Arama

Hikayeler ve Öyküler -1- [Arşiv] - Sayfa 174

Güncelleme: 3 Aralık 2006 Gösterim: 567.573 Cevap: 1.997
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
21 Ekim 2006       Mesaj #1731
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Bir zamanlar bir tepenin üzerinde villada bir oğlan çocuğu yaşarmış. İyi de yaşamış. Köpekleri ve atları, otomobilleri ve müziği severmiş. Yüzmeye gider, futbol oynar, güzel kızlara bayılırmış.

Sponsorlu Bağlantılar
Bir gün Tanrıya:

“Büyüdüğüm zaman neler istediğimi buldum, uzun uzun düşünüp.” Demiş.

“Neler”demiş Tanrı...

“Bir büyük evde yaşamak isterim. Ön kapısında heykeller olsun. Arka kapıda iki St. Bernard köpeği... Uçsuz bucaksız bir bahçe içinde....Uzun, çok güzel ve çok müşfik bir kadınla evlenmek isterim. Siyah saçlı, mavi gözlü, gitar çalan ve tatlı tatlı şarkılar söyleyen.”
“Üç güçlü oğlum olsun isterim ki, onlarla futbol oynayabileyim.. büyüdüklerinde birisi büyük bir bilim adamı, öteki senatör, üçüncüsü milli santrfor olsun.”
“Ben bir seyyah olayım... Okyanuslara yelken açayım. Dağların zirvelerine tırmanayım, insanları kurtarayım. Bir Ferrari kullanayım yollarda...”

“Ne güzel bir hayal bu”demiş Tanrı... “Mutlu olmanı dilerim.”

Bir gün oğlan futbol oynarken ayağını incitmiş. Ondan sonra değil dağlara, ağaçlara bile tırmanamaz olmuş. Okyanuslara yelken açmak da hayal olmuş tabii. Bunun üzerine pazarlama okuyup, tıbbi malzemeler dağıtın bir şirket kurmuş.

Bir kızla evlenmiş, çok güzel ve çok müşfik. Ama uzun değil, kısaymış. Saçları siyahmış ama gözleri mavi değil, ela imiş. Gitar çalamaz, şarkı söylemezmiş ama, harika yemek pişirir, olağanüstü güzel kuş resimleri yaparmış. İşi dolayısıyla, kent dışında bir villada değil, kentte bir apartman teras katında oturmak zorunda kalmış ama evinin deniz manzarası gene harika imiş. İki St. Bernard besleyecek bahçesi yokmuş ama evinde harika bir Ankara kedisi varmış. Üç kız da babalarını çok severlermiş. Onunla futbol oynayamazlarmış ama birlikte denize, parklara giderlermiş. Uçurtma uçurdukları da olurmuş. En küçükleri hariç tabii. O gölgede bir ağacın altında oturur, gitarı ile şarkılar söylermiş. İyi para kazanmış ama öyle kırmızı bir Ferrari’si olmamış.

Bir sabah uykudan üzüntü içinde uyanmış ve en iyi arkadaşına koşmuş...

“Ben” demiş. “Hiç mutlu değilim.”

“Neden”demiş arkadaşı.

“Çocukken siyah saçlı, uzun boylu, mavi gözlü, gitar çalıp şarkı söyleyen bir kızla evlenmek isterdim. Oysa karım uzun değil, ela gözlü, gitar çalamıyor.”

“Karın çok güzel”demiş arkadaşı...”Harika resimler yapıyor, enfes yemekler pişiriyor üstelik.”

“Adam dinlememiş bile onu....

Bir gün karısına “Hiç mutlu değilim” diye dökmüş içini.

“Neden” demiş karısı.

“Çünkü büyük bir bahçe içinde bir villada yaşamayı düşlerdim, oysa 47.katta bir apartman dairesine tıkıldım. İki St. Bernard’in yaşayacağım bir bahçem olsun isterdim, hani nerede...”

“Konforlu bir apartmanda yaşıyoruz” demiş karısı....”Oturduğumuz yerden okyanusu görüyor, gülüyor, eğleniyor, birbirimizi seviyoruz. Kendimizi okşuyor, güzel kuşların resimleri yapıyoruz. Üç de harika çocuğumuz var...”

Adam dinlemiyormuş bile....

Ruh doktoruna koşmuş bir gün.... “Ben mutlu” değilim diye...

“Niye “demiş doktor...

“Çünkü ben bir gezginci olmak, okyanuslara açılmak, dağlara tırmanmak, insanları kurtarmak isterdim. Oysa masa başı işim ve sakat bir dizim var şimdi..”

“Ama sattığın tıbbi malzemeler yığınla hayat kurtarıyor..” demiş doktor.

Adam dinlememiş bile. Doktor da ona 100 Dolar vizite yazıp yollamış.

Bir gün muhasebecisine “Ben çok mutsuzum”demiş..

“Neden demiş muhasebecisi.

“Ben kırmızı Ferrari’m olsun isterdim hep. Ve dünya umurumda olmasın. Oysa işe metro ile gidip geliyorum. Bir yığında sorunum var.”

“İyi giyiniyor, iyi restoranlara gidiyorsun. Bütün Avrupa’yı Amerika’yı gezdin.”demiş muhasebeci.

Ama adam onu dinlemiyormuş bile. Muhasebeci adama 100 Dolar danışman ücreti fatura edip yollamış. Onun da hayalinde kırmızı Ferrari varmış çünkü...

Adam, rahibe “çok mutsuzum” demiş.

“Neden” demiş rahip.

“Üç oğlum olsun isterdim. Biri bilim adamı, biri politikacı, biri sporcu. Oysa üç kızım oldu. Birisi yürüyemiyor bile.”

“Ama çok güzel ve çok zeki üç kızın var”demiş rahip. “Seni çok seviyorlar. Başarılı da oldular. Biri hemşire, biri sanatçı, biri de müzik hocası..”

Ama adam dinlemiyormuş bile. Öyle mutsuzmuş ki hasta olmuş sonunda. Bir beyaz hastane odasında, etrafı beyaz giyinmiş hemşirelerle dolu yatıyormuş. Vücudunda teller, hastaneye kendi sattığı kalp cihazına gidiyor, kollarına bağlı serumlarla besleniyormuş. Fena halde mutsuzmuş adam şimdi. Ailesi, dostları ve rahibini yatağının başına toplanmışlar.

Onlar da üzüntü içindeymiş. Mutlu olanlar sadece ruh doktoru ile muhasebecisi imiş. Bir gece adam odasında Tanrı ile yalnız kaldığında

“Tanrım”demiş. “Hatırlar mısın çocukken sana yalvarmış ve istediklerimi sıralamıştım.”

“Hatırladım”demiş Tanrı.. “Güzel bir hayaldi”

“Peki niye onların hiçbirini vermedin bana” demiş adam..

“Verebilirdim” demiş Tanrı...”Ama sana istemediğin şeyleri vererek bir sürpriz yapmak istedim.”

“Bak neler verdim sana. Bir güzel sevecen eş, iyi bir iş, yaşanacak güzel bir ev. Üç tatlı kız evlat. Bir araya getirdiğim en güzel yaşam paketlerinden biriydi bu”

“Evet”demiş adam...”Ama bana benim gerçekten istediklerimi vereceksin sandım..”

“Bende senin, benim gerçekten istediklerimi vereceksin sandım.” Demiş Tanrı.

“Sen ne istedin ki?” demiş adam hayretle.

Tanrı’nın da bazı şeyler isteyeceğini hiç düşünmemiş hayatında.

“Sana verdiklerimle mutlu olmanı istemiştim.”demiş Tanrı.

