Arama

Hikayeler ve Öyküler -2- - Sayfa 173

Güncelleme: 17 Şubat 2016 Gösterim: 589.350 Cevap: 1.812
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
24 Şubat 2009       Mesaj #1721
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Kırmızı Başlıklı Kız, Kibritçi Kız, Çıkrıkçı Kız gibi hikayeler var. Bu da ‘Ekmekçi Kız’ hikayesi. Farklı bir dil,farklı biçimiyle ve günümüze uyan gerçekçiliğiyle, buyurunuz.

Sponsorlu Bağlantılar
_Sıcak Çikolatacı Kamil, karnının iyice acıkmış olmasının hissiyle ekmek almak için,gayrı ihtiyari, önünden geçerken ki görüp hatırladığı; 7x24 saat açık,ateş kırmızısı bir renkle önünde ‘’ Odun Ekmeği’’ yazılı fırına doğru hareket etmişti.Kamil, çok işlek olan bu büyük iş merkezinin yürüyen merdivenlerinden,evrende zamanın kayması gibi bir şeyler hissetmesinin hemen beraberinde, bu iş merkezinin çıkış kapısının önünde inmişti.Ortalıkta çok ta güçlü bir güneşin olmamasına rağmen, gökyüzünden bembeyaz kanatlı melekler gibi inen,açık bulut mavisi, kristal ışıltılı kar taneciklerinin olanca ihtişamı ile Kamil’in yüzüne-gözüne vurması, onda neşeli, yumuşacık dokunuşlu, çok tatlı bir öpücük hisli duyguların uyanmasına sebep olmuştu.
_Kamil’in rahatlamasını sağlayan bütün bu olanlar, içinde yaşadığı sistemin mekanik ve paracı olan, işletmecilik disiplininden alıp, O’nu, duyguların okşandığı başka bir yaşama bakış penceresine sürüklemesinden kaynaklanmıştı.Bu mutlu psikolojisi ile Kamil, fırının kapısından içeri adımını atar.
_Ekmekçi kızın gülüşüyle; hoş geldiniz efendim,nasılsınız? Diye hissettiren neşeli sesi, Kamil’de müthiş duygular uyandırmıştır.Kamil, içini saran tüm heyecanı ile ama ustaca, yeni yaşamaya başladığı bu şehrin, en güzel kadını diye düşündüğü bu Ekmekçi kızı elde etmek için, bütün yeteneklerini, etkileyiciliklerini sergilemeye başlamıştı bile. Ekmekçi kızın fakir bir aileden geldiğini, bir çok saflıkları,yetersizlikleri kişiliğinde taşıdığını, büyüdüğü kurnaz İstanbul hayatından öğrendiği tecrübeleriyle kolayca biliyordu Kamil.
_ Ekmekçi kız, gördüğü bu 26 yaşlarındaki,çok iyi giyimli,hoş kokulu,yakışıklı, kendinden emin bakışlara sahip, yeşil gözlü genç adamı dikkatlice süzmüş,hemen ardından da, adamın parmağında yüzük olmadığını fark etmişti. Doğrusu Ekmekçi kız, adamdan bu etkilenişi ile daha bir güzel, daha bir çekici oluvermişti.Adeta heyecandan etekleri tutuşuvermişti oracıkta. Ekmeğinizi dilimlememi ister misiniz derken, sesinde pınarlar akıyordu sanki.Yürüyüşünde bir fırtına çevirivermişti sanki etrafını. Kamil’e, öyle mükemmel ve etkileyici-sarhoş edici geliyordu ki yaşanan bütün bu anlar, oracıkta öylece kala kalmış, bütün-bütüne dikkat kesilivermişti kızın her şeyine.
_Kamil, o an Ekmekçi kızın etrafında, mevsimlerin döndüğünü,baharların yürüdüğünü hissetti. Ellerinde rengarenk çiçeklerin patladığını, bir-bir etrafına mis kokulu güller saçtığını hem görüyor, hem biliyor gibiydi. Ekmekçi kızın bu güzelliği, Sıcak Çikolatacı Kamil’i sarhoş etmişti. Kamil, dünyadaki bütün kırlangıçların, Ekmekçi kızın zeytin tanesi gözlerinden uçuşup geldiğini düşünmeye başlamıştı. Kamil, O’nun kirpiklerinin her hareketiyle gözlerinden,küçük bir mavi bulut, ışık, umut kanatlandığını sanıyor gibiydi.
_Daha sonraki günlerde, Sıcak Çikolatacı Kamil’in ekmeğini, işçisi değil de hep kendisi alacaktır.
_Ekmekçi kız, evli ablası da olmak üzere üç kız kardeştirler.Tekelden emekli babasının öldüğü üç yıldan bu yana, kız kardeşi ve anneleriyle birlikte, kenar mahalledeki müstakil küçük evlerinde birlikte yaşamaktadırlar. Ekmekçi kızın hep, çok çalışkan ve dinamik bir havası vardır. O’nu gördüğünüzde, çalışmak, mücadele etmek kanında var sanırdınız. Ama O’nu bir tek, yaşamının tekrar eden aynı süreçleri kaygılandırıyordu. Çevresinde gördüğü yeni ve güzel şeyler, O’na, sanki hep çağrı yapıyor gibiydi, kendisinin de hep davet edildiğini hissediyordu. Ama kendisi bütün bu albenili şeylere kapılmıyor ve onların da kendisini sarhoş etmesine izin vermiyordu. Biliyordu çok güzel bir kız olduğunu. Artık büyümüş, her şeyi ile mükemmel orantılardaki fiziği ile etrafını ne kadar da çok etkilediğini hissediyordu. Bu onun çok hoşuna da gidiyordu. Hem kim hoşlanmazdı ki kendisine tebessümle gülen nazik erkeklerden, sürekli güzel iltifatlar işitmekten.
_Aradan bir hafta kadar bir süre geçer. Kamil, her zaman kendisini içten bakışlarla ve sürekli gülen bir yüzle karşılayan Ekmekçi kızın; üzgün olduğu, o güzelim gözlerinden ırmaklar gibi yaşlar akıttığını gördüğü ve birkaç kişinin kızan sözlerini işittiği bir sırada fırına girmiştir. Bu tatsız duruma Kamil de üzülür. Yaş ve kuru pasta çeşitlerinin sergilendiği camlı tezgahtan biraz ileriye doğru yürüyerek, epey belirgin bir kızgınlık ifadesiyle, ekmekleri pişiren kürekçiye ve hamurcu olduğunu sandığı kişiye dikkatlice dik-dik bakar. Fırındaki her kes sus-pus olmuştur. Kamil bu esnada içeri giren müşterilerin çıkmasını bekler. Daha sonra para çekmecesinin yanındaki Ekmekçi kıza yaklaşarak, diğerlerinin duymayacağı bir ses tonuyla, lütfen üzülmeyin, sizce üzülmeye değer mi bu adamlar der. Bir bak dışarıya, ne güzel yağıyor kar taneleri değimli? Boş ver onları der. Hem fırsat bulursanız buyurun gelin dükkanıma, size en güzelinden bir sıcak çikolata ısmarlayayım der Kamil.
_Öğle yemeği arasında canı bir şey istemeyen Ekmekçi kız, Kamil’in, dünyaca ünlü bir çok mağazanın şubelerinin bulunduğu iş merkezindeki sıcak çikolata dükkanına gider. Şuradan-buradan derken, epeyce muhabbet ederler. Kamil’in harikulade iltifatları ve garsonlarının getirdiği çok özel sunumları ile nezaketleri arasında zaman çabucak geçer. Kalkma vakti geldiğinde Ekmekçi kız yine öyle gülümsüyor, gözlerinden yine öyle heyecanlı kırlangıçlar uçuşuyordu. Doğrusu; Kamilin nerde-nasıl bakacağını bilen gözleri karşısında ve hiç yoktan yaşatabildiği mutluluk-neşe getiren, çok nazik sözleri karşısında, Ekmekçi kızın masum kalbi, hiçbir şey yapamazdı.
_Aradan birkaç gün geçmişti ki Kamil’in tam zamanında ve reddedilemeyeceği bir atmosferde yaptığı; arabayla dolaşma fikrine Ekmekçi kızın aklı da evet der. Der ama bu onun, yaşam çizgisinin tamamen değişeceği bir başlangıcının ânı olacaktır. Bu yaşam O’na kim bilir? Belki mutluluk, beklide tahammülü mümkün olmayan acılar getirecektir.
_Artık sevgilidir her ikisi de.Zamanın su gibi akıp geçtiği anlar yaşanmaktadır.Ya da her iki öpüş arasındaki sürenin saliselere kadar kısaldığı-minimize olduğu,zamanın durduğu anlar yaşanmaktadır. Muhabbetler gülüşmeleri, gülüşmeler sevişmeleri getirmektedir. İş çıkışı gezmelerine, hafta sonu eğlenmeleri de karışmaktadır.Derken-derken genç adamın son model Aşk-özlem mavisi lüks arabasının içinde,harikulade güzel aşk şarkıları eşliğinde, bir kaç kadeh alkol alma, alışkanlık veren bir zevk haline dönüşmüştür Ekmekçi kızın hayatında. Böyle akşamların ilerleyen saatlerinden birinde yaşamıştır Ekmekçi kız, hayatının ilk cinsel deneyimini.Adı üstünde olan bu ilk ilişki deneyimi Ekmekçi kızda, pek de bir şey anlamadığı, sadece bir deneyimin acı hatırası olarak kalacaktır.Ama olanların hemen ardından da bu kavrayamadığı değişimin, kendisini sardığı endişe,korku ve ne yapacağını bilemediği duygularının kıskacı,onun hıçkıra-hıçkıra ağlamasına sebep olacaktır. Ekmekçi kız başını yastığa gömüyor, sanki oracıkta yok olmak istermiş gibi kendinden geçiyordu.
_Bu sıra dışı an için çok soğuk kanlı olan Sıcak Çikolatacı Kamil,ne yapacağını bilen bir tavırla, olabildiğince sakin ve gönül alan,rahatlatan bir edayla, Ekmekçi kızın durulmasına, yeni durumuna alışmasına çaba gösteriyormuş.Doğrusu Sıcak Çikolatacı Kamil çok hakim görünüyormuş her şeye.
_Diğer günlerde devam eden ilişkileri normal bir havaya bürünse de Ekmekçi kızın içindeki tedirginlik, yerini endişeli bir bekleyişe bırakır.Çünkü;birlikte olduğu anlarda Kamil’le çok mutlu aşklar yaşadığını hissediyor ama diğer zamanlarda da Kamil’in kendisine karşı çok ilgisiz kaldığını görüyordu. Bu durum Ekmekçi kızda cevabını bilmediği bir sürü sorular meydana getiriyordu. Her birlikteliğinde Kamil’e biraz daha aşık oluyor, aynı zamanda da onun kendisinden biraz daha uzaklaştığını fark ediyordu.
_ Sıcak Çikolatacı Kamil,günler geçtikçe artık, Ekmekçi kızın konuşmalarının,davranışlarının sıradanlığından sıkılmaya başlamıştır. Ekmekçi kızın hızla kavramaya,adapte olmaya çalıştığı yeni dünyanın, taze algılamalarındaki heyecan verici, masumca değişim saflığının, harikulade kıpırtılarını,Kamil, hiç mi hiç fark etmiyor, aksine çok rahatsızlık hissettiğini açıkça belli ediyordu.
