Arama

Hikayeler ve Öyküler -2- - Sayfa 107

Güncelleme: 17 Şubat 2016 Gösterim: 548.718 Cevap: 1.812
recruit87 - avatarı
recruit87
Ziyaretçi
15 Temmuz 2007       Mesaj #1061
recruit87 - avatarı
Ziyaretçi
SESSİZ ÇIĞLIK

Sponsorlu Bağlantılar
Anlatamayacağım biliyorum. Cümleler yine bir birine karışacak. Tıpkı sana sevgimi anlatamadığım gibi, içimde yanan yangınsın. Gel sensizliğin beni düşürdüğü duruma bak. Yalvarışlar, yakarışlar, gözyaşları beni biraz daha güçsüz duruma düşürüyor. Yaradanıma sığınıp açtım ellerimi, ağladım ağladım ama hiçbir şey geri getirmedi. İlk zamanlarda belki de, bir sandalı denize bırakırsın ya! .. Nereye gideceğini bilmezsin Savrulacağı an paniğe kapılırsın. Ben sensiz savrulurken paniğe kapıldım. Çılgına döndüm, kabullenemedim bir başkasını, ne yapayım deliliğim tuttu işte, yüreğime söz geçiremedim. Her zaman şunu söyledim, ben sensizliği taşıyamam, kabullenemem. Seni kaybetmeye alışamıyorum. Yaşadıklarım, anlatacaklarım, sana hissettiklerimin yanında hiç kalıyor. İçimden geçenleri aktarmakta zorlanıyorum. Biliyorum farkındayım her şeyin, ne zamanki benden gittiğin anı düşünüyorsam kalbim parçalanıyor. Kırgınlıklarınla parçalanıyorum. Toz buz oldu dediklerini topluyorum. Bütün sevgimle onları bir araya getiriyorum.

Ben sana kıyamam güzel gözlüm; sevgimin büyüklüğü altında eziliyorum resmen, sana anlatamamak koyuyor. Gülüşlerinde saklı geleceğim, nefesinde gizli yaşamım. Seninle her anı saniye saniye yaşıyorum. Hasta düştün benim gibi, güçsüz düştün. Ama inatla saklıyor söylemiyorsun kimseye, ama ben hissediyorum her şeyim; sol yanım uyuşuyor biliyor musun? Kalbim taşıyamıyor bu acıyı, seninle geçirdiğim anları düşünerek avunuyorum. Her gece iyi geceler dileğinle uyurdum, her sabah günaydın deyişinle başlardım hayata: Kaldıramıyorum bebeğim sensizliği, taşıyamıyorum inan. Sana iyi bakamıyorum son günlerde, biliyorum bana yine kızacaksın. Ama sende bana iyi bakmıyorsun. Şunu bil ki bu hayatta yaşadıklarımız bizim geleceğimizin temellerini atıyor. Her şeyi bir düşün bak göreceksin. Herkes bizi imrenirken nasıl ardına bakmadan gidiyorsun. Bilmiyor musun benim sensizliği kaldıramayacağımı, düşünmedin mi hiç, sen yapabiliyor musun bensiz. Evet diyeceksin, çok huzurlu mutluyum diyeceksin. Ama biliyorum sadece dilin konuşacak, için parçalanacak, Biliyorum ki seninde benden eksik kalır yanın yok. Bir tarafın eksik, için kan ağlıyor, yalnız kaldığında benim gibi içten içe yiyiyorsun kendini, gel ziyan olmasın hayatımız, gel solmasın hayallerimiz. Her geçen gün biraz daha zor oluyor ayrılık, bir kez daha anladım gerçeği, nereye bakıyorsam seni görüyorum. Kime bakıyorsam sana benzetiyorum. Hiçbir şey yapmak istemiyor canım. Sadece seni düşünmek istiyorum, seninle yaşadıklarımı hayal ediyorum. Sen bir kenara yazdığım en güzel şeysin. Farkında olmadan ihmal etmişim seni, ben seninle doğdum, seninle açtım dünyaya gözlerimi, seninle büyüdüm. Öksüz bırakma n’olur, sana çok ama çok ihtiyacım var. Gel yine geceme gündüz ol, sabahıma güneş ol, doğ dünyama, ben yine delilik edeyim. Manyaklar gibi sevdiğimi haykırayım. Sevdiğimi söylerken yine heyecan sarsın bedenimi, ter dökeyim karşında, gözyaşları içinde boğuluyorum, yine gel öp gözlerimden, dinsin yaşları, yine sımsıkı sarılıp sonsuzumsun diye haykır karşımda, sözcükler boğulsun birbirinin arasında, heyecan sarsın tüm bedenimizi, yine hızla atsın kalbimiz. Biliyor musun dün gece rüyamda hasta olduğunu gördüm. Bir yanım eksildi, her günüm aynı güzel gözlüm. Sensizliğin verdiği acılar yok ediyor beni. Uçuruma doğru geldiğimi hissediyorum. Sen benim her şeyimsin. Gel şaka yaptım de doya doya sarılayım sana, dinsin bu acılar dinsin yüreğimizin feryadı, ayrıldık diyemiyorum kimseye, biliyorum ki bu bir şaka, sende bu şakayı fazla uzatmayacaksın. Diri diri toprağa gömmeyeceksin, biliyorum kıyamazsın sen bana kıyamazsın bu büyük sevdaya, seni çok seviyorum her şeyim, anlatamayacak kadar çok seviyorum. Depremler oluyor yüreğimde her an bir şeyler yıkılıp yok oluyor içimde, altında eziliyorum sensizliğin. Uzat ellerini çek kurtar bu eziyetten.

