Arama

Hikayeler ve Öyküler -2- - Sayfa 76

Güncelleme: 17 Şubat 2016 Gösterim: 548.296 Cevap: 1.812
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
23 Nisan 2007       Mesaj #751
Misafir - avatarı
Ziyaretçi

Ölümün bile en yakışanı burada olurdu.

Sponsorlu Bağlantılar



Yüreğimin coşku dolu atımıyla, sonsuzluk derinliğine doğru kanat çırpıyorum.Yokluğunun,sevdamın ve acımın resmini çizerek uçuyorum. Büyük bir uğultuyla vücudumu döven rüzgara meydan okuyarak daha yükseğe,daha da yükseğe tırmanıyorum; Ta ki benliğimde beslediğim mücadele azminin gayretiyle, ulaşılmaz gibi görünen o muhteşem dağın zirvesini görene kadar...

En hırçın çığlığımı savuruyorum yaşlanmış bedenine kayaların,yüzlerce noktasından yüzlerce ses dönüyor geri korkunç değişimiyle. Az önce delicesine dövünen kalbim,damarlarımı patlatırcasına akan kanım buz kesmiş; Titriyorum...

Kanatlarım isyan ediyor bana, artık uçacak halimde kalmamış. Zirvede kar tanelerinin hiç bıkmadan biriktirdiği beyaz çarşafın tam üzerine konuyorum...

Ağlıyorum...

Yalnızım....

Gülüyorum...

Özgürüm...

Şaşkınım...

Rüya olmalı...

Ben neredeyim ?

Birisi,birileri görüyor mu beni ? Bir elim umutlarımı tutmuş hasretle,uzatmalı mıyım boşluğa diğerini ?

Sesimi duyan var mı ? Beni gören var mı ?

İki bulutun tam ortasındayım.Kıvrım kıvrım çizgiler oluşturmuş,her kıvrımında duygu yüklü bin bir ressamın bin bir çizgisini yansıtan,bir şeyleri anlatacakmış gibi davranan iki ayrı bulutun...Zirveyi paylaşamamışlar anlaşılan,küsmüşler.Pamuk gibi, bembeyaz tenlerine dokunup okşuyorum şefkatle. Barışıyorlar sevgiyle...

Ben varım işte; tüm bencilliğimle,tüm yalnızlığımla,tüm hüznümle ben, dokunmayın benim ve dilediğimle paylaşırım...

Tam karşımda Ufuk. Tek bir çizgide birleşmiş Gök ve Deniz, oyun oynuyorlar. Hiçbir yerde görülmemiş mavilere bürünmüş elbiseleri. Yaklaşarak ve birbirinden ayrılarak çılgınca, hasretle bana koşuyorlar.Birisi ayaklarıma seriliyor sonsuza doğru,birisi de sıcacık yorgan oluyor sanki üstüme...

Hemen önümde dağımın çıplak griliğini kaplamak istercesine yemyeşil kayın ağaçları uzanıyor.Sadece benim için masaları üst üste koymuşlar yeşile boyamışlar sanki.Hani üzerinden atlayarak gitsem karşı dağa varacağım....

Şimdi artık inme vakti....

Neyin beklediğini yada neyin beklemediğini bilmeden...

Korkuyor muyum ? Çok mu cesurum ? Neden inmiyorum, Birini mi bekliyorum ? Neden ineyim ?

Ölümün bile en yakışanı burada olurdu...

Ve...

İndim...

VerSchL@GeN - avatarı
VerSchL@GeN
Ziyaretçi
23 Nisan 2007       Mesaj #752
VerSchL@GeN - avatarı
Ziyaretçi
İsrarcı Hayaller

Sponsorlu Bağlantılar

Televizyonda 2 kanalda ayrı ayrı rastladıgım belgesellerden büyük zevk aldım...O kadar ki 2 sini birden takip etmek zor oldugundan reklamlar sayesinde geçiş yapıyordum...

Biri su üstü diğeri sualtı...
Düşündümde, keşke bende çekebilsem...
Kamere fotograf makinası ve doğa.

Hayvanların birbirini ile uyumlarını,yaşamları,avlanmaları
hepsi muhteşem.

İnşallah bir gün bu ısrarcı hayallerimi gerçekleştirebilirim.