_Zaman geçiyor, Kamil Ekmekçi kızdan kaçıyor, Ekmekçi kız Kamilin üzerine daha fazla düşüyordu.Bu sıkıştırmaların beraberinde Kamil, ilişkisine nasıl son vereceğinin çeşitli taktiklerini Ekmekçi kızın üzerinde uygulamaya başlamıştır bile. Ekmekçi kız geceler boyu ağlamaktadır,mutsuzdur artık,bilemediği düşsel yolculuklarının, kendisini sürüklediği, acı veren bunalımlarının girdabının, tam ortasındadır.Mahzun bakmaktadır. Artık O muhteşem zeytin tanesi gözlerinde, kırlangıçlar uçuşmamaktadır.Gül dağıtan elleri yumuk-yumuktur gayrı. Sesinden şıkır-şıkır pınarlar dökülmemektedir.Ekmekçi kızda olan bütün bu kötü değişimlere sebep, yaşamın koşullarının O’nu sürüklediği Sıcak Çikolatacı Kamil’dir.
_Günler, Ekmekçi kız için hep böyle mutsuz ve umutsuz geçmektedir. Üstelik te iş yerindeki durgunluğundan dolayı artan tartışmalar neticesinde işinden de atılmıştır.Ağzı kuruyor, dudaklarından zehir gibi bir tat hiç eksik olmuyordu. Çıldırmaktan korktuğu bir çok gün geçirdikten sonra ‘’bir sonu olmalı bu acıların’’, diye düşünür Ekmekçi kız. Artık kendisini sormayan sevgilisine karşı, içinde bir kin vardır. Büyüdükçe büyümekte ve ruhunu iyice sarmaktadır bu kin. Gözlerinde, kızgın bir kaplanın ürperten bakışları vardır artık.
_Karar verir Ekmekçi kız ve bir akrabasının arkadaşı olan Cesur Murat’la görüşmeye gider. Cesur Murat, Kuzenler adıyla bilinen, yarı gayri meşru çetenin ileri gelen adamlarından biridir. Yasal yüzü emlakçı bürosu olan bu işyerine vardığında,oradan biri ile başka mahalledeki bir eve giderler. Ekmekçi kız baş başa, Cesur Murat’a bütün olanları anlatır. Ve kendisini aldatan bu kişiden intikam almak istediğini söyler. Kendisine yardımcı olmasını,yol göstermesini ister ondan.
_ Cesur Murat,düşünür-düşünür ve Ekmekçi kıza mutfakta bir Türk kahvesi yapıp getirmesini söyler. Kahvesini içerken Ekmekçi kızı iyice süzer, gözlerinde yanan cesurca ifadeye içten-içe bir saygı duyar ve kahvesini bitirdikten sonra şöyle der: Sen şimdi doğruca evine git ve benim çağırmamı bekle. Ekmekçi kız, otoriter ve babacan bir edayla söylenmiş bu, gönlüne su serpen sözü başıyla onaylar. Adamın gözlerinde fark ettiği inceden arzu duyan erkeksi bakışa doğrusu hiç aldırış etmez.
_ Cesur Murat konuyu, Kuzenlerle yaptığı toplantıda dile getirir. Konuşulduğu şekilde yapılması her kes tarafından onaylanır. Bu esnada oto elektrikçi olan kuzen: Yaa şu beyinli arabalar çıktı çıkalı işlerimiz iyice düştü der. İnşaatçı kuzen hafif tatlı, azarlar bir ifadeyle: Sus-sus kuzen! Nerden öğrendin bu ağlamayı, anlamıyorum vallahi der. Muhtar kuzen: Eee ağlamayana meme vermezlermiş yaaa kardeşlerim der. Hep beraber bir kahkahadır kopartırlar ortalıkta.
_ İnşaatçı kuzen,bir gün sonra arabanın plakasını verdiği komiserden, araba sahibinin ev adresini öğrenir. Cesur Murat adamlarından ikisini bu görevle İstanbul’a gönderir. İki gün sonra adamlar Cesur Murat’a; adamın evli ve iki çocuğunun olduğunu, adamın babasının iş ve ev adreslerini ve adamın hiçbir gayrı meşru grupla bağlantısının olmadığı bilgilerini verirler.
_ Cesur Murat bu bilgileri bütün kuzenlere söyler,kuzenler de planın olduğu gibi uygulanmasını onaylar.
_ Cesur Murat Ekmekçi kızla irtibata geçer ve bir gün sonra yanına gelmesini söyler.
_Kararlaştırıldığı gün Ekmekçi kız, Cesur Murat’la ilk görüştükleri evde buluşurlar. Bütün bilgileri tek-tek öğrenir ondan. İçindeki tüm duygularının intikam çığlıkları attığını çok açık bir şekilde hissediyordur artık. Sıcak Çikolatacı Kamil’in her şeyi baştan beri bilerek ve planlayarak yaptığı fikri, birden bütün benliğinde sabitlenivermişti Ekmekçi kızın. Babasız ve erkek kardeşsiz olmanın içinde yarattığı o derin boşluk, bir alev topuna dönüşmüş, kımıldadıkça Ekmekçi kızın her yerini yakıyor-yakıyordu.
_Cesur Murat tüm bu olanları Ekmekçi kızın yüzünden dalgalar halinde geçen ifadelerden rahatlıkla anlayabiliyordu. Ekmekçi kıza bir kahve yapıp getirmesini söyler, bunu aslında biraz da, onun sakinleşmesi için istemiştir.
_ Cesur Murat, kahvesini içerken, kızın gözlerinin taa içine bakarak, kıza: Bunu ne kadar çok istiyorsun diye sorar. Ekmekçi kızın hiç tereddüt etmeksizin her şeyden çok istiyorum demesi, Cesur Murat’ın 30 a yakın yaşındaki yanaklarına bir tebessüm kondurmuştu. Cesur Murat o an, Sıcak Çikolatacı Kamil’in kalemini kırmıştı kafasında. Sesli bir şekilde intikam ve hafif alaycı bir nidayla: Seni senii Sıcak Çikolatacı seniii dedi Cesur Murat, bir de; ulan ben seni şimdi yemez miyim ha! Bakalım el mi yaman bey mi yamanmış gör! Der. Cesur Murat bunu söylerken Ekmekçi kızın yanaklarından bir tebessüm gelip-geçer ama gözlerindeki o eski ışıltı bu sefer, sert kristal çizgilerin manasında, keskin bir şahin bakışları ile tekrar geri gelir.
_ Cesur Murat adama yapmayı planladıklarını bir-bir anlatır ve Ekmekçi kıza; artık sen de benim bir adamımsın der. Ekmekçi kızın gözlerinin önünden, plandaki çikolatacının hali bir-bir film şeridi gibi geçer. Çok sevinir bu işe. İçinden: Gör bakalım aldatmanın bedeli ne oluyormuş züppe çikolatacı der.
_ Cesur Murat Ekmekçi kıza yanına oturmasını söyler. Ekmekçi kız, içinde aylardır yanan intikam ateşinin de vermiş olduğu güçle, kendisine sahiplenmek isteyen Cesur Murat’ın yanına oturur. Cesur Murat’ın, önce yanaklarını avuçlarının arasına alması ve gözlerinin taa içlerine kadar şefkatle bakmasının ardından, dudaklarına doğru eğilmesi ile birlikte, Ekmekçi kızın gözlerini kapayıp kendisini tamamen Cesur Murat’ın kollarına bırakması, aynı anlarda olmuştu.
_Artık Ekmekçi kız, yaşamın yepyeni bir deryasına doğru yelken açmıştı. Bunu hissediyor, kendisi de arzu ediyordu artık. Hem yaşamın kendisine monoton gelen kısımları da olmayacaktı bundan böyle. Çikolatacı Kamil’den alıştığı eğlenceli bir hayat istiyordu bütün beklentileri. Kısa zamanda Ekmekçi kıza çok şey öğretmişti hayat. Kendisi bu öğrendiklerinin ve öğrenmek zorunda olacaklarının neresindeydi, bunu şimdilik pek bilemiyordu, doğrusu bunu şimdi pek düşünmek de istemiyordu. Bütün her şeyi ile yalnızca planı düşünüyordu.
_Gecenin geç bir vaktinde, Cesur Murat ve iki adamı, akşamdan beri peşinde oldukları Sıcak Çikolatacı Kamil’i, yeni sevgilisini bıraktığı ara sokakta yakalar. Cesur Murat’ın, ensesine dayadığı soğuk namluyu Kamil, korku içinde hisseder. Alınıp götürüldüğü soğuk bir dağ kulübesinde Kamil’e, yaptıklarının cezası güzelce anlatılır. Yüzü maskeli kişiler, yüzü hariç Kamil’in her yerini çürükler içinde bırakacak şekilde sopalarla şiddetle döverler. Kamil her çeşit yalvarmalar neticesinde ne isterlerse yapacağını bir çok kez tekrarlar. Bu esnada Cesur Murat’a, yaranmak için iki adamı yalvarmaktadır, Kamil’i öldürmek istemelerine izin verilmesi için. Çikolatacı Kamil, ağzı yüzü sümük içinde ölüm korkusu ile kusmaktadır. O her şeyi bilen zengin ve güçlü bakışlı adam daha da bir tiksindirici olmuştur.
_ Cesur Murat Kamil’e,Yarın sabah Ekmekçi kızla birlikte notere gideceğiz der. Orada bu sıcak çikolata dükkanının devrini Ekmekçi kıza vereceksin, orada ya da daha sonra, eğer bir yamuk yaparsan, sana ait bütün bilgilerin ışığında, unutma ki kesinlikle öleceksin der. Kamil, bütün bu söylenenleri harfiyen yapacağına tekrar-tekrar söz verir.
_Sabah yanlarına Ekmekçi kızı da alarak notere giderler. Kamil, denenlerin hepsini harfiyen yerine getirir. Akşama kadar ki verilen sürede gidip, bir daha bu şehre asla gelmemesi şartıyla Kamil serbest bırakılır. Kamil’in peşindeki adam,şehrin 50 km. Dışına kadar takip ettiği yerden, akşamüzeri Cesur Murat’a telefonda ‘’arkadaşımız askerde eğitime devam etmektedir abi’’ der.Ve Cesur Murat’la Ekmekçi kız, elleriyle çak yapmanın ardından, tutkuyla öpüşmeye başlarlar. Akşamüzeri başlayan öpüşmeler, akabinde sevişmeye dönüşecek ve bu, zamanın durduğu sevişme anları,pastoral düş sahnelerinin eşliğinde, gecenin geç vakitlerine kadar devam edecektir. Daha sonraki zamanlarda, günler haftaları, haftalar ayları kovalayacaktır.
_Böylece geçen birbirinden ilginç,yarı gayrı meşru günlerin ardından, bir akşam üstü, Cesur Murat’la Ekmekçi kızın bindiği araç, polis ekip otoları tarafından çevirmeye düşürülür. Üç gün götürüldükleri polis karakolunda sorgulandıktan sonraki bir sabah, ifadesinin alındığı adliye koridorlarında Ekmekçi Kız, Cumhuriyet Savcısı tarafından serbest bırakılır. Türk adaletinin görkemli Adliye Sarayı merdivenlerinden basamakları bir-bir inerken Ekmekçi kız, daha bir güçlü, daha bir mağrur ve daha bir keskinleşmiş bakışları ile çevik bacaklarının üzerinde dimdik yürümektedir. Güneş olanca ışığı ile o sabah, Ekmekçi kız’ın muhteşem güzelliğini aydınlatmaktadır. O, Adliye Sarayının merdiven basamaklarının üstünde, tıpkı, harikulade yapılmış bir Yunan heykeli ihtişamında görünüyordu.
_O şimdi yaşamın, bütün kalleşliği ve bütün güzellikleri ile tam ortasında yer alıyordu. Biliyordu ki cesur olduğu müddetçe ve yaşamı yorumlamaya-anlamaya devam ettiği sürece hep ayakta kalacaktı.

arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
24 Şubat 2009       Mesaj #1722
arwen - avatarı
Ziyaretçi

Hafif sisli bir havada ve güneşin apartmanların arasından yeni yeni güne merhaba dediği bir saatte, vapura dogru ilerleyen genç adam; jeton gişesinde, yaklaşık iki ay önce ayrıldığı kız arkadaşını görür ve titrek bir "merhaba" ile konuşmaya başlar. Bu konuşmalar vapurda da devam eder.
Sponsorlu Bağlantılar

Adamın; "Hava o kadar da soğuk değil, dışarıda oturalım mı?" sorusuna, kızın "Olur" cevabı vermesiyle birlikte vapurun en üst katına doğru yol alırlar.

Birkaç dakika havadan sudan muhabbetlerle geçtikten sonra, adam kıza bir sigara uzatır ve kendisine de bir tane alır. Daha sonra, genç adam birden lafa girer:

- Biliyorum, bu konuları daha önce hiç konuşmadık ya da konuşamadık diyeyim.Merak etme ama, "Neden ayrıldık biz" sorusunu sormayacağım. Sadece sana söylemek istediğim birkaç şey var, onları konuşmak istiyorum.

Genç kız; adama bakarak, - "Evet seni dinliyorum, devam et" dedikten sonra adam, konuşmasına kaldığı yerden devam eder:

- Biliyor musun? Ayrıldıktan sonra, seni sigaraya benzetmeye başladım.

Kız, hiç tahmin etmediği, alakasız bir konuyla lafa girmesinin verdiği şaşkınlıkla,

"Ne? Nasıl yani?" der.

Adam, önce kıza uzattığı sigarayı ve sonra kendi sigarasını, çantasından çıkardığı çakmak ile yaktıktan sonra:

- Mesela bir tane sigara yakıyorum ve kül tablasına koyup izlemeye başlıyorum. Kül tablasına dökülen külleri gördükçe; anılarımız aklıma her biri kül olup acılarıma dönüşüyor sonra. Arada bir elime alıyorum sigarayı ve içime çekiyorum seni. Kendimi zehirlemek için; daha çok, daha çok çekiyorum. Bazen de anıları silkiyorum kül tablasına. "Sen zehiri" hoşuma gidiyor, içimi acıtıyor, vazgeçemiyorum; içime çekmeye devam ediyorum. Ağzımdan çıkan her dumanda, ayrılırken bana bıraktığın; son bakışının silueti beliriyor. Her sigaranın olduğu gibi, senin de sonun yaklaşıyor. Ve ben yavaş hareketlerle; ne zaman seni söndürmek için, elimi götürsem kül tablasına, aptalca bir umutla "Ne olur yapma!! " diyeceğin zamanı bekliyorum. Ama hiçbir zaman duyamıyorum sesini. "Ve işte bitirdim seni" diyorum. Hayır hayır kendimi kandırıyorum galiba, "Seni böyle bitiremem" diyorum sonra. Ama bakıyorum kül tablasına; evet! Sen oradasın, evet! Anılar orada. Ancak, elimde hala kokun var. Yıkasam da, hiç çıkmayacak bir koku. Anlıyorum ki; bu sigarada, senin çok az bir kısmını bitirmişim. Senden bağımsız bir sen, hep içimde yaşıyormuş. Ve anlıyorum ki, sadece sönüyorsun. Seni atesleyecek bir "Ben" bekliyorsun sabırla. O "Ben", çok da bekletmiyor seni. Bir daha yanmaya başlıyorsun. Anılar acılar derken yine bitiyorsun. Yeniden yanıyor ve bitiyorsun. Bu hep böyle devam ediyor; sonunda alışkanlık oluyorsun.

Genç kız anlatılanları dinlerken; tarif edilmeyecek bir duygu yoğunluğu içindeydi. Bir yandan, birisinin bu kadar acı çekmesine üzüntü duyarken; diğer yandan da, kendisinin hala unutulmamış olmasından, haz alıyordu. Aslında kendisi de unutamamıştı genç adamı. Kendi isteğiyle ayrılmıştı ama; sevmediği ya da artık bir şeyler hissetmediği için değil, en yakın kız arkadaşının da, o insana karşı bir takım duygular beslediği için gerçekleşmişti bu ayrılık. Bunu; ne erkek arkadaşı, ne de en yakın arkadaşı biliyordu. Erkek arkadaşına, "Bu ilişkide bir şeyler eksik, ben daha fazla sürdüremeyeceğim, ayrılmalıyız." diye bir mesaj atarken; kız arkadaşına, "Ilgisiz bir sevgili olmaya başlamıştı günler geçtikçe; çok bunalmıştım. Ve bir gün onu, başka biriyle sarmaş dolaş gördüm. Bu yüzden ayrıldım." demişti. Böylece, hem erkek arkadaşından, kendine göre, makul bir sebeple ayrılmış; hem de arkadaşına, erkek arkadaşını kötüleyerek, ondan soğumasını sağlamıştı. Kendisinin çok acı çekeceğini bile bile, arkadaşını kaybetmemek için, böyle bir yalanlar zincirine başvurmuştu. Artık hayatını,bu yalanlara göre düzenlemeliydi. Bu yüzden; bu karşılaşmalarında duygularını bir tarafa bırakıp, mantığı ile karar vermek zorundaydı. Geri dönüşü yoktu ve kız da bunun farkındaydı. Bütün ayrıntıları, olası bir karşılaşma için düşünmüştü daha önceden. Adamın anlattıklarını dikkatlice dinliyor ve sözünü bitirmesini bekliyordu. Ve adamla göz göze gelip, "Bitti, bu kadardı!" dermişçesine bakmasından sonra, kız konuşmaya başladı:

- Açıkçası bu söylediklerin, hiç beklemediğim şeylerdi. Benim, bu açıklamalarına bir yorum yapmamı bekleme. Çünkü bunlar; senin kendi düşüncelerin. Her biten ilişkiden sonra, yaşanabilecek duygulardan bu anlattıkların. Sunu söyleyebilirim ama; yaşadığımız ilişkide, elimden gelen fedakarlığı gösterdiğime inanıyorum. Seni hiçbir zaman suçlu görmedim, herşey benden kaynaklıyordu. Sonuç olarak, bir şekilde bu ilişki yürümedi ve bitti. Bu kadar basit.

- Bu kadar mı yani?

- Evet...

Genç adam şok olmuştu. Belki, daha ılımlı bir yaklaşım bekliyordu kızdan. Ancak, kesin ve kararlı konuşmuştu kız. Hiçbir umudun kalmadığına, kendini inandırmaya çalışıyordu. Vapur yanaşmışti iskeleye. Tek bir kelime bile konuşmadan vapurdan indiler. Iskelenin sonunda; genç kız, adama sarılarak "Hoşçakal" dedi. Ancak adam, ayrılırken ne sarılmıştı kıza, ne de bir kelime çıkmıştı ağzından. Bir heykel gibi duruyordu kızın karşısında. Kız da, bir tepki gelmeyince; hızla oradan uzaklaşmayı tercih etti. Arkalarına bile bakmadan ayrıldılar. Kız, işyerine ulaştı. Yerine oturduktan hemen sonra, cep telefonuna bir mesaj geldi. Mesaj, eski sevgilisindendi ve söyle yazıyordu:

- "Hep bu karşılaşmayı ve sana sigara hikayesini anlatacağım günü beklemiştim. Ve o gün, gözlerimin içine bakıp; söyleyeceklerine göre, hayatıma bir yön çizeceğime..."

Genç kız, bu mesajdan hiçbir anlam çıkaramamıştı. Bu mesajı düşünürken; bir mesaj daha geldi:

- "... kendi kendime söz vermiştim. Bugün duyduklarım; beni hayal kırıklığına uğrattı ve ben kararımı verdim:"

"SİGARAYI BIRAKTIM..."

fadedliver - avatarı
fadedliver
Ziyaretçi
8 Mart 2009       Mesaj #1723
fadedliver - avatarı
Ziyaretçi
Ewan 22 yaşına o sene basmıştı, kendinden emin çok zeki ve çok çekici bir genç adam olmanın asaletini taşıyordu. 10 gün sonra Kore'deki bir savaşa katılmak üzere İngiltere'den ayrılacaktı, hiç bir şeyden korkmuyordu ama duygusallığı nedeniyle, ülkesinden ayrılma fikri zor geliyordu ona.


