Arama

Hikayeler ve Öyküler -2- - Sayfa 105

Güncelleme: 17 Şubat 2016 Gösterim: 548.261 Cevap: 1.812
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
5 Temmuz 2007       Mesaj #1041
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Keşke, telefonum çalmasaydı. Polifonik olmasaydı da ‘Telefonu açar mısın tatlım?’ diye çağlamanı duymasaydım. Ekranda gülümseyen yüzün, gözlerime dolmasaydı.
Aptal adamın biri, uçarcasına giden araçların arasından geçmeye kalkmasaydı.
Sponsorlu Bağlantılar
Önümdeki otomobilin acı fren sesiyle, gözlerime stop lambalarının kıpkırmızı ışığı dolmuş, direksiyon simidi bile kızıla boyanmıştı.
Ani bir refleksle, tüm gücümle frene yüklenirken, bir yandan da direksiyonu, soldaki boşluğa kırmıştım ki…
Güçlü bir ‘bam’ sesinin eşliğinde, bariyerden güç alarak; kanatsız kuşlar gibi yükseldik. Biz mi yükseliyorduk direkteki sarı ışığa, direk mi bize doğru eğiliyordu?
Süzülerek geçtik sarı ışığın yanından, dokunmadan. Arabamın içi, bu kez de sarıya boyanmıştı. Eğilen direk mi doğruluyordu, biz mi iniyorduk, süzülerek geçerken direğin yanından? Bir sonraki direğin dip kısmı ve beton zeminle sol yanından kucaklaşan arabam, canhıraş bir çocuk sesiyle haykırdı; sonra, ağlarken nefesi kesilen çocuklar gibi birden bire susuverdi.
Korkmuş muydum? Anımsayamıyorum. Hiç bağırmadım. Acı da duymadım, kapı belime yüklenirken...
Olanları çözmeye çalışıyordum; yardımsever insanlar beni karga tulumba çıkarmaya çalışırken.
Burnuma şarap kokusu dolarken… Yanımdaki koltukta bir demet kırmızı gül, ‘Kalecik Karası’yla ıslanıyordu
Hayal meyal ‘Telefonu açar mısın tatlım?’ diyen sesini duydum yine. Bir el uzandı sesine; sustun. Son duyuşum oldu.
Her şey anlamını yitirirken, gecenin karanlığı gözlerime çörekleniyordu.

Ayaklarımda ölü bakan on göz. Ne bir ışık doluyor içlerine, ne bir gülümseme, ne kıkırdama, ne öfke, ne keder belirtisi... Ayaklarım da uymuş, ölü gözlerine… Sessiz, sakin ve kıpırtısız…
Kesilip, budanmış, kabukları soyulmuş, çıplak, ıslak ve bembeyaz kavaklar gibi bacaklarım. Upuzun, öylece… Gün be gün kurumaktalar.

Rehabilite ediliyorum. Uyduruluyorum kısaca. Uydurulmak ister misin? Ya da uymak…
Sorulmadan.
Beynimi boşaltmaya çalışıyorlar. Düşüncelerimi, düşlerimi, hayallerimi, sevgilerimi, öfkelerimi, kederlerimi azaltmaya, ya da çoğunu yok saymaya… Boşluğu, şekillendirme sayıyorlar durmadan. İnanmamı bekliyorlar.
Oysa sen varsın içlerinde. Sen varsın… Birlikte olduğumuz ilk gece var seninle. Evinde Vivaldi doluyordu kulaklarımıza… Tuhaf bir gerginlik içinde, uzun süre çiçeklerini sulamıştın; sonra papağanın çekirdeklerini temizlerken, birden sessizce sokularak, sarılmış ve boynunun omzunla birleştiği yerden öpmüştüm. Titremiştin... Yok saymamı istiyorlar. Tekerlekli sandalyeyle… Nasıl?

Vapurun en önünde, ayakta sarılarak beline, üzerimize esen rüzgârda, saçlarımızı savurmalar yok artık.
Merdivenlerde yaptığımız yarışlarda, ikişer üçer merdivenleri sıçrayarak çıkmalar da gittikçe uzaklaşıyorlar.
Dal gibi bedenini, en küçük fırsatta kucaklar, uçururdum. Uçardım ben de peşin sıra mutlulukla. Onlar da gidiyor uzaklara.
Bir de, patikaları çok seversin biliyorum. Ne zaman kırda yürüsek, küçücük, daracık bir patika görsen; yüzünde gülümseme koşa koşa gider, girerdin içine. Çocuklar gibi neşeyle döner dururdun. Yürürdün. Arkandan gelirdim. İzlerdim. Elini tutardım. Her zaman sıcacık, her zaman kadife…
Dans etmeye bayılırdın bir de. Hele valse… Kollarımda uçar giderdin kelebekler gibi, müziğin eşliğinde.
Ya müzik hareketliyse? Ter olup buhar olup uçacaksın, kaybolacaksın diye korkardım. Gözlerinde, yorgun, mutlu bir gülümseme, yanakların al al, ellerin yine kadife…
Sana komik gelecek belki; ama bu güne kadar futbol topuna bir kez bile vurmamış olmama hayıflanıyorum.
Basketbol oynamamış olmak, o denli üzmüyor beni… Şansımı zorlayacağım… Uydurulduğum noktalardan biri.
Çember çevirmelere özlemim olmayacak sanırım. Çemberler aşina… Dostlarım…
Kâbus dolu geceler, korku dolu düşlerim oldu. Uçup giden hayallerim… Karabasanlar gördüm. Eğilip bükülen duvarlar, açtıkça kapanan kapılar, dört bacaklı, çift başlı, elleri mızraklı ejderhalar gördüm. Gülümseyen…
Yanında, geceleri bir dikişte içer, bitirirdi zaman. Kaşla göz arasında uyur kalırdın kollarımda; sonra, ezan sesleri gelirdi uzaklardan. Dalar giderdim ben de. Odamıza gün ışığı dolmadan…
Gecelerin kasvetli, gecelerin dertli, gecelerin öldüresiye uzun olduğunu bilmiyordum ki. Bu denli… Şimdi biliyorum… Bilmediğin birçok şeyi de…
Eylemsel paylaşımlarımız, günlerimizi doldururdu seninle. Şimdi, düşünsel paylaşımlar içindeyim kendimle.
Kantarın topunu kaçırıyorum çok zaman. Ayaklarıma düşüyor. Tutamıyorum, duymuyorum da... Birileri tutuşturuyor yüreğimi. Yangınlar… İç yangınlarından uzak durmalıymışım. Uyduranlar böyle söylüyor.
Uzak durma! Kapat kapıyı. Gel yanıma. Kabukları soyulmuş, çıplak, ıslak ve bembeyaz
kavakları, kurumadan görmek ister misin? Ya da kör gözlerini ayaklarımın…
Yüzün limon sarısı, mimiklerinde içimi yakan, kavuran hüzünler birikirken; gözlerinde öbek öbek muson mevsimlerinin bulutları… Önce gözlerin ıslanıyor; sonra yanakların… Kim körüklüyor yüreğimin yangınlarını?
Söndürmeliyim. Uyduranlar görmeden.
Yarın büyük gün. İlk seferime çıkacağım tekerlekli sandalye üzerinde. Merdivenlerden uzak durmamı söylüyorlar. Bir de, patikalardan…
Dört tekerlekli sandalye… Uzayıp gidiyor patikalar, uzaklara, çok uzaklara ben olmadan… Dar patikalar, incecik uzayıp gidiyorlar. Kaf dağının ardındaki masal ülkesine…
Sığmaz ki tekerlekli sandalyeler patikalara.
Ya gözlerine…
Yüreğine…

