Arama

Hikayeler ve Öyküler -2- - Sayfa 95

Güncelleme: 17 Şubat 2016 Gösterim: 590.635 Cevap: 1.812
Guest_ASU - avatarı
Guest_ASU
Ziyaretçi
23 Mayıs 2007       Mesaj #941
Guest_ASU - avatarı
Ziyaretçi
Öykü

Sponsorlu Bağlantılar
Biri olmadan, öbürü olmazmış. Bu böylece yazılsınmış.
Bir Rus köyü'nde iki balık yaşarmış. Biri turuncu ve
İri, öbürü korkak ve İnce. Bütün çiftler de böyledir
biraz düşününce.

İri sormuş birgün. 'Madem bütün bu denizler birbirine
bağlı, niye biz seninle sadece bu kıyıdan ötekine
yüzüp duruyoruz? Kendimizi bir akıntıya bıraksak, yeni
sularda yüzsek, başka balıklar yesek daha mutlu olmaz
mıydık?' Hak verdi İnce. İnceliğinden sırf. Çünkü onun
mutluluğu için, İri ve o kıyı yeterlidir. Gerisi hava
su değişikliğidir ki, insan bundan beslenemez.
Balıklar hiç...

Katıldı yine de, düştü İri'nin peşine. Akıntıya
bıraktı kendini. Bunlar beraberce, İstanbul ve
Çanakkale boğazlarını geçtiler. Geçerken eğlendiler.
Fakat bir balıkçı, akşam yavrularına balık götürmek
için suya ağ atmıştı. Ve bizimkiler farkına varmadan
bu ağa takıldılar. Daha doğrusu İri takıldı. İri ya.
İnce de sıyrılıp çıktı. İnce ya, bırakıp gitmedi. Hem
inceydi hem aşık. Kemirip ağları, kurtardı İri'yi. 'E,
tabi, ben bu ağlara takılacak kadar güçlü kuvvetli
değilim, eriyip gidecek gibiyim' diyerek, onun
gururunu da okşadı. Aşkta, en yanlış şeyler bile
mantıklı gelir insana. Tabi balıklara da... Çünkü aşk,
suyun içinde de aşktır.

Derken, bizimkiler soğuk denizlere kavuştular. Fakat
İnce, alışık değildi bu serin sulara ve hastalandı.
Pulları dökülüyordu hergün ve gün geçtikçe daha da
yavaşladı. Hatta durdu birgün. Atlantiğin ortasında.
Ya döneceklerdi ve İnce kurtulacaktı. Ya da tek bedene
düşeceklerdi. Çünkü herkesin Küba'ya kadar yüzecek
nefesi kalmayabilir. Hele hastaysa. İri, Küba'ya
gitmeyi seçmeden önce, biraz düşündü. O düşündüğü süre
kadardı sevgisi, ki o da çok sayılmazdı. En başta
sıkılan oydu köyün kıyısından. Demek aslında gitmek
istiyordu İnce'sinin yanından. Ama bizimki bu durumu
anlamadı. Ve onunla Küba'ya varmak için son çabalarla
yüzdü. İnsan, sevdiğiyle geçen zamana doyamadığı kadar
aşıktır. Balıklar da...

'İki dakika daha beraber yüzmek, tek başına sağlığına
kavuşmaktan iyidir' bile dedirtir aşk insana.
Dedirttiği gibi İnce'ye. İki dakika kadar yüzdü ve
öldü. Yukarı doğru çıkarken zayıf gövdesi,
kılçıklarına kadar mutluydu ve gülüyordu. Koca bir
balina onu yuttu, bunu da biliyordu. İri, tek kaldı
ama, suyun ucunda Küba vardı. Var gücüyle yüzdü.
İnce'yi unuttu. İnce'yi unuttuğu kötü oldu. Çünkü
onlar birbirlerine 5 saniyede bir, nereye gittiklerini
hatırlatıyorlardı ve şimdi 10 saniye geçmişti ve
katiyen hatırlamıyordu. Ne İnce'yi, ne Küba'yı ne de
adının İri olduğunu. İnsana adını başkaları
hatırlatır, balıklara da...

O yüzden kayboldu derin sularında Atlantiğin. Ve koca
bir balina onu da yuttu. Fakat mucize bu ya, balinanın
midesinde İnce'yi buldu. Meğer onları yutan aynı
balinaymış, İnce ölmemişmiş, tam tersi midenin
sıcaklığında dirilmişmiş. Ama oradan çıkarsa ölecek.
İri de oradan giderse, nereye gittiğini ve adını
unutucak. O yüzden, artık ikisi de buradalar. Ne fark
eder. İnsana sevdiğinin yanı cennettir. Sevmeden
hiçbir şeyin tadı olmadığını, bu hikayeyi bilen bütün
balıklar bilir.

Ya insanlar?