Ağır adımlarla büyük kütüphaneden içeriye girdi, bir kitap alıp oturdu ve okumaya koyuldu. Gerçekten de çok güzel temalara değinmiş etkileyici bir kitaptı elindeki, ama daha da güzel olanı kitabı daha önce başkasının da okumuş ve bazı yerlere notlar almış olmasıydı. Okuyanın notlar aldığı bölümler Ewan'i da derinden etkiliyor, notları okudukça sarsılıyordu. Kim olabilirdi bu? Hemen kütüphane görevlisine gitti ve daha önce kitabı okuyan kişinin kim olduğunu öğrendi. Holly adında bir kadındı, adresini aldı ve eve varır varmaz bir mektup yazdı:



'Büyük Kütüphanede bir kitap okudum. Eklediğiniz notlar karşısında hayranlık duyduğumu belirtmeliyim. 10 gün sonra Kore'ye gidiyorum, sizi tanımak ve sizinle mektuplaşmak istiyorum. Cevabınızı sabırsızlıkla bekliyorum.'
Holly'den olumlu cevap geldi ve mektuplar ardı ardına yazılmaya başlandı. Her yeni mektupta birbirlerinden biraz daha etkileniyor, yüreklerini birbirlerine biraz daha açıyorlardı. 2 sene bu şekilde geçip gitti. Ewan ve Holly birbirlerine belki binlerce mektup yazmış, her mektuptan ayrı tatlar almışlardı. Ewan'ın ülkeye geri dönme zamanı gelmişti, son mektubunda Holly'i görmek istediğini yazdı.
'Ancak seni tanıyabilmem için bana bir resmini gönder lütfen' diye ekledi. Holly buluşmayı kabul etti fakat resmi göndermedi.
'Resmin ne önemi var ki? Bizi ilgilendiren kalplerimiz değil mi? Yakama kırmızı bir çiçek takacağım.' dedi.
Günler birbirini kovaladı ve Ewan ülkeye döndü. Trenden indiği ilk anda gözleri Holly'i aradı. Bir müddet bakındı, sonra kalabalığın arasından şimdiye dek gördüğü en güzel kadın belirdi. Uzun boylu, çok güzel, uzun sarı saçlı, masmavi iri gözleri ve mavi elbisesiyle muhteşem bir kadındı. Kadına doğru bir adım attı, ama yakasında hiç bir şey yoktu. Kadın gözlerine baktı ve'Merhaba denizci, benimle gelmek ister misin?' diye sordu.
Tam o sırada güzel kadının omzunun üzerinden, yakasında kırmızı çiçek olan kadını gördü. Kısa boylu, şişman sayılacak kiloda, gri kısa saçlı, tozlu uzun pardösüsü ve kalın bilekleriyle öylece duruyordu. Ewan şaşkındı, az önce hayatında gördüğü en güzel kadından bir teklif almıştı ancak karşısında da yüreğine aşık olduğu kadın duruyordu. Kendini toparladı ve yanından geçen dünyalar güzeli kadına aldırmadan ilerledi. Elinde Holly'le birbirlerini tanımalarını sağlayan kitap vardı.. Elini uzattı, 'Merhaba Holly' dedi gözlerinin içi gülerek. 'Pardon' dedi kadın. 'Ben Holly değilim. Az önce buradan geçen sarı saçlı mavi elbiseli bayan yakama bu çiçeği taktı ve bunun hayatının sınavı olduğunu söyledi. Sizi garın çıkışındaki cafede bekliyormuş...'


HAYATA DEĞER BİR YAŞAM,''SEVMEYE DEĞER BİR AŞK'',
DOSTLUĞA DEĞER BİR ARKADAŞLIKTAN ASLA VAZGEÇME..
FisTiK - avatarı
FisTiK
Ziyaretçi
9 Mart 2009       Mesaj #1724
FisTiK - avatarı
Ziyaretçi
BİR MASAL GİBİ
Dondurucu soğukta bir an önce evime varabilmek için
hızla yürürken, ayağımın ucunda bir cüzdan gördüm..
Hemen aldım. Sahibini gösteren bir kimlik vardır diye
acele acele açtım.. İçinde üç dolar ve sararıp kat yerleri
yıpranmış eski bir zarftan başka birşey yoktu...
Sol üst köşede yalnızca gönderenin adresi, alıcı adresi
yerinde bir posta kutusu numarası vardı. Bir ipucu
bulabilmek belki biraz da merakımı giderebilmek için
zarfı açtım ve içindeki mektubu okumaya başladım.
Mektup, sol yanı çiçek resmiyle süslenmiş bir kağıda,
özenli bir el yazısıyla yazılmıştı ve "Sevgili Michael"
diye başlıyordu.. Ve "Annesi yasakladığı için
onu bir daha göremeyeceğini" anlatarak
devam ediyor.. "Ama sakın unutma, seni daima
seveceğim" diye bitiyor.. İmza.. Hannah!..
Elimde yalnızca, mektubu yazan kişiyle, mektubun
yazıldığı kişinin birinci adları vardı. Eve gider gitmez
hemen telefon idaresini aradım.Görevli kisi, kendisine
bildirdiğim adreste yaşayanların telefon numarasını
vermesinin yasalara aykırı olduğunu söyledi. Fakat
ısrarım karşısında: "Belki, size yardımcı olabilirim" dedi.
"Bu adreste bulunan numaraya telefon ederim ve onlar
Kabul ederlerse, sizi görüştürebilirim lütfen bekleyin.."
dedi. İki üç dakika sonra görevlinin sesi geldi..
"Bağlıyorum efendim." Telefonda, karşıdaki hanıma
"Hannah diye birini tanıyıp, tanımadığını" sordum.

"Bu evi, 30 yıl evvel, Hannah diye kızları olan bir aileden
aldık" dedi. "Peki yeni adreslerini biliyor musunuz?.."
"Hannah annesini bir huzurevine yatıracaktı. Oradan takip
ederseniz, belki adres bulursunuz.." deyip bana huzurevinin
adını verdi.. Hemen aradım.. Yaşlı anne yıllar önce ölmüş..
Ama kızına ait eski bir telefon numarası var. Belki ordan
bilirlermiş.. "Bunların hepsi aptalca aslında" dedim
kendi kendime.. İçinde sadece 3 dolar ve 60 yıl önce
yazılmış bir mektup bulunan cüzdanın sahibini aramak
için bunca zahmete ne gerek var ki.. Aradım numarayı..

Bir kadın "Şimdi Hannah'nın kendisi bir huzurevinde"
dedi ve numarayı verdi. Hemen orayı çevirdim.. Ses;
"Evet, Hannah burda yaşıyor" dedi.. Saat ona geliyordu
ama hemen yola çıktım, Hannah'yı görmek için..
Devasa bir binanın üçüncü katında şirin bir oda.. Gümüş
saçlı, sıcak tebessümlü bir yaşlı kadın.. Gözlerinin içi ışıl
ışıl ama.. Anlattım olanları.. Cüzdanı ve mektubu gösterip..
Derin bir iç çekti mektuba bakarken ve "Genç adam" dedi,
"Bu mektup, Michael ile son kontağımdı.. Onu öyle
seviyorum ki.. Sean Connery gibi yakışıklıydı.. Hani şu
meşhur aktör.. Ama ben 16 yaşındaydım.. Çok küçüğüm
diye annem kesinlikle izin vermedi.." Derin bir nefes daha..
"Michael Goldstein harika bir insandı. Eğer bulabilirseniz
ona söyleyin lütfen.. Onu hep düşündüm.. Hep.." Bir ufak
sessizlik.. Bir derin nefes daha.. "Ve onu hep sevdim.."
İki damla yaş damladı elindeki mektuba, ıslanan gözlerden..
"Ve hiç evlenmedim.. Michael gibi birisini bulamadım ki.."
Hannah'ya teşekkür edip odadan çıktım.

Binadan çıkarken danışmada beni karşılayan kız
"Hannah Hanım yardımcı olabildi mi size" dedi.." Hiç
değilse bunun sahibinin soyadını öğrendim" dedim..
Cüzdanı elimde sallayarak.. O sırada yanımda dikilip duran
hademe bağırdı.. "Hey baksana.. Bu Bay Michael'ın
cüzdanı.. Üzerindeki bu kırmızı şeritten onu nerde
görsem tanırım.. Cüzdanını hep kaybederdi zaten..
Üç kere ben buldum, koridorlarda..

"Michael sekizinci katta yaşıyordu.. Ok gibi fırladım
tekrar asansöre. Michael yatmamıştı. Okuma odasında
kitap okuyordu. Hemşire beni ve elimdeki cüzdanı gösterdi.
Michael elini arka cebine attı, hızla.. Sonra sevinçle "Evet
bu benim cüzdanım" dedi. "Öğleden sonraki yürüyüş
sırasında kaybetmiş olmalıyım. Size teşekkür borçluyum."
"Hiçbirşey borçlu değilsiniz" dedim. "Ama özür dilerim.
İpucu bulmak için açtım ve içindeki mektubu okudum."
"Mektubu mu okudun?" "Sadece okumakla kalmadım.
Hannah'yı da buldum.." "Buldun mu? Nerde? İyi mi?
Hala eskisi gibi güzel mi. Söyle, lütfen söyle.."
"Çok iyi.. Hem de harika" dedim, yavaşça.. "Bana onun
telefon numarasını ver. Yarın onu hemen arayacağım."
Elime sımsıkı sarıldı.. "O benim tek aşkımdı.. Onu
öyle sevdim ki, asla evlenmedim.. Çünkü bu mektup
geldiğinde hayatım, anlamsal olarak bitmişti."
"Bay Goldstein" dedim.. "Gelin benimle.."

Asansörle üçüncü kata indik.. Odanın kapısı açıktı.
Hannah sırtı kapıya dönük televizyon izliyordu..
Hemşire ona yaklaştı, omzuna dokundu.. "Hannah"
dedi.. "Bu bay'ı tanıyor musun?" Gözlüklerini
ayarladı bir an baktı, tek kelime etmeden..
"Michael" dedi, Michael, kapıda, kısık sesle..
"Hannah.. Ben Michael.. Beni tanıdın mı?.."
"Michael" diye yutkundu Hannah. "İnanmıyorum..
Bu sensin. Benim Michael'ım." Michael
Hannah'ya doğru yürüdü yavaşça. Sarıldılar.
Hemşire yanıma geldiğinde onun da gözleri yaşlıydı..
"Gördün mü, bak?" dedim "Yaşamda, yaşanması
gereken herşey, er ya da geç, birgün kesinlikle yaşanacaktır."
***
Üç hafta sonra beni huzurevinden aradılar.
Pazar günü bir nikah vardı.. Gelebilir miydim?