Zaman en büyük ilaçtır. Zaman sarsın yaramızı, ayrılıklara gitmenin anlamı yok. Şunu unutma her daim seninle büyüdüm. Her daim senden bir şeyler öğrendim.
Yıllar geçsede bu sevgi her daim büyüyecek. Bu adam hep seni sevecek, haykırışlarıma kulak ver, dinle beni sevdiğim. Sesimin geldiği yere dönüp bak, farkında ol gerçeklerin. İkimiz bir elmanın yarısıyız. Sen bendeki bensin ben sendeki benim. Bu gerçek hiç değişmeyecek. Kiminle olursan ol, nerde olursan ol, bir nefes kadar yakınında olacağım. Bin bir ümitle, ben geldim bebeğim demeni bekleyeceğim. Ölüm döşeğinde olsam da gözlerim açık gitmeyecek her şeyim. Çok geç olmadan gel bir tanem. Gözü yaşlı bırakma ardında, seni bekliyorum. Seni çok seviyorum gerçeğim. Sessiz çığlığıma sözcük ol. Sev eskisi gibi, sarıl boynuma, gel dizlerine yatır bu yorgun bedenimi, dizlerinde son bulsun hayallerim. Gözlerine bakarak son bulsun özlemim, gel meleğim gel, bendeki seni al öyle git madem gideceksen…

RuYa - avatarı
RuYa
Ziyaretçi
15 Temmuz 2007       Mesaj #1062
RuYa - avatarı
Ziyaretçi
Delikanlı yıllar sonra doğduğu kasabaya döner. Sabah uyandığında aklına yıllar önce evlenmek istediği, kasabanın güzel kızı gelir. Kızın güzelliği çevre kasaba ve şehirlerde bile dillerdedir ve kimler istediyse kız uzun süre olumlu yanıt vermemiştir. Otelden çıkar ve gördüğü yaşlı adama kızı sorar.Yaşlı adam az ilerde güzel bahçe içinde bir ev gösterir, kızın orada oturduğunu söyler. Delikanlı merak eder, kızın nasıl biriyle evlendiğini. Bir köşede beklemeye başlar, bir müddet sonra yaşlıca kel pek te hoş görünmeyen bir adamı yolcu eder kız kapıdan...Üstelik zengin bir adam da değildir....
Adam gittikten sonra delikanlı çalar kapıyı, kendini tanıtır. Sorar niye bu adamla evlendiğini kıza...
Sponsorlu Bağlantılar
Kız söylerim der ama bir koşulla....
Evin arkasında büyük bir gül bahçesine götürür delikanlıyı ve der ki:
Bu bahçenin en güzel gülünü bana getirirsen söyleyeceğim sana niye bu adamla evlendiğimi...Ama asla geri yürümek yok bahçede, arkana bakmak yok en güzel gülü istiyorum sadece...
Memnuniyetle der delikanlı ve girer bahçeye....
Çok güzel sarı bir gül durmaktadır karşısında tam elini güle uzatmışken pembe bir gonca görür az ötede, ilerler...
Ona uzanırken kadife kırmızısı bir gül ilişir gözüne ilerde...
Derken.....Bir de bakar bahçenin sonuna gelmiş...
Kıza verdiği söz gelir aklına.. Geri dönmek yok...
Ne yapsın.. Mecburen bulduğu alelade, hatta solmaya yüz tutmuş bir gülü mahcup bir şekilde götürür kıza...
Kız gülümser gülü görünce..
''Bilmem aldın mı cevabını''der delikanlıya.....

Hayat bu bahçede yürümeye benzer...
recruit87 - avatarı
recruit87
Ziyaretçi
15 Temmuz 2007       Mesaj #1063
recruit87 - avatarı
Ziyaretçi
Bekleyiş
Köstekli saatin zincirini yakalayıp ani bir hareketle çekti. Saat dokuza yaklaşıyordu. “Şu sıralar gelir,” diye düşünürken bembeyaz saçlarını, sağ elinin parmaklarıyla geriye doğru taradı. Gür sakalları, bu seyrek saçlarla tam bir tezat oluşturuyordu.

İri burnu, çıkık elmacık kemikleriyle keskin yüz hatları vardı. Hafif çekik, mavi gözleri artık pek görmüyordu. Bu küçücük gözler, kahverengi, kalın çerçeveli gözlüğünü taktığında irileşiyordu.

Hafifçe kamburdu. Titreyen elleriyle bastonunu tutar, başını öne uzatarak ayaklarını yerde sürüye sürüye, yavaş adımlarla yürürdü.

Ömrünün kırk yılını paylaştığı hayat arkadaşını kaybettiği gün, iki davetsiz misafir kapısına dayanmıştı.

Biri özlem...

Diğeri yalnızlık...

İki sıkı dost olup, Afgan Dede’ nin yıllarını doldurdular.

Yetmiş yıllık hayatından yanına kalan; çileli ömrünün iziymişçesine duran alnındaki derin çizgiler; bir de bu ikisi: düşman bir yalnızlık, dinmeyen bir özlem...

Ruhunda yılların attığı derin çiziklerle;

Bir garip...

bir yalnız adamdı Afgan Dede.

O gün alışık olduğundan erken kalkmıştı. İçinde tarifsiz bir heyecan, balkona çıktı. Korkuluğa sıkıca tutunup, sokağa bakarken karşıdaki dört katlı binadan, telaşlı adımlarla çıkmakta olan Nesrin Hanım’ ın gülücüğüne içten olmayan bir karşılık verdi. Gözleri sokağın caddeye açıldığı çizgiye kilitlendi. “Birazdan gelir,” diye düşünüyordu ki mavi şapkasıyla, büyük çantasından tanıdı onu.

Mavi şapkalı adam, inadına yapar gibi, yavaş adımlarla kaldırımdan yürüyordu. Afgan Dede’ ye kalsa koşarak gelmeliydi...

“Koşarak, bir çırpıda gel... Kapımı çal artık...”

Yaşlı adam, ondan gözlerini ayırmadı. Yavaş adımlarla, kapısını çalmadan geçtiğinde “belki döner” diyerek bir süre ardından baktı.

Sonra hayal kırıklığıyla içeriye girdi.

Beş katlı apartmanların arasındaki, küçük bir ev ancak bu kadar aydınlık olabilirdi. Evin iç karartıcı, boğucu havası yetmezmiş gibi, bir de daha koltuğa oturur oturmaz onunla yüzyüze geldi. Odanın her yanında, acımasızca, "duvarlara bak, bomboşlar hala," diye çığlıklar atıyordu. En sonunda dayanamadı yaşlı adam, tehditkar bir edayla karşısındaki duvarı işaret ederek, "hepsini buraya asacağım. O zaman önce bu çığlıklarını kesecek sonra evimi terk edeceksin," dedi.

Baktığı her yerde onu görüyordu. Onun yüzündendi bu çökmüş hali, bu boş vermişliği... Dile kolay on yılı aşkın süredir hayatındaydı. Evinin her bir köşesindeydi, yaşamının her bir anında... Üstelik kendi varlığının verdiği acı yetmezmiş gibi, bir de bu küçücük evde “özlemi” büyütüyordu... Bir yandan kendisi çoğalıyor bir yandan da özlemi besliyordu.

Küçücük bir evde yaşadılar... hiç dost olamadılar. Yıllarca düşmanca gözlerle süzdüler birbirlerini.