Ahmet Taşcıoğlu

RuYa - avatarı
RuYa
Ziyaretçi
5 Temmuz 2007       Mesaj #1042
RuYa - avatarı
Ziyaretçi
Kapımızda nöbet tutuyor ölüm
Diyecektim ki; gülüm,
Sponsorlu Bağlantılar
Mevsim hazan mevsimi, mevsim gözyaşı mevsimi… Mevsim ayrılık mevsimi. Tarifsiz bir hüznün sarmalındayız. Anlatılması zor, ifadesi güç. Fikirler tel tel, şehra şehra düşünceler, duygular buruk buruk….
Bir yanı bahardır kıyılarımızın bir yanı cehennem.
Durmadan gözyaşı dökülüyor yüreğimizin üstüne. Acıdan, ayrılıktan haritalar ekleniyor alnımızın çizgilerine…

Sararan yapraklar tutunamıyor artık dallarda gülüm, rüzgar estikçe savrulup gidiyor her biri bir yana. Katar katar turnalar göçüp gidiyor üstümüzden…
Diyecektim ki; gülüm,
mevsim hazan mevsimi, mevsim hüzün mevsimi, har düşmüş bağlara, bahçelere. Yapraklar üşüyor, yapraklar düşüyor dalından. Turna göçü gibi yapraklarında göçü başladı gülüm…

Diyecektim ki; gülüm,
mevsim hazan mevsimi, mevsim kıran mevsimi. Her taraf ölümlerle acılarla dolu. Kan gölüne döndü dünya. Dört bir tarafta barut kokuları geliyor. Her tarafta savaş, kan gözyaşı var. Her tarafta bir kaos sürüyor… Bu yüzden karalar giydik gülüm. Utandık insanlığımızdan.
Bacakları kopan çocukların feryatları doluyor yüreklerimize. Çığlıkları, çocukları ölen anaların. Hiç bu kadar sahipsiz, hiç bu kadar umutsuz, bu kadar çaresiz kalmamıştı yüreğimiz. Kan ve barut kokan ağır bir hava hüküm sürüyor gecelerde Havaya karışan iniltiler feryatlar ağıtlar.

Gerçeklerle hayallerin karıştığı, rüyalar şehri İstanbul da bombalar patlıyor durmadan. Özlemler, hayaller ıstırap veriyor artık… Her ah çekişte içimiz titriyor… Derin bir ah gibi sızlıyor yüreğimiz… Yüreğimiz parça.parça..
Güvercinlerin öldürüldüğü, defnelerin sessizce ağladığı günlerdeyiz gülüm…

Diyecektim ki; gülüm,
Çiçektir çocuklar: Bakım ister, özen, özveri, güven ve sabır ister, açmak için çiçeklerini bahara… Hepsinden önemlisi şefkat, sabır ve sevgi ister… Sulanmak ister sevgi pınarlarıyla … Tomurcuk tomurcuk açmak için dünyaya çiçeklerini … Sevgisizlikle solmamak için yaprak yaprak …

Diyecektim ki; gülüm,
Bahçedir çocuklar:. Tohumdur ekilir, sürer filiz filiz.. Umudu besler bağrında. Emek ister, bakım ister… Büyür, olgunlaşır , sevgi meyvesi verir, karşılık beklenmez… Verdiğini alırsın…

Diyecektim ki; gülüm,
Yüreklerimizi yıllardır sıcak ve hillesiz bir sevgiye kilitleyip, umutla ,özlemle geleceğe dair apak düşler kurduk. Güneşli, aydınlık, güzel günlerin özlemini çektik. Belki biraz yorgun, belki durgun, ama yine de umutlu, yine de mutlu, sevgiyi işleyip mavilere, bütün yollara, dallara, dağlara gül yazdık.
Sevgiyi, umudu, güveni, dostluğu, barışı, özgürlüğü, mutluluğu ve bunların getireceği güzellikleri bekledik ölümüne…

Diyecektim ki; gülüm,
Geleceksin diye bütün yollara gül döktük. Güvercinler uçurduk mavilere.
Sevgiyi,dostluğu, barışı, baharı, sevinci getireceksin diye dağlara, ovalara, denizlere . Bunca çirkinliklerin içinde güzelliği, saflığı, temizliği getireceksin diye kirlenmiş hayatımıza, yıldızlara haber saldık…

Diyecektim ki; gülüm,
Yaşamak güzel… Yaşamak bir çiçek gibi, dört mevsim güzel kokular saçıyor üzerimize… Sevgiyle bakıyor herkes biribirine, sevgiyle sarılıyor… Kinler, düşmanlıklar, kötülükler kafdağının ötesine sürülmüş…

Diyecektim ki; gülüm, gel.
Yorulduk yollarına gül döküp beklemekten. Ey ömrümüzün taze gülü, ey gözleri öksüzümüz, her hazan bir gül getirip yüreğimize bırak ki, sevdamızın ateşiyle yakalım saçlarını yeryüzünün…

Diyecektim ki; gülüm,
Herşeye rağmen yüreğinde bin umut taşıyor çocuklar gelecek baharlara…
Dünyanın dört bir tarafında barış ve umut şarkıları söylüyor… Özgürlük ve mutluluk şarkıları söylüyor çocuklar, diyecektim…

