Arama

Kadın Sağlığı - Sayfa 27

Güncelleme: 25 Temmuz 2014 Gösterim: 319.861 Cevap: 357
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
17 Temmuz 2006       Mesaj #261
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Saç boyasında kanser riski tartışılıyor!

Sponsorlu Bağlantılar

Saç boyalarının, lenfoma kanseri riskini artırabildiği kapsamlı bir araştırmada daha saptandı. Barselona'daki Katalan Onkoloji Enstitüsü'nden Dr. Silvia de Sanjose ile meslektaşlarının araştırmasında, ''saç renklendiricileri 1980'den önce kullanmaya başlayan kadınlar başta olmak üzere saç boyalarının lenfoma riskini artırdığı'' belirtildi.

De Sanjose, daha önceki araştırmaların saç boyasıyla kanser riski arasında bağlantı bulduğunu hatırlatarak, yeni araştırmada bu bağlantıyı, altı Avrupa ülkesinden 4 bin 719 lenfoma hastasıyla ilgili verileri incelerek desteklediklerini söyledi.

Araştırmada, hasta kadınların dörtte üçünün, erkeklerin ise yüzde 7'sinin saçlarını boyadığı belirlendi.

Saçlarını boyayanlar arasında bu hastalığa yakalanma riskinin yüzde 19 daha fazla olduğu da belirtildi.

Araştırmaya göre saçlarını yılda 12 ya da daha fazla kez boyayanların hastalığa yakalanma riski ise yüzde 26 daha fazla.

American Journal of Epidemiology dergisinde yayımlanan araştırmada, saçlarını 1980'den daha önce bir tarihten bu yana boyayanlarda lenfoma kanseri riskinin yüzde 37 daha fazla olduğu saptandı.

Yaklaşık yüzde 10

De Sanjose ve ekibi, kadınlardaki lenfoma kanserinin yaklaşık yüzde 10'unun saç boyası yüzünden olabileceğini açıkladı.

1978-1982 arasında, potansiyel kanser yapıcı maddeleri azaltmak için boyaların içeriğinin değiştirildiği ancak yeni boyaların risksiz olup olmadığının açıklık kazanmadığı belirtiliyor.

Bu konuda daha fazla araştırmaya ihtiyaç olduğu da kaydedil
sac001 0607

GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
18 Temmuz 2006       Mesaj #262
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
Endometriyoz

Sponsorlu Bağlantılar
Endometriyoz hastalığında, endometriyum parçaları tüm vücuda yayılırlar ve şişerek, kaynayarak ya da her ay parçalanarak rahmin içindelermiş gibi davranırlar. Endometriyoz özellikle yumurtaları etkilemekle birlikte zaman zaman bağırsaklar ve akciğerler üzerinde de etkili olabilir ve tüm vücuda yayılabilir. Yirmi-otuz beş arası kadınların beşte biri endometriyoza yakalanmakta, ancak bazıları semptomları gözlemlemediğinden hastalığa yakalandığının farkına varmamaktadır. Endometriyoz adet sancılarının temel nedenlerinden biridir. Yirmi beş yaş üzerindeki kadınlarda görülen kısırlıkların hemen hemen yarısı da endometriyozdan kaynaklanmaktadır.

Kadınlarda yaygın olan inancın aksine endometriyoz kanser habercisi değildir; endometriyoz problemi olan kadınların yüzde birinden daha azında kanser görülmektedir.

Ençok kabul gören teoriye göre, endometriyozun oluşmasının nedeni adet sırasında dışarıya atılacak kanın rahimden dölyolu borusu aracılığıyla geri gönderilmesi ve pelvis organlarına yayılmasıdır. Küçük endometriyum parçacıkları organlara ve bağdokulara yerleşir ve sanki rahimdeymiş gibi hormanal değişikliklere karşılık vermeye devam ederler. Rahimden dışarı kan akışının aksine endometriyum parçacıklarının vücudu terk etmesi güçtür. Hapsolan bu kan yanmaya, sancıya, huzursuzluğa ve hatta kısırlığa neden olabilir. Bunun sonucunda endometriyal komplikasyonlar oluşabilir. Örneğin kısırlık, yumurtalıkları örterek yumurtacıkların oluşumunu önleyen parçacıkların sonucudur. Müdahale edilmezse bu parçacıklar beyin dahil tüm organlara yayılabilir.

Bilimadamları, kanın geri akışı oldukça sık görülen bir durum olmasına karşın, hastalığın neden yalnızca bazı kadınlarda görüldüğünü araştırmaktadırlar. Bu hastalığın ortaya çıkmasında genetik faktörlerin de etkili olduğu bilinmektedir.

Endometriyoz hastalığı olan kadınların üçte biri hastalığın semptomlarını yaşamazken, yarısı ağrılara maruz kalmaktadır. Semptomlar düzensizdir ve kadından kadına ya da aydan aya değişiklik gösterir. Bunun dışında, semptomlar hastalığın seyri konusunda fazla ipucu vermezler; birkaç küçük parçacık dayanılmaz sancılara yol açarken tüm vücuda yayılan parçacıklar hiçbir sıkıntı vermeyebilir. Endometriyozun en önemli belirtileri adet ve cinsel ilişki sırasında ağrı ve kısırlıktır. Endometriyoz, vücudun rahimden uzak bölümlerinide etkiler ve bu nedenle pelviste, bacaklarda, sırtın alt bölülerinde, omuzlarda ve başta da ağrı olabilir. Benzer biçimde rektum, mesane ve akciğer de dahil olmak üzere çeşitli bölgelerde kanama başlıyabilir. Endometriyozda, mide bulantısı, kusma, yüksek tansiyon, bitkinlik, nefes darlığı, böbreklerde duyarlılık, ateş, sık idrara çıkma, kabızlık, ishal gibi semptomlarla karşılaşabilirsiniz.

