Arama

Hikayeler ve Öyküler -2- - Sayfa 94

Güncelleme: 17 Şubat 2016 Gösterim: 590.613 Cevap: 1.812
VerSchL@GeN - avatarı
VerSchL@GeN
Ziyaretçi
21 Mayıs 2007       Mesaj #931
VerSchL@GeN - avatarı
Ziyaretçi
Hayal

Sponsorlu Bağlantılar
Büyük usta Dostoyevski’nin anısına...



Köprünün korkuluklarına yaslanmış bekliyordu. Gözleri şiddetli akıntıda sürüklenen bir odun parçasına takıldı. Ne kadar da hızla geçiyordu zaman. Oysa daha dün gibiydi; şuan bulunduğu yerde olmanın hayali. İlk kez beyaz geceleri okuduktan sonra düşünmüştü bunu ve sonunda bekliyordu Nastenka’sını. Bu köprü, bu topraklar onun yıllardır özlemini sürdüğü yerdi. Sadece zaman olarak bir yüzyıl ilerdeydi ve birde o beyaz geceler eksikti. Ama bunun ne önemi var ki. Burasıydı ve bu köprüydü, o yine gelecekti.

Cebinden bir sigara çıkarıp yaktı. Daha önce hiç solumadığı, fakat her şeyini bildiği Petersburg havasını içine çekti. Hayat ne garip bir şeydi. Tamamen saçmalık olarak başlayan bir düşünceyi; insana yaşatarak anlamlı kılıyordu. Onun burada bulunması kesinlikle saçmaydı. Ama bu saçmayı yaşayan için ne önemi var ki bunun. O beyaz gecelerin Nastenka’sını bekliyordu; yazıldıktan yüzyıl sonra.

Nehre doğru bakıyordu, kulaklarında yaptığının çılgınlık olduğunu söyleyen arkadaşlarının cümleleri ve gözlerinde ailesinin anlamsızlık dolu son bakışı. Buraya gelmek hiç de kolay olmamıştı.

Bu hayali dindirebilmek uğruna 3 – 4 sene her türlü işte çalışmış, insanlar arasında aranmıştı. Ama olmuyordu. Hep bir yapaylık, sahtelik sezmişti gülen yüzlerde. Yaşamıyorlardı sanki insanlar, hepsi oynuyorlardı bu hayatı. Onun ise artık oyna tahammülü kalmamıştı. Bir insan niçin yaşar ki bu toplumda, yada niçin para biriktirir ki; yıllarca okuduğu, sevdiği insanları göremedikten sonra? O tüm beyaz geceleri yaşamış ve sonunda hıçkıra hıçkıra ağlamıştı. İşte gerçek yaşam buydu ve gerçek sevgili...

Hem neden saçma olsun ki bu hayal? Bu olay gerçeğe yakın kurgulanmamış mıydı? Yaşam içinde değil miydi olaylar? Olmuş yada olma ihtimali yüksek yaşamlar değil miydi roman dediğimiz? Tüm insanlar yaşarken bu kurguları beklemiyorlar da ne yapıyorlar sanki. Orada olmasında başka aslında bizden çokta farklı değildi yaptığı.

Peki ya gelince ne olacaktı? Sırf bunun için son üç yılını Rusça öğrenmeye adamıştı. Konuşacaktı; kesinlikle yazılan biçimde. Yaşarken de sonunu bilmek; okurken olduğu gibi keyif verir bazen. O bilinen sona adım adım gidişinizi izlersiniz; Tanrıymışçasına. Göz göre göre ölüme gidersiniz. Bu hayatın en sevdiği tarzdır.

Birden bire köprünün korkuluklarına doğru bir kız yaklaştı. Üzerinde siyah bir manto, başında hoş bir şapka vardı. Onu gördüğü andan itibaren titremeye başladı. Heyecandan yüreği sıkışıyordu. Nastenka’sı gelmişti sonunda. Tüm saçmalığa son verip, hayatını anlamlandırmıştı. Kız hıçkıra hıçkıra korkuluklara tırmanıp kendini nehrin azgın sularına bırakıverdi.

