Arama

Hikayeler ve Öyküler -2- - Sayfa 174

Güncelleme: 17 Şubat 2016 Gösterim: 589.346 Cevap: 1.812
BiRuMuT - avatarı
BiRuMuT
Ziyaretçi
26 Nisan 2009       Mesaj #1731
BiRuMuT - avatarı
Ziyaretçi
Genç kız feci bir hastalığın pençesinde kıvranıyordu. Yaralı kalbi artık bu dünyaya daha fazla dayanamamaya başlamıştı. Çok zengin olan ailesi tüm gazetelere, kalp nakli için ilan vermişlerdi... Canını feda edecek birini arıyorlardı... Genç kız ise hergün hastahane odasında biraz daha solmaktaydı. Yine yalnızdı odasında, gözü yaşlı, boynu bükük ölümü bekliyordu... Gözlerini kapadı, bu küçük odada gözyaşı dökmekten bıkmıştı... Yinede engel olamadı pınar gibi çağlayan gözyaşlarına. Sevdiği geldi aklına, fakir ama onu seven sevgilisi... Hergün aynı şeyleri düşünüyor, anıları bir film şeridi gibi gözünün önünden geçiyordu..."Param yok ama sana verebileceğim sevgi dolu bir kalbim var" demişti delikanlı... Genç kızda zaten başka birşey istemiyordu...Sevgiye muhtaç biri, sevdiğinin sevgisinden başka ne isteyebilirdiki... Ama olmamıştı işte, dünyalar kadar olan sevgilerinin arasına, o lanet olasıca para girmeyi bilmiş, onları ayırmıştı... İşte paranın geçmediği zamanlara gelmişlerdi.. Ne önemi vardı artık? Şu son günlerinde, sevdiği yanında olsa yeterdi... Ayrılıklarından bu yana 5 bitmeyen, çile dolu yıl geçmişti...Her günü zehir, her günü hüsran...Ama genç kız hep sevgisini yüreğinde taşımış, kalbini kimseyle paylaşmamıştı. Sevdiğini düşündü işte o an.. Acaba o neler yapmıştı bu kadar sene boyunca.. Kimbilir kiminle evlenmiş, çoluk çocuğa karışmıştı... Gözlerinden bir damla yaş daha damladı kurumuş, bitmiş ellerine. Ellerine baktı, bir zamanlar ellerinin, elerini tuttuğunu hayal edip, her gün saatlerce ellerini seyrederdi... En çokta saçlarının dökülmesine üzülüyordu. Çünkü sevdiği öpmüş, koklamıştı onları. Her bir tanesi koptuğunda, kalbine bir ok daha saplanıyordu. Kalbi yine sızlamaya başlamıştı.. Belki sevdiği yanında olsa, kalbi bu kadar yorulup, veda etmezdi yaşama... Zaten artık ölüm umrunda değildi genç kızın. Sevdiğinden ayrı yaşamanın ölümden ne farkı vardı ki.. Tekrar o geldi aklına... Keşke keşke yanımda olsa dedi. Son bir kez elini tutsa yeterdi. Gözlerini son bir kez öpse, rahatça ebediyen gözlerini kapatabilirdi artık... Gözleri pınar gibi çağlamaya başladı. Sevdiğini son bir kez göremeden ölmek istemiyordu.. Ufakta olsa ondan bi hatırasını almadan bu dünyadan göçmek istemiyordu... Oysa sevdiği, kimbilir kiminle beraberdi...Kendi sevgi dolu kalbinin kimseyle paylaşmayı düşünmemişti bile, ama acaba o paylaşmış mıydı? Onun sevgisini silmiş atmış mıydı acaba kalbinden? İçi birden nefretle doldu. Üstüne büyük bir ağırlık çöktü. Onu düşündükçe her dakikasının zehir olması artık çok daha ağır geliyordu genç kıza... Ölmek istedi, artık yaşamak istemiyordu bu dünyada.. Ama sevdiğinden bi hatıra almadan ölmeyeceğine and içmişti. Tekrar gözlerini açtı. Kimbilir belkide sevdiği onu unutmuştu.. Bu düşünceler içinde derinliğe daldı... Birden babası girdi odaya, kızına kalp nakli için bir gönüllü bulduklarını müjdeleyecekti. Fakat genç kız çoktan uykuya dalmıştı.. Bir meleği andıran masum yüzü, sevdiğinin özleminden sırılsıklamdı... O gece biri gözlerini dünyaya kapadı, genç kız ameliyata alındı. Tekleyen ve görevini yerine getirmeyen kalbi değiştirilmişti. 1 hafta sonra tekrar gözlerini açtı dünyaya genç kız. Ama dünya daha farklı geldi ona. Sanki birşeyler eksikti... Aradan aylar geçmiş genç kız artık iyice iyileşmişti. Ama içindeki burukluğu bir türlü atamıyordu. Sevdiği aklına gelince kalbi eskisinden daha çok sızlıyordu.. Bir kere, bir kere görebilsem diye mırıldandı... Kalbi yine sızlamaya başlamıştı. Yeni kalbi onu iyileştirmişti ama nedense her gece aniden hızlanıyor, onu uykusundan uyandırıyor ve sanki yerinden çıkacakmış gibi atmaya başlıyordu... Genç kız bir anlam veremediği bu durumu doktora anlamış, ama ameliyat kolay değil, bir aydan geçer demişti doktor. Aylar geçmişti ama hala aynıydı durum. Çiçeklerinin yanına gitti. Hergün onlarla saatlerce dertleşiyor, zaman zaman ağlıyordu onlarla.. En çokta kan kırmızısı gülünü seviyordu. Çünkü kırmızı gülün onun için yeri apayrı idi. Oda genç kızla beraber gülüyor, onunla beraber ağlıyordu. Onu sevdiği gibi görüyordu genç kız. Ve gülünü sevdiğini ilk gördüğünde ona hediye edeceğine dair yemin etmişti. Başka türlü paylaşamazdı gülünü kimseyle... Kapı çaldı aniden. Kapıyı açtı ama kimse yoktu. Gözü yerdeki beyaz zarfa ilişti. Yavaşça eğilip zarfı yerden aldı. Birden kalbi deli gibi atmaya başladı. Ne olduğunu anlayamıyordu. Zarfın üzerinde ne bir isim, ne bir adres vardı. Zarfı açtı, içinden beyaz bir kağıda yazılmış bir mektup çıktı. Kalbi daha hızlı atmaya başladı. Onun kokusu vardı kağıtta. Evet, onun kokusu vardı. Yılar yılı özlemini çektiği, yanında olabilmek için canını bile verebileceği sevdiğinin kokusu vardı mektupta.. Başı dönmeye başladı. Koltuğuna geçip oturdu yavaşça...Kağıdı açtı. Ve elleri titreyerek okumaya başladı. "Sevgilim, senden ayrıldıktan sonra, bir kalbe 2 sevginin sığmayacağını bildiğimden dolayı, ne bir kimseyi sevebildim, nede kimseye bakabildim... Her günüm diğerinden daha zor geçti, çünkü her gün özlemin dahada artıyordu.. Sana kitapları dolduracak kadar şiirler yazdım. Her biri diğerinden dahada hüzünlüydü. Yazdım, okudum, ağladım... Hergün yazdım, her gün okudum, senelerce ağladım... Her gece seni düşündüm sabahlara kadar, her gece senin yanında olmayı istedim. Ve her gece sensizliğe lanet ettim, uykuları haram ettim kendime, sensiz olmanın acısını gözlerimden çıkardım... Ve bir gün herşeyi değiştirecek bir fırsat çıktı önüme. Bunu fırsatı değerlendirmeyip, kendime haksızlık edemezdim... Ve değerlendirdim... Senden çok uzaklara gittim, belki seni unuturum diye.. Ama tam tersi oldu. Seni daha çok özlüyorum artık... Senden çok uzaklardayım belki, ama yinede seni görmek için uzaklardan gelebiliyorum. Hemde her gece... Seni seviyor, seyrediyor ve eğilip sen uyurken yanağına bir öpücük konduruyorum.. Bazen gözlerini açıp bakıyorsun, geldiğimi bildiğimi sanıyorum ama yine o tatlı uykuna geri dönüyorsun. Yarın birbirimizi sevmemizin 6. senesi... Hep ben geldim şimdiye kadar senin yanına, yarında sen gel olur mu sevgilim.. Ha, unutmadan, sana hep sözünü ettiğim, kalbime iyi bak olur mu? Çünkü gözyaşlarımla, adını yazdım ona...Seni senden bile çok seven bir sevgi var kalbinin içinde... Unutma, kırmızı gülüde unutma olur mu??... Seni Seviyorum, Yanıma Gelinceye Kadarda Seveceğim... Sevgilin...."