Bu hastalık için allopatik tıbbın uyguladığı, lazer tedavisinden ilaca ve histeroktomiye kadar pek çok tedavi yöntemi vardır. Hangi tedavinin uygulanacağı, hastalığın seyrine bağlıdır. Aliopati uzmanları histeroktomiyi tercih edebilir. Ancak buna karşın bir kadın diğer seçenekleride gözden geçirmek isteyebilir. Ya da kanserden korktuğu için dişilik duygusundan, zevkinden ve yaşamını kontrol etmekten vazgeçerek histerektomiye karar verebilir. Ancak kanser bir risk faktörü bile değildir. Doktorunu yeterince sorgulayabilen bir kadın histeroktominin yalnızca seçeneklerden biri olduğunu görebilir ve böylece doğal tıbba başvurarak daha az yan etkisi olan bir yöntemden yararlanabilir.

Doğal terapiler yardımıyla hastalık semptomları en aza indirgenebilir ya da başlangıç aşamasında yok edilebilir. Şifalı bitkiler ve beslenme terapisi gibi terapiler östrojen ve progesteron seviyesini düşürerek endometriyozun ortaya çıkmasını önleyebilrler; soluk alma, meditasyon gibi zihin beden terapileri de fizyolojik ve duygusal anksiyeteyi hafifleterek endometriyozun ilerlemesine engel olur. Buna ek olarak, rahatlama terapileri hastalığın yol açtığı ağrıları hafifletir. Herhangi ciddi bir hastalık söz konusu olduğunda alternatif terapilere bir sağlık uzmanı kontrolünde başvurulmalı ve bu terapiler asla geleneksel tıbbi tedaviler yerine uygulanmamalıdır.
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
18 Temmuz 2006       Mesaj #263
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
vulva kanseri - editor: draligus

Kadın dış üreme organlarından vulva büyük ve küçük dudaklar, klitoris ve vagen girişini içeren bölgedir. Kadınlardaki kanserlerin %3'ü vulva kanseridir. Sıklıkla menopoz sonrası yıllarda ortaya çıkmaktadır. Vulva kanserlerinin büyük bir kısmı squamoz tipte kanserlerdir. Yani cildi de döşeyen çok katlı dokunun kanserleridir. Bunun dışında özel kanser tiplerinden olan Paget hastalığı, bazal hücreli kanser, ve malign melanom da vulvada görülebilir.

Vulva kanserleri lokal olarak büyüyerek çevre doku ve organlarada hasara neden olurlar. İlk önce vulvada ülser şeklinde veya tümör şeklinde ortaya çıkar. Zaman ilerledikçe vulva bölgesindeki organlara , idrar yollarına, anüse, ve vaginaya ilerler. En son aşamada lenf damarlarına ulaşarak vücuda yayılır.

ŞİKAYETLER : Vulva cildinde eskisine nazaran sertleşme, kabarma şeklinde ortaya çıkar, çoğu kadın bu farklılaşmayı hisseder. Vulva cildinde ki renk değişikliğinin de kanser olabileceği bilinmelidir.
TheGrudge - avatarı
TheGrudge
Ziyaretçi
23 Temmuz 2006       Mesaj #264
TheGrudge - avatarı
Ziyaretçi
Yumurtalık (Over) Kanseri

Over kanseri, kadınlarda görülen tüm kanserlerinin % 4’ünü, genital kanserlerin %20-25 ini olusturur. Kadınların %1-2 ’sinin hayatının bir döneminde yumurtalık kanserine yakalanacağı hesaplanmıştır. En çok öldüren kadın genital kanseridir. Tanının genellikle geç konulabilmesi, nedenlerinin tam bilinmemesi ve uygun korunma yöntemi gelistirilemediğinden, hastaların %60-70’ i tedavilere rağmen 5 yıl içinde kaybedilmektedir.Son 30 yılda tedavideki gelişmelere rağmen, 5 yıl yaşama şansı %38’den ancak %43’e çıkabilmiştir.

Hastaların %80’i menapozdadır ve daha çok 60 yaş cıvarında görülür. 45 yaştan önce daha az ve çocukluk çağında (tüm yumurtalık kanserlerinin %1’den daha azı) nadiren görülmektedir.



BELİRTİLER:

Genel olarak sinsi seyreden bir hastalıktır ve özel bulguları yoktur. Yumurtalık kanseri olan hastalar %70-80 oranında kanser ileri evrelere geldiğinde tanı alırlar. Hastayı hekime getiren şikayet genellikle karın ağrısı ve karın şişkinliğidir. Mide-bağırsak belirtileri (mesaneye ve barsaklara yaptığı bası nedeniyle sık idrara çıkma, kabızlık,ishal,bulantı, kusma, geğirme, iştahsızlık) genellikle başka hastalıklara bağlanarak tanı konulamamaktadır veya geç konulmaktadır.Adet düzensizliği, vaginal kanama, nadir olarak büyük bir kistik kitlenin sapı etrafında dönmesi veya yırtılması sonucu gürültülü bir tablo ortaya çıkıp acil servislerde tanı konabilir.

