Arama

Hikayeler ve Öyküler -2- - Sayfa 172

Güncelleme: 17 Şubat 2016 Gösterim: 547.429 Cevap: 1.812
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
1 Şubat 2009       Mesaj #1711
arwen - avatarı
Ziyaretçi
çocukça ve çaresizce bir aşk hikayesi

Sponsorlu Bağlantılar

Hayat insana ne garip oyunlar oynuyor, ne anlamsızlıklar yüklüyor. Bazen öyle yalnızsın, bazen bunu delicesine özlersin. Bazen de neyi özlediğini neyi yaşadığını bilmeden soluk alıp verirsin. Seviyor musun önemli mi senin için sorularının yanıtları kararsız bir anlamsızlığın içinde boğulur gider. Artık düşüncelerin, ağladıkların, duyguların ikinci el olmuştur bile. İşte o an panik başlamıştır. " Hayat nedir? " soruları sorulmaya başlanır defalarca. Bir ışık görme savaşı verilmeye başlanır karanlık kuyunun dibinde. Nefes alıp verme çabaları da görülmeye değerdir.

O an hayata bir müddet ara verilir. İnzivaya çekilirsin. Belki de artık bazı şeylere geri dönüş yollarını kapatırsın acımasızca. Ama yine de karşı taraftan son bir söz beklersin, dilenirsin. Ama çoktan o senin cesedinin üstünü o iğrenç sessizlikle kapamıştır. Yapacak hiçbir şey yoktur artık, valizleri toplayıp gitme vakti gelmiştir, belki de geç bile kalınmıştır, bilmem... Acı ama dayanılmalı. Keşke ağlamak çare olsaydı.

Bazılarına sonsuz anlayış gösterir şımartırsın, bazılarını da bir kalemde silersin. Hayatın acımasızlığı burda başlarya. Hayatındaki insanları değer sırasına koyamama zavallılığı, hayatın seni kandırışının dayanılmaz görüntüsü, karanlıklar içinde nefes alma sanatı... Aslında bu duruma buna benzer o kadar çok dramatik başlık konabilir ki hiç zorlanmadan. Neyse bunlar çok da uzaylı duygular değil insanoğlu için. Bilinmedik bir hikaye değil yani bu. Sadece aynı hikaye değişik yorumlarla uygulanıyor insanlara. Ortalıkta dolanan hep aynı hikayenin değişik versiyonları.

Senle benim hikayem de başkalarınınkinin aynısıydı belki de. Ama bana hep daha farklı hep daha acımasızca gelmiştir. Beni geri itişlerin, bununla beraber gitmelerime hiç izin vermeyişlerin bana bilindik o hikayeden daha acımasızca gelmiştir. Seninle yaşadıklarıma bir ad koyamayışım bu işin en acınacak,en ağlanacak tarafıydı belki de. Benim ad koymak için çırpınışlarım senin devamlı bundan kaçışların en çok yıpratan yanıydı bu savaşın. Şimdi bile senden nasıl bahsedeceğimi bilmezken ne yazayım diye sorarken kendi kendime,bu yaşadıklarımın olağanüstülüğüne nasıl inandırabilirim ki insanları, ya da neden inandırma yarışı içinde olayım ki? Zaten bu iki kişilik bir oyun, iki kişilik bir dünyaydı, belki de tek kişilik ne dersin?

Seninle yaşadıklarımı unutmak öyle büyük cinayet ki, belki de öyle büyük günah ki şimdi... Ama aziz olan sen değilsin ya da bu günahın nedeni senin kutsallığın değil.

Kahretsin! Bu sessizliğin beni deli ediyor. Nasıl oluyor da en yakınındaki ben şimdi en uzağında olabiliyor? Tutarsız olan kim burda, ben mi sen mi? Sen de benim kadar acı duyuyor musun ey sevgili? Yoksa bu aldatmacanın içinde tek gerçeği oynayan sen, kendini bu oyuna çocukça kaptıran ben miydim? Gerçek buysa, bu kadar acımasızcaysa yazık bana. Peki senin gibi bir oyuncu daha bulabilir miyim oyunuma? Yoksa en iyisi tek kişilik bir oyun mu sergilemek bu yıl? Daha da önemlisi bir oyuna daha perdelerimi açacak cesaretim, gücüm var mı? Bilmiyorum, senden sonra kaçı sağ çıkar enkaz altından duygularımın? Ben kendimi bulabilir miyim bunca şeyin ardından? Bak ne çok soru soruyor benliğim kendime. Bu kadar sorunun cevabı bulunmalı ilk önce. Güneşe çıkmalıyım ruhumla...

Haydi ruhumu azad et! Belki de senin de benim de kurtuluşum bu yolculukta. Kabul de tek isteğim yolculamaya sen gel ne olur, bu son sessizliğin olsun.

fadedliver - avatarı
fadedliver
Ziyaretçi
5 Şubat 2009       Mesaj #1712
fadedliver - avatarı
Ziyaretçi
I. qün

Sponsorlu Bağlantılar
KiraLık kaLpLerin kOynunda uyurken seSini dinLetmekten acizdin..
Benim kaLbimSe bir $iZoFreN haStaSıydı.
BebekLerimin e$iqinde ortaLama kac ****** sıkı$abiLirdi ki.. Hepsi dE qözümde birer fahi$e..
kOynumun sıcakLıqında asıLı kaLan...Koynuma yasLanıp uyuya kaLan..
Terk üzerine kuruLu bir cinayetin yaqmurunun tanında..
Tan aqrısı bakı$Ların..
ÖzLemindE toprak kokan bedenin..
ELLerin..
Ve -mi$'Li zamanLarda di$ine tutunamayan bir et parcası ben...


II. qün

Kar$ında titreyen bir adam..
İstanbuL'u andırıyor..
Ardında sakLı kaLan istasyonLar...MaviLer...Dü$Ler...
Ve iki tavan arasında aqLama havası...
Umudu unuttan dü$erken, mavide can doquran $eritLeri...
qözLerine diki$ attıqın...BebekLerinden terapi ısmarLadıqın...KirpikLerinin e$iqinde pıhtı oLduqun adam..

Affetmediqin...Ahını soL yanına oturttuqun adam..

III. qün

qünaydın,a$kın en taze kokan tomurcuqu..
qözLerimi iLikLeyiver, qöqsünün ıLıkLıqında uyuya kaLayım..
qecmi$i attır kâbusLarımda..
Yeni meLekLer türet.. AL koynun, aqLat.. qöz ya$ım kanımda söküLsün..

IV. qün

KeSemde a$kLar biriktirdim..
Sen sonrası öLü ya$ıyor kefen..Ne yapsa(m) biLincsiz ..
.
.
.
Beceremedik keLime oyununu.. Ben oyunun kuraLLarını biLmiyordum,sense kuru kaLmasını..
IsLanmak icin benden qecmene qerek yOktu..
Ten renqinde sevi$meLerin bir oyun sacmasıydı..
Senden sonra qözLerime cOp yedim.. Dönme..İki yerime diki$ at yeter....

V. qün

qünün be$i, sabahın dördü, ücünün ikisi birini dü$ünüyor... Bu ne tesadüf böyLe..
Sebepsiz deqiLdir uykusuz ezanLarım...AnLamaLıydım...




Zaman zaman, ''Ben burdayım!'' demenden usandım.
qit artık..
qit..
qit burdan...


qidi$ine,siyah cekiLi qöz ya$ımı siLmek,kan kusan aqzımı siLmek kadar iqrencti..
.

.

.
Ve qünaydın,bir öLüyLe sevi$mek nasıLdı ?..

VI. qün

Bir sevincin icinde boquLmak mı bu ? AnLamsız yerLerdE aqLamak...
İcini biLmediqin bir kadının koLLarında aqLamak...
DeLiLiqimLe yanık bir qüLü$ü ucurumda koparmak...
qecmi$in yükünü hafifLetmek adına dahasını yükLenmek,
OLur mu ?..
OLdu..