şiir ve dua ile...
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
23 Nisan 2007       Mesaj #753
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
İki Yalnız
Bir yalnız orada…
Birikmişti. Dolu dolu bakıyordu. Kadını fark etti. Ondan önemlisi yanındaki devasa boşluğu. Ve güzelim gözlerindeki derinli kahverengisinin.
Onun yanına oturmak istedi. Düşündü çekindi. Döndü, gidiyor. Aklı oradaki boşlukta, aklı kadında. Karşıdan bando geliyor. Kapatıyor yolu. Döndü geri. Utana sıkıla geçti kadının yanına.
Oturdu.
İki yalnız. Çok büyükler çok. Yürek tarafından . Ama orası boş. Tozları uçuşur. Kocaman bir rüzgârı vardır. Sonrası sınırsız. Gök ve toprak arasında melekler.
Bolca kırığı var kalplerinin. Çöller kadar.
İki yalnız, su gibi. Bir bakışta kendini ele verir onlar. Gizlenemezler ki. Maskeli baloda bile parmakla gösterilirler.
Kadın derya gibi. Kadın, uzun bir yolculuktan dönmüştü. Geçilmez yollarla doludur yaşam. Bir noktada bitersiniz. Hiç gücünüz kalmaz. Terk edersiniz yolu. Belki de tam ters istikamette yol almaya başlarsınız.
Kimse bilemez başladığı yolun sonunu. Kadın döndü belki de yuvarlandı bir yerden. Çetin bir noktadaydı ya da şansı yoktu. Terk etti hayallerini. Kim bilir?
Kadın oradaydı bütün genişliği ve güzelliğiyle. Adeta bir gemi gibi. Adeta transatlantik gibi. Evet. Bakılmaya doyulmayacak kadar, hatta kör edecek kadar güzeldi. Kör etmez ama, o kadar hoş yani.
Adam dönmüştü bir yerlerden incele incele döne döne. Çok zor bir yerlerden. Dağlara kavgalıydı belki.
Ağzı karanfil tadındaydı sıkı sıkıya. Cebinde ölü yıldızlar vardı.
Kim bilebilir cebinde esrar taşımadığını. Kim bilir bir veda mektubu taşımadığını.
Kim? Koyu bir acının çiçekli tepesinden yuvarlanmıştı belki de. Onları toplamaktan bitkin. Onları vazolara koymaktan, sulamaktan solgun. Erik ekşisi. Ve elma tatlısı
(hayat bu ikisinden başka nedir ki?)
Bu acıya tutuna tutuna yaşamda kalmasını bilmişti belki de. Şimdi azgın sularında soğuk boşluğun..
Kadın ama ırmakları dolu dolu. Deniz özlemiyle parlayıp sönüyor gözleri. Kırılgan ve denizler kadar utangaç. Bekliyor. Neyi, kim bilebilir? Belki de şişman bir kocası vardı,
koyun kokan, nefret kokan, kötülük kokan bir adam. Bıkmıştı kadın ondan ve her şeyden. Bıkmıştı. Çünkü köpeğiydi hayatının.
Şimdi burada olmak bir hayaldi.
Yürüyüş yolunda oynayan çocuklar vardı. Neşeli insanlar vardı.
Belki de ölü çocuklar. Doğduklarında ölmüşlerdi. Ya da: Cami avlusuna bırakılmayıp bir anne ya da bir sevgili tarafından boğularak öldürüldüler. Bir trafik kazası belki de.
Çocuklar vardı. Kimse onlara zarar vermezdi. Hiçbir şey onları engelleyemezdi. Hiçbir şey onlara çarpamazdı. Vardılar ama görünmez ezilmez öldürülmezler.
Sıcak, gülen, mutlu hayaletlerdi.
Kadın gençti güzeldi inceydi. Delice dans edebilir ruhu. Susması ölüm gibi olur.
Kim tahmin edebilir, kim bilir? Belki de zihnine beton döküyor. Yoruldu savaşmaktan.
Kalbi çok arkada. Öyle ki, arkada bir çıkış yolu buldu ve onu terk etti.
Aylardan Nisan salkım salkım.
Bir kalpsiz de yaşayabilir Nisan.
Kadın şeker tadında bakıyor, iyi film kadar sarışın düşünceleri belki de.
Hava deli gibi güneşliydi. Yıllardır böylesi görülmemişti. Bal bırakıyor insan ilişkileri. Kış kötü geçmemiş miydi? İnsanlar karla mahvolmamış mıydı?
Adam da dönmüştü bir yerlerden. Kaya gibiydi. Karaydı gözleri. Karamsardı zehir zehir. Oturacak bir yer aramıştı yorgundu ayakları. Yıllarca koşmuştu bir arzunun asfaltında. Eşsiz bir arzuydu. Ama… belli bir zaman sonra her arzu biter.
Kim bilebilir, bando, bando değildi. Belki de o koyun sürüsüydü ya da kadın sürüsüydü.
Kadın belki dönüşsüz bir yoldaydı. Başlangıçta sonsuz görünmüştü. Ama…
Belki buzun üstünde yaşıyordu. Ve buzda kocaman bir çatlak oldu olacaktı.
Bir karar vermeliydi. Allah’tan bir işaret bekliyordu.
Kadın belki çantasında bir tabanca taşıyordu. Bir saat sonra birini öldürecekti.
Hayatını karartan birini. Bir kadını ya da bir adamı. Güç topluyor…
Kadın belki arkadaki apartmanda oturuyordu. Yeni evlenmişti zengin adamla. Sadece parası için. Onu öldürmeyi düşünüyordu. Bu adam ise fena görünmüyor.
Kırmızı bir banktı. Önceden keresteydi. Ondan önce ağaçtı. Genç bir adamın baltasıyla ölmüştü. Adamın karısı hamileydi. Kör bir babası vardı belki de. Gururlu bir baba. Hep Allah der belki de. Önüne yemek koymazsan açım demez. Yük olarak görür kendini. İsyan etmez.
Kadın belki de çocukluğundan dönmüştü. İçli, gülmez, yeşildi gözleri.
Yine de hoşnut olabilir bir sıcaklık dalgasıyla, milyon tane kapısını açık bırakmış dünyaya ve dünyaya bedel gülümseyebilir, ama zamanı gelirse.