NEDEN veya RİSK FAKTÖRLERİ:

Yumurtalık kanserinde genetik ve çevresel (beslenme, ilaçlar, talk pudrası, enfeksiyonlar vb) pek çok risk faktörü ortaya atılmıştır.
·İki 1.derece akrabada (anne,kızkardeş ) yumurtalık kanseri varsa yumurtalık kanserine yakalanma ihtimali %50’dir.Tek bir 1.derece akrabasında yumurtalık kanseri olanlarda risk,ailesinde hiç kanser olmayanlara göre 2-4 kat artmaktadır.
·Evlenmemek, doğum yapmamak, gebe kalmamak veya geç çocuk sahibi olmak, çocuğunu emzirmemek riski artırmaktadır.
·Yumurtlama ilaçları kullanarak kısırlık tedavisi görenlerde riskin arttığını ileri süren araştırmalar vardır.
·Talk(pudra) kullananlarda daha fazla yumurtalık kanseri görüldüğü bildirilmiştir.
·Doğuştan var olan bazı genetik bozukluklarda (46 XY kadın ) 30’lu yaşlarda %25’e varan yumurtalık kanseri görülmektedir.
·İlk gebeliğin genç yaşlarda olması ve emzirme riski azaltır.
·Doğum kontrol hapı kullanmak ve tüplerin bağlanması riski azaltmaktadır.
·Over kanserlerinin %5 inin ailesel geçişli olduğu kabul edilmektedir (Lynch 2 sendromu , herediter kolorektal kanser ailesi). Bu hastalarda çok sayıda organda kanserler (yumurtalık, kalın bağırsak , rahim içi, meme) görülür. BRCA-1 geni, meme ile birlikte yumurtalık kanserine de yatkınlık sağlar. Bu geni taşıyan ABD deki kadınların 50 yaşına kadar %67 oranında meme yada over (yumurtalık) kanserine yakalanma riski taşıdığı hesaplanmıştır.

KANSER ÖNCÜSÜ HASTALIK :

Çok tipik bir “kanser öncüsü hastalık” yoktur. Bazı yumurtalık kistleri veya kitleleri tanı konulduğunda (operasyonla) iyi huylu olsalar da daha sonra kansere dönüşebilirler. Bazı genetik bozukluklar ve ailesel riskler de bu başlık altında değerlendirilebilir. Ailesel kanser eğilimi varsa çocuk isteği tamamlandıktan sonra yumurtalıklar ameliyatla çıkarılıp kanser gelişme riski azaltılabilir. Bu hastalar çocuk doğurma yaşına kadar doğum kontrol haplarıyla korunarak riski azaltabilirler.

TARAMA:

Bilinen etkin bir tarama yöntemi yoktur. Jinekolojik muayene , kanda tespit edilen bazı maddeler (tümör belirteçleri), ultrason, doppler ultrason ile yapılan tarama çalışmaları rahim ağzı kanserlerindeki gibi basit, ucuz ve etkin olamamıştır. Tümör belirteçleri (CA-125, CA19-9, B-HCG,CEA,Alfa-FP) taramadan çok kitle tespit edildiğinde bunun iyi veya kötü huylu olduğunu tespit ve tedavinin sonuçlarını izlemekte kullanılmaktadır.


TANI:

Jinekolojik muayene,ultrason ile tespit edilen yumurtalık kitleleri, tümör belirteçleri ve doppler ölçümlerine de bakılarak (kendiliğinden kaybolmayan basit kistler dahil) hem tanı hem de tedavi için (endoskopik veya klasik) ameliyata alınmalıdırlar. Ameliyat hem tanı hem de tedavi için gereklidir.


TEDAVİ :

·Cerrahi
·Kemoterapi (ilaç tedavisi)
·Radyoterpi şeklindedir.
Hastalığın başlangıç aşamasında olduğu (tek bir yumurtalıkta sınırlı iken) ve çocuk isteği olan genç hastalarda , sadece o yumurtalık çıkarılarak çocuk sahibi olmaya izin verilebilir. Daha ileri evrelerde, yaşlı ve çocuk isteği olmayan hastalarda rahim, tüpler, yumurtalıklar, eğer tümör yayılmışsa tüm yayıldığı odak veya organlar ve karın lenf bezeleri mümkün olduğunca az tümör bırakacak şekilde çıkarılır. Cerrahi tedavi genellikle ilaç tedavisi ve daha az olarak ışın tedavisi ile desteklenir.
Herşeye rağmen yumurtalık kanseri en çok öldüren kanser türüdür. 5 yıl sağ kalma şansı % 40 cıvarındadır. Hastalık çok erken aşamada yakalandığında %90’lara varan sağkalım şansı , ancak hastaların %10-15’inde elde edilebilmektedir. Genel olarak ileri aşamalarda tanı konulduğundan ortalama sağkalım şansı düşüktür.
zindan.sefgi - avatarı
zindan.sefgi
Ziyaretçi
23 Temmuz 2006       Mesaj #265
zindan.sefgi - avatarı
Ziyaretçi
dağlara taşlara tek bi sivilcem bile yok!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
26 Temmuz 2006       Mesaj #266
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
BEL FITIĞI
Ağır bir yükü kaldırmak veya ters bir hareket yapmak gibi pekçok dış faktörün yanında kişiye ait faktörler de bel fıtığının oluşmasında önemli rol oynarlar. Çünkü öyle insan vardır ki 120 kg. kaldırır, hiçbir şey olmaz; öylesi de vardır ki 5 kg. kaldırır, bel fıtığı olur.