Harika bir nikah töreni idi. Hannah ve Michael
beni nikah şahidi yaptılar üstelik. Hannah açık
bej elbisesi içinde çok güzeldi.. Michael de
lacivert takımı içinde hala çok yakışıklı..
Bir nikah tanığı olarak söylüyorum bu gözlemlerimi…
Aşklarını onsekiz yaşın heyecanı ve duygusuyla yaşayan
76 yaşındaki gelin ile 79 yaşındaki damadın nikahında
keşke siz de bulunsaydınız… Altmış yıl önce bittiği
sanılan bir aşk öyküsünün, altmış yıl sonra, kaldığı
yerden nasıl filizlendiğine siz de tanık olacaktınız.
Çeviren: Nuray Bartoschek
ScarletSunShine - avatarı
ScarletSunShine
Ziyaretçi
20 Mart 2009       Mesaj #1725
ScarletSunShine - avatarı
Ziyaretçi
Dün yine gökyüzünün masmavi görkemi ve hayalini çizdiğim bembeyaz bulutlarının altında seni bekledim. Uzaklarda gülümseyen gökkuşağının renkleri içinde aradım seni, yoktun. Yokluğun, bir canavarın dişlerinde yüreğimi kemirip duruyor. Yokluğun cehennemim, yokluğun zifiri karanlığım, zindanım oldu. Belki, bir köşeden çıkıp gelirsin diye bütün gün seni düşleyip, gözlerim ufukta, kucağım dolu sevgi, yüreğimde binbir umut yeşertip ve ölesiye bir özlemle bekledim seni, gelmedin... Seni ne kadar özlediğimi bilmiyorsun. Bir bilsen seni ne kadar çok özlediğimi; dağları, tepeleri aşar, denizleri, ovaları devirip gelirdin bana...

İçim özleminle nasıl dolup taşıyor, özleminle nasıl tutuşuyor bir bilsen. Yüreğimin bütün bentleri paramparça sensiz. Şimdi yüreğimin her kıyısından özlem sızıyor. Yüreğime de söz geçiremiyorum artık. Biz bu dünyada seninle çıkarsız, yalansız, hilesiz hesapsız sevdik birbirimizi.. Yüreğimizin bembeyaz tuvaline maviyi fonlayarak ve aşkın da kıpkızıl resmini de çizerek; insanları, kuşları, dağları, çiçekleri, suları da öyle hilesiz sevmiştik.

Biz seninle bütün engellere rağmen, bitmez tükenmez bir azimle sevginin doruğuna erişmek için tırmandık hayat yokuşunu. Ve bitip tükenmeyen bir aşkla sevdik birbirimizi. Biz seninle uzak dağ başlarına yazdık umutlarımızı. Denizlere, dalgalara, fırtınalara, acılara, korkulara, uçurumlara yazdık sevdamızı. Biz seninle kanatları sevdalı iki güvercindik mavi göklerde. Kanat çırptıkça yükseldik sevdalara, yükseldikçe sevdalara avcılar düştü peşimize.

Zamanın acımazsızlığına, aramızdaki mesafelere, etrafımızdaki çirkinliklere, günübirlik aşklara, saldırılara, satılık sevgilere rağmen, biz yine de yüreğimizde hiç sönmeyen bir yangınla özledik birbirimizi, en kutsal aşkla sevdik, kirletmeden umutlarımızı bekledik...

Senden ayrılalı günlerin, ayların, yılların nasıl geçtiğini bilemez, hesabını tutamaz oldum. Her seher uyanınca dağların esen rüzgarlarına açıyorum penceremi, o ölümüne özlediğim kokunu getirir diye. Bir nebze de olsa dindirir yada söndürür diye yüreğimdeki özlemin ateşini...

Her gece menekşe rengi gözlerini demledim hayalimde. İpek saçlarını, sevdalı gülüşlerini, inci dişlerini demledim. Ne çok severdin yayla yollarında türküler söylemeyi, ellerimi avucunun içine alıp, başını göğsüme dayamayı. Şimdi her gece, insana hayat veren ve yüreğime nakış nakış işleyen sevda sözlerin dolaşıyor kulaklarımda , paylaştığımız ümit dolu tatlı hayalleímiz.

Yılmak yoktu bizim için bu yolda. Ağlamak, sızlanmak yoktu, geriye dönmek hiç yoktu. Zordu, çetindi bizim sevdamız ama her şeye ve çekilen tüm acılara değerdi. Sabır diyordun. Sabrı, ümit etmeyi, sevmeyi, zorluklara karşı direnmeyi de senden öğrenmiştim. Konuşurken insanın yüzüne dosdoğru bakmayı, dürüst ve namuslu bakmayı, merhameti, acımayı, insan gibi düşünmeyi senden öğrenmiştim. Senden öğrenmiştim sevdalara türkü yakmayı...

Şimdi Ren nehrinin kıyısında dalgın bakışlarla dalıp dalıp gidiyorum uzaklara. Gökyüzü masmavi ve saatler yorgun bir su gibi akıp gidiyor gözlerimde.. Ufka, gökmavisinin kızılla birleştiği o ince sıcak ve yumuşak çizgiye bakıyorum. Bir kuş gelip konuyor saçlarıma, yüreğimi ipekten kanatlarına sarıp sana gönderiyorum...

Seni düşünüyorum. Seni düşünmek gökyüzü olmak gibi bir şey bazen, ya da rotası belli olmayan bir gemiye binip, yeni iklimlere yelken açmak gibi. İnsan olmayan bir adada inip, Robinson gibi insansız bir yaşam kurmak istiyorum. Ve o adada bir ömür yalnız seni beklemek istiyorum...

Saatler su gibi akıp gidiyor. Bir gemi yanaşıyor kıyıya, inen yolcuları izliyorum, sen yoksun. “ Kahretsin !”. diyorum.” Ne olur çıkıp gelse, sarılsa boynuma.” Bir gemi uzaklaşıyor limandan. Suların devinimleri akıyor gözlerimde, karışıp gidiyor uzaklara... Seninle suyu pırıl pırıl bir pınarın başında buluşmak, ellerini tutmak, yüreğinin sımsıcak yerinden, menekşe gözlerinden, narçiçeği dudaklarından öpmek, serin nefesini doyasıya içmek ve doyasıya içime çekmek geçiyor içimden... Sonra sarılıp, sımsıkı kucaklamak ve sevinçten havalara uçmak geçiyor ...

Ağladığımda mendil, güldüğümde kahkaha, susadığımda su olmanı, uyuduğumda rüyalarıma girmeni, her sabah alnımdan öperek uyandırmanı istiyorum...

Her gece kuş olup sana doğru uçmak, ardında serin rüzgarlar bırakarak, dağlar, denizler, ormanlar aşıp, bir pınarın başında menekşe gözlerine konmak geçiyor içimden. Dalgın bakışlarından, sevdalı yüreğinden öpmek geçiyor. O an bütün ağaçlar diz çökmeli diyorum, özleminle kanayan yüreğime. Bütün yıldızlar göz kırpmalı mutluluklara. “Allahım bu kadar mutluluk çok.” deyip, ellerimi gökyüzüne kaldırıp ağlamalıyım. Gökler de ağlamalı benimle, bulutlar, ırmaklar, yıldızlar da ağlamalı...

Şunu bilmelisin ki, nerede olursam olayım, hangi iklimde kalırsam kalayım, vakti geldiğinde bir gün mutlaka, yüreğim alıp beni sana getirecektir. Ben buna bütün kalbimle inanıyorum, sen de bütün kalbinle inan. Hiç bir yol bilmesem de, gelmeye kalmasa da mecalim geleceğim inan... Bekle...

Sevgiler büyüttüm
kır çiçeklerinden, güneşin kanını emen
umutlar yeşerttim bahar renginde al yeşil
dağlarda kar erirken ceylanlar emzirdim
melekler uyandırdım her tan ağardığında
toplamak için bütün düş kırıklarını aynalardan
yıldızlarla selam yolladım sana
ve her gece mavi bir kuş tutup avuçlarıma
dudaklara gül ve rüzgar iliştirdim dağların doruklarına
gelmedin.

upuzun köprüler kurdum içimdeki yolculuklara sana kavuşmak için
beyaz günlere uzandım beyaz atlarla, sana getirsinler diye umutlarımı
seninle öpüşürken
beyaz beyaz güvercinler kanat çırpıyordu mavi göklerin burçlarında
bütün ayrılıkların, savaşların, ihanetlerin üzerine bir çizgi çekiyordum
en güzel barış çiçeklerini versin diye dünya

ak alınlı taylar koşarken alnımın çayırlarında
al türkülerle inledim lekesiz sabahlara her bahar
özlemler kanatıp gecelerin sayfalarında
mavi rüzgarların terkisinde sevgiler yolladım sana
çoğaldıkça çoğaldı çılgınlığım
kanımda milyonlarca yıldız tutuştu
alevler içinde parlayan nehirler aktı yüreğime her defasında
her suyun sesine bir damla gözyaşı bıraktım senin için
gül desenli yaylalara bilmedin

bilki sensiz uzak bir dağbaşı ıssızlığıyım
yoksan ürpertilerde tiril tirildir yapraklarım
seni özlemenin korkunç girdabında
göğünü ve yönünü yitirmiş göçmen bir bulut olup
her gece uçurumlara ağlarım

hasret ateşine bürünürken geceler
uzun ayrılıkların dağladığı sevdalarda
korkunç alevler içirdim seni seven yanıma
iç çekmeyi öğrendi bir yanım, acı çekmeyi bir yanım
ve ardından oturup ağladım küskün ırmaklar gibi
karışıp gitti gözyaşlarım çağlayanlara
silmedin

ey kırçıl saçlarımda yıldız tutuşturan
alıp savuran yangınlara yalnızlıklara
hazan bahçelerinde yaralı bir güldür kalbim şimdi
dört mevsim aşkı kanayan
sen ki, yüreğimde demlenen aysın her gece
gözlerimde çiçeklenen aşk
uzun saçlı hasretimsin
geçen bütün mevsimlerde seni bekledim
gelmedin

özlemlerle yaralı bir yağmur bulutuyum şimdi
firari bir hüznün girdabında yitirdim güldesenli sevinçlerimi
bil ki, çağlayan bütün nehirler benim gözlerimdir
benim yüreğimdir ağlayan bütün denizler
su içtiğim bütün pınarlarda seni susarım
seni sorarım geçtiğim bütün yollarda
düştüğüm her uçuruma bir tutam çiçek bırakır gibi
bir tutam kor ve bir demet gözyaşı bıraktım senin için
gelmedin bilmedin silmedin...

Bir gün gökyüzü gülünce ve geçince üşümesi kalbimin
bütün hasretleri yükleyip rüzgarın kanatlarına
yüreğimde taşıdığım sevda aleviyle
upuzun yollardan çıkıp geleceğim sana... Bekle...


