Arama

Hikayeler ve Öyküler -2- - Sayfa 93

Güncelleme: 17 Şubat 2016 Gösterim: 590.688 Cevap: 1.812
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
18 Mayıs 2007       Mesaj #921
arwen - avatarı
Ziyaretçi
sonsuzluk

Sponsorlu Bağlantılar

Sevgisine inanamıyordu bir türlü. Sevgilisinin her yaptığı gözüne batıyordu. Adamın her yaptığı hatada sadakatsizliğini okuyordu adeta. Kin bürüyordu benliğini. Ama bunun altında ikisinin de internette tanışmış olmalarının da etkisi vardı. Zamanla sevmişlerdi birbirlerini. Zamanla hissettikleri duyguların kendilerine hâkim olamayacağına inandıkları anda birlikte olmaya karar verdiler. Ama Aslı’yı anlamak güçtü. Önder zorlanıyordu çoğu zaman.
Bir senedir birliktelerdi. Ve bu bir senede durmadan didişmişlerdi. Aslı gün geçtikçe daha çok kapris yapıyor ve huysuzlaşıyordu. Bir günü bir gününe uymuyordu. Ama Önder’e güvenemiyordu bir türlü, bu yüzden de daha da çekilmez oluyordu. Kendisini sevmiyor olması şüphesi yiyip bitiriyordu beynini Aslı’nın. Kimseye güvenmeyen biriydi Aslı, Önder ise içine kapanık ve arkadaş çevresi olmayan bir gençti. Aslı şüpheleriyle kendine hâkim olamıyor ve bu yüzden de durmadan huzursuzluk çıkarıyordu. Önder ne yapsa yaranamıyordu. Birçok kez Aslı’dan ayrılmayı da denemişti ama yapamamıştı. Ne idi Aslı’ya onu bağlayan? Aslı’yı vazgeçilmez kılan neydi? Gerçek duygular mıydı sevgisi yoksa arkadaşının olmayışı mıydı Aslı’ya tutunduran? Bu düşüncelerle hep ayrılıktan vazgeçmişti. Hep kaybetmekten korkmuştu Aslı’yı. Aslı bir gün melekler kadar masum, mutlu, çocuklar gibi hoplayıp zıplayan, neşeli bir kimliğe bürünüyor ardındaki gün neşesiz, mutsuz, hüzünlü, şüpheli anlarına geri bürünüyordu. Önder ona ayak uydurmakta güçlük çekiyordu. Aslı oldukça kırılgan olduğu için Önder’in her dediğine düşmanca yaklaşıyordu ve Önder ise yaptığı güzel şeylerin karşılığı olarak günlerce kırgınlığa razı oluyordu. Hemen hemen her hafta sonunda birliktelerdi. Önder sırf Aslı’yı mutlu edebilmek için her anını onunla geçiriyordu. Birlikte bir simidi paylaşıyor, parklarda geziyorlardı.
Zaman içinde evlenmeye karar verdiler. Ama iyi ama kötü Önder Aslı’nın hep iyi yönlerinin bu evlilik kararı için yeterli olabileceği umuduyla mutlu olmaya gayret ediyordu. Bu zaman içinde Aslı ufak bir rahatsızlığı için gittiği hastaneden, bir sürü tahliller ve can acıtıcı binlerce prosüdür ile çıkmıştı. Ne rahatsızlığından ne de hastaneye gittiğinden Önder’in haberi olmamıştı. O gün gelinlik provası için buluşacaklardı ama Aslı yorgun olduğunu bahane edip tüm gününü evde geçirmişti ve Önder’in ulaşamaması için de telefonunu kapatmıştı. Bir sızı vardı yüreğinde, öylece bir süre aynanın önüne geldi ve durdu. Bir boşluğa bakıyor gibiydi. Bir an babasını düşündü, onu kaybetmemek uğrunda ne çok çaba harcamıştı. Sonra annesini yitirişi aklına geldi bir an ve onun için de çaba göstermişti. Ve sonradan bu bir senesini düşündü, canından sevdiği Önder’ine ne çok çektirdiği gözlerinin önüne geldi. Lanet etti kavga ettikleri her güne. Benliği bir boşluğun içindeydi, hastane havası daha da yıpratmıştı güzelim yüzünü. Oldum olası nefret ederim hastaneden derdi hep Önder’e. Yorgun bedenini yatağa bıraktı. Doktorların sesleri yankılandı bir an beyninin içinde. Elinde duran tahlillerin sonuç belgesinin içinde olduğu zarfı yarım açtı. Sanki orda yazanı bilmiyormuş gibi içini korku kaplamıştı, kanı çekiliyordu sanki. Zar zor hafif buruşmuş olan kağıdı çıkardı zarftan ve aradığı kelimeyi bulduğunda yüzünde tuhaf bir bilinmezlik oluştu.
Hasta olduğunu öğrendiğinden beri artık Aslı eskisi gibi huysuz ve kavgacı değildi. Önder şaşırıyordu, Aslı değişmişti tamamen çünkü. Artık ne huysuzluğu vardı ne de o bitmez kavgalar yaşanıyordu. Önder mutlu ve huzurluydu sevgilisi böyle olduğu için. Belki de tamamen kaderine razı oluştu Aslı’nın yaşadığı. Sessizce bekliyordu o karanlık anı.
Evlenmenin ertelendiğini söylediğinde, Önder’in yüzünde beliren ifade tam anlamıyla yaşadığı şok’u belli ediyordu. Oldukça soğukkanlılıkla söylemişti Aslı. Adeta robot gibi bir anda soluksuz söyleyivermiş ve Önder’in bir şey demesine fırsat vermeden ayrılmıştı yanından. Bu da neyin nesiydi şimdi diye düşündü Önder. Zaten hiçbir zaman anlayamamıştı Aslı’yı. Bu da tuhaf bir oyundu oynanan ona göre. Davetiyeler için karar verildiği, nikah günü alınacağı bir sırada bu değişiklik, bu saçmalık nedendi? Aslı ne yapmaya çalışıyordu?
Hasta olduğunu öğrendiği günden itibaren hep kaçmak vardı aklında Aslı’nın. Önder’den kaçmalıydı. Hatta yaşadığı ve yaşamakta olduğu her şeyden kaçmak istiyordu. Bir an gelecek ve o karanlık boşluğu yaşayacaktı. Herhangi bir yerde herhangi bir zamanda birden düşecek ve yaşadığı her şey geçecekti film şeridi gibi gözlerinin önünden. Ardından bitecekti her şey. Her yaşanan mutlu olay son bulacaktı nezdinde.
Bir gece boyunca ulaşmaya çalıştı Aslı’ya Önder. Hesap sormak, bağırmak, kızmak, lanetler yağdırmak hatta bir oyun oynadığı için bir tokat vurmak istiyordu hiç kıyamadığı bebeğine. Ne kadar çaba gösterdiyse ulaşamadı. Her telefonu eline aldığında o garip sesi duyuyordu ‘ şuan aradığınız kişiye ulaşılamıyor, lütfen daha sonra deneyiniz’… Yaşadıklarına inanamıyordu Önder. Bir an vazgeçmek istedi, lanet olsundu. Aslı’nın bu yaptığı binlerce çocukluğun en aptalcasıydı ve kendi kaybetmişti. Ama bir süre durup da düşündükten sonra gözlerindeki yaş ile tekrar sarılıyordu telefona. Bu sefer evini arıyordu ama yok telefon açılmıyor bir süre sonra telesekreter devreye giriyor evde olmadığını not bırakılınca arayacağını söylüyordu Aslı. Hiç sevmezdi telesekretere konuşmayı. Ama umutsuzlukla telesekretere neler olduğunu sorgulayan bir dolu not bıraktı. Aslı eve gidince mutlaka arayacaktı, dayanamazdı o aşkının bu derece merakta kalmasına.