Kişiye ait faktörlerin başında omur kemikleri arasında bulunan ve disk adı verilen kıkırdaklardaki dejenerasyon gelir. Kâinatta hiçbir şeyin tesadüfe bırakılmamış olması gibi diskin beslenmesi de belirli bir plan ve program dahilinde gerçekleşmektedir. Belirli maddeler diskin belirli yerlerinden geçmektedir. Ancak yaş ilerledikçe diski besleyen damarlar da azalır ve yaklaşık sekiz yaşından sonra hiç görülmezler. Bu yaştan sonra diskin beslenmesi diffüzyonla olur. Disklerin ihtiva ettiği su oranı da çocuk yaştan itibaren yavaş yavaş azalmaya başlar. Bir ceninin diskinde su oranı % 90 iken, çocuklarda bu oran % 80'e, yetişkinlerde ise % 50-60'a düşer. Neticede disk de giderek küçülür ve yüksekliği azalır. Buna disklerdeki beslenme bozukluğu ve mikro seviyedeki değişiklikler ile kimyasal değişiklikler ve disk üzerine uygulanan mekanik kuvvetlerin yaptığı dejenerasyon eşlik eder. Diske giren oksijen ve besin miktarı giderek azalırken metabolizma artıklarının atılması zorlaşır. Disk zamanla elastikiyetini yitirir, artık kuvvet aktarma ve kuvveti çevre dokularda dengeli bir şekilde yayma görevini yapamaz olur. Diskin içinde bulunan ve tamir görevi üstlenen destek hücrelerinin sayısı da yaş ilerledikçe azalır. Tamir olayı zayıflar. Mikro düzeyde bulunan çatlaklar üzerine aşırı yük binince veya kişi yanlış bir hareket yaptığında diskin içindeki yumuşak kısım etrafındaki kapsülü kolayca yırtarak dışarıya doğru çıkar ve bel fıtığı oluşur. Yani zemin hazır hale geldikten sonra bardağı taşıran son bir damla gerekmektedir ki bu, hafif bir cismi kaldırmak veya sadece öksürmek de olabilir.

Bazı ailelerin tüm fertlerinde kıkırdak yapıdaki dejenerasyon nisbeten daha erken yaşlarda olmakta, dolayısıyla daha sık ve kolay bel fıtığına yakalanmaktadırlar. Öyle aileler vardır ki, dede, baba ve çeşitli yakın akrabaları bel fıtığından ameliyat etmişizdir. Yani kıkırdak yapıdaki dejenerasyonun genetik yönünün olduğu da söylenebilir.

Damarlardaki hastalıklar, şeker hastalığı ve sigara kullanımı, diske gelen kan akımının miktar ve kalitesini, dolayısıyla onun beslenmesini olumsuz yönde etkileyerek dejenerasyonu hızlandırırlar.

Bel fıtığının oluşumunda rol oynayan dış faktörlerin başında günlük aktiviteler esnasında ortaya konan bilinçsiz hareketler gelmektedir. Eğilerek veya uzanarak bir yük kaldırdığımızda belde bulunan diskler üzerine binen yük simetrik değil, asimetrik olmaktadır. Böyle bir durumda bel fıtığının nasıl kolayca teşekkül edebileceğini aşağıdaki şekiller sade bir tarzda izah etmektedir. .
Kadın Sağlığı
1. Diskin dış kısmını oluşturan lifler 30 derecelik açı ile sıralanırlar ve içerideki nükleus denen kısmın çeşitli kuvvetlerin etkisiyle dışarıya doğru taşmasını engellerler. Yani bu lifler bel fıtığının gelişmesine ciddi bir engel teşkil ederler.
Kadın Sağlığı
2. Yük diskin üzerine simetrik uygulandığında diskin iç ve dış kısımlarını meydana getiren yapılar bariz şekilde deforme olur. Fakat bu deformasyon simetrik olduğundan bel fıtığı kolayca gelişemez.
Kadın Sağlığı
3. Yük diskin üzerine asimetrik binerse, yükün uygulandığı tarafta komşu iki omur kemiği birbirine yaklaşır, aradaki mesafe daralır ve diskin kapsül kısmı deforme olarak dışarıya doğru taşar.
Kadın Sağlığı
4. Diskin içindeki nükleus denen kısım ise maruz kaldığı basıncın etkisiyle karşı kenara doğru gitme eğilimindedir. Halbuki karşı kenarın dış kısmını oluşturan lifler bu pozisyonda gerilmiş ve zayıf düşmüşlerdir. Bu durumda asimetrik olarak uygulanan yük nükleusun karşı taraftan dışarıya taşmasını, yani bel fıtığı teşekkülünü kolayca gerçekleştirecektir.
Kadın Sağlığı
Omurgaya yandan baktığımızda (sagital plan) fıtıklaşan ve
yer değiştiren disk materyalinin farklı yerleşimleri görülmektedir.
BOS
Kadın Sağlığı
TheGrudge - avatarı
TheGrudge
Ziyaretçi
28 Temmuz 2006       Mesaj #267
TheGrudge - avatarı
Ziyaretçi
hamilaller
Hamilelikte Allerjik Hastalıkların Tedavisi:
Allerjik hastalıklar hamilelerin %20’ sinde görülür ve hamilelikte en çok rastlanılan hastalıklardır. Özellikle astma hamilelikte anne ve bebek için potansiyel risk olduğu için çok önemlidir.

