Arama

Hikayeler ve Öyküler -2- - Sayfa 15

Güncelleme: 17 Şubat 2016 Gösterim: 589.567 Cevap: 1.812
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
5 Şubat 2007       Mesaj #141
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
ALLAH (C.C) SEVENİ GÖRÜR

Sponsorlu Bağlantılar
12.01.1996 tarihinde siirtten istanbula göçerek hayatımızın geri kalan bölümünü istanbulda geçirmeye karar vermiştik. İstanbula geldiğimizde güzel şirin bir semtte ev kiralayarak orda yaşamaya başladık iş hayatına atıldık abim ve ben ben ulusal zincir marketlerin birinde çalışmaya başladım. gün geçtikçe marketlerde yapmış olduğum faaliyetler kariyer sahibi olmama başlamıştı mağaza sahibi beni bünyesinde bulunan diğer zincir mağazalarında personel ve ürün şefliğine atadı 18.04.1996 tarihinde istanbulun bir semtinde bulunan mağazaya gitim o sırada mağazada gezen güzel bir kızın beni izlediğini farkettim o kadar güzeldiki bu benimde çok hoşuma gitmeye başlamıştı kısa bir süre sonra kız bana doğru yaklaşıp müsaitseniz görüşebilirmiyiz dedi bende mağaza dışına çıkararak mağaza yakın bir cafeye davet ettim tanışmaya başladık ismi Bahar lise son sınıf öğencisiydi benim hayatım boyunca kız arkadaşım olmamıştı memleketimde Bahar ile tanıştıktan sonra bahar beni doğum gününe davet etti doğum gününe gittiğimde beni ailesi ve arkadaşları ile tanıştırdı aradan 3 ay kadar bir süre geçti ve 11.07.1996 tarihinde sahilde yürürken ona yol ortasında sarıldım ve ilk kez orda öptüm işte ozaman Bahar a aşık olmuştum uzun bir süre beraber çok mutlu bir hayat sürdük 12.08.1999 tarihinde akrabalarının yanında tatil yapmak için adapazarına gitmek için benden izin aldı gönlüm razı değildi ondan 15 gün ayrı bir süre geçireceğime ilk başlarda karşı çıktım ama farkettimki üzülüyor izin verdim nerden bile bilirdimki 5 gün sonra adapazarında büyük bir deprem olacağını ve o gün 17.08.1999 beni benden alan gün bu depremin yaşandığı zaman elektrikler kesildiği için merkezinin neresi olduğunu bilmiyordum marketten pil alarak müzik setinin radyosunu açtım ve merkez üssü düzceydi korktuğum başıma geldi telefonlara cevap alamıyordum çok korkmaya başlamıştım ve ailesiyle hemen adapazarına gittik ne görelim kaldığı binadan eser kalmamıştı tırnaklarımla kazıdım yıkılan binayı bir türlü çıkaramadım depremden 3 gün sonra telefonum çaldı arayan Bahar dı çok sevindim kurtarma ekiplerine haber verdim Bahar ı aradım ''AŞKIM BEN ÖLÜYORUM ARTIK LÜTFEN ÜZÜLME BENDEN SONRA'' dedi ve telefonu kapandı birden bağırmaya başladım 3 saat süren kurtarma çalışması sonunda Bahar'ı sıkıştığı yerden çıkardık ama sürekli aşkı için atan kalbi artık durmuştu yıkıldım 5 ay kadar kendime gelememiştim saçım sakalıma karışmıştı araya vatan borcu girdi askere gittim bu benim için farklı bir duyguydu belki kendimi toparlarım diye düşündüm askerlik boyunca hep onu düşündüm askerliğim bittiği gün otobüse binip isatanbula geri dönerken otobüsün içinde ne göreyim Bahar şaşırdım kaldım hemen sarıldım herkez çok şaşırmıştı ne yapıyor bu diye sen bahar değilmisin dedim evet ama ismim Gülbahar dedi inanılır gibi değil Baharın kendisiydi sanki anlattım olayları kız çok duygusallaştı ve ağlamaya başladı Gülbahar istanbulda üniversiteyi kazanmış orda okumaya gidiyordu elimden geldiği kadar ona yardımcı olmak isteim çünkü onu her gördüğümde Baharımı görür gibiydim Baharıma büyüttüğüm sevgiyi onunla yaşamaya başladım ve ona bütün sevgimi aşkımı itiraf ettim oda bana karşı boş değildi ve şuanda müthiş bir beraberlik yaşıyoruz 2005 yılındada evliliğimiz söz konusu Dedimya Allah Seveni Görür...