Hatta korkusuzca. Çıkılacak en yüksek yer neresiyle dişiyle tırnağıyla ırmağıyla çıkmaya hazır.
Bilenmiş ruhu. Kaplan sanki.
Kırmızı bir banktı. Değildi belki de. Özünde sarıydı belki de. Yalnızdı ormanda.
Bu yüzden kesilmişti. Ölmemişti. Can çekişiyordu yıllardır. Bir filizi çıkmıştı.
Kadın belki de vefasız bir adamdan dönmüştü bir yerleri eksile eksile. Kolay olmamıştı. Hiç kolay olmaz hayat. Yıllar mevsimler geceler gündüzler…
Adam dağ gibiydi. Ne iriydi ne inceydi. Gözlerinde yorgun bir çocuk. El sallayıp sallayıp kayboluyor. Adamın yüreği parmak şıklatıyor. Kayıp bir şeyleri çağırıyor.
Kadın denize bakıyordu.
Deniz temizdi. Masmaviydi. Belki de plâstik şişelerle doluydu. Kirliydi.Çok kirliydi.
Temizdi kadının gözleri. Ölüm gibi gözleri. Bakıyordu kayıklara.
Beş kayık vardı. Beş kayıkta beş çift vardı. Beş mutlu çift. Belki de beş nişanlı çift.
Deniz masmaviydi. Dudaklarını boyuyordu. Diriydi…
Kadın paldır küldür dönmüştü bir yerden. Kırmızı bir sorunun amansız bakışından.
Belki de pembe bir sevdanın yılan kollarından.
Dönmüştü. Sönmüştü. Sağ kaldığına dua ediyordu. Bir daha yapmayacaktı. Asla ama asla. Kendi kendine yeterdi. Hiçbir adamı sevmeyecekti. Asıl sevmek insanın kendisinde başlardı. Öteki olmasa da olurdu.
Adam dönmüştü bir yerden. Korkuyordu. Ölüyordu düşüncelerinde. Sonra gerçekten ölecekti. Ama aniden. Bir kalabalıkta ya da kör bir karanlıkta. Her an olabilir ölüm. Belki de bir kurşun vardı ardında. Takip bir yerde kanlı noktalanacak. Belki bir genç kızı hamile bırakmıştı. Kandırmıştı onu. Kullanmıştı. Mahvetmişti. Paramparça etmişti.
Adam dönmüştü bir yerden zınk diye. Bazı şeylerde ısrar, adamı öldürür. Sınırları bilmek gerek. Ölçülü yaşamak gerek. Rüyalarımızda bile.
Belki de sınırsız bir sevgi arıyordu. Ne olursa olsun aşk. Sonu nasıl biterse bitsin.
Aşk için yaratıldığına inanırdı.
Belki de bir şiiri bir öyküyü bir çiçeği yarım bırakmıştı. Devamını getirmeye korkuyordu. Yanlış bir hareketle korkunç bir yaratık oluşturabilirdi. Sonra bu dev yaratık onu rahat bırakmazdı. Benim babam kim, ben neyim der durur, soruları bitmez, yaşamda korku sala sala belki de insanları mahvede mahvede yaşardı.
Adam belki de kadınlardan ürküyordu. 40 yaşındaydı. Memurdu. Hayatı boyunca içine çekile çekile yaşamıştı. Vücudu bile içine çekiliyordu. Çekile çekile yok olmuştu. Sanki bir gölgeydi.
Hiçbir kadın onu tanımazdı. Bu adam çok mutsuzdu. Artık bir adım atmak istiyordu. Dışa doğru yaşamak istiyordu. Belki de bu kadın onun son şansıydı. Kaderiydi.
Kadın belki de 35 yaşındaydı. Bankacıydı. Belki de ayakları protezdi de salak adam fark etmiyordu. Saçı da peruktu meselâ. Ruhu da peruk meselâ. Kalbi de peruklu. Her şeyi…
Salak adam anlamıyor.
Kadın incele ezile bakıyor.
Adam da süzüle büzüle bakıyor. Ama birbirlerine belli etmiyorlar. Birbirlerinin gizemli sıcaklıklarını ürpere ürpere duyuyorlar.
Adam belki. Hayatı boyunca başladığı bütün işleri yarım bırakmıştı. Bundan belkiydi.
Sevdaları işleri sözleri. Hiçbir şeyin arkasında durmaz belki. Acayip bir şey. Güçlü görünür ama değil. Adam görünür ama değil. Vay düzenbaz!
Kadın belki de dilsizdi. Babası kesmişti dilini. Yanlış biriyle konuştuğu için…
Adam belki de sağırdı doğuştan…
Kadın belki kekeme. Bu yüzden korkuyor bir merhaba demeye.
Adam yarısını kaybetmişti belki de. Ayran gönüllü sarışın bir kadında. Asi gözlü ve erotik sesli bir kadın…
Adam belki de oğlunu kaybetmişti. Ona hasretti. Belki de can arkadaşının ölümüne sebep olmuştu…
Güneş biraz geri çekildi. Serin bir rüzgâr fırıl fırıl esmeye başladı.
Çok genç bir rüzgârdı. Göğüsleri yeni yeni büyümeye başlamıştı. Yaşıtları arasında çok kıskanılırdı. Bütün ruhunu açıyor, iplik iplik oluyor. Saçılıyor deli deli.
Kadın gibi ve adam gibi.
Bando gümbürdüyordu.
Şırıl şırıl bakıyor kadın, adama göz ucuyla.
Mırıl mırıl bakıyor adam, kadına göz ucuyla.
Bando: Castara castara cas. Casrata castara cas.
En önde güzel bir kız. Asayı sallıyor.
Kızlar kırmızı, erkekler beyaz bandonun.
Arkada davulu şişman bir çocuk çalıyor. Davulları hep şişman
çocuklar çalar.
Islık çalıyor takiptekiler. Bayrama hazırlanıyor liseli gençler.
Kayıp bir çocuk bitivermişti önlerine. Beş taş oynuyordu. Görmüyorlardı.
Adam kadına baktı. Sigara yaktı. Karşıya baktı. Sonra kadın adama baktı. Saçını geriye attı.
En kesin olan şuydu: Adam bulutlar kadar yalnızdı. Kadın daha çok yalnızdı. Topraklar kadar.
En kesin olan şuydu: BİR DOĞRU EDİYORLARDI NE VAR Kİ GÖRMÜYORLARDI. AMA İKİSİ DE O BANKTA YAN YANA SONSUZA DEK OTURMAK İSTİYORDU. Çocuk bir papatyayı eline almıştı, söylüyordu: Seviyor, sevmiyor, seviyor, sevmiyor…


