Arama

Hikayeler ve Öyküler -2- - Sayfa 81

Güncelleme: 17 Şubat 2016 Gösterim: 548.396 Cevap: 1.812
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
28 Nisan 2007       Mesaj #801
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Ateşle su

Sponsorlu Bağlantılar
Ateş bir gün suyu görmüş yüce dağların ardında sevdalanmış onun deli dalgalarına.
Hırçın hırçın kayalara vuruşuna,
yüreğindeki duruluğa demiş ki suya:
Gel sevdalım ol,hayatıma anlam veren mucizem ol...

Su dayanamamış ateşin gözlerindeki sıcaklığa al demiş;
Yüreğim sana armağan...
Sarılmış ateşle su birbirlerine sıkıca, kopmamacasına...

Zamanla su, buhar olmaya,ateş, kül olmaya başlamış.Ya kendisi yok olacakmış, ya aşkı...Baştan alınlarına yazılmış olan kaderi de yüreğindeki kederi de
alıp gitmiş uzak diyarlara su...

Ateş kızmış, ateş yakmış ormanları...
Aramış suyu diyarlar boyu, günler boyu, geceler boyu Bir gün gelmiş, suya varmış yolu Bakmış o duru gözlerine suyun,
biraz kırgın, biraz hırçın. Ve o an anlamış;aşkın bazen gitmek olduğunu.
Ama gitmenin yitirmek olmadığını....
Ateş durmuş, susmuş, sönmüş aşkıyla.

İşte o zamandan beridir ki:Ateş sudan,
su ateşten kaçar olmuş..Ateşin yüreğini sadece su, Suyun yüreğini sadece ateş alır olmuş...

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
28 Nisan 2007       Mesaj #802
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Vadi

On gündür haber yoktu.
Sponsorlu Bağlantılar
Yeni bir hayata başlamış uznach’daki ortamdan koparmıştı kendini. Kolay değildi bunca yıllık geçmişini bir seferde arkasında bırakması. Her türlü yardımcı olmuştum. Kafasındaki soru işaretlerini bir bir yok etmekle. Pisikolojik desteğim tam profesyonelceydi.
On gündür haber yoktu.
Onun diğer insanlar gibi vefasız olmayacağını düşünmek istiyordum. Şevkle aramasını beklediğimden, devamlı çelişkiler yaşıyordum.
On gün sonra
Nihayet aramıştı. Uznach kebapçıda buluştuk. Sahibi demir usta otuz santimlik prosuyla kapıda selamladı.
Biralarımızı açtıktan sonra, demir usta yeni aldığı arabasıyla sohbete girmeği uygun gördü;
‘’ Ellibin frank verdim bu gavurun arabasına, amma arabada araba ha tazı gibi kaçıyor mübarek yav. Moralimi bozdular içinden teyibi kaseti neyin çıkmadı. Aradım Almanya wolsvageni. Dedim kardeşim bu ne ya, verdim elli kağıt , ses yok ses, ne dinliycem ben, kendimmi sölüycem, dedim. Yalanmı yiğenim? Doğru dimişim dimi? Yani diycem şu ki, adamların arabasına laf yok emme, müzükten neyin anlamıyolar. Sordum soruşturdum kendim taktıracağım. Beşbin frank bayılacam teyibine.
Hasan;
‘’ Zengin adamsın beya, koyarmı sana beşbin. Kaç motor bu? Yokuş nasıl iyi çekiyomu?
‘’ Tazı yiğenim tazı kaptırdınmıydı de getsin…
Wolsvagen’in bile bilmediği tüm teknik ayrıntılar, baba sörfçülerin bile kaçtığı dalgalara can yeleksiz dalınıyor tabiî ki.
Hasan’da hertürlü bayramlık laflarla demirin ruhunu okşuyor. Demir şiştikçe şişiyor. İstediğide bu zaten. İhtiyaç son surat karşılanıyor. Al gülüm ver gülüm hikayesi.
Ortalık kasıp kavruluyor. Bir ‘kurtlar vadisi’ dir gidiyor bu aralar. Neymiş arkadaş böyle şaşılacak olan. Yedinci kıta falanmı keşfedildi.
Amerika vatandaşlarını uyarır ‘dikkat edin filmden sonra ileri geri konuşmayın, hemen ortamı terkedin’
Almanya der ‘ bu film yasaklanmalı’ falan.
Bizim hasan’da Polat ağabeylerin, derin devlet hikayelerinin falan hastasıdır. Ölüm döşeyinde olsa kaçırmazdı diziyi. Şimdi babası var vizyonda tabi, gidilmezmi? İzlenmezmi?
Demir’in eşi filmi seyretmiş;
‘’Aman Allah’ım neydi öyle işkenceler, insanlık dışı görüntüler inanamıyorum. İnanın içim kan ağlıyor. Mutlaka seyredin, artık bu bir vatandaşlık görevidir.
‘’ Hasan otursana, pirelendinmi gene?
‘’ Dur oğuz beya, görmüyonmu ne diyolar, nasıl oluyo böyle peki, kim dur diyecek bu işe? Hadi abi hadi hemen gidelim seyredelim kafayı yiycem yoksa.
‘’ Merak etme o iş hallolmuş. Polat ağabeyler çuvalın, işkencenin falan hepsinin intikamını almış. Problem yok yani.
‘’ İyi o zaman beya. Bir bira daha içekde kaçak gidek bari filme.
Demirin ondört yaşındaki oğluda gelmek istiyor filme, fakat yaş sınırı olduğundan çok üzgün. Kendisi sinemayı arayıp yerleri ayırtıyor, yaşını iki sene büyütsede çıkış yok. Kabul edilmiyor.
Annesi yanımıza yaklaşıp;
‘’ Aman aman çok etkilenir çocuk, boşverin gelmesin oralara.
Babası otuz santimlik prodan derince bir nefes aldıktan sonra, etrafı artislik pozlarla kesiyor. Yetmedi tabi biraz da şişerek;
‘’ Oğluma bak benim ya, üzülürmüymüş benim evladım. Sen merak etme: Buradaki sinemaya gelir o film, ben tanırım sahibini burada döner yemişliği vardır. Seyrettiririm sana, hemde locasından bakarsın Polat ağabeyne. Benim güzel oğlusu…
Ortada problem var ve hasan geride kalırsa olmaz
‘’ Yok beyaaaa, bugün yarın cd si çıkar alırım ben sana beyaa seyredersin beyaa.
Üç kişi hazırlandık. Yola çıkmadan önce birinin daha beklendiği söylendiğinde, kim o dedim:
Sallamacı Mehmet amca’ymış.
Kendimi gülmekten alı koyamazdım, yıkılıyordum neredeyse. Baya ilginç bir sinema keyfi olacaktı.
Kebapçının otomatik açılan kapısından, sallamacı memet ali içeriğe gülücüklerle dalı verdi.
Yana taranmış kırlaşmış saçlar, bordo ceketi ve yakasındaki Atatürk rozetiyle tam karşımızda duruyordu.
Demir henüz purosuyla boğuştuğundan görüş mesafesi kısıtlıydı.
‘’ Yaaa ben saati bekliyodum, canım sıkıldı kafayı çekmişim hahaha hahaha, geçmi kaldım yoksa hahaha haha hahaa.
Dört beş tane çürük dişi vardı, çoğu da çekilmiş eksik dişlerle bademciklerine kadar görebiliyordum.
‘’ Aaaa Oğuz sendemi buradasın hahaha hahaha , yoksa yoksa geliyomusun hee hahaha ahahaha.
Gülmekten kimse konuşamaz olmuştu. Hiç bir şeye gerek yoktu. Memet ali karşınızdaydı. Kebapçı felç. Alışkınlar her gece beraber kapatırlar geç saatlerde.
Dışarı çıktık. Demir durakladı.
‘’Teyipsiz arabaya mı bineceksiniz? Canınız sıkılmasın? Yol uzun…
Yanılmam imkansızdı. Zaten içerideki hal, hareket ve gördüğüm birkaç sahne ne kadar cimri yapısının olduğunu gösteriyordu. Başka birinin arabasıyla gidebilmek için birkaç hokkabazlık yapsada kimse yemedi. Gönülsüzde olsa yakacağı benzini düşünerek yola vurmuştuk bile…
Memet ali ön koltuğa gömüldü. Biz arkayı ikiledik. Önden bir yerlerden devamlı sesler yükseliyordu, arkasından kahkahalar. Boyu kısa olduğundan memet ali yoktu. Çok komikti krize girmiştim.
Demir, arabanın dizaynını kendi yaratmıştı. Tüm göstergeler en ince ayrıntısına kadar tanıtıldı. En son araba telefonu. Yetmedi bir düğmeye basılarak konuşma yapıldı. Merkezi hoparlörler devreye girmiş konferans sistemi denemekteydi.
‘’ Karıcım nasılsın? Eeee biz arabadayız. Otobana girdik, merak etti arkadaşlar telefonu deniyoruz. Nasıl ses iyi geliyomu?
Memet ali dalıverdi ortaya;
‘’ Ben motoru kapamadan Türkiye’ye gittim İsviçre’den. Kapıkule'ye kadar uyuklaya uyuklaya yol aldım. Şimdiki gibide değildi yollar ki o zaman. Nerdeeee otoyollar falan yok. O zaman adam soyuyolar bulgar’da falan. İsviçre’den Türkiye’ye ne kadar memleket var, bir bir içlerinden geçiliyodu. Köylülerle akraba olmuştum hahaha haha hahaha. Ha şurda durayım ha burada durayım uyuyayım dinleneyim, ama nerde o dakka götürürler adamı. Arabayla beraber kaldırırlar haberin olmaz ha haha hahaha.
Tam kapıkuleye geldim rahatladım. Benzinci vardı sağda çektim. İhtiyar bir amca:
‘’ Çek arabayı şuraya, git içerde yat, dedi.
Sağol dedim.
Demir;
‘’ Oğuz sen hiç anlatmıyon ya
‘’ Dinliyorum işte, bak memet ali anlatıyo öğreniyorum bir şeyler. Tecrübe var burada.
‘’ Hahaha hahaha hahahah bende macera bitermi yav. Hayatım kitap vallahi kitap. Bak bi gece kafaları çekiyoduk, aynen bu lafı söylemiştim. Hasan’da bana var abi bir arkadaş yazar valla dedi. Bende ne bileyim senin olduğunu beşbin frank veririm demiştim hahaha hahahah ahahaha.
‘’ Memet amca senin hayatın yazılırmı acaba, bitmezki senin hikayen. Yıllarca kayıt almak lazım. Ancak stüdyoya gireriz, sen anlatırsın o kayıt eder.
‘’ Hahaha hahahaa haahaha.
‘’ Bakın ne güzel dörtlü olduk. Artık yazarımız bile var, dedi Demir…
Ben araba kullanırken İsviçre gibi bir memlekette tabelalara çok dikkat ederim. Derviş değil bakmak laf yetiştirmekten ezbere gidiyordu. Hız limitine uyarak bu yolu kırkbeş dakikada almak gerekli. Demir yirmi dakikada hedefe varmıştı bile. Bir laf vardır ‘’ Parasız adam korkak olur’’ diye!
‘’ Hasan kısmetse bu sene memlekete bu araba ilen gideceyim.
‘’ Aman abi taş çakıl falan bitirirsin arabayı
‘’ Yok canım benim memleketin yolları Paris Paris, hiçbişeycik neyin olmaz.
Arabanın neden ellibin frank verilip alındığı malümdü artık. İzine bir aya kala lüx bir araba alınır. Tr ye gidilir. Etrafa fors atılır.
İnsanların değişmesinin zor olduğuna göre, çıkarcılık, övünme, caka satmak her zaman olacaktır. Bu genellemeyle acaba torunlar torbalar nasıl bir geleceye doğru gider. Babalarından kalan miras ile devammı ederler, yoksa ayakları takılırda kafalarını taşa çarparlarsa akılları başlarınamı gelir!
On dakika film arası…
Ne olduğunu anlamadım. bir şeyler olup bitiyor. Bir tutam oradan bir tutam buradan. Ne şiş yansın ne kebap. Takım elbiseli Polat ağabeyimiz ve arkadaşları asıp kesip biçiyorlar. Karanlık işler mevzular. Ticari düşünülmüş konu iyi bulunmuş ortalık karıştırılmış.
Demir bize bira ısmarlamak istiyor. Laf ağzından çıkmıştı birkere fakat tabeladaki fiyat tarifesi acı acı bağırıyordu ‘ yapma demir, yapma, yapma’ diye.
Dışarıya çıkıp lafladık biraz. Herkes kendi fikrini ortaya atmıştı. Hani ‘ ne yapalım Türkiye’yi kurtarıyoruz’ lafları vardır ya, o tarz konuşmalar uzadı gitti.
Bütün yolu gecenin karanlığında tekrar sindirmiştik. Kebapçıda biralar açılmış, filmin genel değerlendirilmesi yapılıyordu. Herkes kendi düşüncesi doğrultusunda filmi sahipleniyordu. Ben ise sadece ticari amaçla çekilmiş ve başarılmış bir film dedim.
Memet ali formundan bir şey kaybetmemiş ardı arkasına çektiği biralar ona gaz vermişti. Herkes dökülmekte gülme krizindeydi.
Olmayan bir tarihte, olmayan bir film için tekrar buluşmak üzere ayrılmıştık…