NURİ CAN
ScarletSunShine - avatarı
ScarletSunShine
Ziyaretçi
20 Mart 2009       Mesaj #1726
ScarletSunShine - avatarı
Ziyaretçi
Iyi ki şarkılar var... Ilık rüzgarla gelen bir müzik sesiyle dalıverdim uzaklara; "Aşık olmak günahsa ben bir günahkarım, pişman değilim tanrım..." diyordu yumuşak bir ses... bir sızı saplandı ilk önce kalbime... sensizlik yüreğimi yakıyordu, sana hasrettim... sarı kurumuş yapraklar arasında yürürken rüzgarın yüzüme vurmasıyla kokunu duydum sanki... yalnızdım... mutsuzdum, sen yoktun... ebediyen gitmiştin... Şimdi yanımda olsaydın kollarınla beni sarar, yüzüme dağılan saçlarımı parmaklarınla düzeltirdin.. iki taraftan kulaklarımın arkasına sıkıştırır, "Böyle daha güzel aşkım"derdin.. yüzüme düşen saçlarıma tuzlu gözyaşlarım karışıyor şimdi. "Sakın ha ağlama, seni birgün bile ağlarken görmek istemiyorum" derdin bana... şimdi bir yerlerden bakıyorsa gözlerin üzülüyorsundur... ama gözyaşlarıma söz geçiremiyorum sevgilim... Hani biz sonsuza kadar mutlu olacaktık? Hani birbirimizi terketmiyecektik? Neden beni tek başıma bırakıp gittin aşkım.? Kaza haberin geldiğinde inanamadım... evimizden nasıl çıktığımı bile hatırlamıyorum... hastanede seni öyle kanların içinde baygın bir şekilde görünce dünya başıma yıkıldı... elini tuttum ve sen gözlerini açtın "Sakın ha! Sakın elimi bırakma" dediğin zaman bile "Gözlerindeki ormanda yağmur yağmasın" dedin... yanaklarımdan süzülen sicim gibi yaşlar yüzüne döküldüğünün farkında bile değildim.. ameliyathanenin kapısına kadar elini hiç bırakmadım ve mecburen elini ayırdılar benden.. saatlerce o odada kaldın... çıktığın zaman komadaydın... doktorlar ümitsizce gözlerime bakıyordu... seni odana götürdüler.. neydi, neden o makinaları vücuduna bağlamışlardı.? Sen yaşayacaktın.. beni bırakmayacaktın yemin etmiştin..yavaşça elimi elinin üzerine koydum.. hiç kıpırdamıyordun... günlerce başucunda bekledim... farkında bile değildin... hep uyuyordun... yanında seni beklerken; geçirdiğimiz günler bir film şeridi gibi gözlerimden geçti... beni kızdırmaların, sinirletmelerin ve ondan sonra gönlümü almak için bütün evi ben yokken çiçek bahçesine çevirmen... doğumgünlerimizde birbirimize aldığımız müzik kutuları... hani son doğumgününde sana mavi bir kazak almıştım da hemen giyip mankenlik yapmıştın ya ve ben seninle dalga geçmiştim sen de pastayı alıp yüzüme yapıştırmıştın ve sonra da bütün evi pastayla alt üst etmiştik... ne kadar deliymişiz, ne kadar aşıkmışız... mavi kazağını son gördüğümde kanlar içindeydi.. kaza günü onu giyiyormuşsun meğer... çok sinir ettin beni, nasıl çıkacak şimdi kazaktaki kan lekeleri? Olmadı şimdi, iyileşir iyileşmez kazağını sen yıkayacaksın.. onu sana ben aldım atmak olmaz ki... Hala uyanmadın... bir hafta geçti hiç bir kıpırtı yok...doktorların biri gidiyor biri geliyor.. söyledikleri hiçbirşeyi artık anlamıyorum.. bu arada o yağmurlu gün geldi aklıma.. bisikletlerle yarış yaptığımız o gün.. hani ani bir yağmur başlamıştı da eve zor yetişmiştik.. balkonda durup yağmuru izlerken bir gün bebeğimiz olursa ismini Yağmur koyalım demiştik... bizim yağmurumuz yaz yağmuru olsun demiştik... Ve bir gün daha geçti işte, yanında sen o yatakta hareketsiz yatarken bir gün daha geçti... elim elinde.. ve başım yatağın yanında, kendimden geçmişim.. ve aniden elin elimde kıpırdadı.. aniden kırmızı, şiş gözlerimi sana çevirdim... ve gözlerini açtın... o halinle bile gülümsüyordun bana... dudaklarına küçücük bir öpücük kondururken sessizce gözlerimden yine bilinçsizce tuzlu gözyaşlarım dudaklarına düştü... kızar gibi yine baktın bana... "Tamam" dedim "Ağlamıyacağım..." Gözlerime baktın buğulu... hiç beklemediğim bir anda dudakların kıpırdamaya başladı "Affet beni" dedin, "Birbirimizi terketmiyecektik, hala daha da seni terketmedim ama..." dedin ve gerisini duymak bile istemiyordum, parmaklarımla dudaklarını kapattım, "Konuşma, yorulma, sonra konuşuruz" dedim ama başınla "Şimdi" dercesine işaret ettin... "Şehre inmiştim, yıldönümümüz için beğendiğin tek taşlı pırlanta yüzüğü alacaktım, aldım da... yanında 25 tane gül vardı, arabanın torpido gözünde yüzüğün, koltukta da güllerin vardı" dedin... ve devam ettin "Hayatımda geçirdiğim en güzel yılları seninle paylaştım, gözlerim, kalbim hep yanında olacak, arabadan emanetlerini almayı unutma" dedin bana... gözlerimdeki yaşları artık durduramıyordum... "Bir dahaki sonbahara yürüdüğümüz yolda yanlız yürüyeceksin ve çok güçlü olacaksın, beni affet aşkım seni bensiz bırakıyorum, seni canımdan çok seviyorum, son bir öpücük ver bana" dedin ve bir elim elinde bir elimle alnını okşarken istediğini yaptım dudakların sıcaktı ve aniden makineden ince bir ses geldi, elin elimden kopuverdi.... Gözlerin yavaşca kapandı... Doktorlar koşup geldiler... öylece orda kalıverdim hareketsiz kaldım, donmuştum, sen yoktun artık... doktorlar seni götürdüler... artık sen yoktun, yanlızdım.. Ve şimdi sensiz geçen ilk sonbahardayım& yürüdüğümüz yolda kurumuş yaprakların arasında tek başınayım. Arabadan bana getirdikleri emanetlerimin biri evde diğeri parmağımda... yüzüğünü yaşadığımı sürece parmağımdan, güllerini yatağımın yanından hiç ayırmayacağım... mavi kazağını yıkadım, temizledim... yastığının üzerinde duruyor.. Hazan mevisimi, hüzün mevsimi... aşk mevisimi.. ayrılık mevsimi... Kulağımda bana söylediğin şarkıyla yürüyorum tek başıma söz verdiğimiz gibi sarı yapraklı yolda....

"SANA RÜYA DIYEMEM, SENDEN UYANAMAM KI
NEREDE OLURSAN OL, SENINLEYIM BEN SANKI
BULUTLU GÜNEŞIMSIN, SEVGILIMSIN BENIMSIN
YAZ YAĞMURUM, KIŞ GÜLÜM, NEŞEMSIN KEDERIMSIN
SENINLE DOLU DÜNYAM, GÜNDÜZÜM GECEM SENSIN
ÖLSEMDE AYRILAMAM, BENLIĞIM RUHUM SENSIN..."

Biliyorum her an her saniye benimlesin, beni izliyorsun. Iyi ki şarkılar var ve şiirler. Sen sözünü tutmadın, beni bırakıp gittin. Belki birgün aşkım... Bu yağmurlar diner ve biz yine birlikte oluruz hiç ayrılmamacasına.

"HER YERDE HATIRAN VAR, HERŞEY SENINLE DOLU
HERŞEYDE SENIN IZIN, BU YOL AŞKININ YOLU
ALAMAZ BIN SEVGILI KALBIMDEKI YERINI
SANKI IÇIMDE AÇAR BU SARMAŞIK GÜLLERI.... "

Iyi ki şarkılar var...
Daisy-BT - avatarı
Daisy-BT
Ziyaretçi
22 Mart 2009       Mesaj #1727
Daisy-BT - avatarı
Ziyaretçi
AYAZDA İKİ YÜREK