Nephthys - avatarı
Nephthys
Ziyaretçi
23 Nisan 2007       Mesaj #754
Nephthys - avatarı
Ziyaretçi
Yolun Gittiği Yere...







Sabah seher vaktinde yola çıkmak istiyordu' Yola çıkmak' Sessiz, sakin ve arkasına dönüp bakmadan'
Çocuk sayılabilecek yaşlarda babası onu arabayla gezmeye çıkarttığında sorardı kendisine:
'Nereye gidelim oğlum?'
Naif ama içindeki sonsuzluk duygusundan izler taşıyan bir ifade ile cevap verirdi:
'Yolun gittiği yere baba, yolun gittiği yere''
Hepimiz hayatımızı en azından bir döneminde gitmek istemişizdir 'yolun gittiği yere'' Bu bazen 'çocukça' bir kaçış, bazen de 'büyükçe' bir isyanın neticesidir. Bazen de her ikisi de' kimbilir?
Peki nedir bu kaçışın sebebi, isyana ne sürükler insanı?... Her insan bu dünyada varlığı ölçüsünde bir şeyleri kotarmaya çalışır; en azından hayatının bir bölümünde' Her ne kadar 'insan, hayalleri yerine hatıralarını anlatıyorsa bilin ki yaşlanmaya başlamıştır' diye söylese de düşünürün biri, her yaşta insan kendine hedefler edinebilir. Bunları gerçekleştirmek için zamanı olmayabilir; o başka'
Hayata dair hedef sahibi olmak, o hedefe ulaşmak için gayret etmek, güzeldir. Ama, ya onca çabadan sonra arkanıza dönüp baktığınızda tıpkı o tekerlemede olduğu gibi 'bir arpa boyu yol gittiğinizi' görürseniz?... İşte bu an, heyecanla çarpan kalbin aniden ve şiddetle kanadığı andır. Yüreği kanatan, kırılan hayallerdir sadece'
Direnen direnir ömrünün sonuna kadar' Hatta kalbine bakmadan, yarasını görmeden yaşamayı bile öğrenir' Zamanın insana öğrettiği sadece bu değildir; insan adaletin ve aşkın insanoğlu için çok uzak iklimlerde kalmış iki zümrüdü anka olduklarını da fark etmiştir. Çünkü, yaşadığı her an, her ikisinin de insanoğlu için sadece 'temenniden' ibaret olduğunu dakika dakika görmüş, yaşamıştır. Hatta, 'adaleti sağlıyoruz/sağlayacağız' diye ortaya çıkan insanlarca verilen kararların, olabilecek en adaletsiz sonuçlar doğurabileceğini de görmüştür. Bu acı idrakin ardından, işte tam da o anda içini sonsuz bir yolculuk hissi kaplar' Arkasına bakmadan, bir seher vaktinde ve tam da 'yolun gittiği yere'' Şairin dediği gibi:

Gitmek'
Uçar, kaçar gibi gitmek uzaklara'
Maksatlı yolculukta ne bir tat var ne bir büyü'

'Maksatsız', 'tatlı' ve 'büyülü' bir yolculuğa çıkmayı arzu eder bir seher vakti kumruların 'hu-husunu' dinleyerek' Denemiş ama başaramamıştır.
Bu duygularla her geçen dakika biraz daha yalnızlaşır 'milenyum' insanı' Dünya avucunun içinde olmasına rağmen, o hiçbir yüzyılda olmadığı kadar yalnızdır. Çünkü asırlardır yaşattığı bütün güzellikler, 'küreselleşme' kimliğine bürünmüş 'emperyalizm'e teslim olmuştur.
Ve insan, artık insanlığı ile beraber çıkar o malum yolculuğa' Nereye mi?... Tabii ki, 'yolun gittiği yere''

Ne kadar yalnızız, ne kadar ıssız
Ve ne kadar tekiliz hissedilende...
Kalbimizi kanatır kırıklıklarımız,
Ama bütün kırıklık yaşamadan gidende!

En yakın, en uzakta,
O sonsuz yolculukta!

Sonu bilinen yolda yürümek zor olsa da,
Yaşanılan, hayata anlam katar sadece...
İnsandan geri kalan bu dünyada bir sâda
Ve sonsuza uzanan cevabı zor bilmece...

En yakın, en uzakta,
O sonsuz yolculukta!







Alper Şirvan
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
23 Nisan 2007       Mesaj #755
arwen - avatarı
Ziyaretçi
tuzlu kahve


Kiza bir partide rastlamisti.. Harika birseydi. O gün pesinde o kadar delikanli vardi ki.. Partinin sonunda kizi kahve içmeye davet etti.
Kiz parti boyu dikkatini çekmeyen oglanin davetine sasirdi, ama tam bir kibarlik gösterisi yaparak kabul etti. Hemen kösedeki sirin kafeye oturdular. Delikanli öyle heyecanliydi ki, kalbinin çarpmasindan konusamiyordu. Onun bu hali kizin da huzurunu kaçirdi.. "Ben artik gideyim" demeye hazirlanirken, delikanli birden garsonu çagirdi..
"Bana biraz tuz getirir misiniz" dedi.. "Kahveme koymak için.."
Yan masalardan bile saskin yüzler delikanliya bakti..
Kahveye tuz!..
Delikanli kipkirmizi oldu utançtan, ama tuzu kahvesine döktü ve içmeye basladi. Kiz, merakla "Garip bir agiz tadiniz var" dedi..
Delikanli anlatti:
"Çocukken deniz kenarinda yasardik. Hep deniz kenarinda ve denizde oynardim. Denizin tuzlu suyunun tadi agzimdan hiç eksilmedi. Bu tatla büyüdüm ben.. Bu tadi çok sevdim. Kahveme tuz koymam bundan. Ne zaman o tuzlu tadi dilimde hissetsem, çocuklugumu, deniz kenarindaki evimizi ve mutlu ailemi hatirliyorum. . Annemle babam hala o deniz kenarinda oturuyorlar.. Onlari ve evimi öyle özlüyorum ki.."
Bunlari söylerken gözleri nemlenmisti delikanlinin.. Kiz dinlediklerinden çok duygulanmisti.
Içini bu kadar samimi döken, evini, ailesini bu kadar özleyen bir adam, evi, aileyi seven biri olmaliydi. Evini düsünen, evini arayan, evini sakinan biri.. Ev duyusu olan biri..
Kiz da konusmaya basladi.. Onun da evi uzaklardaydi.. Çocuklugu gibi.. O da ailesini anlatti. Çok sirin bir sohbet olmustu.. Tatli ve sicak.. Ve de bu sohbet öykümüzün harikulade güzel baslangici olmustu tabii.. Bulusmaya devam ettiler ve her güzel öyküde oldugu gibi, prenses, prensle evlendi. Ve de sonuna kadar çok mutlu yasadilar. Prenses ne zaman kahve yapsa prensine içine bir kasik tuz koydu, hayat boyu.. Onun böyle sevdigini biliyordu çünkü.. 40 yil sonra, adam dünyaya veda etti.
"Ölümümden sonra aç" diye bir mektup birakmisti sevgili karisina.. Söyle diyordu, satirlarinda..
"Sevgilim, bir tanem..
Lütfen beni affet. Bütün hayatimizi bir yalan üzerine kurdugum için beni affet. Sana hayatimda bir tek kere yalan söyledim.. Tuzlu kahvede.. Ilk bulustugumuz günü hatirliyor musun?.Öyle heyecanli ve gergindim ki, seker diyecekken 'Tuz' çikti agzimdan.. Sen ve herkes bana bakarken, degistirmeye o kadar utandim ki, yalanla devam ettim. Bu yalanin bizim iliskimizin temeli olacagi hiç aklima gelmemisti. Sana gerçegi anlatmayi defalarca düsündüm. Ama her defasinda korkudan vazgeçtim.
Simdi ölüyorum ve artik korkmam için hiçbir sebep yok.. Iste gerçek.. Ben tuzlu kahve sevmem. O garip ve rezil bir tat.. Ama seni tanidigim andan itibaren bu rezil kahveyi içtim. Hem de zerre pismanlik duymadan. Seninle olmak hayatimin en büyük mutlulugu idi ve ben bu mutlulugu tuzlu kahveye borçluydum. Dünyaya bir daha gelsem, herseyi yeniden yasamak, seni yeniden tanimak ve bütün hayatimi yeniden seninle geçirmek isterim, ikinci bir hayat boyu daha tuzlu kahve içmek zorunda kalsam da.."
Yasli kadinin gözyaslari mektubu sirilsiklam islatti.
Lafi açildiginda birgün biri, kadina "Tuzlu kahve nasil bir sey" diye soracak oldu..
Gözleri nemlendi kadinin..
"Çok tatli!.." dedi..