Sponsorlu Bağlantılar



arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
29 Nisan 2009       Mesaj #1732
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Bir dağın tepesinde yere düşmek üzere olan bir yaprak içindeki hayalini haykırmış.
"ben denizlere ulaşmak istiyorum.Bir gün denize ulaşacağım ve hayalimi yaşayacağım."
Sponsorlu Bağlantılar
Yaprağın üzerinde bulunduğu ağacın hemen dibinde yatıveren bir kütük boğuk bir sesle;
"ben de "demiş.Ben de denize ulaşmak istiyorum.
Fakat yaprak ona küçümseyen ve alaycı bir ifade ile
"sen asla denize ulaşamazsın.Çünkü beni denize ulaştıracak rüzgar şimdi çıkar gelir.
Bir çırpıda orada olurum.Ancak sen ağır ve hantalsın.Sonsuza dek burada kalacaksın.
" Gerçekten de bir rüzgar çıkmış.
Kuzeyden güneye doğru esen rüzgar bir süre sonra güneyden batıya doğru esmiş.
Tam doğru istikamette iken birden güneyde olan denizin tersine doğru havalanmış.
Bir tepeden diğer tepeye,bir vadiden diğer vadiye sürüklenip durmuş.
En son bir çamura saplanıp kalmış.
Kütük ise yakınındaki akarsuyun denize gittiğini biliyormuş.
Kendini suların kollarına bırakmış ve gitmiş.
Akarsuyun kenarında bir çamura saplanıp kalmış yaprağı görünce ona şunu demiş;

"Unutma sevgili yaprak her hayale giden bir yol vardır.
Gelip geçici rüzgarlarla hayale gidilmez.
Ancak sürekli akan sularla gidilir."

BiRuMuT - avatarı
BiRuMuT
Ziyaretçi
1 Mayıs 2009       Mesaj #1733
BiRuMuT - avatarı
Ziyaretçi
HUZUR

Bir gün bir kral ama halkı tarafindan sevilen bir bilge kral huzuru en güzel resmedecek sanatçıya büyük bir ödül vereceğini ilan eder. Yarışmaya çok sayıda sanatçı katılır. Günlerce çalışırlar birbirinden güzel resimler yaparlar. Sonunda eserleri saraya teslim ederler.