Bir tek geceleri ayrıydılar. Afgan Dede, hava kararınca karanlığın koynuna sığınıyordu, uyuyordu; uyumaya çalışıyordu. Uykusunda ona dokunmuyordu, ne özlem ve ne de o...

Oysa gündüzleri evde vakit geçmiyordu. Hele de beklerken...

Hele de bugün.

Bastonunu alıp dışarıya çıktı, onu önüne katarak. Evin biraz ilerisindeki, parka kadar yanyana yürüdüler. Bir banka oturdular. Afgan Dede, etrafına bakındı ama görmedi kimseyi; ne sarmaş dolaş bir kızla erkeği ne kahkahalar atarak önünden geçen gençleri ne de bastonuyla zar zor yürüyen yaşlı kadını...

Yalnız o küçüğü fark etti. İki üç yaşlarındaki şirin kız çocuğu, bebeğinin saçlarını tarayarak yürüyordu. Arada bir dönüp, annesine bakıyor, onu görünce, gülümseyerek yoluna devam ediyordu. En son kucağına aldığında daha gülümsemeyi bile bilmeyen Goncası da böyle olmalıydı. Nasıl büyümüştü, nasıl tatlıydı kim bilir...

Yakında gülümseyecek evimin boş duvarlarında, diye düşündü. Çevresine bu defa görerek baktı; genciyle yaşlısıyla insanlar, banklar, ağaçlar ve bir de o. "Sen hiç bırakmayacak mısın peşimi?" dedi. Yanıt alamadı. "Belki bu akşam gelir," diyerek kalktı, "eğer gelirse, hiç görmeyecek seni gözlerim. Oniki yıl önce hayatıma girdiğin hızla çekip gideceksin... "

Eve döner dönmez telefona sarılıp Bahar' ı aradı. Halini hatırını bile sormadan, "kızım ne zaman yolladın? Gelmedi hala," dedi. Bahar, "Offf babacığım, bu sıralar çok yoğunum, unutmuşum. Ama bak söz yarın göndereceğim, iki gün sonra orada olur. Kusura bakma olur mu?" diye yanıt verdi.

"Önemli değil," diyerek telefonu kapattı Afgan Dede.

Bütün gece sessiz, hareketsiz oturdu.

Postacı, Goncasının iki yaşındaki fotoğraflarıyla dolu zarfı fırlatıp gözden kaybolurken de hareketsizdi.

Afgan Dede, bir daha uyanmamak üzere gözlerini kapattığında, on yılı aşkın zamandır yaşamına ortak ettiği, küçücük bir evde yıllarca dost olamadığı yalnızlığını ve onun büyüttüğü özlemi de yanında götürdü.
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
16 Temmuz 2007       Mesaj #1064
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Bir yerlerde tıkanıp kaldığında hayat,
Soluk almak güçleştiğinde,
Yüreğin susup, mantığın sürüklemeye başladığında ayaklarını,
Dağlara dönmeli yüzünü insan.
Yeni patikalar, yeni yollar seçmeli, yüreğini
ferahlatacak; Yeni insanlarla 'tanışmalı, yeni keşifler yapacak....
Hep isteyip de, bir gün yaparım diye ertelediği ne varsa,
Gerçekleştirmeyi denemeli!
Her geçen gece, ölüme bir gün daha yaklaştığını; zamanın bir nehir,
Kendisinin bir sal olup da,
O dursa da yolculuğun devam ettiğini anlamalı.
Baş döndürücü bir hızla geçiyorsa birbirinin aynı günler,
Her akşam aynı can sıkıntısıyla eve giriliyorsa,
Değiştirmeye çalışmalı bir şeyleri;
Küçük şeylerle başlamalı belki; örneğin, bir kaç durak
önce inip Servisten, otobüsten; yürümeli eve kadar,
Yüreğine takmalı güneş gözlüklerini;
Gördüğünü hissedebilmeli!
Sağlığını kaybedip, ölümle yüz yüze gelmeden önce,
Değerli olabilmeli hayat!
İlla büyük acılar çekmemeli, küçük mutlulukları fark etmek
için! Başkasının yerine koyabilmeli kendini;
Ağlayan birine "gül", inleyen birine "sus" dememeli!
Ağlayana omuz, inleyene çare olabilmeli!
Şu adaletsiz, merhametsiz dünyaya ayak uydurmamalı;
Sevgisiz, soysuz kalarak!
Dikeni yüzünden hesap sormak yerine gülden,
Derin bir soluk alıp, hapsetmeli kokusunu içine...
Güneşin doğuşunu seyretmeli arada bir,
Seher yeli okşamalı saçlarını...
Karda, yağmurda; sevincine, coşkusuna; fırtınada boranda;
Öfkesine, isyanına ortak olabilmeli doğanın!
Bir çocuğun ilk adımlarında umudu;
bir gencin düşlerinde geleceği;
Bir yaşlının hatıralarında geçmişi görebilmeli!
Çalışmadan başarmayı, sevmeden sevilmeyi, mutlu etmeden
mutlu Olmayı beklememeli!
Ama küçük, ama büyük; her hayal kırıklığı, her acı;
Bir fırsat yaşamdan yeni bir şeyler öğrenebilmek için;
Kaçırmamalı!
Çünkü hiç düşmemişsen, el vermezsin kimseye kalkması
için, hiç Çaresiz kalmamışsan, dermanı olamazsın dertlerin;
Ağlamayı bilmiyorsan,
Neşesizdir kahkahaların;
Merhaba dememişsen, anlamsızdır elvedaların...
Ne, herkesi düşünmekten kendini, nede; kendini düşünmekten
herkesi unutmamalı!
Bilmeli; çok kısa olduğunu hayatın; hep vermek ya da hep almak için...
Sadece, anlatacak bir şeyleri olduğunda değil,
Söyleyecek bir şey bulamadığında da dinleyebilmeli!
Aklı ve kalbiyle katılabilmeli sohbetlere...
Hafızası olmalı insanın; hiç değilse, aynı hataları, aynı
bahanelerle tekrarlamaması için!
Soruları olmalı, yanıtları bulmak için bir ömür harcayacak!
Dostları olmalı, ruhunun ve zihninin sınırlarını
zorlayacak! Herkese yetecek kadar büyük olmalı sevgisi;
Ama kapasitesi sınırlı olmalı yüreğinin ki,
Hakkını verebilsin sevdiklerinin;
Zaman bulabilsin;
Bir teşekkür, bir elveda için...
Yaşam dedikleri bir sınavsa eğer;
Asla vazgeçmemeli sevmek ve öğrenmekten;
Ama herkesi sevemeyeceğini de her şeyi bilemeyeceğini de
fark edebilmeli insan!
Tıpkı, her şeye sahip olamayacağı gibi...
Zamanın ninnisiyle, uykuda geçirmemeli hayatı...!

