmış. Fakat aldığı her çiçek tozundan sonra yine bir eksiklik hissedip daha güzel, daha ışıltılı,binbir renkli, çok daha güzel kokulu çiçekler aramaya çıkarmış. Rüzgâr, bir gün yine bu amaçla ovadan ayrılıp vadiye doğru yola çıkmış. Vadiye geldiğinde birden çok farklı bir çiçek kokusu hissetmiş, etrafına bakınmış ama görememiş.Çünkü kokuyukarılardan geliyormuş. Başını kaldırıp dağa doğru bakmış. Tepelere yaklaştıkça kokular daha da yoğunlaşırken içlerinden ayırt edici bir koku tatlı tatlı başını döndürüyor, onu daha yukarılara çekiyormuş. Sonunda onu görmüş. İlk önce
heyecandan yanına yaklaşamayıp uzaktan seyre dalmış.Fulya çiçek olacaklardan habersiz pervasızca çevresindeki arkadaşlarıyla şakalaşıyor, çocuklar gibi neşeli kahkahalar atıyor, gülerken gözlerinin içi gülüyormuş. Rüzgâr nasıl olup da bugüne kadar çevresine eşsiz ışıltılar saçan bu çiçeğin varlığından habersiz yaşadığına hayret etmiş. Hemen harekete
geçmeye karar verip hafif hafif Fulya'nın etrafında esmeyebaşlamış. Bir yandan da bildiği en güzel şarkıları söylüyormuş. Fulya bu beklenmedik hoş esintiyi heyecanla karşılamış, kendine yeni ve çok farklı bir arkadaş edineceğini hissetmiş. Çünkü
arkadaşı Dağ Rüzgârının keskin esintisine karşı Bahar Rüzgârı tatlı bir meltem edasıyla yapraklarını okşuyor, yıpratmadan dinlendiriyormuş. Güzeller güzeli çiçek, rüzgârın coşkulu, tutkulu
heyecanlı sesini büyük bir hoşnutlukla dinlemeye koyulmuş...
Rüzgar, Fulya'ya ovadaki güzellikleri, gezip gördüğü yerlerdeduyup işittiği ve yaşadığı ilginç hikayelerini anlatırkenonun da başını döndürüp çiçek tozlarını alacağı anı hayalediyor ve yüreği bu anın heyecanı ile deli gibi çarpıyormuş. Fakat kendindeki bu yeni duygulara kendide şaşırıyor, Fulya çiçeğin tüm dünyasını merak ediyor, daha yakından
tanımak için çırpınıyormuş. Bu nedenle çiçek tozlarını almak için biraz daha sabredip Fulya ile arkadaş olmaya karar vermiş.
Rüzgâr, Fulya çiçeğin dünyasına girdikçe hayranlığı daha da büyümüş, onunla konuşmak, onun fikirlerini duymak, kendini dinlerken hüzünlü hikayelerde hemen buğulanıveren gözlerine dalıp gitmek, neşeli hikayelerde kahkahalarına karşılık vermek Rüzgarda tutkuya dönüşmüş. Fulya'nın kokusu renklerindeki saflık, konuşmalarında kendini hissettiren bilgeliğini, çocuksu ifade tarzı, helesesindeki o içine işleyen ince tını bugüne kadar hiçbir çiçekte rastlayamadığı özelliklermiş. Fulya ise dinlediği o harika hikayelerle, kendini dünyanın her yerine götürdüğüne inandığı
bu yeni arkadaşı yüzünden tüm arkadaşlarını ihmal etmeye başlamış. Zamanını hep Rüzgarla beraber geçirmek istiyormuş. Zira Rüzgâr öyle güzel konuşuyor ve o kadar çok şey biliyormuş ki, Fulya'nın dünyası yepyeni renklerle bezeniyormuş.
Günler geceler boyu birlikte konuşmuşlar, gülmüşler,
ağlamışlar. Bahar Rüzgârı Fulya'nın bütün güvenini kazanmış. Fulya bu arada Nergis'i ihmal etmemeye çalışıyor onada rüzgâr'ın anlattıklarını anlatıyor ve ikisini tanıştırırsa birlikte harika bir dünya kuracaklarını çok eğleneceklerini söylüyormuş. Nergis, Fulya'yı ilk kez bu kadar heyecanlı görüyor ve onubu kadar etkileyen birini çok merak ediyormuş.
Rüzgâr ise çiçek tozlarını aldığı takdirde Fulya'nın
arkadaşlığını kaybedeceğini bildiğinden bu çok istediği, beklediği anı sürekli erteliyormuş. Fakat aklında dayaratacağı o muhteşem çiçek olduğundan dağdaki diğer çiçeklerle arkadaşlık kurup, onlarada aynı hikayeleri, aynı şarkıları anlatarak başlarını döndürüyor ve çiçek tozlarını alıp saklıyormuş. Bir gün Fulya, Rüzgâr'ın tüm yaptıklarını görmüş. Fakat çiçek tozlarını saklamasını anlayamamış. Zira çiçek tozları, çiçekler için hayati önem taşıyormuş.
Tüm çiçek arkadaşlarının ertesi baharlarda yeniden canlanıp gün ışığına kavuşmaları için bu tozların yeniden toprağa düşmesi gerekiyormuş. Oysa rüzgâr onları kendine saklayarak çiçeklerin ömürlerini sona erdiriyormuş. Fulya çok üzülmüş, onun derin
düşünceli hali Doğa annesini de endişelendirmiş. Bu arada Fulya, istemeyerek Bahar Rüzgârı'nı Nergis'lede tanıştırmış. Ama Nergis'in
çok akıllı olduğunu ve Rüzgâr'ın büyüsüne kapılmayacağını düşünüyormuş. Oysa Rüzgâr, Nergis'in ışıltılı renklerini öyle bir övgülerle anlatmaya başlamış ki.. Hele Rüzgâr'ın şarkılarında ki,o heyecanlı sesi duyunca Nergis de tüm diğer çiçekler gibi büyülenmiş ve çiçek tozlarının gitttiğinin farkına bile varmamış. Fulya büyük bir korku ve üzüntü ile olanları izliyormuş.Hemen evine dönüp Rüzgâr'a, evinin tüm kapı ve pencerelerini sıkı sıkıya kapatmış. Rüzgâr, Fulya'nın olanları gördüğünden habersiz, kendinden emin bir şekilde büyük
bir kibir ve iki yüzlülükle Fulya'nın evinin önüne gelmiş. Her zamanki gibi Ona ne eşsiz bir çiçek olduğunu, kokusuyla onu büyülediğini, çok uzaklardan bu koku ile kendisini çekip
getirdiğini en etkileyici sesi ile söylemeye başlamış.