jöly - avatarı
jöly
Ziyaretçi
23 Mayıs 2007       Mesaj #942
jöly - avatarı
Ziyaretçi
BİR UMUTLA GÜLÜMSEYEBİLMEK,
Kasaba Ağrı Dağı’nın eteğindeydi. Anızlı tarlaları çok, ağacı ve yeşilliği azdı. Sanki her yanı sarıya kesmişti. Kim bilir, nice yiğitlere ve güzellere mekan olmuştu, bu kasaba... Araziye düzensizce dağılmış, kil damlı, yığma taş ve ker*** örülü evler, bir doğal çıkıntıymışçasına yükseliyordu topraktan. Kendimi, çağlar öncesine ışınlanmış gibi hissettim birden. Mavi gökyüzünün, çöl kumunun sarısını andıran anızlı tarlalarla kesiştiği ufuk çizgisine bakarken; “Başa gelen çekilir” kaderciliğine sığınırken yüreğime, bir dinginlik çöktü birden. Nermin Abla’mın şaşkınlığı, bir karış açık ağzında; hüznü ise, kahverengi gözlerinde donmuş, sesi soluğu kesilmişti. Bakışlarını bir ara, kirli, renksiz, saydam camdan dışarı çevirdi. Duvarları, siyah, kahveregi yuvarlak tezeklerle dolu bir kaç eve baktı. Sonra kendi kendine söylenir gibi,
Sponsorlu Bağlantılar
- Biz de, böyle evlerde mi oturacağız, diye mırıldandı.
Derin bir uykudan uyanmış gibi süzgün Tekin Ağabeyim, onun söylediklerini duymuştu. Canlı ve cesur görünmeye çalışarak, parmaklarını onun terli saçları arasından geçirirken,
- Fena mı işte! Şu şato gibi görünen ağanın evinin dibindeki(!); iki evin birinde, biz oturacağız diyerek onu teselli etmeye çalıştı.
Daha söyleyecekleri bitmemiş gibi sağ elini ileri uzattı. Görünen, kil damlı, toprak evleri sıvazlar gibi elini boşlukta gezdirerek,
- Burada yaşayanlar da insan! Kafamızı sokacak bir dört duvar arası bulduk ya, kasaba nasıl olursa olsun fark etmez derken, sesi buruktu.
Bu sözler, beni etkilemişti. Sanki halimize, şükretmem gerekirmiş gibi hissettim kendimi. Duyduklarıma bir anlam verebilmek için başımı, ön cama yaklaştırarak göz alabildiğince uzayan yoksul çıplaklığa sessizce baktım.
Konuşmak istedim; ama o anda kendimi, bir hiçliğin içine düşmüş gibi hissettim. Kekemeliğimin baskısı altında zorlanırken, dilim dolandı, daha çok içime kapandım ve konuşmak içimden gelmedi. Aslında üçümüzde heyecanımızı yitirmiş gibi, şaşkın ve sessizdik...
Belki de, beyni ve yüreği rahat tek insan şöfordu. Kamyonu, çakır çukur yolda hoplata zıplata sürüyordu. Bir ara bunalmış gibi ‘of’ladı. Sanki, bir içsel huzura kavuşmak istiyormuş gibi dudakları, kıpır kıpırdı... Kırçıllaşmış saçlarından sızan ter, kil rengindeki tozlu boynunda izler bırakarak bedenindeki soluk, koyu kırmızı işliğinin altında kayboluyordu. Kenarları yağ bağlamış, kalıbı yamulmuş şapkasını, başından çıkartarak dizleri üzerine koydu. İnce uzun parmaklı eliyle tarak yüzü görmemiş, kırçıllı siyah saçlı başını kaşıdı. Islak elini bir ileri bir geri sürdüğü, rengi atmış, siyah, geniş şalvarına sildi. Arada bir bizi yan gözle süzerken; bizim düş kırıklığına uğramış halimize, bıyık altından güler gibiydi. Bir ara aklına bir şey gelmiş gibi merakla başını bizden yana çevirerek ağabeyime,
- Birbirinize, ne kadar çok benziyosunuz örtmen bey, siz gardaş mısınız, diye sordu
Ağabeyimin duru beyaz yüzü, çölde vaha görmüş gibi aydınlandı birden. Görünürde onu, gülümsetecek bir şey yoktu. Ama şöforun lafı üzerine,“Gurbet ellerde sefil kalmayasın, kardeşlerin sana can yoldaşı olurlar oğlum”diyen Baş öğretmen babamın, sözü aklına gelmiş olmalı ki,
- Evet kardeşiz! Kardeşlerimde bana can yoldaşı olacaklar diyerek, ilk kez gülümsedi.
- Allah bağışlasın örtmen bey, daha çok gençsin!
Birden tozlu yolun sol yanına doğru elini uzatan şöfor,
- Okulun, aha şu gaymakamlığın yanındaki, uzun, iki katlı bina diyerek sustu.
İlerideki yapı, çatısı olan bir kaç tane binadan birisiydi. Camı ve çerçeveli binanın, çatısı oluklu, çinko kaplı; duvarları, beyaz badanalıydı. Şöfor fazla suskun kalamadı. Söyleceklerini bir çırpıda bitirmek istermiş konuşmasını sürdürdü:
- Aha şu evlerden birisi de, oturacağınız ev örtmen bey! Selo Ağa’nın, gomşusu oldunuz artık diyerek gözüyle, sağ yanda çatısı kiremitli bir evi çevreleyen, yan yana iki damı gösterdi.
Siyah gür kaşları altındaki, siyah gözlerini bize dikerek konuşmaya devam etti:
- Aklınızda olsun, buralarda bana ‘Gamyoncu Seyfo’ derler! Ben her hafta Cuma günü, uğrarım buraya. Eğer Karaköse’den (Ağrı) bi isteğiniz olursa, bana söyleyin yeter dedi.
Evimize gelmiştik artık. Kamyonu, duvarları tezekli, iki ker*** evin önünde, hırıltılı bir sesle durdurdu. İkisi kadın, biri erkek, damın bitişiğindeki çamur sıvalı set üzerinde üç kişi oturuyordu. Yaşlı, esmer tenli ve uzun boylu kadın, ağır aksak bir yürüyüşle yanımıza yaklaşırken,
- Hoş geldiniz, dedi.
Setin üzerine, ağırbaşlı, tutuk bir halde oturduk. Alışık olmadığımız, kurumaya yüz tutmuş tezeklerin kokusu, harman yerlerindeki saman kokusunu bastırıyordu. Hoşlarına gitmiş olmalı ki bir ara; toz, toprak içindeki, yüz ve saçlarımızın griye dönüşmüş haline güldüler. Ailesini tanıtmak, aklına yeni gelmiş gibi bir devinimle,
- Bana, Hatice Ana derler! Oturacağınız evin sahibesiyim dedi.
Yaşlı ama diri bedenine bir yarım dönüş yaptırarak, sette oturan kocasını ve elleri önüne bağlı ayakta duran kızını tanıttı. Sonra, derin bir nefesle göğsünü şişirdi. Sigarasından derin bir nefes daha çektiğinde dumanını, büzüştürdüğü, patlıcan moru dudaklarının arasından havaya savurdu. Esmer ve kırış kırış yüzünü bir tül gibi saran duman, tatlı kıvrımlarla havaya yumaşacıkça yayıldı. Nikotinden, ağzındaki bir kaç dişi sapsarı olmuştu. Ama bu durum onun, umurunda bile değildi. Hiç kimseye söz hakkı vermek istemiyormuş gibi hızlı konuşuyordu. Zaten zor anlaşılan konuşmasının anlaşılmasını daha da zorlaştırıyordu. Havadan sudan, uzunca konuşmasından sonra sözlerine, olabildiğince bir içtenlik katmaya çalışarak,
- Bundan böyle siz de, benim çocuklarım olacaksınız, dedi.
- Sağol Hatice Ana !!
- Evimiz, sizin bildiğiniz evlerden değil ama, alışırsınız.
- Önemli değil Hatice Ana !!
Her şeye alışıkmış gibi rahat olan ağabeyimin, dalgalı, kumral saçları alnına düşmüştü. Hatice Ana’nın uzattığı birinci sigarası paketinden bir tane çekti. Kocası Sıhhıyeci Mahir Bey, sigara içmiyordu ama cebinden çıkardığı, gazlı ve fitilli muhtar çakmağıyla onların sigaralarını yaktı. Karısının çok konuşkan haline alışmış gibi, pek söze de karışmıyordu. O sadece, güler yüzlü, kumral saçlı, çok genç yaşta öğretmen olmuş küçük kasabasının öğretmenine hayranlıkla bakıyordu. Bir ara, meraklı bir ses tonuyla,
- Oğlum, daha çok gençsin! Sen kaç yaşındasın, diye sordu.
- Ondokuz yaşımdayım.
- Maşallah, Maşallah!! Allah, anana babana bağışlasın, dedi ve sustu.
Hatice Ana’ın gözleri, benim üzerimde bir ışıldak gibi dolanıp duruyordu. Yüzümde, bilmediği bir şeyi arar gibiydi. Ancak bakışlarında, bir endişe vardı. Bir ara beni, şalvarlı, uzun, ince bacakları üzerine oturttu. Az gülen esmer, sert hatlı yüzüne tüm sevecenliğini katarak bana,
- Senin adın neydi kurban, bi daha söyle!
- Si-si-sinan Ha-ha-ti-tice A-ana!
- Kurban olam sana koçum! Göreceksin bak, göreceksin! Seni ben nasıl konuşturacağım diyerek beni, sıkıca bağrına bastırdı.
Kollarının arasında neredeyse, bir cenderedeymiş gibi yamyassı olmuştum. Boynunun iki yanından uzayan şah damarı, denizdeki bir olta misinası gibi titriyordu. Esmer yüzünü aydınlatan beyaz yazmasının altındaki zeytin karası gözlerine bakarak ona, bir şeyler anlatmak istedim. Ama o bana konuşma fırsatı vermeden kızına, ince ve keskin sesiyle,
- Şükran, benim koçuma yiyecek bir şeyler getir, diye bağırdı.
Karnım çok acıkmıştı ve gözlerim kapıdaydı sürekli. Fazla olmayan bir zaman diliminde elindeki tepsiyle birlikte Şükran sonunda, tüm güzelliğiyle kapıda göründü. Düz kumral saçlı, yeşil gözlü Şükran, balık etinde, ablamın yaşlarında güzel bir kızdı. Annesi gibi esmer değildi. Ten rengi, annesiyle babasının ortalamasıydı. Üzerinde, peynir, bal ve tandır ekmeği bulunan bir tepsiyle karşımda durdu. Şaşkındım, ona gülümsemeye çalıştım. Ama söyleyeceğim varsa da, dilimin dönmeyeceğinin utancıyla sustum.
Öğlene doğru eve yerleşmemiz bitti. İş artık yerini, giderek koyulaşan bir söyleşiye bırakmıştı. Ben yine, Hatice Ana’nın kucağındaydım ve bir şeyler söylemek, avaz avaz bağırmak istiyordum. Ne zaman bir şey söylemek için ağzımı açsam, kekemeliğe dönüşmüş dilimin tutukluğu aklıma geliyordu. Güçsüz ve umarsızca sadece, konuşulanları dinlemekle yetinebiliyordum. Bir burgacın kıyısındaydım sanki. Çok bunaltmıştım. Sıfır numara tıraşlı, duman rengindeki başımdan aşağı, duru, beyaz yüzüme terler boşaldı. Her yanımı ter içindeydi. Dilim, damağım kurudu. Ama beni hiç kucağından indirmeyen Hatice Ana’dan yansılanan bir umutla, ancak ona gülümseyebilmenin rahatlığı ile devinip durdum sadece.
ERGİN BİNGÖL.