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
5 Şubat 2007       Mesaj #142
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
HİÇ HAYALLERİNİZDEN SIFIR ALDINIZ MI ?

Sponsorlu Bağlantılar
Bu öykü, çiftlikten çiftliğe, yarıştan yarışta koşarak
atları terbiye etmeye çalışan gezgin bir at terbiyecisinin
genç oğluna kadar uzanır. Babasının işi nedeniyle
çocuğun orta öğretimi kesintilere uğramıştı.
Orta ikideyken, büyüdüğü zaman ne olmak ve yapmak
istediği konusunda bir kompozisyon yazmasını istedi hocası..
Çocuk bütün gece oturup günün birinde at çiftliğine
sahip olmayı hedeflediğini anlatan 7 sayfalık bir
kompozisyon yazdı. Hayalini en ince ayrıntılarıyla anlattı.
Hatta hayalindeki 200 dönümlük çiftliğin krokisini de çizdi.
Binaların, ahırların ve koşu yollarının yerlerini gösterdi.
Krokiye, 200 dönümlük arazinin üzerine oturacak 1000
metrekarelik evin ayrıntılı planını da ekledi.
Ertesi gün hocasına sunduğu 7 sayfalık ödev,
tam kalbinin sesiydi.. İki gün sonra ödevi geri aldı.
Kağıdın üzerinde kırmızı kalemle yazılmış kocaman bir
"0" ve "Dersten sonra beni gör" uyarısı vardı.
"Neden "0" aldım?" diye merakla sordu hocasına, çocuk..
"Bu senin yaşında bir çocuk için gerçekçi olmayan bir hayal"
dedi, hocası.. "Paran yok. Gezginci bir aileden geliyorsun.
Kaynağınız yok. At çiftliği kurmak büyük para gerektirir.
Önce araziyi satın alman lazım. Damızlık hayvanlar da
alman gerekiyor. Bunu başarman imkansız" ve ekledi:
"Eğer ödevini gerçekçi hedefler belirledikten sonra yeniden
yazarsan, o zaman notunu yeniden gözden geçiririm."
Çocuk evine döndü ve uzun uzun düşündü. Babasına danıştı.
"Oğlum" dedi babası "Bu konuda kararını kendin vermelisin.
Bu senin hayatın için oldukça önemli bir seçim!."
Çocuk bir hafta kadar düşündükten sonra ödevini hiçbir
değişiklik yapmadan geri götürdü hocasına..
"Siz verdiğiniz notu değiştirmeyin" dedi..
"Ben de hayallerimi..".....

O orta 2 öğrencisi, bugün 200 dönümlük arazi üzerindeki
1000 metrekarelik evinde oturuyor.
Yıllar önce yazdığı ödev şöminenin üzerinde
çerçevelenmiş olarak asılı.
Öykünün en can alıcı yanı şu: Aynı öğretmen,
geçen yaz 30 öğrencisini bu çiftliğe kamp kurmaya getirdi.
Çiftlikten ayrılırken eski öğrencisine "Bak" dedi,
"Sana şimdi söyleyebilirim. Ben senin öğretmeninken,
hayal hırsızıydım. O yıllarda
öğrencilerimden pek çok hayal çaldım.
Allah' tan ki, sen, hayalinden vazgeçmeyecek kadar inatçıydın."

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
5 Şubat 2007       Mesaj #143
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Kimim Ben!

Bir damla suyum ben... Kader süzgecinden damıtılıp belirlenmiş toprağa düşen... Toprağın içine alıp çamur ettiği ve maveradan gelen hisle yeşerip şekillenen...

Minicik yürekli bir bebeğim ben.. Ayrılıkta hayatta kalmak için ağlayarak nefes alıp veren... Masum ve her şeyi bilen...

Yavaş yavaş yürüyorum ben... Her adımda biraz daha ilerleyen... Anlamını bildiğim eşyanın isimlerini öğrenen... Şimdilik bilinmeyeni bilip, hala melekleri hisseden...

Gencim, deli akan kanımla huzurdayım ben... Semaya açılması gereken ellerimle, bilmediğim uğraşlardayım... Aşk denilen heyecanla, kavgadayım kendimle, artık tamamen dünyalıyım ben...

Zor umutlar, tüm imkansızlıklar, mücadele, sabır, niyaz derken... Kalbimin ısındırıldığı bir “Ben” le birlikteyim şimdi... Evliyim, evdeyim, evcilim ben...

Karalar bağladığım hayatımda bir umuda gebeyim ben... Beklenen haber gibi muştuya meftun bekleyişimle... Kapı önlerinde... Evet artık bir babayım ben.. Geldiğim yerden haberdarım can verdiğim hayatlarlayım...