Fulya çok büyük üzüntüler içinde perdenin arkasından sessizce Rüzgâr'ın anlattıklarını dinliyormuş. Rüzgâr, kapıların açılmayışına anlam verememiş. Tekrar Fulya'ya ne kadar ok değer verdiğini söyleyip en hüzünlü sesiyle ona şarkılar söylemeye devam etmiş. Fulya, gözyaşları içinde kapılarını açmadan Rüzgara her şeyi gördüğünü ve yaptıklarını çok yanlış bulduğunu, çiçeklerin yaşamlarının sürekliliği içino tozlara ihtiyacı varken kendisinin büyük bir duyarsızlıkla,herşeyi önceden planlayarak tozları çaldığını söylemiş. Rüzgâr, Fulya'nın tepkisini çocukça ve anlamsız bulmuş.
O tozlara kendi mükemmel çiçeğini yaratmak için ihtiyacı olduğunu Fulya'ya anlatmaya çalışmış ama Fulya onun yaptıklarını asla anlayamayarak bencillikle suçlayıncabüyük bir kızgınlıkla oradan uzaklaşmış. Nergis ise olanlardan habersiz Rüzgârla arkadaşlığına devam ediyormuş. Rüzgâr kendi mükemmel çiçeği için sakladığı
tozları arasında Fulya'nın eksikliğini içinde duyarak,
kutusunu açmış, bir daha ki bahara kendi muhteşem
çiçeğini oluşturmak amacıyla çiçek tozlarını toprağa
serpmek istediğinde birde ne görsün tozların hepsi
kutunun içinde günlerce havasız kalmaktan
bozulup küflenmemiş mi?
Rüzgâr, her çiçek tozunun kendi doğal ortamı içinde sadece ait olduğu çiçek olarak yaşayabileceğini çok geç anlamış. Yinede büyük bir kibirle doğanın kanunlarına karşı geldiğini binlerce çiçeğe sonbaharı yaşattığını görmezden geliyor,diğer yandan içinde Fulya'nın yokluğundan kaynaklananbüyük bir boşlukla tüm hedef veamaçları tükenmiş bir şekilde avare esip duruyormuş...
Fulya, gördüklerine yaşadıklarına dayanamıyor büyük acılar çekiyormuş. Hele bir dahaki baharda hiçbir arkadaşının olamayacağını düşündükçe, Nergis'inin bile Rüzgâra kapılıp gittiğini görmek, onu kaybettiğini bilmek Fulya'nın büyük üzüntülerle hastalanmasına neden olmuş. O incecik zarif boynu bükülmüş, günden güne sararıpsolmuş. Doğa anne üzüntüsünden ne yapacağını bilemiyor en değerli yavrusunun gözünün önünde eriyip gitmesini,
hastalıktan ölecek hale gelmesini önleyecek çareler arıyormuş. En sonunda aklına çok güzel bir fikir gelmiş. Hemen Dağ Fulyası'nın yanına gelerek, onun vaktinden çok önce uyumaya başlaması gerektiğini söylemiş.
Fulya çiçek derin üzüntülerle minicik yüreği çok yorgun olduğundan henüz daha bahar aylarında olmasına rağmen annesinin kollarında kolayca uyumuş.. Günler haftalar aylar boyunca hiç uyanmamış.. Böylece tüm yaz ve sonbahar aylarını uykuda geçiren Fulya bir gün kulağında Doğa annesinin tatlı mırıltılarını duyarak gözlerini açmış. Yüreğinin nedeninihenüz bilemediği büyük bir huzur ve mutluluk ile dolu olduğunu hissediyormuş. Gördüklerini anlamaya çalışıyor,muazzam bir beyazlığın ortasında gözleri kamaşıyormuş.
Adeta tüm evren, bu güzel ve cesur çiçeğin yüreğini huzurla doldurmak istercesine büyük bir sessizlik içindeymiş. Karların Prensi ise büyük bir şaşkınlıkla kardan pelerinin altından adeta yüreğini delip çıkan bu çiçek karşısında nefesi tutulmuş, gözlerine inanamayarak bu güzel çiçeğin yaşama yeniden gülümsemesini izliyormuş. Hayatında ilk kez böylesinegüzel bir çiçekle karşılaşmış. Zaten zavallıcık hayatı boyuncahiç çiçek bile göremiyormuş ki, kış boyunca doğadaki tüm canlılar kış uykusuna yatar, her yer derin bir sessizliğe gömülürmüş. Fulya da doğaya böylesine muazzam güzellikler veren ve büyük bir huzur içinde uyumasınısağlayan karlar prensine mutlulukla gülümsüyormuş.
Tüm ruhu ve incecik zarif gövdesi ile sadece karlar prensine yönelmiş, gözleri sadece onu görsün, yüreği sadece on duysun istemiş. İşte; o günden beri tüm doğa, Dağ Fulyasına KARDELEN demeye başlamış. Zira, karları delip yeryüzüne çıkabilen tek çiçek Kardelen olmuş. Karların ve Karlar Prensi'nin tek çiçeği ... Kardelenle Karlar prensi birbirlerine hiç beklemedikleri bir anda kavuşmanın sevinci ile sonsuza dek büyük bir mutlulukla yaşamışlar...