okurken gercekten gözlerim doldu paylaşmak istedim

DEsssT16 - avatarı
DEsssT16
Ziyaretçi
23 Nisan 2007       Mesaj #756
DEsssT16 - avatarı
Ziyaretçi
Olay İngiltere'de geçiyor:

Yaşlı bir bey, sabah erken evinden çıkmış, yolda
ilerlerken, bir bisikletlinin kendisine çarpması ile yere
yuvarlanmış ve hafif yaralanmış.
Sokaktan geçenler yaşlı beyi hemen en yakın
sağlık birimine ulaştırmışlar.
Hemşireler, adamcağızın yarasına pansuman
yapmışlar, ama 'biraz Beklemesini ve röntgen çekerek her hangi bir
kırık veya çatlak olup olmadığını inceleyeceklerini' söylemişler.
Yaşlı bey huzursuzlanmış, 'acelesi olduğunu istemediğini' söylemiş.
Hemşireler merakla acelesinin sebebini sormuş.
Adamcağız da 'karım huzur evinde kalıyor her sabah onunla kahvaltı etmeye
giderim, geç kalmak istemiyorum' demiş.
'Karınızın, siz gecikince merak edeceğini düşünüyorsunuz herhalde'
Demiş hemşire.
Adam üzgün bir ifade ile 'ne yazık ki karım Alzheimer hastası ve benim kim olduğumu bilmiyor' demiş.
Hemşireler hayretle 'madem sizin kim olduğunuzu bilmiyor neden hergün onunla
kahvaltı yapmak için koşuşturuyorsunuz' demişler.
Adam buruk bir sesle 'ama ben onun kim olduğunu biliyorum'
demiş.
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
23 Nisan 2007       Mesaj #757
arwen - avatarı
Ziyaretçi
dedeciğim
bana öyle masum bakıyorsunki bu bakışları hep özliyceğim
senin bu hayattan bir gün çekip gitceğini biliyordum.
ama bu günün bukadar yakın olcağıı hiç tahmin etmemiştim
belki bu gece belki yarın gece
ama çok yakın oldunu biliorum
canın acıyor dimi dede
nefes alırken bile zorluk çekiyorsun dimi
keşke senin içine girsemde senin daha uzun yaşamanı sağlasam
keşke benle beraber sende yaşasan
ama çok zor bu dimi
elerini öpmek koklamak istiyorum
bunu birdaha hiç yapamıycağım için çok üzülüyorum
sana birdaha asla sarılamıycam diye
sensiz kalcam diye çok üzülüyorum
ne yapcam sensiz
kime bakıp gülcem
kimle eylencem
kimin elllerini öpüp dedem diye sarılcam
seni o halde gördüğüm ilk gün çok kötü oldum dede
o gece senle uyumak istedim ama korktum
beni orda bırakıp gidicen diye
ama yarın gece senle o koskoca evde tek kalıcaz
ya sana bişey olursa ve sen gidersen
ben ne yapcam tek başıma
korkarım ben dede yanımda sen olmazsan
hayatımda ilk defa bukadar korkarak yaşıyorum
hayatımda ilk defa birini ölümle kaybedicem
canım dedeciğim
seni çok seviyorum


senin sayende okadar çok güldümki ben
küçüklüğümdeyken sana koca adam derdim
pamuk dedem derdim yanına yaklaşmaya korkardımda
sen annaneme geldiğinde camın önüne otururdun yoldan geçen arabaları sayardın
ama hep 5 e kadar
1 2 3 4 5 sora tekrar 1 2 3...
az gülmedim ben bu yüzden
eskiden ayakta gezyordun
camiye giderdin sokakta yürürdün
sabah kalktığında yüzünü yıkamaya gidebiliyordun
şimdi....
o yattığın yataktan kalkamıyorsun

hadi koca adam biraz gayret
başarıcaksın sen yaşıycaksın
daha benimle çok şey konuşacaksın
daha bizi çok güldüreceksin
hadi pamuk dedem
ben daha çok senle konuşmalıyım
senle yaşıycaklarımız bukadarla kalmamalı bence
daha çok şey var bizi bekleyen eminim sende bunun farkındasın ne olur pamuk dedem benim kalk o iğrenç yataktan
hadi kalkta senle bahçeye inelim salıncakta salla beni beraber top oynayalım tekrar camiye git mahallede gez
lütfen dede lütfen....