Bu a$k beni umutsuzLuqa sıqdırdı..
AnLadım...Son nabızLardayız..

VII. qün

Bitmeyeni yOk mu $u pacavranın !
Her cevabın aynı,
''yOk..''
cektirme bana....
Dumanı yüzümü siLiyor, ucurtuyor, nefesine hapsediyor...
ELem yüzüne bakmasam yeridir,
Yâr...(!)




Ankarada´yım...
qözünde tanımsız izim, dudaqında ısLak catLakLıqım...
Soran oLursa, tanımıyorum, dersin.. cektiqim her hanqi bir soLuktan farkı yOktu, anLatırsın..

Ben yaLanmı$ım, öyLe söyLedi qünün qazeteLeri.. Oysa ak$** oLunca,bir yunusun safLıqına takıLıp fenere qeLecektim..
İnanmadıLar...İnanmadın ..



Son mısraya aLıntı bir süs dü$tü; '' keLimeLerin intiharı.. ''
.......

cözemez sırrımızı kimSe..
qitSek oLmaz.. kaLSak oLmaz..
o yüZden diyorum.. qit zaman.. qit ba$ımdan..

FisTiK - avatarı
FisTiK
Ziyaretçi
6 Şubat 2009       Mesaj #1713
FisTiK - avatarı
Ziyaretçi
Moses Mendelssohn hiç yakışıklı bir adam değildi. Çok kısa boyunun olmasının yanı sıra, çok garip bir de kamburu vardı.
Moses Mendelssohn, günün birinde Hamburg'da yaşayan bir işadamını ziyarete gitti. İşadamının, Frumtje adında çok güzel bir kızı vardı. Moses,bu güzel kıza umutsuz bir aşkla tutuldu. Fakat güzel kız onun çirkin görüntüsünden ürkmüştü. O nedenle, değil onun sevgisine karşılık vermek, yüzüne bile bakmak istemiyordu.
Ayrılma zamanı geldiğinde Moses, güzel kızın üst kattaki odasına çıktı ve tüm cesaretini toplayarak onunla son kez konuşma girişiminde bulundu. Kızın güzelliği öylesine olağanüstüydü ki, bir an için onun cennetten geldiğini bile düşündü. Fakat kızın, başını kaldırıp da yüzüne bakmamaktaki direnci, Moses'ı çok üzdü.Güçlükle başarabildiği konuşması sırasında çirkin aşık, bu güzel kıza bir soru sordu: "Evliliklerin kutsal bir özelliği olduğuna inanır mısınız?" dedi "Elbette" diyerek yanıtladı güzel kız ve gözlerini yine kaldırmayıp Moses'ın yüzüne yine bakmadan, kendi de ona bir soru sordu: "Peki ya siz?"dedi."Siz inanır mısınız buna?" Moses bir an bile duraksamadı: "Evet,ben de inanırım" dedi ve ekledi: "Biliyor musunuz? Her erkek çocuğu doğduğunda Tanrı,onun evleneceği kızı belirlermiş.

Benim doğumumda da,benim evleneceğim kız belirlenmiş ve bana 'Senin karın kambur olacak' demiş.O zaman ben bir istekte bulunmuşum Tanrı'dan. Tanrım, kambur bir kadın bir trajedi olur. Lütfen onun kamburluğunu bana ver ve onu güzel bir kadın yap' demişim." Moses' ın bu sözlerinden sonra Frumtje gözlerini yerden kaldırdı, onun gözlerinin içine baktı ve elini uzaatıp, Moses' ın elini tuttu.Ve daha sonra da onun, sevgili eşi oldu. Bu bir "peri masalı" değil, ünlü Alman besteci Mendelssohn'un büyükbabası ile büyükannesinin evlenmelerinin öyküsüdür.

ÖmÜrCeK - avatarı
ÖmÜrCeK
Ziyaretçi
7 Şubat 2009       Mesaj #1714
ÖmÜrCeK - avatarı
Ziyaretçi
Korkular kaybetmekten
Bir sessizlik yortusunda kaldım bu akşam. Sanki her yanımı sarmış ama hiçbir yanıma bulaşmamış gibi..

Yorgunluktan belki, belkide korkudan erkenden girdiğim yatağın soğukluğu. Kafamı yastığa koyuşum da belki yılmışlıktan verdiğim kavgalarda. Gözlerimi canım dışına diktim uzun uzun. Hani bir el gelip beni çekecekmişcesine korktum cama bakarken ama bir türlü de alamadım kendimi oradan.

Biraz da müziğin etkisi belki gözlerimde beliren küçük pırıltılar, yüzümde dans eden o ıslak bakışlar. Uzandığım yerden korku ile bir sigara daha yaktım kendime. Sakinleşmeye çalışmak için belki yada daha erken ölmek için bu gecelerde.

Oysa bütün gündüzler bana umudu çağrıştırırdı, bütün bulutlar benim için dans eder belkide benim için ağlar. Neden her gece kendimi böylesine kaybetmiş hissediyorum anlamıyorum. Gündüzlere mutlu uyanmak, gecelere ıslak gözlerle bakmak. Satranç oynunu çağrıştırıyor bana. Her hamle ve arkasından gelen cevap. Her tez ve arkasından gelen antitez. Sonuç nerede, hipoteze ne oldu bilen yok. Aklım başka başka yerlerde sürekli. Hep bir serseri rüzgar gibi. "Kafanın içinde kırk tilki" derler ya işte aynen öyle belkide. Bir an korkudan titrerken diğer an sanki çoktan oralardan uzaklaşmış, düşünceler almış başını gitmiş. Duygular sahpisiz, duygular kimsesiz kalmış.

Son zamanlarda en çok ta bunu düşünür oldum. Hep o kimselerin sahip çıkmadığı, cesaret etmediği zavallı hislerimle yüzleşmeye çalıştım. Camdak çıkacak o el oldu gözlerimde duygularım. Kendime bile itiraf etmekten çekindiğim o masum anlarda yaşadığım koca koca duygularım. Ormanın en karanlığında bir gürce, hürce, olabildiğine saf olabildiğine cesurca cağlayabilen o masum duygularım. İşte hep onlardan korkar oldum yaşadığım bu sahte dünyalarda. Hep ondan çekinir oldum saklandığım bu kayıp sokaklarda, kimsesiz odalarda.

Elimi uzatsam tutacakmış gibi yakın ama tutarsam koparacakmış gibi korkak. Yaşadıklarımın çoğu da böyleydi belkide farkında değildim. Ne zaman birini sevsem ona koşmak için sonsuz bir istek doğar içimde ve ne zaman onun da beni sevdiğini anlasam kaybetmenin korkusu sarar yüreğimi. Neden acaba yorgunluktan uzandığım soğuk yataktaki ürkek duygularım? Neden hep orada olursunuz, olmak zorundamısınız? Veya ben korkmak zorundamıyım?

........Evet kesinlikle korkmalıyım aslında. Çünkü sevmek kolay sevilmek kolay. Asıl zor olan sevgiyi yaşatabilmek. Uğrunda göz yaşı akıtabilmek. Gittiğinde kimsesiz kalabilmek varken yok olabilmek.......