Tablolara bakan kral sadece ikisinden hoşlanır. Ama birinciyi seçmesi için karar vermesi gereklidir. Resimlerden birisinde sakin bir göl vardir. Göl bir ayna gibi etrafinda yükselen dağların görüntüsünü yansıtmaktadır. Üst tarafta pamuk beyazı bulutlar gökyüzünü süslüyorlardı. Resme kim baktı ise onun mükemmel bir huzur resmi olduğunu düşünüyordu.

Diğer resimde de dağlar vardı. Ama engebeli ve çıplak daglar. Üst tarafta öfkeli bir gökyüzünden yağmurlar boşanıyor ve şimşek çakıyordu. Dağın eteklerinde ise köpüklü bir şelale çağıldıyordu. Kısaca resim hiç de huzurlu gözükmüyordu. Fakat kral resme bakınca şelalenin ardında kayalıklardaki çatlaktan çıkan mini minnacik bir çalılık gördü. Çalılığın üstünde ise anne bir kusun örttüğü bir kuş yuvası görünüyordu. Sertçe akan suyun orta yerinde anne kuş yuvasını kuruyor... Harika bir huzur ve sükûn örneği. Ödülü kim kazandı dersiniz.Tabii ki ikinci resim.

Kralın açıklamasi şöyle idi:

"Huzur hiçbir gürültünün sıkıntının ya da zorluğun bulunmadığı yer demek degildir. Huzur bütün bunlarin içinde bile yüreğimizin sükûn
bulabilmesidir."
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
13 Mayıs 2009       Mesaj #1734
arwen - avatarı
Ziyaretçi

Anne Sen Mi Geldin?




Hava soğuktu, insanlar yalnız. Gecenin en karanlık vaktiydi sanki. Adeta acınası bir halde; elleri ceplerinde titreye titreye yürüyordu yalınayak sokakta. Soğuk iliklerine kadar işlemiş olmalıydı ki kendi varlığını dahi hissetmeden, sadece yürüyordu zavallıca. Üzerindeki eski püskü elbiseleri onu daha da zavallı gösteriyordu. Sokak lambasının ışığından duvara yansıyan gölgesinin bile ona acıyarak baktığını hissediyordu. Herkes ona acıyordu… Ama onun için durum tamamen faklıydı. Çünkü o ne kendinin, ne de etrafındakilerin farkındaydı. Ona kalsa o bir şah, etrafındakiler de onun için var olmuş olan piyonlardı. Bu yüzden soğuktan ne kadar titriyor olsa da farklı bir gururla yürüyordu sokakta.

Şizofreni böyle bir şeydi; önce küçük ama gerçekçi hayallerin seni sarmasına sessizce şahit olurdun. Ayrıntıların esiri olur ve daha sonra kendi cumhuriyetini hastalığının yönetmesine izin verirdin. Daha sonra yaptıkların gördüklerinle bütünleşir ve kuşkulu bakışların odak noktası oluverirdin bir anda. Belki de kişiye göre en 'eğlenceli' hastalıktır bu. Çünkü artık yaptığın şeyler şimdiye kadarki en doğru davranışların olurdu.

Kaç adım attığını sayıyordu şimdi de. Hiçte saçma olmayan bir uğraştı bu onun için. Zaten hastalığının en korkutucu yanı da buydu ya. Farkında olmadan bir şeyler yapıyordu ve bunlar onun için gayet normal olmasına karşın aslında çılgınca işlerdi! Şuan sakin olan ara sokaktan caddeye çıkarsa eğer, yoldan geçen arabaların önüne atlayabilirdi… Ve bunu sadece şoförün ne kadar paniklediğini görmek için yapardı…

Aslında o biraz daha farklı olarak önceden hazırlıklı gibiydi buna. Yani başkalarının ne düşündüğünün zerre kadar önemi yoktu onun için hiç bir zaman. Davranışlarını da asla sorguya çekmezdi zaten. O daima doğruyu yaptığına inanırdı.

Yürümeye devam ediyordu. Ayaklarını uyuşukluğu biraz canını acıtıyordu. Hava soğuktu sonuçta. Hissetme yetisini yitirmemişti henüz. Zaten şuan aklında sadece soğuk vardı. Soğuk hava, esen rüzgar… Kimsesizdi, ya da öyle olmak onun işine gelirdi aslında. Yıllardır görmediği ağabeyinin umurunda olduğunu sanmıyordu. Onun kendi hayatı vardı. Birde yüzünü dahi zor hatırladığı babası… Ona dair birkaç anı vardı hatırladığı, sürekli yinelenen kavga sahneleri! Ya da en değerli varlığının katili olarak baktığı oğluna sürekli hakaretler yağdırması… Soğuğu yüzüne vuran rüzgarla kendine geldi. Donmak üzereydi!

Yalnızlık gibiydi soğuk onun için. Tek başına ve sevgiye muhtaç yaşamak gibiydi. Düşüncesi bile korkunçtu ama soğuk kendisini anlatıyor gibiydi!