Bir çığlık attı boşlukta ve hiç düşünmeden atladı boşluğa. Bu kadar yaklaşmışken kaybolmasına izin veremezdi. Böyle bir vicdan azabıyla nasıl yaşardı? O bu an için yaşamıştı. Soğuk su vücuduna değince ürperdi. Hayal miydi, yoksa gerçek? Nedense bunu önemseriz hep. Nefes nefese yanına yüzdü. Kitaplardan bildiği Nevanın serin sularında. Elleriyle o simsiyah saçları tutup, yüzünü çevirdiğinde; şiddetli bir akıntı ayırdı ikisini. Ayağının altındaki toprağın kaydığını hissetti. Artık bir daha yakalaması imkansızdı. Vücudu tükenmiş, elinde bir saç teliyle o masum bedenin kayboluşunu izliyordu. Güzel yüzü de yavaşça silikleşmeye başladı. Şiddetli bir dalga daha. Ne kadarda soğuk oluyormuş bu Neva. Nefesi yavaş yavaş kesilmeye başladı. Ne mutlu bir yaşamdı bu. Tüm yaşamını 1 – 2 saniyeye sığdırmıştı. Böylesi bir an her şeyi olur kılmıştı. Suratında bir gülümseme, gözleri gökyüzünde sürükleniyordu. Ölümünden önceki çok kısa bir an Ona yetmişti. Yüzünü görmüştü Nastenka’nın. Sevdiği kadının hemen arkasından gidiyordu mutlu ölüme. Son kez kitaptaki cümleleri mırıldandı; bir dua gibi. Sana nasıl kızarım Nastenka’m. Böylesi bir an tüm ömre bedel.
Ah bir de geceler beyaz olsa.
jöly - avatarı
jöly
Ziyaretçi
21 Mayıs 2007       Mesaj #932
jöly - avatarı
Ziyaretçi
Kelebeğin Hikayesi
Bir gün, kırlarda gezintiye çıkan bir adam, kenara oturduğu otlardan birinin dalında , küçük bir kozanın varlığını fark etti. Koza ha açıldı ha açılacak gibiydi.
Sponsorlu Bağlantılar


Adam , bunun bir kelebek kozası olduğunu tahmin ediyordu. Böyle bir fırsat bir daha ele geçmez diye düşündü; ve bir kelebeğin dünya yüzü gördüğü ilk dakikalara şahit olmak istedi.


Dakikalar dakikaları kovaladı , saatler geçmeye başladı , ama henüz kelebeğin küçük bedeni o delikten çıkmadı. Sanki , kelebeğin dışarı çıkmak için çaba harcamaktan vazgeçmiş olabileceğini düşündü.


Sanki kelebek elinden gelen her şeyi yapmış da , artık yapabileceği bir şey kalmamış gibi geldi ona. Bu yüzden , kelebeğe yardımcı olmaya karar verdi: cebindeki küçük çakıyı çıkarıp kozadaki deliği bir cerrah titizliğiyle büyütmeye başladı.


Böylece , bir-iki dakika içinde kelebek kolayca dışarı çıkıverdi. Fakat bedeni kuru ve küçücük , kanatları buruş buruştu. Adam kelebeği izlemeye devam etti; çünkü kanatlarının her an açılıp genişleyeceğini ve narin bedenini taşıyacak kadar güçleneceğini umuyordu.


Ama bunlardan hiçbiri olmadı. Kelebek , hayatinin geri kalanını , kurumuş bir beden ve buruşmuş kanatlarla yerde sürünerek geçirdi. Ne kadar denese de , asla uçamadı.


Adamın bütün iyi niyetine ve yardımseverliğine rağmen anlayamadığı şey , kozanın kisitlayiciliginin ve buna karşılık kelebeğin daracık bir delikten dışarı çıkmak için gereken çabanın , Allah’ın kelebeğin bedenindeki sıvıyı onun kanatlarına göndermek ve bu sayede kozanın kisitlayiciligindan kurtulduğu anda onun uçmasını sağlamak için seçtiği bir yol olduğuydu.

Bu gerçeği öğrendiğinde , hayat boyu unutamayacağı bir şey de öğrenmişti: Bazen , hayatta tam olarak ihtiyaç duyduğumuz şey , çabalardır. Eğer Allah , hayatta herhangi bir çaba olmadan ilerlememize izin verseydi , o zaman , bir anlamda sakat kalırdık . Olabileceğimiz kadar güçlenemezdik o zaman . Ve asla uçamazdık..

arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
22 Mayıs 2007       Mesaj #933
arwen - avatarı
Ziyaretçi
dönme asla geri


Sevdİmmm Ama Sevİldİmde.olanlardan PİŞman Degİlİm Dost Kalmaya Bİle Raziyim. Bİttİ Suam O Baskasiyla Beraber Ben Bunu Bİlİyorummm.ama HİÇ Bİrsey Gerİ Gelmez Ondan Nefret Etmem Lazim Bana Bİr Neden Bİ Yol GÖsteren Yokmuuuu Allahim Delİrİyorummm.kendİ Kendİme Konusup Ben Ne Eylİyorummm. Yoksa O Burdamii Hayla İÇİmde Bİ Yerlerde Karanlik İÇİn De Pusmus Onu Bulmamimi Beklİyor. Çok Uzak Kalp Seslerİne Yaklasmaya Çalisiyorummm Duyamiyorumm Kulaklarim Sagirrr Ve Dİllerİmden Bİr Tek Kelİme Çikmiyor Bİtİyorum Yavas Ve Agir BİÇİmde. Bagriyorumm Ne Olur Al Benİ Artik Bİtsİn Bu Aci Dayanilmaz Bİr Kor Gİbİ İÇİme DÜstÜ Ya Onu Bana Ver Ya Benİ Alll. Cehennem Cennet Fark Etmez Benİm İÇİn Ortada Kalmaya Bİle Raziyim Onu Bİr Baskasiyla GÖremem GÖremem GÖrÜceksem Eger Bu GÖzler Suan KÖr Olsunn Bİ Yarari Yok Zaten Onu GÖremedİkten Sonra Acimi Var Hayir Acinin Tam Kendİsİ Olmusum GÖrenler Dİyorrr Toparlan Toparlanmak Bende İstİyorum Ama Heryerde Onun Anilari Var Birakmiyor Benİİİ Ne Zmaan Bİtİcem Ozman ÖzgÜrlÜge Kavusurum Gİbİ Gelİyorrrr.