€c€m - avatarı
€c€m
Ziyaretçi
7 Şubat 2009       Mesaj #1715
€c€m - avatarı
Ziyaretçi
Hadi gir içeri. Ama gözlerindeki o kanayan suçluluk bırak kapıda kalsın. Ona ihtiyacımız yok artık. O hayatın içine birtürlü sığamayan ve telaşından durmadan sigaraya sarılan yorgun ellerini, nereye baksan hep karşında duran o kırgın çocukluğunu, uzak denizlerin sisli buğusuyla her daim ıslak dudaklarını, ruhumun tek sığınağı o tarifsiz kokunu kapıda bırak. Tutkunu olduğum neyin varsa hepsini bırak kapıda. Yoksa ne kadar istesem de konuşamam seninle. Konuşamam, yalnızca ağlarım. ]Ne olur gir içeri. Ama girerken tut elinden sevdanın. Yıllar sonra seniyeniden uzağıma düşüren, seni o geri dönüşü olmayan yollara düşüren, yüreğinden aşkımı, dudaklarından adımı, evinden gölgemi silip götüren, o adını kimselere söylemeden ölmek istediğin, o, hiç kimseyi bu kadar sevmedim ki, dediğin sevdanı al yanına ve gir içeri. İlk aşkının yüzünü yanına al. Utanma benden n'olur. Kalbindeki o sızının halinden en çok aşkınla kavrulmuş yüreğim anlar benim...
Kapat kapıyı. Kapat, içeri hayat girmesin. İçeri yalanlar girmesin. İhanetler, ihtiraslar, oyunlar, maskeler girmesin içeri. Çünkü burada yalnızca sevdan oturuyor. Hayatın içinde soluk alamayan, kendine kalbinde bir yer bulamayan sevdan oturuyor bu evde. Bak, bu ev benim yüreğim. Ne zaman kalbinden kovulsam, ne zaman hayatın ortasında öyle hazırlıksız, öyle savunmasız, öyle yapayalnız kalakalsam gelip sığındığım bu dört duvar benim yüreğim. Burası aşkımın mabedi. Burası sensizliğimin kalesi. Burası deliliğim... Burası baştan ayağa sensin, sevgilim.
Sana sevgilim diyorum hala, bağışla beni. Sen artık bir başkasının sevgilisisin. Yalnızca bu cümleyi kurmamak için bile ölmek isterdim. Seni sonsuza dek kaybettiğim bu günleri hiç yaşamadan ölmek isterdim. Adım dudaklarında yok olmadan, tenim teninde henüz solmadan, daha böylesi yabancın olmadan... Gözlerine baktığımda kendimin değil, bir başka aşkın aksini görmeden önce ölmek isterdim. Ama yapamadım. Nice kaybedişlerden, nice savruluşlardan sonra, artık bu aşkı hayatın pençesinden kurtardık, o dünyevi ihtiraslardan, oyunlardan sıyrıldık ve şimdi artık Tanrı'ya yaklaştık dediğim anda, hayatı, dünyayı ve kaderi yendik dediğim anda, kalbin kalbimin yanında atarken, çocukluğum çocukluğunun ellerinden tutarken, içinde o annemin rahmi kadar huzurlu kokunu soluyarak nefes aldığım yüreğini bırakıp gidemedim. Çünkü zaten hayattan kopmuştum ve cennetteydim. Aşkınla öylesine sarhoştum ki birgün cennetimden kovulacağıma hiç inanmak istemedim.
Evimin, şu talan olmuş yüreğimin dağınıklığını bağışla. Sensizliğe benimle beraber ağladı bu duvarlar. Rutubetleri ondan, aldırma. Otur şöyle, bir sigara yak. Konuşalım. Sözcüklerle değil, sevdamızla konuşalım. Anlatalım herşeyi. Sonra söz bitsin. Ölüme kadar yalnızca susalım. Anlatalım ki bu sevda kanatlarından kırgınlıklarla bağlı kalmasın bu çirkef hayata. Kurtulsun yüklerinden, bağışlasın hayatı ve sonsuzluğa uçabilsin huzurla.
Biliyorum. Seni böylesi sonsuz bir aşkla severek çok büyük bir günah işledim ben. Hayatın girdaplarında savrulup duran ruhuna o yarım ruhumun ağırlığını yükleyerek çok büyük günah işledim. Ne yaptıysan sevdim seni, ne yaşadıysan sevdim. Aşkın o bulup bulup kaybetme oyunlarından yaptığın zırhın içine sakladığın kalbini ne yaparsan yap yıkılmayarak, vazgeçmeyerek ve hep affederek savunmasız bıraktım. Hiç solmayan bir sevda çiçeği olup bozdum ezberini. Direncini kırdım, kalbine girdim. Seni bir kalbi fethetmenin, ona her an kaybedebilme ihtimaliyle bağlanmanın, bir aşk için çırpınmanın o karanlık hazzından mahrum bıraktım. Affet beni, seni aşkın o dünyevi oyunlarından mahrum bıraktım. Belki de bunun için gözyaşlarıyla kazandığın ve yitirmekten çok korktuğun bir sevgiliyi sever gibi değil, sesini birtürlü susturamadığın vicdanını ya da o kusursuz ve daimi sevgisinden bunaldığın ve bu yüzden incitmekten asla çekinmediğin anneni sever gibi sevdin beni. Ama hiç aşık olmadın. Bu yüzden suçlama kendini. Asıl suçlu, bu hayatta kendine yer bulamayan, nereye gitse ya eksik ya fazla kalan, hayatı bir oyun gibi görmeyi ve kurallarına göre oynamayı hep reddeden benim o isyankar, o yaralı ve yabancı ruhum... Sen değilsin sevgilim.
Hayatında önce bir sığıntı gibi yaşamaya, sonra seni kaybetmeye, ardından seni paylaşmaya, sonunda tam da sana kavuştum sanırken aşkın değil vicdanın olmaya, senin için aklına ne gelirse ona dönüşmeye razı oldum hep, katlandım. Hiç pişman olmadım seni sevmekten. Sana hiç kırılmadım. Hep anladım seni. Hayatın içinde soluk alan ve hayat kadar acımasızlaşan o karanlık yanını, buralara ait olmayan, annenin kırgın ömrünün kıyılarında unutulmuş, o yaralı, o sevgiye hasret çocukluğunun, hayatla uzlaşamamış aşk kırgını, yitik ilk gençliğinin ve herşeyin farkında olmanın çaresizliğiyle derinleşen yüzündeki çizgilerin aşkına bağışladım.
Sevdim seni sevgili, sevdim... Seni o birtürlü kucaklayamadığım, ama başımı kaldırıp bakmasam bile hep orada, yukarda olduğunu bildiğim gökyüzüne duyduğum hasret gibi... Seni o suyundan hiç içmediğim, toprağına hiç basmadığım, insanlarını hiç tanımadığım, ama herşeyden kaçıp sığınmak istediğim o uzak ülkelerin hayali gibi... Seni aşkın için gözümü hiç kırpmadan arkamda bıraktığım, gözyaşlarını ve o yaralı ömrünü vicdanım gibi hep içimde sakladığım annemin karşılığı bu hayatta mümkün olmayan duaları gibi... Seni o rahmimden kanaya kanaya söküp atmak zorunda kaldığım, ama kalbimde aşkınla besleyerek büyüttüğüm sevdamızın o masum çekirdeğini tarifsiz bir hasretle özler gibi... Seni öylece, seni çırılçıplak, seni kadere isyan eder gibi, seni Tanrı'ya eş koşar gibi... Sevdim seni sevgili, sevdim...