Sessizce dinliyordu telesekretere bırakılan onlarca notu Aslı. Ama bir şey yapmıyor Önder’in aramalarını hep havada bırakıyordu. Ne çok üzüldüğünü hatta ağladığını bile adı gibi biliyordu sevdiği adamın. Bu zamana kadar binlerce şey paylaşmışlardı aslında kısa da olsa bir hayatı birlikte yaşamışlardı. Aslı Önder’in hangi konularda nasıl tepkiler verdiğini ezbere biliyordu. Bir boşlukta yaşıyor gibiydi. Gerisine baktığında sevgilisiyle olan mutluluğu ve daha gerisinde babasının da aynı hastalıktan öldüğü o anı düşünüyordu. Karanlıktı artık onun için gelecek. Gelecek yoktu yaşanabilecek. Ama ölümünü adım adım beklerken asla Önder’in acıyarak bakmasını istemediğini biliyordu. Kimse acımamalıydı ona. O hayallerde yaşayan tatlı bir anı olarak kalmalıydı. Önder nasıl olsa yeni bir yaşam kurardı kendine. Yalnız kalamazdı Önder, çocuk gibi masum ve temiz olduğunu ve mutluluğu yaşaması gerektiğini tekrarlıyordu içinden Aslı. Bu yüzden de ayrılmalıydı, kaçmalıydı… Bir mektup yazdı, Önder’in ertesi gün sabahtan kendisini aramaya evine geleceğini biliyordu. Daima bir yedek anahtar Önder’de bulunurdu evinin. Tek bir bardağın bulunduğu yunus balıklarıyla kaplı masa örtüsünün üzerine bebeğime yazan zarfı bıraktı… Tek bir valiz bile almadan anahtarı da girişe bırakarak çekti kapıyı. Artık özgürdü. Ruhu ebedi yolculuğa çıkmak için hazırdı. Çantasına aldığı Önder’in tek bir fotoğrafının dışında hiçbir anıyı almamıştı kapıdan çıkarken. Sokaklar boyu yürüdü. Düşünceler beynine hücum ettiği için aynı yerin çevresinde döndüğünün farkında bile değildi. Birden aklına şehir değiştirmek geldi. Bu şehirde bulunduğu süre içinde yine de kopmuş sayılmayacaktı Önder’den. Tam harekete geçmek üzere olduğu bir anda apartmana Önder’in girdiğini uzaktan fark ettiğinde onu son bir kez daha görmenin buruk sevincini yaşıyordu.
Ev boştu, tüm odalara girdi Önder her bir yana baktı. Hiçbir şeyin yeri değişmemiş, evden hiçbir şey alınmamıştı. Valizler de yerinde idi. O halde bu lanet olası kız nereye girmişti? Gözlerindeki kızgınlık, yumruklarını sıkması bir anda sinir boşalması yaşayacağının belirtileriydi. Duvarı yumrukladı. Aslı’nın yatak odasına girdi. Yatak düzgünce toplanmıştı, Gar dolabını açtı ona ilk sevgililer gününde hediye ettiği dizde biten elbisenin askıda durduğunu gördü. Beyaz ve boyun kısmı inciler işli kıyafet içinde o dans ettikleri geceki anı düşündü. Ne de yakıştırmıştı bebeğine o kıyafeti. Bir gelin kadar saf ve sade bir güzelliği olduğunu o an fark etmişti Aslı’nın. Ve bir gelinlik kadar yakışmıştı bembeyaz tenine. Şimdi aralarına sanki dağlar, puslu yollar girmişti… Aslı’ya ulaşmak ne kadar da zordu… Salondan çıkarken masanın üzerinde bebeğime diye başlayan bir zarf gözüne ilişti. O an korkuyu yaşıyordu yüreği. Ayrılık kokan satırları okumaya çekiniyordu. Aslı’nın terk etmemiş olmamasını diledi ve zarfın içinden kağıdı aldı. Açtı ve okumaya başladı.
‘Merhaba bebeğim’ diye başlıyordu Aslı satırlarına. ‘Senin merak edeceğinden, hatta şuan burada olacağından emin olduğum için bu satırları yazmak istedim. Nasıl başlayacağımı bilemiyorum ama tahmin etmişsindir az çok bunun veda mektubu olduğunu. Artık benim için bir gelecek yok, evlilik gibi bir düşüncem de yok. Sana bunu bu şekilde söylediğim için bağışla son kez bebeğini. Ben belki de sonu olmayan bir yola gidiyorum, belki de bembeyaz kaplı düşler bekliyor beni… Bu satırları anlayamayacağını biliyorum. Bazen anlamamak ya da duymamak en iyisidir. Şuan yaşadığın şeyler geçici, beni sevmediğini hep söylerdim zaten. Kendine başka bir eş bul, beni unut ve sonsuza kadar mutlu ol. Bir gün elbet karşılaşacak yollarımız, bir gün bir yerde hasretle sarılacağım sana. Başka bir zamanda en güzel aşkı yaşamak üzere elveda bebeğim…’ altında da bebeğin imzası vardı bu satırların. Okurken ağladı, ağlarken düşündü, Aslı’sını tamamen yitirmişti. Sinirlerine hâkim olmak ne kadar da zordu o an için. Defalarca bebeğin yazısını okudu gözyaşları içinde. ‘bebeğin’… Ne çok şey ifade ediyordu bu kelime. Ona hep bebeğim diye hitap ederdi. Onu tatlı bir bebeği sever gibi sevmişti. Hep incitmekten korkmuş ama yine de kırılmalarına engel olamamıştı, şimdi gitmesine engel olamadığı gibi…. Koskoca bir sene yaşanmışlığıyla kalmıştı, geride hatıraların tatlı, buruk hüznü. Geride güzel bir hikayeyi yarım bırakmıştı Aslı. Ne olmuştu da gitmişti? Defalarca ‘belki de sonu olmayan bir yola gidiyorum, belki de bembeyaz kaplı düşler bekliyor beni’ kelimelerini okudu. Bir anlam çıkarmaya uğraştı ama o an sağlıklı düşünemiyordu da. Sonra, elbet yollarımız kesişir derken ne demek istemişti? Geri mi dönecekti yoksa? Ben hata yaptım mı diyecekti? Gözlerinde kin vardı Önder’in, asla affetmeyeceğim onu. Gittiyse bir daha geri dönemeyecek diyordu içinden.
Evine geldiğinde yığılacak gibiydi. Elinde buruşturduğu Aslı’dan kalan son mektup vardı. Ağlamaktan kızarmıştı gözleri. Bedeni titriyordu. Üşüyordu. Yalnızdı artık. Bebeği olmayacaktı bundan böyle hayatında. Bebeği bir anda yıkıp gitmişti her şeyi. Onu yalnız hatıralarla bırakmıştı. Bunun gerçek olmaması için dua ettikçe, elindeki buruşuk kağıt her şeyi anlatıyordu ona. Bedeni yorgundu, düşünemiyordu. Çaresizlikti yaşadığı, bir boşluğun içine düşmüştü sanki. Bu boşluğu en sevdiği kişi yaratmıştı. Yorganının altına gömüldü hayattan uzaklaşmak ister gibi.
Bir telefon sesine sıçramıştı aniden, yataktan Aslı’mdır diyerek fırladı. Bir koşuda telefonu açtı ama arayan, yanlış numara çevirmişti. Karanlıkta yaşamak bu olsa diyerek acı acı güldü. Aslı’ya hissettiği bu tutkulu hissin de aşk olduğunu ve duygularının gerçek sevgiden ibaret olduğunu kendi de biliyordu artık ama iş işten geçmişti ne yazık ki. Aslı ona bir mektup bırakarak gitmişti bembeyaz düşlere. Saatine ve tarihe baktığında uyuduğundan beri iki gün geçmiş olduğunun farkına vardı. Daha aklıselim düşünebiliyordu artık. Şimdi her şeyi yeniden gözden geçirmeliydi. Aslı’ya ne olmuştu? Neden gitmişti? Kızdıracak bir şey mi olmuştu acaba? Ama saatlerce düşünse de bir şey bulamadı bu ani gidişe. Her şey çok da güzel gidiyordu. Kesin bir şey vardı ama o şu an için bir sonuç çıkaramıyordu yaşadıklarından.