Ama diyemedim, diyemedik gülüm…
Kapımızda nöbet tutuyor ölüm… AZİZ TOKSÖZ

jöly - avatarı
jöly
Ziyaretçi
5 Temmuz 2007       Mesaj #1043
jöly - avatarı
Ziyaretçi
Her işte bir hayır vardır
Soğuk bir kış sabahı sahilde bulunan küçük bir koydan bir balıkçı filosu denize açıldı. Öğleden sonra büyük bir fırtına koptu ve gece
olduğunda balıkçı teknelerinden hiçbirisi limana dönememişti.
Bütün gece boyunca eşler, anneler, çocuklar ve sevgililer ellerini oğuşturup, kaybolan sevdiklerini kurtarması için Allah'a yakararak rüzgara açık kıyıda bir aşağı bir yukarı dolandılar.
Bu berbat durumda, bir de kulübelerden birinde yangın çıktı, Erkekler olmadığı için yangını söndürüp kulübeyi kurtarmak mümkün olmadı.
Ancak gün ışıdığında, herkesin sevinçle gördüğü gibi balıkçı teknelerinin tümü de sağlam olarak limana döndü.
Fakat, orada ümitsiz bir kişi varda. Bu kişi yangında evi kül olan adamın eşiydi.
Kocası karaya çıkarken şöyle bağırıyordu:
“Aman Allah’ım, mahvolduk! Evimiz, içindeki herşeyle birlikte yangında kül oldu!”
Adam ise, kadını şaşırtan şu sözleri haykırdı:
"O yangını verene şükürler olsun! Yanan kulübemizin ışığı sayesinde bütün tekneler yolunu buldu ve sâlimen limana döndük."



alintidir
recruit87 - avatarı
recruit87
Ziyaretçi
5 Temmuz 2007       Mesaj #1044
recruit87 - avatarı
Ziyaretçi
Onu düşünmeden bir saatin geçmiş
İnceden inceye bir yağmur yağıyor. Hani şu ahmak ıslatan cinsinden. Şemsiyem yok, yani ismine yakışır bir şekilde beni ıslatıyor. Karşılıksız bir aşk için bu kadar acı çekene "Ahmak" denmez de ne denir?
"Kaldır başını aslanım, dik yürü
Gül bakayım, nedir bu halin
Bir ağlamadığın kaldı.
. . . . . . . .
Bir gün bakacaksın ki
Onu düşünmeden bir saatin geçmiş
Şaşıracaksın. Başka bir gün
Birisi adını anacak yanında
“-Hiç yabancı gelmiyor, kimdi o? “
diyeceksin, sonra hatırlayacaksın
O'nu ve bu günleri
Kimse sebebini sormasın diye
Gizlice güleceksin. . . "
Acı çekiyorum, gün gelir unuturum. Mantığım unutacağımı söylüyor ama yüreğim ezim ezim eziliyor, sanki dünyanın sonu geldi. Böyle üzülüp duracağıma bir güzel ağlayım, belki rahatlarım diyorum. Yağmurda ağladığım da fark edilmez. Üstelik sokakta kimse yok. . .
Ağlayamıyorum gururum engel oluyor, Neymiş efendim "erkekler ağlamaz". Oyalanacak bir şeyler düşünüyorum, elime anahtarlığımı aldım; tespih gibi çeviriyorum. Dudağımda bir ıslık, ıslığıma hüzünlü bir şarkı dolandı. Neşeli bir melodi bulayım dedim, sonra vazgeçtim. Çünkü üzülüp ********, ferahlamak istiyorum, unutmak istiyorum.
Vakit akşam, yağmurun sesiyle ayak seslerim birbirine karışıyor. Ankara caddeleri çamurlu, sokaklar boş. Yalnız bir kaç saniye önce geçen araba hariç. Zaten o araba da üstüme su sıçratmaktan başka işe yaramadı. Çamur sıçratmasına aldırmadım bile. Boş sokaklarda ıslanarak bir süre daha yürüdüm. Artık yeterince ıslandım, yeterince ferahladım, evime bekâr evime dönmeliyim. Ana caddelere doğru yöneldim.
O'nu hiç tanımadım, o bana hiç acı çektirmedi, hatırladıklarım bir filmden aklımda kalanlar. Evet, evet, unutmalıyım onu.
Otobüs durağına vardım, yolda insanlar koşuşturuyordu ama durakta sadece bir genç kız vardı. Islak giysilerimden utandım, ondan olabildiğince uzak bir köşede durdum. İçimden söylediğim şarkılar, yavaş yavaş neşeli olmaya başlıyordu ki, kızın ağladığını fark ettim, üzüldüm ama güldüm. Nasıl tarif etsem, hani "buruk gülüş" derler ya işte öyle. Kendi kendime "Al başına, bir gariban âşık daha. "dedim. Aldırmayım dedim ama olmuyor, yanına yanaştım. Güzeldi, yaşı da benden birkaç yaş küçük görünüyordu. Yanına yanaştığımı fark edince ağlamsını gizlemeye çalıştı.
-Merhaba
Nasıl biri olduğumu anlamak için yüzüme baktı, tereddütle konuştu;
-Merhaba
Gülümseyerek konuştum;
-Siz şanslıymışsınız.
-Niçin?
-Baksanıza yağmur benim her tarafımı ıslattı, sizin sadece gözlerinizi ıslatmış.
Gözlerini kurularken gülümsemeye çalıştı;
-Gerçekten fena ıslanmışsınız.
-Biraz yürüdüm yağmurda.
-Çok mu seviyorsunuz yağmurda yürümeyi?
-Severim ama bu kadar ıslanacak kadar değil.
-Öyleyse niye?
-Bir gönül yarası aldım da.
Kendisine yakın biri, derdine bir ortak bulduğuna sevindiği belli oluyordu.
-Ya sizin gözlerinizdeki yağmur niye?
-Bende de bir gönül yarası var.
-Karanlıklar, güneş çıkana kadar hüküm sürer.
-Benim karanlığım geçici değil, güneşsiz. Çünkü; ayrıldık.
-Anlatmak ister misin? İyi bir dinleyiciyimdir.
Bir an durdu, sonra;
-İsterim ama sen de anlatacaksan.
-Önce sen anlat, şu anda senin daha çok ihtiyacın var konuşmaya.
O anlatmaya başladığı sırada otobüs geldi, binmeyeceğimizi anlayınca geçip gitti. Yağmur kesilmişti. Cadde boyunca beraber yürümeye başladık.