Yoldan geçen birkaç araba, birkaç insan ve şehrin sesi vardı kulaklarında. Havanın karanlığına rağmen şehir; “Ben yaşıyorum” diyordu… İnsanları vardı şehrin; binaları, kaldırımları, otomobilleri, gökyüzü, yıldızları… Ama onun yoktu işte. O soğuğa alışıktı daha çok. Havanın soğuk yanı, şehrin soğuk yanı, insanların soğuk yanı… Çünkü soğuk yalnızlık gibiydi. Soğuk kendisiydi…

Yürürken etrafına bakıyor ve insanları inceliyordu. Ne kadar garipleri vardı şu 'diğerleri 'nin içinde! Şimdi her birisi için farklı senaryolar yazıyordu. Sonra da onları birer kukla yapıp bu oyunların içinde oynatacaktı... Mesela şu geniş omuzlu, siyah paltolu, başı önde ve sinirli yürüyen adam; şuan patronuyla ettiği kavgayı düşünüyordu. Ve içinden o adama aşağılayıcı sözler söylüyordu... Ahmak şey! Yarın yine o adamın köleliğini yapmayacak mıydı? Yaşlı annesi olmasa çoktan bırakmıştı bu işi aslında!

Annesi... Kendi annesi geldi aklına. Resimleriyle büyüdüğü ama asla göremediği, simsiyah saçları ve ela gözleriyle, dünya güzeli annesi. Hakkında hiç bir anıya sahip olamadığı ama bütün varlıklardan daha fazla sevdiği o kutsal can... Ne ekmeğe, ne suya, ne de kıyafete muhtaçtı o. Sadece sevgi açlığı yaşıyordu. Doğduğundan beri...

İlk kez 10 yaşında gerçekten fark etmişti babasının ondan nefret ettiğini. Önceki yıllarda daima sinirli ve çatık kaşlı babasının; 'çok çalıştığı, bu yüzden ona vakit AYIRAMADIĞI' yalanına inanmıştı... Hem de yürekten. Çünkü diğer türlüsü bir çocuğun kavrayabileceğinden çok daha güçtü!

İçi titredi yine. Soğuk onu öldürmek üzereydi. Anlamıştı o da bunu. Biraz sonra o da tadacaktı üzerine çok konuşulan “ölümü”. Yavaş yavaş ölüyordu... Bunları düşündükten sonra kısa kısa kahkahalar atmaya başladı olan tüm gücünü kullanarak. Niye olduğunu o da bilmiyordu. Sadece canı gülmek istemişti biraz. Babasından intikam aldığına inanmak istiyordu belki de. Çünkü annesine gidecekti birkaç dakika sonra. Onu sevdiğine inandığı tek varlığa…

Artık yığıldığı köşede öylece ANNESİNİ bekliyordu...

İnsanların garip bakışları ona deli gömleğini giydiriyordu tam manasıyla. Kimdi asıl deli? Hiç biri anlamıyordu ki onun ne kadar farklı ve zeki olduğunu... Babası da anlamamıştı işte. Yıllarca ona, öz oğluna, hayatının en değerli varlığının ölüm sebebi olarak bakmıştı. Daima korkutucu sesiyle: 'Aptalsın sen, hiç bir zaman onurlandırmadın beni...' şeklindeki hakaretlerine dayanmaya zorlamıştı onu...

İçi titredi yine. Ama bu sefer soğuktan değildi. Artık soğuğu hissetmiyordu bile. Hatırladıkları, yani acıları; yıllar öncesinde kalmalarına rağmen bir kez daha ürkütmüştü onu.

Hayır! Ona aptal diyen o adam yanlış biliyordu. Asıl aptal kendisiydi. Oysaki bizimki herkesten daha akıllıydı ve mükemmel bir zekaya sahipti. Babası; onu kendisinden nefret etmeye zorladığı için aptaldı... Tam bir aptal! Kendisiyse asla ve asla babası gibi olmadığı için akıllıydı işte. Bu hep böyle kalacaktı.