İlerleyen günler içinde bir gün yine bir telefon çaldı, ama artık heyecanlanarak koşmuyordu çalan telefonlara. Aslı olmayacağı kesindi artık. Aslı onsuzluğu seçmişti. İki defa çalan telefon sustu ve bu sefer cep telefonu çalmaya başladı. Telefonun ekranına baktığında birden ateş bastı, eli ayağı dolandı birbirine. Kalakaldı öylece bir süre. Ne yapacağını kestiremedi, aklı başından gitmişti bir an. Çünkü ekranda bebeğim yazısı yanıp sönüyordu. Elleri titredi açamadı. Acaba açmasam mı dedi nefretle. Ne yüzle arıyordu? Ne diyecekti sevgilim seni seviyorum mu diyecekti? Açmamalıydı. Ama uzun çalan melodinin bir an önce susmasını istedi. Ve sustu telefon. Etrafta dört dönüyordu Önder. Bir sevinç mi yoksa nefret mi belirmişti içinde bilemiyordu. Tek bildiği açmayarak Aslı’ya ceza vermiş olmasıydı. Telefonu açmayınca ne çok üzülmüştür bebeğim diye de düşündü, belki de ihtiyacı vardı ve o aptallık edip açmamıştı. Tamamen yitirmişti artık onu, artık aramazdı da. Bir pişmanlıkla belki de geri dönmek isteyecekti ve ben açmayarak reddettim, ben ne büyük aptalım Allah’ım dediği sıralarda yine cep telefonu çalmaya başladı. Yine arayan Aslı idi. Ekranında bebeğim yazısının yanıp sönmesini bile ne çok özlediğini fark etti o anda. Aslı’yı özlemişti. İliklerine kadar Aslı’yla vardı o. Açtı telefonu ama ses Aslı’nın sesi değildi. Bir polis memuru idi karşısında konuştuğu. Kötü bir şey olduğunu anladı. Memur ona genç bir kızın Edirne’de bir hastanenin morguna kaldırıldığını, çantasından çıkan evraklarda ve telefonda bebeğim diye kayıtlı birini görünce yakınıdır ya da eşidir diye haber vermek istediklerini bildirip, teşhis için Edirne’ye çağırıyorlardı Önder’i. Yarım yamalak dinlemişti söylenenleri. Olamazdı. O morgda yatan genç kız Aslı’sı olamazdı. Bir an boşluğa bakıp kendini koltuğa bıraktı. O boşluğun içinde Aslı’nın yüzünü gördü. O masum yüzü… Şimdi ölümle mi buluşmuştu? Kabul edemedi bu düşünceyi. Aslı’nın çantası çalınmıştı belki de ve çalan kişi de trafik kazasında ölmüştü. Ve doğal olarak şimdi Önder’i arıyorlardı.
Edirne’ye doğru yol alırken otobüs düşünüyordu ve kendinde değildi Önder. Aslı olsa bile ne işi vardı ki Edirne’de? Neden kaçmıştı? Bir sürü soru işareti ile uyuşmuş haldeydi otobüsten indiğinde. Hangi hastane olduğunu da hatırlayamıyordu. Bir taksi çevirdi ve bir hastaneye götürmesini istedi. Olmadı ne kadar hastane varsa dolaşacaktı.
Hastaneye vardığında danışma bölümüne sordu bir genç kızın kaydının olup olmadığını, aldığı cevap morgda genç bir kızın bulunduğu idi. Önce eline Aslı’nın çantasını verdiler tüm kıymetli eşyaları bunlar diyerek. Eline aldı baktı ve iki damla gözyaşı aktı gözlerinden. Yüreğinde tarifsiz bir sızı belirmişti. Uçurumdu morga giden o yol. Adımlar yaklaştıkça orda yatanın kim olduğunu bilmek istemediğini, Aslı’nın yaşıyor olduğunu bilmenin o yarım sevincini yaşamak istediğini anladı. Uzaklarda olsa da yaşıyor Aslı dedi. Görevli kolundan tuttu ve eğer hazır hissetmiyorsanız başka zaman gelin dedi. Bunun üzerine bir seferde bu işkencenin bitmesini istiyordu, o kişiye bakacak ve Aslı olmadığını anlayacaktı. O ise bile bir anda yaşayacaktı o derin duyguyu. Günlerce çektikten sonra sızısını şimdi son aşamasında geri dönmeyecekti. Morgun o soğuk hava dalgası sardı bünyesini. Sanki her yerden biri çıkacakmış gibi ürktü. Sanki hayat durmuştu, sanki o da ölmüştü o morg odasında. Bir kapağı çekti görevli ve yavaşça açmaya başladı yüz kısmını. Birden neden olduğunu bilmediği bir sevinç yaşadı genç adam, o değildi. Orda yatan Aslı’sı, o biricik bebeği değildi. Görevli de şaşırmıştı Önder’in bu hareketine. Derken kapak kapandı nereye bakacağını şaşırmıştı, seviniyordu sevgilisinin yaşıyor olduğuna. Ama bir dakika hemen yan dolapta Aslı Yakar ismini okuduğunda yine o belirsizlik ve yıkım oluştu beyninde. Bu dolapta adı yazıyor diyebildi görevliye. Görevli baktı elindeki kayıt kağıdına ve yanlış dolabı açtığını fark ettiği anda binlerce özür dileyerek diğer dolabı açtı. Evet oydu, bebeği o soğuk morgda yatıyordu. Yüzü hala o hayalindeki gibi bembeyaz ve güzeldi. Gözleri açık kalmıştı sevdiceğinin, elini gözlerine götürdü ve yavaşça gözlerini kapadı. Ağlayamadı, o an hisleri donup kalmıştı. Beyninde bir sürü dalgalar hareket ediyordu sanki. O derece ağır gelmişti yaşamak o anda.
Ölüm nedenini yazan bir belge verdiler eline Önder’in. Okuduğunda kanser olduğunu öğrendiği bebeğinin yanında olamayışına tek kelime bile edemedi. Ne olursa olsun onu bırakmamalıydı, o gece telefonlarına cevap vermediği an Aslı’nın evine gitmeliydi, gerekirse sabaha kadar beklemeliydi kapısında ama onu öylece ölüme göndermemeliydi. Kendi hatasıydı. Durmadan kendini suçluyordu. Durmadan kendine lanetler yağdırıyordu cenaze arabasında şehre geri dönerken. Çantası kucağındaydı Aslı’nın. Onun kokusu sinmişti çantasına da. Aslı gözlerinin önüne geldi hep yol boyunca. Ona yaptığı şirinliklerle nasıl da başını döndürüyordu. Aşkım dediği o sesi kulaklarındaydı… Çantasını açtı ve ufak bir not yazılmıştı küçük kağıda ve yanında da bir fotoğraf buldu. Fotoğraf’ın kendisine ait olması daha da derinleştirdi üzüntüsünü. Ufak kağıdı aldı içinde ‘Seni daima sevdim ama benim ölümcül hastalığımı bilerek yaşamana ve bana acıyla yaklaşmana dayanamazdım sevgilim’ yazılıydı. Hıçkırarak ağlamaya başladı, duyguları yok oluyordu sanki. Acıların en büyüğünü yaşıyordu şimdi. En büyük acıyı yine Aslı yaşatmıştı ona. Zamanında en güzel sevgiyi de yaşattığı gibi. Artık hayallerinde kalacaktı Aslı. Yazdığı mektup ve şu son ufacık notuyla. İçinde daima yaşayacaktı. Aslı’yla bir dünya kuracaktı, onsuz olsa da o onunla evli olacaktı. Ve bir gün yazdığı gibi Aslı’nın, bir gün bir yerlerde hasretle sarılacaklardı birbirlerine. Taaki o zamana kadar sadece içinde yaşatacaktı sevgilisini genç adam.