Babamdan dedemden, onun atalarından gelen mirasımla... Davullu zurnalı bayramlardayım, görevdeyim, nöbetteyim, askerim ben... Ödenemeyecek bir borcum, vatanım, milletim, devletim ben...

Zaman işte böyle yavaş yavaş girdi kanıma. Yolun yarısında başladığım hayatta otuz beşindeyim şimdi ben..
Varlık içindeki varlık bilincimle bir “hiç” im ben..
Varlığa anlam katan, içimdeki ruhumla “her şey”im ben...
Geçmişten geleceğe bir köprü yaşanmış bir “insan” ım ben...
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
5 Şubat 2007       Mesaj #144
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Bir günün akşamüstüydü beni bırakıp gittiğin gün batımında sağanak
şekilde yağan yağmurun sesi beni rahatlatırken
senin söylediklerinde kulaklarımda yankılanıyordu... Herkes yağmurun
keyfini sürerken sen beni terk etmiştin
ne çaresiz ne yalnız kalmıştım değil mi?? Oysa ne çok sevmişim seni,
kendimi yalan sözlerle avuturken nasılda aşık olmuşum sana... Şimdi
yoksun yanımda, unuttun belki beni bugün ayrılığımızın ilk günü ama sen
ne kadar da çabuk sildin beni ben yine boynu
bükük kaldım, artık yalan sözler avutmuyor beni, inandıramıyorum
kendimi her günün akşamüstü, her güneşin battığı vakit tekrar
yaşıyorum seni... Yalnızlığın bu kadar zor olduğunu hiç tahmin
edememiştim... Terk edilmenin mi yoksa yalnız kalmanın mı acısı vardı
içimde?? Şimdi kim dinleyecek beni? Kim tutacak ellerimden?? Hayata
nasıl tekrar tutunacağım?? Şimdi düşünüyorum da ben seni
bu kadar çok düşünürken sen beni hatırlıyor musun hiç?? Sen benim
beynimi bu kadar meşgul ederken ben senin aklına
Geliyor muyum? Eğer ki bir gün, bir an aklına gelirsem sana
söylediklerimi hatırla... ''Ben senin yalnızlığını paylaşmak istiyorum,
yaslanmak istediğinde bi omuz olabilmek, sıcak bir el uzatabilmek
istiyorum...'' Sonra istersen sil beni aklından
ama sıcak bir ele hasret kaldığında, her yağmurlu günde, kendini
çaresiz hissettiğin her anda hatırla beni hatırla ve düşün
ben kaybettiğim sen içinde bu kadar çok şey kazanmışken sende
kaybettiğin şu koca aşka yan.!

Ama her şeye rağmen mutlu ol ve kimsenin seni üzmesine izin verme
eğer ki gittiğin yolda bir gün tek kalırsan arkanı dön ve bak
işte orada ben varım...


engin çakırka
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
5 Şubat 2007       Mesaj #145
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Hayalin Derinliklerinde...
AMAK-I HAYAL...
Nasıl mı geçiyor hayat? Yaşadığım ve yaşadığımı sandığım hiçbir anı unutmadan... Gözyaşı damlalarından kurduğum dünyada yaşayamadığım herşeyi yaşamaya çalışarak birde... Geçmişi canlandıracak yeni sahneler hayal ederek sonra... Sakladığım tüm ağıtlarımı sunabileceğim sımsıcak bağrını açmanı bekleyerek... Kaderimin verdiklerine ve aldıklarına aldırmadan sadece senin varlığını hissetmeye devam ederek... Yeryüzünü yüreğim bilip, her yanını kanatarak ve pişman olduğum gidişimden geri dönmeye çalışarak... Öldürdüğüm herkese yeniden hayat verebilmek için durmadan nefes alarak... Sen var olduğun sürece hayatta kalacağıma yeminler ederek... Yaşamı yeniden sevebilme cesareti dileyerek... Sonunu bildiğim halde çıkmaz yollar arayarak...

Yani seninle, imkan aramakla, aşkla, mutlulukla, umutla, hayatla, samimiyetle, huzurla, merhametle, güvenerek, severek, üzülerek, gülümseyerek...
Gerçek benliğimle, sessizce çığlık çığlığa gelen sevgimin ürpertisiyle...

Gelen giden tüm günleri, tüm gel-gitlerimi, uykusuz uykularımı, güneşle kalkan bedenimin peşine düşmüş başıboş dolaşan ruhumu, sonlanmasını beklediğim savaşsız hayatımı, öldürdüğüm ölümlerimi, umutlarımla çattığım sırat köprülerimi, özleyen bir yanımla ayakta durmaya çalışarak...