Servet ÖZKÖK

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
23 Nisan 2007       Mesaj #762
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
ÖLÜMSÜZ KIRMIZI GÜLLER....

Sponsorlu Bağlantılar
Kan rengi, kıpkırmızı güllere bayılırdı. Zaten onlarla
adaştı da. Rose... Gül... Kocasının sevgili Rose'u... Her yıl
Sevgililer Günü'nü kapının önünde bulduğu enfes fiyonklarla
süslü kucak dolusu kırmızı güllerle kutlardı. Hiç aksamadan.
Hatta, eşini kaybettiği yıl dahi kapısı çalınmış, gülleri kucağına
bırakılmıştı..Tıpkı geçmişte olduğu gibi, küçük bir kartla birlikte..
Her yıl güllere iliştirdiği karta aynı cümleleri yazardı:
"Seni, geçen sene bugünkünden, daha çok seviyorum..."
Birden, bunların son gülleri olduğunu düşündü.. Önceden
ısmarlanmış olmalıydı.. Öleceğini nasıl bilebilirdi?..
Zaten her seyi önceden planlamayı ve yapmayı severdi,
yumurta kapıya gelmeden...

Gülleri özenle içeri taşıdı..saplarını kesti, vazoya yerleştirdi..
Vazoyu da konsolun üzerine, eşinin kendisine gülümseyen
fotoğrafının yanına koydu. Orada kocasının koltuğunda
oturup saatlerce güller ve fotoğrafı seyretti sessizce.. Bitmek
bilmeyen bir yıl geçti.. Yapayalnız ve hüzün dolu bir yıl..
Sonra bir sabah kapı çalındı.. Tıpkı eski günlerde olduğu gibi..
Kırmızı gülleri, üzerinde küçük kartıyla birlikte eşikteydi..
Sevgililer Günü'nü kutluyordu. Gülleri içeri aldı. Şaşkınlık
içinde doğru telefona gitti. Çiçekçi dükkanını aradı...
Onu bu kadar üzmeye kimin hakkı vardı ?

"Biliyorum" dedi, çiçekçi.. " Eşinizi geçen yıl kaybettiniz..
Telefon edeceğinizi de biliyordum.. Bugün size yolladığım gülleri
çok önceden ısmarlamış, parasını da ödemisti.. Hep öyle
yapardı zaten, hiç şansa bırakmazdı. Dosyamda talimat var.
Bu çiçekleri size her yıl yollayacağım. Bir de özel kart vardı,
kendi el yazısıyla. Bilmeniz gerek diye düşünüyorum..
Ölümünden sonra çiçeklere iliştirmemi istediği kart..."
Rose hıçkırıklar arasında teşekkür ederek telefonu kapattı.
Parmakları titreyerek zarfı açtı..

" Merhaba gülüm" diye başlıyordu, kart.. " Bir yıldır ayrıyız.
Umarım senin için çok zor olmamıştır. Yalnızlığınıı ve acılarını
hissedebiliyorum. Giden sen, kalan ben olsaydım neler çekerdim
kimbilir? Sevgi paylaşıldığında yaşamın tadına doyum olmuyor.
Seni kelimelerle anlatılmayacak kadar çok sevdim. Harika
bir eştin dostum, sevgilim benim... Sadece bir yıldır ayrıyız.
Kendini bırakma. Ağlarken bile mutlu olmanı istiyorum.
Onun için bundan sonraki yıllarda güller hep kapımızda olacak.
Onları kucağına aldığında paylaştığımız mutluluğu ve
kutsandığımızı düşün. Seni hep sevdim.. Her zaman da
seveceğim. Ama yaşamalısın. Devam etmelisin... Lütfen..
Mutluluğu yeniden yakalamaya çalış. Kolay değil,
biliyorum ama bir yolunu bulacağına eminim....