O anlatmaya başladığı sırada otobüs geldi, binmeyeceğimizi anlayınca geçip gitti. Yağmur kesilmişti. Cadde boyunca beraber yürümeye başladık.
-Geçen yıl beni takip etmeye başladı. Efendi davranıyordu, yanıma gelip rahatsız etmiyordu. Sanki sadece dikkatimi çekmek istiyordu. Bunu da başardı, yakışıklıydı. Neyse bir gün yanıma geldi, mahcup bir ifadeyle tanışmak istediğini söyledi. Ayaküstü biraz konuştuk. Beni beğendiğini, bir süredir takip ettiğini söyledi. İyi birine benzediğine kara verip az bir nazlanmadan sonra arkadaşlık teklifini kabul ettim. Birkaç gün sonra pastanede buluşup konuştuk. Bir süre bu tür buluşmalar, konuşmalar devam etti, sonunda ilan-ı aşk ve evlilik teklifi. . . Tabi evliliği hemen istemiyordu, bitirmesi gereken işleri varmış onları halledince ailelerimize konuyu açacakmış. . . Normal karşıladım, kabul ettim ama yine de daima ölçülü davrandım, bazı işadamlarının bu tür vaatlerle genç kızları kandırdığını bildiğimden. . . İş adamı olduğunu söylemiş miydim? Üç arkadaşıyla küçük bir ticari ortaklıkları vardı. Neyse ilişkimizde daima ölçülü davranınca bana karşı gittikçe soğuk davranmaya başladı. Evlilikten söz edince de hep acele etmememi, sabırlı olmamı öğütlüyordu.
Sonunda bir gün onu başka bir kızla gördüm. Bu günkü buluşmamızda gördüğümü söyledim, önce inkâr etti, ben üstüne gidince itiraf etti; ”Tamam tamam, bir kız var, seni istemiyorum artık. Bıktım senin nazlarından. "dedi. Ağlayarak kaçtım. Çok üzülmüştüm ama yine de şükrediyorum onun gerçek yüzünü evlenmeden gördüğüme.
Teselli edici bir şeyler söylemek istedim. O'da bunu bekliyordu ama aklıma bir şey gelmiyor. Dostça elini tuttum;
-Fakat bu olay sayesinde birer arkadaş, dost bulmuş olduk.
Elimi samimiyetle sıktı;
-Haklısın. . . Şey. . .
-Ümit.
-Mehtap.
Vakit epey geç olmuş, hava da serinlemişti. Hafifçe titrediğini fark ettim, anlaşılan üşümüş.
-Üşümemen için ceketimi vereceğim ama ıslak.
-Düşündüğün için sağol.
Gizlemeye çalışıyorum ama ıslak elbiselerle ondan daha fazla üşüyorum. Titremeye başladım.
-Vakit çok geç oldu, seni evine bırakayım.
-Senin hikayeni dinlemedim.
-Bu günlük bu kadar yeter, bende başka zaman anlatırım.
-Sen titriyorsun. . .
-Hayır, dans ediyorum.
-Ne dansı?
-Zatürree dansı.
-Gidelim hasta olacaksın. Şey. . . Evime bırakmana gerek yok. Bir daha görüşecek miyiz?
-Tabi arkadaş değil miyiz?
-Arkadaşız. Hımm adreslerimizi, telefonlarımızı birbirimize verelim.
-İyi olur. Bende telefon yok ama seninkini alayım. Ailenle mi kalıyorsun?
-Evet, ya sen?
-Tek başımayım.
-Ooo... bu kötü haber, evin şimdi buz gibidir, iyice hastalanırsın. Bize gelsene.
-Sanırım ailen uygun karşılamaz.
-Merak etme ben bir şeyler söylerim.
-Ne gibi?
-Ne bileyim. . . "Beni bir arabanın altında kalmaktan kurtarırken çamura düştü. . "derim.
-Vay be ben neymişim! .
Durağa doğru yürümeye başladık
-Ailen kalabalık mı?
-Annem, babam, büyükbabam, bir erkek kardeşim ve bir kız kardeşim.
Kulağına eğildim;
-Erkek kardeşin iri yarı mı?
-Yoook canııım, iki metre doksan santim filan.
Şöyle bir doğruldum, olduğumdan uzun görünmek için ayakuçlarımda yükseldim;
-Hani nerdeyse benim kadar varmış.
Tatlı bir sohbet içinde yürürken tekrar yağmur başladı. Otobüs durağına da gelmiştik. Şansımızdan çok geçmeden otobüs geldi. Şoförün şaşkın bakışları altında, ıslak elbiselerimle otobüse bindim. Sessiz bir otobüs yoğculuğundan sonra mahallerinde indik.
Evlerine doğru yürürken hala ailesinin beni nasıl karşılayacağını düşünüp endişeleniyordum. Geldiğime çoktan pişman oldum. Mehtap benim huzursuzluğumu fark etti;
-Yolda söylediğim şaka değildi, gerçekten aileme beni arabanın altında kalmaktan kurtardığını söyleyeceğim, seni iyi karşılarlar. ev durağa oldukça yakındı mehtap ışıkları gösterdi işaret ettiği yerde yolun alt tarafında kalmış bir ev görünüyordu tek katlı bir iki merdivenle evin kapısına indik kapı açıldığında karşımda kırmızı yanaklı kara kocaman gözlü bir hanım duruyordu mehtap tanıştırdı annem buda kahraman ümit gerçi annesinin onu duyacak hali yoktu beni baştan aşağıya acıyan gözlerle izliyordu demekki o kadar kötü durumdaydım içeri girdik holün daha doğrusu küçük ufak salonun sağındaki aralıktansızan ışığa başımı çevirdiğimde mutfak olduğu anlaşılan yer duruyordu biz karşımızdaki iki kapıdan birini açarak kuzineyle ısıtılan odaya girdik burda büyükanne dev kardeş sekiz yaşlarında sanırım ve küçücük bir bebek duruyordu bana bir havlu verdiler ve lavaboyu tarif