Martilar Kuslar Sahİlde UÇuyorlar ÖzgÜrce Ben Napiyorum Kordonda Napiyorum GÖzÜm Aldinca Uzaga Ve Derİne Bakiyorum Bakiyorum Ama Yapamiyorum At Surdan Kendİnİ Bİtİr Su İŞİ Olmuyor Atamiyorummm Onu Son Bİ Kez GÖrme Hayalİ İÇİndeyİm Hayallerde Kaldi Artik Askimiz Bİr RÜya Gİbİ Geldİ GeÇtİ Kendİmİ DÜsÜnmÜyorum Asla Bunca Zaman Senİ ÜzÜdÜmÜ Bİlİyorummm Ama Sen Hep Sustun Hep Sustun Susma Dedİm Susma Sen Sustukca DÜnyam Karario Bİr GÜn Aci GerÇegİ SÖledİn Bana Ayrilalim Dİe Ne Dersem Bossss Yalvardimmiii Evet Yakardimmmi Evetttt Ama Ne Oldu HİÇ HİÇ Elİmde Kalan Kocaman Bİr HİÇÇÇÇÇÇ.se Ruhumu Bunlari Yazdikdan Sonra ÖzgÜrlÜge Birakiyorummm Yaptiklarim Ve Yapmadikalrim İÇİn Cezalandiriyorum Suan Kendİmİ Ve Artik Yokum Tamamen Ve Suan VÜcudum Hafİfce Soguyor Korkuyorum Sizliyorumm ÖlÜm Karanlikk Bvastiriyorr Bendenİmİ Gİdİyorummm İÇİm Disari Çikio Sankİ VÜcudum Hareketİnİ Yİtİrİooo Yazamiyorrummmmmm BU YAZDIKLARIMI Kİm BULURSA YASATMALARINI İSTİYORUMM ASKIMI HERKEZ BİLSİNNNNNNN.

Sedef 21 - avatarı
Sedef 21
Ziyaretçi
22 Mayıs 2007       Mesaj #934
Sedef 21 - avatarı
Ziyaretçi
Ama Çocuğun Hasreti
İşitiyorum, güneş pek güzel,çay kenarında suyun üzerine doğru sarkan çiçeklerin manzarası pek latifmiş...Ve nazik öten kuşların,havai böceklerin,uçuşu da görülecek şeylerden imiş.

İşitiyorum ki,geceleri gökyüzünde gizli ışıklar görünürmüş. Dalgaları göz yaşları gibi hazin olan deniz içinde dahi,beyaz yelkenli gemiler akıp gidermiş.

İşitiyorum ki, çiçeklerin renkleri pek latif imiş. Dereler,dağlar, çayırlar, sular,ormanlar ve hususiyle fecir zamanları o kadar güzel, o kadar şirin imişler ki, bu kadar azamet ve ihtişama karşı insan,rabbine secdeler edermiş.

Fakat ben, ne o gürültüsünü işitmekte olduğum denizi, ne o rengin çiçekleri, ne gökyüzünü, ne güneşi, ne o güzel meyveleri, ne kuşları, ne aydınlığı göremediğimden dolayı müteessir değilim.

Hayır Allah’ım , hayır! Şu fani alemin güzelliklerinden hiçbirini arzu etmem. İlla!!. Heyhat..!. Anacığımı göreydim..!

Anonim
jöly - avatarı
jöly
Ziyaretçi
22 Mayıs 2007       Mesaj #935
jöly - avatarı
Ziyaretçi
BALON
Küçük çocuk, baloncuyu büyülenmiş gibi
takip ederken, şaşkınlığını gizleyemiyordu.
Onu hayrete düşüren şey,
"Bizim eve bile sığmaz" dediği o güzelim balonların
adamı nasıl havaya kaldırmadığı idi.
Baloncu dinlenmek için durakladığında o da duruyor
ve sonra yine takibe koyuluyordu. Bir ara adamın
kendisine baktığını farkederek ona doğru yaklaştı
ve bütün cesaretini toplayarak:

-Baloncu amca, dedi. Biliyor musun benim hiç balonum olmadı.
Adam çocuğu söyle bir süzdükten sonra:
-Paran var mı? diye sordu. sen onu söyle.
-Bayramda vardı, diye atıldı çocuk, önümüzdeki bayram yine olacak.
-Öyleyse bayramda gel, dedi adam. Acelem yok, ben beklerim.
Çocuk sessizce geri döndü. O ana kadar balonlardan
ayırmadığı gözleri dolu dolu olmuş, yürümeye bile mecali
kalmamıştı. Bir kaç adım attıktan sonra elinde olmadan
tekrar onlara baktığında, gördüklerine inanamadı.
Balonlar, her nasılsa adamın elinden kurtulmuş ve
yol kenarındaki büyük bir akasya ağacının dallarına takılmıştı.
Çocuk, olup bitenleri büyük bir merakla takip ederken,
baloncu ona doğru dönerek:

-Küçük, diye seslendi. Balonları ağaçtan kurtarırsan
birini sana veririm. Yapılan teklif,
yavrucağın aklını başından almıştı.
Koşarak ağacın altına doğru yöneldi ve ayakkabılarını
aceleyle fırlatıp tırmanmaya başladı.
Hedefine adım-adım yaklaşırken duyduğu heyecan,
bacaklarını kanatan akasya dikenlerinin acısını
hissettirmiyordu. Sincap çevikliğiyle balonlara
ulaştığında bir müddet onları seyretti ve
dallara dolanan ipi çözerek baloncuya sarkıttı.
Ancak balonlardan birisi iyice sıkıştığından
diğerlerinden ayrılmış ve ağaçta kalmıştı.
Çocuk onu kurtarmaya kalkışsa,
dikenlerden patlayacağını çok iyi biliyordu.
İster istemez balonu yerinde bırakıp
aşağıya indi ve adam dönerek:
-Birini bana verecektiniz, dedi. Hangisi o?
Adam elini tersiyle burnunu sildikten sonra:
-Seninki ağaçta kaldı evlat, dedi. İstersen çık al.
Çocuk bu sefer ayakta bile duramadı.
Kaldırım kenarına oturup baloncunun
uzaklaşmasını bekledikten sonra,
dallar arasında parlayan balona uzun uzun bakarak:

"Olsun", diye mırıldandı. "Olsun." Ağacın üzerinde
kalsa da, bir balonum var ya artık..
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
22 Mayıs 2007       Mesaj #936
arwen - avatarı
Ziyaretçi
ben zaten bu dünyanın içindeyim. bu dunyaya aidiyetini hissedeli epey oluyor. etimde, kemiğimde hissediyorum dünyanın, yaşamın kendisini. her gün, biten her gecenin ardından buluyorum kendimi o yaşamın ta içinde. her gece olmasa bile birçok gece aklımdadır ölüm. bazı zamanlar çok sık. kendime komplo teorileri bile kurardım bazen. en güzel ölüm nasıldı bilirmisin düşlerimde? sevgilinin elindeki tabancadan çıkan kurşunu kalbi delip geçmesi. ve hayatın en güzel anıdır, o sevgilinin yüzündeki, yarı kurtuluş, yarı üzüntü karışık yüz ifadesi. gerçekten olmuş değil midir ki bu? son söz nedir bilirmisin bu anda? "insanlar iki kez ölmezler..."

ama her ölüm akla düştüğünde bitti yine de o gece. ve her sabah hayat taze, bakir olarak karşımda. her ne kadar her gün biraz daha kirlense de.

bu dünyaya ait değilmiş gibi davranmak kolay. ama ben bu dünyanın dışında değilim ki? en içindeyim belki de. her sabah yatağımdan kalkarken bile hissediyorum hayatın kendisini. titriyorum birden. elbisemi giyimeye başlarken sigara aranıyorum bir yandan. eh, adet edinmişim bir kere aç karnına şu zehir zıkkım sigarayı içmeye. sonra, annem kahvaltı hazırlamışsa, pek de keyfim olmadan, tıkınıyorum desem yeridir hani. sonra gündelik, sıradan şeyler takip ediyor birbirini.

otobüse biniyorum mesela, akbilim bitmiş olur bazen, dalaşırız şöförle. ama çoğu zaman galip çıkarım. yada tam boş bir yer bulup oturuyorken, başkasının bileti yoktur, ihtiyatsız ister otobüstekilerden. eğer fazladan varsa bir bilet tereddüt etmem vermeye.

ha bir de, geçen gün kavga çıkmıştı,yolun kenarında, iki kişi bir kişiyi dövüyordu. uyuyordum, uyandım, indim aşağı, ayırmaya çalışırken birisi beni dövmeye kalktı. neyse bertaraf ettikten sonra, bindim otobüsüme. ama insanlar sadece seyretmekle kalıyorlardı. sığır sürüsü.

hayat devam eder, ben içindeykende eder. bazen dışına çekerim kendimi yine devam eder. ama içindeyken yaşadığını hissedersin. kalp kırarsın, kalbini kırarlar, en çık kalbini kırarlar. olsun yine de her kırgınlık bir küldür, kendini yenilemeye başlayacağın kül.