Oğuz
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
29 Nisan 2007       Mesaj #803
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Ben Ve Gecelerim Hep Seveceğiz Seni


Daha kaç geceler böyle sessiz, böyle sensiz yaşayacağım? Bilmiyor musun ki ey yar, beni ne çok mahvediyor uzaklığın, ne çok bölüyor kalbimi kalbin...

Bir gece daha başlıyor... Önümde upuzun yaşayacağım bir gecem, bir karanlığım daha var. Saatlere, saniyelere gireceğin; damarımdaki kanıma kadar işleyeceğin bir gecem daha başlıyor... Bir gecem, bir sevdam daha başlıyor ama yazık ki gözyaşları ma giren olmayacaksın yinede.

Beni artık acılarımla baş başa bıraktı ağlamalarım. Gözyaşlarım bile beni terketti.Sen geldiğinden, sen olduğundan beri tüm herşey beni terketti. Ben de tükettim onları zaten. Evet artık geceleri uyuyamıyorum. Karanlıklar başlar başlamaz başlıyor kalbimin aglamaları.Önceleri onları dinlemeye, onlara ses vermeye çalışıyordum. Farketmiyormuşum gibi davranıyordum. Sırf o
karanlık geceyle yüz yüze gelmemek için.

Biliyordum o yalnızlığı yaşamam gerekiyordu. Bir insan arıyordum yanımda, geceyi bana unutturacak.

Onun iyi, güzel ve çirkin olması da önem taşımıyordu. Yeter ki olsun yanımda. Olsun ki gece üzerime üzerime gelmesin. Yanımda birini görüp vazgeçsin benden.Veya yanımda birileri olsun da unutayım istiyordum SENİ. Biliyordum ki geceyle yüz yüze kaldığım zaman Sevda dışında bir şey olmayacaktım. Sonra, sonra bu dönem de kayboldu. Yalnızlığı arayan, yalnızlığa özlem duyan oldum.O karanlık gecelerin ıssızlığına gömülmekten kaçamaz oldum. Çünkü onlar da seni buluyordum. Çünkü bana gündüzlerin veremediğini veriyordu geceler SENİ...

Gündüzlerde yoktun, aydınlarda yanımda yürüyen değildin. Ama geceleri öyle miydi? Geceleri yüreğimde yürüyordun ve ben adımlarında yaşayandım. Artık uyuyamıyorum. Hem de hiç mi hiç Ne kadar çabalasam da olmuyor. Bir garip ağırlıkla kah seni bekleyerek kah gelmeyeceğinden emin olarak geçiriyordum saatleri.