Zihninde tekrar tekrar yaşadığı acılarına gözlerini kapatıp, gerçek olan geceye dönmüştü şimdi... Fark etmemişti, ama gözyaşları birer birer süzülmüştü gözlerinden az önce. O bile canını yakmıştı! Şimdiyse hafifçe gülümsüyordu. Saçma ama bütün olanlara gülüyordu şimdi. Kendine şöyle bir baktı. Kaç yıldır kullanıldığını bilmediği kıyafetleri, kirli teni, hafifçe titreyen ayakları... Öyle sefil ve acınası bir halde; kirli elbiseleri ve zayıf, ölmek üzere olan bedeniyle yere yığılmış durumdaydı. Hafif bir gülümseme... Ardından morarmış dudaklarından bir çift söz...
'Anne! Sen mi geldin? '
Hiçliğin Sesi
ÖmÜrCeK - avatarı
ÖmÜrCeK
Ziyaretçi
14 Mayıs 2009       Mesaj #1735
ÖmÜrCeK - avatarı
Ziyaretçi
Sokaktaki gürültüler artık ulaşmıyordu bile kulağına.Sıcacık bir banyo ve kendisine kucak açacak şefkatli bir dosta ihtiyacı vardı.Daha sonra günlerce uyumaya…
“Hadikalk.Sabah oldukahvaltın hazır.”diyen bir ses duymak istiyordu kulakları
Çok şey mi istiyordu?Belli ki çoktu istedikleri.Öyle olmasaydı ne işi vardı şimdi kaldırımlarda.
Öylesine soğuköylesine acımasız esiyordu ki rüzgâr.Kar alabildiğine yağıyortitreyen ellerini ısıtmaya yetmiyordu nefesi.Ayakkabıları ise çoktan terk etmişti ayaklarını.Her zamanki köşesine çömeldi.
Kapılar…Yüzüne kapanan kahrolası kapılar…Kapılarda mıydı suç yoksa kapatanlarda mı?Cevabını kim verebilirdi bu sorunun?
“Üşüyorumanneciğim.Gel beni ısıt.”dedi sesli olarak.Sesini duyan olmadı.Gözlerini gökyüzüne çevirdi sonra.Kanatları zor açılanbelki de biraz sonra donacak olan birkaç karaltı gördü alaca karanlıkta.Onlardan ne farkı vardı ki…İnsan olmasıkuşlarla aynı kaderi paylaşmasına engel değildi.Kuşlar yuvalarına ulaşabildikleri an kendisinden daha şanslı olacaktı üstelik.Onların sağlam kanatları vardı yine işe yarayan…Kendisinin ise sadece donmak üzere olan kolları…
Hava iyice kararmışsokaktaki tek tük ayak sesleri de duyulmaz olmuştu artık.Hiç kimse sormamıştı “gidecek yerin var mı?”diye
Vücudunu topladıdizlerini kollarının arasına aldı.Gözleriuyumak için çırpınıyorvücudu gittikçe ağırlaşıyorayakları karıncalanıyordu…Uyku bir kurtuluş olur muydu acaba?Bir boşluk içerisine düşer gibi olduğunu hissetti.
Küçük bir öğrenciyken öğretmeninin anlattığı ”Kibritçi Kız” masalını hatırladı.Kendisinin yakabileceği bir tek kibriti bile yoktu.
Kim bilir bu saatlerde kaç çocuk sıcacık sobanın başında babasınaannesine sarılıyordu. Kaç çocuk da kendisiyle aynı kaderi paylaşıyordu
Kar taneleribir anda bahar çiçeklerine dönüştüağaç dallarında.Yüreğinin bir yerine kor parçaları koydular sanki.Artık üşümeyecekti.Yaşıtları sıcacık yataklarında uyurkenkendisini bahar çiçeklerini hayal etmeye mahkum edenlertaşıyamayacağı sorumlulukları yükleyenler omuzlarına…Sihirli sopayı gösterip sonra çekip gidenler…Yüzüne kapıları kapatanlar üşümeliydi bundan sonra.
Sıcak bir kucak bulma ümidiyle yanına yaklaşan minik bir kediden başka varlığını hisseden olmadı.Kollarını son bir gayretle uzattıkucağına aldı kediyi.
“Biliyor musunben senin kadar şanslı değilim;çünkü beni koruyacak bir paltom bile yok.”diyebildi ancak.
Moraran dudakları sustu.Kolları iki yanına düştü.Bir süre sonra katılaşan bedenini yoklayan minik kedi de terk etti onu
Ertesi gün donmuş bedeninde darp izleri aradılarbulamadılar.Suçluları aramak ise akıllarına hiç gelmedi.
Sokak çocuğuydu o.Sokakta doğmadı;ama sokakta bahar düşleri kurarken öldü.

Fazla bir şey istemedim sizden.
Ne cicili bicili giysiler
Ne ekmek arası döner.
Ne bisikletne de bir genç odası.
Bir kap yemekbiraz ekmek.
Bir yatak.bir yorgan;
Ve kapalı bir mekan.
Hakkım yok muydu bu kadarına?

€c€m - avatarı
€c€m
Ziyaretçi
3 Temmuz 2009       Mesaj #1736
€c€m - avatarı
Ziyaretçi
Üşüyorum...