RuYa - avatarı
RuYa
Ziyaretçi
16 Temmuz 2007       Mesaj #1065
RuYa - avatarı
Ziyaretçi
Uzak bir şehirdi, kendine bile uzak... Sanki bütün yakınlıklar başka diyarlara göçmüş ve bütün uzaklıklar kente bırakılmıştı. Kalesi yalnızlık abidesi gibi dururdu koynunda. Ortasından geçen nehir şehri ikiye bölse de şehrin iki yakası kendi yalnızlığını yaşardı ve sanki iki farklı şehir gibi birbirine uzaktı. İşte hikaye bu şehirde yaşandı.

Kalabalık meydanlar, koşuşturan insanlar ve o insanlar arasında fark edilmeyi hak edenler yada etmeyeler. Genç adam yaşadığı aşk acısını yeni yeni küllendirmeye başlamıştı. Uzun zaman olmuştu gerçi. Her sabah yatağından kalkar önce yüzünü yıkar sonra bir sigara yakar ve daha açılmamış ciğerine dumanı çekerdi. Ortalık birden dumanlanır ve ardı arkası kesilmeyen öksürükle boğulurdu genç adam. Sonra bir çay içer kendine gelir üzerine aylardır yıkamadığı takım elbisesini giyer yola koyulurdu. Hergün bu rutinleri sanki yaşamak zorundaymış gibi yaşardı…

Genç adam yatağından doğruldu o gün ,ayağa kalktı ve yüzünü yıkamak için lavaboya gitti. Önce aynaya baktı,sakalları epey uzamıştı. Artık aynada kendini tanıyamıyordu. O kadar değişmişti ki. Oysa birkaç yıl evvel ne kadar da mutlu bir hayatı vardı. Her şey o kadar güzeldi ki…

Mutlu hayatında bir şeylerin eksikliğini hissetmeye başlamıştı.onunda beğenilmeye, sevilmeye, başını omzuna koyabileceği bir bedene, beraber gülüp beraber ağlayacağı insanoğlunun ilk var olduğundan beri hayatı onla paylaşacak birine ihtiyacı olduğunu fark etti.Sonra kalabalıklar içinde onca kadın arasından birine öyle bir çarpıldı ki; İş yerine yeni gelmişti genç kız.tanışmamışlardı ya da tanışamamışlardı.Onu ilk fark ettiğinde iç dünyasının en karanlık taraflarını aydınlattığına inanmaya başladı. Bu yüzden onu bir yıldıza benzetiyordu. Ne bir sokak lambası ne bir ateş alevi ne de bir deniz feneriydi. Hayır yıldızdı kız onun için. Çünkü sokak lambası sabah söner, ateş küllenir,deniz feneri sadece denizi aydınlatabilirdi. Yıldız o kadar uzaktı ki genç adama ;uzaklığı ürkütüyordu onu. Çünkü ona erişebilmenin imkansızlıkların toplamı kendisininse kör kuyuların çaresiz sakini olduğunu düşünüyordu. Evet artık mutlu bir hayatı yoktu. Onca yıldır aklına bile gelmeyen yalnızlığı ilk kez bu kadar yıpratıyor ve en savunmasız yanlarına ağır darbeler indiriyordu. Kör kuyuların yalnız sakiniydi artık.

Kuyuydu bu; karanlık derin ve merdivensizdi. Işık süzmeleri bir yere kadar aydınlatıyordu.yetmiyordu derin ve karanlıktı.

Kuyuydu bu; geceden geceye sarılabiliyordu yıldızının yakamozuna.aynası oluyordu.derinden ağlarken gülüyordu yüzüne onun.

Bir el bekliyordu sadece bir el . Bazen bedenin ağırlığını hissediyordu ruhu,gitmek istiyordu. Ama yazısı yazılmıştı alnına ve bırakıp gitmek olmazdı bedeni kurda kuşa. Dört mevsim; hazanda, kışta,yazda, baharda hep bakardı gök yüzüne. Zaman cellat gibi keserken günlerin başını, kan damlardı onun yüreğine.

Tanıştılar sonunda . Her gün öğle yemeklerini birlikte yediler. İş çıkışı gezmeye başladılar. Ama konuşmuyordu genç adam, konuşamıyordu. İçini dökemiyordu ona. Kulakları diline bu kadar yakınken ‘seni seviyorum’ diyemiyordu. Konuşamadı da hiçbir zaman .

Yine bir sabah işyerine geldiğinde göremedi onu. Geç kaldı zannetti,gelir diye düşündü. Ama vakit geçiyor o gelmiyordu. Dayanamayıp sordu birilerine.

-‘Biliyor musunuz ,Gül hanım nerede ?’

- ‘Ha o mu unuttuk söylemeyi sana ayrılmış işten,nedenini söylemedi.Sabah erkenden gelip vedalaştı herkesle. Sen i göremeyince de kağıda bir şeyler yazıp çekmecene koydu’.

Genç adam telaşlı bir şekilde çekmeceyi açtı. Kalbi yerinden fırlayacak gibiydi. Kağıdı buldu, açıp okumaya başladı. Neden sonra gözleri doldu, tutamadı ağladı. Kağıtta ne mi yazıyordu?

‘Seni çok sevdim. Ama yaptığım onca şirinliğe rağmen göremedin sevgimi. Anlayamadın ya da. O kadar çok bekledim ki senden ruhumu okşayacak birkaç kelime söylemeni. Olmadı. Ne ben söyleyebildim sana aşkımı, ne de sen anlayabildin. Bütün bunlar acı vermeye başladı artık. Senle bu kadar iç içeyken sensizliği yaşamayı götürmedi yüreğim. Ayrılmaya karar verdim .Kaç kez söylemeyi denedim ama söyleyemedim .

İşte şimdi söylüyorum. SENİ ÇOK SEVİYORUM. Ama KEŞKE yüzüne söyleyebilseydim.

Genç adam kağıdı okuduktan sonra altına kocaman harflerle keşke ben yapabilseydim yazdı.

Genç adam aynada kendini iyice süzdü.sonra odaya geçip bir sigara yaktı.ve öksürükten boğularak keşke dedi, keşke yapabilseydik.

Çünkü hiçbir şey keşke demek kadar acı vermiyor insana.