Sensizliğin anlamsızlığını anılarla aralamaya çalışmak ve hiç çıkmadığın aklımdan yüreğimden bana sanki yeni gelmişsin gibi seslenişini bekleyerek...

Beklerim hep seni, bakışlarımı sana adadığım deli gözlerimle... Isınmak isteyen içini görmek için... Hadi gidelim kendi yurdumuza diyen bir bakışını yakalamak için gözlerimi gözlerinden ayırmadan... Her zerrene özlemimi katarım rüzgara, arzularımı yollarım sana... Soluk olur girerim içine taaa ruhunun en derinlerine... Bunu senden başka hisseden olmaz bilirim... Rüzgarla gelişimi, sana dokunuşumu, dudaklarını hissedişimi, tenini tenime katışımı, bir sen bilirsin ve sadece sen ürperirsin... Sıcak nefeslerimiz karışır birbirine... Yaşamak o andır işte.. Seninle yaşamak... Seni yaşamak... Senin nefesinle yaşamaktır asıl yaşamak...

Bir güneş gibi sararım seni sarılırım sımsıkı... Tek bir vücut oluruz seninle.. Tek bir ten... Tek bir yürek...

Sonra sen gittiğimi sanırsın... Yalnız hissedersin kendini kendinle kalmış sanırsın... Ruhundur ruhuma kattığım yalnızlığın ondandır... Bendedir ruhun ve dokunulmazdır... İkimizde varız bu ortak hayalde ruhlar aleminde...

Ne hayal ne düş bir can var senin içinde benden... Tüm dünya bilse ne bilmese ne... İmkansızlık yok artık o can için... Yalnız bırakmam, geri de almam, kimsesiz büyütüyorum sanma sakın... Senin canın da büyüyor benim ruhumda...

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
7 Şubat 2007       Mesaj #146
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Mavi Patikler