Adam karanlık odasında sabaha kadar düşünmüş .sonunda yeni bir hayal kurmaya karar vermiş. Yıllar önce kurduğu hayalin yerine “Keşke bunu hayal etseydim.” Dediği bir hayal..

Bu sefer ki hayalinde zaten sahip olduğu şeyler varmış hep. Adam kısa zamanda iyileşmiş, 47. Kattaki dairesinde mutlu yaşamış. Kızlarının şen şakrak sesleri, eşinin derin ela gözleri ve harika kuş resimleri arasında mutlu olduğunu hissedermiş bütün gün... geceleri de okyanusa yansıyan kentin ışıklarının dalgalar üzerinde oynaşmasına bakar gülümsermiş... sınır tanımadan büyük düşünmek... hayal gücünü sonuna kadar zorlamak... ama elde ettikleri ile de mutlu olmayı bilmek... Tanrı’nın insana verebileceği en büyük iki nimet bu olmalı....

Bakın bakalım, size neler vermiş Tanrı.

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
21 Ekim 2006       Mesaj #1732
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Ağır adımlarla yaklaştı, başını kaldırıp gözlerine bakamadı. Kadının gözleri de yerdeydi... “Her şey daha güzel olabilirdi belki, hoşça kal...” diyebildi.

Sponsorlu Bağlantılar
Ve salonu terk edip dışarıya fırladı.


Gözleri dolmuştu. Nasıl da bitivermişti bir anda her şey. Aşk biter miydi? Bitmeli miydi? Masaya vurulan bir tokmağın sesiyle bitivermişti işte...

Oysa, birbirlerini severek evlenmişlerdi. Okul yıllarına dayanıyordu sevgileri. Çılgınca bir sevgiydi bu. Her an birlikteydiler. Ders aralarında, yemek saatlerinde, hafta sonlarında... Ah! Bir de aynı sınıfta olabilselerdi ve geceler olmasaydı...

Tek korkuları ayrılıktı. Bunu hiç konuşmak istememişler, hiç konuşmamışlardı. Bu sevgiyi aileleri de olumlu karşılamış, birbirlerini delicesine seven bu iki yüreği birleştirivermişlerdi...

Gönüllerinden ne geçerse kolayca sahip oluyorlardı. Sanki sihirli bir değnek onlara yardım ediyor, işlerini kolaylaştırıveriyordu. Evliliklerinin ikinci yılında bir oğulları olmuştu. Sonra kendi işini kurdu. Bu ilk ayrılıklarıydı aslında. Eşini vergi dairesinde bırakmıştı ama olsun, bunlar tatlı ayrılıklardı. Böyle daha iyi para kazanacaklardı.

Çok fazla olmasa da iyi para kazanıyordu. Bir ev ve bir arabaları olmuştu, bu on yedi yıl içinde. Evlerinde hiç bir eksikleri yoktu. Yaz tatillerinde kaldıkları otellerin yıldızları da oldukça boldu.

Geçen yıllarla birlikte oğlan büyümüş, sorunlar da artmaya başlamıştı. İşini eve taşımıyordu ama dosyalar artık onu boğmaya başlamıştı. Oğlanın okulu, arkadaşları... O bambaşka bir sorundu. Nasıl çıkacaktı bu işin içinden bilemiyordu. Oğlu iyi bir insan, hayırlı bir evlat olsun istiyordu ama çevrede onu yoldan çıkaracak o kadar çok şey vardı ki... Yıllar ilerledikçe çatışmalar da başlamıştı. Bir şeylerin gerisinde mi kalmıştı? Çağ yavaş yavaş değişiyor muydu yoksa; içindeki sevgi mi onu bu duruma getirmişti, bilemiyordu. Kuşak çatışması dedikleri bu muydu?..

Artık gece uykusu da kaçmaya başlamıştı. Oğluna yaklaşımları konusunda eşiyle anlaşamıyorlardı. Oğlan bir yandan, eşi diğer yandan onu suçluyordu. Ne yapmalıydı? Aldığı psikoloji kitaplarını da okuyamamıştı. Okuyamıyordu...

Uykusu iyice kaçmıştı artık. Psikolog olacak o zat ta “rahat bırak” demişti. Nasıl rahat bırakabilirdi ki... Biricik oğlunu...

Gül kokulu kelimeler unutulmuş, yüzlerdeki gülümseme, gözlerdeki parıltı yavaş yavaş yok olup gitmişti. Ev daraldıkça daralmış, on altı yılın sonunda, geceleri yalnız dışarıya çıkmaya başlamıştı.

Bir akşam arkadaşları ile şehrin ana caddelerinde geziniyorlardı. Karşılarına son yıllarda mantar gibi biten internet kafelerden biri çıkmıştı. “Haydi gelin chat yapalım” dedi bir arkadaşı. Yabancı değildi buna ama ilgisini çekmemişti hiç. Bilgisayarı ilk aldıklarında birkaç defa denemiş, katılanların yersiz ve densiz konuşmalarından sıkılıp bir daha ilgilenmemişti. İstemeyerek de olsa girdiler kafeye. Bir yandan çaylarını yudumlarken diğer yandan arkadaşını izlemeye başladı. Arkadaşı bu işten büyük zevk alıyordu. Ne vardı bunda bu kadar zevk alacak, bir türlü anlam veremedi.

Yirmi yaşında bir genç kız olarak tanıtmıştı kendini. Karşısındaki her kes de ona aşk ilan ediyordu işte. Neler yoktu ki içlerinde... Delikanlılar, genç kızlar, eşcinseller... Ama kültürlü kişilere(!) de rastlanıyordu hani. Özellikle de şiirler yazılıyordu.

Evliliği şiiri de alıp götürmüştü ondan. Oysa güzel şiirleri vardı. Şiirden anlardı. Gece boyu, ezberinde kalan şiirleri anımsadı, sessizce okudu karanlığa. Önce aşk şiirlerini okudu, sonra ayrılık. Bilinçaltından sökülüp gelen şiirler anılarını depreştirdi. Yatak odasına girdi sessizce, uyuyan eşini izledi. İçi ısınıverdi birden. Yanına sokulup sarılmak istedi. Kulağına en sevdiği aşk şiirlerini fısıldayıp sabaha kadar sevişmek... “Ne işin var burada?” diye kulaklarını tırmalayan bir sesle kendine geldi. Ne şiir kaldı, ne sevda. Hepsi bir anda uçup gitti. Bir paket sigara alıp çıktı odadan. Şiiri, aşkı, sevgiyi ve eşini geceye bıraktı, kendisine bir duman kaldı.

Ertesi akşam yalnız başına gitti internet kafeye. Kendisine bir nick buldu. Yedi yaş gençleştirdi kendini. Cinsiyetini değiştirmedi. Şiirler yazdı, konuşmalar yaptı. Sevenleri de oldu, adam sen de diyenler de... Bazılarını da o gönderdi.

Artık yeni bir pencere açılmıştı hayatında. Evden daha erken çıkıyor, hemen bilgisayarın karşında yerini alıyordu. Yeni dostlar bulmuştu. Her akşam doyumsuz sohbetler yapıyordu. Oğlan uzaktaydı. Evdeki her şeyini eşine bırakmıştı. O da oyalanacak bir şeyler bulurdu herhalde. Umurunda değildi.

Bir gece yeni bir kişi daha katıldı. “Merhaba Yalnız İnsan”, şiirlerini benimle paylaşmak ister misin” sorusunu “elbette” diyerek yanıtladı. Bir de şiir ekledi:

“Gül soldu,
Papatyalar açmıyor,
Toprak kurudu.”

