Ziyaretçi
“Kimseden seni sevmesini bekleyemezsin, sadece seversin; sevebileceği gibi biri olmayı umarak...
İnsan, sevildiği zaman sever sanırdım, en azından nefret etmez bilirdim.
Ben, dileği gerçekleşmemiş biriyim!
Mutlu son diye bir şey yok galiba; mutlu bir birliktelik yaşanmış olsa bile... Bir düşünsene; her son başlangıcıdır hüznün; ya bizim, ya başkaları için...
Ancak, mutlu anlarımız çoksa, mutlu bir hayat yaşadık diyebiliriz; hiç acı çekmeden ölmek kimsenin harcı değil!
Ben, mutlu uyanmıyorum nicedir!
Anlaman zor biliyorum; ama yoruldum işte, her gün, hiç nedenini bilmeden yaptığım bir sürü şeyden...
Güneş, neden doğup battığını biliyor mudur acaba; ya düşünüp, hissetmediği için ne kadar şanslı olduğunu?
Eminim, düşünmek ve hissetmek bir lütuftur diyeceksin; ama öyle değil işte!
Issız bir karanlıkta yolunu şaşırmış aklım ve yapayalnız bir acı peydahlanmış yüreğimde; ben, uzun zamandır yaşayamıyorum kendimle!
Tuhaf değil mi? Yani, ilk kez farkına varmam, vazgeçmenin hiç kolay olmadığını hayattan; ölümle randevuma birkaç saat kala, güneşin batışını izlemem bir uçurumun kıyısında...
Yaşama somurtmuşken, ölüme gülümsemek garip geliyor şu an; insanız ya, hep yitirmek üzereyken anlamalıyız değerini; tam ölüme beş kala “hayat güzel” diye geçirmeliyiz içimizden...
Gel gör ki, hayat güzel olsa da, hayatım güzel değil!
Hem, neden anlatmaya çalışıyorum ki bunları sana? Neden bir şeyler karalarız giderken? “Ben buradaydım!” demek için mi?
Belki de sadece, suçlu hissettirmek için birilerini; bir nevi intikam almak, senden sonra yaşayacak olanlardan...
“Ben acılarımdan kurtuldum, sen çekmeye devam et!” demek...
Yaşamaktan korktuğunu iddia edenlere, “Ama ölümden korkmadım!” diyebilmek için belki de...
Sahi, gerçekten yaşayanlar değil miydi ölümden korkmayanlar?
Ya ben, neden titriyorum şu an?
Bir kütüphanenin, pek ödünç alınmayan kitaplar sırasında, tam da Ümit Yaşar’ın “Galata Kulesi*” şiirinin üstünde, okunmayı bekleyecek bu talihsiz mektup!
Hey sen! Bu şiir kitabını aralayan dostum; belki, tüylerin diken diken olacak bitirdiğinde; kim olduğumu, yaşayıp yaşamadığımı öğrenmek isteyeceksin.
Ya da kötü bir şaka deyip; buruşturup fırlatacaksın bir kenara; ama umarım yapmazsın; bırak bir iz kalsın yaşadığıma dair...
Beni nereye götüreceğini bilmediğim bir gemiye bineceğim birazdan ve ineceğim limanda, bütün acıların biteceğini umuyorum.
“çekmek” için yaşamak, “kurtulmak” için ölmek; “hatırlamak” için yaşamak, “unutmak” için ölmek; aslında, kolay bir seçim!
Tamam kabul ediyorum; o kadar da kolay değil!
Ve sen, bu satırları okuyan dostum, hangi limanda olduğumu asla bilemeyeceksin!”
“Merhaba isimsiz dostum,
Bir süredir ellenmemiş tozlu bir kitapta rastladım sana... Tam da, ne zaman okusam tüylerimi ürperten bir şiirin; bir babanın oğluna yaktığı ağıtın yanı başında...
Ve haklısın, ardından ağıt yakan annen, baban var mıydı ya da ölümle randevuna gittin mi, gitmedin mi merak ettim.