başarırsan beraber yürüycez bu yolda beraber çıkıcaz bu koca uzun yokuşu en azından benim için yap bunu ne olursun
hadi elini ver bana kalkıyorum ben torun de bana tut elimden kalk o yataktan çıkalım dışarıya
o kasvetli odadan dışarı çık
hayata kaldığın yerden devam et...

sanırım ben çok şey istiyorum pamuk dedem
sanırım imkansız bunlar
ama bi ümit
eğer sen benim dedemsen bende senin torununsam sen o yataktanda o kasvetli odadanda çıkıcaksın
bu ümidim hiç bitmicek
eminim bir gün kaldığımız yerden devam etcez ben buna inanıyorum sende inan
sakın birdaha ben ölüyorum kızım deme bana korkuyorum
benim korkmamı istemezsin sen
seni bekliyorum dede...
bana elini uzatacağına inanarak baş ucundan ayrılmıcam bu gece
şimdi uyu dinlen
iyi geceler dedem benim iyi geceler koca adam
HayLaZ61 - avatarı
HayLaZ61
VIP BuGS_BuNNY
23 Nisan 2007       Mesaj #758
HayLaZ61 - avatarı
VIP BuGS_BuNNY
KÜÇÜK ÇİN BALIĞI
Birgün, bir denizde, onsekiz, yirmi metrede, küçük bir
balık yanaştı kulağıma... Balıkça bilirmisin dedi...
Bilmezmiyim... Hemen başımı salladım. Dinle dedi,
sana bir sır vereceğim... Neymiş o dedim...
Ağzımdan kabarcıklar merakla yükseldi... Aşığım dedi
küçük balık çok aşığım... İşte o günden beri
kıskanırım küçük balıkları için için...
Küçük balıkla dost olmayı düşledim...
Bir deniz kestanesi kırdım, mutlu düşleri, başka
bir balığın peşinde yedi, deniz kestanesini...
Adın ne senin dedim usulca.. Adım mı ? bilmem...
Benim adım yok, ben balığım dedi...
Peki sana küçük çin balığı desem olur mu? dedim...
Seni mutlu mu edecek dedi... Belkide eder kimbilir..
Peki benim adım küçük çin balığı olsun dedi, yüzdük,
yüzdük, yüzdük... Yoruldum dedim, biraz dinlenelim mi?
Yüzüme baktı, olur dedi küçük çin balığı... dinlenelim.
Niye yüzüme baktığını anlıyamadım, sorsam mı dedim;
soramadım, ağzımın ucunda bir soru kaldı ve küçük çin balığı
bunu farketti.. Toparlandım hemen, nereye yüzüyorduk?
Bir yerlere mi yüzmeliydik dedi, bilmem dedim gayriihtiyari
bilmem... Yüzüyorduk öylece dedi küçük çin balığı.
Yetmez mi ki, bu sana... Yeter, yeter dedim. Dedim ama..
İçimde garip bir şey kıpırdadı adını koyamadım. Öylece
yüzmeye devam ettik, öylece... Sanki yıllardır düşlediğim,
hedefi olmayan, sadece elini tuttuğumda içiminin ısındığı
bir sevda gibi.. Öylece yüzüyorduk...Ben, bir adam,
o, bir balık... Küçük çin balığı...
Sanki düşlerimi okudu istersen ayrılalım dedi...
Neden, nedenmiş o? İstersen ayrılalım ona yaklaşıyoruz..
O mu? O da kim?
Ne çabuk da unuttun... hani sırrım, hani aşık olduğum...
Bir yudum sessizlik düğümlendi içimde... Onca
sessizliğin içinde zamanımıydı şimdi? Neler oluyor bana...
Bu oksijen narkozu olmalı, biraz yukarı çıkmalıyım..
İki metre, evet evet.. İki metre yeter..
Vedalaşmadan mı gidiyorsun?
Ne diyebilirim, sen, bir düş değil misin...
Sen, benim düşlerimin küçük çin balığı değil misin...
Usulca süzüldü, yanağıma sokuldu,
soğuk suların tüm sıcaklığıyla...
Tüpüm bitmek üzere.. Çıkmalıyım.. Dönünce?...
Bekleyeceğim seni, kendine iyi bak,
böyle hüzünlü bitmesin dedi ve maviliklerin
içine doğru süzülüp kayboldu...
Anlamsız, içim boş, yükselmeye başladım.
Çıktığımda yanımdakiler telaşlıydılar... İyimisin?
Biraz şöyle uzan istersen... Ayşegül de belli etmemeye
çalıştığı panikle yanağımı tuttu, canım, iyisin değil mi?
Başımı salladım, gözlerine bakamadım... Herşeyi bir anda
eleveririm gibi... Vazgeçsen şu sevdadan, her seferinde
böyle beklemek... Vazgeçmek mi bu sevdadan dedim,
usulca, daha neresindeyim onu bile bilmeden....
kıyıya akşamın hüznü çöktü...
En sevdiğim saatlerde, keyifsiz yudumladım rakıdan..
Ayşegül, kadınsal içgüdüleriyle huzursuz,
bense bir balığa........Saçmalıyorum..
Hep istediğim şey oluyor, sistemli deliriyorum, evet...
Evet, işte böyle olsa gerek, sistemli deliriyorum...
Toplanıp gitmek istiyorum herşeyi.. Elbiselerimi, tüpümü,
herşeyi.. Ayşegül de dahil, herşeyi bırakıp gitmek istiyorum...
Anlamsız bir hırsla eşyalarımı topladım...
Valizim tıkış tıkış, içim de öyle.. Ve içimden kaçıp kopmak
geliyor yaşamdan, kopup esmek dağlara doğru...
Ama ya, ömrüm boyu, yakama yapışırsa küçük çin balığı...
Ya, yaşamım boyunca, soğuk suların sıcak öpücüğü gibi
rüyalarımı basarsa... Tüm bitiremediğim aşklarımdan
biri olursa. Düşüncelerime inanamıyorum.
Liseli gençlerin aşkı kokuyor... Yok yok...
Tekrar dalmalıyım, bu salakça düşü noktalamalıyım...
Sabahın ilk ışıklarıyla terleyerek uyandım. Elbiselerimi,
paletimi zor topladım. Sahilin ıssızlığında giyindim, henüz
güneşin ısıtamadığı sularda ürperdim. Yavaşça mavinin
büyüsüne bıraktım kendimi... Liseli heyecanım başladı.
Soğuk suların içinde ellerim terledi, ilk aşkımı hatırladım..
Aşkımı mektupta ilan edebilmiştim... O da kabul etmişti.
Sonra buluşmaya karar verdik. O nu ilk gördüğümde
düşecekmiş gibi olmuştum. Bunu nasıl da unutmuşum...
Dudaklarımın ucuna salakça bir liseli gülümsemesi yapıştı,
öylece süzülüyorum mavilere. Biran önce havamı
bitirip çıkmak ve bu salakça düşe son vermek için...
Binlerce balık süzülüp geçiyor yanıbaşımdan oraya buraya
dağılıveriyor... Ben se, küçük çin balığını arıyorum...
Belki de umutlarımı, küçüklüğümden beri kurduğum düşleri,
küçük olduğum için savaşamıyıp kaybettiğim aşkımı...
Kısacası kendimi arıyorum...
Ya ben dedi, küçük çin balığı yumuşacık bir sesle... Ya ben!..
Binlerce volta tutulmuş gibi sıçradım soğuk suların içinde.
Sular kaynadı, kaynadı da yaktı beni sanki...
Bir nefes daha almayasım geldi tüpümden,
öylece kendimi bırakıvermek maviliklere... Ama sen.. Sen,
diye şaşkın kekeledi küçük çin balığı... Sen bana... Evet,
küçük çin balığı, ben sana... İçimde yılların boşluğu doluverdi..
Bir söz, üstelik bir tamamlanmamış söz... Donduk, donduk da
kaldık sanki öylece. Laf bitti koskoca denizde. Laf bitti...
Nolucak şimdi dedim... Hiç dedi; yüzeceğiz.
Sen, daha mutlu. Ben, şaşkın ve düşünceli...
Neden şaşkın ve düşünceli diyemedim...
Unutma, ben aşığım dedi, şimdiyse şaşkın,
sen yıllardır düşlediğimsin, olamıyacak hayalimsin
ve işte karşımdasın, ansızın çıkıpgeldin, beni, çok
etkiliyorsun ama ben, yine de aşığım...
Yüzdük, lafın bittiği denizlerde...
Mavilikler bir garip, artık eski renginde değil.
Sanki, sanki küçük çin balığının pırıltıları solmuş.
Sanki, küçük çin balığı, tanımlıyamadığı
garip bir hüzün dalgasında sürükleniyor.
Elimi uzattım... Yüzüme dostça bir gülücük oturttum...
Oysa içim?.. Havam bitmek üzere...
Biliyorum dedi, benim de zamana ihtiyacım var, bunu da
sen biliyorsun, ama dostluğum hep yanında olacak...
Bakışlarımı gizledim, anlamlarını körelttim,
aklımı onda bırakıp, yukarıya süzüldüm ..
Ayşegül sahilde öylece hareketsiz...
Yanıma gelmedi, gittim yanına oturdum...
İkimizde denize dönük... Nasıl bir oyun bu dedi,
sesinin son enerjisi ile nasıl bir oyun bu?..
Bilmem dedim, bilmem... Belki de ölümcül.
Pirana Kovalayan Çılgın Hamsi...
€c€m - avatarı
€c€m
Ziyaretçi
23 Nisan 2007       Mesaj #759
€c€m - avatarı
Ziyaretçi
BENİM HİÇ SENİM OLMAMIŞ GİBİ!