Her bir düğümü tek tek çözmeye çalıştıkça ellerimle, yeni düğümler oluşuyor adeta,hiç çözülmeyecekmişçesine..
Bu kez her şey daha zor...
Aslında zor olan ne sensin ne de hayat. Zor olan benim bana..
Artık zor geliyorum kendime.. Yoruldum...
Bir daha düşersem, kalkamayacağım ayağa, hissediyorum. Belki uzatacaksın elini ama, bu kez ben tutamayacağım, biliyorum...
Gözümün bebeğinde, yüreğimin en saklı yerindesin sen. Kimselere göstermiyorum seni, hatta bazen kendimden bile gizliyorum.
Varsın aklım sensiz bilsin yüreğimi...
Yokluğun içimi acıtıyor. Buna rağmen kal istiyorum, içimde bir yerlerde.
Sanki seni çıkarıp atarsam, tamamen kaybolacakmış gibi geliyor sana dair ne varsa.
Sana ait olan izler silinip yok olacakmış gibi, senli kelimeler yazamayacakmış gibi kalemim bir daha..
Her tutunmaya kalktığımda sana, dipsiz kuyulara çekiliyor ruhum. Çıkmaya çabalarken gücüm tükeniyor gitgide. Bir gün temelli bitecek, fark ediyorum..
Tüm şarkılarım, tutsak olup sensizliğe, çığlığa dönüşüyorlar içimde. Yüreğimle bağırıyorum, sen duymuyorsun, sen bilmiyorsun..
Bir zamanlar gecelerimi aydınlatan gözlerin, şimdi karanlığa çağırıyorlar beni. Kapatıp gözlerimi, düşlerimde buluyorum seni. Açtığımda yine gidiyorsun. Ve ben yine karanlıklara uyanıyorum.
Üşüyorum...
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
12 Temmuz 2009       Mesaj #1737
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Daha önce hep çay götürdüğü odaya bu kez çağrılmış olmaktan endişeli:
- Buyurun müdür bey, dedi Nedim.
- Seni evlendirelim mi Nedim?
Nedim, kendisine sürekli takılan müdürün bu kez ciddi mi olduğunu anlamak için yüzüne baktı. Müdür, alaycı bir ifade ile Nedim’i süzerken, kaş göz işaretiyle koltuğu gösterdi.
Koltukta oturan kadına dönen Nedim, hemen kaçırdı gözlerini...
Bugüne kadar gördüğü en güzel kız oturuyordu orada... Kalbi yerinden fırlayacak gibi oldu. Cevap veremedi. Müdür ısrarlıydı:
- Evet? Ne diyorsun?
Dalga mı geçiyordu müdür? Ama cevap vermek gerekirdi:
- Siz... Siz bilirsiniz müdür bey.
- Peki, yarın ikametgâh kağıdını, nüfus cüzdanını ve 6 tane fotoğraf getir!
Aaa, galiba ciddiydi!
- Peki efendim.
Çıktı.
***
Ayakları yere değmiyordu. Bu inanılmaz rüyanın bozulmaması için hiç kimseye söylememeye karar verdi. Birlikte yaşadığı annesine bile...
Tabii ki gece uyuyamadı. “Birkaç saniyelik sevgilisine” şiir bile yazdı.
Sabah önce berbere gitti. Sonra muhtara ve fotoğrafçıya... Bayramlık elbisesini giymişti.
Evrakları müdür beye teslime gittiğinde, bir daha görmek için “servetini” verebileceği müstakbel karısı yoktu orada. Üzüldü ama soramadı.
***
Ertesi gün müdürün kendisini çağırdığı haberi çay ocağına geldiğinde heyecandan demliği devirdi. Sağ eli yandı. Bereket bayramlık elbisesine bir şey olmamıştı.
Merdivenleri üçer beşer çıktı. Müdür:
- İşte evlenme cüzdanın, dediğinde artık işin olduğuna tamamen inandı.
Müdürün elini öpmeye yeltendi, başarılı olamadı. Yine soramadı, “O nerede?” diye...
***
Annesi ortalığı yıkmıştı Nedim evlendiğini söylediğinde... Bildiği en güzel sözcüklerle henüz kendisinin de tam göremediği karısını anlatmaya çalıştı ama nafile... Annesinin güzelden anlamadığına karar verdi.
Tek üzüntüsü, dünya güzeli karısını köyüne götüremeyecek olmasıydı. Hayır götüremezdi; böylesine bir güzeli öyle küçük köy yerinde herkesten kıskanırdı.
***
Ertesi gün, “Ne olursa olsun müdür beye karımı soracağım” kararıyla çıktığında müdür odasında yoktu. Sekreterine sordu.
- Maça gitti, dedi sekreter.
Utana sıkıla, evlenme cüzdanından bütün güzelliğiyle beynine, hayaline ve kalbine kazıdığı eşini sordu sekretere:
- Tanıyor musunuz?
- Tanımaz mıyım, dedi sekreter.
- Şimdi nerede o?
- Nerede olacak, tabii ki maçta. Atatürk Spor Salonu’nda.
Otobüsü bekleyemedi Nedim. Taksiye bindi.
Salona girdiğinde tribünlerde bir iki başka “çirkin” kadın vardı. Çoğunluk erkekti. Müdürü gördü. İnsanları çiğneyerek yanına çıktı:
- Kusura bakma müdür bey... Şeyi aramıştım da...
Yine gülümsedi müdür bey:
- Bak orada, on iki numara, servis atıyor.
Salon başına yıkılmıştı Nedim’in. “Karısı” bir sürü erkeğin içinde, bacakları meydanda top oynuyordu. Gözleri karardı, dizleri titredi. Hırsızlık yaparken yakalanmış gibi, hak etmediği bir şeye uzanırken eline vurulmuş gibi derin bir mahcubiyet duydu.
Bayılmıştı.
***
Bir bankanın voleybol şubesi, bir yabancı oyuncuyu Türk vatandaşı yaparak oynatmak için bu kez bir garibanı fena vurmuştu..
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
16 Temmuz 2009       Mesaj #1738
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Denizler ülkesinde bir kadın yaşarmış… Denizin dalgalarını seyrettiğinde dünyanın tam olması gerektiği yerinde olduğunu düşünürmüş. Küçük dünyasında mutluymuş kendine göre… Tutkunmuş maviye birde martılara… Yeşil ve mavi iç içe çıplak ayak gezermiş kumsalda…
Ovalar ülkesinde bir adam yaşarmış. Toprak yanığı yüzü güldüğünde gözlerinin içi gülermiş. Ovalar ülkesinden çıkmak zorunda kalmış zamanın birinde. Yolu denizler ülkesine düşmüş. Kadını görmüş uzaklardan kumsalda… Oturmuş kumlara ellerinde yaralı bir martı okşamakta gözleri ağlamaklı… Bakmış kadın adama, adam sadece gülümsemiş. Tutmuş martının kanadını sarmış, okşamış. Kadın adama teşekkür etmiş adam yine gülümsemiş.
Kadının aklına gözleri takılmış adamın… Nerden çıktı şimdi akşamın bu vaktinde demiş kadın... Ama yok o gözler hep aklında denize bakmış evet… Evet demiş işte onun gözlerinde yakamozlar saklı… Işıl ışıl gözlerinde deniz saklı… Gözleri mavi bile değilken adamın adını deniz gözlü koymuş kadın
Adam sabah ilk iş kumsala gitmiş gözleri ile kumsalı taramış kadın yok. Martı kadın nerdesin demiş nerdesin. Beklemiş… Beklemiş yok martı kadın, gözlerine hüzün düşmüş karanlık çökmüş omuzları düşmüş dönmüş denize ardını gidecekken bir çığlık duymuş. Bakmış kimseler yok uzaklara bakmış martı kadın…
Martı kadın kumsala inerse deniz gözlü adamı görme korkusunu yaşamış… İçinde beliren fırtınalara isim verememesine şaşırıyor. Oradan oraya savruluyormuş kalbi… Şimdi demiş artık yakamozlar düşmüştür denizin üstüne deniz gözlü adamın gözleri gibi… Tutamamış kendini koşmuş kumsala…
Kadın görmüş tam denizle kumsalın birleştiği yerde adamı… her iki yanında deniz her iki yanında yakamozlar. Uzatmış ellerini adama denizden bir meltem esmiş hafiften saçları dağılmış. adam tutmuş ellerini kadının saçları deniz kokuyormuş kadının. Adamın saçları ise dağ çiçekleri…
Sabahın ilk saatlerine kadar el ele oturmuş martı kadın ile deniz gözlü adam. Ay batmamak için güneş doğmamak için direnmiş zaman zalim kayıvermiş avuçlarından… Kaybolmuş birer birer onlara aşk şarkıları söyleyen yakamozlar… Güneş bulutlara saklanmış bulutlar yağmış gözlerine… Adam ovalar beni beklemekte demiş. Martı kadın git o zaman demiş. Martı kadın bakmış deniz adamın gözlerine. Yakamozlar… Yakamozlar yokmuş…
Adam gitmiş… Ovalarına… Gülen gözlerini kumsalda bırakarak… Martı kadın kendine iyi bak deniz gözlüm demiş… Denizler ülkesinde her gece kumsalda deniz adamın gözlerini aramış yakamozlarda… İki damla yaş düşmüş denize gözlerinden… Ve sessiz çığlıklarla yakamozlar inlemiş…