Biliyor olmalısın; Ümit Yaşar, “Çirkin yaşamamak için/Güzel ölmek istedin/Anlıyorum” demişti Vedat’ının ardından; seni anlayan oldu mu, gerçekten bilmek isterdim; yoksa, anlayan olmadığından mı ölüm düştü aklına?
Mektubunu okuyunca, kitabı ödünç aldım; en son üç ay önce alınmış; ama sen olduğunu sanmıyorum; yerinde olsam almazdım. Daha önce defalarca okuduğuna eminim ve mektubunu, özellikle “Galata Kulesi” nin yanına bıraktığına...
Eve gidip, tekrar tekrar okudum her cümleni; sonra, “Galata Kulesi” ni; yaşadığına hükmedip, cevap yazdım mektubuna... Yarın iade edip, birkaç gün sonra mektubunla birlikte koyacağım kitabın arasına... Ne olur ne olmaz, işgüzar bir görevliye rastlayıp gitmesin çöp sepetine...
İtiraf etmeliyim ki, defalarca istemişimdir ölmeyi; acı dayanılmaz geldiğinde kurtuluş gibi görünmüştür gözüme ve bazen, sanılanın aksine; “korkak” değil, “cesur” olmak gerektiğini düşünmüşümdür ölmek için... Bu biraz da, hayatı ve ölümü nasıl algıladığına bağlı galiba...
Yaşamak mücadele etmekse, ölmek teslim olmaktır; bir maceraysa, denemekten, aramaktan vazgeçmek; eğer kuşatılmışsan dört yandan, kendin olamıyor, insan kalamıyorsan; bir başkaldırıdır ölmek, bir isyan! Nedenlerin az, bahanelerin çoksa, kaçmaktır çoğu zaman...
İtiraf etmeliyim ki, emin değilim yaşadığından; sadece umuyorum...
Çünkü, ne zaman Ümit Yaşar’ın “Uyan oğlum, uyan Vedat!” çığlıklarını duysam, vazgeçerim ölmekten...
Çünkü biliyorum ki, sen de çaresizliğini hissediyorsun şiirlerin...
Cevabını bekleyeceğim!
Nazan Danacıoğlu
31/10/2003 “
Bir hafta sonra, mektuplar gitmişti kitabın içinden, küçük bir not vardı “Galata Kulesi” nin yanı başında:
“Merhaba Nazan,
Acılar Denizi/ Vedat’ın Öyküsü’nde bulacaksın hikayemi...
Teşekkür ederim.”
Nazan Danacıoğlu
7/11/2003
*:
GALATA KULESİ
6 Haziran 1973
Pırıl pırıl bir yaz günüydü
Aydınlıktı, güzeldi dünya
Bir adam düştü o gün Galata Kulesinden
Kendini bir anda bıraktı boşluğa
Ömrünün baharında
Bütün umutlarıyla birlikte
Paramparça oldu
Bir adam düştü Galata Kulesinden
Bu adam benim oğlumdu
Gencecikti Vedat
Işıl ışıldı gözleri
İçi
Bütün insanlar için sevgiyle doluydu
Çıktı apansız o dönülmez yolculuğa
Kendini bir anda bıraktı boşluğa
Söndü güneş, karardı yeryüzü bütün
Zaman durdu
Bir adam düştü Galata Kulesinden
Bu adam benim oğlumdu
"Açarken ufkunda güller alevden"
Çıktı, her günkü gibi gülerek evden
Kimseye belli etmedi içindeki yangını
Yürüdü, kendinden emin
Sonsuzluğa doğru
Galata Kulesinde bekliyordu ecel
Bir fincan kahve, bir kadeh konyak
Ölüm yolcusunun son arzusu buydu
Bir adam düştü Galata Kulesinden
Bu adam benim oğlumdu
Küçücüktü bir zaman
Kucağıma alır ninniler söylerdim ona
Uyu oğlum, uyu oğlum, ninni
Bir daha uyanmamak üzere uyudu Vedat
6 Haziran 1973
Galata Kulesinden bir adam attı kendini
Bu nankör insanlara
Bu kalleş dünyaya inat
Simdi yine bir ninni söylüyorum ona
Uyan oğlum, uyan oğlum, uyan Vedat.