Çöp adam niye konuşmazsın?
Hayattan ders alır mısın?
Yoksa sende mi yal
nızsın?
Varsa böyle bir yalnızlık
o benim yalnızlığım...
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
17 Temmuz 2007       Mesaj #1066
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Başlığa bakınca aşkla ilgili gibi gelmio ama buda bi aşk hikayesi

Zamanın birinde
Bir prenses yaşarmış
O şehrin sokaklarından geçerken
Herkes başını öne eğermiş,
Çünkü prensese bakmanın cezası,
Ölümmüş...

Yine bir gün prenses sokaktan geçerken
Fakir bir genç,
Kendinin tutamamış
Ve başını yavaşça kaldırmıp
Prensesin o güzel yüzüne bakmış
O anda prensese aşık oluvermiş
Prenseste o genci farketmiş...

Prenses günlerce kendini saraya kapatmış
O gencin ölmesini istemediği için...
En sonunda genç dayanamamış
Ve gizlice saraya girmiş...
Prensesle karşılaşmışlar
Fakat saray muhafızları
Bizim bu fakir genci yakalamışlar...

Genci krala götürmüşler
Genç aşkının büyüklüğünü kralada anlatmış
Fakat ne fayda...
Kral ''asın'' demiş...
Emri duyan prenses
Krala yalvarmış, ağlamış..
Başka bir ceza verilmesi,
O gencin ölmemesi için...

Kral prensesin bu yalvarışlarına..
Ağlayışlarına dayanamamış...

Fakir genci çok uzaklardaki
Issız bir adaya götürmüşler
Ömrünün sonuna dek orada yaşaması için...

Gencin aşkı oradada bitmemiş,
Aşkını kağıtlara dökmüş,
Şiirler, mektuplar yazar olmuş...
Ve sadece martıların buluunduğu adada
Aşkını martılara anlatmış
Gencin aşkının büyüklüğünü anlayan martılar
Şiirleri, mektupları
Saraya,
Yani prensese götürmeye başlamışlar...
Prenseste o mektuplara cevaplar yazar olmuş...
Martılar bu aşka aracılık etmişler...

Aradan aylar geçmiş
Mevsimler geçmiş
Birgün,
Martının biri gencin yazdığı mektubu
Prensese götürüyormuş...
Martı gagasındaki mektubu prensese vermek için
Prensesin penceresine konuvermiş...
Tam mektubu vereceği sırada
Martının mektubu prensese verdiğini kral farketmiş
Bunu gören kral
Çok içlenmiş...
Ve...
''Bu aşkı hayvanlar bile anlamış,
Bir ben anlamamışım'' demiş...
Çok üzülmüş...

Yaptığı bu büyük hatayı telafi etmek istemiş
Ve gencin bulunduğu ıssız adaya
Bir gemi gönderilmesini emretmiş...
Ve martıylada bir mektup yollamış gence...
Mektupta prensesle evleneceği yazıyormuş...

Martı hemen çıkmış yola...
Issız adaya doğru...

Martı adaya çok yakaşmış...
Ve sevinçli haberi yoladaki martılarada vermek için
Onlarıda bu düğüne devet etmek için
Gagasını açmış..
Martı gagasını açar açmaz
Mektup denize düşüvermiş...
Bütün martılar denize düşen mektubu aramaya başlamışlar...

Martıların denizin üzerinde uçtuğunu gören genç
Artık prensesin onu sevmediğini
Kendisine mektup yazmadığını düşünmüş...
Oysa gencin tek umudu mektuplarmış
O mektuplarla hayata tutunabiliyormuş...

Genç adadaki deniz fenerine çıkmış
Ve kendini kayalıklara bırakmış...
İntahar etmiş...

Saraydan gelen
İçerisinde prensesin bulunduğu gemi
Issız adaya vardığında...
Kayalıkların üzerindeki
Gencin soğuk bedeniyle karşılaşmışlar...
Gencin ellerinde ise,
Prensesin eskiden yolladığı mektuplar bulunuyormuş...


İşte bu yüzdendir ki
Bütün martılar denizlerin üzerinde çığlık çığlığa uçarlar...
Kaybettikleri mektubu bulabilmek için...
RuYa - avatarı
RuYa
Ziyaretçi
17 Temmuz 2007       Mesaj #1067
RuYa - avatarı
Ziyaretçi
Bir bilgeye sormuşlar:

"Efendim, dünyada en çok kimi seversiniz?

"Terzimi severim," diye cevap vermiş.

Soruyu soranlar şaşırmışlar:

"Aman üstad, dünyada sevecek o kadar çok kimse varken terzi de kim oluyor?

O da nereden çıktı? Neden terzi?"

Bilge, bu soruya da şöyle cevap vermiş:

"Dostlarım, evet ben terzimi severim. Çünkü ona her gittiğimde, benim ölçümü yeniden alır. Ama ötekiler öyle değildir. Bir kez benim hakkımda karar verirler, ölünceye kadar da, beni hep aynı gözle görürler.

Bir bilgeye sormuşlar:

- Bir insanın zekasını nereden anlarsınız?

- Konuşmasından.

- Ya hiç konuşmazsa?

- O kadar akıllı insan yoktur ki!..
Bir bilgeye nasıl bu kadar doğru kararlar alabildiğini sormuşlar,

"Deneyim" demiş. O deneyimi nasıl kazandın, diye sormuşlar

"Hatalarımla" demiş

Bir bilgeye sormuşlar:

Efendim canınız ne istiyor? Bilge cevaplamış:

Canım hiçbir şey istememeyi istiyor.. ve devam etmiş.. Bu ruh halinin adı gönül yorgunluğudur..

Bir bilgeye " Nasıl insan oluruz?" diye sormuşlar ya.

"Üç adım atlama" gibi bir cevap vermiş bilge kişi:

Önce sana kötülük yapanlara kötülük düşünmemen gelir,

İnsanlığa attığın ilk adım budur... Sana kötülük yapanlara iyilik yapabildiğin an ise ikinci büyük adımı atar ve hakiki insan olmaya başlarsın. Nihayet, sana iyilik yapanla kötülük yapan arasında bir fark hissetmeyecek hale geldiğin zaman insan olursun

Bilgeye sormuşlar dünya da en güzel şey ne diye?

´Sevmek´ demiş...

Peki, sonra, demişler...

´Sevilmek´ demiş...

Peki, neden sevmek sevilmekten önce geliyor, demişler...

O da demiş ki ´insan sevdiğine sevildiğinden daha çok emindir...

Bilgeye Sormuşlar;

~ insan neden dilek diler?