O deniz ülkesinde derler ki martı kadın kadar severse yüreğin yanarsa eğer sevda ile yakamozların çığlıklarını duyarsın…
reyan - avatarı
reyan
Ziyaretçi
17 Temmuz 2009       Mesaj #1739
reyan - avatarı
Ziyaretçi
Aşkın gözü neden kördür?

Dünya yaratılmadan önce iyi ve kötü huylar ne yapacaklarını bilmez vaziyette dolanıyorlarmış. Bir gün toplanmışlar ve her zamankıinden daha fazla canları sıkkın oturuyorlarken; Saflık ortaya bir fikir atmış: "Neden saklambaç oynamıyoruz?"..
Hepsi bu fikri beğenmiş. Çılgınlık bağırmış."Ben ebe olmak ve saymak istiyorum"...Baska hiç kimse çılgınlığı arayacak kadar çıldırmadığı için Çılgınlık bir ağaca yaslanmış ve saymaya başlamış.123..
O saydıkça iyi huylarla kötü huylar saklanacak yer aramışlar. Şefkat Ay'ın boynuzuna asılmış; İhanet çöp yığınının içine girmiş; Sevgi bulutların arasına kıvrılmış; Yalan bir taşın altına saklanacağını söylemiş ama yalan söylemiş çünkü gölün dibine saklanmış; Tutku dünyanın merkeizne gitmiş; Para Hırsı bir çuvalın içine girerken çuvalı yırtmış.Aşk; kararsız olduğu gibi nereye saklanacağını da bilmiyormuş.(Aşkı saklamak zordur )Ve çılgınlık 100'ü saydığı anda; Aşk sıçrayıp güllerin arasına girmiş ve saklanmış..
Ve Çılgınlık bağırmış.. "Önüm arkam sağım solum sobegeliyorum!" İlk önce Tembelliği görmüş çünkü saklanacak enerjisi yokmuş.Sonra Şefkati ayın boynuzunda İhaneti çöplerin arasında Sevgiyi bulutların arasında Yalanı gölün dibinde ve Tutkuyu dünyanın merkezinde birer birer bulmuş.Sadece biri hariç. Umutsuzluğa kapılan Çılgınlığın kulağına Haset fısıldamış: "Aşkı bulamıyorsun çünkü o güllerin arasında saklanıyor."
Çılgınlık çatal şeklinde bir sopa almış ve güllerin arasına saklamış ta ki yürek burkan bir haykırış onu durdurana kadar. Ve haykırıştan sonra Aşk elleriyle yüzünü kapayarak ortaya çıkmış. Parmaklarıyla kapadığı yüzünden sicim gibi kan akıyormuş. Çılgınlık Aşkı bulayım derken heyacandan Aşkın gözlerini kör etmiş.. "Ne yaptım ben?!!" diye bağırmış."Seni kör ettim. nasıl onarabilirim? Aşk cevap vermiş: "Gözlerimi geri veremezsin. Ama benim için bir şey yapmak istersen benim klavuzum olabilirsin"..
İşte o günden beri Aşkın gözü kördür ve Çılgınlık da her zaman onun yanındadır...
fadedliver - avatarı
fadedliver
Ziyaretçi
10 Ağustos 2009       Mesaj #1740
fadedliver - avatarı
Ziyaretçi
Onyedim