Ümit Yaşar OGUZCAN/Yalan Bitti
İnsan, sevildiği zaman sever sanırdım, en azından nefret etmez bilirdim.
Sponsorlu Bağlantılar
Mutlu son diye bir şey yok galiba; mutlu bir birliktelik yaşanmış olsa bile... Bir düşünsene; her son başlangıcıdır hüznün; ya bizim, ya başkaları için...
Ancak, mutlu anlarımız çoksa, mutlu bir hayat yaşadık diyebiliriz; hiç acı çekmeden ölmek kimsenin harcı değil!
Ben, mutlu uyanmıyorum nicedir!
Anlaman zor biliyorum; ama yoruldum işte, her gün, hiç nedenini bilmeden yaptığım bir sürü şeyden...
Güneş, neden doğup battığını biliyor mudur acaba; ya düşünüp, hissetmediği için ne kadar şanslı olduğunu?
Eminim, düşünmek ve hissetmek bir lütuftur diyeceksin; ama öyle değil işte!
Issız bir karanlıkta yolunu şaşırmış aklım ve yapayalnız bir acı peydahlanmış yüreğimde; ben, uzun zamandır yaşayamıyorum kendimle!
Tuhaf değil mi? Yani, ilk kez farkına varmam, vazgeçmenin hiç kolay olmadığını hayattan; ölümle randevuma birkaç saat kala, güneşin batışını izlemem bir uçurumun kıyısında...
Yaşama somurtmuşken, ölüme gülümsemek garip geliyor şu an; insanız ya, hep yitirmek üzereyken anlamalıyız değerini; tam ölüme beş kala “hayat güzel” diye geçirmeliyiz içimizden...
Gel gör ki, hayat güzel olsa da, hayatım güzel değil!
Hem, neden anlatmaya çalışıyorum ki bunları sana? Neden bir şeyler karalarız giderken? “Ben buradaydım!” demek için mi?
Belki de sadece, suçlu hissettirmek için birilerini; bir nevi intikam almak, senden sonra yaşayacak olanlardan...
“Ben acılarımdan kurtuldum, sen çekmeye devam et!” demek...
Yaşamaktan korktuğunu iddia edenlere, “Ama ölümden korkmadım!” diyebilmek için belki de...
Sahi, gerçekten yaşayanlar değil miydi ölümden korkmayanlar?
Ya ben, neden titriyorum şu an?
Bir kütüphanenin, pek ödünç alınmayan kitaplar sırasında, tam da Ümit Yaşar’ın “Galata Kulesi*” şiirinin üstünde, okunmayı bekleyecek bu talihsiz mektup!
Hey sen! Bu şiir kitabını aralayan dostum; belki, tüylerin diken diken olacak bitirdiğinde; kim olduğumu, yaşayıp yaşamadığımı öğrenmek isteyeceksin.
Ya da kötü bir şaka deyip; buruşturup fırlatacaksın bir kenara; ama umarım yapmazsın; bırak bir iz kalsın yaşadığıma dair...
Beni nereye götüreceğini bilmediğim bir gemiye bineceğim birazdan ve ineceğim limanda, bütün acıların biteceğini umuyorum.
“çekmek” için yaşamak, “kurtulmak” için ölmek; “hatırlamak” için yaşamak, “unutmak” için ölmek; aslında, kolay bir seçim!
Tamam kabul ediyorum; o kadar da kolay değil!
Ve sen, bu satırları okuyan dostum, hangi limanda olduğumu asla bilemeyeceksin!”
“Merhaba isimsiz dostum,
Bir süredir ellenmemiş tozlu bir kitapta rastladım sana... Tam da, ne zaman okusam tüylerimi ürperten bir şiirin; bir babanın oğluna yaktığı ağıtın yanı başında...
Ve haklısın, ardından ağıt yakan annen, baban var mıydı ya da ölümle randevuna gittin mi, gitmedin mi merak ettim.
Biliyor olmalısın; Ümit Yaşar, “Çirkin yaşamamak için/Güzel ölmek istedin/Anlıyorum” demişti Vedat’ının ardından; seni anlayan oldu mu, gerçekten bilmek isterdim; yoksa, anlayan olmadığından mı ölüm düştü aklına?