Sedef 21 - avatarı
Sedef 21
Ziyaretçi
24 Mayıs 2007       Mesaj #943
Sedef 21 - avatarı
Ziyaretçi
Papatyam
Yine ağaçlar çiçek açıp kuşlar yuvalarına döndüler parklar bahçeler çocuklarla dolup tastı acık mekanlarda sarkıcılar sahneye çıkmaya başladı geceleri odamın camı açılmaya başladı evet yaz mevsimi yine misafir olmuştu güzel yurdumuza
Tatile gidiyorum yeni bir macera yeni bir aşk için tüm yılın yorgunluğunu sıkıntısını atmak için en önemlisi uzun sure etkisinden kurtulamadığım yaz askımı bulmak için bahçede iskambil kağıtlarından yaz askıma fal baktım yeşil gözlü kumral biriymiş heyecanla bekliyorum gelmesini ah diyorum simdi yanımda köpeğim olsa da beraber gitsek tatile eğer şans öldüysen çok üzülürüm ama eğer başka bir sahip bulduysan onun sözünü dinle sahibinin sözünden dışarı çıkma bana ait olduğunu göster.sahilde baktığım her köpek bana seni anımsatıyor kalbimin yarısı beni bırakan kız arkadaşımda yarısı ise sende beni andığın her an hissedebiliyorum.seni yaz askım bile unutturamaz kumsalların üzerinde güneşlenip aşk yaralarımı kapatmaya çalışıyorum plajda oynayanlara bakıp hayal kuruyorum hakemi olmayan basket macı yapıyorum kırık potalara basket atmaya çalışıyorum maç bitiminde soğuk sulara atıyorum ayağı merdivene sıkışmış kıza yadım ediyorum gözlerine bakıyorum yeşil aradığımı buldum galiba diyorum baktığım falda yeşil gözlüydü kurtardıktan sonra kendimizi suya bırakıyoruz ikimiz de durmaksızın yüzüyor ve konuşuyoruz adı papatya kumraldı uzun bir boyu vardı tesadüf ki evi bizimkine çok yakındı o günün aksamı ona adı kadar güzel papatyalar aldım ve karşılığında öpücükle ödüllendirildim onların tatili bitiyordu onlar evine gidecekti bende tam aradığımı bulmuşken kaybetmiştim benim sansım yok zaten giderken yetişememiştim telefonu da alamamıştım büyük sessizlik içinde yürürken ne yapacağıma bilmiyordum ondan başka kimse yoktu tanıdığım öylece kalmıştım yerimde kumsala doğru iniyordum tam denize girecektim ki buluştuğumuz kayanın üzerine baktım üzerinde yaz mevsimi gelip papatyalar yeniden açana kadar beni bekle seni seviyorum yazıyordu moralim düzelmişti demek oda beni unutmamış şimdi gelecek yaz onu bekli cem burada bir daha ayrılmamak ve bırakmamak üzere o zamana kadar fotoğrafının arasına sıkıştırdığım papatyalara bakacağım.

Semih Çağdaş
jöly - avatarı
jöly
Ziyaretçi
24 Mayıs 2007       Mesaj #944
jöly - avatarı
Ziyaretçi
Dost Eli

Adanın içlerine doğru ilerledikçe cennette olduğunu düşünmeye başlamıştı. El değmemiş, vahşi doğa karşısında hayrete düştü. 'Şu tepede bir evim olsa' diye iç geçirdi. Birbirinden farklı çiçekler, tavşanlar, kelebekler, dağ çilekleriyle birlikte uyum içinde yaşıyorlardı.

Keyifle mavi sulara bıraktı, oltasını. Islık çalarak şarkı söylüyor, dün yaşadıklarını unutmaya çalışıyordu. Alev gibi sarıyordu her yanını terkedilmişlik...Aniden bardaktan boşanırcasına yağan şiddetli yağmura hazırlıksız yakalanmıştı.Sığınacak köşe bucak ararken, beline kadar suya gömüldü.Tam o sırada, vücuduna dolanmış simsiyah yılanı gördü. Nefesi kesilmişti, çok korktu. Ancak; sessiz olması gerektiğini düşündü. Paniğe kapılmamalıydı. Usulca yılanın kuyruğundan tuttu ve olabildiğince uzağa fırlattı. Hiçbir şeyden korkmayan genç adam, korkuya yenik düştü. Bacakları bedeninden ayrılacakmış gibiydi. Sararan benzinin farkında bile değildi.Korkunun ne olduğunu bilmezken,yaşadığı aksiliklerle korkmayı da öğrenmişti.