~ insan gerçekleşmesi için diler, ama bilmez ki gerçekleştirmek için dilemek gerek.


Bir bilgeye sormuşlar en mutlu insan kimdir. İşte o dağdaki çobandır demiş.

Neden diye sormuşlar. Çünkü demiş insan bildikleriyle yaşar, onun bildikleri koyunları ve çevresiyle sınırlı kendisini mutsuz edecek veya kafasını karıştıracak fazla bir bilgiye sahip değil...
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
18 Temmuz 2007       Mesaj #1068
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Üniversiteli delikanlı Kolejli kıza birvoleybol maçında rastladı.Okul salonundaydı maç. Tribünsüz, minik bir salon..Seyircilerle, oyuncular arasında, sahanın çizgisi vardı sadece.. O kadaryakındılar..

Delikanlı, bu tatlı, bu güzel, budünyalar şirini kızı ilk defa görüyordu takımda.. Hoşlandığını, fena haldehoşlandığını hissetti. Az sonra bir şeyi daha hissetti. Uzun zamandan beri maçıdeğil, o güzel kızı izlediğini.. Kız servis atarken hemen önünden geçti. Gözgöze geldiler.. Kız gülümsedi.. Delikanlı, çok popülerdi o yıllarda..Kız onutanımış olmalıydı. Kim bilir, belki kız da ondan hoşlanmıştı.. Belki dedelikanlı öyle olmasını istediği için ona öyle gelmişti.. Set değişip, takımkarşıya gidince, delikanlıda yerini değiştirdi, o da karşıya gitti.. Üçüncüsette tekrar eski yerine döndü.. Kızda gidiş gelişleri fark etmişti galiba..Bir defa daha gülümsedi. Manidar..

"Anladım" der gibi birgülümseyişti bu.. Delikanlı o hafta boyu hep bu dünyalar şirini kızı düşündü..Pazar günü, sabahın köründe kalktı, erkenden oynanacak maçı, ne maçı canım, odünyalar şirini kızı görmek için.. Delikanlı artık kızın hiçbir maçınıkaçırmıyordu.

Dahası..Ankara Koleji'nin her dağılışsaatinde, okul civarında oluyordu, onu bir kez daha görmek için..Karşılaştıklarında, hafif çok hafif bir gülümseme, çok minik bir baş eğmesi ileselamlaşır olmuşlardı..Bir defasında, yaptığına sonra kendisi de günlercegüldü.. O gün gene tesadüfmüş gibi, okul dağılımı kızın karşısına çıkmış,gülümseyerek selamlamış, sonra arka sokaklara dalıp, yıldırım gibi koşarak, birblok ötede gene karşısına çıkmıştı.. Kız bu defa, iyice gülmüştü.. Karşısında,sözüm ona ağır ağır yürüyen, ama nefes nefese delikanlıyı görünce..

Delikanlı, voleybol takımınınkaptanını iyi tanıyordu. Arkadaştılar.Sonunda bütün cesaretini topladı, kaptanaaçıldı.. O kızdan fena halde hoşlanıyordu. Galiba kız da ona karşı boş değildi.Bir yerde,bir şekilde tanışmaları gerekiyordu.. O zamanlar, bu işler böyleoluyordu çünkü.. Kaptan: "Tabii" dedi.. "Bu hafta sonu güzel birkonser var. Biz onunla gitmeye karar vermiştik zaten. Sen de gel. Hem konseribirlikte izleriz, hem de tanışırsınız.."

"Mutluluk işte bu olmalı" diye düşündüdelikanlı. "Mutluluk işte bu.." Ve konser gününe kadar geceleri hiçuyuyamadı.. Konser gününü de hiç ama hiç unutmadı..O ne heyecandı öyle..Konserin verildiği sinemanın kapısında tanıştılar.. El sıkıştılar.. O güzel eledokunduğu anı da hiç unutmadı delikanlı.. Kaptan, salona girdiklerinde, ustacabir manevra daha yaptı. Delikanlı ile dünyalar şirini kız yan yana düştüler.İnanamıyordu delikanlı.. Onunla nihayet yan yana oturduğuna, onun sıcaklığınıhissettiğine, onun nefesini duyduğuna inanamıyordu.. Biraz önce tanışırkentuttuğu el, bir karış ötesinde öylesine duruyor, delikanlı, sahnede dünyanın enromantik şarkısı söylenirken ki, o an dünyanın bütün şarkıları dünyanın enromantik şarkısıydı ya, o eli tutmak için öylesine büyük bir arzu duyuyordu kiiçinde.. Ama uzatamıyordu işte elini.. Her şey böyle iyi giderken, yanlış birhareketle, onu ürkütebileceğinden, incitebileceğinden öylesine korkuyordu ki..Sonunda dayanamadı, sanki kolu uyuşmuş gibi, uzandı.. Kolunu kızın koltuğununarkasına koydu.. Kızın omzuna değil.. Koltuğun üzerine.. Sonra kız arkayayaslandı.. Birkaç saç teli, delikanlının elinin üzerine dokundu..

Kalbi yerinden fırlayacak gibiatıyordu artık genç adamın.. Dünyalar şirini kızın saçları eline dokunuyorduçünkü..Konserden çıkarken, kız, şakalaştı.. "Sizi her maçımızda görüyoruz.Alıştık nerdeyse.. Yarın Adana'da maçımız var.. Gözlerimiz siziarayacak.."

Hayır, aramayacaktı..Delikanlı o andakararını vermişti çünkü.. Cebinde onu otobüsle Adana'ya götürüp getirecek,hatta öğle yemeğinde bir de Adana kebap yedirecek kadar para vardı.. Geceyarısı kalkan otobüse bindi..

Sabah erkenden Adana'ya indi. Maç saatine kadar başı boşdolaştı. Salona erkenden girdi, en ön sıraya tam servis köşesine en yakın yereoturdu.. Takımlar sahaya çıkarken, salondaki en heyecanlı seyirci oydu. Maçfalan değildi sebep tabii.. İlk sette kız farkında bile değildi onun.. Nerdenolsundu ki.. İkinci sette öbür tarafa gittiler.. Döndüklerinde, üçüncü settekız fark etti delikanlıyı..Yüzünde çok ama çok şaşkın bir ifade, birazmutluluk, biraz da gurur vardı sanki.. Ankara'nın hele Kolej'de çok popüler budelikanlısının onun için ta oralara geldiğini bilmenin gururu..

Maç bitti. Kız soyunma odasına,delikanlı garajlara gitti. Tek kelime konuşmadan.. Konuşmaya gelmemişti ki..Kız"Keşke orada olsaydın" demişti. O da olmuştu işte.. Hepsi o..