ettiler biraz önce giriş yaptığımız yerin solunda bulunan camlar dışarı bakmıyormuş tuvalete bu camlardan atlayarak yani pencereden geçerek gidiliyormuş evet öğrenciydim ama ilk defa bir gecekonduya giriyordum ve ilk defa böyle sıcak böyle içten bir hava soluyordum çünkü evin büyükannesi bile hergün ben oradaymışım torunuymuşum gibi yavrum ekmek almasaydınız ben size en sevdiğiniz hamurdan yaptım yufka ekmekleri oysaki zaten almamıştıkki yemekten kısa süre sonra bir ağırlık çöktü bana yanda ki odayı verdiler ve khepsi birarada yemekte yediğimiz odada uyudular yatağım yere serilmiş döşek ve bembeyaz dantel işli çarşaflarla örtülüydü uykuya çabukmu daldım bilmiyorum ama keyifli daldığımdan emindim
-Yolda söylediğim şaka değildi, gerçekten aileme beni arabanın altında kalmaktan kurtardığını söyleyeceğim, seni iyi karşılarlar.
-Olmaz Mehtap lütfen, ailene yalan söylemene sebep olmak istemem. Gerçeği söyle, hoş karşılamazlarsa giderim.
Bu sırada evlerine gelmiştik. Mehtap söylediklerimde tereddüte düşmüştü. Kapıyı erkek kardeşi Cem açtı. Şaşkın bakışlarla; ”Hoş geldiniz. "dedi, “Hoş bulduk. "dedim. Mehtap'ın peşi sıra içeri süzüldüm. Mehtap alelacele bizi tanıştırdı; ”Bu arkadaşım Ümit, bu da kardeşim Cem, memnun oldunuz. Şimdi Cem'in odasına gidin, üzerindeki ıslak giysileri değiştir, üzerine kuru bir şeyler giy üstüne. " Mehtap bunları söyleyip yanımızdan sıvıştı. Ben, şaşkın şaşkın yol gösteren Cem'in peşine takıldım, odasına girdik. Cem soru sormak için ortam hazırlıyordu;
-Nasıl oldu da böyle ıslandın.
-Ben yer seviyesinde yürürken, gökten yerçekimine kapılmış su damlacıklarıyla karşılaştım, ne onlar benden kaçtı ne ben damlalardan.
Hafifçe gülümsedi.
-Ablamla nerden tanışıyorsunuz.
-Gerçeği, yalnızca gerçeği mi söyleyim?
-Önce yalanı.
-Dur bakayım. . . Hah. . . Mehtaba araba çarpıyordu, ben gündelik kahramanlıklarımdan birini yapıp onu kurtardım, bu arada çamura düştüm.
-Denizaltı çarpacakken kurtardım desen daha inandırıcı olurdu. Bir de gerçeğini dinleyebilir miyim?
O esnada elbiselerimi değiştirmiştim. Şakalaşmalar sayesinde Cemle yakınlaştığımızı hissediyordum.
-Bak Cem işin doğrusu şöyle; benim bir şeye canım sıkılmış, yağmurda dolaşmıştım. Sonunda eve dönmek için otobüs durağına gelmiştim, ablan Mehtap da duraktaydı. Öylesine konuşurken söz arasında, benim o ıslak elbiselerimle bekâr evime gideceğimi duyunca, dayanamadı. Üşüyüp, hastalanacağımı söyleyip buraya davet etti. Pek hoş bir durum olmadığının farkındayım ama durum bu.
Cem; ”İnanıyorum. "dedi, sonra samimi bir şekilde elini uzattı.
-Bunları sormak zorunda kaldığım için kusura bakma.
Ben de samimiyetle elini sıktım. Bir an durdu,
-Anlatmadığın bir şeyler var mı, mesela yağmurda niye dolaştığın gibi?
-Bak o kısmı da Mehtaba sor. Ama şu kadarına emin olabilirsin, ablanla aramızda bir şey yok.
Konuşarak salona vardık. Salonda dört kişi oturuyordu; Mehtap, annesi, babası ve büyükbabası olduğunu tahmin ettiğim bir ihtiyar adam. Büyükbabası koltuğunda uyukluyordu, diğerleri “Hoşgeldin. " dediler. “Hoşbulduk. "dedikten sonra Cem'in yanına oturdum. Babalarının karşısına oturmuştum, bir sigara çıkarıp bana da ikram etti, teşekkür edip almadım. “İçmiyor musun yoksa?"dedi. “Hayır. "dedim. “Karnın aç mı, yemek yer misin?"dedi, Tok olduğumu söyledim.
Sigarasını yaktı, şöyle bir koltuğuna yerleşti;
-Mehtap anlattı, nasıl tanıştığınızı, ısrar edip sizi getirdiğini.
Sigarasından bir nefes çekti. Kendimi mahkemedeki suçlu gibi hissediyor, sessizce oturuyordum. Devam etti;
-Misafiri hürmetimiz sonsuzdur, evinizdeymiş gibi rahat olun lütfen.
Konuşmasında, “Aslında gelişinden rahatsız olmuştum ama Mehtabın anlattıklarına inandım. " demek ister gibi bir hal vardı.
-Teşekkür ederim.
-Ayrıca ben sizin isminizi öğrendim ama tanıştırılmadık. Mehtabın kusuruna bakma biz kendimiz tanışalım. Adım Ziya, bu eşim Oya, Bu da babam.
-Memnun oldum
O sırada bir tepsideki çaylarla bir kız içeri girdi. Herhalde Mehtap’ın “küçük kardeşim” dediğiydi.
-Oooo… Çaylarımız da geldi, iç de biraz için ısınsın evladım.
Çayı aldım, teşekkür ettim. Mehtap;
-Bu da kız kardeşim Nur.
-Memnun oldum.
Gülümseyerek karşılık verdi. Güzel bir kızdı ama bir daha bakmamaya çalıştım. Yeni bir sevdadan kurtulurken, üstelik bir daha belki de hiç göremeyeceğim bir kıza bakmamalıydım.
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
5 Temmuz 2007       Mesaj #1045
arwen - avatarı
Ziyaretçi
HOŞÇAKAL AŞKIM