jöly - avatarı
jöly
Ziyaretçi
18 Mayıs 2007       Mesaj #922
jöly - avatarı
Ziyaretçi
Seni Bulmak İstiyorum Artık

Sponsorlu Bağlantılar
Sen’ yokken hayatımda ‘ben’de yoktum.
Bedenimde ruh vardı ama o ruhta sen yoktun.Bedenim vardı ama o ruhta sen ruhu henüz oluşmamış ve ‘ben’ olgunluğuna erememişti..

Sen yokken hayatımda bende yoktum.
Kalbim sadece yaşamak için atıyordu. Var olduğu bedeni yaşatmak için atıyordu..Henüz sen diye atmıyor ve yaşamın heyecanına, hızına ‘ben’ diye ulaşamıyordu..

‘Sen’ yokken hayatımda henüz ‘ben’de yoktum!
Gözlerim henüz senin gözlerini görmeyip benim gözlerime mühürlenmemişti. Aşkın körlüğünde görmenin lezzetini hissetmemişti, bakışı esrarlı gözlerim..

‘Sen’ yokken hayatımda henüz bende yoktum.
Gönül sarayımın sahibi ‘sen’ henüz çalmamıştın kapılarımı. Yada ben çalınması için senin gelmeni bekliyordum. Herkes kapımı çalıyordu.Ben: Kim o? diyordum. Herkes: Benim!. diyorlardı..Oysa ben senin gelmeni bekleyerek kapımı çalmanı istiyordum. Ben : Kim O?. diye sorduğumda sen: “Senim!.. diyecektin. Ben de : “İşte ben geldim!. diyerek kapıyı açacaktım sana.

Sen yokken hayatımda henüz ‘ben’de yoktum.
Aşkın dilenciliğini yaparken seni istiyordum. Bir ALLAH’ın kulu açıp da kapıyı Onun Aşkı için Sendeki beni verememişti bana.

Sen yokken hayatımda henüz bende yoktum.
Henüz gökyüzünde bulutlar oluşmamış ve yağmur başlamamıştı. Senin semalarında bulunmayıp benim gökkuşağımda sarmamıştı etrafını..Tüm renkleriyle hayatın rengi, hayatın rengini yansıtamamıştı.

Sen yokken hayatımda bende yoktum.
Sensizliğin çölünde hep senin serabını görüyordum ve hep benim çaresizliğimin rüzgarı karışıyordu çölün rüzgarına.Yüreğim sens
izliğin sıcağında üşürken, sana susuzluğumla kavruluyordu benliğim.

Sen yokken hayatımda henüz bende yoktum.
Senin ellerin benim ellerimin ellerini tutmayıp henüz aşkta bizim evliliğimizin ellerinden tutmamıştı..Senin ellerini tutmadan, benim ellerimde kimseye dokunmayacak tutmayacaktı.

‘Sen’ yokken hayatımda henüz ‘ben’de yoktum.
Sendeki beni bulmak için seni arıyorum..Ben sensizliğin içindeki seni bulmak istiyorum ve seni bulduktan sonra sendeki beni bulup ben olmak istiyorum..Yani SENDE BEN olmak istiyorum.

SENDE BENİ BULAYIM YAR.
Artık gelde senin bedeninde benim ruhum oluşsun..Ya da benim ruhumda senin bedenin olsun.

Sen ve ben kelimeleri BİZ e dönüşsün.
Yürek iklimimde sensizğin sonbaharı ve kışı bitsin.Ve senin doğuşunla yeniden canlansın tabiatımdaki ben.

Gözlerim senin gözlerinin penceresine dalsın.

Kalbim aşkın sonsuz mührünü sen diye vursun..

Senin derin kuyularında ki Yusuf benim sarayımdaki Züleyha’sına kavuşsun.

Senin aşkının fırtınalı denizi dinsin ve beni senin limanına götürsün.Beni bile bile attığın özlem denizinin içinden senin vuslatın kurtarsın.

Sonsuz yolculuğun sonsuz yolcuları olalım..Noksanlığıyla , eksikliğiyle ayrı iki ruhun bir bedeninde varolalım..Yada bir bedende iki ruhun birleşmesiyle yok olalım!..


alıntıdır...

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
19 Mayıs 2007       Mesaj #923
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Bir Bardak Süt

Howard, yoksul bir ailenin çocuğuydu ve okul giderlerini karşılamak için kapı kapı dolaşarak eşyalar satıyordu. O gün hiçbir şey satamamıştı ve karnı da çok açtı. Bundan sonra çalacağı ilk kapıdan yiyecek birşeyler istemeye karar verdi. Kapıyı açan sevimli genç bayanı görünce utandı. Yiyecek bir şeyler yerine "Affedersiniz, bir bardak su rica edebilir miyim?" diyebildi yalnızca. Genç bayan çocuğun aç olabileceğini düşünerek kocaman bir bardak süt getirdi ona. Çocuk sütü yavaş yavaş içine sindirerek içtikten sonra "Çok teşekkür ederim, borcum ne kadar?" diye sordu genç bayana. Genç bayan, "Borcunuz yok" diyerek yüzünde sıcak bir gülümsemeyle devam etti "Annem, gösterdiğimiz şefkat ve nezaket karşılığı olarak asla bir bedel ödenmesini beklemememizi öğretti bize" dedi. Çocuk "O halde çok teşekkürler, yürekten teşekkür ederim size" dedi. Howard Kelly evin önünden ayrıldığı zaman kendisini yalnızca bedensel olarak değil, ruhsal olarak da güçlü hissediyordu. Yıllar sonra genç bayan çok ender rastlanan bir hastalığa yakalanmıştı. Yöredeki doktorlar çaresiz kalınca, hastalığı ile ilgili araştırmalar yapılması için onu büyük kente gönderdiler. Dr. Howard Kelly konsültasyon yapması için çağrıldığı hastanın hangi kasabadan geldiğini duyunca heyecanlandı. Artık genç olmasa da yıllar önce kendisine sevgiyle yaklaşan bayanı ilk gördüğü anda tanımıştı ve onun yaşamını kurtarmak için elinden geleni yaptı. Uzun süren tedaviden sonra bayan sağlığına kavuştu. Dr. Kelly denetlemesi için önüne getirilen faturaya şöyle bir baktı ve üstüne birşeyler yazarak zarfın içine koydu ve hasta bayanın odasına gönderdi. Kadın elleri titreyerek aldı zarfı eline. Açmaya korkuyordu... Hastane faturasını asla ödeyemeyeceğini ve geri kalan yaşamı boyunca bu faturayı ödemek için çalışacağını biliyordu. Sonunda zarfı açtı ve faturaya iliştirilmiş bir not dikkatini çekti. Kağıtta şunlar yazılıydı: "Hastane giderlerinin tamamı bir bardak süt karşılığı ödenmiştir."
MaLiNBeR - avatarı
MaLiNBeR
Ziyaretçi
19 Mayıs 2007       Mesaj #924
MaLiNBeR - avatarı
Ziyaretçi
BALIKÇI

Sarı rüzgâr ceketini giydi. Balık kovasını ve benzin deposunu eline aldı. Dizlerine kadar suya girdi. Mataforanın uzun çubuğunu manivelaya takıp değirmen gibi hızlı, hızlı çevirdi. O çevirdikçe demirden bir rahle üzerinde duran koca sandal yavaşça suya indi. Kancayı çözüp sandalı demir mataforadan kurtardı. Çevik bir hareketle sandala atladı. Motoru çalıştırdı, açığa doğru yola koyuldu.
Diğer balıkçı sandallarının bir grup halinde neredeyse yan yana avlandıkları yere gelince motorun hızını kesti. Her sandala bir laf attı. Kim, ne tutmuş, baktı. Soranlara “uzun oltaya gidiyorum” dedi. Üç-dört metrelik bu küçük sandalların hepsinde birer ikişer kişi ritmik hareketlerle ellerindeki oltayı yukarı çekiyor, sonra aşağı bırakıyorlardı. Kimi oturuyor, kimiyse ayakta yorulmadan saatlerce yineliyordu bu hareketi. Gelmişse, gümüş gibi parlayan istavritleri oltadan çıkarıp livara atıyorlardı.
Genç balıkçı gruptan uzağa doğru yöneldi. Yavaş gidiyordu. Sandalların arasından sıyrılınca oltasını salladı. Biraz daha karaya yakın gidecek, sandalı yavaşça yol alırken oltası süzülerek peşinden gelecekti.
Gökyüzü grileşmiş, rüzgar da kesilmişti. Gene de bu dinginlik kafasındaki bulutları dağıtmaya yetmedi. ‘İşten çıkıp, şehirden uzaklaşıp buraya kadar geliyorum. İşin stresini içimden atamıyorum.’
Oltasını elinde tutarken yerinde biraz kaykılıp daha rahat bir oturma pozisyonu aldı. ‘İşler hep aynı işler, unutmak lazım biraz.’
Düşünceleri geçirdiği yoğun güne gitti. Şirketten içeri gururla girmişti. Bugün satış için dolaştığı üç fabrikadan aldığı siparişler firmanın tüm satışçıları arasında bu ayın satış rekoru cinsindendi. Hemen her ay kendi rekorunu kırmayı başarıyordu.
Arkadaşlarının tebriklerini kabul etmiş sonra müdürüne bilgi vermeye gitmişti.
“Güzel, çok iyi” dedi müdür, bir an düşündükten sonra:
“Şu senin eski müşterini yeni başlayan satışçı arkadaşa devretsen diye düşünüyorum. Zaten o firmanın düzenli satın aldığı ürünler var. Yeni arkadaş da tanısın orayı biraz. Ona da iyi bir motivasyon olur.”
Kelimeler boğazına düğümlendi. Söyleyemedikleri aklından geçiyordu: ‘Kendi seçtiği elemanı kollamak istiyor, belli ki. Ama o müşteriye ben beş senemi verdim!’
“Orada çok hassas dengeler var, şimdilik bozmasak?” diyebildi.
“Yavaş bir geçiş yapalım istersen. İkiniz birlikte gidersiniz. Tanıştırırsın onu. Sonra yavaş yavaş ona bırakırsın.”
İçinden söylenip duruyordu: ‘Ne gerek var buna? Benim müşterimle işler gayet iyi gidiyor’ Yerinde sağlam durmak zorundaydı ve bunun yolu da güçlü bir savunmaydı:
“Kurduğumuz sistemi riske atmayalım bence, çok büyük bir müşteri bu. Ben satışları orada 5 yılda katlanarak artırdım.”
Müdür bu cevabı beğenmemişti.
“Yeni arkadaşlara da işleri öğretmek lazım.”
“Haklısınız efendim” diyebildi. Ama içinden söyleniyordu: ‘Onlar da benim gibi çabalayıp yeni müşteri kazanabilirler. Bunu başarmak için çok uğraştım ben. Onlar da çabalasın.’
Müdür ısrarcıydı:
“Sen onlardan kıdemlisin. Onlara destek olmalısın, yol göstermelisin.”
Bunun anlamını gayet iyi biliyordu ‘Rakiplerimi güçlendirmeliyim!’
“Memnuniyetle yaparım” dedi müdürüne”Özellikle yeni hedefleri için onlara yol göstermeye hazırım.”
Odadan çıktı. Başarısının bütün keyfi kaçmıştı işte.

Yavaş giden sandalın arkasından metrelerce saldığı uzun oltayı usulca topladı. Oltanın ucunda bir şey olduğunu hissedivermişti birden. Çektikçe heyecanı arttı. Kesinlikle bir şey vardı. Oltanın ucuna yaklaştıkça daha kuvvetli çekti ve suyun yüzeyine yaklaşan lüferi görünce hızla asıldı. “Kofana bu kofana!” Sandalın içine aldı balığı. Sıkıntısını unutuverdi. Rapalaları kontrol etti. Oltayı yeniden saldı.
Bulutların arasından güneş tatlı bir kızıllıkta kendini gösterivermişti. Her yer öylesine sessizdi ki şimdi. Yalnızca küçük şıpırtılar duyuluyordu. Çarşaf gibi denizde sandala çarpan küçük dalgacıkların sesi. Huzur veren bir ses. Güneşin ışıkları değişik renklere bölünüyordu bulut kümelerinin içinden, sahile doğru, ufka doğru. Manzarayı seyretti bir süre. İşe ait düşünceler kısa sürede geri döndüler.
‘Neden aylarca yıllarca uğraşıp, tonla satış yapacak hale getirdiğim koca firmaları bu acemilere vereyim ki! Ben acemiyken kimse bana müşterisini vermiş miydi? Al sana hazır müşteri, kendini yorma, demiş miydi?’
Düşünceleri uzun sürmedi. Oltada bir ağırlık daha hissetti. Lüferi görene kadar misinayı sandala aldı. Kıpır, kıpır koca balığı kancadan kurtardı. Eliyle bir tarttı. ‘Çok güzel’ onu da livara yolladı. Oltayı salmasıyla yeniden ağırlık hissetmesi bir oldu. Hızla bir lüfer daha çekti. ‘Şansa bak! Ne çabuk geldi’ dedi. ‘Ah, Erkan ağbi, bu lüferi avlamayı sen bana sevdirdin. Neredesin şimdi? Sen olsan ne nasihat verirdin bana? Mutlaka söyleyecek bir şeyin olurdu. Bilirdin kime nasıl davranılacağını. Pabuç bırakmazdın kimseye. Keşke burada olsaydın şimdi. Eskiden yaptığımız gibi birlikte balığa çıksaydık. Bir lüfer sen çekseydin, bir lüfer ben. Diğer balıkçıları çekiştirip, gülseydik!’
Sandalıyla kayalıkların olduğu sığlıklara yanaştı. Erkan ağbisi lüferlerin buralarda gezindiğini, akşama doğru buralara yemlenmeye geldiklerini söylemişti. Batan güneşin renkleri sarıdan kızıla, kızıldan mora değişiyordu. Kimsenin olmadığı bu kayalıklarda derin bir sessizlik hâkimdi. Sessizliği içine çekti buram, buram. Sonra oltaya asıldı. ‘Haklıymış!’ Peş peşe lüferleri çekiyordu. Livardaki yaklaşık 15 lüfer son turlarını atıyordu. Her çektiği lüferle keyfi daha çok yerine geldi. Sıkıntısından gittikçe uzaklaştı. Bir lüfer, bir kofana! İnanılır gibi değildi. Balıklar peş peşe geliyordu. Arkasına yaslandı bir süre sandalın kenarına dayanarak. Aldığı keyif hiçbir şeyle kıyaslanamazdı. Deniz insanı nasıl da gevşetiyordu. Nasıl da başka dünyalara sürüklüyordu. Her şey geride kalıyordu ve önemsizleşiyordu denizdeyken. ‘Erkan ağbi görseydi keşke şu tuttuğum balıkları. Ne çok konuşurduk seninle. ‘İş dünyası savaş alanı, kimse deviremesin seni’ derdin. Ama yoruldum herkesle rekabet etmekten. Sen olsan nasıl yapardın? Nasıl karşı koyardın bu insanlara?’
Hava kararıyordu artık. Daha açıkta demirleyip de istavrit avlayan sandallar çoktan kıyıya dönmüştü. Lüferler arka arkaya geldikçe o dönmek istemiyordu. Livardaki lüferlerin sayısı 30’u bulmuştu. ‘Hayatımın avı bu, bırakıp dönülür mü?’
Yukarı gökyüzüne baktı. ‘Değil mi Erkan abi? Sen de dönmezdin. O kötü hastalığa rağmen, son günlerine kadar balığa çıktık seninle. Tüm ızdırabına rağmen giderdik. Pes etmezdin. O ilaçlar seni halsiz, bitkin yapardı ama ‘gidiyor muyuz?’ dediğim zaman gözlerin parlardı.’
Son balığı da sandala çektiğinde hava kararmak üzereydi. Denizin ıssızlığında rüzgâra bağırdı:
“Kofana bunlar! Kocamanlar, hey yavrum!”
Oltasını topladı. Sahilin bu uzak ucundan evine doğru dönüşe geçti. Motorun hızını artırdı. Bir an önce dönmek istiyordu artık. Hafif akşam rüzgârı çırpıntı yaratmıştı. Dalgaları yara yara gidiyordu. Motorun sesine karışan bir ses “Sıkı bas!” dedi. Etrafına bakındı. Ses nereden geliyor anlayamadı. ‘Bana öyle geldi herhalde’ diye düşündü.
“Yaşamın kendi rekabet! Dayanmalısın!” dedi ses bu sefer. Duyduğuna inanamıyordu. Gerçekten biri mi konuşmuştu? Hayal mi bu nedir? Erkan ağbinin sesi olduğuna emindi.
“Sağlam bas ayaklarını yere ve devam!” diyordu ses.
Erkan abinin sesiydi ama balıkçının dudaklarından çıkıvermişti.
‘İşte bunu derdi bana! Kimseye yenilme sakın!’
Keyiflendi. ‘Haklısın Erkan ağbi. Onlar korkacak benden ve ben de onları korkutmaya devam edeceğim.’
Kıyıya varmaya az kala motorun hızını kesti. Neşeyle livar kapağını açtı. Balıkları bir bir çıkardı. Sabırla hepsini sandalın içinde oturulacak yerlere boy sırasına göre dizdi. En büyükten en küçüğe.
“İşte böyle. Herkes görsün. Balık böyle avlanır.”
Sonra motora hız verdi.
Daha önce karaya dönmüş olan balıkçılar hala sahildeydi. Karısı ve komşuları da onu orada bekliyorlardı. Yaklaştıkça sergisini göstereceği grubun kalabalık olmasına sevindi. Sandalı kuma itti. Hayret dolu yüzlere bakıp eğlendi.
nünü - avatarı
nünü
Ziyaretçi
19 Mayıs 2007       Mesaj #925
nünü - avatarı
Ziyaretçi
Dedikodu

Bilge, karşısında duran iki adamı ilgiyle süzerek, "Sorun nedir?" diye sormuş. Adamlardan biri diğerine işaret ederek," O, yaptığı dedikodularla sadece bana zarar vermekle kalmadı, bu köydeki pek çok insanın da canını yaktı! " demiş.

Öteki hemen atılmış: "Üzgünüm... Böyle olsun istememiştim. Tüm söylediklerimi geri alıyorum."

Bunun gerçekten her şeyi düzelteceğini mi sanıyorsun?" diye söze katılmış bilge, "Yarın köy meydanına kuş tüyü yastığınla gel."

"Nasıl yani?..."

"Dediğimi yaparsan anlayacaksın."

Ertesi gün köy meydanında buluşmuşlar. Bilge, adamın eline bir makas vermiş ve yastığı kesip içindeki tüyleri boşaltmasını söylemiş. Yastıktan boşalan tüyler rüzgârla birlikte etrafa savrulunca,

"Şimdi," demiş bilge, "Bunların hepsini toplayıp bana getir."

Adam saşkınlıkla, "Ama bu mümkün değil!" diye cevap vermiş. "Baksanıza, duvarların ardındaki bahçelere kadar savruldular. Öyle geniş bir alana yayıldılar ki, bunların hepsini toplamak imkânsız..."

"Tıpkı başkalarının hakkında sarf ettiğin sözler gibi"demiş bilge, "Yaptığın dedikoduların nerelere, ne kadar uzak mesafelere kadar gittiğini ve nelere sebep olduğunu bilebilir misin, söylesene?..."
nünü - avatarı
nünü
Ziyaretçi
19 Mayıs 2007       Mesaj #926
nünü - avatarı
Ziyaretçi
Kalemim Sevgi Olsun...

isterdim ki bütün gönüllere sevgi üflesin yazdıklarım...
her kalp sevgi ile atsın... sevgi için atsın... sevgi dağıtmak için atsın...
sevgiden yoksun hiçbir gönül kalmasın...
isterdim ki sevgiler ve sevgililer donatsın bütün bir kainatı...
ve bu sevgi dolu gönüller bütün bir varlığa karşı sevgi ile yönelsin...
sevgi duysun... sevgi düşünsün... sevgi görsün... sevgi bulsun... sevgi buldursun... sevgi dilesin... sevgi dilensin... sevgi paylaşsın... sevgi paylaştırsın...
her varlığın bütün hareketleri sevgi eksenli olsun... hatta duruşları bile...
biri bir hareket yapacaksa sevgi için yapsın... biri duracaksa sevgi için dursun...
biri konuşacaksa sevgi için konuşsun... biri susacaksa sevgi için sussun...
biri ağlayacaksa sevgi için ağlasın... biri gülecekse sevgi için gülsün...
biri oturacaksa sevgi için otursun... biri kalkacaksa sevgi için kalksın...
biri bir yazı yazacaksa sevgi için yazsın... biri bir yazı okuyacaksa sevgi için okusun...
isterdim ki kainat sevgi olsun...
sevgiden başka hiçbir şeye yer olmasın...
sevgiden başka hiçbir şeye fırsat verilmesin...
isterdim ki sevgisiz kalpler de sevgiyi bulsun...
isterdim ki herkes herkese sevgi dağıtsın...
isterdim ki kalemim bütün gönüllere sevgi akıtsın...
isterdim ki kalemim bütün gönüllere sevgi buldursun...
isterdim ki kalemim bütün gönüllere sevgi anlatsın...
isterdim ki kalemim sevgi olsun...
isterdim ki kalemim ile bütün bir varlık sevgi bulsun...
isterdim ki kalemim ile bütün bir varlık sevgi dolsun...
isterdim ki kalemim ile bütün bir varlık sevgi ile doysun...
isterdim ki kalemimden harf harf sevgi dökülsün...
isterdim ki kalemimden dökülen sevgi harfleri
okuyanların yüreğine nakış nakış sevgi işlesin...
isterdim ki her kalp sevgi ikizini bulsun...
ve bulduğu sevgi ikizini bir daha bırakmasın...
sevgi ikiziyle birlikte sonsuzluğa uçsun...
sevgi ikizleri el ele sevgi bahçelerinde dolaşsın...
sevgi bahçeleri sevgi çiçekleriyle dolsun...
sevgi çiçekleri asla solmasın...
sevgi çiçekleri daima sevgi suyu ile sulansın...
isterdim ki elimdeki kalemim kalbimdeki sevgiyi mürekkep yapsın kendine
ve sevgiye muhtaç bütün gönüllere sevgi dağıtsın...
kalmasın sevgiye muhtaç hiçbir gönül...
kalmasın sevgiye aç hiçbir gönül...
kalmasın sevgiye susamış hiçbir gönül...
isterdim ki kalplerdeki sevgi cennetinden cennet sevgileri yayılsın her yere...
isterdim ki dillere destan bir sevgiyle destanlara dil veren bir sevgi yaşansın...
isterdim ki dünyadaki her insan, kalbi sevgi, ruhu sevgi, bakışı sevgi, düşünüşü sevgi, niyeti sevgi, yaptıkları sevgi, söyledikleri sevgi, sevgi timsali sevgili insanlardan olsun...
isterdim ki bütün kalpler sevgi zirvesinde zirve sevgiler yaşasın...

ey sevgili kalpler...
sevgililerden sevgili, o sevgi dolu geleceğin, sevgi binasının, sevgi inşasında, sevgi tuğlalarının örülmesi için, sizin sevgili kalbinizin de sevgilerini dağıtması ve sevgi dağıttıkça sevgi bulması, sevgisinin daima artması dileklerimle...
sonsuz sevgiler...
nünü - avatarı
nünü
Ziyaretçi
19 Mayıs 2007       Mesaj #927
nünü - avatarı
Ziyaretçi
Acı

Sizin için ne derece önemi var bunu bilmiyorum ama ben bu satırları yazarken gözümden damlalar akıyor klavye üzerine. Erkekler ağlamaz lafı bana göre değil. Ağlamaktan hiç utanmadım,duygularım,acılarım beni boğduğu zaman hep ağladım.Yine ağlıyorum... Sizleri tanımıyorum ama sizlerle paylaşmak istiyorum.Lütfen;bu satırlara bir seven olarak sahip çıkın ve lütfen yazılı satırlar olarak geçmeyin. Okudukça yeryüzünde insanlar neleri yaşarmış diyeceksiniz buna eminim. Bir memur ailenin en küçük çocuğu olarak babamın tayininin çıktığı bir köye taşındık.Huzursuzdum,okulumu bir köy okulunda okumaktansa ,şehirde medenice okumak istiyordum.kaydımı yaptırdı babam okula.İlkokul 4. sınıftan başladım köy okuluna.Beni bir sınıfa verdiler.Öğretmen köyde yabancı olduğumu biliyordu ve hangi sıraya oturmak istiyorsan otur dedi bana.Bir kızın yanı boştu sadece oraya oturdum.Hayatımı adadığım,gidişiyle beni bitiren insanla ilk o zaman tanıştım.İsmi Altınay idi.Çocuk yaşımda bile onun güzelliği beni çok etkilemişti.Masmavi gözleri,gamze yanakları ile arada bir bana dönüp gülüşü,yanlış yazdığım notlarımda kendi silgisiyle defterimdeki hatayı silmesi beni o minik yaşımda ona bağladı.O dönemlerde çocukça bir arkadaşlıktı. Zaman ilerledikçe onsuz tek saniye geçiremiyordum.ya ben onlara gidip ders çalışıyor, yada o bize geliyordu.Mükemmel bir paylaşımcıydı.Yüreğini,sevgisini,dostluğunu daha o yaşta vermişti bana.İlkokulu birlikte okuduk ve aynı sırada bitirdik.Hep onunla hep ona biraz daha alışarak. Ortaokula geçtiğimizde ailelerimize rica ettik ve bizi aynı okula yazdırdılar, hatta aynı sınıfa,hatta aynı sıraya oturmamız için babalarımız öğretmenlere adeta yalvardılar.Başarmıştık. Yine aynı sıradaydık.Geride kalan ilkokul dönemindeki iki yılda anladım ki onsuz hayat bana huzur vermiyordu.Yaşımız olgunlaştıkça o beni,ben onu daha çok seviyordum.Çocukça başlayan arkadaşlığımız sevgiye aşka dönüşmüştü ortaokul yıllarımız bitmek üzereyken.Şehir merkezinde.Ailelerimiz liseye geçtiğimiz sırada ortak bir karar aldılar.Buna göre tek ev kiralayacak ikimiz aynı evde kalacaktık.Annem de bizimle kalacaktı.Allah'ım o karar bize iletildiğinde dakikalarca sarmaş dolaş kutlamıştık bunu.Ona aşık olmuştum.Aynı duyguları o da paylaşıyordu ve bunu fareden ailelerimiz okul bittiğinde evlendirelim diye karar almışlardı bile.Ona tapıyordum artık.Haşa Allah'a şirk koşar gibi günah işlercesine seviyordum.İlk elini tuttuğumda sakın bir daha bırakma demiştim. Yanakları kızarmıştı,utanmış ve başını önüne ! eğmiş,gülümsemiş ve elimi sıkı sıkı kavramıştı.Artık her gün elele tutuşup okula gidiyor okuldan çıkarken elele dolaşıyor geziyor öyle gidiyorduk evimize.Arada bir elleri terler ve her terleyişte elini elimden kurulamak için çekerdi.Bunu her yaptığında kızar elimi bırakma diye azarlardım,hep tamam tamam diyerek gülümser ve hızla elini avucuma sokuştururdu. Her şey harikaydı,dünya cennet gibiydi gözümüzde.Yıllar akıp gidiyordu mutluluk içinde.Nihayet liseyi de bitirmek üzereydik.karne dönemi gelmişti.Karnelerimizi aldık hiç kırığımız yoktu.Sevinçle sarıldık birbirimize elimi tuttu.bunu kutlamak için bir cafeye gidip cola içerek kutlayacaktık.Okulun az ilerisinden geçen bir çakıl yol vardı.Her zaman toz duman içinde olurdu.çakıllarla kaplıydı.O yolun benim ve ölürcesine sevdiğim insanın ayrılmasında bu kadar rol oynayacağını bilsem hiç girer miydik o yola.Neler vermezdim o yolu yürümemek için. Eli yine elimdeydi,ansızın elini çekti,terlemişti yine eli.Sanırım dört adım atmıştım.Dönüp yine azarlayacaktım.Çünkü hem elimi bırakmış,hem de geride kalmıştı.Dönüp baktığımda Dünya başıma yıkıldı.Sanki gök kubbenin altında kaldım.yerdeydi ve yüzünden kan fışkırıyordu.ne yapacağımı bilemedim üzerine kapandım yüzüne yapışmış saçlarını kaldırdığımda hayatımı bitiren o görüntüyle karşılaştım.Başı kesilmiş bir tavuk gibi çırpınıyordu.Suratına bir taş parçası bıçak gibi saplanmıştı ve bakmaya doyamadığım mavi gözlerinden biri akmıştı.Suratının yarısı yoktu.Hırlıyordu bana bir şeyler demek istiyor kanla kaplı diğer gözünü temizleyerek bana bir şeyler demeye çalışıyordu.Yoldan geçen bir kamyonun tekerinin altından fırlayan bir taş suratına saplanmıştı.Ölürcesine bir aşkı,geleceğimizi kibrit büyüklüğünde bir taş parçasının bitireceğini bilemezdim.Donuk donuk hiç konuşamadan yüzüne bakmaktan başka bir şey yapamıyordum. Ellerini tuttum kaldırdım başını göğsüme dayadı ve elimi sıkı sıkı tuttu.Akan kan ellerimize damlıyordu.Yoldan geçen bir araba durmuş bizi seyrediyordu,hastaneye yetiştirelim dediğimde kanlı olduğu için almadı ve kaçtı gitti.Kimse arabaya almıyordu.çevreme bakıp yardım eden demekten,ona dönüp seni seviyorum,beni bırakma,dayan demekten başka bir şey yapamıyordum.İki dakikalık bir çırpınıştan sonra kucağımda öldü.Cennet olan Dünya 5 dakikada cehenneme döndü.Tam dokuz yıl oldu onu yitireli.Kendime olan güvenimi yitirdim.Artık kimseyi sevemem,kimsede beni sevemez korkusundan kurtaramıyorum kendimi.Bitkisel hayatta gibiyim.Tek elimde kalan bu net.bu net aracılığıyla sizinle paylaşmak istedim.Yitiren,ya da ben yitirenle paylaşmak isteyen herkese elleri terlese bile ellerimi bırakmamaları şartıyla elimi uzattım.Dost,kardeş,arkadaş ne olursanız olun ama elimi bırakmayın.Size sesleniyorum, elimi bırakmayın lütfen...
Sedef 21 - avatarı
Sedef 21
Ziyaretçi
19 Mayıs 2007       Mesaj #928
Sedef 21 - avatarı
Ziyaretçi
Hep Sana
Sensizlikte başladım yeni bir güne... Bu nasıl bir şey biliyor musun? Bilemezsin...
Bilseydin,aynı acıyı sende yaşatsaydın yaşatır mıydın bana bunu...iki gün oldu senle aynı şehirde değiliz.ne kadar tuhaf değil mi? Aynı şehirde olup da seni görmediğim halde sanki uzansam dokunacaktım sana ama burdan asla...
Gözlerim bir noktaya dalmış öyle; duraksadım bir an...karşımda hayalini hatırlıyor da ne düşündüğümü hiç hatırlamıyorum.
Geceyi seviyorum ya! ayrı bir güzelliği var karanlık çöktüğünde sanki bütün rezillikleri kapatıyor.
Offff! Gene yoksun yanımda... seni çok seviyorum ama yazık bunu sen bile bilmiyorsun. Ah sevdiğim yanımda olup da bana sarılmanı nasıl isterdim. Ama olmadı olacak mı dersen, aslaaaaaa......
Üzülme ama sakın ağlama seni sonsuz bir aşkla seviyorum.
Üzülme seni hayalinle yaşatmaya devam ediyorum,
Ne kadar sürer bende bilmiyorum!!!

Balkondayım şimdi,ya sen nerdesin? Bildiğim bir yerde mi?
Belki de sen de gittin benden sonra başka bir şehre kim bilir?

Burayı seviyorum. Denizin dalgasını dinliyor ve kötü değil hep iyi yönünle seni düşünüyorum. Hatalarını hatırlamıyorum,ihanetini unutuyorum.

Evde de kimse yok(!) resmini aldım karşıma, biraz denizi dinliyor, biraz seni seyrediyorum. Neler neler yaşıyorum. Kendimi dinliyorum da çok kızıyorum kendime.... Sonra elime kalemi alıp yazıyorum...

ben senden uzaktayım sevgili,
çok özledim sıcak tenini,
bir gün dönecek misin geri,
yoksa ben mi gelip alayım seni,
sevgili;
sen benim yüreğimsin,
ama sen hiç düşünmez bırakıp gidersin,
seni asla affetmeyeceğim bilirsin....
of ne zordu bu aşk(!)
seni sevmediğimi zannedip gidiyorsun,
aşk değil bu bir sürgün,kaçak
sakın arkaya dönme,
sakın sakın,
çünkü o an anlayacaksın
sana olan sevgimi,
seni seviyorum....