Beni bir kez öldürüp sensizliğe gömdüğün o yıllarda, o yabancısı olduğum hayatın ıssızlığında soluk almadan ömrümü yalnızca Tanrı'dan gözyaşlarıyla dilediğim o mucize için bekletirken... Sonra Tanrı sesimi duyup o mucizeyi, yani seni, yani o hayatın içine birtürlü sığamayan ve telaşından durmadan sigaraya sarılan yorgun ellerini, nereye baksan hep karşında duran o kırgın çocukluğunu, uzak denizlerin sisli buğusuyla her daim ıslak dudaklarını ve ruhumun tek sığınağı o tarifsiz kokunu yeniden bana verdiğinde... Kalbim kalbinde atarken, çocukluğum çocukluğunun ellerinden tutarken... Mutluluğa dokunarak, mutluluğumun farkında olarak, mutluluktan ağlayarak... Ama bir yanım seni her an yeniden kaybedecek gibi hep tetikte... Sensizliğin o dipsiz uçurumunun kıyılarında korkusuzca dans ederek, seni benden çalan hayatın o acımasız pençesini her an arkamda hissederek... Her gece yüzümü masumiyetinin o benzersiz yurdu olan boynuna gömüp uykuya dalmadan önce bu huzuru bana bağışlayan Tanrı'ya minnetle gülümseyerek... Ve işte tam da o anda ölmeye, sonsuzluğa karışmaya hazır olduğumu ona sessizce fısıldayarak... Sevdim seni sevgili, hep sevdim...
Otur karşıma hadi, bir sigara yak. Konuşalım. Anlat bana sevdanı... İlk aşkının yüzünü anlat... O, hiçkimseyi bu kadar sevmedim ki, dediğin, o adını kimselere söylemeden ölmek istediğin sevdanı anlat bana. Kalbindeki o sızının dilinden en çok aşkınla kavrulmuş bu yüreğim, sevdanın uğruna solup giden şu çocuk ömrüm anlar. Anlat hadi ne olur. Ama sakın bana hayattan söz etme. Sakın bana, hayat böyle bir yer, herşey bitip tükeniyor, her aşk hayata yenik düşüyor, deme... Hayatın içinde soluk alan ve hayat kadar acımasızlaşan o karanlık yanınla değil, buralara ait olmayan, annenin kırgın ömrünün kıyılarında unutulmuş, o yaralı, o sevgiye hasret çocukluğunla, hayatla birtürlü uzlaşamayan o aşk kırgını, yitik ilkgençliğinle ve herşeyin farkında olmanın çaresizliğiyle gün geçtikçe daha da derinleşen yüzündeki çizgilerle konuş benimle. Hayat dışarda kaldı, bak. Burada yalnızca sevdan oturuyor. Sevdanın dilinden konuş benimle. Ben hayatın dilinden anlayamam. Biz bu sevdayı hayatın içinde yaşamadık. Biz bu sevdayı hayatın diliyle yaşamadık. Biliyorum bu şizofren aşkım hep korkuttu seni. Bu uyumsuz varlığım, gerçekliğin içinde yaşayan ve en az hayat kadar acımasız olan o yanını çok korkuttu. Benimle hayata yabancılaşmaktan korktun. Bu yüzden yalnızca öykülerinde ağladın o uyumsuz varlığıma. Yalnızca öykülerinde eğildin bu sevdanın önünde. Sen beni yalnızca öykülerinde sevdin...
Şimdi ilk aşkımın yüzü diye sarıldığın ve uğruna adımı dudaklarından, kalbimi kalbinden, gölgemi evinin duvarlarından söküp attığın o sevdanın, yaralı yüreğine rağmen hayatın ortasında dimdik ayakta duruyor olması bir tesadüf mü sence? Hayatla yaralanmış iki kırgın yürekten, onun içinde varolmayı reddederek yalnızca aşkı kendine vatan bileni ve bu yüzden çırılçıplak, savunmasız ve güçsüz kalarak yıkılmış olanı değil, hayatın tam da ortasında ona meydan okuyarak yaşayanı, sevgiye duyduğu güvensizliği yaralı yüreğine kalkan yaparak ayakta kalmayı başarmış olanı seçmen bir tesadüf mü? Hayattan kopmuş bir roman kahramanından sıkılıp, hayatın içinde mücadele eden bir gerçeklik kahramanını tercih etmen bir tesadüf mü?
Anlat bana ne olur... Kaybedecek birşeyimiz yok artık. Birazdan şu kapıdan çıkıp gideceksin. Aramıza hayat girecek... Aramıza başka bir sevdayla anlamlanan sayısız anlar, sayısız mekanlar, geri dönüşü olmayan anılar, sözler ve koca bir yaşam girecek. Gittiğin o sonsuzluk yolculuğundan seni bir daha geri çağırmayacağım. Duvarları gözyaşlarımla rutubetlenen bu dört duvar yüreğimde geçireceğim karanlık gecelerde bana o mucizeyi yeniden göndermesi için Tanrı'ya yeniden yalvarmayacağım. O hayatın içine birtürlü sığamayan ve telaşından durmadan sigaraya sarılan yorgun ellerinin, nereye baksan hep karşında duran o kırgın çocukluğunun, uzak denizlerin sisli buğusuyla her daim ıslak dudaklarının ve ruhumun tek sığınağı o tarifsiz kokunun özlemiyle çıldırsam bile, merhametin için yalvarıp sana bir kez daha aynı acımasızlığı yapmayacağım. Kimi geceler başka bir sevdaya sarılıp uyuduğun yatağından ansızın uyanıp doğrulduğunda, o koyu sevdasıyla boşlukta kanayan gözlerimin hayali 'nereye gidiyorsun sevgilim' demeyecek sana... Korkma benden artık. Aşkına rakip değilim. Ömrüne rakip değilim. Seni kadere emanet ettim. Seni ilk aşkının yüzüne emanet ettim. Kırgın değilim ne sana, ne de seni elimden alan bu acımasız hayata... Beni onca kaybedişten ve gözyaşından sonra bu dünyadaki cennetine çağıran, sonra annemin rahmi gibi huzur kokan uykularımızı sonsuza kadar yeniden elimden alan Tanrı'ya bile kırgın değilim ben...
Şimdi git artık sevgilim. Sana sevgilim diyorum hala, bağışla beni. Sen artık bir başkasının sevgilisisin. Yalnızca bu cümleyi kurmamak için bile ölmek isterdim. Seni sonsuza dek kaybettiğim bu günleri hiç yaşamadan ölmek isterdim. Adım dudaklarında yok olmadan, tenim teninde henüz solmadan, daha böylesi yabancın olmadan... Gözlerindeki o çocuksu suçluluğu giderken denize at. Ona ihtiyacın yok artık. Affet kendini... Beni affet... Affet bu yaralı sevdamı... O hayatın içine birtürlü sığamayan ve telaşından durmadan sigaraya sarılan yorgun ellerini, nereye baksan hep karşında duran o kırgın çocukluğunu, uzak denizlerin sisli buğusuyla her daim ıslak dudaklarını, ruhumun tek sığınağı o tarifsiz kokunu yanına al giderken... Tutkunu olduğum neyin varsa hepsini alıp git... Şizofren aşkının son mektubu bu sana... Şimdi söz bitti artık.
Konuşamam artık seninle... Konuşamam, yalnızca ağlarım...
Uçurumun dibinde nasıl göründüğümü
Merak ederdim hep.
Yüzümün aynadaki boşluğuna hep bakmak isterdim.
İnançlarımın kırılıp döküldüğü yeri anlamak için
kalabalıklar içindeki yalnızlığıma dokunmak isterdim...
Aşktı adın uçurumda, yanı başımda
aynadaki suretimdi yüzüm,
aykırı kanardı bana.
İnançlarımın çoğu yalanmış
alay ederdi benimle.
Çok geç anladım, kalabalıklar arasındaki
senmişsin dokunamadığım...
Yalnızlığım diye küçümsediğim senin sevginmiş,
Geceleri ansızın uyanıp
İncitip durduğum senin yokluğunmuş...
Onca sevişmeden sonra değişmemişsem,
sihirli bir aydınlıkta,
içimde bir yer sana sonsuz hasret kaldığı içinmiş...
İşte onca yalan geçen hayatımda
buymuş tek gerçekliğim...
FisTiK - avatarı
FisTiK
Ziyaretçi
7 Şubat 2009       Mesaj #1716
FisTiK - avatarı
Ziyaretçi
Bir zamanlar, bütün duyguların üzerinde yaşadığı bir ada varmış:
Mutluluk, Üzüntü, Bilgi ve tüm diğerleri, Aşk dahil.