Gelen yanıt ilginçti...

“Toprağı sularım,
Papatyalar açar,
Gül tomurcuk verir.
Yeniden başlamak,
Hiç de korkulacak şey değil...”

Bir tek şiir nasıl da etkilemişti onu. Romantizmi severdi. Eşinin alıp götüremediği tek şey bu olmalı diye düşündü. Nerden gelmişti şimdi aklına..? Yeni şiirler yazdı, yeni şiirler aldı. Yeni bir odaya geçtiler, burada sadece ikisi vardı. İlerleyen geceyle birlikte ertesi gün tekrar buluşmak üzere ayrıldılar.

Gece boyunca yeni arkadaşını düşündü. Nick: Özlem, yaş: 29 Şiiri seviyordu. Sevecendi. Dosttu... Aynı şehirde yaşıyorlardı. Hakkındaki tüm bilgiler bunlardı.

Akşamlara bir yenisi eklendi, şiirlere yeni şiirler. Artık her akşam birliktelerdi. Gecenin geç saatlerine kadar doyumsuz sohbetler yapıyorlardı. Eve dönmek ölüm olsa da “yarın”ın heyecanı yetiyordu.

Bir gece şarkı söylemeye karar verdiler. Ve bu sanal ortamdan, gerçek boyuta geçmeye. İkisi de evliydi ama mutlu olmamışlardı. Yanlış evlilikler yapmışlardı. İlk ayrılan onlar olmayacaktı ki...

Belki de birbirleri için yaratılmışlardı. Mutluluk neden onların olmasındı? Onlarca kişi internet aracılığıyla tanışıp evlenmişti. Zincire bir halka daha eklemenin kime, ne zararı vardı?

Neler giyeceklerini tasarladılar, nerede, nasıl, ne zaman buluşacaklarını... Birbirlerini nasıl tanıyacaklarını konuştular gece boyu. İkisi de heyecanlı, ikisi de sabırsızdı.

Yarım saat önce geldi buluşma yerine. Girişe yakın bir masaya oturdu. Sigarasını yaktı, birkaç nefes çekip kül tablasına koydu. Sigara paketini masaya koydu, yanında tomurcuk bir gül vardı. Garsonun getirdiği çayın şekerlerinden bir tanesini kullandı. Çay kaşığı bardağın içinde döndürüp duruyor, bacakları farkında olmadan tir tir titriyordu. Saatine baktı, saat tam üçü gösteriyordu.

Bir an kalbi duracak zannetti. İşte günlerdir konuştuğu, şiirler yazdığı, hatta sevdiği sanal arkadaşı on, on beş metre ilerde geliyordu. Evet, evet oydu. Tüm işaretler tamamdı. Yavaşça ayağa kalktı. Gülümsedi.

Kadın olduğu yerde kalakaldı. Gözlüklerini çıkarıp baktı.

Gelen eşinden başkası değildi. Saç şeklini değiştirmiş, üstelik boyatmıştı. Hiçbir şey konuşamadılar. Kadının gözleri doldu. Ağlayarak, hızla uzaklaştı.

On yedi yıllık evlilikten geriye kalan, sadece aşk sayfalarında hüzünlerdi... Belki o da değildi.

Hakimin masaya vurduğu tokmak sesleri duyuluyordu.

Tokmak sesleri...




green almond - avatarı
green almond
Ziyaretçi
21 Ekim 2006       Mesaj #1733
green almond - avatarı
Ziyaretçi
Merhaba.. Msn Happy
Bir yazı yazmıştım çook önceden..
Sizlerle paylaşmak adına o yazı burda şimdi..
Yazımı okur musunuz?Msn Happy

HERŞEYİN SORUMLUSU BİZ DEĞİL MİYİZ..??
Herşey ,tüm problemler kaderde mi yazılıdır yoksa kader yaşarken mi yazılır..?
Sevgi..En çok problemi yaşatan duygu değil midir..? Peki sevgi üzerine acı çekerken neden kadere ah çekeriz..?
Belkide problemler kader dediğimiz şey nedeni ile çoğalır...Her seferinde yeni bir problemle karşılaşır,kader der erteler sonrada üzülürüz..Kaderi bahane eder acı çekeriz..
İşte o acıyı çekende çektirende insanoğludur..Tüm problemler kader denilip,geçilerek ertelenmiştir..Doğru olan gerçek sevgiyi yaşayabilmek ve bunun içinde mücadele etmektir..Peki böyleyse neden gerçek sevgiyi arayan insanoğlu acı çekmektedir?Belkide tüm sorun bizdedir..Hayatı doğru yönlendirememizdedir..
Herşeye rağmen bildiğim tek birşey var..Hayat bizim elimizde..Her sorunun sorumlusu yine insanoğlu.. Kader değil..Belkide hep elimizde olan şeydir kader..Hiç çözemediğimiz ama aslında yolunu bilmeyerekte olsa çizdiğimiz o suçsuz ama insana göre çook suçlu olan şeydir..
Hiç unutmayın şunu..Gözünüzden yaş geliyorsa bunun sorumlusu sadece sizsiniz..İstediğiniz kadar suçlayın diğerlerini..Hayatı siz böyle şekillendirdiniz..Tüm bunları yazarken yanlış anlaşılmak istemem..Tabii ki birşeyler biz dünyaya gelmeden önce belirlenir..Ama hayat kavramının içinde herşeyi yönlendiren insandır..
Eğer gerçekten istiyorsanız mücadele edin..Kolay değildir mutluluk..Çabalayın,yılmayın..En uçurumdaki anda bile özünüze sığının..Allah inancı ile yaşayın..Ama unutmayın hayat avuçlarınızda..!!!
Kalın sağlıcakla efendim..Umarım mutlu olursunuz..ve .. hayatı yönlendirmeyi onu avuçlarınıza alıp şekil vermeyi öğrenirsiniz..
Unutmayın;YaŞaYaN sİzSiNiz Ve ÖyLe KaLaCaKSıNıZ..

Bu arada!Teşekkür ederim..Yazımı okudunuz..Bıkmadan,sonuna dek..Sabırla.Msn Happy

recruit87 - avatarı
recruit87
Ziyaretçi
21 Ekim 2006       Mesaj #1734
recruit87 - avatarı
Ziyaretçi
Çıkma Teklifi

Merhaba Hatçe Hanım,

Bendeniz bugün davarı yaylaya götürürken çeşmeye indiğinizi gördüm; elinizde güğüm pek dalgındınız... Suyun dolmasını beklerken bir ara türkü tutturdunuz; çok efkarlı söylediniz... Sonra oyalı yazmanızın kenarı ile nemlenen badem gözlerinizi sildiniz; bu sefer de pek mahsundunuz...

Efendim siz beni tanır mısınız? Kimse tanımaz aslında; sizin de tanımamanızı yadırgamam... Benim için köyün delisi dense de aslında aklım pek yerindedir; deli denmesinin tek sebebi davarla yayla da konuştuğuma denk gelmiş bir kaç velet, sonra da köye yayılmış. Gelsin koca bir günü afedersiniz inekle geçirsinlerde göreyim ben onları.. Köy de ufak olunca hemen yayılmış işte. Yok şikayeti etmiyorum; hatta bu sayede pek kimse de ilişmiyor bana. Tek sıkıntım bazen iki laf edecek insan bulamayışım etrafımda, ben de yine büyükbaşlarla konuşuyorum...