İhtiyar adam tapu dairesinden çıkarken sevinçliydi. Kendi kendine düşünüyordu; “-Oh. . be ferahladım. Ölümlü dünya”.
Oturduğu evin tapusunu, çocuğunun üstüne kaydettirmişti. Tapu dairesinde çıktıktan sonra bir küçük lokantada öğle yemeğini yedi, vakit geçirmek için parkları dolaştı. Bir parkta Cem Karaca’nın şarkısı çalınıyordu; “Allah Yar! Allah Yar!”.
Akşama doğru eve gitmek için yola çıktı. Bir yandan düşünceler içindeydi;
-Biz öldükten sonra bir sürü işlemle uğraşması gerek. Ne diye eziyet çeksin yavrum.
Oğlunun kendisini nerdeyse zorla doktora götürüşü aklına geldi; “-Kerata amma ısrar etmişti. Sağlığıma verdiği önem kadar, ziyarete gelmeye de önem verse ya. ”
Bir an dalgınlaştı; “-Gerçi, gelin bizle geçinmeye çalışmıyor ama…” derin bir nefes aldı “-Boş ver canım, ne de olsa torunlarımın annesi. Eşine, çocuklarına iyi baksın da…” biraz da kendini teselli etmek için söylendi “…biz bu gün varız, yarın yoğuz. ”
Evine yaklaşınca yine durgunlaştı, “-Bakalım hanım ne diyecek? Gelin gelip-gitmiyor diye biraz kırgın ama…. ” Düşünceler içinde zili çalarken, güleryüzlü olmaya çalıştı; “-Yook, iyi oldu canım. Biz ölünce oğlan rahat edecek, kötü mü?”
Hanımı kapıyı açtı. Gülümsemesini bozmamaya çalışarak hanımına;
-Nasılsın hanım bu gün bakalım?
Hanımı elindeki çiçek suladığı kabı gösterdi;
-Ne yapayım, bir iki çiçekle uğraşıyorum yeşillik olsun diye.
Eve girerken devam etti;
-İnsan şehirde özlüyor çiçeği, yeşilliği.
-Eee. . köy gibi olmaz buralar tabii.
Kadının durgun yüzünde acı bir tebessüm dolaştı;
-Köy gibi olmaz dimi? Şimdi köyde olsak ne güzel olurdu.
İhtiyar adam bir an yüzüne baktı hanımının;
-Sen köyü pek sevmezdin! Kaç senedir gitmiyoruz. Geçen sene gidip bir ay kalalım demiştim de “-Ben torunları özlerim. ” diye tutturmuştun.
Kadın, yüzünü çiçeklere doğru döndü;
-Ne bileyim ben, düşündükçe bunalır oldum buralarda. İnsan çocukluğunun geçtiği yerleri özlüyor. Ağaçların altında, bahçelerde yürümeyi özlüyor.
-Allah Allah ! Tamam hanım gideriz. Sen iste yeter ki. Hele havalar ısınsın biraz gideriz
-Havalar kim bilir ne zaman ısınır. Beklemek şart mı?
-Yahu hanım, bunca yıllık eşimsin hala seni tam anladım diyemiyorum. Bir gün köye gitmem diye tutturuyorsun, bir gün de hemen gidelim diye. Dur da bu gün ne oldu anlatayım.
Kadın endişeyle baktı kocasına;
-Noldu, oğlanı mı gördün?
-Yok canım, nerden göreyim !
Koltuğuna oturdu, koynundaki tapu kağıdını çıkardı.
-Bu nedir biliyor musun?
-Hayırdır?
-Hanım, yarın ne olacağı belli olmaz, vademiz gelir de ölürsek, oğlumuz kapı kapı uğraşmasın, diye evin tapusunu onun üstüne yaptım.
Hanımının tepkisini beklerken, onun yüzündeki acı gülüşü gülümseme sandı. Hanımı fısıldar gibi söylendi;
-Oğlumuz da bu gün buraya gelmişti, öğleden önce.
-Öylemi, vay hayırsız. Demedin mi, ‘uzun zamandır niye gelmiyon’ diye. Seni üzülmesin diye söylemiyordum ama ‘bizi unuttu’, diye kızmaya başlamıştım. Torunları da getirdi mi?
-Murat’ı getirmiş. O da “-Sıkıldım, gidelim. ” Deyip durdu.
-Vay kerata vay. Akşam gelse de ben de görseydim. Neyse, hayırdır, gündüz vakti niye gelmiş ?
Hanımı elindeki kapta suyu bitmiş olduğu halde, çiçekleri sular gibi durarak masadaki kağıdı gösterdi;
-Şu kağıdı getirmiş.
İhtiyar adam, hanımının sesinde bir titreme hissetti ama emin olamadı. İçindeki sevinci kaybetmemeye çalışarak masadaki kağıda uzandı.
Bir mahkeme kararı olduğunu gördü. Yaşlı kadın, kızaran gözlerini kocasının görmemesine dikkat ederek, eşinin kolundan tuttu koltuğa oturmasını sağladı, tekrar çiçeklere doğru uzaklaştı.
İhtiyar adam, yakın gözlüğünü çıkardı ve içinden yavaş yavaş okudu. “ Yaşı ilerlediği ve aklı muhakemesi yerinde olmadığına ve ekonomik varlığını idare ve idame edemeyeceği, ekteki doktor raporuyla da tespit edildiğinden, taşınır ve taşınmaz varlıklarının, resmi varisi oğlu Süleyman tarafından idaresine karar verilmiştir. ”
Resmi kağıt, yaşlı adamın elinden yavaşça yere kaydı. Başını yere eğdi, kağıda boş boş bakmaya başladı. Hanımı, gözlerini sildikten sonra çiçeklerin başından ayrılıp yanına geldi. Eşinin titreyen ellerini tuttu. İhtiyar adam, oğlunun neden kendini doktora götürdüğünü anlamıştı. Yüreğindeki sızıyı bastırmaya çalışarak;
-Üç senedir uğramadık, köydeki ev ne haldedir?
-Canım ne olacak, bir gün de temizlerim ben.
-O evde, dizlerin üşürdü senin.
İhtiyar kadın, daralan göğsünü hafifçe bastırdı, “Yüreğimin üşümesi daha kötü diye düşündü”.
-Merak etme, üşümem…üşümem…
-Yarın mı gidelim diyordun?
-Sen bilirsin bey.
İhtiyar adam son nefesiymiş gibi bir nefes çekti, zor bir karar veriyormuş gibi devam etti;
-Eşyaları bir taksiye atarsak, Son otobüse yetişiriz.
-Olur. . Köyde zaten iyi kötü eşya var, ben hemen hazırlanırım.
-Hazırlan. Şu kağıdı da tapuyla beraber masaya koyuver, oğlan gelince aramasın.
İhtiyar adam, içinden düşünüyordu, “-Dünya fani, Allah Yar”

İhtiyar kadın, birileri gelmeden gitmek ister gibi telaşla hazırlanıyordu. Giysileri bir çantaya tıkıştırdı. Fotoğrafları duvardan toplarken oğlununkine bir an baktı, aldı, bir an düşünüp çantaya koymaktan vazgeçti. Masadaki kağıtların üstüne ters olarak bıraktı. En son duvardaki bir küçük patiği aldı, öptü. Bu büyük torununa ördüğü ama küçük gelmeye başlayınca hatıra olarak sakladığı mavi patiklerdi. Çantaya, fotoğrafların üstüne yerleştirirken, mavi patiklerin üstüne düşen göz yaşlarını yavaşça sildi.
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
8 Şubat 2007       Mesaj #147
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Gidiyor musun diye sorma bana. Gönderen sensin. Ne terk etmeyi istedim seni, ne de daha yaşamadığımız bu aşkı toprağa gömmeyi. Senin kadar öfkeliyim ben de, senin kadar endişeli...