Mektubunu okuyunca, kitabı ödünç aldım; en son üç ay önce alınmış; ama sen olduğunu sanmıyorum; yerinde olsam almazdım. Daha önce defalarca okuduğuna eminim ve mektubunu, özellikle “Galata Kulesi” nin yanına bıraktığına...
Eve gidip, tekrar tekrar okudum her cümleni; sonra, “Galata Kulesi” ni; yaşadığına hükmedip, cevap yazdım mektubuna... Yarın iade edip, birkaç gün sonra mektubunla birlikte koyacağım kitabın arasına... Ne olur ne olmaz, işgüzar bir görevliye rastlayıp gitmesin çöp sepetine...
İtiraf etmeliyim ki, defalarca istemişimdir ölmeyi; acı dayanılmaz geldiğinde kurtuluş gibi görünmüştür gözüme ve bazen, sanılanın aksine; “korkak” değil, “cesur” olmak gerektiğini düşünmüşümdür ölmek için... Bu biraz da, hayatı ve ölümü nasıl algıladığına bağlı galiba...
Yaşamak mücadele etmekse, ölmek teslim olmaktır; bir maceraysa, denemekten, aramaktan vazgeçmek; eğer kuşatılmışsan dört yandan, kendin olamıyor, insan kalamıyorsan; bir başkaldırıdır ölmek, bir isyan! Nedenlerin az, bahanelerin çoksa, kaçmaktır çoğu zaman...
İtiraf etmeliyim ki, emin değilim yaşadığından; sadece umuyorum...
Çünkü, ne zaman Ümit Yaşar’ın “Uyan oğlum, uyan Vedat!” çığlıklarını duysam, vazgeçerim ölmekten...
Çünkü biliyorum ki, sen de çaresizliğini hissediyorsun şiirlerin...
Cevabını bekleyeceğim!
Nazan Danacıoğlu
31/10/2003 “
Bir hafta sonra, mektuplar gitmişti kitabın içinden, küçük bir not vardı “Galata Kulesi” nin yanı başında:
“Merhaba Nazan,
Acılar Denizi/ Vedat’ın Öyküsü’nde bulacaksın hikayemi...
Teşekkür ederim.”
Nazan Danacıoğlu
7/11/2003
*:
GALATA KULESİ
6 Haziran 1973
Pırıl pırıl bir yaz günüydü
Aydınlıktı, güzeldi dünya
Bir adam düştü o gün Galata Kulesinden
Kendini bir anda bıraktı boşluğa
Ömrünün baharında
Bütün umutlarıyla birlikte
Paramparça oldu
Bir adam düştü Galata Kulesinden
Bu adam benim oğlumdu
Gencecikti Vedat
Işıl ışıldı gözleri
İçi
Bütün insanlar için sevgiyle doluydu
Çıktı apansız o dönülmez yolculuğa
Kendini bir anda bıraktı boşluğa
Söndü güneş, karardı yeryüzü bütün
Zaman durdu
Bir adam düştü Galata Kulesinden
Bu adam benim oğlumdu
"Açarken ufkunda güller alevden"
Çıktı, her günkü gibi gülerek evden
Kimseye belli etmedi içindeki yangını
Yürüdü, kendinden emin
Sonsuzluğa doğru
Galata Kulesinde bekliyordu ecel
Bir fincan kahve, bir kadeh konyak
Ölüm yolcusunun son arzusu buydu
Bir adam düştü Galata Kulesinden
Bu adam benim oğlumdu
Küçücüktü bir zaman
Kucağıma alır ninniler söylerdim ona
Uyu oğlum, uyu oğlum, ninni
Bir daha uyanmamak üzere uyudu Vedat
6 Haziran 1973
Galata Kulesinden bir adam attı kendini
Bu nankör insanlara
Bu kalleş dünyaya inat
Simdi yine bir ninni söylüyorum ona
Uyan oğlum, uyan oğlum, uyan Vedat.
Ümit Yaşar OGUZCAN/Yalan Bitti

Hikayeler ve Öyküler -1- [Arşiv]