ama biliyormusun, artık güçlüyüm. hem de çok. belki de inanamayacağın kadar. hani senin dediğin gibi, "güçlüler güçlerini kaybetiklerinde, güçsüzler terkedip gitmenin gücünü kendinde bulmalıdırlar." bilmiyorum kimindi bu söz. gerçi eskinin izelerini silip atmak kolay değil. bilmem, belki sana da söyledim, "bıçakla yaralarsın, ölmezsen, yara iyileşir. ama yaranın izi her zaman kalır. onun sızısını yüreğinde hissedersin."

birşeyleri hissetmeye, gerçekten hissetmeye ne zaman başladım biliyor musun? benim sana ihtiyacım vardı. kaygım buydu. birileri ile konuşmak, birilerine içini dökmek ihtiyacındaydım. aramıştım seni. ama senin kaygın sinemaya gitmekti. "beni rahat bırak, filmi kaçıracağım demiştin." telefonu kapadığımda anlamaya başlamıştım gerçeği.

düşününce, eskiler yine aklıma gelmişti o an. bir konuşmamız gelmişti aklıma, sen ağlıyordun, kendince bazı şeyler itiraf ediyordun, biliyormusun, sana o an belki yalan söyledim, hani "bunlara ben yabancıyım, bunlar benim dışımda şeyler." demiştim. değildi. biliyordum .en gerçek halini biliyordum. ağlıyordun. belki bende seninle ağlıyordum. ama benim ağlamam, bu ne benim umrumdaydı, ne de senin. önemli olan sendin o an. ben değildim. belki hiç te olmadım.

ama artık değil. benim için önemli olan ne biliyormusun, bir bardak demli çay yanında sevdiğim, camel sigaram. içemiyorum başka sigara. sıkıyor. tad vermiyor. bazen peşpeşe yakasım geliyo ama artık biliyorum ki nefesimi zorluyor. kendimce, ben önemliyim. bu ciğer daha bir süre peşinden sürükleyecek beni. o yüzden biraz daha dikkat etmek geliyor içimden. karda yürürken yere sağlam basışımı bile seviyorum artık. kaymıyorum. ha, bazen oluyor böyle şeyler. geçen gün mesela, ihtiyatsız yürürken köpek havlamasından irkilince, 2.80 olmasa bile 1.90 uzanıverdim yere.

çanta bile taşıyorum yanımda artık. gerçi biraz arkadaştan araklama ama olsun. içinde bazen kitaplar, bazen ıvır-zıvırla dolu harddisklerim, bazen karışık gazeteler oluyor. uğura inanmıyorum, ama o çantanın yanımda olması uğursuzluk getiriyor gibi bana. olsun, yine de seviyorum köpekbalıklı çantamı. ha bir de uğursuzluk hakkında, bir saatim vardı. samsung. onu attım denize, tamamen kurtuldum uğursuzluktan.

çok mu sıradan geldi? hiç te değil bence. hem de hiç. hep söylediğim bir laf vardır:"farklı olmaya çalışmak sıradanlıktır." diye. ben sıradan yaşamaya çalışıyorum. ama aklımdakilerin ve yüreğimdekilerin farkındayım. bunlar bende saklı. bir kısmını sen de biliyorsun. belki çok az bir kısmını ama olsun. üzeri küllerle mi kaplanmış? hayır. bir kapı arksaında kilitli. ve bu kilidin anahtarı sadece bir kişide var. sen denemedin açmayı. ben sende olduğunu hissettim. yanıldım/yanılmadım bilemem. çünkü denemedin açmayı. belki de uygundu kilit anahtara. bilemiyorum. yine, hep derim:"denemeden bilemezsin". her ne kadar "bilmek ağırdır." desemde. ama birşeyi bişiyorum. belkilerle, keşkelerle hayatın zehir olacağını. artık onları bir kenara bıraktım. kendi patikamda yürüyorum. dikenler batar, acıtır, kanatır, ama bunun sayesinde öğrenirsin dikensiz patikanın nerede olduğunu. ne kadar çok dikenli patika bilirsen, dikensizini seçmen o kadar kolay olur.

çıplak ayakla gezerken omlet yapma fikrine ne oldu? bir insanı en çok ne mahveder biliyor musun? güçlü bir hafıza. en çok bu etkiler. çünkü o zaman geçmişin izlerini silmek o kadar zorlaşır. belki silmek istemek derecesi de önemli. ne bileyim...

biliyormusun? artık kıyılar da önemli değil benim için. hangi kıyıda olduğum, kimin hangi kıyıda olduğu da önemli değil. önemli olan kıyıdayken sahili, güneşi, denizi seyredebilmek artık. belki daha da içerilerdeyim şimdi. gönderdiğin kartı hatırlıyor musun? saklıyorum hala. içindeki sisi hala hissedebiliyomusun? görmesemde gördüm ben, yürümesemde yürüdüm taş döşeli yollarda. yapayalnız. ama içimi ısıtan şeyler vardı. belki bilemeyeceksin onları hiçbir zaman. ah, belki öyle aşktı, sevgiydi değil içimi ısıtan. belki de kazağın içine giydiğim yün fanilaydı o sıcaklık. kimbilir...