Bir dokunuşunla bin kenti yıkacak güç verirdin bana, ama inandıramadım seni. Sen sorgularken beni kafanda, ben gözlerinin içine bakıyordum kuşkuyla. Bir tek sözün bağlardı beni sana, oysa sen hep susmanın koynunda..

Aşkın içine bir kez girdi mi kuşu, teslim alır bedenleri de. Sütten çıkmış at kaşık değildim ama yalanı sokmadım iki kişilik dünyamıza.
O dünya ki, bazen minicik bir odada bazen kentin ortasında şekillendi. Nasıl da güzeldi. Zaten varsın diye her şey güzeldi ama sen buna inanmadın.

Ah bu sorular... Yaşamak varken sevdayı delice, niye boğarız sorularla? Nasıl ikna edebilirdim seni? Ben "aşk" dedikçe sen "hayır" dedin. Zaten az konuşan sen, olumsuz ne kadar sözcük varsa bulup çıkardın ortaya. Ben bir şey diyemedim.

Ne kadar zarar vermişim sana meğer... Nasıl değiştirmişim seni... Oysa hiç böyle düşünmemiştim. Kimseye zarar vermek istemem ben. Kimseyi olduğundan farklı bir hale getirmek istemem. Ama öyle oldu işte... Demek ki gitmelerin zamanı geldi şimdi.

Çocukluğuna sığınır atlatırsın bu acıyı. Ne sevişmelerimiz kalır aklında ne sevda sözlerimiz. "Rahat değilim" diyordun ya, rahat ol artık. Gülüşlerini saklaman için bir neden kalmadı. Tedirginliğinin sebebi be kalktı ortadan.

Gidişim yürekten değil, zorunluluktan. Sanma bu toy sevdayı başka kimliklere taşırım. Sanma ki benden sakladığın dülüşlerini yalancı yüzlerde ararım. Seni de götürürüm yüreğimde. Yokluğunu taşırım.

Bulup bulup kaybettim seni.. Ne yazık ki toz-duman edemedim kuşkularını, ne yazık ki kalamadın bana. Öpücüğümün kokusu kalacak kapının eşiğinde. Kokladıkça bizi bir yanlışa mahkum ettiğini anlayacaksın.

Ne çok tanıdığımız var ayrılığımıza....


buse özyılmaz
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
8 Şubat 2007       Mesaj #148
Misafir - avatarı
Ziyaretçi

-kırmızı karanfil-

kimse iyiliğini selamlamadı senin..

düşkün ve yoksul acılar taşıdın bağrında..

hep eğiktin..

omuzlarını bükmüş hayat senin..

üzgün bakışlarında saklı ,bin yıllık hüzün..

alçaldığını düşündüler onlar..

küçük ve kimsesiz bir yoksulmuşsun gibi baktılar yüzüne..

iyiliğin solunduğu çamurlu loş varoşlara müptelaydı ruhun..

varsıl-lık buydu sende..

gittiğin hiçbir şehirde bilmedi hiçkimse o ezik duruşların ardındaki soylu gizemi..

Ah o yoksullar ne sevdiler seni..ama neden gittin ki..

hep gidişler mi sakladın o hüzünlü,ezik duruşun ardında..

birazdan gidecekmiş gibi durmakmıydı sende yaşamak..

kimin emanetiydin sahi..

daldığın her hülyada bir iyilik perisi mi dolaşırdı ,senin..

bir gün hiç tanımadığın bir adamın cenazesinde görmüşlerdi seni..

tabut omzunda,hep karşıya bakıyordun..

köşeyi dönünce göreceğin hayatamıydı bu bakış.

ağlıyorlardı mezar başında..bir kadın..bir çocuk..

sende ağlıyordun..tanımıyordun ki onu..

herkes gidiyordu sonra..sen kalıyordun..

mezarbaşında o suskun ömür çiçeği..

sahi neden ağlıyordun..ne söylüyordun o kırmızı karanfile..

hıçkırıkların boğmasa sesini ,

duyacakmış söylediklerini;o kasketli mezar bekçisi..

sordum anlamadım dedi..

hıçkırık boğazında hep duran bişey midir senin..

bundan olmalı bu suskunluğun..

konuşsan içimden birazdan ağlayacak derdim..

hiç konuşmadım ya bu yüzden seninle..

ağlama be sevgili iyi adam

bak uykularımı bölüyor hıçkırıkların..