Seni yaşıyordum. Gecelerde yüz yüze kalıyorduk seninle.Gece vefalı, fedakar bir anne gibi kucağına alıyor beni sabaha kadar götürüyordu. Zaman akıyormuydu, geçiyor muydu bilen değilim. Hiçbir zaman da bilen olmadım. Bu yaralarla, bu kanıma işleyen aşk yangınlarıyla sabaha nasıl kül olmadan varabiliyordum? Bilmiyorum gerçekten. Yanmaktan ateş olduğum bu gecelerde beni tüketmeyen neydi?Sevgin mi? Beni evirip çevirip kora getiren söndürmeyen neydi?Bağrımdaki yangından neden yok olmuyordum? Beni sabaha vardıran geceler miydi yoksa?

Geceler Benim gecelerim.... Senin gecelerin... Seni yaşadığım Geceler. Gönlümde bir derin yarasın sen! Bu gecelerde de çok şey istedim bir şeyler yapabilmeyi. Elime çoğu kez kalem kağıt alıp seni yazmayı istedim. Olmadı ama.Kalbim seninle öylesine doluydu ki her hareketim sönük kalıyordu. Ben çaresizliği kapılıp gidiyordum. Ne yaptığımı bilmiyordum. Saatlerce, saatlerce oturup seni düşünüyordum. Kalbimde bastırmaya çalıştığım duygularıma ilk olarak geceleri yaşama hakkı veriyordum. Herkesten gizlemeye çalıştığım o korları gecelere çıkartıyordum sanki. Gecelerden saklamıyordum hiçbirşeyi. Gecelerle paylaşıyordum, ve geceler sarıyordu beni. Beni alıp sensizliğin okyanusunda boğmuyordu. Beni sensizliğin zirvesinde, en uç noktasında aşkın sonsuzluğuna götürüyordu.

Artık bu geceleri sevmeye başlıyorum. Bana seni getiren geceler...Benim gecelerim onlar...Benim senlerim benim yalnızlıklarım, benim aşklarım diyebildiğim gecelerim.Evet artık uyuyamayan, ağlayamayan gözlerime ağlamıyorum. Gecelerimi de feda ediyorum sana. Gündüzlerde söyleyemediklerimi gecelerde haykırıyorum. Ve uçsuz bucaksız seviyorum seviyorum SEVİYORUM.

Artık uyuyamıyorum, evet. Uykular haram oldu bana senden sonra. Hem nasıl uyuyabilirim ki? Gözlerin var artık gecelerimde, senin gözlerin senin karanlık gözlerin.. Hiç görmediğim gözlerin.... Sanıyorum ki artık sana yalnız ben değil, geceler de vurgun! Beni böylesine koynuna alışı, karanlığında bunca aydınlatması neden? Evet sen öyle güzel, öyle güzelsin ki, geceler de seni sevdi.Öyle ki sana ihanet edip de seni yaşamıyormuşçasına uyumaya, gözlerimi yummaya çalıştığım zaman hemen giriveriyorlar içime ve seni getiriyorlar bana. Gözlerimi öyle bir açıyorlar ki bir dahasına kapayamıyorum bile...

Ve ağlayabilmeyi diliyorum bazı geceler. Bunu gecelerden sonsuza diliyorum. Ağlasam, doyasıya hıçkırırcasına ağlasam belki seni bir parçacık olsa unutur ve kendi içime gömülür birazcık gözlerimi yumabilirim diye düşünüyorum. Sabahları uykuda yakalayan olmaktan çıkıp, sabahları uykuda bulunan olmak istiyorum. Bunun için istiyorum ağlayabilmeyi. Sana olan özlemimi, içimde bir dağ kadar ululaşmış hasretini belki bir parça dindirebilirim diye düşünüyorum. Belki seni birazcık gömebilirim de yüreğime, rahatlarım diye umuyorum olmuyor.

Ağlamaya çalışıyorum, ağlamalarım bana isyanlar ediyor. Geceler bana bu isteğimi vermiyor. Ne zaman ağlasam yalnızca ve yalnızca bir iki gözyaşı olup kalıyorsun gözlerimlde. Gözlerimde donan birkaç damla yaş oluyorsun, o yaşları da sarıyor geceler. O yaşlarla birlikte alıyor yanına geceler beni... Geceler unutmamı istemiyor seni, geceler bana ihanet ediyor. Geceler senden yana sevdiğim, geceler seni yaşamamı istiyor. Sözümü dinlemiyor....

Güneşi özlediğim oluyor arada bir. Yeter diyorum bunca yıldızla arkadaş olduğum. Seni unutup da yıldızları gördüğüm anlar olursa tabii. Beni böyle gördükleri zaman anlamıyor insanlar. Nasıl böyle saatlerce kalabildiğimi sorup duruyorlar. Böyle tüm dünya uyku içindeyken benim nasıl karanlığın içinde bakışlarımı dayattığımın sırrını anlamıyorlar. Ve onlar bilmiyorlar ki içim bir kordur...Tüm dünya, tüm tabiat susmalarda ve uykulardadır belki ama benim yüreğimde gizlenmektedir tüm dünya... Ben içime tüm insanları,,, tüm milyarları almışım. Farkında değiller. Herkesi ve herşeyleri sığdırmışım içime. Bir sen sığmıyorsun, bir seni sığdıramıyorum kalbime, bilmiyorlar...Ve senin uzaklığın, ve senin gece kadar olan uzaklığın... Bana öyle uzak öyle yabancısın ki sevdiğim, seni senden istemeye korkuyorum. Geceleri bu yüzden seviyorum. Seni sevmeme engel olmuyor, seni bana getiriyor... ve seni gecenin karanlığında buluşumdandır seni gündüzleri istemeyişim. Evet sevdiğim bana her şeyden ve herkesten uzaksın. Herkesin yaşamına giriyor, her şeyi paylaşıyorsun insanlarla... Ama bana gelmiyorsun. Ama ama sitem bile etmiyorum... Sana söyleyecek söz bulamıyorum. Söyleyecek bir şeyler arasam ve bulsam biliyorum geceler alır onu elimden, dilimden de. Sana söyleyeceklerimin hesabını yapsam sabahlar buna izin vermez. Ve ben seni yaşıyorum. Olsa olsa sana BU SEVGİYİ YAŞA diyebilirim.Gel birlikte yaşayalım demeye dilim varmaz. Geceler bunu bırakmaz yanına. Kaybettiğim değilsin. Ben seni hiç yitirmedim. Çünkü içimde taşıdığımdın hep. Benden bir parça oldun sen. Ben kendimi yitirmediğim sürece sen de kaybolmayacaksın.

Evet, seni anlamakla, seni yaşamakla, seni sevmekle geçirdiğim bu gecelerde, sabahladığım bu gecelerde, benden çok uzaklarda bulunan sana uykularında bir rahatlık veriyorsa sevdam, ne mutlu bana. Gecelerim...Sarın yaralarımı geceler demiş bir şair.. Beni bu geceler mahvetti desem haksızlık mı ederim onlara. Beni sen mahvettim desem yalan olur bu. Ama beni bu geceler, geceleri de bana musallat eden sensin. Senin sevdanla başladı gecelere sevda yazmam. Sevda masalı okumam bundandı. Ben bu gecelerde tüm karanlıkları dağıtabilirim. Bana hüzünlerini, bana acılarını ver sevdiğim. Ver ki senin acılarını da ortak edeyim gecelerime. Ver ki gecelerle kavgalı olayım. Şimdi seni getirdikleri için onlara ses bile çıkarmıyorum. Sen yaşadığımsın, yaşatanımsın. Sevdamsın sen... Belki ben anlatamıyorum ama geceler bu sevdaya şahittir. Çünkü artık onlarda bu aşka ortak oldular. Belki benden bile çok seviyorlar seni. Ben seni hiç mi hiç gözlerimle bitirmek istemedim. Ve gecelerin içinde, gecelerle birlikte hep sevdim seni...VE HEP SEVECEĞİM...

Ne kadar birlikte olamayacağımızı bilsem de Ben ve Gecelerim Hep seveceğiz seni...