Bu durumda allerjik hastalık ve hamilelikle ilgili bazı sorular akla gelmektedir.
  1. Allejik hastalığın doğal gidişi üzerine hamileliğin etkileri nelerdir?
  2. Allerjik hastalığın hamilelik, bebek ve doğum üzerindeki etkileri nelerdir?
  3. Hemilelikteki problemler nelerdir?
Jinekolojik Durum:
Allerjik hastalıklar problemli gebeliklerdeki en sık rol oynayan hastalıklardır. Bu durum nedeniyle hekimler Kortikosteroid (KS), Antihistaminik (AH), Dekonjestan (DK), Kromolin Msn Lips, Teofilin (T), Sempatomimetik (SM), Antikolinerjik (AK) kullanırken sıkıntıya düşerler.
Astma özellikle hamileliğin 24 ve 26. Haftalarında semptomatik pik yapar. Bu durumda günlük KS dozlarını arttırmak gereklidir. Hamileliğin son üç ayında ise teofilin gibi ilaçların klirensi azaldığı için kullanımında dikkatli olunmalı.
Hamilelikte rinitin ne olduğuna dair çok az bilgi vardır. Özellikle vazomotor rinit (allerjik olmayan rinit) artan kan volumü ile nasal vasküler göllenme nedeni ile semptomatik olabilir. Yine progesteronun vazodilatatör etkisi nedeni ile vasomotor rinit semptomları görülebilir.
Hamilelikte anafilaksi görülme insidansında bir azalma vardır. Plasental olarak üretilen histaminaz, histamin gibi endojen aminlerin yıkılmasını sağlayarak bunu yapabilir. Bununla birlikte tedavi hamilelik dışındaki gibidir.
Ürtiker ve anjioödem hamilelikte prgesteronun allerjik etkilerinen dolayı en çok karşılaşılan durumlardır. Bununla birlikte bunları gebelik kaşıntısından ayırt etmek gereklidir.Atopik dermatit üzerine hamileliğin çok az yada hiç etkisi yoktur.
İlaç allerjisi, hamilelik dışı duruma göre oldukça az görülür çünkü bu durumda zaten belirgin bir ilaç kullanımı azalması vardır. Ancak kullanımı zorunlu olduğu taktirde penisiline, insüline ve nisbeten az da görülse oksitosin allerjisine duyarsızlaştırma yapılabilir. Akciğer Durumu:
Son 20 yıl içinde endüstriyel memleketlerde bronşial hastalık insidansında bir artış olduğu gerçektir. Astma da hamilelikte en sık rastlanılan hastalıklardan (%1-4) olup, tedavi edilmezse anne ve fetüs için risk getirir. Bir çok çalışma ağır ve tedavi edilmeyen astmanın hamilelik sonunda erken doğum, düşük doğum kilosu, yenidoğan hipoksisi ve ölüm gibi çocuğa ait; aşırı bulantı, vajinal kanama ve toksemi gibi anneye ait problemlerle ilişkili olduğunu göstermiştir.
Tüm bu bilgiler ışığında hamilelikteki astma ve özellikle ataklar çok daha agressiv bir şekilde tedavi edilmelidir. Tedavi Yaklaşımları:
Hamilelik esnasında optimal bir astma tedavisinin 4 komponenti vardır:
  1. Anne ve bebeğin oksijenasyonu çok iyi gözlemlenmeli,
  2. Çevre faktörlerinin iyi kontrolü,
  3. İlaç tedavisi,
  4. Hasta eğitimi.
Objektif akciğer fonksiyonu ölçümü diğer gebelik nefes darlığı takiplerinden çok daha önemlidir. Günde 2 kez PEF metre ile ölçüm gereklidir.
Özellikle ev içi allerjenlerin (mite’lar, evcil hayvanlar, hamam böcekleri ve küf mantarları) kontorlü çok önemlidir. Sigara içimi, pis kokular, hava kirleticiler gibi non-spesifik irritanlar, bazı gıda katkıları (sülfitler) bazı ilaçlardan (aspirin, betablokerler vb) uzak durulmalı. Yine özellikle viral ve bakteriyel solunum infeksiyonlarından korunulmalı.
Özellikle ilk üç ayda ilaç tedavisi pek önerilmez. Bunula birlikte kötü kontrollü astmalı hamilelerde bu hastalığın potansiyel hayatı tehdit edici durumlarında hamile olmayanlar gibi tedavi edilmelidir.
Astma için inhale ilaçlar kullanılmaya başlayılı beri bu tedavilerin çok az sistemik yan etki yarattıkları görülmüştür. Özellikle inhalasyonla kullanılan kısa etkili beta2 agonist (ventolin gibi) en güvenilir ilaç olup, atak tedavisinde de ilk seçenektir. Bununla birlikte yüksek konsantrasyonda beta2 agonistler doğuma yakın zamanlarda kullanılabilirler. Uzun etkili beta2 agonistlerle ilgili çok az çalışma olup gece astmadan korunmada kullanılabiliriler.
Teofilinle ilgili yapılan çalışmalar bunun konjenital malformasyonla veya fetal ölümle ilişkili olmadığını göstermiştir. Bununla birlikte son üç ayda bu ilacın vücuttan atılımı azaldığı için kan düzeyinin çok iyi takibi gereklidir.
Bugünkü çalışmalar sistemik KS’ lerin artık bebek üzerinde eskisi gibi korkutucu olmadığını gösteriyor. Yarar/zarar oranı ile düşük dozlardaki KS’ lerin ağır astma kontrolünde önerildiği bir gerçektir. Prednisone ve prednisolon, bebeğe geçişi iyi olmadığı için önerilen ilaçlardır.