Yağmurun hızı, giderek artıyordu. Şiddetli sulara karşı koyamayınca, köpüren dalgalara gömülmeye başladı.Boğulmak üzereydi. Daha dün intiharı düşünmüş, şimdi ise yaşama karşı mücadele ediyordu ama gücü yetmedi.Belki de karşısına çıkan bir fırsattı. Sonsuza kadar ezik yaşamaktansa, onuruyla ölecekti.Gözlerini kapadı.Teslim olmak üzereydi, her şey bitmişti artık. Böyle düşünürken, omuzlarında bir el hissetti. Ejderhanın yüreği kadar güçlüydü eller. Şaşkınlık içindeydi, suyun içinden çıkarıldığında..Gökyüzünü tırmalayan yağmur da dinmişti.

Ölümün taklidi gibiydi uyku. Saklı bir şaşkınlıkla sarsıldı. Yaşlı adamın kolları arasında, yarı uykulu ama yaşıyordu.' Geçmiş olsun' diyen yaşlı adamın sesi, adeta rüzgarda titreşiyordu.

Yağmurla renklenen deniz yansımaları, güneş ışığının gelişi ile uzaklaştı. Yerler çamur içinde ve yapış yapıştı. Neredeydi, ne kadar uyumuştu? Uyandığında, yaşlı adamın ışıldayan gözleriyle karşılaştı. Garip, buruk bir sevinç kapladı içini.

Yaşıyordu. Hüzün denizinde yaşama tutkusuyla savaşırken, umut kapıları açılmıştı önünde. Geçmişinden, üzüntülerinden, hatta hayallerinden bile sıyrılıp, gerçeklerle yüzleşmeye başlamıştı bile.

Küçük bir kulübedeydi. Tıpkı hayal ettiği gibi.Bahçedeki kamelyanın altında; küçük bir masa ve kırık dökük birkaç sandalye vardı. Yaşlı adamın karısının getirdiği çayları yudumlarken etrafı seyre daldı.Tepedeki, düzgün biçilmiş tahta gibi yükselen ormana dikti gözlerini, gülümseyerek..Kendine benzetti, ormanın yalnızlığını...Gölgesinde oturdukları devasa çınardan kuş sesleri geliyordu. Yaşlı adam; yılların suskunluğunu aşarcasına hiç durmadan konuşuyordu. Neslinin tükenmekte olduğu yalıçapkınlarını, örümcekkuşunu, dağ keçilerini...Konuşmayı özlemişçesine anlatıyordu. Bir süre sonra kalktılar, çevreyi gezdiler.Mağara oyuklarında yankılanan sesleriyle eğlendiler. Birlikte ıslık çalıp, türküler söylediler.

Boşluğu çiğnerken, yaşamayı öğrenmişti. İçinde oluşan umut filizlerini yeşertme çabasıyla çırpınan bu iki ihtiyardan utandı. Verdikleri yaşam mücadelesi karşısında hayrete düşmüştü. Ama iki dost kazandı. Çamura batmış birine uzanan dost elleri sevgiyle öptü.Sanki iki yıldız vardı, yaşlı dostlarının gözlerinde.Birkaç saat öncesini düşündü. Çökmüştü, kanadı düşmüş kuş gibiydi.Artık, yeşil bakıyordu dünyaya. Yeşil gözleriyle..

Yaşlı kadının gözleri ıslaktı, ayrılırken. Bir daha hiç görüşmeyeceklermiş gibi. Oysa; her hafta sonu onlara koştu. Uçarak, hayat dolu, umutla.

Ve.. sonsuza kadar süren bir dostluğun temeli atılmıştı.Uzanan dost ellerin ardından..



Suna Doğanay






NiliM - avatarı
NiliM
Ziyaretçi
24 Mayıs 2007       Mesaj #945
NiliM - avatarı
Ziyaretçi
Öykü

Bir kış günüydü içimde bir his vardı ama neyin hissi bilmiyordum farklı çok hoş bir his güzel bir gece kötü bir haber bir telefon geliyor ben yarın geleceğim diye yanına bunun bir yanı iyi bir yanı kötü olduğunun farkında değildim ama ilk önce iyi hislerim bir an son buldu karanlığa boğuldum üzülmüştüm telefona taki sabah o telefondaki gelesiye kadar gece hep düşündüm nasıl biriyle karsılacaktım çünkü uzun yıllardır birbirimizi görmüyorduk çok küçükgen birbirimizi görmüştük küçükgen bir bu sevginin farkına belki varamadık ama yine birşey tekliyordu ben onu yanaklarından hep öpüyordum daha küçügüz iyi hatırlıyorum en son giderken ben onun gözlerine baktım bu en az 1 dak kadar sürmüştü ben sabah erkenden kalkmıştım ve terminalın yolunu tuttum bir yandan heyecan bir yandan düşünce acaba ne olacak bu halin sonu diye düşünüyordum onun çünkü o hem kötü durumdaydı ben ise bu hale üzüleyimmi sevineyimmi bilmiyordum onun geldiğinemi sevineyim yoksa o kötü halinemi üzüleyim bilimiyordum içim içimi yiyordu sonunda ben terminale vardım o otobüsten inmiş beni bekliyordu. Annesi ile birlikte ve annesinin ellerini öptüm ve ona bir baktım ama nasıl anlatamam kalbim bir hoş bir hale geldi kıpır kıpır uçmuştum dedimki herhalde ilk görüşte aşk buydu ama önceside bunun vardı tabiki o büyümüş serpilmiş ve güzelleşmişti bakıştın sonra elini tuttum toka yaptık ben heycandan sarılmıştım annesi tabi biraz dikkatini celbetti o celbedinde ben yavaş ayırdım kendimi ne mutlu olduğumu anlatamıyorum gözleri bakışları benim o derin yaramı öyle etkiledi onun o kötü halini unutmuştum adeta ve biz beraber yürüdük durağa kadar otobüse bindik yolda hem bakışıyor hem konuşuyorduk annesini unutmuşum bile devamlı onla muhabbet ediyordum ve tekrar indik otobüsten ben onları eve giden otobüse bindirdim ve benim anneme tembih ettim böyle birileri geliyor karşılayın diye ve ben işe onları ise eve işte çalışırken hep aklım onda hayalimde onda buruk mutluluk içindeydim sürekli düsüne sonunda akşam olmuştu ben iştem çıktım adeta uça uça otobüse biniyordum ben eve geldim karşılıklı oturduk muhabet etti eskilerden bahsettik tabi bu arada bakışlarımızı hiç birbirimizden alamıyorduk gece olunca o kanepede ben ise aşağıda yanına yakın bir yerde yatıyordum biz sessiz yazıma başladım yani ben benim telefonun msj bölümüne yazı yazıyordum oda okuyordu. bir mesajım sen çok hoşlandığımı yazdım ve heceyecanla cv bekliyordum oda aldı telefon ve yazdı ben de senden hoşlandım dedi. bir msjdımda dudakları çok hoş diye yazdım oda aynı şekilde yazında birbirimizi öpmeye başladık ben onu öperken öyle titriyordum ki sanki kalbim yerinde fırlayacak gibiydi niye bu kadar titriyorsun dedi bilmem dedim ona öyle bir sarıldım nerdeyse ellerimde kalacak gibidi sabah olmuştu hiç uyumamıştım devam onu izliyor oda beni izliyordu adeta büyülenmiş gibiydi birimize sımsıkı kenetlenmiş gibiydik adet yanan bir meşale gibi yanıyorduk ve işe bu şekilde bir gün daha geçti onu geldiği yerden çağırıyorlardı ve gitti ben ise suskun bir halde içimde ağlar gibiydim gittinten sonra bir ay geçti aradan yine konuşmuştuk bu sürec için ama ailesel nedenlerden dolayı ayrılmıştık.
jöly - avatarı
jöly
Ziyaretçi
25 Mayıs 2007       Mesaj #946
jöly - avatarı
Ziyaretçi
Küçük Bir Çocuk Sokakta