Sedef 21 - avatarı
Sedef 21
Ziyaretçi
29 Nisan 2007       Mesaj #804
Sedef 21 - avatarı
Ziyaretçi
ÇİÇEKLE SUYUN HİKAYESİ

Günün birinde bir çiçekle su karşılaşır ve arkadaş olurlar.
İlk önceleri güzel bir arkadaşlık olarak devam eder
birliktelikleri, tabii zaman lâzımdır birbirlerini tanımak için.
Gel zaman, git zaman çiçek o kadar mutlu olur ki, mutluluktan
içi içine sığmaz artık ve anlar ki, su'ya aşık olmuştur.
İlk kez aşık olan çiçek, etrafa kokular saçar,
"Sırf senin hatırın için ey su" diye...
Öyle zaman gelir ki, artık su da içinde çiçeğe karşı
birşeyler hissetmeye başlamıştır. Zanneder ki,
çiçeğe aşıktır ama su da ilk defa aşık oluyordur.
Günler ve aylar birbirini kovalalar ve çiçek acaba
"Su beni seviyor mu?" diye düşünmeye başlar.
Çünkü su, pek ilgilenmez çiçekle... Halbuki çiçek,
alışkın değildir böyle bir sevgiye ve dayanamaz.
Çiçek, suya "Seni seviyorum der. Su, "Ben de seni
seviyorum" der. Aradan zaman geçer ve çiçek
yine "Seni seviyorum" der. Su, yine "Ben de" der.
Çiçek, sabırlıdır. Bekler, bekler, bekler...
Artık öyle bir duruma gelir ki, çiçek koku saçamaz
etrafa ve son kez suya "Seni seviyorum." der.
Su da ona "Söyledim ya ben de seni seviyorum." der
ve gün gelir çiçek yataklara düşer. Hastalanmıştır çiçek
artık. Rengi solmuş, çehresi sararmıştır çiçeğin.
Yataklardadır artık çiçek. Su da başında bekler
çiçeğin, yardımcı olmak için sevdiğine...
Bellidir ki artık çiçek ölecektir ve son kez zorlukla
başını döndürerek çiçek, suya der ki; "Seni ben,
gerçekten seviyorum." Çok hüzünlenir su bu durum
karşısında ve son çare olarak bir doktor çağırır
nedir sorun diye...Doktor gelir ve muayene eder
çiçeği. Sonra şöyle der doktor: "Hastanın durumu
ümitsiz artık elimizden birşey gelmez."
Su, merak eder, sevgilisinin ölümüne sebep olan hastalık
nedir diye ve sorar doktora. Doktor, şöyle bir
bakar suya ve der ki: "Çiçeğin bir hastalığı yok dostum...
Bu çiçek sadece susuz kalmış, ölümü onun için" der.
Ve anlamıştır artık su, sevgiliye sadece
"Seni seviyorum" demek yetmemektedir.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
29 Nisan 2007       Mesaj #805
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
zor günler
Güne bu kadar karışık duygularla uyanılır mı?

“Eyvah uyandım” günümün bilincinde belirginleşen ilk cümle…

Hayatın zorları üstüme yıkıldı bugün, onlar üstümde nasıl ağırım, nasıl yılgın…

Güneş ısıtıyor, ışıkları o yığının altında yüreğime kadar ulaşıyor… ısıtıyor yüreğimi…

Yılmadım yine… ama zordu… adım atmak, günü aralayıp yaşamak zordu…

Kalabalıklar içinde boğuldum… Nefes alamadım korktum…

Adımlarımda bacaklarım kesildi kimi an, nasıl zorlandım, zorlandım ve devam ettim yürümeye…

Boğazı gördüm gününüm içinde bir yerlerde… deniz masmavi… ağırlığımın üstünden kokusu ile ulaştı bana… içime umut oldu… hayallerime güç…

Gün zordu… daha bitmedi… devam ediyor… bu zor gün kendini yarınki zor güne bağlayarak devam edecek…

Ve bitecek bu zorlar… bir süreliğine yaşamımdan gidecekler…

Belki gelmezler bir daha…
(ki mutlaka geleceklerdir, zaman, zaman hep gelirler)

Tepelerin ardından güneşler doğsun bana, bize…

Sıcak olsun günlerim, günlerimiz…

Sevgiler olsun, aşklar olsun…

Huzur olsun…

Huzur dolu uykular olsun…

Çünkü şahidim…

Her zor gün mutlaka bitiyor
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
29 Nisan 2007       Mesaj #806
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Tamamen Yaşanmış Gerçek Bir Hikayedir...Hikaye Uzun Gibi Görünüyor Fakat Yarısına Geldiğinizde Gözyaşlarınıza Hakim Olamıyacaksınız...Böylece Devamını da Okuyacaksınız...Bana İnanmıyormusunuz...? Buyrun Okuyun O Zaman...


ÖldÜr Benİ Anne

ÖLDÜR BENİ ANNE

bu anlatıcaklarımı,aşık olduklarını sanıp,daha gerçek aşkın ne olduğunu bile bilmeyenlerin daha dikkatli okumasını istiyorum,ondan sonra yaşadıkları gerçek aşkmıymış,basit bi hoşlanmamıymış karar versinler.