Güller, senin kapıyı açmadığın güne dek gelmeye devam
edecek. O gün çiçekçi beş ayrı zamanda gelip kapıyı çalacak,
eve dönüp dönmediğini kontrol edecek. Beşinciden sonra
emin olarak gülleri ona verdiğim yeni adrese getirip
seninle yeniden ve ebediyyen kavuştuğumuz yere bırakacak..
SENİ SEVİYORUM GÜLÜM..."

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
23 Nisan 2007       Mesaj #763
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
DoGum GüNü HeDiYeSi

Fırına geldiğimde ortalıkta ekmek görünmüyordu. Eski bir
dostum olan fırıncı,"Biraz bekleyeceksin hocam," dedi.
"İki-üç dakikaya kadar çıkartıyorum."

Kenardaki tabureye oturup beklemeye koyulurken, içeriye
yaşlıca bir adamın girdiğini gördüm. Eskimiş ceketinin sol
yakası altında bir madalya parıldıyor ve yürürken hafifçe
topallıyordu. Selam verdikten sonra, fırıncının tezgahına
yaklaşarak, "Ekmeklerimi alayım," dedi.
"Benim ikizler acıkmıştır."

Fırıncı, adamın kendesine uzattığı torbayı alarak tezgahın
altına eğildi ve bir gün öncesine ait olduğu anlaşılan
ekmeklerden dört-beş tane çıkardı.

Ben o arada oturması için kendi yerimi o adama vermiş,
tezgahın yanına iyice yaklaşmıştım. Ekmeklerden birkaç
tanesinin şekli değişmiş, katılaşmış, taş gibi olmuştu.

Fısıltı şeklinde fırıncıya sordum. Neden taze ekmeği
beklemesini söylemiyorsun? Biraz sonra çıkacak ya!..

"Bayat ekmekleri kendisi istiyor." dedi fırıncı. "Çok fakir
olduğundan, ona yarı fiyatına veriyorum."

"Kim bu adam?" diye sordum.
"Kore gazilerinden " dedi. "Oğluyla gelini bir trafik kazasında
vefat edince, ikiz torunlarını yanına almıştı. Yıllardır
onlara bakıyor, hem de çok az bir maaşla."

Fırıncının anlattıkları karşısında içimin yandığını hissediyor ve
ufak da olsa bir şeyler yapmak istiyordum.

"Aradaki farkı ben vereyim," dedim. "Hiç olmazsa bugün
taze ekmek yesinler." Fırıncı, teklifimi kabul etti ve biraz
sonra da, fırından yeni çıkan taze ekmekleri adamın torbasına
doldururken şekli bozuk, bayat ekmekleri de tezgahın altına koydu.

"Çok şanslısın hacı amca," dedi. Çocuklar için sana
bugün pasta gibi ekmek vereceğim."

Yaşlı adam, bir evlat sevgisiyle kucakladığı torbayı
göğsüne bastırırken. "Allah, senden razı olsun evladım" dedi.
"Bugün onların doğum günü olduğunu nereden biliyordun?"


Cüneyd Süavi
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
23 Nisan 2007       Mesaj #764
arwen - avatarı
Ziyaretçi

sevgi kaşıkları

Bir gün sormuşlar ermişlerden birine: "Sevginin sadece
sözünü edenlerle, onu
yaşayanlar arasinda ne fark vardir?"
"Bakin göstereyim" demiş ermiş. Önce sevgiyi dilden
gönüle indirememiş
olanlari çaðirarak onlara bir sofra hazirlamiş. Hepsi
oturmuşlar yerlerine.
Derken tabaklar içinde sicak çorbalar gelmiş ve
arkasindan da, derviş
kaşiklari denilen bir metre boyunda kaşiklar.
Ermiş "Bu kaşiklarin ucundan tutup şöyle yiyeceksiniz"
diye bir de
şart koymuş. "Peki" demişler ve içmeye teşebbüs
etmisler. Fakat o da
ne? Kaşiklar uzun geldiðinden bir türlü döküp
saçmadan
götüremiyorlar
aðizlarina. En sonunda bakmişlar beceremiyorlar,
öylece aç
kalkmişlar sofradan.
Bunun üzerine "Şimdi..." demiş ermiş. "Sevgiyi
gerçekten bilenleri çaðiralim
yemeðe." Yüzleri aydinlik, gözleri sevgi ile
gülümseyen işikli insanlar
gelmiş oturmuş sofraya bu defa. "Buyrun" deyince her
biri uzun boylu
kaşiðini çorbaya daldirip, sonra karşisindaki
kardeşine uzatarak içmisler
çorbalarini. Böylece her biri diðerini doyurmuş ve
şükrederek kalkmişlar
sofradan."Işte" demiş ermiş: "Kim ki hayat sofrasinda
yalniz kendini görür
ve
doymayi düşünürse o aç kalacaktir. Ve kim kardeşini
düşünür de
doyurursa o da kardeşi tarafindan doyurulacaktir.
Şüphesiz şunu da
unutmayin; hayat pazarinda alan deðil veren
kazançlidir herzaman..
Sedef 21 - avatarı
Sedef 21
Ziyaretçi
23 Nisan 2007       Mesaj #765
Sedef 21 - avatarı
Ziyaretçi
BANA GÖZYAŞI BORCUN VAR !


Adam genç kadına seslendi:
- Bana gözyaşı borcun var!

Genç kadın sordu:
- Nasıl öderim?

Adam gözlerini kırptı;
- Haydi gülümse!