Kar yağıyondu. Havada konkunun sessiz nefesi geziyondu. Gelincik çiçekleri gibi inen küçük beyaz toplar, evsizlere acının kokusunu yayıyondu. Kaloniferli evlerde, peteklerin sıcaklığında kırmızı yüzlerle, gülen gözlerle gelincik çiçekleri görülüyondu kar taneleri. Ama…
Bir telefon kulübesi. Metalin soğukluğu karların sıcaklığını eritiyondu. Kar çiçekleri buradan oynanacak güzellikte görünmüyondu. Küçük bir çocuk kıvrılmış içeride, sıcak bir göz, kendisinin ellerinden tutacak ve yüreğini insanlığa ısıtacak bir göz bekliyondu. Ama…
Paltosu sırtında bir adam. Yanında kürk mantosuyla hayvan sever inceliğinde bir bayan. Düşmesin diye ellerinden tuttukları tombiş bir çocuk yanlarında yürüyondu. Gözleri zon görünüyondu. Belli ki çocuklarını acının nefesi etkilemesin istiyonlardı. Geçerken sessizce kulübenin yanından hissiz ayaklarıyla, birden parlayıverdi çocuğun tek açık kalan gözleri; “Anne bak bir çocuk” deyiverdi. Duymayınca annesi, babasına seslen di; “baba bak bir çocuk” olabildiğince haykırdı bir çocuğun masumluğuyla.kalpleri metalin soğuğundan daha sertti. Sıcak bir nefes eriyip yolların üstüne yığıldı. Kar çiçeği gibiydi. “yavrum” dediler her ikisi birden. Ama…
Sokakta kalan yalnız başına bir çocuğun acı nefesini hissetmedikçe, yavrularımız bir bir eriyip kaybolacaktır. Soğuk yüreklerimizin hissiz sokaklarında…
Kar yağıyondu. İnsanların yürekleri bir telefon kulübesinin sıcaklığındaydı. Erimiyondu artık insan kalbine çarpan kar taneleri. Beyaz gelincikler gibi gülümsüyondu. Çocuk mezarından çıkan toprak kokularında konkunun ve acının nefesi hissedilmiyondu. İnsan kokuyondu olabildiğince sıcak.
Hayvan sever inceliğinde bayan ve paltolu bay, gölüklerinin ardından çocuklarının kulübede soluşunu seyrediyonlardı. Şimdi bir çukurdu kulübe yani mezar. Sessizce bırakıvermişlerdi toprağın sıcaklığına. Oysa ne kadar da ilgiliydiler solmasın diye çiçekleri. Ama unutuşları bir kulübedeki masum çiçeği, soldurmuştu kendi güllerini.
Bulutlar yavaş yavaş çekiliyondu güneşin aydınlık sunan gözlerinin önünden. Çocuk gülüyondu toprak kokusunun yayıldığı insan kalbinin bahçesinde. Ellerinden tutmuşlardı sevecen bir yüreğin sıcaklığıyla. Kulübenin metali soğukluğunu kaybetmişti. “Çocuğumuz olur musun?” sözleri sokakların yalnızlığında bir gül bahçesinin tomurcuğu oldu.
Sokaktaki çocuk bir gül oldu seven insan yüreğinde…
Ama keşke ölümün sıcaklığına mahkum edilmese gül tomurcukları.
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
25 Mayıs 2007       Mesaj #947
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Acı
Sizin için ne derece önemi var bunu bilmiyorum ama ben bu satırları yazarken gözümden damlalar akıyor klavye üzerine. Erkekler ağlamaz lafı bana göre değil. Ağlamaktan hiç utanmadım,duygularım,acılarım beni boğduğu zaman hep ağladım.Yine ağlıyorum... Sizleri tanımıyorum ama sizlerle paylaşmak istiyorum.Lütfen;bu satırlara bir seven olarak sahip çıkın ve lütfen yazılı satırlar olarak geçmeyin. Okudukça yeryüzünde insanlar neleri yaşarmış diyeceksiniz buna eminim. Bir memur ailenin en küçük çocuğu olarak babamın tayininin çıktığı bir köye taşındık.Huzursuzdum,okulumu bir köy okulunda okumaktansa ,şehirde medenice okumak istiyordum.kaydımı yaptırdı babam okula.İlkokul 4. sınıftan başladım köy okuluna.Beni bir sınıfa verdiler.Öğretmen köyde yabancı olduğumu biliyordu ve hangi sıraya oturmak istiyorsan otur dedi bana.Bir kızın yanı boştu sadece oraya oturdum.Hayatımı adadığım,gidişiyle beni bitiren insanla ilk o zaman tanıştım.İsmi Altınay idi.Çocuk yaşımda bile onun güzelliği beni çok etkilemişti.Masmavi gözleri,gamze yanakları ile arada bir bana dönüp gülüşü,yanlış yazdığım notlarımda kendi silgisiyle defterimdeki hatayı silmesi beni o minik yaşımda ona bağladı.O dönemlerde çocukça bir arkadaşlıktı. Zaman ilerledikçe onsuz tek saniye geçiremiyordum.ya ben onlara gidip ders çalışıyor, yada o bize geliyordu.Mükemmel bir paylaşımcıydı.Yüreğini,sevgisini,dostluğunu daha o yaşta vermişti bana.İlkokulu birlikte okuduk ve aynı sırada bitirdik.Hep onunla hep ona biraz daha alışarak. Ortaokula geçtiğimizde ailelerimize rica ettik ve bizi aynı okula yazdırdılar, hatta aynı sınıfa,hatta aynı sıraya oturmamız için babalarımız öğretmenlere adeta yalvardılar.Başarmıştık. Yine aynı sıradaydık.Geride kalan ilkokul dönemindeki iki yılda anladım ki onsuz hayat bana huzur vermiyordu.Yaşımız olgunlaştıkça o beni,ben onu daha çok seviyordum.Çocukça başlayan arkadaşlığımız sevgiye aşka dönüşmüştü ortaokul yıllarımız bitmek üzereyken.Şehir merkezinde.Ailelerimiz liseye geçtiğimiz sırada ortak bir karar aldılar.Buna göre tek ev kiralayacak ikimiz aynı evde kalacaktık.Annem de bizimle kalacaktı.Allah'ım o karar bize iletildiğinde dakikalarca sarmaş dolaş kutlamıştık bunu.Ona aşık olmuştum.Aynı duyguları o da paylaşıyordu ve bunu fareden ailelerimiz okul bittiğinde evlendirelim diye karar almışlardı bile.Ona tapıyordum artık.Haşa Allah'a şirk koşar gibi günah işlercesine seviyordum.İlk elini tuttuğumda sakın bir daha bırakma demiştim. Yanakları kızarmıştı,utanmış ve başını önüne ! eğmiş,gülümsemiş ve elimi sıkı sıkı kavramıştı.Artık her gün elele tutuşup okula gidiyor okuldan çıkarken elele dolaşıyor geziyor öyle gidiyorduk evimize.Arada bir elleri terler ve her terleyişte elini elimden kurulamak için çekerdi.Bunu her yaptığında kızar elimi bırakma diye azarlardım,hep tamam tamam diyerek gülümser ve hızla elini avucuma sokuştururdu. Her şey harikaydı,dünya cennet gibiydi gözümüzde.Yıllar akıp gidiyordu mutluluk içinde.Nihayet liseyi de bitirmek üzereydik.karne dönemi gelmişti.Karnelerimizi aldık hiç kırığımız yoktu.Sevinçle sarıldık birbirimize elimi tuttu.bunu kutlamak için bir cafeye gidip cola içerek kutlayacaktık.Okulun az ilerisinden geçen bir çakıl yol vardı.Her zaman toz duman içinde olurdu.