kalbimin hiç tanımadığı duyguları daha yeni yeni hissetmeye başladığı dönemlerdi,çevremde bir sürü erkek ve kız arkadaşlarım vardı,ama bi gariplik vardı,mutlu değildim sanki aradığım başka birşeydi,her akşam eve gelir odama çekilir ağlardım,noluyordu bana anlayamıyordum,birgün yine arkadaşlarla beraberdim,beraberdim derken nasıl bi beraberlik,onlar bi araya toplanır gülüp eğlenirlerken bense bi kenara çekilip içimdeki fırtınaları dinliyordum her zamanki gibi,artık arkadaşlarımda alışmıştı bu durumuma,yanıma gelip oturduğunu hiç farketmemişim,taki sanki çok derinlerden gelen bi SELAM sesini duyana kadar,selam dedim bende,neden yalnız oturuyosun dedi,bilmiyorum dedim,kimse seni anlamıyor,hatta kendin bile kendini anlamıyorsun değilmi dedi,evet dedim,bende bu yüzden yanına geldim zaten dedi,bende aynı durumdayım,seni arkadaşlarından ayrı derin düşüncelere dalmış görünce işte benim gibi biri daha dedim,
ve ilk defa onun yüzüne baktım,o anda kalbim durdu sanki,donup
kalmıştım,ne zaman ayrıldık eve nasıl geldim bilmiyorum,o gün sürekli onu düşündüm,sanki aradığım şey buydu hissedebiliyordum bunu,
o günden sonra hergün buluşmaya başladık,evleri iki mahalle kadar uzaktaydı,bizim mahallede akrabaları vardı,ilk tanıştığımız gün onlara gelmişler,böylece aylar geçti,artık ailelerimizde biliyordu,ya ben onlara gidiyordum yada o bize geliyordu,yani her günümüzü birlikte geçiriyorduk,
ama ikimizinde anlayamadığı birşeyler vardı,birbirimizi çok seviyorduk,görmeden yapamıyorduk,arkadaşlık değildi bu,çünki diğer arkadaşlarımızıda seviyorduk,bu çok farklı bişeydi,kimseyede soramıyorduk,nasıl soralımki,biz bile bilmiyorduk ne olduğunu,bu çok yoğun duyguların etkisiyle bazen mutluluktan bulutlara kadar çıkıyorduk,bazende o küçücük kalplerimize sığdıramadığımız ve bi türlü anlamadığımız hisler dünyasında sebepsiz yere ağlıyor gözyaşlarımızı birbirimize hediye ediyorduk,,belki size saçma gelicek ama birbirimizi ilk gördüğümüz günü anlatmıştım,ondan sonraki ilk buluşmamızda biraz konuştuktan sonra bi ara gözgöze gelmiştik,ve daha ne olduğunu anlamadan ikimizde sebepsiz yere birden ağlamaya başlamıştık,hemde ne ağlama sanki hiç bitmeyecek gibiydi göz yaşlarımız,işte o günden sonra bir daha biribirimizin yüzüne uzun süre bakamadık,hatta çoğu zaman sırtlarımız birbirimize dönük otururduk,bi gören olsa bize gülerdi heralde,ama elimizde değildiki bakamıyorduk işte,
ama ne olursa olsun çok mutluyduk,artık ne güneşin doğuşunun,ne çiçeklerin kokusunun,nede kuşların aşk şarkılarının farkındaydık,biz birbirimizde kaybolmuştuk,taki bi akşam bizim evin zili uzun uzun çalana kadar,kapıyı annem açtı,gelen onun teyzesinin kızıydı,anneme bişeyler söyledi,annemde hemen babamla bişiyler konuşup,banada sen evden ayrılma biz hemen geliyoruz diyerek aceleyle çıktılar,bende hemen arkalarından çıktım,hava kararmıştı,beni görmesinler diye onları uzaktan takip ettim,biraz gittikten sonra bizim evin biraz ilerisinde bi market vardı,orada bi kalabalık gördüm,oraya gidiyorlardı,biraz daha yaklaşınca babam koşmaya başladı,yerde yatan biri vardı,bende biraz daha yaklaştım,babam yerde yatan kişiyi kucağına almıştı,bikaç adım daha yaklaştım ve kalbime binlerce ok birden saplandı sanki,yerde yatan benim meleğimdi,oda beni gördü,eliyle bana gelme diye işaret yaptı,ve bana bişeyler söylemek için ağzını açtığında,ağzından kan boşaldığını gördüm,yanına gittim,o güzel başını babamın kucağından kendi kucağıma aldım,hafifçe gülümsedi ve bak dedi napmışsın yeni gömleğine,onun kanına bulanmış gömleğimi göstererek,iki hafta önce doğum günümde o almıştı,ve birden başını karanlıkta benim seçemediğim kazanın olduğu bi yere çevirip tüh yaa dedi,ne demek istediğini anlamamıştım,başını tekrar çevirdiğimde ölmüştü,ondan sonrasını hatırlamıyorum,gözümü evde açtım,orada bayılmışım,beni doktora götürmüşler sakinleştirici filan yapmışlar,uzun süre baygın halde yatmışım,
kendime gelir gelmez ağlamaya başladım,kimse müdahale etmedi,doktor ağlarsa müdahale etmeyin demiş,tekrar kendimden geçene kadar ağlamışım,ondan sonraki günlerde gözyaşım hiç dinmedi,aradan iki ay filan geçmişti,birgün anneme onlara gitmek istediğimi söyledim,annem önce kabul etmedi ama yalvarmalarıma dayanamayıp bi şartla kabul etti,gideriz ama orada ağlayıp annesini üzmeyeceğine söz verirsen dedi,bende söz verdim ve gittik,bi süre oturduk ama ben kendimi zor tutuyordum ağlamamak için,bak oğlum dedi annesi,biribirinizi ne kadar çok sevdiğinizi hepimiz biliyoruz,ne kadar üzüldüğünüde biliyorum ama senden bir ricam var dedi,kızım son nefesini senin kucağında vermiş,bana son anlarını anlatmanı istiyorum dedi,şaşırdım,nasıl anlatabilirdimki,anneme baktım boynunu büktü,bende onu üzmeyecek şekilde anlattım,ama bi ara karanlıkta bi yere bakıp tüh yaa dediğini anlamadığımı söyleyince,annesi bana sarılıp öyle bi ağlamaya başladıki,bende zaten zor tutuyordum kendimi,ikimizde uzun süre ağladık,
biraz sakinleştikten sonra,artık bu dünyada yaşamam için hiç bir sebebin kalmadığına karar vermeme sebep olan şeyi anlattı,
ogün annesi evlerinde benim çok sevdiğim bir yemeği yapmış,anne demiş bu yemeği ayhan çok sever,bizim yiyeceğimiz kadarını ver ben ayhanlara gidip onunla beraber yiyeceğim demiş,anneside yalnız göndermemek için yakınlarında oturan teyzesinin kızıyla bize göndermiş,yolda gelirlerken teyzesinin kızı,sen biraz bekle bende marketten içecek birşeyler alayım demiş,kaldırımda beklerken bi araba vurup kaçmış,bize yakın oldukları için teyzesinin kızı hemen bize haber vermeye gelmiş o akşam,ve o karanlığa bakıpta tüh yaa dediği şeyde,bana getirdiği yemeklerin dökülmüş olmasına üzüldüğü içinmiş,son anlarını yaşayan birisinin canından daha çok bana getirdiği yemeklerin dökülmüş olmasına üzülecek kadar seven bir kalp varmıdır daha şu lanet dünyada,başkasını sevebilirmiyim artık,aşık olabilirmiyim başkasına,tahammül edebilirmiyim artık saçma sapan şeylerin adını aşk koymalarına,bizim yaşadıklarımız bilemesekte gerçek aşktı,bunu şimdi biliyorum, ama o bilmiyor,birgün birbirimize bir söz vermiştik,hangimiz önce ölürsek diğerimizi cennetin kapısında bekleyecekti,şimdi bende bilmeden yaşadığımız o tarif edilmez duygunun gerçek aşk olduğunu,o aşkı sonsuza kadar yaşayacağımız cennetin kapısında beni bekleyen meleğime anlatmak için,gelmesi için hergün yalvarıp dua ettiğim beni ona kavuşturacak kişiyi bekliyorum,AZRAİLİ

O ÖLDÜKTEN SONRA

bu gün hafta sonu,aşkımla buluşacağız,en güzel elbiselerimi giymeliyim,hangi gömleği giysem acaba,yanakları gibi kırmızı olanımı yoksa gözleri gibi kapkara olanımı,yada kazanın olduğu gün kanıyla üzerine çiçekler yaptığı gömleğimi,ne kazası ne kanı yaa nerden çıktı şimdi offf,ben en iyisi son buluşmamızda başını omuzuma koyduğu o kokan gömleği giyeyim,evet evet bu daha iyi,anne ben çıkıyorum,onamı,
tabiki anne yaa,her hafta sonu kiminle buluşurum ben,iyide neden ağlıyosunki,şimdi gidip annesindende izin almalıyım,günaydın müsade ederseniz kızınızla gezicez biraz,tabi oğlum,ona iyi bak olurmu,bak buda ağlıyor,noluyo bunlara anlamıyorum,koşar adımlarla gidiyorum aşkıma,bu yolda ne kadar uzun,her zamanki gibi bekçi amca karşılıyo beni,hoşgeldin oğlum,oda seni bekliyodu,biliyorum,günaydın aşkım ben geldim,bak hala yatıyo,hemde bembeyaz gelinliğiyle,yanaklarına küçük bir öpücük kondurup uyandırıyorum onu,her zamanki gibi toprak kokuyor meleğim,
uzatıyor kollarını yattığı yerden,tutuyorum ellerinden,tüy kadar hafif,ne kadarda güzel meleğim benim,hoşçakal bekçi amca,bak koskoca adamda ağlıyo,iyi eğlenin olurmu diyor kirli sakallarından süzülen yaşları silerek,
onun en sevdiği yerleri geziyoruz elele,allahım onunla olunca o kadar mutluyumki,bi ara yine gözgöze geliyoruz,bakmamalıydık,yine ağlıycaz,ne kadar ağladığımızı akşam ezanını duyunca anlıyorum,işte bu günde bitti,gitmeliyiz,bekçi amca kızar sonra,hoşgeldiniz iyi eğlendinizmi bari,neler yaptınız bakalım,ağladık akşama kadar,her zamanki gibi ha,evet,hadi meleğim sen şimdi yat,ben haftaya yine gelirim,,birgün diyorum,birgün bende bembeyaz damatlıklarımı giyip geleceğim yanına,kapkara gözlerini açarak yalvarırcasına,çabuk gel olurmu diyor,yakında meleğim çok yakında,biliyorum şimdi iyi geceler öpücüğüm olmadan uyuyamaz bi tanem,yanaklarına bi öpücük konduruyorum,yine o toprak kokusu,geldim anne,hoşgeldin oğlum,ÖLDÜR BENİ ANNE BENDE TOPRAK KOKMAK İSTİYORUM.

AYIŞIĞINDA YAĞMUR

o öldükten sonra,herşey durdu sanki,onsuz bir cehennem olan şu dünyanın günleri geçmek bilmedi,sanki bana dayanılmaz acılar çektirmekten zevk alırcasına yavaşladı hayat,hiç acımadı bana,aşkım beni beklerken,ben yine her zaman olduğu gibi,lanet olası sabahlara açtım gözümü,beni bu hayatta tutan bedenimi,dudaklarımda bi gülümsemeyle bırakıp gideceğim günün özlemine dayanamayıp,bi çare aradım,günlerimin nasıl geçtiğini bilmeyecek birşey,hızlandırmak istedim hayatı,ama nasıl,onunlayken su gibi akardı günlerim,akşamın nasıl olduğunu anlamazdık bile,öyleyse bende onunlayken yaptıklarımı yaparsam daha çabuk bitecekti günler,hemen başladım,mesela her zamanki buluştuğumuz yere gittim,ama nasıl olur,burası cennet gibiydi,şimdi ne kadarda sıkıcı olmuş,kuş seslerini dinler birbirimizin elini tutardık,yine kuşlar var,yine ötüşüyorlar ama artık aşk şarkıları söylemiyor çığlık atıyorlar sanki,olmadı,papatyayı çok severdi,elimize bir papatya alır onu evimizin bahçesine dikerdik hayallerimizde,doğum günümde bana bir demet papatya getir yeter derdi,tek tek saçlarına takardım,aslında saçlarına dokunmak içinde bi bahaneydi,yine ne çabuk akşam olurdu,evet evet eniyisi papatya,gittim,aynı yer ve papatyalar,bunlarda değişmiş,dünyanın en güzel çiçekleri ne hale gelmiş,ne renkleri kalmış,nede kokuları,renklerinide kokularınıda ondan alıyorlarmış,onsuz ne kadar solgunlar,buda olmadı,gezerdik rastgele,nereye gittiğimizi bile bilmeden,bazen kaybolurduk,yine akşam olduğunu farketmez,aceleyle sora sora geri dönerdik geç kalmamak için,bıraktığımız izleri takip etmeliydim,aynı yerleri gezersem yine bitirebilirdim bu günü,ama benim ayaklarım bu kadar ağır değildiki,onunlayken uçar gibi yürürdüm,şimdi tonlarca ağırlık var sanki ayaklarımda,hem izlerimizide bulamadım,nerelere gittiğimizin farkında değildikki bulayım,yollar ne kadar uzun,adımlarım ona gitmek istiyor,sokaklar ne kadar kalabalık,her yer bir tanesinin azrail olmasını umduğum insanlarla dolu,ama hepside insan işte,
bir tanesine saati soruyorum,sekiz diyor,sabahın sekizi,nasıl olur,birine daha,yine sekiz,birine daha,yine sekiz,ama ben evden yedide çıkmıştım diyorum,garip garip bakıyorlar bana,artık yanınada gidemiyorum meleğimin,her gün beni bekleyen aşkımın yanına gitmeye yüzüm kalmadıki,hala neden gelmiyorsun diyince ne cevap veririm ona,son gitmemde ona,ne zaman ayışığında yağmur yağarsa o zaman geleceğim demiştim,kahrolası birgün daha bitti diyorum başımı yastığa koyarken,uyumadan önce gökyüzüne bakıyorum,
bugün ay var,hemde dolunay,birde yağmur yağarsa.

3 ARALIK

Bugün 3 aralık,doğum günüm
ölüme bir adım daha yaklaştım
koskoca bir yıl beklediğim gün
her dakikasını,her saniyesini sayarak geçirdiğim bir ömür bitti sanki
yada ben öyle umuyorum
yılda bir kez giydiğim,beyaz takım elbisemi giydim yine
içine beyaz gömlek,beyaz çoraplar
ne annem,ne arkadaşlarım,ben hariç hiç kimse istemiyor böyle giyinmemi
nedenki,kefene benziyor diyemi
ama ben çok seviyorum
bugün hiç çıkarmayacağım üzerimden
taki güneş,
onsuz yaşamayı kendime yediremediğim
şu lanet dünyanın üzerine bir defa daha doğup
hala yaşıyor olmamın utancını yüzüme vuruncaya kadar
neden diyorum bazen,neden ben
daha çocuk denecek yaşta doğdu gerçek aşk'ın güneşi kalbime
çevremde bir sürü arkadaşım vardı,onlar güler eğlenir,bense onlar gibi olamazdım
sanki bir amacım,yapmam gereken bir görev varmış gibi hissederdim kendimi
ta o zamanlar severdim geceyi ve yalnızlığı
bazen sabahlara kadar düşünürdüm
ben delimiydim
neden yaşıtlarım gibi değildim
neden küçücük yüreğim gögüs kafesime sığmazdı
hergün gözyaşlarımla karşılardım sabahın ilk ışıklarını
yine böyle sabahlardan biriydi
babaannem girmiş odama,ağlamam bitinceye kadar beklemiş
konuşmak istermisin dedi
evet dedim,zaten kendime yakın bulduğum tek insandı
neden ağlıyosun dedi
bilmiyorum dedim
evet dedi bilmiyorsun,ama öğreneceksin
nasıl dedim
sen anlat dedi
bende içimde fırtınalar koparan ama ne olduğunu bilmediğim herşeyi anlattım
bak dedi,dikkatli dinle
bütün insanların bir ömür boyu aradığı
ama daha ne olduğunu bile bilmediği
bulanlarında bunun kıymetini bilmediği bir duygu
çok güzel ama dünyadaki en büyük acılarla
en güzel duyguların harman olduğu tek duygu
dengesi çok hassas
ve bu dengeyi güzel duyguların olduğu tarafada
acı veren tarafada kaçırırsan dünyanı cehenneme çevirecek bir duygu
acısınada mutluluğunada dayanamaz bu zayıf bendenlerimiz
işte herkesin arayıp bulamadığı
ama sana çok erken verilmiş bir şey var o kalbinde dedi
peki ne yapmalıyım dedim
leyla ile mecnun,aslı ile kerem,ferhat ile şirin ne yaptıysa onu dedi
ne yaptılar dedim
vuslat'ı cennet'e ertelediler
şu anda onların hakkında anlatılanların çoğu insanların kendi uydurmalarıdır
aslını sadece gerçek aşk'ı bulan kişiler bilir
onları ancak şu anda kalbinin tümünü kaplayan o çözemediğin duyguya
yani gerçek aşk'a sahip kişiler anlayabilir
mesela leyla ile mecnun aynı şehirde yaşıyordu
kavuşmaları içinde hiç bir engel yoktu
ama sanılanın aksine kavuşamadılar değil,kavuşmadılar
eğer bir araya gelselerdi
birbirlerine olan aşk'ın gücüne bedenleri dayanamayacaktı
onlarda en doğru olanı yaptılar
bedenlerini öldürüp,aşk'larını ruhlarının derinliklerinde
yani gerçek aşk'ın yaşayabileceği,ve layık olduğu tek yerde yaşattılar
vuslat'ıda cennet'e ertelediler
cennet'e diyorum çünki,bu tür insanların kalbi
o yüce duyguyla o kadar doludurki
orada ne kötülüğe nede günaha yer yoktur
işte,sende dünyada nesli tükenmek üzere olan bir avuç aptaldan birisin
neden aptalım
çünki kimse seni anlamayacak
anlatamayacaksında
dünyanın zevklerine aldırış etmeyen
sahte güzelliklerine kanmayan birisi olacaksın
ve bu yüzdende sana aptal gözüyle bakacaklar
zamanı gelince sana aptal diyenler
dünyanın sahte güzelliklerine aldanarak mahvettikleri hayatları için
son nefeslerinde pişmanlık gözyaşları akıtırken
senin dudağındaki tebessümün anlamını kimse bilmeyecek
yalnızlığı sevmeyi öğren
çünki bundan böyle en iyi dostun olacak..
onunla gözgöze gelemememizin
elini bile tutamamamın sebebi buydu
birbirimizin yüzüne bile bakamayacak kadar büyük
bir aşk'ın acısına dayanamayıp
sırt sırta otururken
bize,aptallar demelerinin sebebide buydu
bizde cennet'e ertelemiştik vuslat'ımızı