Beklametazon gibi inhale KS’ ler hamilelik esnasında antiinflamatuvar olarak uzun süreli kullanılabilecek bir seçenektirler. Kullanımları ile belirgin şekilde sistemik KS kullanımında azalma oluşur.
K ve Nedokromil Na gibi ilaçların gebelikte kullanımı ile ilgili ne hayvan ne de insanlarda yan etki oluşmamıştır.
AK ilaçların ise özellikle beta2 agonistlerle karşılaştırıldığında çok güvenli olmadıkları bilinmektedir.
Dermatolojik Durum:
Cilt yüzeyine uygulanan (topikal) steroid ve AH ilaçların kullanımı güvenlidir. Yapılan çalışmalarda topikal steroidlerin sistemik steroidlerden daha az yan etkiye sahip oldukları bulunmuş. Hamilelikte uygun dozlarda kullanılabileceği kanısına varılmıştır.
Topikal AH’ ler; bu ilaçların allerjik dermatozlarda kullanımının çok faydalı olmadığı biliniyor. Dermatolojistler gebelikte bunun yerine sistemik AH kullanımının daha uygun olacağını belirtmektedirler.
Allerjistlerin Durumu:
Allerjik rinite hamilelikte genel yaklaşım:
%20 kadında hamilelik döneminde hormonal değişikliklere bağlı rinit ve burunda tıkanma olur. Semptomlar ilk üç ay sonunda başlar ve doğumdan sonra da devam edebilir. Özellikle burun kemiğinde eğriliği olan kadınlarda hormonal değişkliklere bağlı rinit riski daha fazladır.
Hamilelikte rinit tedavisi oldukça zorlu olup, genellikle burun içine uygulanan tedaviler kullanılmaıdır. İlaç Tedavisi: Özellikle topikal AH, K ve KS kullanımı düşük doz ve hızlı etkileri nedeni ile seçkindirler.
Burun içine uygulanan K türü ilaçlar güvenli ilaçlar olup allerjiden korunmada yararlıdırlar. Göz damlası ve buruna uygulanan kromolinle yapılmış açık kontrollü çalışmalarda uzun süre kullanımda dahi her hangi bir yanetki görülmemiştir.
Nedokromil, kromolinden daha güçlü olarak histamin salınımını bloke eder.
Lodoksamid ise kromolinden 2500, nedokromil sodyumdan ise 25 kat daha güçlü etkiye sahiptir. Şu an sadece göz damlası formu olarak kullanılmaktadır. Günlük iki kez kullanımı önerilmektedir.
Spaglumik asit de mast hücrelerinden histamin salınımını engelleyerek anti allerjik etkiye neden olur. Göz damlası formu vardır.
Topikal AH’ler:
Levokobastin göz damlası ve nasal solusyonu allerjik rinokonjonktivit tedavisinde kullanılabilir.
Azelastin, antihistaminik etkili olup aynı zamanda özellikle nötrofil, eozinofil ve makrofajlardan çeşitli mediatörlerin sentez ve salınımını inhibe ederek antiinflamatuvar etki gösterir.
Flutikazon topikal nasal steroidler içinde güvenilirlik çalışması en fazla olan ürün olup kullanımı önerilmektedir.
Hamilelikte Allerjen İmmünoterapi:
Allerjen immünoterapi (SIT), allerjik rinit ve astmada etkili bir tedavi olarak kabuledilmektedir. Bu tedavi bronşial hiperreaktiviteyi azaltmakta ve allerjideki geç faz yanıtı inhibe etmektedir.
Gebelikte astma ve allerjik rinitin alevlendiği bilinmektedir. Burada yapılması gereken ilk iş allerjenlerden uzak durmaktır.
Bunun dışında SIT de hamilelikte uygulanabilir. Doz artımları esnasında çok iyi bir monitorizasyon gereklidir. Anafilaksi riski azalsa da bu esnada oluşan hipotansiyon özellikle bebek dolaşımı için çok büyük risk taşır.
SIT aynen normal insanlar gibi gebelikte de etkili bir tedavidir. Genel populasyon ve kontrol grubu ile karşılaştırıldığında güvenlik açısından, anne ve yeni doğan için bir fark göstermemiştir. Anne karnında ve yenidoğan ölümleri, erken doğum, konjenital malformasyon, toksemi gibi durumlarda bir artış görülmemiştir. Bunun dışında SIT gören bir annenin bebeğinde atopi sıklığında bir artış veya atopiden korunmada bir değişiklik olmaz.
Tüm bu bilgiler ışığında eğer hasta hamilelikten önce SIT’ e başladıysa tedavisi hamilelikte de devam edebilir.
Genellikle kabul edilen doz artımı devam ettikçe az da olsa görülen sistemik reaksiyonun riski artacağı için doz artımı durdurulmalıdır. Hamilelik sonuna kadar sabit dozla devam edilmelidir.
Çoğu hastada tanı için anamnez çok değerli bulgular verir. Ancak tanı amaçlı yapılacak olan ID (deri içi) testlerin de sistemik reaksiyon yaratma riski olduğu için önerilen tanı testi RAST’ tır.
SONUÇ:
Allerjik hastalık tedavisinde bir çok ilaç kullanılmaktadır. Bu ilaçların güvenilirliliği açısından yapılan liste tablodadır:
İlaçKategoriSteroidlerCAntihistaminiklerBKromonlarBAdrenerjiklerCTeofilinCAntikolinerjiklerCFDA kategorisi; B= İnsanlarda herhangi bir risk kanıtı yoktur.
C= Risk dışlanamamıştır.
Uzm.Dr.Cengiz Kırmaztarafından hazırlanmıştır
GozDemNur - avatarı
GozDemNur
Ziyaretçi
28 Temmuz 2006       Mesaj #268
GozDemNur - avatarı
Ziyaretçi
Kanser Tedavisi Sonrası Hamilelik İmkansız Değil