çakıllarla kaplıydı.O yolun benim ve ölürcesine sevdiğim insanın ayrılmasında bu kadar rol oynayacağını bilsem hiç girer miydik o yola.Neler vermezdim o yolu yürümemek için. Eli yine elimdeydi,ansızın elini çekti,terlemişti yine eli.Sanırım dört adım atmıştım.Dönüp yine azarlayacaktım.Çünkü hem elimi bırakmış,hem de geride kalmıştı.Dönüp baktığımda Dünya başıma yıkıldı.Sanki gök kubbenin altında kaldım.yerdeydi ve yüzünden kan fışkırıyordu.ne yapacağımı bilemedim üzerine kapandım yüzüne yapışmış saçlarını kaldırdığımda hayatımı bitiren o görüntüyle karşılaştım.Başı kesilmiş bir tavuk gibi çırpınıyordu.Suratına bir taş parçası bıçak gibi saplanmıştı ve bakmaya doyamadığım mavi gözlerinden biri akmıştı.Suratının yarısı yoktu.Hırlıyordu bana bir şeyler demek istiyor kanla kaplı diğer gözünü temizleyerek bana bir şeyler demeye çalışıyordu.Yoldan geçen bir kamyonun tekerinin altından fırlayan bir taş suratına saplanmıştı.Ölürcesine bir aşkı,geleceğimizi kibrit büyüklüğünde bir taş parçasının bitireceğini bilemezdim.Donuk donuk hiç konuşamadan yüzüne bakmaktan başka bir şey yapamıyordum. Ellerini tuttum kaldırdım başını göğsüme dayadı ve elimi sıkı sıkı tuttu.Akan kan ellerimize damlıyordu.Yoldan geçen bir araba durmuş bizi seyrediyordu,hastaneye yetiştirelim dediğimde kanlı olduğu için almadı ve kaçtı gitti.Kimse arabaya almıyordu.çevreme bakıp yardım eden demekten,ona dönüp seni seviyorum,beni bırakma,dayan demekten başka bir şey yapamıyordum.İki dakikalık bir çırpınıştan sonra kucağımda öldü.Cennet olan Dünya 5 dakikada cehenneme döndü.Tam dokuz yıl oldu onu yitireli.Kendime olan güvenimi yitirdim.Artık kimseyi sevemem,kimsede beni sevemez korkusundan kurtaramıyorum kendimi.Bitkisel hayatta gibiyim.Tek elimde kalan bu net.bu net aracılığıyla sizinle paylaşmak istedim.Yitiren,ya da ben yitirenle paylaşmak isteyen herkese elleri terlese bile ellerimi bırakmamaları şartıyla elimi uzattım.Dost,kardeş,arkadaş ne olursanız olun ama elimi bırakmayın.Size sesleniyorum, elimi bırakmayın lütfen...
Sedef 21 - avatarı
Sedef 21
Ziyaretçi
25 Mayıs 2007       Mesaj #948
Sedef 21 - avatarı
Ziyaretçi
Kaderin Hikayesi
Uzun zaman önce bir ülke varmış refah içinde yasayan. Ülkenin refah içerisinde yaşamasının sebebi iyi yürekli, dürüst kralı imiş. Kral zaman zaman tebdili kıyafet ülkeyi dolaşır, halkının dertlerini dinler, sorunlara çözüm bulurmuş. Gene böyle bir günde kral dolaşırken, yolu dağ başında bir göl kenarına düşmüş. Gölün kenarında ki ağacın dibine çökmüş aksakallı bir dede, Bir elinde bir kese, diğerinde bir kese. Birinden bir tas alıp,diğerinden aldığı tasa bağlayıp göle atıyormuş. Bu ise epey bir süre devam etmiş ve nihayet bittiğinde, dede yoluna gitmek üzere ayağa kalkmış ve kralla göz göze gelmiş. Kral dedeye sormuş “dede bütün bir gün seni izledim,Sen ne is yaparsın anlayamadım” demiş. Dede kralın sorusunu söyle cevaplamış ; ”oglum ben insanların kaderlerini birbirine bağlarım” , “Peki en son kimin kaderini birbirine bağladın” , “Kralin güzel kızı ile uşağı Ahmet’in kaderini bağladım” demiş aksakallı dede, Kral bu cevabi alınca dünyası kararmış. Bir yanda güzeller güzeli apak biricik kızı, ülkenin prensesi,diğer yanda olmamış oğlu kadar sevdiği zenci uşağı Ahmet. Ne yaparım, nasıl ederde Ahmet’e bir zarar vermeden bu kaderi bozarım diye düşünerek sarayın yolunu tutmuş. Saraya gidince hemen sevgili uşağı Ahmet’i huzuruna çağırmış Ve ona “ oğlum Ahmet sana bir mektup vereceğim, bu mektubu alacak ve güneş‘e götüreceksin” demiş, Krala sorgu sual edilmez. Biçare Ahmet mektubu ve yolluğunu alarak düşmüş bilinmez yollara. Düşmüş ki ne düşmek. Babası kadar sevdiği Kralı ona bir görev vermiş ve o bu görevi yerine getirmeli, ama nasıl? Günlerce dere tepe demeden yol gitmiş. Nihayet yorgunluktan bitkin halde iken gördüğü bir ulu ağacın gölgesinde dinlenmeye karar vermiş ve uykuya dalmış. yandığında bir de ne görsün... Ağacın az ötesinde bir göl... o göl ki üzerine günesin aksi vurmuş... “Kralimin dediği güneş bu olsa gerek “ diyerek, üzerinde sadece külotu kalıncaya kadar soyunarak atmış kendini göle. Dibe doğru yüzmüş, yüzmüş, yüzmüş.... Taa dipte, günesin aksinin tükendiği yerde bir de ne görsün.... Şahane bir hazine sandığı... almış sandığı çıkmış yüzeye...çıkmış ama, Ahmet artık zenci değil bembeyaz bir Ahmet... sadece külotunun olduğu bölge eski rengini taşıyor. “Var bu iste bir hikmet “ demiş ve açmış sandığı. Sandık gerçek bir hazine sandığı, içinde bin bir türlü mücevherat ile birlikte üzerinde “Günes ‘ten Kral’a” yazan bir zarf. Ahmet ne yapacağını bilemez hale gelmiş bir anda. Yeni rengi ve yaşadıkları ile ülkesine dönünce Kimsenin kendisine inanmayacağını düşünerek, ülkesine zengin bir tüccar kimliği ile dönme kararı almış. Dönünce ülkesine, düşleri bir bir gerçekleşmiş Ahmet’in... Ülkesinin bu yeni dürüst ve yakışıklı tüccarı ile güzeller güzeli Kızını evlendirmeye karar verince Kral, dünyalar Ahmet’in olmuş. Kral vermiş vermesine kızını zengin tüccara ama aklı da bir yandan oğlu gibi sevdiği ve hiç bir haber alamadığı uşağı Ahmet de imiş. Gel zaman git zaman damadı ile birlikte bir ziyafet yemeğinde iken yere düsen bir çatalı almak için eğilince Ahmet, şalvarının kenarından kaba eti gözükmüş... Bunu gören Kral gözlerine inanamamış. Yemek bitip de odasına çekilecek iken herkes,koridorun sonuna ilerleyen damadının arkasından seslenivermiş Kral “Ahmet!...” Ahmet seneler sonra duyunca gerçek adini, gayri ihtiyari Kendisine seslenen Krala dönüvermiş ve “neler oluyor Ahmet, evladım anlat başından geçenleri bana” diyen kralına bütün olanları bir,bir anlatmış... Bunun üzerine Kral “Peki Güneş bana bir şey göndermedi mi?“ diye sorunca da hemen odasına koşarak, Sandıktan çıkan mektubu almış ve Kral’a vermiş, mektupta su satırlar yer alıyormuş... GÜNEŞE YAZI YAZILMAZ....YAZILAN YAZI İSE BOZULMAZ!!
Serkan Yiğitoğlu
jöly - avatarı
jöly
Ziyaretçi
25 Mayıs 2007       Mesaj #949
jöly - avatarı
Ziyaretçi
GERÇEK CENNET