bu yazı hiçbir kaygı güdülmeden yazıldı. bıraksam kendimi daha birçok kelime yanyana gelip birçok satırlar meydana gelebirlir. kendime yazılmış bir yazı da olabilir. yayınlamaya karar verirsem okuyor olursun zaten. çırılçıplak hissetim kendimi bu satırları yazarken. aynaya baksam kendime söyleyeceğim sözlerdi.
jöly - avatarı
jöly
Ziyaretçi
22 Mayıs 2007       Mesaj #937
jöly - avatarı
Ziyaretçi
ANNENİN GÖZYAŞLARI

Orta yaşlı kadın, evin içinde telaşlı bir haldeydi. Eşyaların yerini değiştiriyor, örtüleri düzeltiyor, arada bir mutfağa gidip pişmekte olan yemeğe bakıyor, tekrar salona dönüyordu. Sokaktan gelen her seste pencereye koşuyor, her duyduğu kapı zilinde de, başkasının zili olduğunu anlayıp üzülüyordu.

Başka şehirde iş bulan oğlu, hem uzak yerde olduğundan hem de izin alamadığından 2 aydır gelememişti. Orta yaşlı kadın, büyük bir özlemle oğlunun gelmesini ümit ediyor, kulağı zil sesinde, ayak sesinde telaşla bekliyordu. Her anneler gününde, çocuğunun “Anneciğim, anneler günün kutlu olsun” diyerek, boynuna sarılmasına öyle alışmıştı ki, sanki oğlu kapıdan giriverecek ve koşup boynuna sarılacaktı, sonra da onun için hazırladığı tatlılardan yiyecekti. Oysa oğlu geleceğini söylememişti ki. Kadın, boynu bükük düşündü, “-Ya gelmezse, ya izin alamadıysa. ” İçini özlem dolu bir alevin yalayıp geçtiğini hissetti.

Kadın sabahtan hazırlığa başlamıştı. . Telaşlı halini gören eşi, sorup durmuştu; ” Bu telaşın niye?” diye. Ama cevabını bir türlü alamamıştı. Sonunda da kadın; “-Bu gün evde işim çok, sen git-gez biraz” diye ısrar ederek, eşini rica-minnet dışarı çıkarmıştı. “Ya, telaşımın nedenini anlarsa, ya saatlerce beklediğim halde oğlum gelmezse” diye düşünmüştü. “Gelmezse” düşüncesiyle bir daha yüreği titremişti.

Saatler geçip gidiyordu, öğlen olmak üzereydi; “-Gelemiyorsan, bir telefon et bari, ‘anneciğim’ de. . ” İçinde sıkıntı artmaya başlamıştı; “-Anneler gününü kutlamak için bir telefon bile etmeyecek mi acaba? Ben böyle bekliyorum ama o belki hatırlamadı bile. ‘Gözden ırak olan, gönülden de ırak olur’ sözü anneler için de geçerli olur mu hiç. Olamaz canım, bir telefon eder en azından. Hoş telefon yetmez, özledim yavrumu, kara gözlerini, yaramaz gülüşünü. Hıh. . yaramaz, dediğimi duysa yine darılır, ‘Beni çocuk gibi sevme’ der. Sanki nasıl seveceksem…”
Çocuğunu düşündükçe, onunla konuştuğunu düşündükçe yüzü gülüyor, farkında olmadan bir anda neşeleniyordu. Sonra duvardaki saate gözü takılıyor, yeniden durgunlaşıyordu. “-Gelmeyecek, telefon bari etse. . ” diye düşündü istemeye istemeye. “-Sesini bari duymuş olurum”. Tam böyle düşünürken, cep telefonunun sesiyle irkildi, omuzlarında bir yorgunluk, bakışlarında bir burukluk telefona uzandı. , ekranına baktı, arayan oğluydu.
Sevinmeli miydi? sevinemedi. …acaba …acaba gelemeyeceğini söylemek için mi aramıştı. Telefonda kutlayıp geçecek miydi anneler gününü, sarılamayacak mıydı yavrusuna?
Açtı telefonu;
-Alo. .
-Alo, nasılsın anneciğim?
-Sağol yavrum, sen nasılsın?
-İyiyim anneciğim.
-Ne yapıyorsun, işler nasıl?
-Biraz zor oldu ama alıştım, hem bu şehre, hem de işe alıştım.
-Öyle mi yavrucuğum.
Söylemiyordu işte ne telefonda kutluyordu, ne de gelmiyeceğini söylüyordu. Sonunda dayanamayıp sordu;
-İzin aldın mı yavrum?
-Evet anneciğim, izin aldım. Sen nerden bildin.
-Nerden mi, anneler günü için izin almadın mı?
-Ha, anneler günü doğru ya. Anneler günün kutlu olsun anneciğim.
-Sen sen. . bunun için izin almadın mı?
-Ah anneciğim, çok sevdiğim, benim için çok önemli bir bayanı görmeye gideceğimi söyledim. Şefim de izin verdi. Şimdi onun yanına gidiyorum.
Orta yaşlı kadın durakladı, sesine hakim olmaya çalıştı.
-Öyle mi, nasıl biriymiş bu?
-Anneciğim, emin ol bana, senin daha önce yaptığın yemeklerden daha lezzetlisini, daha önce yaptığın tatlılardan daha tatlısını yapmıştır, beni bekliyor şimdi.
-Ben… şey… tamam yavrucuğum. Şey, umarım o da seni seviyordur.
-Sevdiğine eminim anne, zaten bu ilk iznimi sırf onu görmek için aldım. Babam nerde anne?
-Dışardaydı yavrum. Hah. . kapı çalıyor, sanırım baban geldi.
-Tamam anne selam söyle, ben de mis gibi kokuların geldiği, dünya da en çok değer verdiğim bir dünya güzelinin kapısındayım.
-Tamam yavrum, söylerim. Sonra yine ara yavrum. Allah’a emanet ol.
Telefonu kapattı. Oysa ne kadar özlemişti oğlunu, ne kadar görmek istiyordu. Kapıya eli uzanırken, gözünden süzülen yaşlara engel olamıyordu.
Kapıyı açtığında, boynuna atılan oğlunun “-Canım anneciğim, anneler günün kutlu olsun!” diye bağırması sanki bir rüya sahnesiymiş gibi geldi. Oğlu; “-Anneciğim, seni sevindirecek bir sürpriz yapayım dedim, lütfen ağlama” dese de, annesi sevinçten hıçkıra hıçkıra ağlıyordu.