kadnsv5

Kanser tedavisi görmüş veya görmeye devam eden kadınların çocuk sahibi olamama kaygısı taşıyor. Ameliyatla tek yumurtalığı alınmış olan, kemoterapi veya radyoterapi uygulanan, yumurtalığından kist alınan kadınlar; çocuk sahibi olmanın alternatif yöntemlerini köşe bucak araştırıyor. Ancak Amerikan Hastanesi Yardımcı Üreme
Teknikleri Bölüm Şefi Doç. Dr. Bülent Urman'a göre, kadınların doğurganlık konusunu sorun etmelerine gerek yok: "Son zamanlarda yapılan bazı araştırmalarda, yumurtalık içinde yumurta oluşturma kapasitesine sahip kök hücrelerin varlığı dikkati çekmiştir. Devrim niteliğinde sayılabilecek bu gelişmelerin kadınların doğurganlık ve menopoz sorunlarına çare olabileceği açıktır."
Hi-LaL - avatarı
Hi-LaL
Ziyaretçi
1 Ağustos 2006       Mesaj #269
Hi-LaL - avatarı
Ziyaretçi
Hamilelere tatil uyarısı!!!
Kadın Sağlığı

Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Dr. İnci Öz, tatile çıkacak olan hamilelere, ''güneşin fazla olmadığı saatlerde yüzmeleri, deniz ya da çok yoğun olmayan havuzları tercih etmeleri'' konusunda uyardı.

İnci Öz, yaptığı açıklamada, gebelerin tatil için hava sıcaklığı ve nemin çok yoğun olmadığı, tam teşekküllü sağlık kuruluşlarına kolay ulaşılabilecek yerleri seçmeleri gerektiğini ifade etti. Gebelikte tatilin, uygun ortam ve koşullar sağlanması halinde çok rahat geçebileceğini vurgulayan Öz, şu önerilerde bulundu: ''Güneşin fazla olmadığı saatlerde yüzün. Deniz veya çok yoğun olmayan havuzları tercih edin. Güneşte fazla kalmayın. Sabah erken ve akşam saatlerinde çok yorucu olmayacak şekilde uzun yürüyüşler yapın.
Hayvansal ve bitkisel proteinler ile sebze ve meyve ağırlıklı beslenin. Az ve sık yiyin, günlük sıvı alımını da 3-4 litreye kadar artırın.''

İnci Öz, hamilelere, çok yoğun ve karbonhidrat ağırlıklı besinler ve aletle yapılan su sporlarından uzak durmaları uyarısında da bulunarak, yüksek koruma faktörlü güneş koruyucularının da mutlaka kullanılması gerektiğini söyledi. Öz, tatile çıkmadan önce ve dönüşte yapılması gereken gebelikle
ilgili değerlendirme ve tetkiklerin de aksatılmamasını önerdi.
TheGrudge - avatarı
TheGrudge
Ziyaretçi
1 Ağustos 2006       Mesaj #270
TheGrudge - avatarı
Ziyaretçi
Cinsel Hastalıklar


CİNSEL YOLLA BULAŞAN HASTALIKLAR

Üreme sağlığını etkileyen tehlikelerden biriside cinsel yolla bulaşan hastalıklardır.Dünya sağlık örgütünün tahminlerine göre ,her yıl yaklaşık 350 milyon kişi tedavi edilebilen cinsel yolla bulaşan enfenksiyonlara yakalanmakta,bu sayı ise tedavi edilemiyen viruslerin neden olduğu hastalıklarla birlikte milyarı aşmaktadır cinsel sağlıklarını korumaya yönelik bilgilerden ve becerilerden yoksun olan gençlerin cinsel yolla bulaşan enfenksiyonlara yakalanma oranı daha yüksektir. Cinsel Sağlık Bilgiler Eğitiminin uygulandığı ülkelerde yapılan araştırmalar bu eğitimi almış gençlerin daha geç cinsel ilişkiye başladıklarını ve güvenli cinsel ilişki davranışı gösterdiğini saptamıştır.Cinsel Sağlık Bilgiler Eğitimi sevgi ve insan cinselliğini bütünleştirerek sorumluluk anlayışını geliştirir.CYBE'lerden korunma,saygıya dayalı ve karşısındakine özen gösteren bir davranış gerektirir.Cİnsel Bilgiler Eğitimininde amacı budur.