Belki hatırladınız? Sizinle bir kez karşılaşmıştık da; aslında yerçekimin beni altetmesine şahit olmuştunuz desem daha doğru olur. Siz evinizin bahçesine inmiştiniz. Elinizde leğen, leğenin içinde çamaşırlar, çamaşırların üzerinde mandallar... Mandallar soluk kırmızı, leğen açık mavi... Görüyorsunuz ya size dair her detayı hatırlıyorum, hatırlıyorum da bir göz renginizi bilemiyorum: o kadar uzun bakamadım size hiç... İşte o gün siz çamaşırları asarken, bir cuma günü idi; öğle vakti idi, ezan okundu okunacaktı... İşte siz sırtınız bahçenin çitine dönük çamaşırlarınızı asarken - önce beybabanızın göyneğini (%100 pamuk) sonra biraderinizin pantolunu, en son da akşamları kameriyede üzerinize attığınız siyah şalınızı - ben de bahçenizin hemen dibindeki ağaca çıkmış mahsur kalmış sahra'yı - o inatçı kedinizi - aşağı indirmekle meşguldüm; biraderiniz emretmişti bana bunu... Her ne kadar köylü beni deli çoban diye çağırıp en olmadık işlere salsa da ben kendime "idari işler müdürü" diyorum. Şehirden gelen biraderinize beybanız "idari işler müdürü olmuşmuş..." demişti dalga geçerek... eklemişti hemen ardından "boş işler kahyası..." işte ben o gün anladım ki ben bu köyün idari işler müdürüyüm... Ah benim şu tutulası dilim, sizin karşınızda ne kadar tutuk ve mahcup oluyorsam - yüzünüzdeki nura can mı dayanır (powerade hak getire), anında başım öne eğiliyor ve bir parazite dönüşüyorum - bu nameyi size yazarken bir o kadar çenem düşüyor. Sanırım bunun elime geçen tek fırsat olduğunu düşünüyorum. Bundandır sizi ikna etmek, ya da en azından bu teklifim üzerine bir an için düşünmenizi sağlamak için tüm imkanlarımı zorlmam. Hay aksi, konu yine dağıldı; İşte o anda, ben sizin sahra’ya tam uzandığımda (artık elimdesin gel pisi pisi) o ****** elimi tırmalayınca dengemi kaybettim ve işbu paragrafın girizgahında belirttiğim üzere sert bir iniş yaptım arza. İleri üçbuçuk salto atıp kaba etim üzerine çakılmama yanmıyorum da sizin karşınızda bu kadar aciz ve şapşal duruma düştüğüme çok kızıyorum. Kedinize ****** demem o anı tekrar hatırlayıp yine ter basmasındandır; kişisel algılamayınız lütfen… Siz bana bakıp gülümsemiştiniz; ben topukları yağlamıştım. Hatırladınız mı, hah işte o şapşal benim…

Şimdi diyeceksiniz ki bu ne cüret? Aslında bu soruyu ben de kendime çokça sordum. Ne deseniz haklısınız; benim gibi birinin yanında görünmekten utanmazsınız biliyorum bunu, daha doğrusu hissediyorum içinizdeki o hümanizmi ama davul bile dengi dengine diye aklınızdan geçirdiğinizi duyabiliyorum. Hayır hayır, garibi yok yere ümitlendiririm gerek yok demeyin; söz olsun bir vaadle çıkmıyorum karşınızla. Hayvanat ile iç içe olunca insan haddini biliyor; bilemezsiniz hayvanlar alemi ne kadar girifttir. Allah (C.C) bana akıl fikir versin, neredeyse şimdi de kalkıp size hayvanlardan bahsedeceğim. Yok yok, o gece de sürekli konuşup sizi rahatsız etmeyeceğim. Bakın yemin veriyorum size. Hatta gerekirse ayrı yerlerde oturalım; tek istediğim sizinle bu ambiansı paylaşmak. Ambians mı? Bazen anlamını bilmediğiniz kelimeleri cümle içinde kullandığınız olur mu?

Geçen Pala’nın Kahvesi’nde oturuyordum, her zamanki gibi kapıya en yakın sandalyede. Kaz Musa, Kız Cengiz, Süslü Tarkan da orada, her zaman ki gibi köşeye kurulmuşlardı. Süslü şehre panayır geliyormuş, dedi. Panayır mı, diye dikkat kesildim. Çalgıcılar da gelecekmiş, dedi Cengiz… Çalgıcılar mı, diye lafa atladım birden. Kaz Musa bana öyle bir bakış attı ki, neredeyse haşa huzurdan bırakıverecektim küçük suyumu oraya; olacaktım panayırın bizatihi kendisi. Koşarak çıktım. Kendi eksenimde dört dönüyordum; atlıyorum, zıplıyorum, bağırıyordum gökyüzüne doğru… Evet, evet “butcher boy” filmindeki İrlanda’lı çocuk Francie gibi… O gün sanırım deliliğimi tüm köy oybirliği ile tescillemiştir…

İşte ben o gün çocuklar gibi şendik, o gün bin atlı bir oruduyu yendik kıvamında, cozuta cozuta köy meydanını aşıp tek odalı evime geldim. Yolda köyü dörde bölen çaydan geçtim, geçerken kuşlar beni izmir marşı ile uğurladı, balıklar selama durdu. Eh hazır selam durmuşlar deyip iki tane alabalığı kapıp evde ızgara yaptım. Biraz ayıp oldu kendilerine karşı ama… Sanırım arkadaşları onlar için şehit oldular demişlerdir. Balıklar kızarırken, rakım kadehin dibine çökerken ben aldım kalemi elime size bu deli saçmasını yazdım. Biliyor musun ne zaman seni düşünsem o gün seni görüyorum. Lakaytlığımı affedin; anasonun varoluş sebebi işte… Az biraz çakır keyifim de…

İşte böyle kıymetli hanımefendi, diyorum ki bu temaşayı beraber izlesek, dinlesek ve hatta siz eşlik etseniz ben sağ elimin tersini sol elimin ayasına vurarak size ritm tutsam. Tamam, tamam… Kızmayın! Siz vip’te oturun ben çadırdaki delikten (her çadırda mutlaka bir delik vardır) bakarım.