Bir zamanlar bir genç varmış. Bu gencin sevdiği ve aşık olduğu dünyalar güzeli bir kız varmış. Onunla ilk bir radyoda duyduğu kan aranıyor ilanı için gittiği hastane de karşılaşmıştı. Kan verdiği kişi kızın amcasıydı. Kız ona teşekkür etmek için gittiğinde daha yeni yataktan kalkmış ve gitmek için hazırlanıyordu. Birden bulunduğu odanın kapısı açıldı ve kız içeri girdi. Çocuk ağır ağır kapıya baktı “Yine hemşirelerden biri geldi herhalde” diye düşündü* ama gelen hemşire değildi. Kız ona doğru yaklaştı “çok teşekkür ederim sayenizde amcam yaşayacak” dedi. Genç mağrur bir şekilde “ben olmasaydım bir başkası da gelir yardım ederdi. Hiç önemi değil.” Fakat kız onu dinlemedi. “Size bir yemek ısmarlayabilir miyim” dedi. Çocuk reddetmedi içinden “bu kadar güzel bir kız reddedilebilirmi” diye geçirdi.
“Tabi ne zaman isterseniz.”
“Hemen şimdiye ne dersiniz.”
“Şimdimi ?”
“Tabiki hem bende beklerken acıkmıştım”
ikisi birlikte yemeğe gittiler. Yemekte muhabbetleri devam etti. Hep birbirleri hakkında konuştular. Oğlan kızdan ilk gördüğü anda hoşlanmıştı. Kız ise sadece teşekkür etmek istediği bir yabancıdan bu kadar çok hoşlanacağını düşünmemişti bile. Konuşmaları sırasında aynı şeylerden hoşlandıklarını fark ettiler* ikisi de aynı tür filmlerden hoşlanıyor* aynı tür müziği dinliyor* hatta son zamanlarda aynı kitapları okumuşlardı. Kız bir erkeğin kendisinin sevdiği şeyleri sevebileceğini daha önceden hiç düşünememişti ve karşısında böyle biri vardı. Yemekten sonra kız telefonunu verdi. “Daha sonra ararsan konuşuruz” dedi. Bu oğlanın çok hoşuna gitmişti. Akşam olduğunda kız telefonunda bir mesaj gördü “Dünyanın en güzel bayanına. İyi akşamlar” yazıyordu. Kız birden şaşırdı. Bu kadar erken bir cevap. Demek ki oğlanda ondan hoşlanmıştı. Buna çok sevindi ve hemen o da cevap gönderdi. Bu mesajlaşmaları birkaç gün böyle sürdü. Sonunda oğlan ona çıkma teklif etti. Kız hemen kabul etti. Hayatlarının en güzel günlerini yaşıyorlardı. İki sevgili * iki aşık. Aşkları o kadar büyüktü ki sevgileri o kadar içtendi ki bu sevgileri çevresindeki insanlara da yansıyordu. Fakat oğlanın ailesinin bu aşktan hiç haberi olmamıştı. Hep onunla sevilisi olmadığı için dalga geçiyorlardı* şimdi de sevgilisi olduğu için dalga geçecekleri ve bunu hiç istemiyordu. Ama kız ailesi ile tanışmayı çok istiyordu * oysa her seferinde bir bahane uydurup erteliyordu.oğlan kızın ailesini bir kere görmüştü. Ama hiç tanışmamıştı. Kızın ailesi İzmir de oturuyorlardı kendisi ise İstanbul da amcasını yanında oturuyor ve okuluna gidiyordu.
Sonunda oğlan kızın ısrarlarına dayanamadı ve onu ailesi ile tanıştıracağını söyledi. Kız buna çok sevinmişti fakat daha önce ailesine gitmesi gerektiğini geri döndüğünde hemen ailesi ile tanışmak istediğini söyledi. Anlaştılar ve kız İzmir e doğru yola çıktı. Aradan bir gün geçti* iki gün geçti kızdan bir ses yoktu. Oysa İstanbul da birbirlerini görmedikleri anlarda hep telefonda birbirleri ile konuşurlardı. Peki şimdi ne oldu da aramamıştı.. yoksa ailesi mi izin vermemişti. Yada yanlış bir söz mü söyledi yanlış bir şey mi yaptı. Neden aramıyordu. Oğlan onu aramaya çalıştığında her seferinde telefonu kapalıydı. İki hafta * üç hafta * bir ay. Oğlan sonunda kızın onu bıraktığını artık onu istenmediğini düşünmeye başlamıştı ki ansınız bir akşam telefonu çaldı. Telefonu ilk kez ona bu kadar acı acı çalıyormuş gibi geldi. Telefonunun ekranına baktı* arayan oydu. Telefonunu hemen açtı “alo” “alo” telefonda ki ses kızın sesi değildi. Onun ablası olduğunu söyledi. Oğlanın telefonunu kızın rehberinde bulduğunu bir arkadaşı olduğunu tahmin ettiğini söyledi. Oğlan sevgilisiydim diyemedi* “evet bir arkadaşıyım ama ondan uzun zamandır haber alamıyordum” dedi. Ablası kızın yaklaşık bir ay önce İzmir e gelirken bir trafik kazası geçirdiğini üç haftadır komada olduğunu söyleyince oğlan birden dona kadı neden onu aramadığını şimdi anlamıştı fakat ablasının konuşmasından olayın bu kadar olmadığını da anlamıştı. “Kardeşimi geçen gün kaybettik” diyince oğlanın elindeki telefon bir den yere düştü. Duyduklarına inanmamıştı sevdiği * aşık olduğu kız ölmüş olamazdı. Telefondaki ses “alo” diye birkaç kez seslendi fakat oğlanın cevap verecek hali kalmamıştı. Hala inanıyordu. İlk uçakla izmire gitti. Gerçekten ölmüşmüydü. Bunu öğrenmeliydi. Ailesine gittiğinde dünyası bir kere daha yıkıldı. Çünkü duyduklarını hepsi doğruydu. Bittiği gün aşkını toprağa veriyorlardı. Yüreği buna artık dayanamadı ve gözerinden birkaç damla yaş aktı. Onu son bir kez daha görmeliydi. Bunun için cenazeyi arkadan takip etti camiden mezarlığa kadar peşlerindeydi. Mezarlıkta görebileceği bir köşeden onları izledi. Onun yüzünü son bir kez daha gördü. Alçak bir sesle “hoşcakal aşkım* sen bu dünyada sevdiğim tek kişiydin” dedi. Arkasını dönüp mezarlıktan çıkmaya karar verdi. Tam o sırada akrasından bir ses duydu. Bu sesi daha öncede duymuştu * telefonda ölüm haberini veren sesin aynısıydı. Kızın ablası ona seslendi. Oğlan arkasını dönmeden önce gözündeki yaşları sildi. “acaba siz bu kişimisiniz” dedi ve elindeki zarfı gösterdi. Zarfın üzerinde “Biricik aşkıma” yazıyor ve yanında da oğlanın ismi vardı. Oğlan ağlamaklı bir sesle evet o benim dedi. Ablası ona “bunu ölmeden önceki gece yazmış ve size vermemi istemişti” dedi ve zarfı verip uzaklaştı. Oğlan orada mektubu titreyen elleri ile hemen açmaya çalıştı. Mektupta sadece bir iki kelime vardı.
“Aşkım* seni ne kadar çok sevdiğimi şimdi daha iyi anlıyorum. Herkes iyileşeceğimi söylese de ben öleceğimi biliyorum. Seni son bir kez görebilmek * sana son bir kez dokunabilmeyi ne kadar çok istiyorum ama mümkün olmadığını çok iyi biliyorum. Sana sadece tek bir şey söylemek istiyorum. SENİ SEVİYORUM VE ÖLDÜKTEN SONRA BİLE SEVİCEĞİM. Senden tek bir şey istiyorum. Benim ardımdan hayata küsme. Ona sarıl * benim için sarıl. Olumsuzluklara asla yenilme her zaman güçlü ol o zaman sevgim her zaman yanında olacak ve seni koruyacaktır.
Kalp atışın olmak
Sonra seni hissedebilmek
Bir adımlık zamanda
Bunları şiirinde sen söylemiştin bana bende sana söylüyorum bir adımlık zaman benim için sonsuza kadar sürecek hoşcakal aşkım. ”