CYBE'lerin etkileri CYBE'lerin bazıları vücüda girdikleri cinsel organlarda akıntı,yara,yumru,ağrılı şişlik,kızarılık ve deri değişmeleri oluştururlar.Vücüda girdikten sonra kan dolaşımına karışan etkenler yaşamını burada çoğalarak sürdürürler ve karaciğer,bağışıklık sistemi ve tüm bedeni etkileyen hastalıklara neden olurlar. CYBE'nin sonuçları Her zaman belirti vermeyebilirler özellikte kadınlarda erkeklere nazaran daha az belirgin semptomlar gösterirler.Beliti olmasa bile hastalık taşıyan kişilerce başkalarına bulaşabilirler. Virusların neden olduğu Hepatit B,AİDS hariç çogunun tedavisi ucuz ve başarılıdır.Kısırlığın en önemli nedenlerinden birisi tedavi edilmemiş CYBE'lerdir. Bazı CYBE'ler kadınlarda rahim agzı kanserlerine neden olurlar.Bagışıklı sistemlerde yetersizliğe neden olan AİDS hastalığı ise milyonlarca insanın ölümüne neden olmaktadır.Aşagıda belli başlı CYBE'ler yazılmıştır.

AİDS-Kazanılmış Bağışılık Yetmezliği Sendromu-
Bel Soğukluğu-Gonorrhea-
Cinsel Organ Siğilleri
Frengi-Sifiliz-
Hepatit-B
Klamidya
Mantar-Candidiasis-
Tricomonas
Herpes-Uçuklar

CYBE ve HIV/AİDS'den Korunma Yolları

CYBE'den korunmanın tek yolu cinsel ilişkiden kaçınmaktır.İnsanlarda yaşam boyunca cinsel ilişkiden kaçınmalarını istemek pek gerçekçi değildir.Bunun yerine sağlıklı ve bir tek eşle,birbirlerine sadık kalarak yaşamlarını sürdürmelerini istemek daha akıllıca bir yöntem olmasına karşın dünyada CYBE'lerin artmakta olması sadakat kuralının pek işlemediğini ve bu yüzden insanlara uygulabilirliği olmayan öneriler yerine cinsel ilişkide bulunan insanlara cinsel ilişkinin hangi koşullarda daha güvenilir olduğunu öğretmek asıl yol gibi gözükmektedir.

Güvenli cinsel davranış

Cinsel yolla bulaşan enfenksiyonların ve istenmiyen gebeliklerin oluşturacağı ruhsal ,bedensel ve toplumsal zararlardan kaçınmanın en etkin yolu güvenli cinsel davranış kazanmaktır.Güvenli cinsel ilişkinin basamakları şunlardır;

Cinsel ilişkiyi erteleyin, eğer erteleyemiyorsanız
Eşinize sadık kalın, eğer sadık kalamıyorsanız
Korunmalı cinsel ilişkiye girin ve Kondom kullanınız


Mastürbasyon,masaj,sürtünme cinsel organlara dokunma gibi davranışlar eşler arasında kan,semen yada vaginal salgı teması olmayacağı için mikrop geçmesine neden olmaz

Az tehlikeli cinsel davranışlar

Cinsel ilişki sırasında doğru ve zamanında uygulanmış bir kondom kullanılırsa hastalık riski azalır.Penisin agıza alınması,ağızın vaginaya dayanması,ağızın anüse dayanması,derin ve ıslak öpüşmede çok az sayıda kişi bu yolla mikrobu alsa da riskli olabilir.

Tehlikeli cinsel davranışlar

Kondom kullanılmadan yapılan vaginal seks,kondom kullanılmadan yapılan anal seks,kanamaya neden olan her türlü cinsel birleşme,oral seks sırasında salgı yada kanın agıza alınması gibi cinsel ilişki biçimlerinin tümü tehlikelidir. Cinsel ilişki dışı bulaşmaların önlenmesi

Hastalık etkenlerini taşıyan kişilerden kan organ sperm bağışlamalarının önlenmesi
Tek kullanımlık enjektörlerin kullanılması
kulak deldirme,manikür,pedikür,sünnet olma,epilasyon gibi işlemlerde tek
kulanımlık aletlerin kullanılması yasa iyi koşullarda sterilize edilmiş aletlerin kullanılması
Berberlerde her müşteriye ayrı jilet kullanılması
Diş fırcası,tırnak makası gibi kişisel eşyaların paylaşılmaması önemlidir.
Anneden bebege bulaşmanın önlenmesi
Anneden bebeğe bulaşan HIV yada Hepatit B gibi hastalık etkeni taşıyan kadın gebe kalmak istemiyorsa mutlaka korunmalıdır. Anne adayları HIV testi yaptırmaları konusunda uyarılmalı,HIV pozitif olarak saptanan anne adayları düşük için zorlanmamalı,bebeklerşni dünyaya getirmek istiyorlarsa gerekli tıbbi tedavi yapılmalı ve anne adayı aydınlatılmalıdır.Bebeğini dünyaya getirmek isteyen anne adaylarına gebelik süresinde ilaç tedavisi yapılmalı, doğumu sezaryanla yapılmalı ve yapay sütlerle beslenmeye geçilmelidir.Yapay sütlerin olmadığı durumlarda anne sütü sağılıp kaynatılarak bebeğe verilmelidir.
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.

Benzer Konular

11 Aralık 2014 / ThinkerBeLL Sağlıklı Yaşam
19 Şubat 2013 / Demir YumruK Taslak Konular