Ne mi çalıyorlarmış? Caz mı ne? Heralde bizim hicaz gibi bir şey olsa gerek…

Tüm mahcubiyetimle,
Köyün delisi…

arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
22 Ekim 2006       Mesaj #1735
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Öylece balkonda oyurup gökyüzünü izliyordu. Yukardaki bulutlara bakıp kendince onların oluşturduğu şekilleri yorumluyordu..
Önce bir bulut dikkatini çekti, oldukca büyükdü ve ilginç bir şekli vardı. Bir kuşa benzetti önce. Yırtıcı bir göründüsü vardı ancak sonradan yavaş yavaş esen rüzgarla beraber dağılmaya başlamıştı. Önce üzüldü ama daha sonra dağılan parçaların az ilerde tekrar birleştiğini farketti. Yavaş yavaş başka bir yerde aynı şekli alıyordu bulut parçacaları. Bir an kendi küllerinden tekrar doğan Ankaa yı anımsadı ve hafifce gülümsedi.
kafasını diğer tarafa çevirirken irkildi bir anda... Tanıdık bir yüze benziyordu bulut, gözleri doldu bir anda, uzuncaa seyret seyretmeyi düşlerken bir anda süratlenen rüzgarın onu da dağıttığını farketti. Sinirlendi...
Gözlerindeki şaşkınlık yerini garip bir öfkeye bırakmıştı...
Toparlandı ve ayağa kalktı, telaşla aşağıya indi ve arabasına bindi, hızla sürmeye başladı...
Çok fazla sürmeyen bir yolculuktan sonra yolun sonu gelmişti.
Burası onun seneler boyunca her fırsatta gittiği ama son 10 senedir tek bir kere bile gitmediği bir yerdi. Aslında değişen çok bişey olmadığnı düşündü. On sene evelki haliyle şimdiki hali arasında pek bi fark yokdu. Issız kimsesiz biyerdi hala, hala rüzgarın sesinin en güzel duyulduğu, denizin köpürüşünün en güzel görüldüğü yerdi hala dünya üzerindeki...
Arabasından indi, yolda durup aldığı biralardan birini açtı. Müziğin de sesini iyice açmıştı sanki rüzgara dinletmek ister gibi...
Denize doğru yürüdü. Yüzünde hiç ifade yoktu, Uzunca seyretti, uzuuuuun uzun baktı...Rüzgar iyice hızlanmış. dalgalar da iyice kabarmıştı...
Uzun sürem bakışmadan sonra Bağırdı avazı çıktığı kadar...
TEKRAR MERHABAAA
Beni hatırladınmı dedi... Hani yıllar evel, hep sana gelirdim hatırladınmı? Konuşur dertleşirdik senle. Bak gene burdayım, Herşeye rağmen, bana onca yaptıklarına rağmen gene burdayım.
Rüzgarın sesi çok güçlüydü, dalgaların da çırpınışı ama o bunu biliyordu, onun için müziğin sesini sonuna kadar açmıştı zaten.
Bir anda öyle bir dalga vurdu ki sahile, Sanki hoşgeldin der gibiydi rüzgarla deniz...
Noldu dedi yoksa özledinmi beni?
Seninle nasıl severdik birbirimizxi hatırladınmı? Öyle ki tüm dostlarımı bir bir hep sana getirirdim buraya, hepsiyle tanıştırırdım dedi. Hatırladınmı?
Ama sen diye başladı yeni cümlesine, birasından bir yudum aldıktan sonra...
Kimi getirdiysem, kimi sevdiysem, kimi tanıştırdıysam senle hepsini aldın ve götürdün...
Hepsini kıskandın...
Kimi sevdiysem, kime inandıysam hepsi uçtu gitti hepsini aldın yanımdan. Oysa biz seninle dost değilmiydik? Beraber oturmadıkmı günler, gecelerce? Beraber içip sarhoş olmadıkmı?
Rüzgar hala şideetle esiyordu ama onun sesi rüzgardan ve müzikten bile daha güçlü haykırıyordu...
KONUŞSANA diye haykırdı...
Önce diye başladı tekrar.
Hani dedi kısa boylu çirkin bişeydi, hatırladınmı?
Hafifce gülümsedi
Hani dedi sen bile sarhoş olmuştun, o kadar içmiştik ama... o sarhoş olmamıştı sinir olmuştuk senle...
Hani diye devam etti
Hani çok güzel biri vardı? Hani yüzüklerimizi takarken sen şahitlik etmiştin yeminlerimize hatırladınmı? ....
Rüzgar yavaş yavaş hızını kaybediyordu...
Yaaa dedi adam, "Hepsini aldın yanımdan, bende son kez geldim sana beni de al bari diye,
BAKALIM HANGİMİZ SAĞ ÇIKACAK... SEN Mİ BENMİ
BEN GELDİM SANA, YA BEN SENİ ÖLDÜRECEĞİM BUGÜN YA DA SEN BENİ ALACAKSIN ONLARI ALDIĞIN GİBİ
Yaaa , bak zayıf düşüyorsun işte,
Rüzgar hızını iyice yitirmişti, deniz de köpürmüyordu eskisi gibi,
Bir yudum daha aldı birasından...
Bak, dedi
Nolldu? Çok mu güçlü geldim ana? Hani en sevdiklerimi öldürerek mi yıkacaktın beni?
BECEREMEDİN İŞTE
Bak, hissetmiyorum bile seni artık, HADI BAĞIRSANA DEMİNKİ GİBİ, HADİ!
İşte bak tamamen yokoldun...
YIKAMADIN BENİ
AMA BEN SENİ YIKTIM!
Az sonra Ürkütücü bir ses duyuldu,
Çok derinlerden gelen tok bir ses,
"BEN DEĞİLDİM"
Deniz bir anda kabardı, rüzgar dağları bile yerinden sökecek kadar kuvvetli esti
Aynı ses tekrar haykırdı...
"BEN DEĞİLDİM"
Ve yağmurun ilk damlaları arabanın farlarının zor aydınlattığı, yerde yatan cansız bedenin üzerine düştü...

"BEN DEĞİLDİM"