Yazar : Ahmet Ünal ÇAM
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
23 Mayıs 2007       Mesaj #938
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Acılarınızı Kuma, İyiliklerinizi Taşa Yazın

Bir hikaye, iki arkadaşın çölde yürüdüğünü anlatır.
Yolculuğun bir noktasında bir münakaşa olur ve biri diğerine tokat atar. Tokadı yiyenin canı acır ama bir şey söylemeden kuma şöyle yazar : "Bugün en iyi arkadaşım beni tokatladı".
Bir vahaya gelene kadar yürümeye devam ederler ve suya girmeye karar verirler. Tokadı yiyen bataklığa saplanır ve boğulmaya başlar ama arkadaşı kurtarir. Yarı boğulmadan kurtulduktan sonra bir taşa şöyle yazar :
"Bugün en iyi arkadaşım hayatımı kurtardı".
Tokadı atan ve hayat kurtaran sorar : "Canını acıttığımda kuma yazdın neden şimdi taşa?" Diğeri cevaplar : "Birisi canımızı yaktığında kuma yazmalıyız ki bağışlama rüzgarı silebilsin ama biri bizim için iyi bir şey yaparsa taşa kazımalıyız ki hiç bir rüzgar silemesin.
" Acılarınızı kuma ve iyiliklerinizi taşa yazmayı öğrenin ".

Özel bir kimseyi bulmak bir dakika alır ve unutmaik ise bir ömür.
NiliM - avatarı
NiliM
Ziyaretçi
23 Mayıs 2007       Mesaj #939
NiliM - avatarı
Ziyaretçi
Öykü

Bir zamanlar, bütün duyguların üzerinde yaşadığı bir ada varmış: Mutluluk, Üzüntü, Bilgi ve tüm diğerleri, Aşk dahil.

Bir gün, adanın batmakta olduğu, duygulara haber verilmiş. Bunun üzerine hepsi, adayı terketmek için sandallarını hazırlamışlar.


Aşk, adada en sona kalan duygu olmuş. Çünkü, mümkün olan en son ana kadar beklemek istemiş. Ada neredeyse battığı zaman, Aşk, yardım istemeye karar vermiş.


Zenginlik, çok büyük bir teknenin içinde geçmekteymiş. Aşk, "Zenginlik, beni de yanına alır mısın?" diye sormuş. Zenginlik, "Hayır, alamam. Teknemde çok fazla altın ve gümüş var, senin için yer yok." demiş.


Aşk, çok güzel bir yelkenlinin içindeki Kibir den yardım istemiş. "Kibir, lütfen bana yardım et!" "Sana yardım edemem Aşk. Sırılsıklamsın ve yelkenlimi mahvedebilirsin." diye cevap vermiş Kibir.


Üzüntü yakınlardaymış ve Aşk, yardım istemiş: "Üzüntü, seninle geleyim..." "Off, Aşk, o kadar üzgünüm ki, yalnız kalmaya ihtiyacım var."


Mutluluk da Aşk ın yanından geçmiş ama o kadar mutluymuş ki, Aşk ın çağrısını duymamış.