Ona o kadar çok şey söylemek istiyorduki aslında..Bir gün üniversite kantininde gazete okurken, iç sayfalarda birşiire rastladı. Daha doğrusu bir şiirden alınmış bir dörtlüğe.. Söylemekistediği her şey bu dört satırda vardı sanki..Bembeyaz bir karta yazdı o dörtsatırı.. Öğleden sonrayı zor etti, Kolejin önüne gitmek için.. Kızın karşıdangeldiğini gördü. Koşarak yanına gitti. "Bu sana" diye kartı elinetutuşturdu ve kayboldu ortadan, kız, dizeleri okurken..

"Ne hasta beklerdi sabahı
Ne taze ölüyü mezar
Ne de şeytan bir günahı
Seni beklediğim kadar!.."

Ertesi gün öğleden sonra, tarifedilemez heyecanlar içinde Kolej'in önündeydi gene.. Kız karşıdan geliyordu..Bu defa yanında arkadaşları yoktu. Yalnızdı..Yaklaştığında işaret ettidelikanlıya.. Gözlerine inanamadı genç adam.. Onu yanına mı çağırıyordu yoksa..Evet, çağırıyordu işte.. Kalbinin duracağını sandı yaklaşırken.. "Sana birşeyler söylemek istiyorum" dedi kız.. O da heyecanlıydı, belli..

"Bak iyi dinle.. Dünkü satırlariçin çok teşekkürler.. Herhalde hissettin, ben de senden hoşlanıyorum. Amasenden evvel tanıdığım birisi daha var. Ondan da hoşlanıyorum ve henüz kararveremedim, hanginizden daha çok hoşlandığıma.. Ve de şu anda, onu terk etmemiçin bir sebep yok."

"O zaman karar verdiğinde ve deeğer seçtiğin ben olursam, hayatında başka kimse olmazsa, ara beni" dedidelikanlı ikiletmeden.. Ayrıldı kızın yanından.. Bir daha voleybol maçınagitmeden, bir daha okul yolunda önüne çıkmadan.. Bir daha onu hiç görmeden..

Yıllarca sonra Levent'in söyleyeceğişarkıdaki Sezen'in sözlerini o, o zaman biliyordu sanki. Aşk onurlu olmalıydı..Günlerce, haftalarca, aylarca bekledi.. Tıpkı, kıza verdiği o dörtlükteki gibibekledi.. Hastanın sabahı, seytanın günahı beklediği gibi bekledi.. Heyecanlabekledi. Hırsla, arzuyla bekledi. Umutla, umutsuzlukla bekledi. Bazen öfkeylebekledi.. Ama bekledi.. Başka hiç kimseye bakmadan, başka hiç kimseyi bulmadanbekledi.

Bir gün bir şiir antolojisinde şiirintamamını buldu.. İki dörtlüktü şiir aslında.. İlki kıza verdiği.. Bir ikincidörtlük daha vardı o kadar.. O dörtlüğü de bir kartın arkasına dikkatle yazdı..Cebine koydu..

Bekleyiş sürüyor, sürüyordu..Okullarkapandı, açıldı.. Aylar, aylar geçti.. Bir gün delikanlı kızı aniden karşısındagördü.. "Günlerdir seni arıyorum" dedi kız.

"Günlerdir seni arıyorum. İştesana haber.. Artık hayatımda hiç kimse yok!.."

"Yaa" dedi delikanlı.."Yaa" dedi sadece..Kalbi heyecandan ölesiye çarparken, aylardırölesiye beklediği an gelip çatmışken, ağzından sadece bu ses çıkmıştı..

"Yaaa!.."

Cebinde artık iyice eskimiş kartıuzattı kıza.. "Sana bir şiirin ilk dörtlüğünü vermiştim ya bir gün"dedi.. "Bu da ikinci ve son dörtlüğü onun.."

Sonra yürüdü gitti, arkasına bilebakmadan.. Kız dizelere bakarken..

"Geçti istemem gelmeni
Yokluğunda buldum seni.
Bırak vehmimde gölgeni
Gelme artık neye yarar!.."

Aradan yıllar, çok ama çok uzun yıllar geçti. Delikanlıbugün hâlâ düşünüyor..O uzun, çok uzun bekleyiş aşkını öldürmüş müydü, acaba?.

Ya da beklerken, ölesiye beklerkenhayalinde öylesine bir sevgili yaratmıştı ki, artık yaşayan hiç kimse bu hayalidolduramazdı.. O sevgilinin kendisi bile.. Hayalindekini yaşatmak için mi,yaşayanı silmişti yani?.. Yokluğunda bulmak bu mu demek oluyordu?..

Ya da.. Ya da..

Bir şiirin romantizmine mi kapılmış, bir delikanlılıkjesti uğruna, mutluluğunun üzerinden öylece yürüyüp gitmişti, acaba?
RuYa - avatarı
RuYa
Ziyaretçi
18 Temmuz 2007       Mesaj #1069
RuYa - avatarı
Ziyaretçi
Ben üniversiteyi bitirmek üzereydim birisini çok sevdim ona açılmak istedim yapamadım... Telefonda aradım konuşamadım. Mektup yazdım veremedim. Gözlerine baktım seni çok seviyorum der gibi benim gözüme bakmasını sağlayamadım. Bunların suçlusu benim biliyorum seni kayıp etmek istermiydim söylemek istemezmiydim?? Bir gün sınıfça sendede olan bir fotorafı elime aldım senin üstüne kalpler çizip onla uyudum yastığımı sen sanıp kaç defa sarıldım biliyormusun ? Aşk işte bunları yaptırıyor... Senin o kişi yani hayatımın kişisi olduğunu seni ilk gördüğümde anlamıştım ama söyleyemiyordum işte... Bir gün bütün cesaretimi toplayıp seni aramaya karar verdim... Aradım aradım cevap veren yoktu... Okula gelmez olmuştun. O gün okul çıkışı eve gittim artık kendimi tutamayıp hüngür hüngür ağlayıyordum serkanı seviyordum hemde çok seviyordum ağlarken serkanın arkadaşı aradı;

-Serkanı kaybettik üzgünüm..

-Hayır olamazz ciddi değilsin değilmi???

-Hayır gerçekten çok ciddiyim bende çok üzgünüm...

-İnanmıyorum oolamazz o ölemez!!! demiştim ve telefonu kapattım hüngür hüngür ağlamam dahada artmıştı artık duramıyordum kendimi tutamıyordum olamazdı... Tam iki gün geçmişti koskocaman iki gün ben okula mumya gibi gidiyor mumya gibi geri dönüyordum ve her eve geldiğimde haykırmalar başlıyordum biliyordum o ölmüştü..! Bütün bu acı bitecekti ve ben onun yanına gidip orada mutlu olacaktık koltuğa 2 kutu ilaçla oturup yanımda gözlerimin önünde bütün sınıfla çekiktirdiğimiz fotoraf duruyordu ona baka baka o iki kutu hapıın hepsini içtim... Telefon çaldı ısrarlı bir şekilde telefonu açtım son sözlerimi söylicektim. Arayan serkandı;

-Serkan sen, sen sen?

-Burcu ben annemin yanına izmire gitmiştim, arkadaşlar arayıp sana serkan öldü demişler sen ciddiye almadın demi ?bizim arkadaşlar şaka yapmak istemişler onların adına özür dilerim...

-Serkan ben senin için şuan intahar ettim 2 kutu hapı içtim SERKAN!!

-Burcuu naapptın sennn ??

-Serkan ÖLÜYORUM KURTAR BENİ SERKAN SENİ SEVİYORUUM SERKAN...

(burcunun iki kutu hapın etkisi gözükmeye başlamıştı , elinden telefon düştü ve serkan bağırmaya başladı..)

-BURCU BENDE SENİ SEVİYORUM BIRAKMA BENİİ BIRAKMA BURCUU BENİİ YAPMA BANA BUNU BURCUUUU

(serkan telefonu kapatır ambulansı burcunun evine çağırır ve burcunun evine gider ambulans gelmiştir ambulansa burcuyu alırlar kapıyıda komşularının sayesinde açmışlardır. Serkan burcunun elinden düşen sınıfça çekilen fotorafı kendisi üstünde kalpler olduğunu görür ve oda kendini tutamaz ve ağlamaya başlar... ve tam telefonun yanındabir)zarf bulur içini açar;

Aşkım Serkana;

Aşkım seni çok seviyorum
seni seviyorum
seni seviyorum
seni seviyorum

Sen çok farklsıınn bu mektubu sana veremiceğimi biliyorum bunlardan bir çuval dolusu var ama ben yazmaya devam edicem aşkım seni çok seviyorum...

Sensiz yapamıyorum
Sen ölmezsin
Sen yaşamalısınn
Sen ölürsen bende ölürüm
Sensiz yaşayamam
Senin gözlerine bakmadan yaşayamam birtanem...
Geliyorum aşkım yanına geliyorum
Seni orda yalnız bırakamam
Sensiz yapamam

Ben söyleyemedim yapamadım başaramadım
SENİ NE KADAR ÇOK SEVDİĞİMİ SÖYLEYEMEDİM!!!!
İşte aşkım geliyorum yanına geliyorum birtanem
HOŞÇAKAL HAYATIM SÜREM DOLDU
BURAYA KADARMIŞ YAŞAMAK
ONSUZ YAŞAMAKTANSA
ÖLMEYİ TERCİH EDERİM
VE BEN ÖLMEYİ TERCİH ETTİM
HOŞÇAKAL HAYATIM HOŞÇAKAL...

(Bu mektubu bulur ve mutfağa gider bir bıçak alır bıçağı tam kalbine saplar ve orda hayatını yitirir)

Serkanın söylediği son söz ise;

-Aşkım seni yalnız bırakamam geliyorum yanına
olur.

(İşte bir şakanın iki kişinin hayatına sebep oluşu...
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
18 Temmuz 2007       Mesaj #1070
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Farz edin ki her sabah hesabınıza

86400 Amerikan Doları kredi veren

bir bankanız var, ama bir günden

diğerine hiç bakiye devretmiyor.

Tutarı ne olursa olsun,

kullanmadığınız bakiye miktarı her

akşam iptal ediliyor.

Böyle bir durumda ne yapardınız?


Tabii ki son kuruşuna

kadarçekerdiniz!!!!

Aslında, hepimizin böyle bir bankası

var. Adı ZAMAN

Her sabah ise, iyi şeylere yatırım

yapmadığınız kısmını silip,

hesabınıza zarar kaydediyor. Hiç

devretmiyor. Kredi miktarından bir

kuruş fazla kullandırmıyor. Hergün

size yeni bir hesap açıyor. Her

akşam günün bakiyesini yakıyor.

Eğer günlük depozitolarınızı

kullanmadıysanız, bu zarar sizindir.

Geriye dönüş yok. Yarından avans

çekmek yok. Bugünü, bugünkü

depozitonuzla yaşamalısınız.



Ona yatırım yapın ki, size sağlık,

mutluluk ve başarı olarak geri

dönsün.

Zaman akıp gidiyor gününüzü gün

etmeye bakın!


BİR SENE’nin değerini anlayabilmek

için sınıfta kalan bir öğrenciye

sorun.

BİR AY’ın değerini anlayabilmek

için, premature bir bebeği dünyaya

getiren anneye sorun.

BİR HAFTA’nın değerini

anlayabilmek için, haftalık derginin

editörüne sorun.

BİR DAKİKA’nın değerini

anlayabilmek için, treni henüz

kaçırmış bir kişiye sorun.

BİR SANİYE’nin değerini

anlayabilmek için, bir kazayı kıl

payı atlatmış bir kişiye sorun.

BİR MİLİSANİYE’nin değerini

anlayabilmek için, olimpiyatlarda

gümüş madalya kazanan kişiye

sorun.


Sahip olduğunuz her anı

değerlendirin. Daha fazla değer

verin, çünkü onu çok özel biriyle,

zamanını harcamaya değecek kadar

özel biriyle paylaştınız.

Şunu untmayın ki zaman hiç

kimseyi beklemez.

Dün artık mazi oldu. Yarın ise

muamma. Bugün ise avuçlarımızın

içinde bize sunulmuş bir

armağandır.

DostlaR nadide mücevherlerdir,

şüphesiz. Sizi güldürür, başarı için

cesaretlendirirler. Size kulak verir,

sizinle övgü sözlerini paylaşır ve

her zaman kalplerini size açmaya

hazırdırlar. Dostlarınıza ne kadar

değer verdiğinizi gösterin……


Benzer Konular

3 Aralık 2006 / Misafir Genel Mesajlar
16 Mayıs 2014 / NihLe Müslümanlık/İslamiyet
11 Haziran 2013 / Misafir Forum Oyunları
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar
20 Haziran 2012 / ThinkerBeLL Edebiyat