Müzik hala çalıyordu...
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
22 Ekim 2006       Mesaj #1736
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Nerden geliyordu,belli değildi.Yorgun kentin,karanlık ve ıssız sokaklarından yağmur eşliğinde geçip de gelip durmuştu penceremin önünde.Belli ki uzun bir yoldan gelmişti,belli ki yabancıydı.Biraz ürkekti ama her şeye rağmen ayakta kalmasını da biliyordu.Terkedilmiş gözlerle baktı gözlerimin içine,toprak kokuyordu bakışları,gözünün beyazında kara o karalıkta da ölüm vardı.Matem havasındaki sözleri ve sessizliği bir veda busesi gibiydi.
Birden irkildim bu görüntü karşısında,korkuyla titredi her yanım.Kanımım tekrar damarlarımda dolaşması kaç saniye aldı bilmiyorum ama pencereyi araladığımda rüzgar bir tokat gibi patlamıştı eskitmeye çalıştığım anılarla dolu odamın içerisinde.Bir tokat gibi patladı yüzümün tam ortasında kışın o dondurucu ve acı soğuğu.
Cam açıldığında gece tüm serinliği ile odama girmişti sanki,o an soğuk içimi sızlattı.Bir anlık durgunluktan sonra hemen onu içeri aldım.Benden korkmuyordu,belli ki son durağa gelmişti ve belli ki içeride girmek istemiyordu.Oracıkta kalıp hayatına son vermekte kararlıydı.Onu içeri aldıktan sonra apar topar kapattım pencereyi, hemen üzerimde ki hırkayı çıkartıp,sardım ve kaloriferin yanına bıraktım.
Konuşmuyordu,Konuşmıyacak mısın dedim.Sesim duvardan duvara çarpıp bana tekrar geri geldi.Cevap alamayacağımı anladıktan sonra yemesi için biraz yiyecek birazda su getirdim.Ne getirdiklerime baktı nede bana.O yüzdende yemesi içinde ısrar etmedim.Öylece karşısındaki koltuğa oturup hiç sesimi çıkarmadan sadece onu izledim.Konuşmaya çalışsam da karşılık alamayacağımı biliyordum,o yüzdende yeniden konuşmayı denemedim bile.Bir süre sonra uyuya kalmışım.Ta ki sabah saatin sesiyle uyanan kadar.
Sabah olmuştu, yine işe geç kalacağım diye düşündüm.sonra günlerden Pazar oluğunu anımsadım.Kendime bir fincan kahve yaptıktan sonra birde sigara yaktım.O ara gazeteler gelmiş olmalı diye düşündüm ve doğru kapının önündeki gazeteleri aldım.Dalgın gözlerle okumaya çalışırken gazeteleri minik puntolarla yazılmış bir haber takıldı gözüme.Haberde şöyle diyordu ;’’Eski sevgilisinin evlendiğini duyan genç hayatına son verdi .’’O an dün gece ki misafirim geldi aklıma,hemen yanına koştum.Oracıkta cansız bedeni duruyordu.Uzun süre pişmanlık ve şaşkınlıkla baka kaldım sonra yüreğimin neden diye sitem dolu seslenişi dışarı vurdu.NEDEN ? Esasında ona değil kendime kızgındım,çünkü belki de kurtara bilirdim onu.Sonra dün geceki gözleri geldi aklıma o kararını vermişti.Şimdi biliyordum kendimi kandırmak değildi bu o çoktan ölümü seçmişti.Biliyordum.Çünkü gözleri öyle söylüyordu,çoktan ölümü seçmişti .Bu düşünceler beynimin içinde dolaşırken,bir gün önceki aynaya yansıyan gözlerim geldi aklıma.sonra direnişim geldi sana ve hayata.Artık biliyordum o seçmişti yolunu ne yapsam kurtuluşu yoktu.
Üzerime bir şeyler giydikten ve komşudan da küreği aldıktan sonra bahçeye indim.Her yer ıslaktı ,belli ki dün gece onu içeri aldıktan sonra da epey yağmur yağmıştı.Şimdi hava soğukta olsa Aralık ayına yakışır cılız bir kış güneşi vardı.Hemen Akasya ağacının oraya yöneldim.Arası odamın penceresinden rahatlıkla görebildiğim bahçedeki tek yerdi.Sonra ağacın dibine doğru derince bir çukur kazdım ve bahçede bulduğum birkaç tahta parçasını çukurun içine yerleştirdim, burada işim bitmişti.eve gidip onu dün gece üzerine sardığım hırkayla alıp gelmem iki dakikamı bile almamıştı,ve o hırkayla birlikte kazdığım çukura bırakıp üzerini toprakla örtüm , ardından da ince , sivri yüzlü bir taş parçasını baş ucuna bıraktım.Baş ucunda birkaç dakika kaldıktan sonra eve gitmek için geriye döndüğümde camdan bana bakan komşunun haylaz çocuğunun bakışlarıyla kendime geldim.Hırka ? onun hırkası,onun hırkasını da kuşla birlikte gömmüştüm.O hırka ondan bana kalan tek somut hatıraydı ve şimdi kuşla birlikte toprağın altındaydı.Çocuğun gözleriyle tekrar karşılaştığımızda şimdi bana gülüyordu.Belli ki oda anlamıştı şaşkınlığımı.Bir an hırkayı oradan çıkarmalıyım diye düşündüm fakat nedense vazgeçip,çocuğa gülüp doğruca eve gelip, dün gece uyuya kaldığım koltuğa oturdum,her tarafım çamur içindeydi.
Kaç saat orda kaldım bilmiyorum.Şimdi telefon çalıyordu zorda olsa yerimden kalktım.Telefonu açtığımda telefon yüzüme kapandı.Ne kadar uzun zamandır, meçhul ziyaretçilerim vardı telefonun hatları üzerinde.Meçhul ve korkak ziyaretçiler.Dııt...dııt..dııt... diye kulaklarımı çınlatan telefonun avizesini yerine koyduktan sonra,kalktığım koltuğa yeniden yöneldim,o an aynadan yansıyan görüntüm.Aman Allah’ım her tarafım çamur içindeydi,yinede hiç gücüm yoktu üzerimi değiştirmeye.Tekrar koltuğa oturdum,saatler geçmişti belliydi ,akşam kışa haz tüm erkenciliği ile örtmüştü penceremi.Bir sigara yaktım,daha bir nefes bile almamıştım ki zihnim bir anda yeniden boyandı sana,zaten kaç zamandır her boş anımda yanımda bitiyordun.Neden bilmiyorum ağlamam gerekiyor diye düşündüm ama nedense uzun zamandır bir türlü ağlayamıyordum.Sigaramın yanan izmaritinin kokusu ile yeniden kendime geldim.Usul usul ayağa kalktıktan sonra üzerimdekileri çıkartıp bir duş aldım ve bilmediğim bir sebepten yatağıma yöneldim..Yatağa uzanır uzanmaz uyuya kalmışım.Oysa uzun zamandır,seni düşünmekten,bizimle ilgili hayaller kurmaktan bir türlü uyuyamıyordum.
Pazartesi günleri sabah erken inerdi şehre,o günde öyle oldu.Saatlerce uyumama rağmen yataktan zor doğruldum.Tuhaf bir his vardı içimde Elimi yüzümü yıkar yıkamaz,bahçede Akasya ağacının dibinde buldum kendimi,hava oldukça soğuktu,asıl kış şimdi gelmişti.Sivri yüzlü taşı yerinden kaldırdıktan sonra dün kapattığım mezarcığı ellerimle kazdım.İlk önce hırkanın ucu gözüktü sonra tamamı,hırkayı aldım,içini açtığım da içinde kuş yoktu.Çukuru iyice kazdım,tahtaları buldum içinde kuş yoktu.İlk önce komşunun haylaz çocuğunun kuşu aldığı düşündüm ama sonra anladım ki zihnim bana oyunlar oynamıştı.Kuş yoktu ve belki de dilim varmıyor ama hırkayla birlikte senden de kurtulmak istemiştim.Çukuru öylece bırakıp,hırkayı alıp hemen eve gitmek için geri dönmüştüm ki,yine komşunun camdaki haylaz çocuğu ile karşılaştım.Güldü,güldüm.El salladı,bende ona el salladıktan sonra yürüyüp devam ettim.İşe geç kalmıştım,alelacele temizlenip,giyinip,hırkayı da bir poşete koyarak arabaya geldim.
Lanet olsun yine trafiğin keşmekeşliği içinde kaybolup,birde üstüne üslük geç kalacaktım.Trafik yine kitlendi,bir sigara yaktım,sonra radyoyu açtım.Çalan müzik beni başka yerlere götürdü.Trafik bir türlü açılmak bilmiyordu ve işe gitmeden önce halletmem gereken bir iş daha vardı.Hırkayı kuru temizlemeciye verecektim.Araçlar yavaş yavaş ilerlerken geçirdiğim tuhaf hafta sonu,geldi durdu yeşil ve sarının üstüne.Beynim bir türlü geçit vermiyordu yaşadıklarımı anlamlandırmaya,kırmızıya ışık takılmış ve bende orda çakılı kalmıştım.Zorda olsa ite kalka trafik açıldı.Arabayı kuru temizlemecinin biraz gerisine park ettim.bu saatte park yeri bulmak oldukça zordu.Hırkanın içinde bulunduğu poşeti alıp,kuru temizlemeciye yöneldim.Dükkan açılmamıştı ve belli ki açılmayacaktı.Kapının üzerinde cenaze dolayısıyla iki gün kapalıyız yazıyordu.Bir elimdeki hırkaya baktım,birde kapıdaki yazıya,sonra hafta sonu olanlar şimşekler eşliğinde kafamdan geçti.Kuşun ölüm kokan gözleri,benim ayna da yansıyan gözlerim,gazetedeki minik puntolarla yazılmış haber hepsi bir anda şimşekler halinde gelip geçti.Hırkaya bir daha baktım ve sonra ilerdeki çöpe atıp hızla arabama atlayıp oradan uzaklaştım.
İşe geldiğimde her kez yüzüme tuhaf tuhaf bakıyordu,her kez hafta sonu sana ne oldu diyordu.yüzüne renk gelmiş ,nedense bu gün çok iyi gözüküyorsun gibilerinden laflar ediyorlardı.Çok şaşırmıştım,Patron daha gelmemiş herhalde siz kendinize eğlence arıyorsunuz dedim.Sonra aynaya yöneldim.Gerçekten de yüzümde tuhaf bir ışık vardı.Anladım şimdi artık özgürdüm.Evet özgürdüm ama kendime bir an önce bir hırka almalıydım.Malum kış şimdi yeni başlıyordu.Gün nasıl geçti bilmiyorum.Uzun zaman dır sabahki trafiği saymazsak böyle eğlenceli bir pazartesi günü geçirmemiştim.İş çıkışında hemen yılbaşına hazırlanan ışıl ışıl vitrinlerin olduğu alışveriş merkezinin yolunu tuttum.Kendime bir hırka almalıydım.Hemen hemen tüm vitrinleri dolaştım,ama nasıl bir hırka alacağımı bilmiyordum.Oysa sadece basit bir hırka alacaktım ama bir türlü karar veremiyordum.Uzun zamandır tek başıma alışveriş yapmamıştım ve bir türlü alacağım hırkayı beğenemememin tek sebebi galiba buydu.Tam hırkadan vazgeçecektim ki birkaç keredir önünden geçtiğim yüncü dükkanı ilgimi çekti.Kendime kucak dolusu hırkalık yün alıp doğruca annemim evinin yolunu tuttum.Çünkü biliyordum bu saatten sonra o hırkayı sevgisiyle bıkmadan ilmek ilmek örecek tek kişi oydu.Hiç bir hazır hırka onun öreceği hırka kadar değerli olamazdı ve ondan hiçbir zaman kurtulmak istemeyecektim.
Annemin kapısını bir sürü tün yumağı ile çaldığımda,Annem her zamanki sevecenliği ile kapıyı açtı.yünleri görünce ,bu ne evlat dedi.Bende gülerek bana hırka öreceksin dimi Annecim dedim.Bunu duyunca oda güldü.Niye gülüyorsun dedim.O da tama öreriz ama önce sen şunu bir dene bakalım dedi, ve içeriden çok şık bir el örgüsü hırka getirdi.Gecen kışın sonlarında başlamıştım anca bitirdi bende bunu sana yılbaşında verecektim dedi.
Beraberce yemek yedik,çay içtik ve o esnada da ben de hafta sonu olanları anlattım.Annem kendine has yorumlar yaparken tam kısmetlerimden bahsedeceği sıra anne ben kalkayım biliyorsun yarın işe gideceğim ,bunları sonra konuşuruz dedim ve hemen kalktım.Giderken de bak hırkamı güzel ör demeyi de ihmal etmedim.
Yolda arabanın radyosunda çalan müziğe eşlik ederek eve geldim.Kapıdan içeri girer girmez kağıt ve kaleme koştum ve beyaz sayfalara şu satırlar döküldü;