bugün 3 aralık..
kutladığım son doğum günüm olması dileğiyle
ona kavuşacak olmamın heyecanı ve ümidiyle doluyken
nice yıllara diyenlerden nefret ettiğimi bilmiyorlar
kuyruğuna değirmen taşı bağlanmışçasına yavaşlayan
her damla gözyaşıma bir gün daha ekleyip
kalbimin her atışında damarlarıma beni yenmenin zaferini pompalayan
ve yıllardır yanaklarımda
gözyaşlarımın çizdiği yol kadar uzayan bir hayat
kahrolası bir hayat yaşadığımıda bilmiyorlar
beni bekleyene verdiğim sözü tutamadığım bir yılı daha bitiriyor güneş
utancından kıpkırmızı olmuş yanaklarımdaki rengi alarak batıyor ufukta
onun gözlerinin rengi kaplayacak birazdan dünyamı
mezarının başına diktiğim fidan
koskoca bir ağaç oldu
her bahar geldiğinde
o ağacın bir yaprağına adımı yazarım
canımı iliştirdiğim o yaprakta yaşadığımı farzederim
ve sonbahar'ı beklerim sararıp dalından kopması için
bir sonbahar daha bitti işte
bu yılda yeni filizlenen bir fidanın yeşil yaprağına yazdı adımı hayat
sahte aşklarla dolu dünyada bir yıl dahamı
kimbilir,belki üzerinde adımın yazılı olduğu,son bir yaprak kalmıştır düşecek,
bu gece,evet bu gece kopacak belki dalından
süzülerek düşecek aşkımın mezarının üzerine
ve keskin bir tırpandan çıkan kıvılcım aydınlatacak ona giden yolumu
-------------------------------------------------------
ayhan ay
Nephthys - avatarı
Nephthys
Ziyaretçi
29 Nisan 2007       Mesaj #807
Nephthys - avatarı
Ziyaretçi
En Uzun Cümlem Ol Benim .....



İnsan hayatında yanlış,yarım kalan cümleler vardır ya; hani yanlış zaman da yanlış biçimde kurulan onlarla geçti benim hayatım işte.

Sen benim en uzun cümlem ol, beni anlat her kelimende virgül içer,ünlem içer hatta soru işaretleri koy içerisine ama asla nokta koyma.ömrümün sonuna kadar uza sende..En iyi sen anlat beni ve sen yaşa….


Bende sana kurayım bütün cümlelerimi seni anlatayım her daim ve sana yazıyım her demde.Gerçi anlatamaz seni hiçbir süslü kelime.Kifayesiz kalır senin yanında anlatamaz ve hepsi utanır bir bir lanet ederler belkide ve kıskanırlar seni delice.

Ve ben sana olan sevgimin çaresizliği, anlatamamamın derbederliği içinde bi çare.Ama ne fark eder ki en elemli yere yazdım ben seni;YÜREĞİME..Keşke gelse de dile o anlatsa sana bide.Belki o tercüman olur anlatabilir zataaline…J

Sen anlamsızlığımdaki anlamım,hayatımın en güzel yanısın ve dediğim gibi asla yarım kalmamalısın ömrümün sonuna kadar bende varolmalısın.Şimdi diğer yarım; tüm çaresizliğimle ama seven kalbimle DİYORUM Kİ GİTME KAL BENİMLE…….


Gülseri Cansever
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
29 Nisan 2007       Mesaj #808
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
SENİN İÇİN ÖLÜRÜM
Bir otobüs duraginda karsilasmislardi ilk kez.... Biri tipta okuyordu, öbürü
mimarlikta. O ilk karsilasmadan sonra, bir kere, bir kere, bir kere daha
karsilasabilmek için, hep ayni saatte, ayni duraktan, ayni otobüse bindiler.
Gençtiler, çok genç... Birbirileriyle konusacak cesareti bulmalari biraz
zaman aldi ama sonunda basardilar. Ikisi de her sabah otobüse bindikleri
semtte oturmuyorlardi aslinda. Delikanli arkadasinda kaldigi için o duraktan
binmisti otobüse, kiz ise ablasinda.... Sirf birbirilerini görebilmek için,
her sabah erkenden evlerinden çikip, sehrin öbür ucundaki o duraga, onlarin
duragina geldiklerini, gülerek itiraf ettiler bir süre sonra...
Okullarini bitirince hemen evlendiler. Mutluydular hem de çok mutlu...
Bazen issiz,bazen parasiz kaldilar ama öylesine siki kenetlenmisti ki
yürekleri ve elleri hiçbir seyi umursamadilar. Ayin sonunu zor
getirdikleri günlerde de ünlü bir doktor ve ünlü bir mimar olduklarinda da
hep mutluydular. Zaman asimina ugrayan, aliskanliklara yenik düsen, banka
hesabinda para kalmadigi için yada tam tersine o hesabi daha da kabarik hale
getirmek uguruna bitip-tükeniveren sevgilerden degildi onlarinki...
Günler günleri, yillar yillari kovaladikça sevgileri de büyüdü, büyüdü...
Tek eksikleri çocuklarinin olmamasiydi. Zorlu bir tedavi sürecine ragmen
çocuk sahibi olmayinca, "bütün mutluluklarin bizim olmasini beklemek,
bencillik olur" diyerek devam ettiler hayatlarina. Çocuk yerine, sevgilerini
büyüttüler... "Senin için ölürüm" derdi kadin, simsiki sarilip adama ve
adam: "Hayir, ben senin için ölürüm" diye yanit verirdi hep...
Bazen eve geldiginde, aynanin üzerinde bir not görürdü kadin, "Bir tanem,
kütüphanenin ikinci rafina bak...." Kütüphanenin ikinci rafinda baska bir
not olurdu, "Mutfaktaki masanin üzerine bak ve seni çok sevdigimi sakin
unutma" Mutfaktaki masadan, salondaki dolaba sevgi dolu notlari okuya
okuya kosturan kadin, sonunda kimi zaman bir demet çiçek, kimi zaman en
sevdigi çikolatalar, kimi zaman da pahali armaganlarla karsilasirdi..
Aldigi hediyenin ne oldugu önemli degildi zaten....
Hayat ne kadar hizli akarsa aksin, isleri ne kadar yogun olursa olsun hep
birbirlerine ayiracak zaman buluyorlardi bulmasina ama kirkli yaslarin
ortalarina geldiklerinde, daha az çalismaya karar verdiler. Adam, hastaneden
ayrildi ve muayenehanesinde hasta kabul etmeye basladi. Kadin da mimarlik
bürosunu kapadi ve sadece özel projelerde görev aldi. Artik daha fazla
beraber olabiliyorlardi. Bir gün sahilde dolasirken, harap durumda bir ev
gördü kadin, üzerinde "satilik" levhasi asili olan. "Ne dersin, bu evi
alalim mi?" dedi adama. "Bu viraneyi yiktirir, harika bir
ev yapariz. Projeyi kafamda çizdim bile. Kocaman terasi olan, martilari
kahvaltiya davet edecegimiz bir deniz evi yapalim burayi..." "Sen istersin
de ben hiç hayir diyebilir miyim?" diye yanit verdi adam. "Amerika'daki tip
kongresinden döner dönmez ararim emlakçiyi... Kaç para olursa olsun, burasi
bizimdir artik...."
Sadece bir hafta ayri kalacaklarini bildikleri halde, ayrilmalari zor oldu
adam Amerika'ya giderken. Her gün, her saat konustular telefonla. Gözyaslari
içinde kucaklastilar havaalaninda. Fakat birkaç gün sonra, kocasinda bir
tuhaflik oldugunu fark etti kadin. Eskisi kadar mutlu görünmüyor,
konusmaktan kaçiniyordu. Onu neselendirmek için, sahildeki evi hatirlatti ve
çizdigi projeyi verdi kadin ama hiç beklemedigi bir cevap aldi: "Canim, o ev
bizim bütçemizi asiyor. Sen en iyisi o evi unut..."
Mutsuzluk, mutlulugun tadina alismis insanlara daha da aci, daha da çekilmez
gelir. Kadin, hiç sevmedi bu beklenmedik misafiri. Derdini söylemesi için
yalvardi adama, "Senin için ölürüm, biliyorsun, ne olur anlat" diye dil
döktü bos yere... Yillardir sevdigi adam, duyarsiz ve sevgisiz biriyle yer
degistirmisti sanki. Ona ulasmaya çalistikça, beton duvarlara çarpiyordu
kadin, her çarpmada daha fazla kaniyordu yüregi...
Bir gün, çocuklugunun, gençliginin ve bütün hayatinin birlikte geçtigi
arkadasina dert yanarken, "Artik dayanamiyorum, sana söylemek zorundayim"
diye sözünü kesti arkadasi. "O, seni aldatiyor. Is yerimin tam karsisindaki
restoranda genç bir kadinla yemek yiyiyor her öglen. Sonra sarmas dolas
biniyorlar arabaya...."
"Sus, sus çabuk, duymak istemiyorum bu yalanlari" diye bagirdi kadin. Onca
yillik arkadasini, kendisini kiskanmakla suçladi.... Ertesi gün, ögle vakti
o restoranin hemen karsisinda bir köseye sindi sessizce ve peri masallarinin
sadece masal oldugunu anladi... Kocasinin eskiden ayni hastanede çalistigi
genç çocuk doktorunu tanidi hemen. Bazen evlerinde agirladiklari kadina
nasil sarildigini gördü adamin...
Aksam kocasi eve gelir gelmez, bazen bagirip, bazen aglayarak, bazen ona
simsiki sarilip bazen de yumruklayarak haykirdi suratina her seyi. Inkar
etmedi adam. Zamanla duygularin degisebildigi, insanlarin orta yasa
geldiklerinde farklilik aradigi gibi bir seyler geveledi agzinda ve bavulunu
alip gitti evden. Kapidan çikarken, "son bir kez kucaklamak isterim seni"
diyecek oldu ama kadin, "defol" dedi nefretle...
Ilk celsede bosandilar... Modern bir ask hikayesinin böyle son bulmasina
kimse inanamadi. Arkadaslarinin destegiyle ayakta kalmaya çalisti kadin.
Adamin, sevgilisiyle birlikte Amerika'ya yerlestigini ögrendi. Bazen yalniz
kaldiginda, onu hala sevdigini hissedince, aglama nöbetleri geçiriyor, askin
yerini, en az onun kadar yogun bir duygu olan nefretin almasi için dua