ıslak yastığımda buluyorum boynu bükük kelimelerini..

kimbilir nerdesin..

hangi varoşta kimin kederindesin..

kendine ağlanmamış acılar arıyorsun karanlıkta bir yerde..

kimbilir bir gidişe doldurmuşsun bavulunu..

yeni iyilik limanları ararsın çehrene..seni huzurlu kılacak..

gidersen öksüzlüğün duracak burda..iyilikle gülümseyen yüzün kalacak geride..

bir el sallayanın olmayacağını bilsen bile..

senden sonra o gülüşünle anımsayacak seni..bu şehrin varoşlarındaki esmer çocuklar..

hiç adresin olmadı ki senin..bir göçebe gibi çadır kurdun hep tepelerde,yüreklerde...

bir gören bir daha rastlamadı sana..-neden-diye bir soru bıraktın ardında..

bu iyilikle parıldayan yüz çok değilmiydi bu çağa..

mezarlar,varoşlar ve mapus damları seni özlediler şimdiden.

ve şimdi emekliye ayrılmış suskun bir mezar bekçisinin
-kırmızı karanfil- adlı romanını anlatıyor herkes birbirine..
seni çok özleyecek bu şehir..
adını hiç bilmese de..
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
9 Şubat 2007       Mesaj #149
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Eşeğin Gölgesi Davası!..


Eşeğin Gölgesi Davası!..


Eski zamanların bir periyodiğinde vuku' bulan bir hâdiseyi size nakletmek istedim..Hadise bir dişçi, bir eşek ve eşeğin sahibi arasında meydana çıkar ve daha sonra zamanın tebaını da içine alarak, imparatorluğun senato huzuruna kadar yükselir.. Bu hikayeyi XVIII. yüzyılda yaşamış bir Alman şairi olan Christoph Martin Wieland, "Deliler Şehri Abdera'nın Hikayesi" adlı romanında bize nakleder..hadise şöyle oluyor...


Dişçi Struthion, ilaçlarını kiraladığı eşeğe yüklemiş, Abdera'dan Gerenia şehrine doğru yol almakta, eşeğin sahibi de peşinden gelmektedir. Bir süre sonra yorulan dişçi biraz dinlenmek ister; gölgelik bir yer bulamayınca eşeğin gölgesine sığınır. Bunun üzerine eşeğin sahibi ona sadece eşeği kiraladığını, gölgesi için de ayrıca para vermesi gerektiğini söyler. Buna razı olmayan dişçi ve eşeğin sahibi arasında tartışma başlar. Anlaşamayınca, Abdera'ya dönüp olayı hakime götürmeye karar verirler.

Hakim bu tuhaf olayı bir karara bağlayamaz; zaman kazanmak için eşeğin şahit olarak mahkemeye celbedilmesini ister. Tek şahit eşektir, ama dilsiz ve akılsız bir şahit... Mesele büyüdükçe büyür ve bütün Abdela halkının meselesi olur. Halk dişçiyi destekleyen "Eşek partisi" ve eşekçiyi destekleyen "Gölge Partisi" olmak üzere iki gruba ayrılır. İki partinin taraftarları dâvâyı kazanmak için bütün güçleriyle çalışmaya başlarlar. Mahkeme günü gelir, duruşma esnasında eşeğin gölgesinin alınıp-satılır bir obje olup-olmadığından, miras kalıp-kalmayacağına kadar bir çok konu detayınca ele alınır ve tartışılır. Ve karar: "Eşeğin gölgesi eşekten başka bir şey değildir."

Ne var ki bu karar işe yaramamış, partiler arasındaki çekişme büyük boyutlara ulaşmıştır. Artık önüne geçilemez bir hâl almıştır. Kısa zamanda şehri de aşarak bir devlet meselesi haline gelen dâvâ, senato başkanı tarafından çözülecektir. Avukatlar tezlerini hararetli bir biçimde savunurlar. Dişçinin avukatına göre, Struthion, eşeği kiralamakla tabii olarak eşeğin gölgesini de kiralamıştır. Alınan bir müzik âletinin çıkardığı sese ayrıca para verilemeyeceğine göre, eşeğin gölgesine para vermek de aynı şekilde saçmadır.