Gülümsedi genç kadın. Adam, cebinden mendilini çıkarıp, borcunu sildi.
Ve mendilini özenle katlayıp, yine kalbinin üzerindeki iç cebine koydu.

Bir demet mor sümbül vardı kadının elinde.
İkisi de bahar kokuyordu...
Biri ilkbahar, diğeri güz.

Adam, seslendi yine;
- Bana mutluluk borcun var!

Genç kadın, biraz mahcup, biraz şaşkın sordu:
-Nasıl ödeyebilirim?

Heyecanlandı adam
- Haydi yat dizlerime!

Genç kadın bir kedi uysallığında, yattı dizlerine usulca.
Adam, şefkatle saçlarını taramaya başladı kadının.
Saçları, güneşe ve yağmurlara hasret hiç yaşanmamış baharlara benziyordu.
Çaresizliğini ördü sırasıra.
Sonra saçının her teline, mutluluğun çığlıklarını bağladı adam.
Yetmedi, gizli düğüm attı... Ağladı.
Hava kararmak üzereydi. Dışarıda yağmur yağıyordu delice.
Adam, sürekli borç defterlerini kurcalıyordu.

Genç kadının gözlerinin içine baktı;
- Bana yürek borcun var!

Borcunun farkındaydı sanki genç kadın, şaşırmadı.
- Bu borcumu nasıl ödeyebilirim?

Adam kollarını uzattı
- Haydi tut ellerimi!

Sümbül kokusu sinmiş ellerini uzattı genç kadın.
Elleri öyle sıcaktı ki, eriyiverdi bütün borcu avuçlarının içinde.
Genç kadın gitmek üzereydi.

Adam son kez seslendi;
- Bana can borcun var!

Kadın irkildi;
- Can mı?

Sigarasından derin bir nefes çekti adam;
- Evet... Can borcun var. Sensizlik öldürüyor beni!

Hoşuna gitti sözler kadının
- Peki bu borcumu nasıl tahsil etmeyi düşünüyorsun?

Adam, biraz daha yaklaştı;
- Yum gözlerini!

Hiç tereddüt etmeden yumdu gözlerini.
Adam da yumdu gözlerini, masumca bir öpücük kondurdu
kadının titreyen dudaklarına.

- Bu ne şimdi yaptığın? diyerek çattı kaslarını kadın...
Adam, pişmanlıkla, memnunluk arasında gidip geldi. Kekeledi;
- Hayat öpücüğüydü!

Kısa bir sessizliğin ardından bu kez kadın öptü adamı şehvetle...
Adam, şaşırdı;
- Ya senin bu yaptığın neydi?

Genç kadın kapıya yöneldi;
- Veda öpücüğü!

Kalan borçlarına karşılık, yürek dolusu çaresizlik
ve bir de mor sümbüllerini masanın üzerine rehin bırakıp gitti genç kadın.

Adam koştu peşinden sümbülleri geri verdi kadına.
- Ne olur iyi bak umut çiçeklerime, solmasınlar...

Genç kadın sümbülleri aldı:
- Merak etme, gün aşırı sularım çiçeklerini!

Adam sevindi:
- Güneşe, suya gerek yok. Gülümse yeter!

Kadın gözden kaybolurken haykırdı adam,
- Umutlarımı kefil yaptım. Unutma, bana aşk borçlusun!

Haykırışı yağmura karıştı.
Kadın, yağmuru hissetmeyen kalabalığa...




arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
24 Nisan 2007       Mesaj #766
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Gece ve gündüz


Genç bir hanımın kocası, görevi gereği sık sık evinden uzak yerlere gitmek ve oralarda uzun müddet kalmak zorundaydı. Öyle ki, evinde geçirdiği günler, bu uzun iş seyahatlerinin yanında çok az bir zamandı. Genç hanım için bu duruma alışmak zamanla mümkün olmuşsa da, özellikle eşinin eve dönmesine yakın günlerde, onu beklemek dayanılmaz bir hâle geliyordu.

İşte öyle günlerden birinde, genç hanım çok sevdiği bir aile dostunu ziyarete gitti. Bu yaşlı, tecrübeli ve çok tatlı bir teyzeydi ve genç hanım için onunla sohbet etmek, her zaman içini ferahlatan bir şeydi.

Bir yandan çaylarını yudumluyorlar, bir yandan da uzun uzun sohbetler ediyorlardı. Bir ara genç hanım:

"Eşim bir hafta sonra gelecek. Onu neredeyse üç ay oldu görmedim. Ama sadece onbeş gün kalacak.. Onbeş gün, nedir ki? Göz açıp kapayana kadar geçiyor. Sonra da tekrar gidecek.."

Genç hanımın hüzünlendiğini gören tecrübeli teyze, gülümseyerek ona şöyle dedi:

"O vakit sen, o onbeş günün gecesini ayrı gündüzünü ayrı say kızım. Böylece, otuz gün eder. Birbirini seven kimselerin gecesi ayrı bir gündür, gündüzü ayrı bir gün"

Bu ilginç tavsiye, genç hanımın yüzünü güldürmeye ve hüznünü dağıtmaya yetmişti.

Nephthys - avatarı
Nephthys
Ziyaretçi
24 Nisan 2007       Mesaj #767
Nephthys - avatarı
Ziyaretçi
Kelebekler Bir Gün Yaşar...