Varlığınla yokluğun arasında kalmayacağım artık,
sadece olmayacaksın. Sensiz kalma ihtimali olmayacak
aleyhine kurulmuş cümlelerimin sonunda. Belki birkaç
satır arasında unutulacaksın bir müddet sonra. İçimden olmayacak,
boş bir kağıdın gölgesine sığınmayacak sana sitemlerim.
Hani hep kızardın ya “Konuş konuş konuş” derdin,
haykırabilir miyim şimdi korkaklığını.
Bıraktığın bu mavi düşleriyle avunan yalnızlığı,
artık sahiplenilmeyecek olmanın
burukluğunu yaşarken, haykırabilir miyim dersin,
susar mıyım, gülüp geçer miyim yoksa ...?

Aslında alıştırmalıyım kendimi hiç dönmeyecekmişsin,
dönülmeyecek bir yerdeymişsin gibi farzetmeli, unutmalı.
Seni hiç tanımamış gibi yaşamımı sürdürmeliyim.
Var olduğum her yer aşkın şehri olmalı artık,
yeniden sevmenin, sevilebilmenin yeri her yer,
zamanı yaşanan ve gelecek tüm zamanlar olmalı benim için.
Evet, sayfalardan koparıp bir bir savurmalıyım seni
yaşanmış tüm zamanlara, uzaklaşan
her adımımla hapsetmeliyim bu anılar sokağına.
Kopan takvim yaprakları sensiz geçen günleri saymamalı,
yokluğunun güncesini tutmayı artık bırakmalıyım.
Her yeni güne seni getirmedi diye isyan etmemeliyim.
Kabullenebilmeli, hazmedebilmeli, aldırmamalı
hatta sana hak verebilmeliyim.
Bu satırlarla büyümeye başlamalıyım, sırf seni
ve çocuklaşan bir aşkı kolayca unutabilmek için.
Zira yoksun. Sanki benim hiç senim olmamış,
sanki bizi hiç yaşamamışız,
sanki aşk denen o hoyrat şarkıyı mırıldanmış
ve sonra yarım bırakmışız gibi.

Artık yeni bir şarkı söylemenin vakti,
Yaşanmışlığına, yitikliğime hiç aldırmadan,
Sanki benim hiç senin olmamış gibi...