Adam ve hayattaki tek arkadaşı olan köpeği bir kazada birlikte ölmüşlerdi.. Gökyüzüne çıktıktan sonra bembeyaz bulutların arasında dolaşmaya başladılar.. Adam çok susamıştı.. Biraz su bulabilmek ümidiyle yürümeye devam ederken, birden kendilerini muhteşem bir manzaranın karşısında buldular.. Rengarenk çiçeklerle süslü bir bahçe, altından yapılmış bir bahçe kapısı ve onları karşılayan beyazlar içinde bir kadın..

Adam köpeğiyle birlikte kadına yaklaştı ve sordu:
"Afedersiniz... burası neresi?"
Kadın ona gülümsedi:
"Burasi Cennet, efendim"

Adam bunun üzerine sevinçle "Harika...!!!" dedi
"Peki bana biraz su verebilir misiniz, gerçekten çok susadım.."

Kadın cevap verdi:
"Tabii efendim, içeri girin... İçerde dilediğiniz kadar su bulabilirsiniz..."

Böylece adam köpeğine döndü,
"Hadi oğlum içeri giriyoruz" diyerek kapıya yürüdü...

Ama kadın onu birden durdurdu:
"Üzgünüm efendim, köpeğiniz sizinle gelemez... Hayvanları içeri almıyoruz..."

Bunun üzerine adam bir an durdu.. Düşündü.. Ve geri dönüp köpeğiyle birlikte geldikleri yolun tam ters yönünde yürümeye koyuldular...

Bir süre geçtikten sonra kendilerini bu kez tozlu çamurlu bir yolda buldular ve yolun sonunda karşılarına çiftlik girişini andıran bir kapıyla yırtık pırtık elbiseli bir dede çıktı... Adam sordu:
"Afedersiniz... Bana biraz su verebilir misiniz?"
Dede "İçeri gel" dedi..
"Kapıdan girdikten sonra sağ tarafta bir ceşme var..."

Adam sordu:
"Peki arkadaşım da benimle gelip ordan içebilir mi?"
Dede "Tabii..." dedi.. "çeşmenin yanında köpeğinin de su içebileceği bir kase bulacaksın..."

Bunun üzerine adam kapıdan girdi... Biraz yürüdükten sonra sağ tarafta çeşmeyi buldu.. Adam çeşmeden köpek de oracıktaki kaseden doya doya içerek susuzluklarını giderdiler... Derken adam geri giderek girişte bekleyen dedeye sordu:
"Su için çok teşekkür ederim... Peki burası neresi..?"
Dede "Burası cennet" dedi..
Bunu duyan adam şaşırdı:
"Ama nasıl olur..? Az önce burası gibi kırık dökük olmayan muhteşem bir yere gittik ve orasının da Cennet olduğunu söylediler..."

Dede "Şu rengarenk çiçeklerle süslü altın kapılı yer mi?" dedi... "ama orası Cehennem.."

Adam iyice şaşırmıştı:
"Peki ama orası sizin adınızı kullanarak insanları kandırıyor diye hiç kızmıyor musunuz..??"

Dede gülümsedi:
"Kızmıyoruz... Çünkü onlar kendi çıkarı için en iyi arkadaşını yarı yolda bırakanları Cennet'ten uzak tutuyorlar...."
NiliM - avatarı
NiliM
Ziyaretçi
25 Mayıs 2007       Mesaj #950
NiliM - avatarı
Ziyaretçi
Bir ASK bu kadari güzel anlatilir
Benden size bir DOST tavsiyesi,5 dakikanizi ayirin ve sikilmadan yazinin tümünü okuyun,buna degecek emin olun...


Sabah uyandiginda midesinde bir yanma hissetti. Yanmanin nedeni aksam
yedikleri degil,uyanir uyanmaz bugun yapacaklarinin aklina gelmesiydi. Bugun
2 yildir goturmeye calistigi bir birlikteligi bitirecekti. Aslinda bunu
yapmakta gec bile kalmisti. Bitmeli dedi icinden, her gun bu tatsiz uyanis
bitmeli.' Genc adam bunlari dusunurken surati sekilden sekile giriyordu. Suratle giyinerek disari cikti. Bugune kadar hic bekletmemisti onu, simdi de bekletmemeliydi.
Istanbul, soguk ve yagmurlu bir Nisan ayi yasiyordu. Genc adam gokyuzune
bakarak ic gecirdi; 'Bulutlar bizim yasayacaklarimizi biliyor. onlar bile
agliyor halimize...'

BULUSMA VAKTI...

Artik Kadikoy iskelesindeydi. Birkac dakikalik beklemeden sonra karsidan
kiz arkadasinin geldigini gordu.Simdi midesindeki agri daha da artmisti.
Besiktas'a gectiler. Yolculuk sirasinda hic konusmadilar.