- Beklenen Geleceğe Mektuplar I-

Adını Bile Bilmediğim Sen;
Bir kelebek misâli yıllarca kozamı örmek için didindim durdum. Herşey, gelmesi beklenen 'seninle' paylaşılacak gelecek içindi. Sen benim, vücut bulmamış geleceğimdin adetâ... Yaşama gücümü, senin geleceğin günün heyecanından aldım hep... 'Nasılsa o gelecek...' diyerek dünyanın bütün azabına, cefasına katlanmaktan geri durmadım. Öyle ya... Senin geldiğin o günü görmek, herşeye değerdi. Engelliydim; fakat asla bir engelli gibi hissetmediğim gibi bir engelli olarak da yaşamadım. Vücudum, beni taşımaktan bile aciz bir araçtan öte birşey olamadı asla... Ben, asla o olmadım.
Zaman zaman sen zannettiğim insanlar girdi hayatıma... Sayıca az da olsalar, her biri bir başka iz bırakarak ve sen olmadığın gerçeğini yüreğime haykırarak çekip gittiler. Çoğunlukla da 'acaba sen misin?' diye sormama fırsat bile bırakmadan...

Hani diyor ya bir şair aşk için:

«
Sebep, bazı Leyla, bazı Şirin´di.
Hatrım için yüce dağlar delindi.
Bilek gücüm Ferhat ile bilindi,
Kuvvet benim, kudret benim, ter benim.
»

Ta lise çağlarımda sana aşık olduğumu hissederdim, senin kim olduğunu bilmeden... Sen benim her türlü fizik özelliğin dışında vücutsuz sevgilimdin, eşimdin. Çünkü sen, beni gelecekte bekliyordun; kozamı örüp te özgürce uçabildiğim günü bekliyordun gelmek için; buna inanıyordum. Bu hissediş, bu inanç, öyle kuvvetliydi ki çekilen hiçbir sıkıntı, bana mısın demiyordu. İçimde bilmeden yeşerttiğin bahar dallarının ve bu etsiz, kemiksiz sevdânın tesiriyle az mı şiirler söyledi bu çılgın yürek; az mı hikayeler yazdı?
Daha sonraları bunları okuyan insanlar, çok şeyler yaşadığımı zannettiler. Halbuki, hiçbir şey yaşanmamıştı henüz ve ne yaşanılırsa gelecekte yaşanılacaktı. Yazdıklarım, ya özlemlerimdi ya da 'ben yaşasaydım, böyle yaşardım' deme ihtiyacıydı sadece...
Başkalarının geleceğim ve hayatım hakkında ne düşündükleri ve ne planladıkları zerre kadar önemli değildi. Bu emek benimse ve bu hayat bana aitse onu nasıl yaşayacağıma dâir karar da bana ait olmalıydı. Ayrıca, başkalarına, kendilerine yöneltilen üç beş takdir cümlesi yetebilirdi ama benim için bunlar hiçbir şey ifade etmiyordu. Çünkü, ben herşeyi geleceğim için yapmıştım; takdir edilmek için değil...
Amansız bir sabır ve bekleyişti benimkisi... Bunu herkes taşıyamazdı. 'Beni o anlayabilir' diyerek çok kişiye açtım yüreğimi... Ama bu insanların ne kafalarında ne de bakışlarında asla kendimi bulamamam, hayallerimi kırdı hep ve bu kırıklar, yüreğimi kanattı. Sahip olduğum herşeye emek vererek ulaştığım bilindiği halde, bu emeğin görülmeyip yok sayılması gücüme gitmiyor değildi doğrusu...
«
BEKLEYİŞ
Bekledim bekledim, gözler ufukta...
Billûrdan sesinle' ruhuma ak da'
Vuslatın hasreti' gönlünde bitsin!
Kalbime vurulmuş' nurdan kilitsin!
Bilmem ki ne yapsam' yârin olmaya!?...
Benimle var mısın' sevdâ dolmaya!?...
Bir ömür sen ve ben' sevgiyi içmek'
Yürekler tek kâdeh' seninle göçmek
O sonsuz diyâra... Tut da elimden!
Ah senden başkası' bilmez hâlimden!
»
Ama herşeye rağmen senin bir gün çıkıp gelme ümidin yaşatıyor beni... Bu ümitle her sabah yatağımdan kalkacak gücü, yaşayacak, uçacak kuvveti buluyorum kendimde...Sabır ve ümitle ördüğüm kozadan çıkıp uçmaya başladım; ya sen nerdesin? Kelebekler, sabretmeyi bilirler, emeklerini asla esirgemezler fakat unutma ki ömürleri uzun olmaz!
Gel artık!
«
UZAKLARA...
Uzaklarda titrerken ümidimin ışığı,
Yakıcı bir ayrılık bestelenir içimde...
İçimde yalnızlığın tarifsiz kırışığı,
Tevekkül ilacını bitirdim bir içimde...
Varlığı görülmeyen benliğim acımakta,
Yokluğun denizinde kaybolur gemilerim.
Uzayıp giden zaman hasreti kaşımakta,
Sonsuzluk bana gelir, ben sonsuza giderim.
Bir sessiz tebessümde, bir kırık hayaldesin,
Bu rüyâ aleminin bilinmeyen güzeli.
Bırak da kaderimiz yüreğine 'gel!' desin,
Ebedî mutlulukta kaybedelim ezeli...
Sonsuzluk zincirinin bir halkası olmalı,
Sevgi dolu teneffüs, içimize dolmalı!