Nephthys - avatarı
Nephthys
Ziyaretçi
23 Nisan 2007       Mesaj #760
Nephthys - avatarı
Ziyaretçi
Dostluk ve Ötesi....


Uzun zamandır kafamı kurcalayan bir şey var... Düşünüyorum da, hayatın koşuşturması arasında geçen zaman, biz farkında olmasak da hayatı ve onun gerçeklerini nasıl da öğretiyor bizlere... Hemen her konuda çabuk karar vermenin, aceleci ve kolaycı davranmanın yanlışlığını ve çok konuşup hiç düşünmemek, tefekkür etmemek yerine çok tefekkür edip az konuşmak, az hüküm vermek gerektiğini anlamamız, farkına varmamız için galiba büyümemiz gerekiyor.
Her türlü önyargı, çıkarcılık, olumlu ya da olumsuz abartılmış, samimiyetsiz davranış ve düşüncelerden azâde ilişkilerin bir masalmışçasına anlatılması içimizi kanatsa da bütün bu yok oluşların müsebbibi aslında bizler değil miyiz? Sıradanlaşan herşey yok olmaya mahkûmdur. Kolaya kaçıyor, sıradanlaştırıyor, tüketiyor, yok ediyor ve yok oluyoruz. Önce birey, sonra toplum olarak... Hepimiz, birbirimizin kâtiliyiz aslında...
Sevginin, inancın, ideâlizmin, arkadaşlığın, dostluğun, ilişkilere sadece yürek koymanın ve bunu asla belli etmeme olgunluğunun yok olduğundan zaman zaman şikayet etsek de günümüzün her tarafa yayılmış dejeneratif ve kolaycı ortamından bu gibi duyguların etkilenmemelerini düşünmek ne mümkün?...
Kendinizi oluşan bu 'tembel ve kolaycı 'yeni' ' dünyadan uzak tutmaya çalışsanız da o dünya ister istemez, size de bulaşır. Bilinçli olmasa da kolaycı 'fast-food' kültürü, içimize sinsi sinsi girip bizi işgâl eder ve ne yazık ki ülkeler artık insanların topraklarına değil beyinlerine ve yüreklerine girilerek işgâl ediliyorlar.
.......
İnsanlara çok kolay payeler veriyor ve ardından o kişinin o payeye hiç de lâyık olmadığını farkedince de geri alamıyoruz ne yazık ki... Çok kolay 'arkadaşım' diyoruz mesela... Çok kolay 'dostum' diyoruz... Çok kolay 'sevgili' oluyoruz...
Bir insanla tanışır tanışmaz onunla ilgili kafamızda bir figür oluşturuyor, sonra da o insanın o figürle özdeş olduğunu varsayıp öyle davranmasını bekliyoruz. Mesela 'doğruluk timsali, güven veren' biri olarak gördüğümüz bir insanın hiç de öyle olmadığını gördüğümüzde hayâl kırıklığına uğruyor, çoğu zaman kalbimizin kırıldığını hissediyoruz. Halbuki o insan zaten bizim onu gördüğümüz gibi asla olmamıştır; sadece biz öyle sanmışızdır.
Bu, hakkımızda hüküm vermiş insanlarla karşılaştığımızda da hayâlimizi kırabilir zaman zaman... Karşımızdakinin kafasında hakkımızda nasıl bir figür oluşturduğunu bilemediğimiz için ne olursak olalım onun kafasındakiyizdir. Hakkında hiç de olmadığı gibi abartılı, çoğu zaman duygusal ve mantıktan uzak hüküm ya da hükümler vermiş insanlarla birlikte olmak, tonlarca ağırlık taşımaktan daha ağır gelir insana... Hani derler ya, 'ne kadar bilirsen bil; sahip olduğun bilgi karşındakinin anlayabildiği kadardır.'
Yaşanmışlık tecrübesi ile doğru orantılı bu konu hakkında 'asıl dost...' deyip herhangi bir hüküm verebilecek yaşta ve bilgelikte olmasam da sadece dostluktan ne anladığımı ifâde etmem gerekirse, dost, karşılaştığımız her konuda tavrımızı kendisinden yana koyabilecek kadar emin olduğumuz, güven duyduğumuz insandır ve böylesine bir güvenin ve dostluğun kolay oluşabileceğini düşünmek, hiç de akılcı olmaz diye düşünüyorum. Zaman, ilişkileri türlü imtihanlardan geçirir biz farkında olsak da, olmasak da... ve insanlar, bizim insiyatifimiz dışında, farkında olmadan, ya dostumuz oluverirler, ya da dost olmadıklarını belli ederler... Zaman, herşeyin olduğu kadar bunun da ilacı ve belirleyicisi galiba... Hani bir şiirimizde demişiz ya:


DOSTLUK....

Dostları özleten şey, sımsıcak hatıradır,
Bir başka iklimdendir eski muhabbetlerim.
İnsan zaman zaman bugünden kaçmalıdır
Ve sığınmalı geçmişin sevgilerine derim.
'Eski dost düşman olmaz.' diye bir söz söylenir
İnsan dostlarıyla gurur duyar zamanla.
Herşey unutulur da eski dostlar özlenir,
Çünkü hiçbir zaman demezsin; 'ne olur beni anla!!'
Hayatın koridorlarında kaybetsek de onları,
Karşımıza çıkarlar umulmadık zamanda.
Karşılıksız sevgidir hep en güzel yanları
Derde ortak olurlar, en sıkıntılı anda.
Muhabbeti sessizce ararken ufuklarda,
Dostlarım bana yeter, uzakta olsalar da.

.......
Şöyle bir tefekkür edip bu perspektiften baktığım zaman gerçekten 'dostum' diyebileceğim bir, iki, üç, dört... Evet ben tam dört isim buldum şimdilik; ya siz?



Alper ŞİRVAN

Benzer Konular

3 Aralık 2006 / Misafir Genel Mesajlar
16 Mayıs 2014 / NihLe Müslümanlık/İslamiyet
11 Haziran 2013 / Misafir Forum Oyunları
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar
20 Haziran 2012 / ThinkerBeLL Edebiyat