Sıra eşek sahibinin avukatına gelir. Tezini coşkulu bir üslûpla savunan avukat, özetle şunları söyler:

"Beyler, biz bir eşek kiralarken, gölgesini de kiralayıp kiralamadığımızı düşünmeyiz. Ama dişçi gibi, kavurucu güneşin altında tutup eşekten iner, zavallı hayvanı sıcakta beklemeye mecbur bırakırsak, iş değişir. Eşeğin sahibinin bu duruma ilgisiz kalması düşünülemez. Şunu da itiraf etmeliyim ki, müvekkilim eşeğin gölgesi için dişçiden para isterken şaka etmiştir. Bu bir eşek şakasıdır, çünkü adamın ataları eşekçiydi. Yani hayatı eşekler arasında geçmiştir. Ondan insanî bir davranış beklemek yanlıştır. Peki, okumuş dişçi Struthion, bu cahil adamı ikna edip, "Biraz dinlenelim, sonra yola devam ederiz, hakkın neyse onu da veririz!" diyemez miydi? Böylece bu kargaşa doğmazdı."

Avukat sözlerini tamamlar tamamlamaz büyük bir gürültü kopar ve taraftarlar birbirine girerler.

Sonunda kabak eşeğin başında patlar. Abderalılar, çiçeklerle süsleyip şehirde dolaştırdıkları eşeği acımadan paramparça ederler. Ve kavga biter.

Kıssa bizden, hisse sizden...
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
9 Şubat 2007       Mesaj #150
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Yalnızca birkaç kez konuştuğunuz birisinin adını kırk üç yıl sonra anımsamanız hiç de kolay değildir. On iki yaşlarında bir çocukken okul harçlığımı çıkartmak için evlere gazete dağıtıyordum ve adını şimdi anımsayamadığım o yaşlı bayan da benim müşterimdi. Bana "bağışlama" konusunda öyle güzel ve unutulmaz bir ders verdi ki umarım, bir gün ben de birisine aynı duyguları, aynı güzellikte verebilirim.Sıkıntıdan patlamak üzere olduğumuz bir cumartesi günüydü. Arkadaşımla birlikte yaşlı bayanın arka bahçesinde bir köşeye gizlenerek, yerden aldığımız taşları evin çatısına atıyorduk.Attığımız taşların çatının üzerinden yuvarlanarak, köşelerden aşağıya düşmesini kuyruklu yıldızların süzülerek gökyüzünden aşağıya doğru düşmesine benzeterek eğleniyorduk.Kendime yerden çok düzgün bir taş bulmuştum. Elime alıp tüm gücümle fırlattım. Ama taş bu kez çatıya değil dış kapının penceresine gelmişti. Kırılan cam sesini duyunca, gizlendiğimiz yerden fırlayıp ardımıza bakmadan soluk soluğa kaçmıştık oradan. Yaşlı bayanın bizi görmüş olması olanaksızdı.Tüm gece yaşlı bayanın beni yakalayabileceğini düşünerek, korkudan uyuyamadım. Ertesi gün gazetesini vermek üzere kapısını çaldığım zaman her zamanki gibi içtenlikle gülümseyerek hatırımı sordu.Ama ben suçluluk duygusuyla yüzüne bakamıyordum. Sonunda gazete dağıtımından kazandığım parayı biriktirmeye karar verdim. Üç hafta sonra tam yedi dolarım olmuştu. Bir kağıda "Camınızı istemeden kırdığım için çok üzgünüm, umarım koyduğum para onarımı için yeterlidir" yazarak parayla birlikte zarfın içine koydum. Gece havanın kararmasını bekleyerek, zarfı usulca yaşlı bayanın posta kutusuna attım.Ruhum bir anda özgürlüğe kavuşmuştu sanki. Artık eskisi gibi yaşlı bayanın gözlerinin içine bakabileceğimi düşünerek mutluluk duyuyordum.Ertesi gün kapısını çalıp gazetesini uzattığım zaman her zamanki gibi içtenlikle gülümsedi gözlerime. Bu kez ben de karşılık vererek, gözlerinin içine baktım. Tam arkamı dönüp gideceğim anda, "Ah, bir dakika, neredeyse unutuyordum, al bakalım bu kurabiyeler senin için" diyerek elindeki paketi uzattı.Evden uzaklaşırken neşe içinde kurabiyeleri yemeye başladım. Birkaç kurabiye yedikten sonra pakette bir zarf olduğunu gördüm. Zarfı açtığım zaman içinde yedi dolar ve kısa bir not vardı:"Seninle gurur duyuyorum!"

Benzer Konular

3 Aralık 2006 / Misafir Genel Mesajlar
16 Mayıs 2014 / NihLe Müslümanlık/İslamiyet
11 Haziran 2013 / Misafir Forum Oyunları
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar
20 Haziran 2012 / ThinkerBeLL Edebiyat