»





Alper Şirvan
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
24 Nisan 2007       Mesaj #768
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Gökyüzü siyaha çalanda gel


Öylesi hızlı ve şiddetli duygu sağnağı yaşıyorum ki


sığınacak ne bir korugan var ne de saklanacak bir delik

her yer işgal edilmiş umursamazlıklarla vurdumduymazlıklarla

herkesin yüzünü korkulu telaşlar kaplamış sanki

hani yağmurun rüzgarın etkisiyle yüzüne çarptığı an gibi

tokat üstüne tokat yer gibi.

kahrolası bir yalnızlık anıdır bu anlar.yazılıp anlatılmayan hazin öykülerdir.

o an yaşarsın o an üzülürsün. daha anlamını bulamadan bir yenisiyle karşı karşıyasındır

güçsüz çaresiz ve yapayalnız. üşümüş kartaneleriyle ısınmaya çalışmak kadarsındır.

ısınmaya çalıştıkça soğuğun etkisiyle yanar yanakların. kar yanığı bu başka şeye benzemez

kanatır ruhunun en ince örgüsünü.ve yırtılır gökyüzü maviliği hoş bir anı kalır hatırlanan.

Gökyüzü siyaha çalan da gel

anadolunun kıraç topraklarında doğup büyümüş gibiydi kadın.

giyiminden de yüzünün renginden de anlaşılabiliyordu rahatlıkla.

elinde körlerin kullandığı değneklerden bir tane vardı.

çömelmiş oturuyordu betonun üstün de.

sol yanında daha 4 yaşlarında kirli saçlı bir kız çocuğu vardı.

sanki hiç gülmemiş gülmenin n olduğunu bilmezmiş gibi oturmuştu.

annesinden yarım metre uzakta geleni geçeni izliyordu soran gözlerle

annenin sağ yanında özürlü bir oğlan çocuğu.

o annesine daha yakın hatta başı annenin omuzlarında gibiydi.

3 insan vardı karşımda. 3 hüzün yüz

üzülmeye vaktim yoktu...

araba hareket etti.

Gökyüzü Siyaha çalan da gel

şoför sainirli ses tonuyla bağırdı arka koltukta oturanlara

para vermezseniz hepiniz aşağı inin. hemen! dedi

dönüp baktım

bir kadın

14 ünde bir kız

13 nde bir erkek

6 sında bir kız daha

ve 1.5-2 yaşında bir oğlan çocuk

yine kirli giysiler bakımsız yüzler

13 ündeki çocuk avucunda çeşitli bozukluklarda para getirip bıraktı yanıma

bakmaya korktum gözlerine

gidip oturdu en arkaya...

aklım onlarda döndüm önüme ve devam ettik

ve geldik onların indiği durağa

kadın ve çocuklar indiler aşağıya

ve ben o an farkettim ki

14 nde ki kızla 13 ündeki oğlanın elleri arasında o küçük bebeğin üzüerindeki kazağından başka

hiçbirşeyi yoktu üzerin de

pantolonsuz şortsuz donsuz çorapsızdı bebek

hava acımasız sıcaktı...güneşin vurduğu yollarda öyle

ama o bebek yürüdü canı yanarak

yürüdü canımı yakarak

en son hatırladığım 13 ndeki erkek onu kucakladı ve öptü yanaklarından

Gökyüzü siyaha çalan da gel

Bir içten öpücük yaşadığım tüm acıları alıp götürdü

ve bir nehir söğüt dallarını okşayarak akıp gitti gözlerimden

Gökyüzü sayaha çalmıştı çoktan

Nedense Çok yorgun hissediyorum kendimi

belki sen okurken beni düşünerek alırsın yorgunluğumun yarısını

sevgili dostum

Gökyüzü siyaha çalanda gel
jöly - avatarı
jöly
Ziyaretçi
24 Nisan 2007       Mesaj #769
jöly - avatarı
Ziyaretçi
Hiç Bitmeyen Sen'ime

seni anlıyorum.çünkü hayatta iyi ve doğru insanlarla karşılaşmak çok zor.sen de tedbirini almışın.ama ben çok safım biliyo musun?herşeyimi paylaşırım...yeter ki bir insan bana değer versin.ben o'na sunarım tüm gerçeklerimi...ve değer verdiğim insanlar da hayatımdan çok çabuk kopuyo.beni en çok üzen şey bu işte!bende mi hata var?hayatın kendisinde mi?yoksa biyerlerde aşılamıycak engeller mi mani oluyo bunlara?
o gün gelcek elbet... bana mutluluk tohumları serpen hayat,elbet bir gün meyvesini sunacak bana.ve ben hepsini yemiycem o meyvelerin.çünkü beklemelerim onları bir anlık yaşamak için değil!tadını çıkaracam elbet.ve her seferinde biraz ısırcam mutluluk meyvesinden...çekirdeklerini de mutluluğa ihtiyacı olanların yüreğine
ekicem...başka bi yürekte başka bi şehirde başka zamanlarda yeşerip tekrar meyve versinler diye...
yazcak o kadar çok şey var ki güzel dost...
yazdıkça yazmak düşündükçe düşünmek sevdikçe sevmek rüzgarları fısıldıyo bana doğru...ama bi yerlerde durmayı bilmeliyiz di mi?zaten hayatın en zor olan yönü bu değil mi?bir hayalinden etmese seni!rahatlayıverir mi??gerçeklerini hemen saplıyo beynimize bir kurşun gibi...öldürmese bile acısını çok derinde hisssediyoruz kaybettiğimiz hayallerin içindeki değerlerin...