Her kez kendi yolunu kendi çizer.
Yazık bu hayatta yollarımız bir daha hiç kesişmeyecek.
Çünkü ben artık biliyorum,
Senle yaşayamadığım gibi sensiz de yaşanmıyor.
Senin için yaşayan bir ölü olmaya değmezmiş.
Yazık ki bunu çok geç anladım.....

Ve o gece geçmiş gecelere inat hiçbir şey hayal etmek zorunda kalmadan bebekler gibi mışıl mışıl uyudum.

arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
22 Ekim 2006       Mesaj #1737
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Onu ilk gördüğüm günü asla unutamam, bir rüya gibiydi. Pırıl pırıl parlayan gözleri, sıcacık gülümsemesi ile kendisini tanıyan insanları (özellikle erkekleri) müthiş etkiliyordu.Fiziksel güzelliği de büyüleyici olmasına rağmen ben onu her zaman gözle görülmeyen erdemleri nedeni ile hatırlayacağım.
İnsanların dertlerini dert edinir ve onları hiç şikayet etmeden dinlerdi. Mizah anlayışı sayesinde gününüzü şenlendirir ve güç anlarınızda her zaman doğru sözcükleri bulup kendinizi iyi hissetmenizi sağlardı. Hem kızlar, hem de erkekler ona bir yandan hayranlık, bir yandan da saygı duyarlardı. O ise inanılmayacak kadar mütevazı idi.
Söylemeye gerek yok, pesinde bir çok erkek vardı. Ben de bunlara dahildim. Bir gün onunla sınıfa kadar yürüdüm. Hatta bir keresinde, sadece o ve ben yemek yedik. Mutluluktan uçuyordum. Sürekli, "Ah, ne olur onun gibi bir kız arkadaşım olsa" diye düşünüyordum. O zaman başka hiçbir kıza bakmazdım. Ama bu kadar müthiş bir kız elbette ki benden çok daha ustun biri ile beraber olabilirdi, kendime hiç şans tanımıyordum.Mezun olurken ona elveda dedim.
Bir yıl sonra, onun en iyi arkadaşı ile karsılaştım. Boğazımda bir yumru ile onun nasıl olduğunu sordum."Nihayet seni unutmayı başardı" dedi. "Sen neden söz ediyorsun" diye sordum."Sen ona çok zalim davrandın. Hep onunla sınıfa yürüyor ve onunla ilgilenmiş görünüyordun. Birlikte yemek yediğiniz günü hatırlıyor musun? Ertesi hafta belki ararsın diye telefonun başından ayrılmamıştı. Senin onu arayacağından ve bir randevu isteyeceğinden o kadar emindi ki!"
Reddedilmekten deli gibi korktuğum için hiçbir zaman ona duygularımdan söz etmemiştim. Ya onu arasa idim ve o da bana hayır dese idi? Olabilecek en kotu şey ne idi? Bana hayır demesi ve onunla olamamam. Peki simdi ne oldu? Zaten onunla birlikte olamadım! En kötüsü de ne biliyor musunuz?Büyük bir olasılıkla bana hayır demeyecekti...


J.Schlatter

"SEVEREK ASLA BİR ŞEY KAYBETMEZSİNİZ. AMA HİÇ BİR ŞEY YAPMADAN DURURSANIZ, HER ZAMAN KAYBEDERSİNİZ."
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
24 Ekim 2006       Mesaj #1738
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
KELEBEKLE PAPATYA


Mevsimlerden İlkbahar Mayıs ayının sekizinci günü
Uzak, çok uzak kırlarda yalnız başına bir papatya
Duruşu sanki sarı saçlı bir gelin gibi heybetli
Birden bir kelebek kondu üzerine,
Papatya korkak.ürkek ve çekingen
Ama kalbinde tuhaf bir duygu, belkide hiç yaşamadığı
Bu duyguyu anlayamıyordu,ama çok güzeldi
Hafif hafif esen rüzgarla sallanarak kovalamaya çalışıyordu Kelebeği
Ama buna da razı olmuyurdu yüregi sarılıyordu Kelebeğine
Kelebek Polenlerini emmeye başladığında bir garip oluyordu
Kendisinden geçiyor kalbindeki tuhaf bu duygu acaba aşk mıydı
Ama çok güzeldi Titretiyordu onu, korkuyor ama istiyordu kelebeğini
Uçmasını istemiyordu, Kelebeğinin bir başka çiçeğe
Sarmıştı Kelebekde kanatlarıyla Papatyasını sımsıkı
O da yaşıyordu papatyanın yaşadığı o güzel garip duyguları
Aşık olmuştu birbirlerine,herhalde, aşk dedikleri bumuydu,
Kalmamıştı papatyanın korklağı, ama yine de çekingen ve ürkek
Sımsıkı sarıldılar birbilerine, öpüştüler, seviştiler,seviştiler
Kelebek bırakmak istemiyordu Papatyasını kırlarda
Koparttı Papatyasını Canından can vemek için
Kanatlarıyla sardı Papatyasını ve uçmaya başladılar
Uçarken öpüşüyorlardı, dudak dudağa sonsuza doğru
Kanat salladılar bir başka kırlara mutluluğa doğru
Ama bilmiyorlardı ki bu dünyanın üç günlük olduğunu
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
24 Ekim 2006       Mesaj #1739
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Nasıl mutlu olunur diye mi soruyordunuz ? Buyrun işte cevabı : Lütfen pozitif olun . Tabi ki pek kolay değil , çünkü etrafımızı saran negatif enerji çok bulaşıcı bir hastalık gibi ama inanın yine de mümkün .