Aşk, birden bir ses duymuş: "Gel Aşk! Seni yanıma alacağım..." Bu Aşk tan daha yaşlıca birisiymiş. Aşk o kadar şanslı ve mutlu hissetmiş ki kendini onu yanına alanın kim olduğunu öğrenmeyi akıl edememiş.


Yeni bir kara parçasına vardıklarında, Aşk a yardım eden, yoluna devam etmiş. Ona ne kadar borçlu olduğunu farkeden Aşk, Bilgi ye sormuş:


"Bana yardım eden kimdi?" "O, Zaman dı" diye cevap vermiş Bilgi. "Zaman mı? Neden bana yardım etti ki?" diye sormuş Aşk.


Bilgi gülümsemiş: "Çünkü sadece Zaman Aşk ın ne kadar büyük olduğunu anlayabilir..."
vain - avatarı
vain
Ziyaretçi
23 Mayıs 2007       Mesaj #940
vain - avatarı
Ziyaretçi
güzel bir hikaye....beni severmisin...?
Kapıdan içeri girer girmez neşeyle bağırdı:

"Anne biliyor musun bugün yuvada ne oldu?"

"Görmüyor musun? Telefonla konuşuyorum."

Hiç kimsenin sevdiği şey birbirine benzemiyordu. Annesi telefonu, babası arabayı seviyordu. Herşey erteleniyordu telefon ve araba söz konusu olduğunda.
Bir de eve misafir gelecek oldu mu kendisine hiç yer kalmıyordu. Nerelere gitsindi?
Annesi kapattı telefonu. Mutfaktan tencere kaşık sesleri geliyordu. Koşarak yanına gitti.
"Sana yardım edeyim mi?" dedi en sevimli halini takınarak.
Annesi manalı manalı baktı.
"Hayırdır. Bir yaramazlık filan. Bak bir de seninle uğraşmayayım. Çok yorgunum zaten."
Yorgunluk nasıl bir şeydi. Bazen elinde oyuncağıyla uykuya daldığında anneannesi oyuncağı yavaşça elinden alır
"Nasıl yorulmuş yavrucak. Uykunun gül kokulu kolları sarsın seni" diyerek alnına bir öpücük konduruverirdi.
Yorgunluk gül kokulu bir uykuya dalmaksa eğer, ne diye annesi kendisiyle böyle kızgın kızgın konuşuyordu.
"Anneciğim yorulduğun zaman gül kokulu uykulara dalarsın. Anneannem öyle söylüyor."
"Uykuya dalayım da gül kokuları kusur kalsın. Yorgunluktan ölüyorum."
Bu kelimeden nefret ediyordu. Yorgunum. Yorgun olduğumdan. Böyle yorgun yorgunken...
"Anneciğim sen yorulma diye..."
"Yemekte konuşuruz çocuğum. Bankada işler yetişmedi. Baban gelene kadar bunları bitirmem lazım. Hadi sen oyna biraz."
"Hani siz yoruluyorsunuz ya..."
"Eeee...."
"Ben de oynamaktan yoruluyorum."
"Ne yapayım?"
"Bilmem..."
Yapılmaması gerekenleri biliyordu da büyükler, yapılması gerekenleri hiç bilmiyorlardı.
Işıklar söndü birden.
Annesi öfkeyle söylenmeye başladı.
"Mum da yok" diye diye karıştırdı dolapları el yordamı.
Çocuk sırtüstü yatıp, anneannesinin köyünü düşündü. Gaz lambasının ışığında deli tavşan masalını anlatışını. Deli tavşanın duvardaki aksini getirdi gözlerinin önüne. Anneannesi gibi iki elini birleştirip işaret parmaklarını yukarı kaldırarak tavşan kafası yaptı.
"bak deli tavşan" diyerek parmaklarını oynattı.
Yoldan geçen arabaların farları duvardaki tavşana yol açtı. Tavşan alabildiğine hür dolaştı sağda solda. Otlarla kuşlarla konuştu. Sonra yorgun düştü. Duvardaki görüntü o minik avuçların açılmasıyla kayboldu. Kolu yavaşça kanepeden aşağı sarktı.
Neden sonra ışıklar geldi. Kadın çocuğun hiç konuşmadığını akıl etti birden.
Kanepeye koştu. Küçücük dizlerini karnına doğru çekerek uykuya dalmıştı.
Masanın üstündeki dosyalara baktı iğrenerek. Dindirilmez bir pişmanlık doldurdu içini.
Uyandırmaktan korka korka küçük alnına bir öpücük kondurdu.
Çocuk sanki bu öpücüğü bekliyormuşçasına

"Işin bitince beni sever misin anne?" dedi.
Kadın, sevilmek için randevu alan çocuğuna bakarak sabaha kadar ağladı...

Benzer Konular

3 Aralık 2006 / Misafir Genel Mesajlar
16 Mayıs 2014 / NihLe Müslümanlık/İslamiyet
11 Haziran 2013 / Misafir Forum Oyunları
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar
20 Haziran 2012 / ThinkerBeLL Edebiyat