sen güzel insan!
kaybetmek olmasın hiç yaşamında
olmasın mutsuzluklar
olmasın karanlıklar
solmasın hiç sana sunulan güller
kurumasın teninde sakladığın yapraklar
bitmesin hayallerin.
ulaşamasın sana
kötülük.
ıslanmasın hiç gözlerin
dokunmasın sana
hüzün
ve sen güzel insan!
beklediğin zaman
hep daha güzelini getirsin sana
bitmesini istemediğin güzelliklerin...

ayrılıkları sevmem!ve hiçbir ayrılık kayıp değildir benim için!çünkü kazandırdıkları ilgilendirir beni!
senle ayrılmayı düşünmedim!çünkü seni kazanmak için çok daha fazla çalışmam savaşmam gerek biliyorum!ama sende bitmiş isem;yapcak bişi yoktur o zaman!yeni bir beni sana sunmaktan başka....
merhaba güzel insan....




Umut Can
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
24 Nisan 2007       Mesaj #770
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
"sensizliği 5 Geçe"

Karanlık ve puslu odam. Duvarda siyah beyaz bir fotoğraf asılı. Üzerinde "canım'a" yazıyor. İlk günkü gibi saf ve sonsuzluk misali duruyor halen ve saat sensizliğe beş var.

Masa başındayım. Bir elimde kağıt bir elimde kalem. Seni nakış nakış işliyorum sayfalara. Hafif bir nemlik var kağıdımın üzerinde. Ne kadar da dikkatsizim bak. Gözyaşlarımı damlatmışım. Bakma sen bana ağlamıyorum ben ya. Toz kaçtı sanırım.

Bırakta içime aksın damlalar. Aksın ki derin derin seni soluyayım. Aksın ki seni unutmak için içimdeki bir şeyleri silsinler. Silsinler ya tabi. Ne de olsa seni unutmak istiyorum ben. Yada unutmak zorundayım. Ama ben seni unutmak istemiyorum ki.

Saat sensizliğe beş var. Zaman geçmek bilmiyor nedense. Saatim bozuldu sanırım. Oysaki daha dün almıştım. Yada sensizken zaman geçmek bilmiyormu yoksa? Ben yarın giderim yenisini alırım. Daha çabuk zaman geçenlerden bir saat.

Saat sensizliğe beş var. Off yaa.. Bu kağıt ne kadar büyük böyle. Yazıyorum yazıyorum ama bir türlü bitmiyor ki. Seni yazmanın bu kadar uzun ve zor olacağanı nerden bilebilirdim ki. Sen varken böylemiydi oysa. Dilimden şairane dökülürdü dizelerin ezgisi. Ne kağıt dayanırdı, ne de kalem. Gözlerine bir baktığımda yeterdi. Yeryüzü nağme olur, bense şair.

Saat sensizliği gösterior. Bak azcık zaman geçti sanırım. Yani tam 5 yıl geçti. Çokta sayılmaz değil mi? 5 yıl nedir ki? Göz açıp kapatana kadar geçiveriyor. Sen gideli 5 yıl oldu bile. Küllükte bayağı dolmuş bu arada. Sigaramda bitmiş. İhtiyacım yok artık onlara. Kağıdımda da az yer kalmış gibi. Seni hangi satırlara sığdırabilirim ki.

Saat sensizliği gösteriyor. Ve ben masa başında hafifçe uyumuşum. Ama bu olmaz ki. Seni yazamadım daha. Uyumamam lazım. Elimi yüzümü yıkadım. Birazdan açılırım. Soğukta olmaya başladı. Üstüme bi battaniye örteyim. Birazcık iyi geldi. Şimdi devam edebilirim yazıma kaldığım yerden.

Saat sensizliği beş geçiyor. Of.. Hayli zaman geçti. Ya ama yazım bitmedi ki. Hiç bi yere gidemem. Seni bırakıpta nereye giderim ki. Olsaydında sarılsaydım sana sımsıkı. Ellerini tutsaydımda okyanus mavisi gözlerine doya doya baksaydım.

Saat sensizliği beş geçiyor. Ve uyandım. Ooo ne kadar soğuk hava bu böyle. Ama kim attı üzerime bu toprakları. Üstüm başım toz olmuş. Olsun. Bugünde aşkımla uyudum. Çok güzel bir geceydi. Kağıdımı ve kalemimi de alayım. Yarın yine gelirim yazmak için. Ağacı görüyormusun... Halen üzerinde senin yazın duruyor. Hani bana yazmıştın.

"CANIM'a"...

Beytullah AVCI

Benzer Konular

3 Aralık 2006 / Misafir Genel Mesajlar
16 Mayıs 2014 / NihLe Müslümanlık/İslamiyet
11 Haziran 2013 / Misafir Forum Oyunları
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar
20 Haziran 2012 / ThinkerBeLL Edebiyat