Bu sabah beni uyandırmadan işe gitti. Giyindiğini duydum, ama kalkmadım. Kalkmak istemedim. Bir ara yatağa eğilip bir süre yüzümü seyretti. Soluğunu hissettim. Uyumadığımı fark etti sanıyorum. Ama bir şey demedi. Gözlerim kapalıydı, ama yüzüme umutsuz bir hüzünle baktığını hissettim. Günlerdir doğru dürüst bir şey konuşamıyoruz. Birbirimizden saklanarak yaşıyoruz sanki.
Oysa bir yıl önce ne büyük bir hevesle başlamıştık birbirimizi sevmeye... 5 aydır bende kalıyor. Günlük hayatın o basit, o bayağı ayrıntıları sevgimizi acımasızca kemiriyor. Ama o bu konuyu açmaktan ısrarla kaçıyor. Ne zaman ilişkimizin nereye gittiğini konuşmak istesem, ya konuyu değiştiriyor, ya kaçamak cevaplar veriyor...
Kalktığımda mutfakta notunu gördüm sevgilim, öyle güzel uyuyordun ki, uyandırmaya kıyamadım. Bu gece işyerinde nöbetçiyim. Beni merak etme. Sevgiyle, yazıyordu... Notunu okuyunca gözlerim doldu. Bir bıçağın ucu kalbimde hafifçe gezindi sanki... Ona karşı hoyrat davrandığımı hissettim bir an. İlişkimizin sürmesi için asıl çırpınan oydu sanki. Bir de bana bu aralar çok ihtiyacı vardı. Başka bir eve taşınacak gücü yoktu. Aslında ben de onu hayatımdan kolay kolay çıkaramazdım. Bir tek onunla huzur içinde uyuyabiliyordum.Bu sevginin en gerekli koşullarından biridir, bilirsiniz.
Ama başka bir sevgiliyi, başka bir aşkı özlüyordum. Ve bu kentten uzaklara, çok uzaklara gitmek istiyordum. Hem onsuz uyuyamıyordum, hem de çok yalnızdım. Ben ondan uzaklaştıkça, o da benden uzaklaşıyordu. Uzaklaştıkça ruhumuz üşüyor, üşüdükçe de örtünüyor, birbirimizden gizleniyorduk. Gizlendikçe daha bir yalnızlaşıyorduk... Bütün gün onu düşünüp içtim. Başka hiçbir şey yapmadım. Akşam oldu. Şehrin ışıkları yandı. Kalktım internetimin başına geçtim. Aslında yaptığım büyük bir hataydı. Bu ilişkiyi tamamen bitirebilirdim. Ama nedense kendime karşı koyamadım. Ve internette onun sayfasına girdim...
Sayfasının ismi Ayazdaki Bir Yürek?ti. Fransız yönetmen Claude Saute'nin bu filmini birlikte gözyaşları içinde seyretmiştik... Filmin ismini günlerce sayıklayıp durmuştu. Benim de yüreğim hep ayazdadır, diyordu. Sinema tutkunuydu. Para bulduğunda çekmeyi düşündüğü birsürü senaryosu vardı... Ama parası hiç olmuyordu. Zamanının daraldığını düşünüyor, yaptığı işlerin onu asıl yapmak istediklerinden uzaklaştırdığını fark ettikçe hırçınlaşıyor, bu yüzden çalıştığı yerlerde fazla barınamıyordu... K
endimi tiyatrocu Ümit olarak tanıttım ona... Dedim ya, yaptığım büyük bir hataydı diye...
- Sizi tanımak istiyorum.. Ben tiyatroyla uğraşıyorum. Adım Ümit. Arada sırada dublaj yaparım. Adını söyledikten sonra, onu aramama iten nedenin ne olduğunu sordu.
- Sitenizin ismi Ayazda Bir Yürek. Yanılmıyorsam bu bir filmin adı.
- Evet, Claude Saute?nin filmi. Çok etkilenmiştim. Siz seyrettiniz mi?..
- Seyrettim. Ben de çok etkilenmiştim. Sinemayla ilgilisiniz galiba.
İlgili ne demek. Sinema benim tek tutkumdur. Senaryo yazıyorum. En büyük idealim yazdığım senaryoları çekebilmek... Ama para meselesi işte...
- Şu an ne iş yapıyorsunuz?
- Reklamcılıkla ilgili bir dergide editörlük yapıyorum.Çok sıkılıyorum ve atılmam an meselesi... Sizin işler nasıl?
- Pek iyi sayılmaz, hatta berbat diyebilirim. Tiyatro çevresini bilir misiniz, bilmem. Hep ahbap çavuş ilişkileri geçerlidir. Yoz, çürümüş bir dünya. İdealist, dürüst insanlara yer yoktur bu dünyada...
-Desenize sinema dünyasından pek bir farkı yok. Peki söyler misiniz, bizim gibi insanlara ne zaman şans tanınacak?
- İşimiz çok zor. Ya kurallara uyacağız, ya da köşemizde bekleyip hüzün biriktireceğiz... - Hayır, ben köşemde oturup beklemek istemiyorum. Mutlaka birşeyler yapmalıyım. -Şu an neredesiniz? -Lanet olası işyerimdeyim. Bitirilmesi gereken sayfalar var. Yarın dergi baskıya girecek. Ya siz, siz neredesiniz?
- Ben evimdeyim. Ve canım hiçbir şey yapmak istemiyor. -Yalnız mısınız? - Evet, yalnızım. - Birlikte olduğunuz kimse yok mu? -Neden sordunuz? - Hiç işte, öylesine sordum. - Hayatımda biri var. Ama şu an evde değil. -Peki siz, sizin hayatınızda biri var mı
- Evet, var... - Ne iş yapıyor?
- Yazar. Oldukça da tanınmış bir yazar. Bir yılı aşkındır beraberiz.
- Nerede yazıyor?
- Nerede yazdığını söylemesem. Onu bilmenizi istemiyorum. Kitapları da var. Peki, siz ne zamandır birliktesiniz?
- Ne tesadüf bizim de ilişkimiz bir yılı aştı. Ama yolunda gitmeyen şeyler var. Tıkandık. Galiba. Birbirimizden gizlenerek yaşıyoruz ne zamandır. Aynı evdeyiz, ama birbirimizden çok uzaktayız...
-Bizim ilişkimiz de pek farklı sayılmaz. Biz de tıkandık. Ne zamandır yoğunlaşamıyor bana. Varsa yoksa yazıları ve okurları. Bazen beni görmediğini bile düşünüyorum. İlişkimiz tıkandıkça kendini yaptığı işe daha çok veriyor ve benden daha çok uzaklaşıyor.
-Hayatında başka biri olabilir mi? -Biri değil, birileri var. Flört etmeyi çok sever. Ama ilişkiler biraz derinleşmeye, ciddileşmeye başlamaya görsün, hemen bitirir. Bağlanmaktan çok korkar. -Peki, nasıl katlanıyorsunuz bu duruma, çok zor olsa gerek. Ben olsam dayanamazdım. Ayrılmayı düşünmüyor musunuz?
- Çok düşündüm. Ama bu konuda biraz korkağım galiba. Bir de ona çok alıştım. Yalnızca onunla uyuyabiliyorum.
- Sizin de hayatınıza başkaları giriyor mu?
- Evet, giriyor. Ama hiçbiri onun yerini tutmuyor. Hay Allah, neler konuşuyorum sizinle ben böyle... Ben en yakın arkadaşlarımla bile bunları rahat konuşamıyorum...
- Ama bana rahatça anlatıyorsunuz...
-Bilmiyorum, belki sizi hiç tanımadığım için, bana bir yabancı olduğunuz için bu kadar rahatım sizinle... Hiç tanımadığı insanlara daha kolay anlatıyor insan kendisini... Peki, siz birlikte olduğunuz insanla her şeyinizi konuşabiliyor musunuz?..
- Evet, desem yalan olur. Ben de sizin gibi hiç tanımadıklarıma daha rahat anlatıyorum kendimi... -Sevgilinizin yerinde olmak istemezdim...
-Ben de sizin sevgilinizin yerinde olmak istemezdim. - Hayatımız ne kadar yorucu değil mi? Belirsizlikler beni çok yıpratıyor. Her şey net olsun isterdim. Hiç tanımadığım birine en gizli şeylerimi anlatmak bana acı veriyor. Kendimden utanıyorum. Ama yine de yapıyorum. Ne kadar yalnızım demek ki, ne kadar susamışım birine kendimi anlatmaya... Sabah işe gelirken onu uyurken seyrettim. Öyle masum görünüyordu ki... Neden hiç başladığı gibi sürmez ilişkiler... - Aşk çok güzel birşeydir, ama kısa ömürlüdür. -Kısa ömürlü olduğuna inanmıyorum. Aşkta Sahip olduklarımızın değerini bilmiyoruz, hemen tüketiyoruz. İlk günlerimizi öylesine çok özlüyorum ki. Soluk alamazdım bazen. Kış günü bütün pencereleri açardım. Yanımdayken bile özlerdim. Soluksuz kalıp öleceğim sanırdım hep. Nereye dokunsam ona dokunmuş gibi olurdum. Nereye gitsem beni gördüğünü hissederdim. Tanrım gibiydi o. Bedenime dokunurdum ve dokunduğum yer hazla titrerdi. Çünkü kendime dokunduğumda ona dokunmuş gibi olurdum. Kanardı dokunduğum heryerim, tıpkı onunla sevişirken kanadığı gibi... Ama son zamanlarda onu öptüğümde bir boşluğu öper gibiyim... Artık birbirimize tahammül etmek zorundayız. Para biriktiriyorum, ayrı bir eve çıkmak için. Bir süre daha onun evinde kalmaya ihtiyacım var.
- O bunları biliyor mu?
-Biliyor, ama bunları hiç konuşmuyoruz onunla. Gitmemi bekliyor sanırım. Yalnızlığı ve yazılarıyla baş başa kalmak istiyor ve uzaktaki bir sürü sevgilisiyle... Ayazda iki yüreğiz biz şimdi... -Soluksuz kalırdım, dediniz ya, aklıma bir şey geldi. Gazetelerden birinde yazmıştı.Küçük bir çocuk karpuz yerken, kaçırmış. Aradan günler geçmiş. Çocuk gittikçe soluk almakta zorlanıyormuş. Tıkanmaları artınca doktora götürmüşler. Röntgen çekilmiş ve soluk borusunda karpuz çekirdeğinin kök yaptığı görülmüş...Soluğunu tıkayan buymuş. Hemen ameliyata sokmuşlar ve bu kökü söküp almışlar. Çocuk rahat soluk almaya başlamış. Ama birkaç gün sonra ölmüş!.. Aşktan söz edilince hep bu olay gelir aklıma. Aşıkken soluk almakta zorlanırız,ama aşk olmayınca, onu bizden aldıklarında ölürüz. Ve kimse niye öldüğümüzü anlamaz...
- Çok kötü oldum. Bütün bedenim ürperdi.Bana ne yaptınız böyle. Her şeyi unutmaya çalışıyordum oysa. Bütün duygularım ayaklandı birden... Sizde anlayamadığım bir şey var...
- Nasıl bir şey? - Sanki sizi çok eskiden beri tanıyormuşum gibiyim... Biliyor musunuz, insanda uzun yola çıkmak duygusu uyandırıyorsunuz.
- Aşık olduğumu hissettiğim anlarda uzun bir yola çıkmayı çok isterim..
-En çok nereye mesela?..
- Trabzon?daki Uzungöl?e... Orada hem kendinizi sonsuzluk içinde hissedersiniz, hem de acı veren, ama şefkatli bir korunaklılık içindesinizdir.... Tıpkı aşk gibi... - İnanmayacaksanız belki ama, ben de orasını düşünmüştüm.Ne tuhaf, internette kurulan dostluklara, yakınlıklara pek inanmaz, gülüp geçerdim. Ama şu an sizi görmeyi ve yüzyüze tanışmayı öyle çok istiyorum ki... - Farkında mısınız, sabah oluyor?..
- Evet, vaktin nasıl geçtiğini farketmemişim bile. Peki siz, siz benimle yüzyüze görüşmek istiyor musunuz?
- İstemiyorum, desem yalan olur... Hatta ben sizinle hemen bugün Uzungöle yola çıkmak istiyorum..
-Siz ciddi misiniz, yoksa benimle dalga mı geçiyorsunuz? - Hayır, hiç olmadığı kadar ciddiyim. Ama siz bu yolculuğa hazır mısınız, sorun o...
- Hazırım... Ben biraz deliyimdir.Siz benim deli yanımı bilmiyorsunuz daha...
- Peki işiniz, asıl önemlisi sevgiliniz...
- İşimin canı cehenneme. Zaten bugün yarın çıkartacaklardı. Onlar atmadan ben ayrılırım şerefimle...
- Peki sevgiliniz?..
-Nasıldı o dizeler:Can çekişen aşkları vurmalı / Vurmalı ve sıradan bir intihar süsü verilmeli... Akif Kurtuluş?un dizeleri yanılmıyorsam..
-Sevgilinizin yerinde olmak istemezdim...
-Nerede ve kaçta buluşuyoruz?
- Atatürk Kültür Merkezi'nin önünde, saat 12.00?de...
Peki sevgilinize ne diyeceksiniz?
- Onu arar, herşeyi söylerim, o işi bana bırakın. Hadi, şimdilik hoşçakalın... Ve birkaç dakika sonra telefonum ardarda kez çaldı. Açmadım tabii ki, telesekreter devreye girdi. Telesekreterin sesini iyice açtım. Konuşması tedirgindi. Beni incitmekten korktuğu belliydi: Canım, birbirimizi çok sevdik, ama ne zamandır sevgimiz bizi korumuyordu.Son günlerde ikimizde çok yalnızdık. Bitmesi ikimiz için de iyi olacak. Seni hep güzel anmak istiyorum. Uzun bir yola çıkıyorum. Beni merak etme ve bekleme. Belki bir gün seni ararım. Hiç beklemediğin bir anda... Seni incittiysem bağışla.
Evet, ben de en az onun kadar deliydim. Hemen bavulumu hazırlamaya koyuldum. Beni görünce ya mahvolacak ya da uzun yola çıkacaktık. Birlikte ne zamandır çıkmayı düşlediğimiz, ama birtürlü çıkamadığımız o uzun yola...