Hani bazı şeyler gözümüzün önünde şekil değiştirir ya , işte öyle birşey anlatacağım . Ama bu şekil değişikliğinin ille de fiziksel olması gerekmiyor . Ruh halindeki hızlı değişimler de bizi aynı fiziki değişimlerde olduğu kadar şaşırtabiliyor . Bunu gözlemlemek kolay ama burkuyor insanın içini .

Bir arkadaşım iki haftadır yoğun bir motivasyon içindeydi . Her sabah işe geliyor ve üşenmeyip yakın çevresine günaydın demek için odalarımızı dolaşıyor , bizi mutlu etmek amacıyle minik armağanlar getiriyordu . Davranış biçimi ruhumuzu okşarken , fiziksel olarak da her zamankinden daha hoş göründüğü için göz zevkimizi de tatmin ediyordu . Her zaman alıştığımız spor giyim tarzının daha dışında ve oldukça hoş giyiniyordu . Gözlerinin içi gülüyor ve hepimizi etkisi altına alan negatif enerjiden bizi sıyırmak için uğraşıyordu . Sanki ufak çaplı bir misyon üstlenmiş gibiydi.

Bizler ise ona gülümsemeye çalışırken bile "Ama.." diye başlayan olumsuz cümleleri sarfediyorduk . Nasıl böyle pozitif olabildiğine için için sinirlenmiyor da değildik . O ise bize "Ne derseniz deyin beni aşağıya çekemezsiniz" diyerek gülümsüyordu . Olan biten yaşanan tüm tatsızlıkları , ülkemizin ekonomik sıkıntılarını , bunun birey olarak hepimize yansımasını , terördu , savaştı mavaştı , hepsini o da biliyordu . Yani kavanoz içinde yaşamadığı gibi aldırış etmeyen biri de değildi . Baktık onu ikna edemiyoruz , başladık dedikoduya ; "Seni böyle motive eden kesinlikle aşk olmalı , insan ancak aşık olunca böyle çiçeğe böceğe kafasını takar" dedik . Güldü ve "Evet !" dedi , " Evet aşık oldum !." "Kime ?" diye sorduk . Ağzını doldura doldura ve gayet kendinden emin bir sesle "Kendime!" dedi .

Ne kadar haklıydı . Yaşadığımız kişisel ve toplumsal tüm problemler kendimizi görmeyi ve hissetmeyi unutturuyor . Bir çarka kaptırıp idiyoruz . Kendimizden tat almayı unutuyoruz . Oysa bunun için ne çok sebebimiz var. Mutlaka her şeyin dört dörtlük olması gerekmiyor. Sağlıklı mıyız ? Elimiz iş tutuyor mu ? Fikir üretebiliyor ve uygulayabiliyor muyuz ? Dostlarımız var mı doya doya sohbet edecek ? Can dostlarımız ve ailemiz var mı hayatı paylaşacağımız ? Kaybettiğimiz yakınlarıızın yerine oturtmaya çalıştığımız doğuştan değil , sonradan kendi seçtiğimiz akrabalarımız var mı ? Renklerimiz yok mu üzerimizde taşıyarak güzelleşebileceğimiz , hayallerimizi renklendirebileceğimiz ? Çiçekler yok mu bize ait olmasa da doğa da olan ve kopartmadan koklayabileceğimiz ?

Varsın zorluklar olagelsin . Sınavdır belki de , gelir ve geçer . Geçmese de alıştırır , bizim zorluklarımız olur . Yeter ki kendimizle barışık olalım . Yeter ki aynalara her ne olursa olsun gülümseyebilelim . Varsın derinlere inemeyen sığ insanlar bize deli desin . Çok akıllı olup bunalmaktan , deli olup hayatı şakayla karışık yaşayarak yol alalım . İyilikler kadar sıkıntılar , zorluklar , kayıplar da insanlar için . Tünelin en karanlık noktası aydınlığa en yakın olan anıdır . Yeter ki zor zamanları kendimize ve çevremize küsmeden geçirelim . Olabildiğince mutlu ve pozitif olalım . Negatif olmak çevreye çok çabuk bulaşıyor .

Söz konusu arkadaşım etraftan gelen negatif enerjiye iki hafta dayanabildi . Dün odama gelip "Bana enerji ver , kendimi düşük hissediyorum" dedi . Buyrun bakalım . Kendine aşkı mı bitti ? Hayır , sadece pozitif enerjisini bize o kadar çok verdi ki , kendi enerjisini düşürdu . Oysa bizler almayı bilseydik , ondan yayılan bizden yayılanla birleşecek ve daha büyüyecekti . Yani paylaştıkça çoğalacaktı . Öyleyse etrafımıza hemen gülümseyelim . Belki de ilk başta sahte gibi gelecek ama sonra içten geldiğini göreceğiz .

Kendimize aşkımızı hiç kaybetmeyelim ve bu aşk oldukça herşeyin üstesinden geleceğimizi unutmayalım . Kendimizi şımartmayı ihmal etmeyelim . Küçücük şeyler bile olsa . Bir kahve , bir kadeh şarap , bir kurabiye , bir film , bir kıyafet , bir kitap , bir dost paylaşımı , bir kucaklaşma , ne şekilde olursa olsun kendimizi ödüllendirmektir ...
Pollyanna - avatarı
Pollyanna
Ziyaretçi
24 Ekim 2006       Mesaj #1740
Pollyanna - avatarı
Ziyaretçi
PYGMALION

Bir zamanlar Kıbrıs Adası'nda Pygmalion adında bir heykel traş yaşardı. Bu adam mesleğine aşıktı. Hayattaki tek zevki yaptığı bu cansız dilsiz heykelleri ile ilgilenmekti. İnsanlardan uzakta tek başına yaşamayı seçmişti, insanların arasına karışmaz onlarla konuşmaz, dertleşmezdi. Heykellerinden başka kimseye önem vermez; sabahtan akşama kadar onlarla vakit geçirir, yeni heykeller yapar dertlerini tasalarını onlara anlatırdı.
Bir gün bu heykeltraş fildişinden bir kadın heykeli yaptı. Bu heykel o kadar güzel, o kadar etkileyici oldu ki, Pygmallion kendi yaptığı heykele aşık oldu. Onu bütün kalbiyle sevdi, ancak heykel cansız olduğu için bu garip heykeltraşın sevgisine karşılık veremiyordu.

Bir gün Pygmalion, bu güzel heykeli sevip okşarken, Aphrodite bu zavallı adama acıdı ve cansız fildişinden yapılmış heykele can verdi. Pygmalion heykelin canlanıp kendisine karşılık verdiğini görünce hayrete düştü. Bir mucize olmuş aşık olduğu heykel canlanmıştı. O günden sonra Pygmalion sevdiği kadınla çok mutlu bir hayat sürdü. Üstelik artık insanlardan da kaçmıyor, onların arasına katılıyordu.

Benzer Konular

17 Şubat 2016 / Misafir Genel Mesajlar
16 Mayıs 2014 / NihLe Müslümanlık/İslamiyet
18 Temmuz 2016 / Daisy-BT Edebiyat
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar