Arama

Hikayeler ve Öyküler -2- - Sayfa 90

Güncelleme: 17 Şubat 2016 Gösterim: 547.232 Cevap: 1.812
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
13 Mayıs 2007       Mesaj #891
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Oturuyorum gözlerim kapalı, düşünüyorum bir hayal kuruyorum. Seninle bizim yaşadığımız evi düşünüyorum. Sabah, ben erkenden uyanıyorum. Hazırlanıp dışarı çıkacağım. Hazırlık yapmamız gerek akşama misafirlerimiz var. Önce güzel bir duş alıyorum, sonra giyiniyorum. Sen hala daha mışıl mışıl uyuyorsun. Seni uyandırmak istemiyorum. O kadar güzelsin ki bunu sana anlatamam.
Dışarı çıkıyorum arabamızın anahtarları elimde, otoparka giriyorum ve yavaş vayaş arabanın yanına yanaşıp kapıyı açıyorum. Güzergah en yakın market... Gerekli alışverişi yapmam fazla sürmüyor. Geri dönüş yoluna giriyorum. Bir şey mi unuttum acaba... Yolun kenarında bir çiçekçi var. Arabayı sağa çekiyorum ve çiçekçiye girerek senin için sarı bir gül alıyorum. Sonra tekrar arabaya, geldiğim yoldan geri dönerek tekrar eve dönüyorum. Ve kapıdan içeri girerken “hayatııım” diye sesleniyorum sıcak ve marur bir sesle.. Fakat sen halen daha güzellik uykundan uyanmamışsın. Çiçeği yanıma alıyorum. Küçük bir not “ uyandırmaya kıyamadım “ Basşucuna bırakıyorum. Sana bağlılığın bir ifadesi... Mutfağa geçip kahvaltılık bir şeyler hazırlamaya koyuluyorum. “ Aşkım uyandığında her şey hazır olmalı “ diyorum kendi kendime.. Biraz domates, peynir, salam.. Kahvaltı sofrasının kalabalık olmasını istemiyorum.. Oranın kalabalığı biz olmalıyız.. Çay evet şimdi çay hazırlanıyor. Hmmm.. Bide rafadan yumurta.. Şimdi oldu... Soframız hazır.. Bu arada senin uyandığını farkedemiyorum. Oysa seni hissetmek isterdim.. Herşeyinle.. Sessizce ben hazırlık yaparken sen arkadan sarılıyorsun.. “ Canım benim, seni seviyorum.. “ diyorsun bana “ bende .. bende seni seviyorum...” Mutluyuz ikimizde, çünkü mutluluğumuza gölge düşürecek hiç bir şey yaşamadık, çünkü birbirimize sevgiyle bağlıyız, çünkü bizim tek güvencemiz yine ikimiziz.. Eeee ne de olsa bu dünya bizim kendi dünyamız, ve bunu biz kurduk. Kendimiz için, çoçuklarımız için.. Kimsenin mutluluğumuzu engellemesine izin veremeyiz. Birbirimize o kadar çok güveniyoruz ve o kadar çok bağlıyıyz ki nikah işlemlerini bile önemsemiyoruz. “Off allahım biz şimdi haftaya Cuma evleniyormuyuz” diyerek birbirimize gülüyoruz, sonrada “ ne gerek vardı ki biz böyle iyiydik” diyoruz. Birbirimize ve kendimize güveniyoruz...
Sponsorlu Bağlantılar
Şimdi iş vakti, seni yalnız bırakmak istemiyorum. Masayı toparlamak için birbirimize yardım ediyoruz. “Keşke bitmeseydi..” diyoruz birbirimize bakıp ama biz bunları sürekli yaşıyoruz. Ben çıkış kapısına doğru yavaşça yaklaşırken sen arkamdan geliyorsun. Elimi tutuyorsun sürekli beni bırakmak istemez gibi bir halin var. Biraz da yaramazsın tabi ama bu çekilir bi durum.. Bana skıca sarılıyorsun..
“- Akşama geç kalma..
- Peki canım..
- Biliyorsun misafirlerimiz var...
- Hıhım biliyorum canım..
- Seni seviyorum canım..
- Bende ben de seni seviyorum..
- Gitmeni istemiyorum.. Ne zaman bitecek bu işler.. Ne zaman seninle....”
Elimi yüzüne uzatıyorum ve işaret parmağımla dudağını engelliyorum..
“ -Şşş bana şimdi öyle bir hediye ver ki hayatımın bir anlamını olduğunu, gittiğim yerde başarılı olmak için bir sebebim olduğunu, ve kendime dikkat edip her zaman geri dönmem için mutlak bir sebep olduğunu bana unutturmasın..
- İşte hediyen canım..”
Yoğun bir dudak temasından sonra dışarı çıkıyorum.. Dış kapıdan da çıktıktan sonra yavaşça geri dönüp pencereye bakıyorum.. Ordan masum bir ifade ile beni izliyorsun.. Öeylece duruyorum bana sanki bir daha geri dönmeyecekmişim gibi bakıyorsun.. “Üzgünüm canım ama bizim ve çocuklarımızn geleceği için gitmem gerek “ diyorum ve hızla yola koyuluyorum. Of Allah’ım yapılacak çok iş var.. Ama sen hep aklımdasın.. Dudağımda öyle bir iz bırakmışsın ki ne yapacağımı, nereye gideceğimi, kendime nasıl dikkat edeceğimi iyi biliyorum. İnsanlar sokaklarda, bir adam var koşuyor.. sanırım işine geç kalmış.. Bende geç kalmamalıyım. Şu gaza biraz daha bassam iyi olacak.. Bir an önce gidip işlerimi halletmeli ve sana geri dönmeliyim. Ne kadar güzel bir hayat.. Senin aklında ben, benim aklımda sen.. Evet bu hayatın güzelliğinin; senin için ben, benim için de sen olduğunu hatırlayarak hızımı biraz daha arttırıyorum........
......Evet sonunda... Paydos.. Bu günkü iş bitti.. Ama önümde çok günler var.. Şimdi dönüş yolundayım.. Fakat o da ne ? Telefon çalıyor.. Sanırım geç kaldım..

- Efendim
- Hayatım nerdesin?
- Yoldayım canım geliyorum..
- Tamam canım, seni özledim ve misafirlerimiz de geldi..
- Anlaşıldı komutanım..
- Hmmm.. Bunun bir de cezası olacak tabi..
- Anlaşıldı komutanım..
- Seni bekliyoruz..
- Tamam canım geliyorum. “
Allahım nasıl geç kalırım.. bir an önce gitmeliyim.. Hızımı arttırıp vitesi yükseltiyorum.. Çalıştığım iş alanının sınırları içerisindeyim. Yol karanlık.. Ne bir sokak lambası ne karşıdan gelen ne de beni takip eden bir araç var.. Daha fazla geç kalmamalıyım.. Bir vites daha yukarı.. sanırım bu dört oldu.. Hmm dikkatli olmam gerek.. Sanırım bu yoldan bir tanker geçmiş.. Yolda boylu boyunca uzanan bir yağ şeridi var.. Arada bir şerit kesiliyor tekrar başlıyor......Aman Allah’ım....
.......O hiçbir şeyden habersizdi.. Bildiği tek şey aşkının yolda olduğu ve her an için kapıyı açabileceğiydi.. Misafirleri ile ilgilenmesi gerekiyordu.. Ablası gelmişti eşiyle birlikte... Tatlı bir muhabbetin ortasındaydılar.. Birden bir kapı sesi duyar gibi oldu.. Yerinden fırladı aşkım geldi diye.. Ama yok! gelen kimse yoktu.. Ablası sordu ne oldu diye.. “Hiiç sadece kapı açıldı sandım..” ama gelen yok!.. Üzgün bir tavırla tekrar kalktığı koltuğa geri döndü.. Önündeki sehpaya gözleri daldı.. Ve derin bir iç çekti.. “Off neden bu kadar geç kaldı?” İçinde nedenini anlamadığı bir endişe vardı.. Ablası “
- Neden bu kadar heyecanlısın bu akşam bakalım
- Hiiç
- Pek te hiç değilmiş gibi
- Evet
- Nedir? Bir müjdemi var yoksa
- Nerden bildin ablacım?
- Sadece tahmin ettim. Bende müjde vereceğim zaman böyle heyecanlanırım
- Evet bir müjdem var. Yani aslında bunu ona dün akşam söyliyecektim ama Söyleyemedim bu müjdeli haberi sizinle beraber vermek istedim. Yani en azından söylerken güçlük çekmemek için
- Nedir müjden? Bizi bekletmezsin herhalde gerçi ben tahmin eder gibi oldum ama sen yinede söyle
- Evet su bence de söyle bende meraklandım iyice
- Şeyy.. Bir çocuğumuz olacak
- Ne kadar güzel ama bunu ona söylemek bu kadar zormuydu?
- Heyecan ablacım heyecan
Kısa bir sessizlik oldu ve gözleri yine önündeki sehpaya daldı.. Yine bir iç çekti ve kendi kendine
- Yolunda gitmeyen bir şeyler var
- Ne gibi?
- Bilmiyorum.. İçimde henüz anlam veremediğim bir hüzün var
- Sanki bir şeyler olacak gibi sanki.. sanki.....
- Dert etme bu kadar Su bende bir erkeğim o da şimdi senin yanında olmak için can atıyordur.. Sabırsızlanıyordur.. Hatta her an için kapıdan girebilir..
Yine bir sessizlik gözleri yine sehpa da bir iç çekiş daha “ Ne oldu niçin hala gelmedi? “ Bir anda sehpa da odaklanarak göz bebekleri büyümeye başlar.. Ruhunun derinliklerinden gelen o acı kalbine tıpkı bir bıçak gibi saplanıverir.. Artık hüzünden eser yok.. Yüzü kasılmaya başlar.. Ellerini titreyerek göğsüne doğru götürür ve kendine tıpkı sevgilisine sarılıyormuşcasına sıkı sıkıya sarılmaya başlar ve kısık ve hızlı bir şekilde nefes almaya başlar.. Ablası ve eniştesi şaşkınlıktan dona kalmıştır.. Her şey bir anda olur.. Acı giderek artıyor.. Yüzündeki ve nefesindeki kasılma hat safhada, bu sırada ağızını sonuna kadar açıp başını yukarı kaldırıyor.. Çığlık atmak istiyor fakat sesi çıkmıyor.. Gözlerindeki buğulanma yaş damlalarına dönüştü bile yavaşça yanaklarında süzülüyor... Ablası büyük bir refleks ile yerinde fırlayıp omuzlarından tutuyor.. Ve geri dönüp eşine “
- Çabuk bir kolonya su falan bir şeyler getir..
- Allah’ım Su ne oluyor..
- Su yalvarırım cevap ver..
- Titremeye başladı çabuk oll
- Su konuş beninle kendine gel ne olur..
Ve yavaş yavaş gözleri kapanmaya başlar.. Nefesindeki ve yüzündeki kasılma yavaşça yumuşar ve sanki son nefesini verircesine bir nefes bırakır dışarı doğru.. Yavaşça koltuğun üzerine yığılır.. “ İşte kolonya geldi.. “ Ablası ne olduğunu anlamadan ellerine bileklerine alnına kolonya sürmeye onu kendine getirmeye çabalar ama nafile “ Su “ der boğuk bir sesle gözlerini açmaz açamaz.. Sağ elini hem korkuyla hemde titreyerek boynuna uzatır.. “ Aman Allah’ımmm!!!! “ “ Suuu!!” diye bir çığlık atar.. “ Olamaz hayır bu olamazzz “ fakat oldu. O öldü.. Nasıl yada nerde öldüğünüz önemli değildir.. Önemli olan bir şey varsa o da öldükten sonra nereye gideceğinizdir..
Bu arada o! O bir daha o eve hiç gelemeyecek.. Ve belki de hatırlayacağı tek şey acı bir lastik sesi.. Hepsi bu kadar.. Birbirini delicesine seven iki insan artık asla ayrılmayacaklar.. Hep beraber, hep birlikte olacaklar.. Ve orda sevdiklerini sevenlerini bekleyecekler.. Onlar artık sonsuza dek beraberler ... Ve mezar taşlarında dünya yok olana dek “Öyle birini sev ki sen ölünce o yaşamasın ” Yazacak....

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
13 Mayıs 2007       Mesaj #892
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Beni Bana Bırakın

Sponsorlu Bağlantılar

Sen saatler boyu uyuyamamak nedir bilir misin? Bir ihanetin ardından yaşanan o soğuk günleri anlıyorum diyerek anlayamıyor insan. Benim büyük hayallerim olmadı. Doğduğum büyüdüğüm Ada nasıl denizle sınırlıysa benim hayallerim de öyleydi. Ancak denizi aşıp karşı kıyıya geçmek olabilirdi düşler…
Huzurlu ve mutlu bir yaşam istiyordum. Bir Ada kadar saf huzur, sevgi ve mutlulukla çevrili. İnandığım, savunduğum değerlerle çizmiştim sınırlarımı. Sevgi, saygı, güven, sadakat ve iyiniyet hayatımın vazgeçilmez yaşam unsurlarıydı. Hayatımda ilk kez karşılıklı aşkı yaşıyordum güven sınırlarımda. Binlerce ayaklarımı yerden kesecek nameler duyuyor sevginin kıskacında iki çift göz görüyordum karşımda. Sevgi sözcüklerde değildi biliyordum. Ancak o savunduğum değerler vardı ya, işte onlar ağır basıyordu. İnsan güvenmeli diyordum. Önce bir insan kendisine davranılmasını istediği gibi davranmalı ki, kendisi de aynı davranışları görebilsin. Sınırlarını çizdiğim Ada’da insanlara eşit davranmak vardı. Dil, din, ırk, cinsiyet, yaş, sıfat, ünvan ve işi ne olursa olsun saygı, sevgi, iyiniyet sınırlarımın yapıtaşıydı. İnsanları insan oldukları için sevdim.
Saniyelerin bile yetersiz kaldığı o gecede karşımda bambaşka bir varlık vardı. Sevdiğim, sevebileceğim bir varlık değildi. Yüreğinde sevgi, saygı, sadakat, iyiniyet olmayan bu adam sınırlarını aşarak düşünmeden ardısıra nişan almadan ateşliyordu kelimeleri. Anlamakta güçlük çektiğim halen de anlam veremediğim sınırlarımı aşan o gecede, gözlerine baktığım anda o sis perdesini gördüm. Karda yürüyüp izini belli etmeden bir yıl geçmişti. Saf ve iyiniyet dolu mutluluk yumağı bir anda çorap söküğü misali yok olmuştu. Sınırları çizilmiş olan aşk ve sevgi, içinde yaşattğı saygı, güven, iyiniyet, sadakat duygularını da o geceden sonra beraberinde alıp götürdü.
Sen boğazına hıçkırıklar dizilerek saatler boyu ağlıyor musun?
Oldu bitti, yaşandı, geçti, atlattın demekten başka ne yapıyorsun. Söyle ne yapıyorsun. O kadar kolaysa bana umutlarımı geri ver. Yerle bir olan değerlerimi de ver geri.
Ben her saniye nefesimi hissediyorum yanıbaşımda! Haykırmamak için kendime akıttığım o yaşlarla her gece kıvranıyorum o soğuk yatakta. Geceler benim kefenim. Kimsecikler bilmiyor. Her uyku anı geldiğinde buz gibi akan yaşlarla boğuluyorum o soğuk kefende. Beynimin içinde beni kemiren o gecenin hatıraları kulaklarımda çınlıyor her salise. Çınlayarak aklıma geliyor ihanetin o karanlık maskedeki zevki. Çınlayarak her gece o caninin sözleri delik deşik ediyor benliğimi. Her gece yeniden ölüyor bir yanım.
Sen de her gece bir kefende yatıyor musun?
Kalbimdeki sızı yaşandı geçti demekle geçmiyor.
Neler bekliyorsunuz benden?
Sahte güç gösterileri ve gülücükler mi! Siz beni kaybettiniz haberiniz yok. Ben eskisi gibi olamam. Uyanın artık!
Farkında olmadığınız gerçekler açsın gözünüzü. Hayatım anlamlı gelmiyor bana. Kendim için yaşamıyorum şu sıralar. Siz mutlu olun diye çırpınıp can çekişiyorum her geçen günde. Sizin benim ile ilgili bildiğinizi sandığınız, sizin gözünüzün önündeki sis perdesi. İnanmak ve görmek istediğinizi yaşıyorsunuz... Hiçbiriniz bilmiyorsunuz ne haldeyim!
Sizin de sınırlarınızı yerle bir eden ihanet çemberi atsa ağlarını hayatınıza. Çizdiğiniz mutluluk, sevgi, aşk, güven, sadakat çemberiniz yalan olsa! Sadece ağlar kalsa geriye... Her gece binlerce soru sormak istedim. Her gece o telefona uzandı elim. Hesabını soracaktım ama nafile! Bilirim o aşkı oyun sanıyor. Duyguları oyun biliyor oynuyor...
Her gece işte böyle yanıyor içim. Bu satırlar gibi alev alev. Her gece yanıp yanıp külleniyorum sabah güneşiyle. Kimse bilmiyor ne haldeyim. Ben ben değilim. Anlamak istemiyorsunuz. Güçlü ol diyorsunuz...
Sizce güç nedir?
Karşılıklı varolduğunu sandığınız değerlerin (sevgi, saygı, güven, sadakat) karşınızdaki varlık tarafından bir anda gaddarca benliğinizden canlı olarak sökülmesini, hayatınızla oynanmasını, duygularınızla oynanmasını dışarıdan seyirci gibi seyrederek hiçbirşey olmamış gibi hayata aynı şekilde devam etmek midir güç?
Bu güç değildir. İnsanın kendi kendini kandırmasıdır. Ben vicdansız değilim. Ben insanım ve üzülüp acı çekiyorum. Devam etsem de hayata eskisi gibi değilim. Bırakın da o kadarı olsun. Eskisi gibi olamasamda devam edebiliyorum işte hayata. Benim kalbimdeki yarayı, her gece beynim boşta kalıp düşünmeye başladığı andan itibaren kalbimin nasıl attığını, diri diri can çekişe çekişe nasıl acı çektiğimi gördünüz mü?
Sizin görmek istediğiniz hayatına kaldığı yerden eskisi gibi devam eden, gülücükler dağıtan birisi. Siz onu görüyorsunuz sadece. Görmek istediğinizi! Daha önce öyle oldu. Her seferinde bir umut var diyordum hayata dair mutlu olunabilecek. Ancak bilmediğiniz bir şey var!
Belki de bu son damlaydı yaşadıklarımdan mutlu ayrılmama. Kalbimdeki acının derinliğini bilmiyorsunuz. Hiç birşeyin de eskisi gibi olamayacağını! Ben eski ben değilim. İstesem de olamam. Bu benim sınırlarımı büsbütün aşan “Ada’mı” da tüm değerlerimle birlikte alıp götüren, işgalcinin gaddarca sınırlarımda soykırım gerçekleştirdiği, insanlığın tüm haklarının çiğnendiği ve her savaşın sonunda galip olmadığı gibi yenilgilerle son bulan bir caninin zevkiydi.
Yeter, yeter artık!
Parçalanmış bir kalbim var. O gecedeki fırtınada savunduğum ve inandığım, umut bağladığım tüm değerlerimi yitirdim. Üzerimde zırhım da yok savunacak değerler olmadığından. Sadece soğuk bir hava var geride kalan. Buz gibi bir hayat. Binlerce kelime ve sorular. Bir de acı veren hatıralar. Beni bana bırakın… Hiçbirinizden birşey istemiyorum! Siz de benden istemekten vazgeçin…

arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
14 Mayıs 2007       Mesaj #893
arwen - avatarı
Ziyaretçi
hayalden ibaret sevdam



Kırgın düşlerimden uzak, kırgın kalbimi avutuyorum. Kimbilir kaç zaman geçti sensiz, sayamadığım... Senden uzak, sesinden uzak... Bir kez dokunamadığıma mı yansaydım sana, yoksa sesinden uzak kaldığıma mı, hangisi daha çok canımı yakıyordu...anlayamadım.Yıllardır içimdeydin, belki de asırlardır... belki de doğmadan önce de biliyordum seni. Hep beklediğimdin sen, ama sana bunu anlatamadım...
Ben geldikçe, kaçanım oldun.. içini bilmediğim, yüreğini görmediğim sevdanın, kekremsi tadı oldun dilimde.. bıkmadan usanmadan sevgimi anlattığım, kağıtlar tükenip de kalemimin kırıldığı an da bile beni düşündüğünü umut ederek, yeniden yazmaya koyulduğum adını bile koyamadığım sevdam oldun. Benim için çok şey oldun, ama ben senin için hiçbir şey oldum...
Kaç kopuş yaşadım bunca senedir.. Şerha şerha bölündü ruhumla birlikte kalbim. Dayandım...dayandım da bir senden kopuşuma dayanamadım.. Ama olsun be gülüm, ayrılığı bile senden diye, sevdim ben...
Hep beni sevdiğini hayal ettim, belki de sevmedin.. ama ben hep hayal ettim. Hayalin bile güzeldi, bozmaya kıyamadım.. Beni kırdığın zamanlarda bu hayale sarıldım sımsıkı, seni kolay affetmelerim de bu yüzdendi zaten.
Gözyaşlarım akarken sessizce yanaklarımdan, onları bile sevdim, çünkü onlar sana aitti. Seni kaç gece döktüm gözlerimden bilmem, sayamadım...
Sesini hapsettim beynimin tüm hücrelerine. Özledikçe, çıkarıyorum sesini. Kapatıp gözlerimi, seni düşünüyorum yanımdaymışsın gibi. Hep kızdın bana belki de seni sevdiğim için, nedenini anlamadığım kızgınlıklarının tümünü bana yönelttin her zaman. Bilemedin, bilemedin senden bir şey istemediğimi. Bırakmadın beni, seni özgürce sevemedim. Seni senden gizli sevdim.
Gittin, yoksun hayatımda. Artık gizlemiyorum duygularımı, özgürce seviyorum seni. Gözyaşlarımı hergün avucumda biriktiriyorum, sonra öpüyorum onları bir bir, seni öpercesine.
Gittin ve ben, gitme kal benimle diyemedim sana. O kadar istekliydin ki gitmek için, dur diyemedim sana. İçim yandı da yine de kal diyemedim umursuz bakışlım.. Ardından bakarken, sessiz çığlıklarla bağırdım... duysaydın çığlıklarımı yine de gider miydin? Kulaklarını kapatabilirdin belki, ya kalbini kapatabilir miydin bana? hiç bilemedim...
Gitmen, seni sevmemi engellemiyor anla artık. Sen yokluğunda da varlığımsın... hiç gelmeyecek olsan da bundan sonra, yine de varlığım kalacaksın. Seni hep beklemiştim asırlardan bu yana...geldin varlığınla beni mutlu ettin. Şimdi gittin, yokluğunla bile mutlu ediyorsun. Çünkü senden bana kalan şey o kadar güzel, o kadar özel ki...
Gel demiyorum sana, demeyeceğim..
Gittiğin yerde mutluysan eğer, bu da bana yeter.
Sesinden mahrum kalmışım ne çıkar, senin özleminle her gün canım daha bir yanmış ne çıkar..
Yokluğunu varlığa çevirebilmişim ya, bu da bana yeter..

Gün aşık olmuş geceye,
Gece de yakamoz düşürmüş denize
Ne gün erişebilmiş geceye, ne de gece kavuşabilmiş gündüze.
Birbirlerini hiç görememişler belki de..
Ama engel olmamış bu aralarındaki sevgiye..
Varlıklarını hissetmeleri bile yetmiş kendilerine
Bazen, gün isyan edip yakmış ortalığı
Gece de özleminden tüm ışığını söndürmüş gökyüzünden
İkisi de bulutlara yükleyip hüzünlerini
Tüm yeryüzüne yağdırmışlar gözyaşlarını
Yine de vazgeçmemiş sevdasından ikisi de
Sonsuza dek birbirlerini göremeyeceklerini bilseler de ....
Ben geceyim işte, senin için yakamoz düşürüyorum bol bol denize.
Sen benden gitsen de, ben gelirim senin bensiz kıyılarına.
Yokluğundan soyunup, varlığını giyerim üstüme...
Gelirim, derin, sessiz duygusuz uykularına...
Benim için var olduğunu bilmek bile yetiyor, seni hiç göremesem de...
nünü - avatarı
nünü
Ziyaretçi
14 Mayıs 2007       Mesaj #894
nünü - avatarı
Ziyaretçi
Askimizi Oldurmeyelim


Gecen gun isten eve donerken,genellikle kitap okudugum halde o gun canim kitap okumak istemedi ve bende camdan disari bakmaya basladim, aslinda gorduklerim hep ayniydi,tanidik evler,tanidik agaclar ve dukkanlar...sonra birden yoldan gecen araclarin icine bakmaya basladim.Aslinda onlarda tanidikti aracin icindeki insanlar genellikle yola bakiyorlardi ve birden bir sey fark ettim. Yanimdan gecen araclarin icindeki insanlarin cogu sadece disariya bakiyordu, sofor koltugunda oturan adam sola bakarken yanindaki kadin da saga bakiyordu, arka koltukta da, ya cocuk ya da esyalar oluyordu ve bu insanlarin yaslari orta yas civariydi yani evliydiler ya da uzun suredir birlikteydiler, diger taraftan birbirlerine bakarak ve konusarak seyahat edenlerin ise ya flort eden ya da nisanli belki de yeni evli ciftler oldugu anlasiliyordu. Iste o an kafamda bir simsek cakti ve o gunden sonra kitap okumayi birakip hep yolda yanimdan gecenlere bakarak tahmin etmeye calistim, kimler evli ya da uzun sureli beraberlik yasiyor, kimler daha isin basinda.

Lutfen sizde yoldayken bir bakin, seyahat ederken onune ya da camdan disari bakarak gidenlerin cogu evli, ama konusarak ve birbirlerine bakarak gidenlerin cogu bekar ve isin daha cok basinda.

O zaman anladim ki, aski evlilik oldurmuyor aski uzun sureli beraberlikler ve yasanan monoton heyecansiz birliktelikler olduruyor, iste o zaman kendi beraberligime disaridan bakmaya calistim ve ne gordum dersiniz. Hayatin akisina kapilmis, evden ise, isten eve kosusturan, hayatinda yeni hic bir heyecani olmayan ve cok uzun suredir gercekten dolu dolu sohbet etmeyen, sadece cocuktan, isten ve sikintilardan konusan, aksam yemekten sonra televizyon karsisina gecen ve kanepede (ayri ayri kanepelerde) uzanan bir cift gordum.

O gun kapildigim dehseti anlatmam oldukca guc, bize ne olmustu, her seyi unuttugumuz, beraber olabilmek icin butun zorluklarina katlandigimiz beraberligimize ne olmustu?
Yasadigimiz heyecan nereye gitmisti?
Nasil bitmisti ve biz farkina varamamistik?

Sonra cevreme baktim ve diger ciftlerinde bizim gibi oldugunu gordum.Isin komik yani insanlar bu hale gelirken, fark etmiyorlardi ve baskasinin hayatinin bu hale geldigini anlattiginizda "vah vah" diyorlardi, oysa onlarda ayni durumdaydilar, sadece oyle bir sey yokmus gibi davraniyorlardi. Herkes bir baskasinin hayatina imrenir, Internet te chatleserek kaybettigi bu heyecani bulmaya calisir bir hale gelmisti. Birden esimin de evdeyken cogu zaman nete girdigini fark ettim,ve gordum ki ben onu ve ayni sekilde o beni sadece esi olarak gormeye baslamisti, iste o gun bu gidise bir dur demeye karar verdim.

Ama ne yapabilirdim, bununla ilgili dergilerde pek cok yazi oldugunu fark ettim, itiraf etmeliyim yapilan onerilerin pek cogu uygulamada problem olan maddelerdi, ayrica onlari yaparsam baskasinin elbisesini giymis gibi olacaktim,ben kendi cozumlerimi bulmak istiyordum. Onlarinda verdigi ogutleri baz alarak,oturdum ve kendimce bir acil durum plani cikardim ve uygulamaya basladim.

Oncelikle esimle birlikte cocugumuz olmadan bas basa yemege ciktik, itiraf ediyorum ilk denememiz biraz zor oldu, cunku eskisi gibi konusacak konu bollugu yoktu, isten gucten ve cocuktan bahsetmemeye karar vermistik, evde daha az tv seyretmeye onun yerine muzik esliginde sohbetler yapmaya basladik ve en onemlisi birbirimize karsi cok acik olduk, sohbetten sikilan bunu digerini kirmadan soyluyordu, aramizda zorlama olmamasina dikkat ettik.

Bas basa sinemaya gittik ve bunu yillar sonra yaptigimizi fark ettik, birbirimize telefondan mesajlar cektik, icimizden geldigi an ve geldigi gibi olmasina ozen gosterdik ve birbirimiz icin kendimize ozen gosterdik, hafta sonlari ben esofmanlarimi uzerimden cikardim, daha ozenli giyindim, tipki flort ederken esimin beni ziyarete geldigi gunlerdeki gibi, esimde hafta sonlari tiras oldu, daha ozenli giyindi, deniz kiyisinda hafta sonu yuruyusleri yaptik,pamuk helva yedik ve sohbet ettik.

Kisacasi, esimi sadece esim olarak degil, sevdigimiz insan olarak gormeyi ve onu yeniden sevmeyi ogrendim, bu gun ondan bir gun ayri kalsam, esimi yeniden ozluyorum, onunla kucuk kacamaklar yapmayi dort gozle bekliyorum ve artik esim internette chat yapacaksa benimde yaninda olmami istiyor ve nete cok daha az giriyor .

Bunlari niye yazdigima gelince, hic bir sey icin gec olmadigini dusunuyorum, birlikte oldugumuz kisinin degerini onu kaybetmeden fark etmeliyiz diye dusunuyorum ve kendimizi hayatin akisina kaptirip sevdiklerimizi ihmal etmeyelim.
Sedef 21 - avatarı
Sedef 21
Ziyaretçi
14 Mayıs 2007       Mesaj #895
Sedef 21 - avatarı
Ziyaretçi
Aşk Kağıda Dökülmüyor
Nasıl bir yazgıydı bu, yazanı yazdıranı belli olmayan? Hangi kader çizgisiydi yollarını kesiştiren? Hangi rüzgarlardı o güzel kadını, onun sakin küçük dünyasına getiren? Onu sakin denizlerden sürükleyip fırtınalı okyanuslara atan? Sırası mıydı bu aşkın, o ununu elemiş eleğini asmış, tüm sevdaları sürgünlere göndermişken?

Hangi acımasız yazgıydı, onu yeniden aynalara baktıran. O aynalar ki, hiç yalan söylemeyi bilmezlerdi. Geçen yılların bırktığı izleri insanın yüzüne acımasızca vururlardı. Azaltamazdı ki kalan saçlarındaki akları, yüzündeki çizgileri. Küçülüp, eriyordu, o güzel kadının belleğine kazınmış resminin yanında. Utanıyordu sevdasından, aşkından. Ona giden yollardaki uçurumlar, engeller büyüyordu. O, giderek uzak ve erişilmez bir tanrıça oluyordu. Kâr etmiyordu hiçbir şey; bilge teselliler, kitaplarda okudukları.

İster itiraf etsin, ister etmesin, düştüğü durumun bir tek tanımı vardı ve o da aşktı, sevdaydı. Ve o ömrümde hiç böyle sevdalanmamıştı. Bu sevda, platonik, romantik gibi klişelere sığmayan bir sevginin ürünüydü. Sözcüklerle tanımlanamayan, gece gündüz her saat, her an onu düşündüren, ona özge bir sevdaydı. Ah, bu yürek değil miydi onu yakan, bu onulmaz sevdalara düşüren. Sevginin o mütiş gücünü bu sevda ile öğrenmişti yeniden. Sevdiğiyle sadece aynı mekanlarda olabilmenin bile ne büyük bir mutluluk olduğunu, onun sadece telefondan duyulan sesinin bile tüm gökyüzünü maviye çevirebileceğini, karanlıkları aydınlatabileceğini bu sevda ile yaşamıştı. Ve aşkın insana çılgınlıklar yaptırabileceğini yeniden ta kanında hissediyordu.

Aşık olduğu kadınla olan en kısa ayrılıklar bile ona dayanılmaz geliyordu. Şimdi o yine uzaklardaydı. Ve ona olan hasreti aralarındaki mesafeler artıkça artıyordu. Üstelik günlerdir ondan haber alamamak kendisini deli ediyordu. Ona merhaba diyebilmek, bir tek sözcük de olsa sesini duyabilmek için her yolu deniyordu. Ama tüm çabaları sonuçsuz kalıyordu. Gece gündüz, her an onu düşünüp ona ulaşamamak, korkunç bir ızdıraptı. Kahrolmaktan başka hiçbir şey gelmiyordu, elinden. Bu griler grisi, mavi yoksunu gökyüzünün altında çıldırasıya özlüyordu o kadını, onun gözlerini, gözlerinin rengini, gülüşünü.

Ayrılık acısıydı bu, kolay değildi üstesinden gelmek. Haykırsaydı sevgisini pencerelerden, bağırsaydı adını sokalara, diner miydi acıları? Yılın son günde yağan karın beyazına dökseydi karanlıklarını, aydınlanır mıydı içi? Batmakta olan güneşin kızıllığına, sütmavisi kesilen gökyüzüne çizseydi aşkını, azalır mıydı o kadına olan özlemi? Kalemini kanına batırıp ak kağıtlara yazsa bu aşkı, biter miydi hasret?

Bu son ayrılık, onu genç kadına olan sevgisini sorgulamaya zorluyordu. Aklı, bu sevdanın, hiçbir gerçekliğinin ve geleceğinin olmadığını söylüyor; kendisi için hiçbir şey ifade etmediğin, senin sevdana gereksinimi olmayan o kadını neden seviyorsun? diye soruyordu. O ve kalbi akılına karşı inatla direniyorlardı. "Evet, değer", diyordu, "yüz kere, bin kere değer!". Çünkü o kadın yaşamından çıktığında kendisini tekrar ölü hayatların, mavisi ve güneşi olmayan günlerin beklediğini biliyordu. "Değer" diyordu, "herşeye değer! Uğruna ölmeye, çılgınlıklar yapmaya, deli divane olmaya, Kerem gibi yanmaya değer!"

Niçin mi? Sadece o kadını görebilmek için, sadece sesini duyabilmek için, sadece güzel gözlerine bakabilmek için, o sıcak, o çocuksu gülüşünü yaşayabilmek için. Onu görünce heycanlanmak, onunla konuşurken toy bir delikanlı gibi ne söyleyeceğini, ne diyeceğini şaşırmak için. Onunla birlikteyken, onu düşünürken tüm dünyayı, tüm kaygıları unutabilmek için.

Tektaraflı sevdaların seveni acılara boğabileceğini ta başından biliyordu ve o acıları ak kağıtlara dökerek, şiirleştirip, öyküleştirerek yenebileceğini düşünmüştü. Ama bunun olanaksız olduğunu kısa zamanda anlamıştı: Gerçek aşk kendini yazdırmıyor, kağıda dökülemiyordu. Ve o aşka tutsak, aşık olduğu kadın ona yasak olsa da, aşka ihanet etmemek için; insanı insan yapan o yüce duygudan yana olmak için; belki de sadece "onu seviyorum, o halde yaşıyorum!", diyebilmek için, sonuna kadar direnecekti.

( Mayıs 2002, Duisburg)

Mevlüt Asar
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
15 Mayıs 2007       Mesaj #896
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Bekler misin?



Sadece bir sokak lambasının yanmaya cesaret edebildiği kadar gerilmişti gece, sabaha uzatarak uykusu gelen karanlıklarını.

Böyle bir zamanda mı yitirmiştim seni?

Üstelik hiç görmediğim, dudaklarından daha kırmızı, daha sıcak olan kanını temizleyen yağmur da çiseliyordu. O hep tanıdık, kimi zaman bir ok gibi sert, kimi zamansa bir kar tanesi kadar usul yağışından eser yoktu. Arasını bulamamıştı ve sanki kırmızıydı rengi, gözlerinden boşalan kanlar misali.

Ne yapmaya çalıştığını anlayamıyordum. Ama seni bana hatırlattığı kesindi. Yıllar sonra, ilk kez düşündürdüğü soğuk gecede.

Doğum günümde aldığın kısa kollu, beyaz gömleğimle üzerimde, bir yer arıyordum sığınabileceğim. Ne bir çatı altı vardı, ne de vaktiyle etrafında bezirganbaşı oynadığımız gülibrişim ağacı.

Yağmuru sevdiğimizin hatırına uzaklaşmak istemiyordum. Tercih edecek bir başka seçeneğim yoktu ve soğuktu gece. Gökyüzü bile içimdeki ağlama seslerini bastırırcasına inliyordu. Kaçıncı yıldönümündü senin, ilk kez hatırladığım ve hangi zamandan kalmaydı, her yerde karşıma çıkan ‘gitme’ sözlerin?

Rüzgar, ılık bir meltem değil, kasırgaya dönen ayrılıktı sanki. Tutunacak bir tek hayallerim vardı savrulmayayım diye. Tutunamadım ve savruldum. Titreyen bir karyoladan peşime düşen, telaşeli adımlarından kaçarcasına.

Gelmeli miydin ardımdan?

Seni dinlemeyen kararlılığıma söz geçiremediğin çığlığın, karanlığa bulamıştı adeta şehri. Bir sokak lambası kalmıştı feryadına dayanabilen. Geceye inat beyazdı ışıltısı, senli düşlerim gibi. Olmalı mıydın artık düşlerimde? Ya da terk mi etmeliydin sonsuzluğun ötesine kadar bedenimi, karar veremiyordum. Belki yalnız kalmalıydım, kalacaktım da. Bir gölge gibi koyulmasaydın beni takibe. Gündüz de değildi, sen neden peşimden gelirdin? Gördüğüm için mi bir kapı aralığından, vücuduna konan dudak izlerini? Parmaklarının arasında gezinen saç tellerini? Beklemiyordun belki de o saatte beni? Oysa geç değildi vakit. Uzun bir yaz gecesiydi ve daha yeni batmıştı güneş. Öyle bir batmıştı ki, bir kıymıktı sanki gözbebeklerimde, köreltircesine.

Halen üşüyordum. Buz gibiydi dilinden sıyrılan her bir kelimen. Isıtmam için mi söylüyordun onları? Isıtamazdım, geçmişti gecenin tenhalıkları. Ellerim iki dizimin arasında, bir gül bahçesinin, sularıyla ıslanan çimenleri üzerinde, kendimden uzak, yatar halde iken düşünüyordum; ihanetine kapı aralayan erken dönüşümü. Durgun ve uzak denizlerde, yanı başta bitiveren korsan gemileri gibi.

Ama ben, seni ele geçirmek için gelmemiştim ki. Sen zaten benimdin, benimleydin hep. Peki ya O? Yangın vardı da kalbinde, mal mı kaçırıyordu yanındaki? Kimindi sana –nazarın bile değmesine izin vermediğim- değen yabancı eller? Kimindi o zina bakışları?

Halen ıslak bedenim. Bahçesine uzandığım güller mi ağlıyor yoksa? Sen misin o, yol ortasında yatan kadın? Utanmıyorum senin gibi, ama korkuyorum yüzüne bakmaya. Ya sen isen o? Yağmur da dinmiş değil. Kımıldayamıyorum yerimden. Ağırlaştı vücudum. Seslensem duyar mısın beni? İzin verir mi yanına gelmeme etrafındaki kalabalık? Ya o silecekleri hiç susmayan ambulans beni de taşır mı, seni götürecekleri yere?

Soğuk gece. Üşüyorum, üşütüyorsun beni. Dün var, bugün yok ve yarın hiç olmayacak her doğuşun bir ölüşü gibi; Önce gürültülü, sonra sessiz vedan ile.

Islak gömleğim sardı vücudumu. Kefen sanki! Hatırlasana sen almıştın. Kısaydı kolları. Girdiğinde koluma, dokunabilmen için tenime.

Bak, toprak ta ıslak. Taşıyamıyor artık ağırlığımı. Yavaş yavaş alıyor içine. Gömülüyorum.

Yanına gelmeye söz versem,

birlikte ve el ele
ve son kez yanmak için;

bekler misin beni?

Bekler misin?
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
15 Mayıs 2007       Mesaj #897
arwen - avatarı
Ziyaretçi
KÜÇÜK YÜREĞİN HİKAYESİ


Küçücük bir yürecik varmış, kendi dünyasında yaşayan... Hayatında mutluluğu tatmaktan korkarmış. Çünkü üzülmek istemediği içn kimselere güvenemezmiş. Güven sorunu yaşarmış küçük yürecik.
Her sabah uyandığında aynanın karşısına geçer, kendine gülümser, gözlerinin içindeki hülyalara dalarmış.
İşte o hülyalarda; küçük bir limanı varmış, uçsuz bucaksız denizlere açılan.
Uzaklarda, taa uzaklarda ufuk varmış. Hiçbir zaman ulaşamayacağını bildiği ufuk çizgisi.
Ufuk çizgisinin önünde irili ufaklı gemiler demir atar, gelir-geçerlermiş. Küçük yüreciğin limanına yaklaştıklarında liman onları kabul etmekten korkarmış, bir gün giderler üzülürüm dermiş. Kapatırmış kapılarını gelecek olan gemilere, geri çevirirmiş.
Bir sabah uyandığında yine geçmiş aynanın karşısına, dalmış gözlerinin içindeki deryalara. O da ne; uzakta ufuk çizgisine yakın bir yerde ufukta bir gemi. Rotasını tam olarak bizim yüreciğin limanına çevirmiş. Gün boyunca, gece boyunca düşünmüş yürecik. Ya kırılır incinirsem. Geminin limana gelmesi çok uzun zaman almış. Nasıl mı aylar sürmüş yani, hatta tam 1 yıl olmuş. Geçen süre yüreciği daha çok umutlandırmış, güvenmiş gemiye. Gemi gelmiş demir atmış bizim limana. Gemi ve yürecik çok güzel günler geçirmiş. Avuçları terlemiş ikisininde heyecandan, gözleri buluştuğunda içleri titremiş, heyecandan kekeleyerek ancak konuşabilmişler.
Basit bir kaç kelime, anlatamamışlar kendileri birbirlerine tam olarak.
Sonra günlerden bir gün gemi sessizliğe bürünmüş. Korkmuş yürecik, neler oluyor demiş.
YÜRECİK: Gemim umudum, hayalim,aşkım gemim. Sessizsin neler oluyor.
Kırdım üzdüm mü seni bilmeden?
ZAMAN SONRA YANITLAMIŞ GEMİ. DEMİŞ Kİ;
Unutmadım seni, UNUTAMAM. MAHÇUBUMDA SANA. Ama suyun üstünde durabilmem için sürekli çabalamam gerekiyor. Ne yapayım benim hayatım böyle. Seni kırmak, üzmek istemem; ama sen ve ben yapamayız BİZ OLAMAYIZ. Sen benim olamazsın. Benim limanım uzaklarda ve ben kendi limanıma gidiyorum. Sen bu limanda kalacaksın. Mesafeler uzak geldi. VE
Rotasını ufka çevirmiş, tüm makinalarını çalıştırmış yola koyulmuş.
YÜRECİK, şaşırmış, bir anlam verememiş. Gemide gidiyor, akıp gidiyor denizde.
Durdurmak istemiş, atmış kendini denize ki yüzme de bilmez. Bağırmış dur demiş, dur bekle beni. 1 saniye dinle beni, boğuluyorum kurtar! Gemi arkasına bakmamış bile. Benim yerim senin yanın, seninle fırtınalarla boğuşup, gelen günü birlikte karşılayacak, günü-güneşi konuk edip onları uğurlarken geceyi ayı yıldızı karşılayacaktık. Biz ikimiz...
Ama nafile hızını biraz daha arttırmış gemi...
Ben demiş yürecik; kısık sesle, anlasana aptal SEVİYORUM SENİ...
Ama; NAFİLE GİTMİŞ GEMİ başka açıklama yapmadan!!! . . .
Günlerce, gecelerce ağlamış yürecik...Göz yaşlarını kah dışarı akıtarak, kah içine akıtarak...
Şimdi yürecik limanında denize göz yaşlarını akıtıp fısıldarmış denize. Dua edermiş Gemi için...
Temennim; gideceğin liman/limanlardaki yürecikler senin bana davrandığın gibi davranmazlar sana... Akıtmazlar senin göz yaşlarını kırgınlıkla, Akan göz yaşların mutluluk göz yaşları olsun...
Fırtına olmasın günlerinde-gecelerinde, yolun daima sütliman olsun...Minicik dalgalar bile olmasın senin denizinde... Denizinin suyu çekilmesin, karaya oturma, onun içindir ki göz yaşlarımı akıtıyorum denize...
Bilirmiş bunları gemi ama gururuna-onuruna yenik düşermiş dönemezmiş geri...
Merak edenlere; Yürecik neden ah değil beddua değil de dua edermiş biliyormusunuz ?
ÇÜNKÜ;
Gemi giderken yüreciğin UMUT'larını almış, HAYAL'lerini yıkmış, AŞK'ını çalmış...
Yüreciğe sadece sevgi kalmış. Karşılıksız, hiç bir şey beklemeyen SEVGİ. O sevgiymiş yüreciği ayakta tutan...
Artık limanına demir atacak yeni bir gemiye sevgisiyle oluşturacağı, yeni umutlarını, hayallerini, aşkını bu kadar çabuk vermeyecekmiş.
Yüreciğin kanatları kopmuş; ama Sevgi'siyle kanayan yarasını sarıp sarmalamaya iyileştirmeye karar vermiş ve o gün bu gün kanayan yarasını sarıp dururmuş.Her sabah geçerken limanın yakınından " Günaydın, bu günün dününden aydın, kazancın, sevgin bol olsun" dermiş gemiye...
Akşam dönüşte "İyi akşamlar, tatlı-mutlu rüyalar" dilermiş gemiye...
Özenirmiş, el ele gezen sevgilileri gördükçe, ağlarmış giden sevgilinin ardından, ağlarmış belkide hiç yaşayamayacağı için o anları !...
Ağlarmış;
Alınan UMUT'larını,
Yıkılan HAYAL'lerini,
Çalınan AŞK'ını
besleyebilmek, içinde yeniden oluşturabilmek için.
Ufuk, ufuk çizgisi yüreciğin arkadaşı yine uzaklarda dururmuş. Enazında o yerindeymiş. Kah ufuk çizgisine yakın, kah limana yakın gemiler yine varmış.

HAYAT DEVAM EDİYORMUŞ ACISIYLA, TATLISIYLA...

Yüreciğin hikayesi mutlu sonla bitmedi ama kimbilir berki gelecekte güzel günler, Umutlar,gerçekleşen hayaller, tutkulu bir aşk ...

Neden olmasın?...
HayLaZ61 - avatarı
HayLaZ61
VIP BuGS_BuNNY
15 Mayıs 2007       Mesaj #898
HayLaZ61 - avatarı
VIP BuGS_BuNNY
BİR MASAL GİBİ
Dondurucu soğukta bir an önce evime varabilmek için
hızla yürürken, ayağımın ucunda bir cüzdan gördüm..
Hemen aldım. Sahibini gösteren bir kimlik vardır diye
acele acele açtım.. İçinde üç dolar ve sararıp kat yerleri
yıpranmış eski bir zarftan başka birşey yoktu...

Sol üst köşede yalnızca gönderenin adresi, alıcı adresi
yerinde bir posta kutusu numarası vardı. Bir ipucu
bulabilmek belki biraz da merakımı giderebilmek için
zarfı açtım ve içindeki mektubu okumaya başladım.
Mektup, sol yanı çiçek resmiyle süslenmiş bir kağıda,
özenli bir el yazısıyla yazılmıştı ve "Sevgili Michael"
diye başlıyordu.. Ve "Annesi yasakladığı için
onu bir daha göremeyeceğini" anlatarak
devam ediyor.. "Ama sakın unutma, seni daima
seveceğim" diye bitiyor.. İmza.. Hannah!..

Elimde yalnızca, mektubu yazan kişiyle, mektubun
yazıldığı kişinin birinci adları vardı. Eve gider gitmez
hemen telefon idaresini aradım.Görevli kisi, kendisine
bildirdiğim adreste yaşayanların telefon numarasını
vermesinin yasalara aykırı olduğunu söyledi. Fakat
ısrarım karşısında: "Belki, size yardımcı olabilirim" dedi.
"Bu adreste bulunan numaraya telefon ederim ve onlar
Kabul ederlerse, sizi görüştürebilirim lütfen bekleyin.."
dedi. İki üç dakika sonra görevlinin sesi geldi..
"Bağlıyorum efendim." Telefonda, karşıdaki hanıma
"Hannah diye birini tanıyıp, tanımadığını" sordum.

"Bu evi, 30 yıl evvel, Hannah diye kızları olan bir aileden
aldık" dedi. "Peki yeni adreslerini biliyor musunuz?.."
"Hannah annesini bir huzurevine yatıracaktı. Oradan takip
ederseniz, belki adres bulursunuz.." deyip bana huzurevinin
adını verdi.. Hemen aradım.. Yaşlı anne yıllar önce ölmüş..
Ama kızına ait eski bir telefon numarası var. Belki ordan
bilirlermiş.. "Bunların hepsi aptalca aslında" dedim
kendi kendime.. İçinde sadece 3 dolar ve 60 yıl önce
yazılmış bir mektup bulunan cüzdanın sahibini aramak
için bunca zahmete ne gerek var ki.. Aradım numarayı..

Bir kadın "Şimdi Hannah'nın kendisi bir huzurevinde"
dedi ve numarayı verdi. Hemen orayı çevirdim.. Ses;
"Evet, Hannah burda yaşıyor" dedi.. Saat ona geliyordu
ama hemen yola çıktım, Hannah'yı görmek için..
Devasa bir binanın üçüncü katında şirin bir oda.. Gümüş
saçlı, sıcak tebessümlü bir yaşlı kadın.. Gözlerinin içi ışıl
ışıl ama.. Anlattım olanları.. Cüzdanı ve mektubu gösterip..
Derin bir iç çekti mektuba bakarken ve "Genç adam" dedi,
"Bu mektup, Michael ile son kontağımdı.. Onu öyle
seviyorum ki.. Sean Connery gibi yakışıklıydı.. Hani şu
meşhur aktör.. Ama ben 16 yaşındaydım.. Çok küçüğüm
diye annem kesinlikle izin vermedi.." Derin bir nefes daha..
"Michael Goldstein harika bir insandı. Eğer bulabilirseniz
ona söyleyin lütfen.. Onu hep düşündüm.. Hep.." Bir ufak
sessizlik.. Bir derin nefes daha.. "Ve onu hep sevdim.."
İki damla yaş damladı elindeki mektuba, ıslanan gözlerden..
"Ve hiç evlenmedim.. Michael gibi birisini bulamadım ki.."
Hannah'ya teşekkür edip odadan çıktım.

Binadan çıkarken danışmada beni karşılayan kız
"Hannah Hanım yardımcı olabildi mi size" dedi.." Hiç
değilse bunun sahibinin soyadını öğrendim" dedim..
Cüzdanı elimde sallayarak.. O sırada yanımda dikilip duran
hademe bağırdı.. "Hey baksana.. Bu Bay Michael'ın
cüzdanı.. Üzerindeki bu kırmızı şeritten onu nerde
görsem tanırım.. Cüzdanını hep kaybederdi zaten..
Üç kere ben buldum, koridorlarda..

"Michael sekizinci katta yaşıyordu.. Ok gibi fırladım
tekrar asansöre. Michael yatmamıştı. Okuma odasında
kitap okuyordu. Hemşire beni ve elimdeki cüzdanı gösterdi.
Michael elini arka cebine attı, hızla.. Sonra sevinçle "Evet
bu benim cüzdanım" dedi. "Öğleden sonraki yürüyüş
sırasında kaybetmiş olmalıyım. Size teşekkür borçluyum."
"Hiçbirşey borçlu değilsiniz" dedim. "Ama özür dilerim.
İpucu bulmak için açtım ve içindeki mektubu okudum."
"Mektubu mu okudun?" "Sadece okumakla kalmadım.
Hannah'yı da buldum.." "Buldun mu? Nerde? İyi mi?
Hala eskisi gibi güzel mi. Söyle, lütfen söyle.."
"Çok iyi.. Hem de harika" dedim, yavaşça.. "Bana onun
telefon numarasını ver. Yarın onu hemen arayacağım."
Elime sımsıkı sarıldı.. "O benim tek aşkımdı.. Onu
öyle sevdim ki, asla evlenmedim.. Çünkü bu mektup
geldiğinde hayatım, anlamsal olarak bitmişti."
"Bay Goldstein" dedim.. "Gelin benimle.."

Asansörle üçüncü kata indik.. Odanın kapısı açıktı.
Hannah sırtı kapıya dönük televizyon izliyordu..
Hemşire ona yaklaştı, omzuna dokundu.. "Hannah"
dedi.. "Bu bay'ı tanıyor musun?" Gözlüklerini
ayarladı bir an baktı, tek kelime etmeden..
"Michael" dedi, Michael, kapıda, kısık sesle..
"Hannah.. Ben Michael.. Beni tanıdın mı?.."
"Michael" diye yutkundu Hannah. "İnanmıyorum..
Bu sensin. Benim Michael'ım." Michael
Hannah'ya doğru yürüdü yavaşça. Sarıldılar.
Hemşire yanıma geldiğinde onun da gözleri yaşlıydı..
"Gördün mü, bak?" dedim "Yaşamda, yaşanması
gereken herşey, er ya da geç, birgün kesinlikle yaşanacaktır."