Bir gün, adanın batmakta olduğu, duygulara haber verilmiş. Bunun üzerine hepsi adayı terk etmek için sandallarını hazırlamışlar.Aşk, adada en sona kalan duygu olmuş çünkü mümkün olan en son ana kadar beklemek istemiş.Ada neredeyse battığı zaman, Aşk yardım istemeye karar vermiş. Zenginlik, çok büyük bir teknenin içinde, geçmekteymiş.Aşk, "Zenginlik, beni de yanına alır mısın?" diye sormuş.Zenginlik, "Hayır, alamam.Teknemde çok fazla altın ve gümüş var, senin için yer yok." demiş.Aşk, çok güzel bir yelkenlinin içindeki Kibir'den yardım istemiş. "Kibir, lütfen bana yardım et!", Kibir "Sana yardım edemem, Aşk. Sırılsıklamsın ve yelkenlimi mahvedebilirsin." diye cevap vermiş. Üzüntü yakınlardaymış ve Aşk yardım istemiş: "Üzüntü, seninle geleyim." Üzüntü "Of, Aşk, o kadar üzgünüm ki, yalnız kalmaya ihtiyacım var." Mutluluk da Aşk'ın yanından geçmiş; ama o kadar mutluymuş ki Aşk'ın çağrısını duymamış. Aşk, birden bir ses duymuş. "Gel Aşk! Seni yanıma alacağım..
"Bu Aşk'tan daha yaşlıca birisiymiş. Aşk o kadar şanslı ve mutlu hissetmiş ki, onu yanına alanın kim olduğunu öğrenmeyi akıl edememiş. Yeni bir kara parçasına vardıklarında, Aşk'a yardım eden yoluna devam etmiş. Ona ne kadar borçlu olduğunu fark eden Aşk, Bilgi'ye sormuş: "Bana yardım eden kimdi?" Bilgi "O, Zaman'dı" diye cevap vermiş. "Zaman mı? Neden bana yardım etti ki?" diye sormuş Aşk. Bilgi gülümsemiş:

"Çünkü sadece Zaman Aşk'ın ne kadar büyük olduğunu anlayabilir"
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
9 Şubat 2009       Mesaj #1717
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Bir gün kasabamızın küçük patikasından yukarı doğru tırmanıyordum. Güzel bir bahar gününün tadını küçük bir gezintiyle çıkarmak üzere dışarı çıkmıştım. Önünden geçmektenvirgs çocukluğumdan beri korktuğum o kocaman bahçelivirgs siyah boyalıvirgs kasvetli eve yaklaştıkça geri dönmek istiyordum fakat içimdeki mutluluk o gün korkumu yendi. Evi biraz geçmiştim kivirgs kapıdan biri çıktı. Bir süre yavaş yavaş beni takip etti. En sonunda dayanamayarak arkama döndüğümde karşımda solgun yüzlüvirgs on-on bir yaşlarında küçük bir çocuk gördüm. Kendisine döndüğümü görünce ürkerek geriye birkaç adım attı. Tam gidecekken:
_ Dur küçükvirgs benden bir şey mi istiyorsun? dedim. Ne kadar çekindiği gözlerinden okunuyordu. Yanına yaklaştım ve gülümseyerek:
_ Söyle küçükvirgs çekinme! dedim. Biraz duraksadıktan sonra:
_ Şeyyvirgs' aslında ben size bir şey sormak istiyordum ama' Buna izin verir misiniz?
_ Tabi sorabilirsin' Ama mümkünse kolay bir şey sor! dedim ve gülümsedim. O da gülümsedi fakat dudaklarındaki gülümsemede manasını çözemediğim bir acı vardı. Ancak o zaman bu küçüğün yüreğindeki acıyı sezinledim.
_ Ben şeyy' Ben cennete bir mektup göndermek istiyorum. Ama bunu nasıl yapacağım konusunda hiçbir fikrim yok. Vevirgs bunu bana söyleyecek kimsem de yok' Bahçede otururkenvirgs evin önünden ilk geçecek olan kişiye bunu sormaya karar verdim ve siz de' diyerek devam etti. Bir süre söylediklerini hiç duymadım. Demekvirgs bu kez beni o evin önünden geçerken cesaretlendirenvirgs Allah'ın benim bir çocuğu sevindirmemi istemesiydi. Bir süre sonra sözlerini bitirdi. Sustuğunu fark ettiğimde yüzüne baktım. Öyle ümit dolu ve yalvaran gözlerle bakıyordu ki dayanamadım ve:
_ Belki de sana yardım edebilirim küçükvirgs ne dersin?
_ Gerçekten mi? Bunu yaparsanız inanın çok mutlu olurum. Vevirgs ve size bu mektubu okurum. Biliyor musunuzvirgs ben sadece bu mektubu yazabilmek için aylardır kendi kendime okuma-yazma öğrenmeye çalışıyorum. Babam beni hiç okula göndermedi de' Bir an durduvirgs bir başka yarası kanamıştı belli ki' Yere eğdiği başını kaldırdı ve sesini biraz daha yükselterek:
_ Hemvirgs bana yardım ederseniz bu iyiliğinizin karşılığını büyüdüğümde mutlaka size öderim.
_Ah küçükvirgs bana hiçbir şey ödemen gerekmiyor. Ne şimdivirgs ne de büyüdüğünde. Madem cennete bir mektup göndermek istiyorsun öyleyse benivirgs mektubu göndereceğin kişinin mezarına götür.
_Hemen şimdi mi?!
_Tabi şimdivirgs yoksa hemen göndermek istemiyor musun?
_Evetvirgs tabi ki istiyorumvirgs hemen gidelim' Ama durun bir dakika. dedi ve cebinden yeşil bir zarf çıkardı:
_Bunu size okuyacağımı söylemiştim. Eğer söylediysemvirgs bunu yapmalıyımvirgs öyle değil mi? Amavirgs siz isterseniz tabi'.
_ Ama küçük buvirgs senin için çok özel olmalı.
_Haklısınız çok özelvirgs ama size okumak istiyorum...
_Peki öyleysevirgs madem bunu istiyorsun. dedim ve elimi omzuna attımvirgs sonra da yürümeye başladık. Gülümseyerek zarfı açtı sonravirgs hiç değişmeyen o acı gülümsemesi ile'
_Aslında bu bir şiir' Anneme ancak böyle anlatabileceğimi düşündüm duygularımı' dedi. Kağıdı açtı ve okumaya başladı:
ORDA BAHAR GELDİ Mİ BİLMEM AMA'
Hanivirgs bir zaman bacağını kırdığım için
Çok kızdığınvirgs küçük bir masam vardı'
Onu tamir etmek için çok uğraşmıştın hani'
Şimdi o kırık masavirgs
Benim tek arkadaşım.
Şimdi o kırık masanın başındavirgs
Ağlamakla geçiyor günlerim.
Unutmadanvirgs beni hiç yalnız bırakmayan
Belki de bırakamayan demeliyim
Bir de küçük pencerem var odamda'
Aaavirgs o da nevirgs penceremin önüne
Küçükvirgs zavallı bir güvercin kondu'
Kim bilirvirgs kime ait'
Kim bilirvirgs annesi nerde'
Belki onun annesi de cennettedir
Senin yanındadır belki de'
Biliyor musunvirgs
Ben de ona benziyorum bir parçavirgs
Onun gibi zavallıvirgs yapayalnız bu dünyada'
Ama bu güvercini
Burada ilk defa görüyorum ben'
Bir şeylerin habercisi olmalı'
Yoksa tabiat anadan mektup mu getirdi bana'
Aman Allah'ım!..
Yoksa bahar mı geldi?..
Yoksavirgs kışın o soğuk
O kapkaranlık günleri sona mı erdi?..
Lütfenvirgs lütfen izin ver anneciğim'
Emin ol birkaç dakika sonra tekrar döneceğim'
'Bu kadar anlayışlı olduğun için
Gerçekten çok teşekkür ederim'
'
Şimdi geldim anneciğim.
Seni beklettiğimvirgs
Birkaç dakika da olsa
Mektubu geciktirdiğim için
Çok özür dilerim'
Bu birkaç dakikada neler gördüm bir bilsenvirgs
Bir bilsen anneciğimvirgs
O kuş cıvıltıları
O yumuşacık güneş ışınları
Ve hiçbir zaman bana arkadaşlık etmemiş olan
Hayalimdeki sevgili arkadaşlarımın kahkahalarıvirgs
Sen gittiğinden beri
Benden nefret eden babamın bakışları ile
O kadar karşıt ki birbirine'
Hayat bu mu anneciğim?..
Hayatvirgs baharda kış yaşamak mı her zaman?..
...Hanivirgs bana kardeşlikvirgs mutluluk hikayeleri anlatırdınvirgs
Hani hep bahardanvirgs onun güzelliklerinden bahsederdin.
Çiçeklerden'
Yemyeşil çimenlerden'
Ve onların üzerinde zıp zıp zıplayan
Bembeyaz tüylü keçilerden'
Sen gittiğinden beri
Bunları anlatan kimse yok bana.
Aslında kimsenin
Anlatacağı hiçbir şeyi yok'
Halbuki benim o kadar çok var ki'
Ama kimevirgs nasıl anlatırım?..
Nasıl paylaşırımvirgs şu küçücük kalbime sığmayan
Kocaman sevgiyi'
Nasıl paylaşırım senin sevgini'
Hem kim dinler ki beni
Kim umursar ki?..
Şimdi yanımda olsaydın
(Ki herhalde yanımdasındır!)
Herhalde bu güzel bahar gününde
Benimvirgs bu karanlık odada
Bu kırık masanın başında
Yalnız başıma oturmama izin vermez:
'Hadi birlikte dolaşmaya çıkalım.' derdin.
Beni mutlu etmeyi çok iyi bilirdin.
(Ve ben de seni!..)
Teklifini duyar duymaz
Hemen boynuna sarılır öpücüklere boğardım seni..
Sonra birlikte küçük tepemize tırmanır
Orda ıslak çimenlere otururduk'
Başımızı gökyüzüne kaldırır
O sonsuz maviliği seyre dalardık'
Dizlerine koyardım başımı sonra'
Ama sen yoksun ki'
Belkivirgs birlikte en mutlu olacağımız zamanlarda
Beni bırakıp gittin...
Yoksa ordavirgs
Burada olduğundan daha fazla mı mutlusun?..
Oradaki çiçekler daha fazla mı güzel?
'Orda bahar geldi mi bilmem ama
Burada geldi'
Kimi canlılar yeniden başladılar yaşamlarına.
Rengarenk çiçekler açtı yeniden'
Tabiat hayata döndü anneciğim'
Kış günlerininvirgs bu karanlık mevsimin bitişi
Hayata döndürdü onlarıvirgs
Sen neden dönmüyorsun anne?...
Yoksa kışın bittiğininvirgs hala farkına varmadın mı sen?..
Kış bitti anneciğimvirgs
Duyuyor musunvirgs bitti!..
Neden hala hayata dönmüyorsun
Diğer çiçekler gibi'
Orda mevsim hep bahar mı yoksa?..
Kış oluncavirgs burada solacağından mı korkuyorsun?..
Yoksavirgs yoksa bıktın mı bahardan!..
'Yoksa orda hiç mi gelmiyor bahar?..
Özledin mi?..
Öyleyse buraya gelvirgs
Yeniden mutlu olalım seninle'
Hayata yeniden başlayalımvirgs birlikte'
Korkuyor musun yoksa?..
Orda bahar geldi mi bilmem ama
Burada çoktan geldi ve SENİ BEKLİYOR!..
Mektubu bitirdiğinde ikimizin de gözleri yaşlarla dolmuştu. Farklı olarak ben gözyaşlarımı gizlemeye çalışıyordum sadece. Birazdan mezarın bulunduğu yere ulaştık. Bu mezarlığı daha önce hiç görmemiştim. Kapıda durduğumuzda:
_Özür dilerimvirgs sizi üzmeyi asla istemezdim. Affedin beni lütfen' Şimdi ne yapmam gerekiyor?..dedi. Ben de:
_Aaavirgs önemli değil küçükvirgs asıl ben sana teşekkür ederim ki böyle özel bir şeyi benimle paylaşman gerçekten çok mutlu etti beni. Şimdi yapman gereken tek şeyvirgs annene ona bir mektup getirdiğini söylemek ve mektubu mezarın üzerine bırakmak. Yarın gelip baktığında mektubu aldığını göreceksin. dedim .
Birlikte annesinin mezarının olduğu kısma doğru yürüdük. Benim ürperişlerime karşılık ovirgs şaşılacak derecede soğukkanlıydı. Fakat bu ancak annesinin isminin yazılı olduğu mezar taşını görünceye kadar devam etti. Onu böyle hıçkırıklara boğan bir mermer parçasıydı işte' O güne kadar hiç böyle içten ağlayan birini görmemiştim. Gördüğüm manzara karşısında fazla dayanamadım ve ben de ağlamaya başladım. Ellerimle gözyaşlarımı silerek onu annesiyle baş başa bırakmak için kapıya kadar yürüdüm. Kapıda durup onu izlemeye başladım sonra. Ağlamayı bırakmışvirgs gözlerini mezar taşına dikmişti. Kımıldamadan öylece oturuyordu. Ne garipvirgs her taraf bir ölüm sessizliğiyle kaplanmıştı. Daha biraz önce cıvıl cıvıl şarkılar söyleyen doğa birden bire susup küçük bir çocuğun hıçkırıklarını dinlemeye başlamıştı sanki. Birazdan elindeki zarfı bıraktı ve yanıma geldi. Yeniden elimi omzuna koyarak:
_Mutlu olmalısın küçük' dedim. Gözlerini bana kaldırarak:
_Neden? diye sordu kısık bir sesle.
_Çünkü cennete mektup gönderen ilk insan sensin!.. dedim. Kalbimi sızlatan o acı gülümsemesiyle cevap verdi:
_İstersenizvirgs sevgili ablacığımvirgs bu oyuna daha fazla devam etmeyelim!
_Nevirgs nasıl yanivirgs ne demek istiyorsun sen küçük?
_Ben cennete asla mektup gönderemeyeceğimi biliyorum aslında'