Oğlan bu yazıyı okurken göz yaşlarına artık hakim olamıyordu. Aradan yıllar geçti. O mektup hala oğlanın cebinde. Ne zaman bir olay olsa ne zaman üzülse mektubu açar ve yazanları okur üzülmemek için elinden geleni yapar. O zaman sevdiğinin yanında olduğunu bilir
RuYa - avatarı
RuYa
Ziyaretçi
6 Temmuz 2007       Mesaj #1046
RuYa - avatarı
Ziyaretçi
Her zaman aşktan çekinmiştim. Korkmuştum… Ürkmüştüm… Bu yüzden kötü hissediyordum kendimi. Aşk deyince ölüm geliyordu aklıma. Hemen ardından yenilgi yıkım… O aşk dedikleri boşluğa düşmek, savrulup atılmak istemiyordum. Aşk başkaydı benim için, tanımı çok farklıydı.

Etraftakilerle değildi benim derdim, kendimleydi. İçinde bulunduğum boşluğu saklayarak yaşıyordum. Yalnızlığı sevmeye çalışıyordum. Yalnızlığa alışıyordum.

Aşktan korkuyordum. Evet, korkuyordum ama en çok aşk acısı çekenleri kıskandım, ben. En çok onların yerinde olmak istedim.

Sen girince hayatıma her şey değişti, biranda. Hayatı sevmezken sever oldum ve hayata bağlanır oldum. Aşık olmaktan korkuyorum derken aşık oldum… Tüm korkularımın tedirginliklerimin başıma geleceğini bile bile. Aşık oldum…

Bana aşık olduğunu söylediğin o anı hatırlıyor musun? İnanmamıştım sana. Doğrusu inanmak istememiştim. Ama sana söylemekten çekinmiştim. Biliyordum ki bir başkası var yanında ve sen onunsun aslında. Senin bir başkasıyla olduğunu bile bile seni yazıyorum her satırıma ve seni yazar oldum şiirlerimde. Benim olmayacağını bile bile seni düşünüyorum… Seni konuşuyorum… Seni yazıyorum… ZEHRA ALBAYRAK
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
6 Temmuz 2007       Mesaj #1047
arwen - avatarı
Ziyaretçi
1998 'in sonbaharında kaybettim onu.7 senelik evliligimizin 2 senesini kanser tedavisi için hastanelerde geçirmiştik.karım her evlilik yıl dönümümüzde ikimizin fotografını çercevilerdi.bunlar bizim hayatımızın gölgeleri derdi.öldüğünde 7 tane resmimiz vardı.1997'nin bir gecesinde onu aldattım.oysa ona sürekli onu ne kadar çok sevdigimi ve sonsuza dek sevıcegımı söylüyordum.ölmeden 2 hafta önce yine aynı şeyi tekrarladım.tuhaf bi gülümsemeyle baktı bana ve sadece biliyorum dedi.izmire kar yağdığı gün yani bir ay önce evdeydim.resimlerimize bakıyordum.her çercevenin arkasında bi harf oldugunu o an fark ettim.A,R,K,A,S,I,N gerisi için yılları yetmemişti.ama sanırım arkasına bak yazmak istemişti.hemen çercevelerın arkasına baktım.bişey görünmüyodu bırden içini sökmeyi düşündüm.hepsini söktüm.inana biliyormusunuz her birinin arkasında bir mektup çıktı.geçirdigimiz hersene için sevgi dolu sözler yazmıştı.1997 deki resmimizden çıkan zarf ise simsiyahtı. ve içinden şu sözler çıktı:14 mart 1997 gözlerin bana başka birine dokunmuş gibi baktı bu gün.söylemene gerek yok.biliyorum
şu an 2002 deyiz onu kaybedeli 4,aldatalı 5 yıl oluyor.içim acıyor şimdi.çünkü kadınlar biliyor,hissediyor.--SENİ SEVİYORUM DİYENİN SEVGİSİNDEN ŞÜPHE ET.ÇÜNKÜ AŞK SESSİZ ,SEVGİ DİLSİZDİR----
Pollyanna - avatarı
Pollyanna
Ziyaretçi
7 Temmuz 2007       Mesaj #1048
Pollyanna - avatarı
Ziyaretçi
Dünya'nin En Güzel şeyi?

Tabloları ile ün yapmış bir ressam, günün birinde en güzel yapıtını yapmaya karar verdi. Konu bulmak için kent dışında dolaşmaya çıktı. Ressamı tanıyan biri, "Böyle nereye gidiyorsun, dostum?" diye sordu.

Ressam, "Bilmiyorum, dünyanın en güzel şeyinin resmini yapmak istiyorum" diye yanıt verdi. "Belki siz dünyanın en güzel şeyinin ne olduğunu söyleyebilirsiniz."

Adam biraz düşündükten sonra, "Kolay" dedi. "Dünyanın neresine giderseniz gidin, en güzel şeyin inanç olduğunu göreceksiniz."

Ressam yanıt vermeden yoluna devam etti. Daha sonra çok saygı duyduğu bir adama rastladı. Ona dünyanın en güzel şeyinin ne olabileceğini sordu. İkinci adam da bir süre düşündükten sonra şunları söyledi:

"Dünyanın en güzel şeyi aşktır. Yoksulları zenginleştiren, gözyaşlarını tatlılaştıran, azı çok yapan o değil midir? Aşksız hiçbir şey güzel olamaz."

Ressam dünyanın en güzel şeyini aramaya devam etti. Yolda giderken rastladığı yorgun bir askere de aynı şeyi sordu. Asker kendisine şunları söyledi:

"Dünyanın en güzel şeyi barıştır. En çirkin şeyi de savaş... Barış olan yerde her zaman güzellik bulabilirsiniz."

O zaman ressam şöyle düşünmeye başladı.