Çocukluğun en saf ve masum dönemiydi hiç büyümeyi istemedim aslında ...Ne zaman karar vercek olsam hayat benden daha önce davrandı.Kimsesiz büyüdüm desem yeridir aslında ortaokul lise ve ünv boyu ailemden uzak okudum ve hala okuyorum .Çevremede sürekli taktir edilen ve begenilen bir dönem geçirdim a taakii büyüdüğümü fiziksel olarak geliştiğimi farkedene kadar evet çok hızlı bi gelişim yaşadım çok beğenildiğimi ve çok ilgi gördüğümü farkettim neyseki kişiliğimi hep kendi istediğim gibi kimseden etkilenmeden geliştirdim dogrununda yanlışında bilerek üstüne gittim .ortason sınıftaydım baaşrımdan dolayı dersane hakkı kazandım okadar heyecan ve arzuyla ders çalışıyordum ki artık çevremdekiler beni sıradan bir çalışkan kız tiplemesi gibi görüyordu .belkide dogruydu aslında sıradanlık olmasada bi ürkeklik doğallık vardı bende buyüzden hep istenen ulaşılamayan biri olarak görüyorlardı oysa kendime ördüğüm bu kalın duvarlar arasına sıkışıp kalmıştım hayat benim içim sorumluluktan ibaretti ailem geliri yetersiz bir aileydi onlara yük olmamak ve biran önce biyerleer gelmek istiyordum bu düşünceyi . kendime aşılayalı baya zaman oldu .liselere giriş sınavına bir kala kendi sınıfımda bir arkadaşımla aramızda bi yakınlaşma oldu ona göre ben güzel bir kızdım sadece güzel ve akıllı ama akıllının yanılması tez olur derdi hep ninem tamam dedim çevremden çok etkilenmiştim ilk ve son olsun dedim . görüşmeye devam ettim bi kaç ay ben anadolu l. kazandım ondan o konuda bi beklentim yoktu zaten okadar farklıydıkki aslında bunu anlamam cok uzun sürmedi ben saflıktan dogan birseyler yaşamak istiyordum benden birşeyler alan degil bişeyler veren karşılıksız ilkkez elimi tuttugunda nekadar sevinmiştim bir cocugun eline nasıl gizliden seker sıkıştırınca mutlu oluya öyle sayılırdı.Ama o fazlaca beklentili bir çocuktu aynı yaşta olmamıza ragmen ona göre daha olgun ve dürüsttüm onun yanında 5 numara büyük geldiğimi söylüyorlardı ...oysa o ufacık yüreğimde ne kayıplarım olmuştu lise birinci sınıfa onsuz başladım ne kadar karsıkarsıya gelsekte sürekli kaçtım ewet liseye geçmek bana farklı . bir eda vermişti giyinmeyi kuşanmayı sevmeyen ben gençliğin verdiği o gazla degişiklikler yapmaya başladım kendimde tabiki derslerimide ihmal etmiyordum bu dönemde yeni yeni genç kızlğa ilk adımlar oldugunun okadar farkındaydın ki sürekli gizlediğim vücudumu giydiğim dar ve kısa elbiselerle gün yüzüne cıkarmıştım sadece özentiydi lise ikinci sınıfın ikinci yarısı yaşıonyedim ilk kez sevdiğimi hissettim sevdiğim kişinin kim oldugunu bilmeden sevdim mantığımın ve aklıman tatile cıktıgı bir dönemdi diyebilirim çocukluktu belki yaptıgım o istedi ben istemedim ve erteledim sürekli kaçtım ama bi gün yakalandım aşka belkide kendimce aşka ilk çıktıgım cocugun yigeni oldugunu müzisyen oldugunu ögrendim üzüntümü ve utancımı yendi sevgim ve kendimde buldum onu bana deger verdini düşünüyordum ...ve hep sevdiğini söylüyordu ilk defa bukadar inanmıştım birine sırtımı dayamıştım derken günler ilerledikçe benim saflığımı kullandıgını güzelliğimden faydalanmaya calıştıgını cevremdekilerin tepkilerinden dolayı anladım ama okadar alışmıştım ki liseyi okudugum yerde hep dikkat ceken bi kızdım ona bakanlar bu kız niçin bununla diye alay ediyorlardı benmle ama okadar kördüm ki evet bi gün kendimi topladım ve bırakıp gittim gitmelerime okadar alışmıştıki bunuda onlar gibi sandı ama hala yokum bir başka şehirde bir başka konuma dogru yürüyorum arkama dönüp baktığımda ise sömürülen duygularıma inat yaşıyorum çook kişiler girmeye calışıyor hala hayatıma . ama o kapıları kapayalı yıllar oldu geriye yüreği burkulmuş bir ufak kız çocugu kaldı evet pişmanmıyım sadece cok kırıldım şimdi bana ulaşmaay calışıyormuş ama gelme istemem artık sen benden beni alıp gittin tüm saflığımı çocukluğumu .... Hayatımı kazanıyorum suan aşk degil istediğim kendim kadar dürüst olmasada dürüst bi insanla karşılaşmak . ve aileme yakışır bir evlilik yapmak cevremdeki isteyenler benim için sadece bir seçenek nedense bekliyorum sanki onu bekler gibi ve bundan cok korkuyorum yenilmemeliyim... kendisine faydası olmayanın bir başkasına asla olmaz ki ben toplumda iyi bi anne ve topluma iyi evlatlar yetiştirmek istiyorum Allahımdan tek dileğim bu hatalarımı affede ve . kendi yolundan ayırmaya hepimizi......onyedim sevda yedim sindiremeden alay edildim onyedim hüzün yedim daha yutmadan yerde buldum kendimi....
Alıntıdır.

Benzer Konular

3 Aralık 2006 / Misafir Genel Mesajlar
16 Mayıs 2014 / NihLe Müslümanlık/İslamiyet
11 Haziran 2013 / Misafir Forum Oyunları
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar
20 Haziran 2012 / ThinkerBeLL Edebiyat