O an şoka uğradım işte' Ne diyeceğimi bilemedim. Belliydivirgs bir şey söylememi bekliyordu. Ama ben sadece eğildim ve sıkıca sarıldım ona. Sonra elinden tuttum ve geldiğimiz yoldan yavaş yavaş geri döndük. Onu evinin kapısına bıraktığımda dönüp bir kez daha baktım eve. Bu kez o kadar da korkunç görünmüyordu. Demek bu evin içinde de böyle bir yürek yaşıyordu'
O günden sonra birkaç kez daha karşılaştım küçükle. Hep aynı yönevirgs annesinin mezarına doğru gidiyordu. Ama nedense ikimiz de hiç birbirimize bakmadıkvirgs hiç konuşmadık. Bir ay sonravirgs bir yağmurda fazlaca ıslanarak zatürree olduğunu öğrendim. Çok üzüldüm ve korkumu bir kez daha yenerek evine gittim. Kapıyı çaldımvirgs fakat kapı açıldığındavirgs ne söyleyeceğimi hiç düşünmemiştim. Nihayet kapı açıldıvirgs orta yaşlıvirgs esmervirgs iri yapılıvirgs deyim yerindeyse tam tahmin ettiğim gibi bir adam açmıştı kapıyı. Buvirgs onun babası olmalıydı:
_Buyurunvirgs bir şey mi istediniz? dedi. Sesinin tonu çekingenliğimi bir kat daha artırmıştıvirgs cevap veremedim.
_Bir şey mi istediniz? dedi tekrar. Kendimi biraz toparladım ve:
_Şeyyvirgs' Benvirgs oğlunuzun hasta olduğunu duydum da' Acaba onu görebilir miyim? Ben onun bir arkadaşıyım' diyerek cevap verdim. Sonra da içimden derin bir 'oh' çektim. Adam biraz şaşırdı ve 'Arkadaşı ha!' diye homurdanarak beni içeriye davet etti. Ev dışarıdan göründüğü kadar korkunç değildi. İki kat merdiven çıktıktan sonra en son kata ulaştık. Merdivenin karşısındaki kapıyı iki kez tıklattı ve açtı. İçeriye başını uzatarak:
_Seni görmek isteyen biri varvirgs arkadaşınmış dedi ve kapıyı biraz daha açarak bana tekrar:
_Buyurunvirgs dedi ve kendisi çıktı. İçeri girdim sonra. Solgun yüzlü küçük daha bir sararmışvirgs daha bir zayıf düşmüştü. Hafifçe başını kaldırdı ve gülümsedi. Bu kez içten bir gülümseyişti bu:
_Geleceğini biliyordum! dedi. Ben de ona gülümseyerek:
_Ne o küçükvirgs hasta mı oldun? Seni yaramazvirgs ne işin vardı o yağmurda senin dışarıda?
_Anneme gitmiştimvirgs her zaman olduğu gibi bana cevap vermesi için yalvarmaya... Hava çok güzeldi ama birden bire'
_Birden bire yağmur bastırdıvirgs değil mi? Eevirgs bahar buvirgs ne olacağı belli olmaz ki!..
_Haklısınvirgs bahar bu!
_Bak bunu çok sevdim.
_Neyi?
_Bana 'sen' demeni. Bundan sonra senin tek arkadaşın o kırık masa olmayacak. Çünkü ben varım.
_'Bundan sonra'... Benim için bundan sonra olursa tabi'
_Evet tabii'
O sırada duraksadımvirgs sözümü tamamlayamadımvirgs kırık bir masa çekmişti dikkatimi. Küçük bir pencere bir de. Gerçektenvirgs oda tıpkı şiirde söylediği gibiydivirgs karanlıktı. Masanın üzerinde aynı yeşil zarfla kağıt vardı. Masaya baktığımı görünce:
_O masavirgs dedi.
_Evet diye karşılık verdim.
_Geleceğimi nerden biliyordun sen bakalım?
_Annem söyledi!
_Annen mi söyledivirgs nasıl yani?..
_Şimdi gerçekten mutluyumvirgs biliyor musun.
_Nedenvirgs yani' neden şimdi?
_Çünkü şimdivirgs gerçekten cennete mektup gönderen ilk insan olduğumu biliyorum...
Kafam karışmıştı. Hiçbir şey anlamıyordum küçüğün söylediklerinden. En sonunda:
_Annem dün gece mektubuma cevap verdivirgs dedi.
_Nasıl?.. Ya küçük ne diyorsun sen?
_Dün gece rüyamda gördüm onu. Mektubu aldığınıvirgs şiirimi de çok beğendiğini söyledi. O da mektup göndermek istemişvirgs ama bu mümkün olmadığı için yapamamış ve rüyamda benimle konuşmaya karar vermiş.
_Eevirgs sonra?
_Aslında yanıma da gelmek istiyormuş ama maalesef bu da mümkün değilmiş!... Vevirgs biliyor musunvirgs ben onun yanına gidecekmişim'
Bunu duyunca beynimden vurulmuşa döndüm. Bazen rüyaların gerçekle ilişkisi olduğunu ya da ölülerin rüyalara girdiğini filan duymuştum ama' Demek yakında' Hayırvirgshayır bu olmamalıydıvirgs ölmemeliydi küçük. Oturduğum sandalyeden kalktım ve yatağınavirgs onun yanına oturdum. Sankivirgs ona yakın olup elini tuttuğumda gitmeyecekti. Bir an duraksadıvirgs yutkundu ve devam etti. Ara sıra bir öksürük nöbeti bölüyordu konuşmasını:
_Biliyor musunvirgs orda da mevsim baharmış. Tıpkı burada olduğu gibivirgs çok güzel geçermiş orda da bu mevsim. Senden bahsettiğini söylemiştimvirgs değil mi? Ah evetvirgs senin bugün buraya geleceğinivirgssana teşekkür etmemi ve seninle vedalaşmamı söyledi.
_Heyvirgs ne vedası küçükvirgs nereye böyle!.. Hem bak elin de bendevirgs bırakmıyorum seni' dedim ve hıçkırıklara boğuldum.
_Ağlamavirgs bana böyle mi veda ediyorsun?!.. Hem sen de bana mektup yazarsın. Emin ol bütün mektuplarına cevap veririm. Bilirsin sözüm sözdür'
_Bilirim küçükvirgs verirsinvirgs sözünü tutarsın sen'
_Ama' sen de bana yazacaksınvirgs söz mü?...
_Söz küçükvirgs yazacağımvirgs ama ne diyorum ben böylevirgs sen bir yere gitmiyorsun kivirgs küçük lütfen!..
_Hoşça kalvirgs seni çok seviyorum... Teşekkür ederim'
_Güle güle demeyeceğim küçükvirgs gitme lütfen'
_...
_Küçükvirgs hey sana söylüyorumvirgs gitme diyorumvirgs gitmevirgs gitme' Ve cesede sarıldım. Öylece belki akşama kadar ağladım. İsmini de cenazenin olduğu gün öğrendim. Sormaya hiç gerek duymamıştımvirgs o da söylemeye'Ona 'küçük' demek hoşuma gitmişti. Mektuplarıma da hep 'Küçüğe!' diyerek başladım. Fakat hiçbir mektubuma cevap vermedi küçüğüm. İlk defa sözünde durmuyordu belki devirgs ama bu onun elinde değildivirgs ne yazık!.. Çok merak ettimvirgs ama bir kere olsun anlatmadı bana cennetin baharını. Bugün ölümünün birinci yıldönümü. Evet küçüğümvirgs tam bir yıl oldu sen gideli. Pırıl pırıl bir güneş ve kuş cıvıltıları içinde güzel bir bahar günüvirgs tıpkı geçen yıl bugün olduğu gibi' Ve şimdivirgs sana söylemek istediğim tek bir şeyim var küçük:
'Orda bahar geldi mi bilmem ama
Burada çoktan geldi ve SENİ BEKLİYOR!...'
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
10 Şubat 2009       Mesaj #1718
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Kemal 6 yaşındaydı ve yetimhanende yaşıyordu anne ve babasına ne olduğunu ve şimdi neden yetimhaneye bırakıldığını bilmiyordu kemal bir gece yetimhanenin kapısından bebek çığlıkları geldiğini hissetti pencereyi açıp sesi dinledi evet gerçekten bebek çığlıkları geliyordu hemen yatağından kalktığı gibi yetimhanenin kapısına koştu yerde yatan bebeği aldı kucağına üşümüştü bebek buz gibiydi korktu kemal ölecek diye hemen yetimhanenin müdüresine haber verdi ilgilendi müdüre bebekle ismini koyalım dedi müdüre irem dedi kemal irem olacak onun ismi çok sevdi iremi kemal hep özenle bakıyordu ona ona zarar gelmesinden çok korkuyordu tam 8 yıl geçti aradan`irem tam 8 yaşına girdi aslım hastasıydı kemal daha çok titrer oldu üstüne bi gün yetimhanenin bahçesinde iremi göremedi hemen onu aramaya başladı ilerden bi ses kemal diyordu iremin sesiydi bu kemal sese doğru koştu yardım çığlıkları atıyordu irem her kemal deyişinde kemalin içinden bişeyler koparılıyor sonunda buldu iremi kemal aslımı artmıştı yine iremin hemen müdehale etti kemal kurtulmuştu irem o gün yetimhanaye bi kadınla adam gelmişti çok dikkatli baktılar ireme sonra müdürenin yanına gittiler böylece bir gündaha geçmişti ertesi gün müdüre hanım kemalin yanına geldi sanki ona bir şey anlatmak ister gibiydi biliyordu kemalin ireme ne kadar çok bağlı olduğunu onun için söyleyemiyordu iremi dünkü gelen adamla kadına vereceğini ama sonunda söyle di irem hastaydı vermek zorundaydı amaliyat ettirecekti onu alan aile kemal olmaz dedi veremezsiniz ayıramazsınız beni ondan dedi ama müdüre onu dinlemedi kararlıydı verecekti iremi o aileye çok olsa üzülürdü kemal ve o gün geldi çattı kemal kolyesini verdi ireme iremin kolyesinide kendi aldı bi gün dedi karşılaşırsak bu kolyeden tanırsın beni dedi sonunda kadın ve adam geldi iremi almaya gözlerinden boncuk boncuk yaş akıyordu iremin dayanamadı kemal acıyordu içi bindirdiler zorla iremi arabalarına araba ilerledikce koştu kemal koştu ama yetişemedi o gece yaktı yetimhaneyi kemal yaktı ve kaçtı kaçarken bir araba çarptı kemali aradan tam koskaca 20 yıl geçtiama ikiside birbirini hiç unutmadı kemal ona çarpan avukat sayesinde çok ünlü bir avukat oldu irem ise yeni babasının şirketinde halk ve ilişkiler müdürüydü ikiside kolyelerini boyunlarından hiç çıkarmadılar bi gün irem şirketle ilgili bi dava için avukat tutması gerekiyordu arkadaşları ona kemali tavsiye etti arayıp görüşmek istediğini söyledi randevu istedi saat üçte görüşme yerine gitti ilk başta ikiside birbirini tanıyamadılar irem eğilince kolyesini fark etti kemal oydu evet biliyordu iremi bulmuştu gömleğinin yakasındaki düğmenin birini açtı iremde gör dü kemala verdiği kolyeydi bu çok mutlu oldu ama ikiside tereddüt ediyordu irem yavaşça beni tanımadınmı dedi kemal sadece seni çok özledim dedi ve sarıldı şimdilerde evliler iki tane beekleri var aydan ve aydın çok mutlular onlar yılların aşkını yaşadılar
Nephthys - avatarı
Nephthys
Ziyaretçi
13 Şubat 2009       Mesaj #1719
Nephthys - avatarı
Ziyaretçi
Yoksa...Yoksa Büyüdün mü Küçük Kız?