"Dünyanın en güzel şeyleri; inanç, aşk ve barış ise onların resmini nasıl bulabilirim?"

Başını sallayarak evine döndü. Kapıdan içeri girince dünyanın en güzel şeyini bulmuştu. Çocukların gözünde inanç, eşinin gözünde aşk, evinde barış ve mutluluk hüküm sürüyordu.

Bunlardan ilham alan ressam dünyanın en güzel şeyinin resmini yaptı.

İşi bitince boyalarını ve fırçalarını topladı. Daha sonra tuvalin örtüsünü kaldırarak, uzun uzun seyretti yapıtını; kendine güvenen bir aile reisi, mutlu bir kadın ve böyle mutlu bir ortamda yüzleri pırıl pırıl parlayan çocuklar, ışık oyunlarıyla dolu sıcak bir ortamda resmedilmişlerdi.

Ressam, daha sonra tablosuna "Evim" adını verdi
RuYa - avatarı
RuYa
Ziyaretçi
7 Temmuz 2007       Mesaj #1049
RuYa - avatarı
Ziyaretçi
Bu sevda yolculuğu,
böyle bitmemeliydi be sevdalım,
gidiyorum dediğinde,
kulaklarıma inanamadım,
kabullenemedim,
günlerdir,
hep belki ler de ümit aradım,
ama,
o inanmak istediğim,
ümit bağladığım belkiler gerçekleşmedi,
Birkaç gündür,
konuşmalarımdaki durgunluğumu sezmişsindir,
Sanki,
sanki bu ayrılık gününü,
günler öncesinden yaşıyor gibiydim...

......................Gidiyorum,
......................gidiyorum dediğinde,
......................yaşama sevincimi, benliğimi, ruhumu, ümitlerimi,
.....................ve her şeyden önemlisi seni,
.....................seni kaybettiğimi anladım...
.....................Ve şimdi sen,
.....................beni böyle bırakıp,
.....................gerçekten gidiyorsun,
.....................oysa,
.....................giden sadece sensin,
.....................bendeki sen,
.....................sen gitsen de,
.....................ömrüm boyunca,
.....................en güzel anılarıyla bende kalacaktı,
.....................bu gerçek bile,
.....................beni avutamadı be gece gözlüm,
.....................yıkıldım,
.....................yıkıldım...

Otobüsünü beklerken,
bu gün de yine,
boşu boşuna bekleyeyim,
onun için aldığım çiçekler yine kurusun,
solsun, önemli değil,
yeter ki,
yeter ki bir engel çıksın,
gece gözlüm gitmesin,
son bir kerecik daha göreyim,
diye,
tanrıma dualar ettim...

.....................Otobüsünü görünce,
.....................içimi tuhaf bir sızı kapladı,
....................donakaldım,
...................sen otobüsten indiğinde,
...................gitme kal,
...................ya da,
...................ya da beni de beraberinde götür diye
...................yalvarmak istedim,
..................dilim tutuldu,
..................söyleyemedim...

O an,
dünya başıma yıkıldı sanki,
tertemiz bir sevdaya, dostluğa,
ayırabildiğimiz o bir dakika içinde,
anılar,
bir bir gözlerimin önünden geçti...

....................Bilmem,
....................bilmem hatırlar mı sın,
...................seninle ilk kez konuştğumuzda,
...................sen,
...................sevgili bulmak kolay da
...................dost bulmak zordur demiştin,
...................itiraf et be gece gözlüm,
...................seni,
...................hiçbir karşılık beklemeden,
...................böylesine delicesine seven,
...................adına,
..................şiirler yazan,
.................meçhul kadere ve gelecek yıllara meydan okuyan,
.................gönül rahatlığı İle,
.................başını omuzuna yaslayabileceğin,
.................sırtını, dönebileceğin,
.................arkadaşın, sevdalın, kardeşin,
................yerine göre,
................anan, baban,
...............her sırrını paylaşabileceğin,
...............sevincinde, kederinde ve tasanda
...............yanı başında olacak,
...............sende kendini,
..............kendinde de seni hissedebilecek,
..............böylesine deli bir dostun oldu mu?

Daha,
birkaç ay önce yarattığın bu mecnun,
seninle doğdu,
seninle hayat buldu,
ve gittiğin gün de,
Öldü,
öldü be sevdalım,
başın sağ olsun,

BAŞIN SAĞ OLSUN...


Ayhan Uçar
Pasakli_Prenses - avatarı
Pasakli_Prenses
Ziyaretçi
10 Temmuz 2007       Mesaj #1050
Pasakli_Prenses - avatarı
Ziyaretçi
ASIL TUTKUNLUK
Asya'da maymun yakalamak icin kullanilan bir cesit tuzak vardir.
> Bir hindistancevizi oyulur ve iple bir agaca veya
> >>yerdeki bir kaziga baglanir.
> > >Hindistancevizinin altina ince bir
> >>yarik acilir ve oradan icine tatli bir yiyecek konur. Bu yarik sadece
> >>maymunun elini acikken sokacagi kadar buyukluktedir, yumruk yaptiginda
> >>elini disari cikaramaz. Maymun, tatlinin >kokusunu alir, yiyecegi
> >>yakalamak icin elini iceri sokar ve yiyecegi > >kavrar, ama yiyecek
> >>elindeyken elini disari cikarmasi olanaksizdir.>
> >Sikica yumruk yapilmis el, bu
> >>yariktan disari cikmaz. Avcilar geldiginde, > >maymun cilgina doner ama
> >>kacamaz. Aslinda bu maymunu, tutsak eden hicbirsey > >yoktur. Onu sadece
> >>onun kendi bagimliliginin gucu tutsak etmistir. Yapmasi > >gereke tek sey
> >>elini acip yiyecegi birakmaktir. Ama zihninde acgozlulugu o > >kadar
> >>gucludur ki bu tuzaktan kurtulan maymun cok nadir gorulur.
> >Bizi tuzaga dusuren ve orada
> >>kalmamiza neden olan sey, arzularimiz ve > >zihnimizde onlara bagimli
> >>olusumuzdur.
> Tum yapmamiz gereken, elimizi acip
> benligimizi ve bagimli oldugumuz seyleri serbest birakmak,
> >>ozgurlesmektir

Benzer Konular

3 Aralık 2006 / Misafir Genel Mesajlar
16 Mayıs 2014 / NihLe Müslümanlık/İslamiyet
11 Haziran 2013 / Misafir Forum Oyunları
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar
20 Haziran 2012 / ThinkerBeLL Edebiyat