Nurgül Gündoğdu
nünü - avatarı
nünü
Ziyaretçi
19 Mayıs 2007       Mesaj #929
nünü - avatarı
Ziyaretçi
Hayat


'iyi bir es... rahat bir hayat... yetecek kadar para... Saglikli cocuklar...bunlar beklentilerim\'. dedi kadin...

\'Nasil bir es istersin?\' dedi adam...

\'Anlayisli, musvik, ilgili ve sevgi dolu\' dedi kadin...

Sustu, dusundu bir sure adam...
Hayattan kendi beklentilerini degil, kadinin beklentilerine uygun bir erkek olup olmadigini dusunuyordu... Ya da kadinin onun hayallerine denk olup olmadigini...

Yeterince anlayisli miydi acaba? Anlayisli erkekten beklentisi neydi kadinin? Evde yemek bulamayinca susmak miydi anlayisli olmak, yoksa mutfaga dalip makarna yapmak mi?. Oysa o hep birgun esinden once eve gelip ona sofralar donatmanin hayalini kuruyordu ortak hayatta...

Beklenti ile gelen anlayisli erkeklik bu kadar basit miydi? Bir tencere makarna pisirmek kadar kolay miydi anlayisli olmak? Beklenmedik bir gunde sofralar donatan bir es olmak istiyordu oysa o.Karni doyan degil, gozleri parlayan bir kadindi onun aradigi...

Yeterince musvik miydi acaba?... Musvik bir esten beklentisi neydi kadinin? En uzgun aninda onu dizlerine yatirip oksamak miydi musvik olmak, yoksa konusarak onu rahatlatmak mi?...

Oysa o hep bir gun esini cok uzgun gorurse elinden simsIki tutup en uzun yolda saatlerce yurumeyi hayal etmisti...

Deniz kenarinda, ormanda basbasa uzun bir yuruyusun sonunda onu eve getirip ustunu ormek, uyumasini seyretmekti onun hayali...

Bu kadar basit miydi musvik es olmak? Herhangi bir yakin dostun yapabilecegini yapmak kadar kolay miydi?

Varliginin onemini hissettirecegi, ona sonuna kadar yaninda oldugunu gosterecegi bir es olmak istiyordu oysa o... Kivrilmis bir kedi degil, ayakta duran bir kadindi onun aradigi...

Yeterince sevgi dolu muydu acaba? Sevgili olmaktan beklentisi neydi kadinin? Her an yanyana olmak mi? Hep onu dusunmek mi? Her seyden birlikte keyif almak mi? Tum arkadaslariyla tanismis olmak mi? Sevgilim diye tanistirilmak mi? Surekli dokunmak mi?

Opmek... Opmek...

Bu muydu sevgi dolu erkek?

Oysa o hep onu sadece sevmeyi hayal etmisti... Sadece sevmeyi...

Sevdigini, sevildigini hissetmeyi...

Dogdugu sehre goturup ona surpriz yapmayi duslemisti...

Kadinina hic beklemedigi bir anda, en olmadik yerde, markette, belki de asansorde, durduk yerde \'Seni seviyorum\' demenin hayalini kuruyordu ortak hayatta...

Beklenti ile gelen ilgili ve sevgi dolu erkeklik bu kadar basit miydi? Gozune bak, yeni boyattigi sacini anla, telefonla ara...
Beklenmedik bir gunde beklenmedik hosluklar yapmak istiyordu oysa o.. Saci bembeyaz oldugunda ilk kez \'cok guzelsin\' diyebilecegi bir kadindi onun aradigi...

\'Peki benden beklentin nedir?\' dedi adam kadina...

\'Hic\' dedi kadin. \'Hic bir beklentim yok\'. \'Ya senin?. Senin beklentin ne benden?\'...

\'Bilmem hic dusunmedim\' dedi adam...

Oysa ikisinin de idealleri sandiklari beklentileri, iki kisilik sandiklari tek kisilik hayalleri vardi... Gun gun hayatin planlari vardi kafalarinda...

Ama \'Hic\' diyorlardi, \'Cok\'yerine... Durust degillerdi... Korkulari vardi... Ya degisirse?,Dusledigim gibi olmazsa her sey?.... Ya terk ederse?

Giderse gitsin... Biterse bitsin...

Yeter ki sadece sevsin... Bunu diyemiyorlardi...

Dusunuyorum da, biz insanlar hep karsimizdaki ile hayalimizdekini ayni gormeye calisiriz. Ya da ayni yapmaya... Olmayinca suclariz, kizariz, hatta terk eder gideriz... Terk edemezsek sizlaniriz... Mutsuz olur, mutlu edemedigi icin mutsuz ederiz karsimizdakini. Ne umdum ne buldum deriz...

Peki ya hic ummasak nasil olur...
Hic beklemesek. Beklentisiz seviversek..

Onu bensizken, sensizken oldugu gibi sevsek...

Kiskanarak degil de, ozgurlugunu seyrederek sevsek...

Ozel gunlerde hediyelerle gelisini degil de, ummadik bir anda opusunu, olmadik bir anda kapiyi calisini sevsek...

Sevgiye beklentileri karistirmadan, sevgiye baska sey katmadan kosulsuz ve katiksiz sevsek...

Sonunu dusunmeden, hesaplayip carpip bolmeden, kurgulamadan, sorgulamadan, hayallere dalip gerceklikten kopmadan sevsek...

Sadece sevsek...
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
20 Mayıs 2007       Mesaj #930
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Genç adamın biri,
Dermiş babasına her gün;
'Benim de dostlarım var, sendeki dost gibi'
Baba, itiraz eder,
Olmaz öyle çok dost, hakikisi
Belki bir, belki iki,
Fazlasını bulamazsın gerçek, hakiki...

Devam eder durur konuşma...
Aralarında başlar bir tartışma,
Karar verirler bir sınava,
Dostun hakikisini anlamaya...

Bir akşam bir koyun keserler,
Ve koyarlar çuvala,
Baba der ki oğluna,
'Hadi al bu çuvalı, şimdi götür dostuna'

Çuvaldan kanlar damlamakta,
Sanki öldürmüşler de bir adamı,
Koymuşlar çuvala,
Dıştan böyle sanılmakta,

Delikanlı sırtlar çuvalı,
Gider en iyi bildiği dostuna,çalar kapıyı,
O dost, bakar ki bir çuval, hem de kanlı,
Kapar hızla kapıyı delikanlının suratına,
Almaz içeri arkadaşını,

Böylece tek tek dolaşır delikanlı,
Kendince tanıdığı, sevdiği dostlarını,
Ne çare, hepsinde de sonuç aynıdır,
Evlat geriye döner,
Ama içten yıkılır...

Babasına dönerek; haklıymışsın baba ' der,
Dost yokmuş şu dünyada ne sana, ne de bana,
Baba ' hayır Evlat 'der, benim bir dostum var bildiğim,
Hadi, çuvalı alda bir kerede git ona,

Genç adam, çuvalı sırtlar tekrar,
Alnından ter, çuvaldan kanlar damlar...
Gider, baba dostuna,
Kabul görür, sevinir,
O dost, delikanlıyı alır hemen içeri,

Geçerler arka bahçeye,
Bir çukur kazarlar birlikte,
Çuvaldaki koyunu gömerler adam diye,
Üzerine de serpiştirirler toprak,
Belli olmasın diye dikerler sarımsak...

Genç adam gelir babasına;
'Baba, işte dost buymuş' diye konuşunca,
Babası; 'daha erken, o belli olmaz daha,
Sen yarın git O'na, çıkart bir kavga,
Atacaksın iki tokat, hiç çekinmeden ona,
İşte o zaman anlaşılacak, dostun hakikisi,
Sonra gel olanları anlat bana...'

Genç adam, aynen yapar babasının dediğini,
Maksadı anlamaktır dostun hakikisini,
Babasının dostuna istemeden basar iki tokadı,
Der ki tokadı yiyen DOST;
'Git de söyle babana,
Biz satmayız sarımsak tarlasını
Böyle iki tokada'

Benzer Konular

3 Aralık 2006 / Misafir Genel Mesajlar
16 Mayıs 2014 / NihLe Müslümanlık/İslamiyet
11 Haziran 2013 / Misafir Forum Oyunları
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar
20 Haziran 2012 / ThinkerBeLL Edebiyat