Bu gördüğüm sen misin?

Ne oldu sana böyle küçük kız , nasıl kıydın kendine?
Hangi duvarın dibinde kursuna dizdirdin o ele avuca sığmayan, o kartallar gibi yükseklerden ucan tutkularını?

Hani o pırıl pırıl bakışların , o kocaman gözlerindeki ışıklara ne oldu?

Hangi pazarda sattın, o bütün bedeni rüzgara tutulmuş bir yaprak gibi titreyen saf öfkelerini?

Kim çaldı senden o kalbinin derinliklerinden kopup gelen kahkahalarını ?

Nerede unuttun yüreğinin bütün gücüyle sarsılmaları?

Nerede şiirlerin, nerede kaldı şiir gibi yaşamın,nerelere gömdün içinde kopan kıyametleri?

O engin kadınlığının üzerine geçirdiğin zırhın anahtarını nereye attın küçük kız?

Nasıl çıkarıp atabildin ruhundaki insanları mıknatıs gibi çeken o pozitif enerjiyi ?

Kadehlerin kadife yumuşaklığında tokuşturulduğu dost sohbetlerindeki ışıldayan gülüşüne ne oldu?

Küçücük mutlulukları bile "işte hayat bu?" diyerek büyük bir sevinçle karşılayan sen, nasıl olup ta vazgeçtin hayata asılmaktan?

Bir masum öpücüğü bile kutsallaştıran derin duygularını, ne çabuk kaldırıp attın içinde yarattığın çöp dağlarının bir yerine?

Ölum bile korkarken senden bir zamanlar, nereden aklına geldi şimdilerde Azrail'le komşuluk senaryoları?

Kim öğretti sana kinden ve intikamdan kaleler inşa etmeyi, kim girdi kanına ki nefret eder oldun o her birini birer roman kahramanı kadar sevdiğin insanlardan?

Hangi tozlu raflarda unuttun, hayatı daha da şiirselleştirmek üzere uykularını feda ettiğin projelerini ?

Hangi hayat katilinden öğrendin , seni sen yapan yanlarına bir profesyonel gibi tetik çekmeyi?

Ne oldu da ağır gelmeye başladı sana , boynunda mahallenin delisi olduğunu haykıran madalyayı taşımak?

Kimler fısıldadı kulağına, daha otuzuna gelmeden hayata sırtını dönmen gerektiğini ?

O kadar kolay mı olacaktı, çılgınlıkları adsız bir mezara gömerek akıllı uslu bir kadın olmayı başarmak ?

Nasıl kıyabildin aşka, kimler vazgeçirdi seni delişmen sevdalarından hangi teoriyle ikna ettiler seni görkemli sevişmelerinden uzak durman için ?

Bir gezgin, bir şehir gerillası iken, küçük bir eve , bir çocuğa ve seni asla anlamayacak bir kocaya, sahip olan iyi bir kadın oldun sen yani?

Aman tanrım!

Hatırlıyor musun? Bir aksam vaktiydi ve o kocaman gözlerinle bakarken bana; "büyüme sakın küçük kız" demiştim sana .

Yoksa...

Yoksa, beni dinlemedin de , büyüdün mü şimdi sen?


alıntı
Sedef 21 - avatarı
Sedef 21
Ziyaretçi
22 Şubat 2009       Mesaj #1720
Sedef 21 - avatarı
Ziyaretçi
Fısıltı ve Tuğla


Genç ve başarılı bir yönetici, yeni Jaguarıyla bir mahalleden hızlı bir şekilde geçiyordu. Parketmiş arabaların arasından yola aniden çıkabilecek çocuklara dikkat ediyordu ve bir şey gördüğünü sanarak yavaşladı. Arabayla caddeden yavaşça geçerken hiç bir çocuk göremedi fakat, arabasının kapısına bir tuğla atıldığını farketti. Aniden arabasını durdurarak tuğlanın fırlatıldığı yere geri döndü. Arabadan indi, orada bulunan küçük bir çocuğu tuttu ve onu parketmiş bir arabaya doğru iterek bağırmaya başladı: \ Bunu neden yaptın? Sen de kimsin, ne yaptığının farkında mısın?\. İyice sinirlenerek devam etti: \ Bu yeni bir araba ve atmış olduğun bu tuğla bana çok pahalıya malolacak. Bunu neden yaptın?\ Çocuk yalvararak cevap verdi: \ Lütfen efendim. Çok üzgünüm ama başka ne yapabilirdim bilmiyordum. Eğer tuğlayı fırlatmasaydım kimse durmazdı\ Parketmiş bir arabanın arkasına işaret ederken çocuğun gözyaşları çenesine süzülüyordu. \Ağabeyim kaldırımın kenarından yuvarlandı ve tekerlekli sandalyesinden düştü, ben onu kaldıramıyorum. Lütfen onu tekerlekli sandalyesine oturtmam için bana yardım eder misiniz? Benim için çok ağır.\ Bu durumdan son derece duygulanan genç yönetici, boğazında büyüyen yumruyu zar zor da olsa yutkundu. Yerdeki genç adamı kaldırarak, tekerlekli sandalyeye geri oturttu. Mendiliyle, çizik ve yaraları sildi ve genç adamın ciddi bir yarası olup olmadığını kontrol etti. Küçük çocuk genç yöneticiye dönerek \ teşekkür ederim efendim, Tanrı sizden razı olsun\ dedi. Genç yönetici, küçük çocuğun, ağabeyini kaldırımdan evine doğru götürmesini izledi. Bulunduğu yerden arabasına geri dönmesi oldukça uzun sürmüştü. Uzun ve yavaş bir yürüyüştü. Genç yönetici, kapıyı hiç tamir ettirmedi. Kapıda oluşan çöküşü, hayatını birisinin kendisine tuğla atmasını gerektirecek kadar hızlı yaşamaması gerektiğini hatırlatması için öylece bıraktı. . . . Tanrı, ruhunuza fısıldar ve kalbinize konuşur. Bazen, dinleyecek kadar zamanınız olmadığında ise, size bir tuğla fırlatır. İster fısıltıyı, ister tuğlayı dinleyin. Bu sizin tercihiniz. !

Benzer Konular

3 Aralık 2006 / Misafir Genel Mesajlar
16 Mayıs 2014 / NihLe Müslümanlık/İslamiyet
11 Haziran 2013 / Misafir Forum Oyunları
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar
20 Haziran 2012 / ThinkerBeLL Edebiyat