***
Üç hafta sonra beni huzurevinden aradılar.
Pazar günü bir nikah vardı.. Gelebilir miydim?

Harika bir nikah töreni idi. Hannah ve Michael
beni nikah şahidi yaptılar üstelik. Hannah açık
bej elbisesi içinde çok güzeldi.. Michael de
lacivert takımı içinde hala çok yakışıklı..
Bir nikah tanığı olarak söylüyorum bu gözlemlerimi…

Aşklarını onsekiz yaşın heyecanı ve duygusuyla yaşayan
76 yaşındaki gelin ile 79 yaşındaki damadın nikahında
keşke siz de bulunsaydınız… Altmış yıl önce bittiği
sanılan bir aşk öyküsünün, altmış yıl sonra, kaldığı
yerden nasıl filizlendiğine siz de tanık olacaktınız.
Pirana Kovalayan Çılgın Hamsi...
DEsssT16 - avatarı
DEsssT16
Ziyaretçi
15 Mayıs 2007       Mesaj #899
DEsssT16 - avatarı
Ziyaretçi
Bir gün kitap okumak için parka gitmiş, yaşlı bir söğüt ağacının uzun, dağınık dallarının yanındaki boş banka oturmuştum. Hayatımdan bezmiş bir halde, dünyanın alay edercesine, üst üste silleler vurmasına içerlemiş, homurdanıyordum.
Tüm bunlar günümü mahvetmeye yetmezmiş gibi, oyun oynamaktan bitap düşmüş küçük bir çocuk nefes nefese çıkageldi. Yanıbaşımda, kafası aşağı eğik bir şekilde durdu ve büyük bir heyecanla bana "Bak ne buldum!" diyerek elindekileri gösterdi.
Elinde bir çiçek vardı ve çiçek acınacak durumdaydı. Çiçeğin bütün yaprakları yırtılmıştı. Sanırım çiçek ya yeterli yağmur görmemiş ya da pek ışık alamamıştı. Çocuğun ölü çiçeği alıp gitmesi için sahte bir gülücük attım ve kafamı başka yöne çevirdim. Ancak çocuk dönüp gideceğine yanıma oturdu. Çiçeği burnunun üstüne getirerek, şaşırmış bir şekilde "Bu kesinlikle çok hoş kokuyor ve ayrıca da çok güzel. İşte bu yüzden onu kopardım; al, bu senin için." diyerek çiçeği bana doğru uzattı.
Getirdiği bu çiçek yabani bir ottan başka bir şey değildi, renkli göze hoş gelen bir şey de değildi ama biliyordum ki onu almazsam çocuk gitmeyecekti.
Ben de çiçeğe doğru uzandım ve "Bu tam ihtiyacım olan şeydi." diyerek cevap verdim.
Ama çocuk avcumun içine koyacağı yerde, öylece havaya doğru tutuyordu çiçeği. İşte o zaman çocuğun gözlerinin görmediğini anladım: çocuk kördü.
En güzel çiçeği seçtiği için ona teşekkür ederken sesim titriyor, gözlerimden yaşlar boşalıyordu. "Bir şey değil" dedi gülümseyerek ve sonra koşarak oyununa geri döndü, bende bıraktığı etkiden habersizce.
Orada otura kaldım ve bu küçük çocuğun yaşlı söğüt ağacının yanında oturan ve kendi kendine acıyan bu yaşlı kadını nasıl gördüğünü merakla düşünmeye başladım. Benim sıkıntılı olduğumu nasıl bilmişti? Çiçeği neden bana getirmişti? Bir ihtimal, kalp gözü ona doğruyu göstermişti.
Sonunda kör bir çocuğun gözlerinden problemin dünya ile ilgili olmadığını anlamıştım: problem bendeydi. Oysa ki gerçek kör bendim ve tüm zamanımı bir kör olarak geçirmiştim. İşte o gün etrafımdaki güzellikleri görmeye ve benim olan her anın tadına varmaya ahdettim. Ve sonra solmuş çiçeği burnuma yaklaştırarak o güzel kokuyu koklamaya başladım. O sırada küçük çocuk elinde başka bir otla, parkta oturan başka bir yaşlı adamın hayatını değiştirmeye gidiyordu..


çok etkieyici.. gerçek olan gönül gözümüzün açık olması ordan görebildiğimizdir en doğru olan oradan hissetmek birçok problemin üstesinden gelir. aynı o çocuğun kör olmasının üstesinden geldiği gibi.. herkes gönül gözünden görmey başarabilse keşke
DEsssT16 - avatarı
DEsssT16
Ziyaretçi
15 Mayıs 2007       Mesaj #900
DEsssT16 - avatarı
Ziyaretçi
Bir küçük gözyaşı varmış, bir gün dereyi görmüş.
Çaresizliği gelmiş aklına ‘’Tanrım yardım et bana ben çok güçsüz ve çaresizim.
Bir de şu dereye bak nasılda salına salına gidiyor. Muhteşem.
Beni bir dere yap lütfen. Bende salınayım ağaçların arasından.
’Tanrı duymuş gözyaşı damlasını, onu bir dere yapmış.

Küçük gözyaşı damlası salına salına giderken ağaçların arasından. Nehir’i görmüş.
Bakmış gürüldüyor, önüne kattığını götürüyor. Bütün dereler saygıyla eğiliyor önünde.
Kendini güçsüz hissetmiş nehirin yanında ‘’ Tanrım ben nehir olmak istiyorum. Bak gücüne nasılda mağrur , nasılda ihtişamlı .
’Tanrı bu isteğini de geri çevirmemiş. Onu bir nehir yapmış.

Başlamış gürlemeye , önüne kattığını almış götürmüş. Sonra bir deniz kenarına ulaşmış.
Deniz bütün sonsuzluğuyla karşısında. Güçlünün de güçlüsü. Sonsuzluğunda sonsuzu.
‘’ Tanrım’’ demiş küçük gözyaşı damlası. ‘’Ben aradığım gücü buldum demiş.
İşte bu ben deniz olmak istiyorum. Şu güce bak. Nasılda hükmedici.
Tanrı bu dileğini de kabul etmiş. Küçük gözyaşı damlası mutlumu mutlu.

Benden güçlüsü yok diye düşünürken. İskelede oturan genci fark etmiş.
O çok üzgün ve ağlıyormuş. Sevdiğini nasıl kaybettiğini konuşuyormuş, bütün ağaçlar.
Güneş, bulutlar, ağaçlar.yıldızlar gencin döktüğü gözyaşı damlası önünde saygıyla
eğiliyorlarmış. Okyanuslar sessiz saygılı.

Gözyaşı damlası kendine gelmiş, elindeki gücü nasıl kaybettiğini anlamış.
Tanrı’ya yalvarmış ‘’tekrar ver gücümü geri.’
’ Yücelerden bir ses;’’O güce erişmek için bazı aşamalardan geçmen gerek, ilk önce denizden nehir olman lazım sonra bir dere olmalısın.
Dereden sonra bir sevgi masalı. Ancak sonra bir gözyaşı damlası olabilirsin.
Elindeki gücün farkına varamadın. S
endeki o güç değilmidir dereleri dere , nehirleri nehir, denizleri deniz yapan.’’

Benzer Konular

3 Aralık 2006 / Misafir Genel Mesajlar
16 Mayıs 2014 / NihLe Müslümanlık/İslamiyet
11 Haziran 2013 / Misafir Forum Oyunları
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar
20 Haziran 2012 / ThinkerBeLL Edebiyat