CEZMİ ERSÖZ
ScarletSunShine - avatarı
ScarletSunShine
Ziyaretçi
28 Mart 2009       Mesaj #1728
ScarletSunShine - avatarı
Ziyaretçi
Ben Sana Kalbimi Verdim Sabah erken terminale indim. Çantamı yere bırakıp öylece beklemeye başladım. Bilinçsizce gözlerim etrafı tarıyordu, biliyorum beklemiyordun ama yinede gözlerim seni arıyordu eskiden kalma bir alışkanlıkla... Sen uzun bir zaman önce gitmiştin bu kent de biliyorum ama inatla gözlerim seni arıyordu yine de, arada geçen bunca zamana rağmen...

Soğuktu, Ankara’ya kar yağıyordu, üşüyordum... Benim de düşlerim yağdı Ankara’ya... Ellerimi cebime soktum bir süre öylece bekledim... Sanki biraz sonra bir köşeden çıkıp gelecektin, sadece birazcık geç kalmıştın; koşarak çıkıp merdivenleri gelip sarılacaktın hasretle...

Biliyorum uzaklardasın şimdi .. Kimlerlesin kimbilir, yalnızsın belki de benim gibi şu an..? Oralar da soğuktur belki, üşüyor musun..? hala canını sıkıyor mu, bir ömür tükettiğin bu hayat kavgası..?
Beni sorma! Suyu tükenmiş limanların denizlerine yürüyüp duruyorum hala... Hayatımın sesi kısılmış, yaşlanmış dudaklarımdaki kelimeler, kimse aramıyor, anlamıyor beni... Unutulmuşum anlayacağın...

Beklerken gözlerin geldi gözlerimin önüne, dudakların, duruşun, gülüşün, sevgiyle bakışın... Sonra aklım ayrılığın bir burgu gibi işlediği yüzüne bakmaya, elini tutmaya korktuğum günlere gitti. Burgu ağır ağır işliyordu içime, ağır döndüğü içinde daha çok acıtıyordu...

Yıllardır bu terminale her gelişimde aynı acıyı duyarım, aynı özlemi hissederim, aynı hüznü yaşarım... Oysa aradan uzun yıllar geçmişti ama her şey daha dünmüş gibi gözlerimin önünde canlanıyordu...
Ne zaman bu terminale insem içim burkulur, gözlerim durup durup dolar. Her esen yelde, yağan yağmurda, çağlayan ırmakta, uğuldayan ormanda senin kokunu duyarım...
Her esintide soluğunu hissedip içime ferahlık dolar ve her yokluğunu yokladığımda ruhum sızlar.

Çekip gitmiştin kalbinin bütün kapılarını kapatarak ardında.. Durmadan büyüdü içimde yokluğun. Günler aylar, yıllar geçip gitti ardına bakmadan ama sen yoktun gelmiyordun... Gelmiyeceğini biliyorum beklemem nafile ama yine de köşe başlarına bakıyorum belki bir köşeden çıkar gelirsin diye.. Uzaktasın oysa ki bir ömür kadar... Özlem tek yönlü bir yol işte gidip de dönmeyen...Ve sen bir yel gibi esip gittin hayatımda ardına bakmadan, ben yelkenleri kırık tekneler gibi bakakalmıştım yorgun denizler üzerinde...

Seni ne zaman ansısam bir hüzün şarkısı kırılır kalbimde; hiç unutamadım ki seni zaten, yıllar oldu buraları terkedip gideli, yıllar oldu ayrıyız, dudaklarımız biribirinden uzak, bedenlerimiz, ellerimiz, gözlerimiz uzak. Oysa aşk karşılıklı sevmektir, dokunmaktır, gerçek aşk paylaşmaktır hayatı. Hala kulağım sesinde, gözlerim etrafta seni arıyorum, çok uzaklarda olduğunu ve gelmeyeceğini bile bile... Kırık bir tebessümdür anımsadığım, bir sevda türküsüydü adın... Herkese bir şeyler verilir belki ama ben sana kalbimi verdim... Kalbimi de alıp gittin beraber...

Çekip gittin hayatımdan düşlerimi ve anılarımı sarsarak.. hayatımda artık mutluluk olmayacak, teselli olmayacak. Hep bir boşluk, hep acılar, hüzünler olacak...

Şimdi güz sonu, kışa giriyoruz ben dört mevsim baharı yaşadım seninle. Dört mevsim çiçek açtın kalbimde, taze bir yaprak gibi yeşildin, sevgi çiçeğiydin, üzerine çiğ taneleri düşmüş kırmızı güldün, maviydin, beyazdın bütün renklerde sevmiştim seni...
Seni severken hayatı da sevmiştim ben, dünyayı da,insanları da...

Uçup gitti şimdi sevgi kuşları hayatımda. Günlerin, gecelerin tadı yok. Leylası kaybolmuş bir mecnunum, Hiçbir çöl kabul etmiyor beni artık Soğuk karanlık gecelerde kayıp çocuk resimleridir hüznün bir başka adı. Gittiğinden beri kayıp içimdeki çocuk...
anası - avatarı
anası
Ziyaretçi
1 Nisan 2009       Mesaj #1729
anası - avatarı
Ziyaretçi
Smiley9Smiley9Smiley9BowWalkingWaveWiggleDon't KnowHysteric:ki ss:BebeCheerleadermeraba
nası eğleniyomusunuz bu site güzelmi yararlımı sizce ben daha yeni üyeyimde bana biraz tanıtırmısınız?buraları ben anası
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
10 Nisan 2009       Mesaj #1730
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Bir gün Peygamber efendimiz Cebrail aleyhisselama Cehennemi sordu.
Cebrail aleyhisselam da uzun uzun Cehennemi anlatti. Peygamber efendimiz anlatilanlara dayanamayip bayildi. Ayildiginda buyurdu ki:

- Ey Cebrail, böyle siddetli, felaket yere benim ümmetim girecek mi?
- Evet. Ümmetinin büyük günah isliyenleri Cehenneme girecektir.
Bunun üzerine Peygamber efendimiz cok agladi. Cebrail aleyhisselam da agladi. Sonra odasina cekildi. Sadece namaz icin disari cikiyor bunun disinda kimseyle görüsmüyordu.
Peygamber efendimizin disari cikmayisinin ücüncü günü hazreti Ebu Bekir kapısının önüne gelerek.
- Resuluüahi görmek mümkün mü? diye seslendi. Fakat, icerden bir cevap gelmeyince agliyarak kapidan ayrildi.
Sonra hazret-i Ömer gelip, ayni sekilde söyledi. Ona da cevap gelmeyince agliyarak oradan ayrildi.
Sonra Selman-i Farisi hazretleri geldi. Ona da bir cevap verilmeyince, agliyarak hazret-i Alinin evine gidip durumu anlatti. Hazret-i Fatima hemen hane-i saadete kostu.

- Ey Allahin Resulü ben kiziniz Fatima, dedi.
Peygamber efendimiz o anda secdeye kapanmis ümmeti icin agliyordu.
Hazreti Fatima, kapi acilip iceri girince babasinin aglamaktan yüzünün sarardigini gördü.
- Babacigim size böyle ne oldu? diye sordu.
Peygamber efendimiz buyurdu ki:
- Ey Fatima, bana Cebrail gelip Cehennemi, tabakalarini anlatti. Ümmetimden büyük günah isliyenlerin Cehenneme atilacagini bildirdi, iste beni aglatan kederlendiren budur.

Sonra Hazreti Fatima, ümmetinden günah isliyenlerin Cehenneme nasil gireceklerini sordu. Peygamber efendimiz söyle anlatti:

- Günahkarlar tutulup Cehenneme götürülürken, "Ya Muhammed" "Ya Muhammed" diye bagirarak giderler. Fakat, Cehenneme yaklasip Cehennem meleklerini görünce, bunu unuturlar.
Melekler:
- Sizler kimlersiniz, diye sorduklarinda
- Biz, kendilerine Kuran inmis olanlardan ve Ramazanda oruc tutanlardaniz, derler.
Melekler de:
- Kurani kerim Muhammed aleyhisselamin ümmetine inmistir, derler.
Bunun üzerine Peygamber efendimizin ismini hatirlayip
- Bizler Muhammed aleyhisselam ümmetindeniz, derler.
Melekler de:
- Kurani kerimdeki Allahü tealaya asi olan kimselerin hallerini bildiren ayetlerden haberiniz yok muydu? diye sorar.
Onlar da:
- Vardi fakat gaflete geldik, Seytana uyduk, derler.
Hallerine cok üzülürler. Meleklerden izin isteyip hallerine uzun zaman aglarlar. Gözyaslari kalmaz, gözlerinden kan akmaya baslar.
Sonra melekler onlara derler ki:
- Bu aglamaniz bosunadir. Eger dünyada böyle aglasaydiniz faydasi olurdu. Dünyada iken Allah korkusu ile aglasaydiniz simdi burada aglamazdiniz.
Sonra meleklere emir gelir:

- Atin onlari Cehenneme..!!


ALINTIDIR


user online reputation report

Benzer Konular

3 Aralık 2006 / Misafir Genel Mesajlar
16 Mayıs 2014 / NihLe Müslümanlık/İslamiyet
11 Haziran 2013 / Misafir Forum Oyunları
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar
20 Haziran 2012 / ThinkerBeLL Edebiyat