ediyordu.
Aradan bir yil geçti... Her seyin ilaci oldugu söylenen zaman bile,
kadinin derdine çare olamamisti. Bir sabah, israrla çalan zilin sesiyle
uyandi. Kapiyi açtiginda, karsisinda o kadini gördü. "Sen, buraya ne yüzle
geliyorsun" diye bagirmak istedi ama sesi çikmadi. "Lütfen, içeri girmeme
izin ver, mutlaka konusmamiz gerekiyor" dedi genç kadin. Kanepeye ilisti ve
zor duyulan bir sesle konusmaya basladi: "Hiçbir sey göründügü gibi degil
aslinda. Çok üzgünüm ama o bir saat önce öldü. Geçen yil
Amerika'daki kongre sirasinda ögrendi hastaligini ve yaklasik bir senelik
ömrü kaldigini. Buna dayanamayacagini, hep söyledigin gibi onunla birlikte
ölmek isteyecegini biliyordu. Seni kendinden uzaklastirmak için, benden
sevgilisi rolünü oynamami istedi. Ailesine de haber vermedi. Birlikte
Amerika'ya yerlestigimiz yalanini yaydi. Oysa ilk karsilastiginiz otobüs
duraginin karsisinda bir ev tutmustu. Tedavi görüyor ve kurtulacagina
inaniyordu ama olmadi. Gece fenalasmis, bakicisi beni aradi, son anda
yetistim. Sana bu kutuyu vermemi istedi..." Gözlerinden akan yaslari
durduramayacagini biliyordu kadin. Hemen oracikta ölmek istiyordu. Eline
tutusturulan kutuyu açmayi neden sonra akil edebildi. Itinayla katlanmis bir
sürü kagit duruyordu kutuda. Ilk kagitta, "Lütfen bütün notlari sirayla oku
bir tanem" diyordu... Sirayla okudu; "Seni çok sevdim", "Seni sevmekten hiç
vazgeçmedim", "Senin için ölürüm derdin hep, dogru
söyledigini bilirdim." "Fakat benim için ölmeni istemedim" "Simdi bana söz
vermeni istiyorum." "Benim için yasayacaksin, anlastik mi?" son kagidi eline
alirken, kutuda bir anahtar oldugunu gördü kadin... Ve son kagitta sunlar
yaziliydi:
"Sahildeki evimizi senin çizdigin projeye göre yaptirdim. Kocaman terasta
martilarla kahvalti ederken, ben hep seni izliyor olacagim......"
jöly - avatarı
jöly
Ziyaretçi
30 Nisan 2007       Mesaj #809
jöly - avatarı
Ziyaretçi
largebf0d21f671f1606e3evt6
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
30 Nisan 2007       Mesaj #810
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Seninle
Senelerdir evliydiler. Sevgi agacini sabirla besleyip meyvelerini bu dunyada tatmak, sonsuz hayatta yemekti dualari. Dualarini isiten Yaraticilari da onlara iki evlat hediye etmisti. Kucuk zorluklar, buyuk mutluluklar icinde yasiyorlardi.
Bir yaz tatilinde anne ve cocuklar tatile ciktilar. Baba calistigi icin gidemedi, gunleri yalniz gecirmek zorunda kaldi. Ama, yalnizlik ona gore degildi. SIKILDI, ozledi, aradi. “Normal” gordugu zamanlarda, sair gibi:
Bir insan daha var, cok sukur,evde;
Nefes var,
Ayak sesi var;
Cok sukur, cok sukur”
diye sukretmedigini farketti. Ozlemle bekledi, telefonla hasret giderdi, ama yetmedi. Nihayet gunler gecti. Evin guzel annesi ve cocuklar eve donduler. Kadini evde guzel bir surpriz bekliyordu.
Kapidan iceri adim attiginda, ayakkabi dolabinin uzerinde kirmizi bir gul ve bir not duruyordu:
“Hayat seninle mutlu.”
Hos bir duyguydu yasadigi. Sevgi ve ozlemle kocasinin boynuna sarildi. Kadin, su icmek icin mutfaga girdiginde bu defa masanin uzerinde baska bir kirmizi gul ve not buldu:
“Yemekler seninle lezzetli.”
Simdi butun odalari gezmesi ve gulleri toplamasi gerektigini anlamisti. Oturma odasina girdi, baska bir gul ve not bekliyoordu onu:
“Sohbetler seninle bereketli.”
Heyecanla girdigi cocuklarin odasinda da benzer bir isaret buldu:
“Cocuklarimiz seninle arkadas ve muhabbetli.”
Banyoda aynanin onunde:
“Guzellikler seninle guzel.”
Salonda:
“Hayat seninle mutlu.”
Sevdigini ve sevildigini yureginde hissedip kocasinin elini tutup yatak odasina girdiginde son notu ve gulu buldu:
“Mutluluk seninle mutlu!”
Murat Ciftkaya

Benzer Konular

3 Aralık 2006 / Misafir Genel Mesajlar
16 Mayıs 2014 / NihLe Müslümanlık/İslamiyet
11 Haziran 2013 / Misafir Forum Oyunları
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar
20 Haziran 2012 / ThinkerBeLL Edebiyat