Genc kiz,sevgilisinin bu durgunluguna anlam verememisti.Nereden Bilecekti
bugun ayrilik canlarinin calacagini... Besiktas'a geldiklerinde bir cafede
oturdular. Genc kiz anlamisti sevgilisinin kendisine bir sey soylemek
istedigini. 'Bana birsey mi soylemek istiyorsun' diye sordu. Genc adam,
gozlerini kacirarak 'Evet' dedi. Genc kiz heyecanlanmisti, biraz da sinirlenerek 'Soylesene, ne diye bekliyorsun' dedi. Genc adam icini cektikten sonra 'Sence biz nereye kadar gidecegiz?' diye sordu. Genc , 'Bunu sorma geregini niye duydun?' diye yanit verdi. Genc adam soze basladi... ''Birkac ay once aksam 23:00 civarinda sana telefon acip senin icin yazdigim siiri okumak istemistim. Sen bana 'Sirasi mi simdi canim yaa, isin gucun yok mu?' demistin. Biliyormusun o an nakavt olan bir boksor gibi hissettim kendimi. Ozur dileyip telefonu kapatmistim. Daha sonra da bu siiri benden hic istememistin.

Gecenlerde hasta olup yataklara dustugumde arkadaslarimla birlikte sen de gelmis, Meralin 'Sen sanslisin, sevgilin sana bakar'sozune 'Isim yok da sana mi bakacagim, annen baksin' demistin.
Hatirladin mi?''

DUYGUSALLIGI SEVMEM...

Genc kiz, 'Biliyorsun ben duygusalligi sevmiyorum. Hem hasta bakici gibi
gorundugumu de kimse soyleyemez' diye yanitladi. Genc adam guldu, 'Evet
canim haklisin. Zaten olmak istesen de bu kalbi tasidigin surece hasta bakici, hemsire falan olamazsin.' Genc adam devam etti...
'Bana simdiye kadar kac kere sabahin erken saatlerinde guzel sozcuklerden
olusan bir mesaj cektin? Hic... Hatta gunun hicbir saatinde cekmedin.

Duygusalligi sevmeyebilirsin. Ama sen seni seven insanlari da mutlu etmeyi
sevmiyorsun. Halbuki ben senin tam tersine kendimden cok insanlari mutlu
etmeyi seviyorum. Seni tanidigimdan beri her sabah, her aksam, her gece yani
seni andigim her saat tatli bir mesajim vardi senin icin biliyormusun?
Seninle ben AKLA KARA gibiyiz.' Genc kiz anlamisti, 'Yani ne istiyorsun
benden sair olmami mi?' Genc adam tekrar gulumsedi icinden. Dun gece verdigi
ayrilik kararinin ne kadar dogru oldugunu dusundu. 'Hayir' dedi, 'Sair
olmani istemiyorum. Olamazsin da... BIZ AYRILMALIYIZ. Ayrilirsak ikimiz için de en hayirlisi olacak.' genc kiz sasirmisti, 'Neden ama? Ben seni
seviyorum. Senin de beni sevdigini saniyordum.' Genc adam ic cekerek 'Hayir
canim, sen beni sevdigini saniyorsun. Eger beni sevseydin simdi baska seyler
konusuyor olurduk' dedi. Genc kizin gozleri yasarmisti. Genc adam cebinden
cikarttigi mendili uzatti, genc kiz gozyaslarini silerek 'Sen bilirsin,
umarim beni bir baskasi icin birakmiyorsundur...' dedi. Genc adam 'Nasil
boyle birsey dusunursun, senden baska kimse olmadi ve uzun zaman da
olacagini sanmiyorum' yanitini verdi. Genc adam ve genc kiz iki sevgili
olarak oturduklari masada Artik iki yabanciydilar. Birkac dakika sessizce
oturduktan sonra Genc kiz, 'Kalkalim istersen' dedi. Genc adam 'Ben biraz
daha burada kalmak istiyorum, istersen sen kalkabilirsin' diye yanitladi.
Genc kiz 'Tamam o zaman sana mutluluklar dilerim' diyerek elini uzatti. Genc
kizin sesi ve eli titriyordu. Genc adam, 'Istersen arkadas kalabiliriz' dedi
ve birbirlerine son kez sarildilar. 'BEN DOGRU YAPTIM..." Genc adam dogru
yaptigina inaniyordu. Eve dondugunde yurumekten bitap Bir haldeydi. Odasina
girdi. Gece bitmek bilmiyordu. Sabah erken kalkip ise gidecekti, uyumaliydi.
Birkac saat sonra uykuya dalmayi basardi. Sabah 7'de saatin ziliyle uyandi.
Evden cikacagi zaman cep telefonuna bakti, mesaj ve 10 cevapsiz arama vardi.

Yorgun oldugu icin Duymamisti telefonun sesini. Aramalar ve mesaj
sevgilisindendi. Heyecanla mesaji acti, sunlar yaziyordu:
SADECE ONLARI SEVMEYI SEVDIM, HEPSINI ONLARSIZ YASADIM DA, BIR SENI SENSIZ YASAYAMIYORUM,BU ASKI TEK KALPTE TASIYAMIYORUM, SANA YEMIN GUZEL GOZLUM, BIR TEK SENI SEVDIM, VE SENI SEVEREK OLECEGIM, ELVEDA BIRTANEM...

Genc adam sasirmisti. Onu tanidigi gunden beri ilk defa siir aliyordu ve
ustelik sabahin besinde yazmisti. Heyecanla onu aradi, telefonu Yabanci bir
ses acti. Genc adam ''Nalan'la gorusebilir miyim?''Dedi. Ama karsisindaki
agliyordu, hickira hickira hemde... 'Ben onun annesiyim yavrum, kizim bu
sabah intihar etti. Gece sabaha kadar birilerini arayip durdu. Sabah
odasinin isigini sonmemis gorunce girdim.
Yavrum kendini asmisti....' YIGILIP KALDI... Genc adam beyninden vurulmusa dondu. Bir gun onceki mide agrisinin Iki katini cekiyordu simdi. Oldugu yerde yigilip kaldi...

Birkac ay sonra iki doktor konusuyordu hastanede. Doktarlardan biri digerine karsidaki hastanin durumunu soruyordu. Doktor yanit verdi... 'Haaa o mu? Uc ay once getirdiler. Kendisi yuzunden bir kiz intihar etmis. O gunden sonra cep
telefonunu elinden hic birakmamis. Devamli bir seyler yazip birine yolluyor. Gecenlerde merak ettim. O uyurken gonderdigi numarayi aradim. Numara 3 ay once iptal edilmis. Gelen mesajlarda bir siir var. Bu adam duygusal mi bilmem ama benim anladigim Kadariyla siiri yazan cok duygusal biriymis...


"CEVRENIZDEKI INSANLARIN NE HISSETTIGI YA DA NE DUSUNDUGUNDEN O

KADAR EMIN OLMAYIN, BAZEN BIR KALBIN, ICINDE NELER SAKLADIGINI

OGRENDIGINIZDE HERSEY ICIN COK GEC OLABILIR..."


Benzer Konular

3 Aralık 2006 / Misafir Genel Mesajlar
16 Mayıs 2014 / NihLe Müslümanlık/İslamiyet
11 Haziran 2013 / Misafir Forum Oyunları
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar
20 Haziran 2012 / ThinkerBeLL Edebiyat